هوتميل انشاء حساب / Ücretsiz E-posta Nasıl Oluşturulur Hotmail | Haum tatlım

هوتميل انشاء حساب

هوتميل انشاء حساب

Gelen mail IP adresini nasıl öğrenirim?

Outlook Size Gelen Emailin İp Adresini Bulma:

Outlook açın gelen maili sağ tıklayın İleti Seçeneklerinde içindeki İnternet Üstbilgisi bölümünde Received: karşısında size gelen mailin ip adresini görebilirsiniz.


Gmailde Size Gelen Emailin İp Adresini Bulma:

Gmailde Size Gelen Emailin İp Adresini Bulma Gmail i açıp posta kutunuza girin. Size gelmiş bir epostayı açın ve mailinde içinde ve sağ üstte aşağı ok var diğer seçeneklere tıklayın. Açılan pencerede Kimlik avı, spam bildir gibi birçok seçenek çıkacaktır.
Bu seçeneklerde orjinali göster seçeneğine tıklayın. Received: Bölümünde ve alt bölümlerde o mailin geldiği e-posta ile ilgili tüm bilgiler görebilirsiniz


Hotmailde Size Gelen Emailin İp Adresini Bulma:

Hotmail Size Gelen Emailin İp Adresini Bulma Hotmail adresinizi açıp posta (gelen) kutunuza girin. e-posta adresinde sana mail gönderenlerden kimin ip sini öğrenmek istiyosan, o kişinin mailine gelip, maili açmadan fareyle o kişinin gonderdiği maile sağ tıklayın.
Açılan menü penceresinde kaynağı göster seafoodplus.infoğı göster dediğinizde bir sayfa açılacak. Burada Return-Path ve from yazan yerde size maili gönderen kişinin email adresi, ve bunların arasında bulunan X-Originating-IP olarak görünen IP, size bu mail gönderen kişinin IP numarasıdır.

هل وجدتها مفيدة؟

شكرا لك على ملاحظاتك.

آسف لذلك :( سنعمل لجعله أفضل.

لقد قمت بالتصويت من قبل.

( مرات / 6 وجدها الأشخاص مفيدة)

1 QARDASHLIQ KARDAŞLIK 83 SAYI/ISSUE KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VE FOLKLOR DERGİSİ REVIEW OF CULTURE ART LITERATURE AND FOLKLORE TEMMUZ - EYLÜL JULY - SEPTEMBER YIL/YEAR Kerkük Katliamı Şehitleri Anıldı

2 KARDAŞLIK Kültür Sanat Edebiyat ve Folklor Dergisi Yıl 21 Sayı 83 Temmuz-Eylül ISSN : Fiyatı : 20 TL Kerkük Vakfı Adına İmtiyaz Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Erşat HÜRMÜZLÜ Editör ve Genel Koordinatör Suphi SAATÇİ Yazışma adresi P. K. 20 Cerrahpaşa/İSTANBUL Tel. () İdare Merkezi: Haseki Sultan Mahallesi Kuka Sokağı Huzur Apt. No: 1/1 Fındıkzade / İSTANBUL Temsilciler Habib HÜRMÜZLÜ (Ankara) Necat KEVSEROĞLU (Kerkük) Ali İhsan NAQIB (ABD) Bilim Kurulu Prof. Dr. Yavuz AKPINAR Prof. Dr. Zeynep AYGEN Prof. Dr. Abdülhalik BAKIR Prof. Dr. Haşim KARPUZ Prof. Dr. Mahir NAKİP Prof. Dr. Suphi SAATÇİ Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU Yazı Kurulu Kemal BEYATLI Aydil EROL Erşat HÜRMÜZLÜ Habib HÜRMÜZLÜ Mahir NAKİP Acar OKAN Suphi SAATÇİ Suphi SALT Nazım TERZİOĞLU KARDAŞLIK Kerkük Vakfı İktisadi İşletmesi tarafından Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak üç ayda bir yayınlanır hakemli bir dergidir. Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu imza sahiplerine aittir. Dergide yayınlanmış yazılar ve fotograflar kaynak gösterilerek alınabilir. Abone yurtiçi yıllık 80 TL, yurtdışı yıllık 50 $ veya 40 Euro Posta Çeki No: Cerrahpaşa/ İstanbul veya İş Bankası İstanbul, Fındıkzade Şubesi Hes. No: EUR Hes. No: Dolar Hes No: Tasarım Ercan ŞİMŞEK Baskı Şenyıldız Matbaacılık Zeytinburnu Mah. Gümüşsuyu Cad. No:3 K:2 Zeytinburnu, İstanbul Tel: YENİ ÇIKTI Kerkük ten Derlenen Olay Türküleri Kerkük Vakfı ndan isteyiniz.

3 İÇİNDEKİLER Kerkük Katliamı Yılında Editör den 2 Yumruk Olan El Musafahayı Bilmez Erşat HÜRMÜZLÜ 4 Kemal Beyatlı Hakka Yürüdü Erşat HÜRMÜZLÜ 5 Türkmen im Şahin HÜRMÜZLÜ şiir 5 Kürt Bölgesinde Türkmen Siyaseti Nasıl Olmalı? Mahir NAKİP 6 Türkmeneli nde Bayram Sevinci 6. Yılında Kardaşlık 7 Tanıdıg ım Kerkük Sevdalısı İzzettin Kerkük Ahmet TÜRKER 28 Urfa, Harput, Kerkük Ag ızları ve Müzig i U zerine Necmettin TURİNAY 31 Gazi Nakip in Şiir Defterinden Hazırlayan: Nâzım TERZİOĞLU 36 Kerkük teki Küçük Kıyamet İlaf KÖPRÜLÜ 38 Türkmen Albümünden Editörün Seçtikleri 40 HOYRATLAR Abdulhalik BAKIR şiir Yıl Dönümünde Kerkük Katliamı Şehitleri Anıldı Basından 8 Prof. Dr. Ali İhsan Öbek le Divan Edebiyatı Sohbeti Önder SAATÇİ 10 Birecikli Şair, Yazar ve Gazi İbrahim Hakkı Bilgin Uğur Yılmaz BİLGİN 16 Türkmen Dag arcıg ı Suphi SAATÇİ 18 İNGİLİZCE Bir Kalem Erbabı Defterdar Erbilli Mehmet Latif Efendi III Nâzım TERZİOĞLU 24 ARAPÇA

4 Editör den Suphi SAATÇİ Kerkük Katliamı Yılında Irak Türkmenlerinin tarihinde yaşanan en büyük facialardan biri hiç şüphesiz Kerkük Katliamıdır. Türkmenlerin tarihinde bu kadar feci ve bu denli vahşiyane bir katliam olmasına rağmen, bu facianın belgelere dayanılarak henüz tarihi yazılmamıştır. Katliamı yaşayanların ve o günleri iyice hatırlayanların verdikleri şifahî bilgilerden bu vahşetin kırıntıları sayılan bazı ayrıntılar ortaya çıkmıştır. Ancak bu vahşet fotoğrafının tamamını görmek açısından henüz ortaya konmayan yazılı belgelerin ışığında ele alınması gerekir. Kerkük Katliamının yapılmasından sonra olayın cereyan şekli Bağdat ta Abdülkerim Kasım ın bilgisine sunulduktan sonra işin vahameti anlaşılmıştır. Gafletten uyanıp pişmanlık duyan Kasım, Kurmay Albay Abdürrahman Abdülsettar başkanlığında oluşturulan bu soruşturma komisyonunda Kurmay Albay Sabih Muhammed Rauf, Yarbay Şekib el-müdellel, ve Temyiz Mahkemesi hakimlerinden Hafız Halid ile Vedi Cercis yer almışlardır. Süratle işe koyulan soruşturma komisyonu 18 Temmuz tarihinde Kerkük e varmıştır. Kerkük Demir Yollarına ait olan ve Rest House denilen misafirhanede yerleşen komisyon aynı gün çalışmalarına başlamıştır. Kerkük te 32 gün süreyle çalışan komisyon 20 Ağustos tarihinde Bağdat a dönerek 12 sayfadan oluşan bir raporu Genel Askerî Hâkime sunmuşlardır. Raporun aslı kapak resmi görülen eserde yayımlanmıştır. 1 Soruşturma Komisyonunun Dosyaları Çalışmalarına başlayan Soruşturma Komisyonu ilk önce Kerkük Cumhuriyet Hastanesinde tedavi gören ve henüz hayatta olan yaralıların ifadelerini almıştır. Daha sonra şehit düşenlerin yakınlarının ve yaralananların ifadeleri dinlenmiş, iş yerleri veya evleri yağmalanan, malları ve eşyaları çalınanların şikâyetleri alınmıştır. Yağma ve hırsızlık olayları çok fazla olduğu için Soruşturma Komisyonu, 1 Halil İbrahim Hüseyin el-zevbaî, (H M. ), El-Irak fi el-vesa ik el-biritaniyye , 4. Cilt (1 Temmuz-Kanunulevvel ), s Bağdat taki genel Askerî Hâkimden izin alarak özel bir araştırma ve inceleme komisyonu daha oluşturmuştur. Zarar gören ve acil olarak önlem alınmasını isteyen şikâyetçilerin fazla olması iki Tahkik Hâkimine de görev verilmiştir. Çalışma sonucu oluşan dosyaların dökümü şöyle verilmiştir: Kasdi öldürme/cinayet vakası (31 dosya), şiddetli veya hafif öldürmeye ve işkence yapmaya teşebbüs ( dosya), başkalarının haremine tecavüz (60 dosya), el koyma, çalma, yağmalama, yakma ve yok etme (70 dosya), başka suçlar işleme ve kamu haklarına tecavüz (17 dosya), küfür, hakaret ve tehdit etme şikâyetleri -bunların sivil mahkemelere devredilmeleri önerilmiştir- ( dosya), faili meçhul olaylar ( dosya) ve failler hakkında kanıt ve belge yetersizliği olan (35 dosya). Katliam Öncesi Durum Raporda 14 Temmuz kutlama törenlerinin yapılmasından 2 ay öncesinden Kerkük te durumun iyi olmadığı belirtilmekte, İkinci Fırka Komutanı Davud el-cenabi nin yardımı ve desteği ile el-cephe el-vataniyye (Ulusal Cephe) gibi siyasî örgütler oluşturdukları; ordu içindeki subayları da üye yaparak devlet kurumlarının üstünde hareket ettikleri, duyurular yayınladıkları, bu arada tutuklamalar, işkenceler ve sürgünler yaptıkları anlatılmaktadır. Kurban Bayramının gelişi ile General Kasım tarafından genel af ilan edilmesi üzerine tutuklular serbest bırakılmış ve sürgünler Kerkük e dönerek ailelerine kavuşmuşlardır. 2

5 Nispeten ve kısa süre için de olsa Kerkük te huzur ve sükûnet sağlanmıştır. Türkmenler 14 Temmuz devriminin birinci yıldönümünü kutlamak gayesiyle Kerkük ün ana caddelerinde temsilî zafer takları kurarak Cumhuriyet rejimine bağlılıklarını bildiren yazılar ve bayraklar asmışlardır. Raporda, kutlama tarihi yaklaştıkça şehirde İşçi Sendikaları ve Barış Yanlıları gibi adı altında örgütlenen komünistler ve Kürt kıyafeti ile dolaşan militanlar Türkmenlere sataşmaya ve ağır tehditler savurmaya başladıkları bildirilmekte, yapılan bunca hakaret ve sataşmalara rağmen Türkmenlerden herhangi bir karşı tehdit, sataşma ve hakaret duyulmadığı ifade edilmektedir. Katliamın Başlaması Raporda Kerkük Katliamının 14 Temmuz günü başladığı 15 ve 16 Temmuz günleri de devam ettiği, 3 gün süren bu can pazarında insanlık tarihinde derin lekeler oluşturan vahşet sahneleri yaşandığı dile getirilmiştir. Katliamın başlangıç anı olan 14 Temmuz akşamı saat da atılan ilk kurşunların ardından gözü dönmüş katiller Atlas Caddesinde bulunan 14 Temmuz Kahvesine saldırmışlardır. Türkmenlerin oturduğu bu kahvenin önünde 14 Temmuz devrimini kutlamak için Kerkük teki takların en güzeli kurulmuştu. Gözü dönmüş caniler önce bu tak tahrip etmişler, ardından kahvenin sahibi olan Osman Hıdır ın üzerine çullanmışlardır. Baltalar ve soplarla yere düşürülen Osman Hıdır, henüz canlı iken boynuna ip geçirilerek motorlu araca bağlanmış ve sürüklenerek feci bir şekilde şehit edilmiştir. Olayların başlaması ile sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Halk Mukavemet militanları ile askerî inzibatlar tarafından belirli adreslerden Komutanlıkta ifadeleri alınma bahanesiyle tanınmış Türkmenleri evlerinden alınmışlardır. Henüz yolda iken saldırıyı maruz kalan bu kişiler, Cephe Vataniyyenin katillerine teslim edilmişler, böylece ellerine ve ayaklarına ipler takılarak araçlarla sürüklenmeye başlanmışlardır. Ata ile İhsan Hayrullah kardeşler ve Kasım Neftçi bu şekilde şehit olmuşlardır. Evkaf Caddesinden Atlas Caddesine kadar uzanan yolda törene katılan kadın-erkek, çolukçocuk masum Türkmen halkının üzerine her yönden ateş açılmıştır. Raporun verdiği bilgilere göre kimileri asker, kimileri Kürt kıyafetleriyle dolaşan silahlı militanlar sürekli ateş ederek halkı sindirmeye ve dağıtmaya çalışmışlardır. Paniğe kapılan halk sığınacak yerler aramışlardır. Militanlar Evkaf Çarşısında ve Atlas Caddesindeki mağaza ve dükkânların kapı ve camlarını kırarak yağmalamaya, içindeki eşyaları çalmaya ve bazı yerleri ateşe vermeye başlamışlardır. Soruşturma Komisyonu kırılan, yağmalanan ve yakılan işyerlerinin tamamının Türkmenlere ait olduğunu, yağmalanan eşyaların kaçırılmasına askerî araçların da katıldığını tespit etmiştir. Katliamın başladığı günün gecesinde İşçi Sendikası mensupları Kerkük Polis Müdürünü tehdit ederek kendilerine silah dağıtılmasını istemişler, sonuç alamayınca İmam Kasım Polis Merkezini basarak buradaki silahları çalmışlardır. Kerkük Kalesinden Türkmenlerin ateş ettikleri yalanını uyduran militanlar, masum insanları kaleden aşağıya indirmişlerdir. Bu arada Türkmenlere ait evlerdeki kıymetli eşyaları çalarak yağmalamışlardır. Korya semtinde bulunan Alemeyn Sinemasından da Türkmenlerin ateş ettikleri gerekçesi ile sinema sahiplerinden iki kardeşi (Selahattin ve Mehmet Avcı) şehit edilmiş ve sinema roket ve havan toplarıyla vurulmuştur. Soruşturma Komisyonu ayrıca katliam öncesinden İşçi Sendikası ve Petrol Şirketi çalışanları, insanları öldürmek ve iplerle sürüklemek için özel yöntemler uygulanması hususunda kurslar görmüşlerdir. Kısaca özetlenen bu rapor ayrıntılı biçimde Kerkük Katliamını dile getirmektedir. Tarihî ve resmî bir kaynak olarak büyük önem taşıyan bu raporu her Türkmen aydını ibret ve dehşetle okumalıdır. 3

6 Bize Göre Erşat HÜRMÜZLÜ Yumruk Olan El Musafahayı Bilmez Son yılların politika tarihine parmak izlerini bırakan bir Arap devletine yaptığımız bir ziyarette, halktan ve dünya kamuoyundan destek alan efsanevî bir liderle derin bir sohbete dalmıştık. Konu uzlaşma ve diyalog zaruretlerine gelince, hâlâ kulaklarımda onun sesi çınlıyor gibidir: Ben yüzde ellibir alsam da karşımda bir yüzde kırkdokuzun bulunduğunu unutmamam gerekir. Siyasî ve millî mücadelelerde de tek taraflı düşünmenin tehlikelerini ifade eden doğru bir sözdür bu. Toplum mühendislerinin ve kazara öncülük pozisyonlarına gelenlerin gerçekten unutmaması gereken bir olgudur. Yumruk olan el, benim dediğim doğrudur ve buna karşı gelen ihanet içindedir diyen, gerçek ihanet edenle masum bir şekilde fikrini açıklayanlar arasındaki sanal çizgiyi görmediler, göremezler. Çünkü yumruk olan el musafahayı, el sıkışmasını ve kucaklaşmasını beceremez, kucaklaşmasına elinin yumruk olması engel olur. O el ancak kaba kuvveti bilir ve onun doğru bir mücadele taktiği olduğunu zanneder. Halbuki, bulundukları kabın şeklini almayıp değişik fikirlerden ve değişik görüşlerden feyz almasını bilenler hedefe daha düzgün ve daha başarılı bir şekilde yönelebilirler. Buradan zaman zaman gizli olsun, açık ve kayıtlı olsun bazı teşkilatların da tutumunu analiz etmek gerekir. Gizli veya kayıtlı teşkilatlar, parti olur, dernek olur, sivil toplum örgütü olur ama VATANDAŞ kitlesine hizmete talip olur. Yani milletin tüm fertleri teşkilat üyesi değildir, onun için partiler, siyasî hedeflerini açıkladıklarında bütün millet bireylerinin buna uymaları şartını dayatmaz, tam tersine kendilerine muhalif olanları da kazanmak için onlara hizmet sunarlar. Bireyler sosyal, ekonomik, kültürel veya başka dürtüler nedeniyle ayrı kulvarlarda koşabilir, hatta birbirilerini beğenmeyebilirler. Ancak teşkilatlar bunlara hizmet etmek için vardır, onlara da hizmet etmekle yükümlüdür. Bu bakımdan şiddetin yerini tolerans, dayatmanın yerini ikna almalıdır. Aksi takdirde hizmet edilmesi hedeflenen dava bizzat zarar görür, yıpranır ve millet vicanında yaralar açar. Toplum mühendisliği diyeyim ben, lider veya başkan olan deyin siz, bu vasıfta olan herkes değişkenlik gösteren fikirlerle mücadelesini yürütmelidir. Tanınmış sosyoloji âlimi Dr. Ali El- Verdi yi hepiniz bilirsiniz. Azından bu köşeyi okuyan herkes bilir ve tanır. Onun tespitlerinden biri şöyle: Fikirler silahlar gibidir ve gün geçtikçe gelişir ve değişikik arzeder. Eski fikirlerle mücadele edenler -eski bir Arap kahramanı olan- Anter silahıyla mücadele etmek isteyenler gibidir. İşte mesela her eleştiriyi ihanet kabul eden düşünce bir cehalet eseridir. Cehalette nefretin babası ve yaratıcısıdır. Çünkü biz bırakın eleştiriyi, hatayı bile tolere eden; hatadan nefret edip de hata edenden nefret etmeyen bir fikrin taşıyıcısıyız. Madem ki El-Verdi den bahsettik. O zaman başka bir vecizesini de aktaralım: Sizinle aynı fikirde olmayanın açısından baktığınızda onun az veya çok bazen haklı olduğunu görebilirsiniz. İnsanlar bazen hak ile batıl arasında bir çekişme zannettikleri olgu aslında bir hakla diğer bir hakkın çekişmesi olabilir. Ne demiştir eskiler: Tehlikeli insan tipi az anlayan, çok inanandır. Asıl olan tartışmalı bile olan sunumları çeşitli açılardan seyretme kabiliyetidir. En doğruyu bulmak daha detaylı incelemeden geçer. Aksi takdirde sırasıyla hak iddiası, kızgınlık, nefret ve kızgın bir şekilde yumruk olan el peşpeşe gelir. Unutmayın ki yumruk olan el musafahayı ne bilir ne de becerir. 4

7 Kemal Beyatlı Hakka Yürüdü Erşat HÜRMÜZLÜ Kemal Mehmet Ali Beyatlı yı küçük yaşlarda tanıdım. Onu tanıdığım gibi kardeşlerini, sevecen ailesini ve bizim zamanların tanınmış öğretmenlerinden olan babasını da tanıdım. Daha sonra muhterem eşini ve saygı dolu çocuklarvını da tanıma fırsatım oldu. Benimle aynı sıralarda üniversite öğrencisi oldu. Ben Hukuk okurken o Edebiyat Fakültesini seçti. Sanırım onu tanıyan herkes sevgi dolu tatlı bakışlarını ve çınlayan kahkahalarını hatırlar. Ancak bu görünümü yanında Türk Milliyetçiliğinin yılmaz bir savunucusu olduğu da gözlerden kaçmazdı. Bağdat Radyosunda kısa bir dönem çalıştıktan sonra siyasî sebeplerden dolayı ülkeyi terkedip Türkiye ye yerleşince ünü daha da arttı. Düzgün Arapçası ve analitik görüşleri içte ve dışta dikkat çekti, Arap medyasının gözdesi oldu, iç ve dış konularda onun fikri ve yorumuna başvurulmaya başlandı. Ağır bir hastalığa yakalanınca inancı ve tevekkülünü hiç kaybetmedi, Kendisini her ziyaret ettiğimde en neşeli vakitleri eski hatıraları konuştuğu sıralar olurdu. En çok üzüldüğü olay, artık rahat okuyamama durumuna gelişi idi ve bu onu rahatsız ediyordu. Eski günlerde ve Milliyetçi kimliği ile tanındığında aynı yolun yolcusu olan, ancak kendisinden yaşça azıcık daha büyük olan bir dost olduğu için ona Küçük Kemal dendi. Bu isimle anıldığında çok güler, ne zaman büyümüş olacağım diye bize takılırdı. Kemal Beyatlı dünya çıkarlarına bakan birisi değildi, arkasından iyi bir itibar, temiz bir isim ve saygılı bir aile bıraktı. Nur içinde yat sevgili Dostum, umarım gelecek nesiller senin millî davada olan yol ve yürüyüşünden feyz alırlar. Türkmen im Osmanlıyım Tarih boyu şanlıyım Kökensizler bilsinler Oğuzhan İlhanlıyım Sönmez Türk ün çırağı Tanrı korur toprağı Esti bütün cihanda Ay yıldızlı bayrağı Büyük ana vatandı Dedem Fatih Sultan dı İstanbul u fethetti Ona Rumlar yaltandı Türkmeneli elimdir Türkçe benim dilimdir Irak büyük gülistan Kerkük gonca gülümdür Baba bugün Al bayrağ Sen çarşıdan al bayrağ Ölünce gökte eser Mavi bayrağ al bayrağ TÜRKMEN İM Şahin HÜRMÜZLÜ 5

8 Türkmeneli nden Türk ün dilinden Mahir NAKİP Kürt Bölgesinde Türkmen Siyaseti Nasıl Olmalı? Kürt Bölgesi Gerçeg i yılında Irak Anayasası federatif bir yönetim tarzını seçmiş ve Kürtçe yi de ikinci resmî dil olarak kabul etmiştir. Birleşmiş Milletler ve Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesi de bu anayasayı meşru saymıştır. Bu anayasaya göre Erbil, Süleymaniye ve Duhok Kürt Federasyonunu oluşturmaktadır. Eski bir Türkmen yerleşim bölgesi olan Erbil, Muzaffereddin Gökbörü ve Nurettin Zengi gibi Türk beylerine ev sahipliği yaptığı bilinen tarihî bir gerçektir. Kürdistan da İki Yıl isimli kitabın sahibi W. R. Hay, yılları arasında siyasi bir memur olarak Irak ta yaşamıştır. 1 Hay in tespitlerine göre Küçük Zab ın güneyinde en önemli iki şehir Kerkük ve Süleymaniye olup, Kerkük ve Erbil de çoğunlukta Türkmenler yaşarken, Süleymaniye de de Kürtler yaşamaktadır. Ancak yılından itibaren başlayan Irak ın Kuzeyini Irak tan ayırma siyaseti bugün meyvelerini vermiş ve Erbil şehrinin demografik yapısı büyük ölçüde değiştirilerek Türkmenler asimile edilerek azınlık durumuna düşmüşlerdir. Bugün Erbil Kürt Parlamentosuna, Kürt Hükümetine, (Türkiye dahil) yabancı ülkelerin konsolosluklarına ve birçok uluslararası firmaya ev sahipliği yapmaktadır. Şu anda Irak ın en gelişmiş, huzurlu ve müreffeh şehri olarak gösterilebilir yılından itibaren bütün seçimlerde Erbil den 15 vekil seçilmiş ve tamamı Kürtlerden oluşmuştur. Bu da eğer seçimler gerçekten demokratik ise, acaba Türkmenler kime oy veriyor sorusunu akla getirmektedir! Konjonktürel Siyasetin Muhakemesi Kuzey Irak ın yılından itibaren Güvenli Bölge ilan edilmesi, bugüne nasıl gelindiğini iyi açıklamaktadır. O tarihlerde Türkmen muhalefeti de Erbil de faaliyet göstermeye başlamış ve 1 W. R. Hay, Senetan fi Kurdistan, (Kürdistan da İki Yıl), Arapçaya Çeviren: Fuad Cemil, Birinci Kitap, 1. Basım, Bağdat, , s Irak Türkmen Cephesi (ITC) kurulduğunda merkezi Erbil olarak belirlenmişti; hatta ikinci, üçüncü ve dördüncü başkanları da Erbil Türkmenlerinden seçilmişti. Ancak, bağımsız ve millî Türkmen davasının çizgisini temsil eden ITC ve içindeki partilerin haricinde, bir de tabela partileri adıyla anılan birden fazla Türkmen partisi de KDP tarafından desteklenmekteydi. İlk Kürt parlamentosu kurulduğunda milletvekilinden beşi Türkmenlere ayrılmış ve tamamı bu tabela partilerinden oluşuyordu. İlk Kürt Parlamentosu seçimlerini boykot eden ITC, doğru bir kararla siyasetini değiştirerek son iki seçimlere fiilen katılmıştır. Erbil, Kürt Bölgesinin Başkenti olabilir ama bir Türkmen şehridir; bu şehirde Türkmenler de var ve mahallî Kürt Parlamentosunda da temsil edilmelidir mantığından hareket eden ITC isabetli bir karar almıştır. Bugün ITC nin Kürt Kabinesi nde bir bakanı ve Parlamentosunda da bir vekili bulunmaktadır. Bu, önemli fakat aksak bir adımdır. Nasıl Bir Türkmen Siyaseti Elbette Irak Türkmen davası bir bütündür bölünemez. Yani Kürt Bölgesindeki Türkmen siyasetinin koordinatları, genel Türkmen siyasetindekinden farklı değil ve olmamalıdır. Mesela, Kerkük ün ihtilaflı bir bölge olmasına rağmen Kürt Bölgesine dâhil olması, Türkmenler için kırmızı bir çizgidir. Bu konuda bir Erbilli Türkmen, Kerküklü Türkmen den farklı düşünmemelidir. Tuzhurmatı, Telafer, Kifri ve Altınköprü de bu kapsamdadır. Irak Anayasası gibi Kürt Anayasa Projesi de Türkmenlere bazı temel haklar tanımıştır ancak ne Irak Anayasası ne de proje niteliğinde olan Kürt Federasyonu Anayasası Türkmenlere bir coğrafya çizmiştir. Bir başka konu Erbil Türkmenlerinin Irak Parlamentosunda temsili meselesidir. Erbil de nüfusları en az bin olan Türkmenlerin tek bir vekil dahi Irak Parlamentosuna gönderememeleri tuhaf olup, sorgulanmalıdır. Bugün Irak 6

9 Türkmeneli nde Bayram Sevinci 6. Yılında Kardaşlık Kurban Bayramı münasebetiyle Türkmeneli bölgesindeki mülteciler kurban etlerine kavuşarak mutlu bir bayram yaşadılar. Türkiye nin hamiyetperver ve vatansever yurttaşları Türkmeneli bölgesinde 7 büyükbaş kurban kestirmiş ve Türkmen mültecilere dağıtılmasını sağlamışlardır. Bu organizasyonda Kerkük teki Türkmen Kardeşlik Ocağı ön ayak olmuş ve kurbanların ilgililere ulaştırılmasını sağlamışlardır. Türkiye den, İngiltere den ve Almanya dan kurban kampanyasına katılan, bağışta bulunan vatandaşlarımız şunlardır: Atilla Abacıoğlu, Sündüs Saki Abbas, Mehmet Özler, Orhan Erbay, Ender İmamoğlu, Cemal Göç, Hande Göç, İbrahim Göç, Fatma Sarıçam, Selim Ateş, Eylül Aksu Kurnaz, Lale Kocameşe Aksu, Mustafa Aksu, Funda Önal, Hüseyin Çağrı Dal, Gülay Gönen, Zülal Değirmenci, Nurettin Yavuz, Fatih Kâhya, Seda Türksoy, Harun Çay, Mert Mercan, Doruk Altan, Mustafa Delican, Lokman Doğanay, İnci Dur, Nuran Galata, Yasin Cemal Galata, Dilek Yılmazel, Zeynel Koç, Mustafa Koç, Abdullah Korkmaz, Mehmet Derya Mercan, Nejdet Meşe, Çağrı Seyfi, Fevzi Şen, Mustafa Topdemir, Filiz Topdemir, Bülent Ertekin, Recep Esen, Döndü Esen, Burak Esen, Salih Başaran, Ali Hatipoğlu, Serhat Toruk, Ali Ürey, Hilal Paçacı, Zafer Paçacı. Bütün soydaşlarımıza ve kardeşlerimize Türkmeneli adına teşekkür ediyor ve kurbanlarının makbul olmasını Yüce Allah tan niyaz ediyoruz. Parlamentosunda Kerkük ten üç, Telafer den dört ve Tuzhurmatı dan bir vekilin bulunmasına rağmen Erbil den hiç Türkmen vekilinin olmaması şüphe uyandırmaktadır. İşte ITC nin Kürt Kabinesindeki Bakanı ile Parlamentodaki vekili, Kürt Bölgesi yerel kanunları çerçevesinde, meşru ve demokratik yollarla bu meselelerin yılmaz bekçileri ve savunucuları olmaları beklenir. Nitekim ITC yönetimi bu iki şahsiyete güveni tam olacak ki bu gibi hassas, çetrefil ve yüksek sorumluluk isteyen böylesi bir göreve onları getirmiştir. Demek ki ITC nin bu iki siyasetçisinin görevleri ve sorumlulukları oldukça zor ve ağır görünmektedir. Uzlaşma Nasıl Sag lanır? Elbette ki Türkmen ve Kürt halkları uzlaşarak, birlikte yaşamak zorundadır. Bu, tarih ve coğrafyanın hükmüdür. Ama birbirinin haklarına saygılı olmadan bu uzlaşma ne başlayabilir ne de devam edebilir. Güçlü olmak, zalim olmayı gerektirmez. Çoğu zaman mazlumlar, intihar etmeyi zelil yaşamaya tercih eder. Onun için zayıftan önce, güçlünün âdil olması gerekir. Meselâ, bölgesel Kürt yönetimi, Irak ta Türkmenleri üçüncü ve kendi bölgelerinde ikinci millet; buna bağlı olarak da Türkçe nin Türkmenlerin yaşadığı Musul, Erbil, Kerkük, Selahattin ve Diyala illerinde resmi dil olarak gösterebilir. Ayrıca, Kürt yönetimi, Arapların ve Kürtlerin ayrı ayrı bölgeleri varken, üçüncü halk olan Türkmenlere ait bir bölgeyi ve/veya şehirleri tanımlayabilir. Böyle bir hak teslimi, bölgeye barışı getireceği gibi, yüzyıllardır birlikte yaşadıktan sonra arası bozulmuş iki milletin tekrar birbirine yaklaşması ve kucaklaşması için büyük bir fırsat doğurur. Demokrasi her şeyden önce tecavüzkâr olmamaktır ve başkasının hukukuna saygı göstermektir. Kerkük, Telafer, Tuzhurmatı, Altunköprü ve Hanekin birer Kosova olmamalı ve Peşmergeler eliyle Kürt halkı Sırplaştırılmaya itilmemelidir. ITC nin Kürt kabinesindeki bakanının ve parlamentosundaki vekilinin sorumlulukları fazla ve görevleri zor olduğu kadar, hassas, kutsal ve hayatidir. Allah yar ve yardımcıları olsun 7

10 Basından Yıl Dönümünde Kerkük Katliamı Şehitleri Anıldı yıldır çok çeşitli baskı, asimilasyon ve yok etme politikaları ile karşı karşıya kalan Türkmenler, günümüzde de mikro terör örgütleri tarafından sistematik bir yok etmeye, vatanlarından, topraklarından koparılmaya çalışılıyor. Türkmenlerin yaşadığı en büyük acılardan biri olan 14 Temmuz da gerçekleşen Kerkük Katliamının üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen acısı tazeliğini koruyor. Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilciliği ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından 14 Temmuz da gerçekleşen Türkmenlere yönelik katliamın yıl dönümü dolayısıyla, Ankara TOBB Üniversitesinde bulunan TEPAV Salonu nda Kerkük Katliamı nın Yıl Dönümü Türkmeneli ndeki Riskler ve Olası Tehditler adlı bir panel düzenlendi. Programda şehitler ve hayatını kaybedenler için saygı duruşu yapıldı. Ardından Kerkük Türkmenlerine yapılan zulümlerin anlatıldığı bir tanıtım belgeseli gösterildi. Saygı duruşu ve tanıtım belgeselinin gösteriminin ardından Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mehmet Tütüncü bir konuşma yaptı. Mehmet Tütüncü Ankara da Düzenlenen Panele Üst Düzey Katılım Üst düzey katılımın olduğu panelde; eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, eski MHP Milletvekili Oktay Vural, Kerkük Vakfı Başkanı Erşat Hürmüzlü, Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mehmet Tütüncü, TEPAV Politika Analisti Hüseyin Raşit Yılmaz, Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahir Nakip, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi nden Doç. Dr. Serhat Erkmen, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mükremin Şahin in yanı sıra birçok konuk yer aldı. Panelin açılış konuşmasını yapan Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Mehmet Tütüncü yaptığı açıklamada, Türkmenler öz kimliğini ve benliğini gördüğü tüm mezalimlere rağmen korumayı başarmıştır. Bu çok sayıda kayıplar vererek olmuştur. Her şeye rağmen Türkmenler dimdik durmayı başarmıştır. Özellikle te DAEŞ terör örgütünün giriştiği katliamlar sonucunda Irak ta en büyük kaybı veren Türkmeneli coğrafyası olmuştur. ifadelerini kullandı. Türkiye nin Gölgesi Yeter Tütüncü, Anavatanımız Türkiye ve tüm dünyanın buradaki hayatın normale dönmesi için üzerine düşeni yapması gerekmektedir. Türkiye nin kararlı ve milli bir politikası olduğu sürece hiç kimse Türkmenlere dokunamaz. Türkmenleri ko- 8

11 rumak için Türkiye nin gölgesi yeter. Ne parası ne askeri gücü, ne de başka güce gerek yoktur, sadece gücü yetecektir. Çünkü; Türkiye bölgesel güç olarak belki bugün her istediğini yaptıramayabilir; ancak Türkiye nin istemediğini yapmak kimsenin ne haddine ne de hakkına düşer. Dolayısıyla anavatanımız Türkiye den beklentimiz çoktur dedi. Anavatanımız Türkiye nin Desteg i Türkmeneli nin arası geçen süreçte başta Kerkük olmak üzere hukuksuz uygulamalar ile katliamlara maruz kaldığını kaydeden Tütüncü, hukuksuz referandumunu gerçekleştirmek isteyen bölgesel yönetim de Anavatanımız Türkiye yi karşılarında bularak sert bir taşa çarpmıştır ifadelerini kullandı. Bizim Kimsenin Toprag ında, Hakkında Gözümüz Yoktur Tütüncü: Geçmişten günümüze bir projeksiyon tuttuğumuzda önümüzde çok riskli çok tehlikeli bir süreci görmekteyiz. Anayasaya garip bir şekilde sokulan maddeyi ısıtıp gündeme almak istiyorlar. Aynı şekilde, Türkmeneli bölgesinde bir referandum ve seçim yapılmak istenmektedir. Demokratik ve normal şartlarda gerçekleştirilecek bir referandum Türkmenlerin en büyük arzusudur. O toprakların gerçekte kime ait olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak bugünkü şartlarda demokrasi kılıfına büründürülmüş bombalar hem Türkmeneli ni hem Irak ı tehlikeye sokacaktır şeklinde konuştu. Uyarı niteliğinde bir ifadeyi de açıklamalarına ekleyen Tütüncü, Kararlar, Kerkük başta olmak üzere Türkmeneli nin tüm bölgeleri istikrarı ve kararları önce kendi bölgesinden, Bağdat tan verilmelidir. Erbil den yahut Süleymaniye den değil. Olmadı, olmaz, olamaz. Türkmenler buna müsaade etmeyecektir. Son 15 yıllık süreci tekrar yaşamamak için elimizden gelen her şeyi yapmaya hazırız diye konuştu. Hüseyin Raşit Yılmaz TEPAV Politika Analisti Hüseyin Raşit Yılmaz ise, katliamın nedenlerine dikkat çekerek tarihi hatırlatmalar yaptı. Bölgede yılında yıkılan kraliyet yönetiminin ardından cumhuriyet rejimiyle de Irak Kuzey bölgesinde bir Türk varlığının istenmediğini vurgulayan Yılmaz, Türklerin bölgeden uzaklaştırılıp güney bölgelere itilmesinin petrol ve bölge hakimiyeti arzusuyla doğrundan ilgili olduğunu kaydetti. Hürmüzlü: Türkmeneli Başkaları İçin Petrol Türkler İçin Vatan Demektir Panelde konuşan Kerkük Vakfı Başkanı Av. Erşat Hürmüzlü Beş ana konuya dikkat çekti ve yaşama sevincini yaşatmak olan moralin gerekliliği, risk ve tehlikelere çözümler, göçlerin istihdamının gerçekleştirilebilmesi gibi başlıklara işaret etti. Bir diğer başlığın da eğitim olduğunu söyleyen Hürmüzlü eğitime karşı olduğunu eğitimin müfredat empozesi olmasından dolayı milli varlığın muhafazası için öğrenim in esas olması gerekliliğine inandığını vurguladı. Tüm dünyadaki Türkmenler, siyasi haklarla da etkin faaliyetlerle de gerçekleri dünyaya, dünyanın yaygın yöntemleriyle duyurulmasının çok önem arz ettiğini söyledi. Hürmüzlü: Mazlum Deg il Haklıyız Erşat Hürmüzlü konuşmasında Türkmenlerin daha önceden de çok fazla katliam ve kıyım yaşadığını belirtti. Hürmüzlü , , , Katliamları, Altunköprü Katliamı ve da Erbil de tutuklanarak daha sonra Bağdat ta yapılan idamlar, ten sonra da Tuzhurmatı ve Telafer de olanlara rağmen Türkmenlerin hâlâ ayakta olduğunu vurguladı. Kerkük Vakfı Başkanı Hürmüzlü Meselelerde Türkiye yi ikna etmemiz kâfi değildir, bütün dünyayı ikna etmemiz lazımdır. Mazlum olduğumuzu söylediğimiz zaman mazlumlar kuyruğuna geçirilir, erteleniriz. Bizim haklı olduğumuzu duyurmalı ve ispat etmeliyiz diyerek sözlerini tamamladı. Nakip: Türkmen Aydınları Daha Önceden Katliam Kokusunu Almışlardı Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahir Nakip, yaptığı konuşmada Kerkük te katliam öncesi estirilen terör ve tehdit havalarından, bu şehirde endişe verici gelişmelerin meydana geleceği anlaşılıyordu. Bu hususta Türkiye de yaşayan Türkmen aydınları Kerkük te bir katliam yapılma ihtimalini duyurmuşlardı dedi. Türkmenlerin Irak ın en vatansever topluluğu olduğunu söyleyen Nakip Kerkük Irak ın bir anahtarıdır. Ümidini kaybetmeyen Türkmenlerin ayakta kalması ve varlığını sürdürebilmesi bölge barışı için önemlidir diyerek sözlerini tamamladı. 9

12 Önder SAATÇİ Prof. Dr. Ali İhsan Öbek le Divan Edebiyatı Sohbeti Lütfen, kendinizi bize kısaca tanıtır mısınız? Dilerseniz önce hızınıza yetişemediğim için sizden ve pek saygı ve sevgi duyduğum Suphi Hoca mdan özür dileyerek başlamış olalım. Öyle ya Soruları bir-bir buçuk yıl sonra cevaplayabilmek her babayiğide nasip olmaz çünkü! Ebencet Urfalıyız. Doğduğum köyde başladığım ilkokul eğitimime üçüncü sınıf itibariyle Urfa merkezinde devam ettim. O zamanki siyasi ortam dolayısıyla ilkokul son sınıfı daha emniyetli diye yatılı okumuş oldum. Hulâsa, üniversiteye kadarki tahsil hayatım Urfa da geçti. Sıra üniversite tercihine gelince o zamanki düşünceme göre uzak diyarlara göz diktim: İstanbul, Edirne vs. Üniversite eğitimi için Edirne ye geldim. Geliş o geliş. Lise fen şubesi mezunu olmama rağmen favori tercihim hukuktu. Birinci sınıfı okurken bir taraftan hukuka hazırlanmayı planlıyordum. Ama saygı ve rahmetle andığım hocalarımdan, üniversitede akademik yükselmenin mümkün olduğunu, yani Urfa şivesiyle perefesor dahi olabileceğimi öğrendim! Bunun üzerine rotamı çizdim, hedefimi belirledim. Lisenin son iki senesini hâriç tutarsak pek sıradan geçen öğrencilik hayatım üniversitede ideal öğrenciliğe doğru evrildi; böylelikle ergen tembelliğimi erkence telâfi etmiş oldum diyebilirim. Mezun olduktan hemen sonra yüksek lisansa kabul olundum ve araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Lisans, yüksek lisans, doktora ve sonrasını hep Edirne ye, Trakya Üniversitesine borçluyum. [Bu anlamda Edirneli de sayılırım]. Akademik tecrübe açısından bunun iyi tarafları olduğu gibi kötü yanları da vardır tabii. Lisans tezim, Nef î nin Türkçe divanı idi. Şiir dilini, aruz tekniğini kavramamda ve kelime dağarcığımın zenginleşmesinde ciddi katkısı oldu. Yüksek lisans tezimi sosyal ve dinî içerikli rubailer üzerine hazırladım. Doktorada sözlük çalıştım, tabii divan edebiyatı merkezli. Hüseyin Kâzım Kadri nin [Büyük] Türk Lügati adlı geniş kapsamlı ve bol tanıklı sözlüğü akademik hayatımda çok özel bir yere sahiptir. Bazı hocalarımızın, doktorada sözlük çalışmanın eski Türk edebiyatı geleneğine/teamülüne aykırı olduğu yönündeki görüşlerini rahmetli Necmettin Hacıeminoğlu hocamıza ilettiğimde büyük bir övgü ile andığı ilgili sözlüğü çalışmamın pek isabetli olacağını söylemişti. Doçentlik ve profesörlük çalışmalarında ise yönümü Irak a ve bilhassa Kerkük e çevirdim. Yabancı dil olarak da alanıma hizmet edecek kadar Farsça ve Arapça bilirim. Eski Türk edebiyatını kendinize bir akademik çalışma alanı olarak seçmenizde neler etkili olmuştur? Doğrusu, lisans eğitimini baz alırsak asıl belirleyici unsur -o zamanki- dünya görüşüm olmuştur: En geniş anlamıyla, öz değerlerimizi ve benliğimizi en iyi yansıtan alanın eski Türk ede- 10

13 biyatı olduğuna olan inancımdı yani. Ancak zamanla daha akademik ve estetik bakmayı öğrenmeye başladım ve bu süreç devam etmektedir. Eski Türk edebiyatının mahiyeti ve türleri, edebiyat içindeki yeri hakkında bize kısaca bilgi verir misiniz? Nesir türünün şiire göre durumunu da lütfen açıklar mısınız? Hocam bu sorunun cevabı mebhas-i zülf-i semenbû gibi uzar gider amma velâkin özetin özetini geçmiş olalım: Her şeyden önce bu edebiyat bir müşterek Doğu edebiyatıdır. Hem özgün hem ahenkli kültürlerden beslenmiş ve görece müşterek bir karaktere kavuşmuştur. Çok güçlü sanatkârların ellerinde asırlarca titizlikle işlenmiş ve şekillenmiştir. Bu edebiyat asıl olarak şiire dayanır. Şiir de en nihayet Aḥsenü l-ḥadīᶊ (sözün en güzeli) olması dolayısıyla Kur an ı ve hattâ Kur an ın özü olan Fatiha yı örnek alır: Uḳde-i serrişte-i rāz-ı nihānīdir sözüm Silk-i tesbīḥ-i dür-i seb u l-meᶊānīdir sözüm [Nef î] Bu anlamda eski şairleri sadece şair olarak nitelemek yanlış ve dahi haksızlık olur. Şair sıfat ve meşgalesi (?) dışında birçoğunun müderris, kadı, şeyhülislâm, şehzade ve nihayet padişah gibi görev ve sorumlulukları olduğunu unutmamak gerekir. Ve bu gelenek maalesef ki modern devlet geleneğimizde pek az temsil edilmektedir. Bu edebiyatın türleri belli, belirli ve mahduttur. Bunlarda bile bir hiyerarşi, bir disiplin vardır. Ancak hiçbir şairin bu türlerin hepsinde eser verme zorunluluğu da yoktur. Sorunuzun ikinci ayağı olan nesir meselesine gelince Bu alanda da çeşitli vadilerde birçok telif, tercüme ve uyarlama eser olmakla birlikte eski Türk edebiyatı özü itibariyle şiire ve şiir diline dayanır. Öte yandan, unutmayalım ki nesir kategorisindeki birçok eser de kendi revişince şiirdir. Sizce, tarihimizde ve daha geniş bir açıdan Türk-İslam kültürü içinde eski edebiyatın yeri nedir? Sizin sözlerinizle cevaplayacak olursam eski edebiyat, Türk-İslâm kültürünün en güçlü temsilcisidir. Saygıyla andığım Birol Emil Hoca mızın tespitiyle de Dünyanın münasip bir bölgesinde dünya edebiyatları müzesi kurulması hâlinde bizi temsilen teşhir edilecek olan edebiyat, klasik edebiyattır. Tabii bu, klasik edebiyat dışındaki edebî mekteplerimizin az önemli ve hele hele değersizliğine aslâ yorulmamalıdır. Ayrıca kısmen haklı sayılabilecek bazı eleştirileri bir tarafa bırakırsak Türkçenin gelişip serpilmesi ve bugüne gelmesinde bile eski Türk edebiyatı büyük bir misyon üstlenmiştir. Türkiye de dünden bugüne eski Türk edebiyatına bakış nasıldır? İtiraf etmek gerekir ki eski edebiyatımıza bakışta özellikle belli bir dönemde ifrat ve tefrit arasında gelgitler olmuştur. Dün, aynı sayın müdekkikin/üstadın pek kısa zaman aralıklarında ak dediğine kara, kara dediğine ak demiş olması, esasen ve zaten sorunlu bir bakıştır; bu nedenle de üzerinde durulması gereken bir ehemmiyeti yoktur. Osmanlı nın siyasi inkırazıyla ve modern bir devlete geçmemizle pek münasebettar olan dünkü indî olumsuz bakışın, günümüzde daha makul bir temele oturduğu kanısındayım ve bunu memnuniyetle karşılayanlardanım. Bilhassa İskender Pala hocamızın âdeta özel bir misyonla bu edebiyatı geniş kesimlere ve hususiyle gençlere taşıma ve sevdirmedeki cehd ü gayretini takdir ve saygıyla karşılamışımdır. Bizim kuşak üzerinde de ciddi emek ve hakkı vardır, bunu teslim etmek boynumuzun borcudur. Divan edebiyatına bakıştaki olumsuzlukta dil devriminin rolü var mıdır? Vardır elbette; fakat şimdi yoktur. Dileyen herkes bu alanın uzman ve yetkin hocalarınca ve hattâ meraklılarınca kültür hazinemize kazandırılmış çalışmalardan istifade ederek bakışını güncelleme imkânına sahiptir. Sizce divan edebiyatını geniş kitlelere yayma önünde bu edebiyatın eskimiş dili bir engel midir? Engel değildir dersem gerçekçi olmaz ve fakat yegâne engel veya en büyük engel bu değildir. Bugün itibariyle aslında bu engelin pek bir etkisi de kalmamıştır diyebiliriz. Şu anlamda, doğal olarak insan, anladığını sever. Ancak bu edebiyatta, ola- 11

14 ğanüstü çabayla ancak anlaşılabilecek numuneler olduğu gibi, azıcık çaba ve nihayet sıfır çaba ile anlaşılacak, sevilecek söyleyişler de çoktur. Sorunuz çerçevesinde şunu da önemle belirtmeliyim ki eski edebiyatımızın üslûp manasında bir dili yoktur, dilleri vardır. Eleştirenler bu dillerden en yerel olmayanı bile isteye seçip tümünü karalamayı ve sevimsizleştirmeyi hedeflemişlerdir. Söz gelimi Şu beyti anlamak için hâlâ kızlara ve hattâ dizilere bile isim olarak konan vuslat kelimesiyle günümüz için kullanımdan düşmüş ay anlamındaki mâh kelimesinin anlamını bilmek yeterlidir. Klasik şiirdeki aşk anlayışını da merak edip üstünkörü öğrenen birinin bu beyte âşık olmaması ise çok zayıf bir ihtimaldir: Bundan artıḳ daḫi vuṣlat nic olur ālemde Bir gök altındayız ol māh ile dā im ikimiz [Hayretî] Bir iki örnek daha verelim: Ey pāybend-i dāmgeh-i ḳayd-ı nām ü neng Tā key hevā-yi meşġale-i dehr-i bīdireng diyen şairle; Hep seniŋçündür benim dünyā cefāsın çekdigim Yoḳsa ömrüm varı sensiz neylerim dünyāyı ben diyen şair, ayrı kimlikler değil, aynı şairdir: Baki. Birinci beytin Türkçe mi Farsça mı olduğu tartışılabilir ve bu tartışma görece haklıdır; ama ikinci beytin Türkçe olmadığını ve hattâ anlaşılamadığını, sevilmediğini günümüzde Türkçe bilen kim iddia edebilir?! İlkini anlamak için uzmanlık gerekirken ikincisine bayılmak için sadece Türkçe bilmek kâfidir ve bu tür söyleyişler cımbızla seçilecek kıtlıkta da değildir. Hasılı sadece Fuzulî nin ünlü; Aşḳ imiş her ne vaar ālemde söyleyişinde mücmel özetini bulan aşk şiirleri bile eski edebiyatı tanımaya, tanıdıkça sevmeye yeterlidir. Bugün için Türkiye de divan edebiyatı tarzında şiir yazanlar var mıdır? Pek tabii. Zevk ve tercih meselesi. Gerek alan içinden gerekse dışından. Bu vadide şiir kitabı olanlar bile var. Ama bildiğim kadarıyla azdır. Övünmek gibi olacak biraz ama, en iyi bildiğim ise Hüzulî mahlâsıyla eslâf izinde şiir yazan bendenizdir. Yazdığı şiirleri nevi şahsına münhasır bir divanda toplamak çabasındadır. Müteakip sorularınızı cevaplarken Hüzulî den bir iki örnek arz ederiz. Divan edebiyatı gerçekten halktan kopuk bir saray edebiyatı mıdır, yoksa halkın da geçmişte belli bir ölçüde ilgilendig i bir edebiyat mıdır? Sözünü ettiğiniz bu iddia, zamanında bazı gerekçelerle/mülâhazalarla dile getirildi. Üzerinde durulacak, ciddiye alınacak, ehemmiyet atfedilecek bir tarafı yoktur. Şöyle düşünelim: Bazı tezkirecilerimizin dediği gibi özellikle Rumeli topraklarında doğan [erkek] çocuğa mahlâs verilmeden ad verilmezdi. İmdi, sadece mübalâğadan ibaret olmayan bu tespit bile sözünü ettiğiniz görüşü çürütmeye yeterlidir. Zira bu tespit, sıradan bir kanaat olmayıp gerçeği yansıtmakta ve günümüz insanının da üzerinde düşünmesi, içini doldurması gereken bir kanaattir. Röportaj sınırlarını zorlamamak için teferruatına girmeyeceğim ve fakat bugün, divan şairlerinin mesleki konumlarından sosyal statülerine kadarki istatistikler büyük oranda Türk okuyucuya sunulmuş durumdadır. İmparatorluk döneminde hemen hemen herkes şiirle meşgul ya da en azından şiir zevkine aşina idi. Sıradan bir insandan padişahına kadar ve mevlidinden mersiyesine kadar o toplumun şiir sever ve şair bir millet olduğunu bu afaki iddiayı dillendirenler de bilmiyor değildi. Ama öyle söylemeleri gerekiyordu, öyle söylediler. Hamaset olsun diye söylüyor değilim ama Osmanlı Türklerinin Viyana kapılarına pilâv yiyerek ve Mesnevi okuyarak gittiğini bilmek zorundayız; bunu bilmemek, göz ardı etmek ve tabiri mazur görün sulandırmak gibi bir lüksümüz yok. Anadolu da ve Osmanlı cog rafyasında mesela, Urfa, Kerkük vb. divan edebiyatının daha 12

15 fazla ilgi gördüg ü bölgeler var mıdır? Bu konuda da çeşitli istatistikler ve etütler var. En çok şair yetiştiren, bu konuda öne çıkan bölgeler bellidir. Bu anlamda Rumeli ilk akla gelen bölgedir fakat imparatorluk coğrafyası, her bölgesiyle bu edebiyata omuz vermiş, katkı sunmuştur. Ama hepsi, asıl ve son payitahtın, İstanbul un rengiyle renklenmiştir. Belirttiğiniz Urfa, Kerkük, Diyarbakır bölgesinin de hakkını teslim etmek gerekir. Rahmetli Terzibaşı nın Erbil ve Kerkük şairleri üzerine yazdığı külliyatı, müellifinin de belirttiği gibi bu mirasın ancak bir kişi tarafından derlenebilmiş kısmıdır. Bu bölgeye has çok çok önemli bir ayrıntı da klasik şiirin müzik ile taşınması ve yaşatılmasıdır ki günümüzde bile sıra geceleri, asbap geceleri geleneği devam etmektedir. Fuzuli, Nesimi, Bag datlı Ruhi gibi şairlerin Irak Türkmen edebiyatı üzerinde etkisi olmuş mudur? Bu muhteşem üçlünün sadece Irak Türkmen edebiyatı üzerinde değil, bütün bir Türk edebiyatı üzerinde ciddi etkisi var; bu tartışılmaz bile. Akademik anlamda Alişir Nevayi den hemen sonraki müstesna yere konumlanması ağır basıyor olsa da Fuzulî, Türk okuyucusunda klasik edebiyatın özüdür. Çok kuvvetle muhtemeldir ki en çok sevilen şair de adı âdeta aşk ile özdeşleşen Fuzulî dir. Anlaşılması ve şerh edilmesi hayli çetin olmakla birlikte dinî-tasavvufi derinliğiyle Nesimî nin; Ziya Paşa gibi üstat ve manzum darbımesel şairlerini bile etkileyen sosyal hiciv üstadı Ruhî nin Türk edebiyatına tesir ve nüfuzu itiraz kabul etmez mahiyettedir. Irak Türkmenlerinin eski edebiyatla ilgisini (şairleri, eserleri, edebiyat ortamları) anlatabilir misiniz? Daha önce Kerkük şairleri üzerine sunduğum bir bildiride de ifade ettiğim gibi; günümüzde Türkiye sınırları dışında varlık mücadelesi veren Irak [hususiyle Kerkük] Türkmenleri, Osmanlı zamanında da şiir ve edebiyata ıraktan merhaba demekle yetinmemiş Osmanlı şiir geleneğinin de inkârı mümkün olmayan katkı ve tesiriyle belki günümüzdekinden daha etkin ve edebî seviyece daha yüksek bir şiir ve edebiyat geleneği oluşturmuş, hazır geleneğe önemli ölçüde omuz vermiştir. Tıp doktoru, mühendisi, mimarı, avukatı, öğretmeni ve hattâ okumamışı edebiyat ve şiirle gerek profesyonel gerekse amatör surette iştigal eden ve bunu hayatına sokan bir geleneksel toplumdur Irak Türkmenleri. YY da yetişen Irak Türkmen şairleri içinde hangilerinin eserlerini edebî açıdan daha önde bulursunuz? Eskileri birini diğeriyle tartıp değerlendirmek meşrebime uygun olmamakla birlikte alanım gereği de klasik şairler ilgimi daha çok çeker. Biz buna daha çok sevmek diyelim. Bu anlamda Nevres, Hâlis, Faiz, Sâfi, Şeyh Rıza, Rasih, Hicrî Dede yi daha çok severim. Bu şairlerden bazıları üzerine bir vesileyle bazı çalışmalarım da olmuştu; büyük bir zevk almıştım. Osman Mazlum u ise anmasam kendimi affedemem. Araştırma görevliliğimde Osman Mazlum un elde edebildiğim eserlerini okumuş ve nihayet Gönlümün Defterinden merkezli bir yazı da keleme almıştım. [Yeni] Rasih in hemen hemen öz Türkçe ile yazdığı yer yer muzip çok güzel şiirleri var; birkaç beyitle paylaşayım izninizle: Bir zamān aġlar idim ḥālime ben şimdi ise O geçen aġladıġım günler içün ağlıyorum * Hangi yerlerden hevā-yı aşḳ eser eŋ çoḳ dėseŋ Baḫtı bed Kerkük bir İstanbūl iki Baġdād üç * Āşıḳı üç şey yaşatmaz çarçabuḳ nābūd ėder Ayrılıḳ bir vuṣlat ik[k]i ḍarbe-i cellād üç * Siz ey iṭfā iye beyhūde telāş ėtmeyiŋiz Ne zamān olsa bu şehri bu güzeller yaḳacaḳ Ata Terzibaşı ile ilgili akademik çalışmalar yaptınız, yaptırdınız. Bu çalışmalarınız sonucunda Terzibaşı nın edebiyat araştırmacılıg ı hakkında neler söyleyebilirsiniz? Haddim değil ama gözlem ve intibalarımı paylaşmak anlamında şunları söyleyebilirim: Mücmel bir tabirle, nevi şahsına münhasır, yani türü kendine özgü bir araştırmacıdır. Bu işi âdeta ibadet aşkıyla yaptığı her cümlesinden okunuyor. Çok titiz ve çok yönlü bir kültür tarihçisidir. Geniş bir yelpazesi vardır. Bu yönüne dair sevgili dostum Yüksel Topaloğlu nun da etraflı bir tahlili vardı. 13

16 Rahmetli Terzibaşı nın Erbil ve hususiyle Kerkük şairleri üzerine yazdığı eserleri hazırlama isteğim hep vardı. Sevgili dostum ve ağabeyim Kerküklü Dr. Mustafa Ahmet Muhittin le konuşmalarımızda birkaç kere bahsi geçmişti. Kerkük Şairleri nin birinci cildini lisansüstü tez konusu vererek bu düşünceyi hayata geçirmiştim. Müteakip zamanlarda Suphi Saatçi Hoca mızla konuştuktan sonra süreç başlamış oldu. Bildiğiniz üzere önce Erbil Şairleri ni hazırladık; sonra da yorucu bir süreçle Kerkük Şairleri ne geçtik. Hacmi ve mahiyeti bakımından Kerkük Şairleri bizi hayli yordu. Ancak önemlisi o külliyatın şu anda yayın hayatımızda oluşudur. Yalnız bu noktada küçük bir sitemimi de kayda geçirmeme izin vermenizi istirham ediyorum: Külliyatı çevirirken takıldığımız ve tamir etmekte zorlandığımız bazı sorunlu noktalar çıkıyordu doğal olarak. Bunları birincil/ asıl kaynaktan, yani Terzibaşı kitaplığından teyit edebilirdik bir tek. Bu imkânından mahrum olduğumuzu kati surette anlayınca önem ve mahiyetine göre işbu sorunlu yerleri ya soru işareti koyarak veya aparatta dipnotları yoluyla hazırlayanlar olarak notlandırdık. Fakat o zaman berhayat olan merhum Terzibaşı işbu notlarımızın büyük bir kısmını yeniden tanzim ettiği metne yedirerek ve gerisini de yok sayarak sorunu kendine has bir yol ile halletmiş oldu! Terzibaşı nın Fuzuli hakkında pek çok makalesi var. Bunların eski Türk edebiyatına katkısı ne ölçüdedir? Şüphesiz ki ehli katında çok değerli yazılardır. Sayın Necat Kevseroğlu yayıma hazırladı yanılmıyorsam. Terzibaşı gibi kılı kırk yaran bir müdekkikin kaleme aldığı bu yazılar Fuzulî nin doğum yeri hakkındaki yeni bilgilerden tutun, Arapça bazı şiirleri, ilk kez yayımlanan şiirleri, bazı şiirlerindeki yanlış yorumlar ve tashihleri gibi birçok bilgi barındırır. Sizce, Irak Türkmenlerinin eski edebiyatla ilgili verimleri hakkında bugün için eksik kalan ne gibi çalışmalar vardır? Günümüz Irak Türkmenlerinin bu anlamda pek çalışkan ve velut oldukları gün gibi aşikârdır. Saygın soyadınızdan mütevellit zatıâlinizin de dâhil olduğu bu kültür ordusu, bir taraftan özgün çalışmalara imza atarken diğer taraftan çeşitli platformlarda bu kültürel mirası günümüze aktarma ve tanıtmada ciddi çaba içerisinde. Genç akademisyenlerin bilhassa yüksek lisans ve doktora tezlerini bu bölge şair ve yazarlarından seçmesi bu anlamda çok önemlidir. Bir şekilde irtibat içinde olduğum genç akademisyenlere yüksek lisans ve doktora tez konusu vermiş biri olarak bunu hararetle tavsiye ediyorum. Irak bölgesinde yetişmiş şair ve ediplerin bütün eserleri Türkiye Türkçesine ve Türkiye ye kazandırılana kadar bu çabanın sürmesi gerekir. Bu da zamanla olacak bir iştir. Tasavvuf ve divan edebiyatı ilişkisini de biraz açıklayabilir misiniz? Pek isabetle sorduğunuz gibi ancak biraz açıklayabiliriz zaten bu can alıcı noktayı. Şöyle ki: Klasik edebiyatın da esas kurucuları olan tasavvuf erbabı, varlık hakkındaki düşüncelerini daha çok şiirle ifade etme yolunu seçtiler; geliştirdikleri sembolik dilin ağırlık merkezini aşk ile özdeşleştirdiler ve aşkın tecellisini gönül süzgecinden geçirerek yeni bir dil/üslûp ile terennüm ettiler. Hemen hemen böyle özetleyebileceğimiz bu çetin, etraflı ve hassas konuyu birkaç örnekle görerek sorunuzu cevaplamış olalım: Nasir/yazar kimliğiyle tanıdığımız Muhyiddin-i Arabî, bir anlamda vasiyetini bırakırken şairliğine başvurmuştur, bunu şiirle yapmıştır yani. Bir eserinin başında yer verdiği bir şiirini onca söylediklerinin hulâsası olarak takdim eden Muhyiddin-i Arabî, bütün yazdıklarımın özeti dediği şiirde özellikle şu beytini ön plana çıkarır: Kullu māfī l-kevni vehm un ev ḫayāl Ev ukūs un fī l-merāyā ev ẓilāl Bu beytiyle evrendeki her şeyin vehim, hayâl ve aynadaki yansımadan ibaret ve hakiki varlığın sadece ve sadece Allah olduğunu söylemiş olan Şeyh-i Ekber, bütün yazdıklarımın özü ve özeti budur diyor. Bu demektir ki klasik şairler; gerçek sevgili olan Allah ve uğruna evreni yarattığı Peygamber sevgisi/aşkı etrafında şiir yazmışlardır. Hikâyenin özeti ve can alıcı noktası işte burasıdır. Sevgilisini tüm yaratılmışların sevmesi için can atan ve bu ihtimalden dahi tarifsiz bir sevinç ve huzur duyan âşık psikolojini Allah ve Peygamber dışındaki hiçbir maşuk kaldıramaz, 14

17 izah edemez: Kāşkī sevdigimi sevse ḳamu ḫalḳ-ı cihān Sözümüz cümle hemān ḳıṣṣa-i cānān olsa (T. Yahya) İşte ilk müessisler ve sorumluluk üstlenenler bu istiari dili kullandılar. Mevlâna nın ünlü bir hikâyesi özetle şöyle: Âşık/Dost, sevgilisinin/ dostunun evine gelir ve kapıyı çalar. Ev sahibi kim o? der; kapıdaki benim ben, ben geldim der. Evdeki, dışarıdakini içeri buyur etmek şöyle dursun kapı dışarı eder. Çaresiz âşık bir yıl kadar hicran oduyla kavrulur; düşünür durur: Günahım neydi Allah ım! Nice fikr-i dakikten sonra belki de şu aklıma gelendir der ve perişan bir hâlde kendini eşiğe atar. Ürkek ve ümitsiz bir şekilde kapıyı tıklatır. Aynı ses: Kim o?. İniltiyle cevap verir: Sen, sen, sen Kapıdaki de sen, gelen de sen İçeriye alınır: Birlik evi olan bu dergâha iki ben sığmaz Mevlâna- Şems dostluğuna da örnek olan bu hikâye, asıl mazmununu bir hadisten almaktadır: Ḳāle Cābir raḍiyallâhu anh: Āteytu bābu n-nebiyy ṣallallâhu aleyhi ve selleme fedaḳḳaḳtu l-bābe feḳāle men ẕā feḳultu ene feḳāle ene ene ke ennehu kerihehā. Yani Cabir dedi ki, Peygamber in kapısına geldim; kapıyı çaldım. Kimdir o? buyurdu. Benim dedim. Ben, ben! buyurdu; sanki onu çirkin gördüler. Bu hadisten anlaşılıyor ki Peygamber enaniyet kokan ben tabirini lā mevcūde ill allâh noktainazarından pek sevimsiz ve münasebetsiz bulur. İşte bunun için Mevlevilikte ben yerine fakir ve sen yerine nazarın tabirleri kullanılır. İşte Men bende-i Ḳur ānem eger cān dārem (hayatta olduğum sürece Kur an ın kölesiyim) diyen Mevlâna nın bu aşk hikâyesi bile görüldüğü gibi gerçek sevgiliye, âşık tarafından yapılan bir niyazdan ibarettir. Baştaki özrümü söyleşinin sonunda da tekrar etmiş olarak itiraf edeyim ki dağarcığımda bu konuyu tartacak müktesebatım yoktur. Ancak imam gene de bildiğini okur düsturunca şunu ısrarla belirtmeliyim ki klasik edebiyat kim ne derse desin her şeyden önce bizimdir ve inceleme ve araştırma merkezi de doğal olarak Türkiye dir. Ancak klasik edebiyatı Arap şiiri [ve İslâmî kültür] ve bilhassa da klasik Fars şiiri ile karşılaştırmalı inceleyebilme ve yorumlayabilme donanım ve kabiliyetimiz mutlaka olmalıdır. Bu vesileyle teşekkürlerimi arz eder; sizi ve Kardaşlık ailesini tek tek saygıyla selâmlıyorum. Allah dayı-yeğenliğimize zeval vermesin! 15

18 Ug ur Yılmaz BİLGİN* Birecikli Şair, Yazar ve Gazi İbrahim Hakkı Bilgin Yılında Şanlıurfa ilinin Birecik ilçesinde doğdu. Babası aslen Kerküklü olan Hacı Molla Ağalardan Abdulvahap, Annesi Ayan Ağalardan Zahide Hanımdır. Maarif Müfettişliği ve Mekteb-i Sultani Müdürlüğü yapmış şair Namık Ekrem in yeğenidir. İlkokulu Birecik te, ortaokulu İstanbul da Namık Ekrem in yanında okumuştur. Buradan Halep Öğretmen Okuluna girmeyi başarmıştır. Halep Öğretmen Okulu son sınıfta iken Birinci Dünya Savaşı başladığından silah altına alınmış ve İstanbul Kara Harp Okulu na gönderilmiştir. Buradan Teğmen olarak Beyrut Jandarma Alay ına görevlendirilmiş, Sayda ve Sur Kasabalarındaki süvari birliklerinde takım komutanlığı yapmıştır. 15 Ekim de İngilizlere esir düşerek Nisan tarihine kadar Mısır ın Seydi Beşir Esir Kampında kalmıştır. Bu esaret sırasında birçok temsil eserleri ve şiirler yazmıştır. Serbest bırakılınca memleketine dönmüştür. Bu defa da Kurtuluş Savaşı başladığından Birecik Kuvayı Milliye Komutanı olarak savaşa katılmış Gaziantep savunmasında görev almıştır. 19 Temmuz de Kafkasya El-Cezire cephesinde görev almış, Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz da düşmana karşı savaşmıştır. Mart de Üst Teğmen (Mülazım-ı Evvel) olmuş. 1. Ordunun 6. Fırkası Komutan Vekili iken Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyasıyla onurlandırılmıştır. Askerlikten sonra memleketi olan Birecik e yerleşmiştir. Çeşitli kurumlarda Fahri görevler almıştır. Bunlardan başlıcaları: -Türk Hava Kurumu Başkanlığı -Belediye Meclis Üyeliği -Türk Ocağı Başkanlığı -Çiftçi Malları Koruma Başkanlığı dır tarihinde yeniden memuriyete başlayan şair tarihine kadar Belediye Başkanlığını Kaymakamların yürüttüğü zamanlarda Belediye Müdürlüğü yapmıştır tarihinde, o zamanlar Birecik in nahiyesi olan, daha sonra Şanlıurfa nın ilçesi olan Halfeti de Nahiye Müdürlüğü yapan İ. Hakkı Bilgin bu görevlerinden yılında emekliye ayrılmıştır. 31 Mayıs tarihinde kalp krizi sonucu Allah ın rahmetine kavuşan şair, Birecik te toprağa verilmiştir. Birinci Cihan Harbinde İbrahim Hakkı Bilgin Yayınlanmış çok sayıda şiirleri bulunan şairimiz Vatan ve Millet Sevgisi adı altında bir de kitabı ve çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış eserleri bulunmaktadır. 16

19 Bunlardan bazıları; -Cemil Cahit Güzel Bey in düzenlediği ve bir tefrika zinciri olarak kaleme aldığı 3 Ocak ten 30 Ocak tarihine kadar devam eden ve Gaziantep Sabah Gazetesinde yayımlanan Birecik Kurtuluş Savaşları ve İbrahim Hakkı Bilgin. -Birecik li şairler ve yazarlarımız İbrahim Hakkı Bilgin -Dr. Verdi Kankılıç ın yazdığı kitap. Yol yürürken sendelerim yüreğimi dağlarım Aksak sakat bir eşim var oda bıkmış canından Dünyasına titizlenmiş geçilmiyor yanından Çocuklarım yaşıyorlar bir yabancı ülkede Ana baba bırakılmış bir kaygulu gölgede Muhtaç olsak onlr bizden esirgemez yardımı Düşürmezler dillerinden adım ile yadımı Şiirlerinden bazıları; Ben Neyim Halk dilini okuyan gönül yapan şairim Yazdıklarım benimdir değer verin özüme Varlığına inanan yımaz adlı batırım Halkın dili hakkındır.. siz inanın özüme Divan şairi değil yüce halka ozanım Güvenç imanla dolu bir tarihi yazanım Geriliğe düşmanım mezarını kazanım Hakikatten ayrılan görünmesin gözüme Benim ilham kaynağım vadandır yüce vatan Koruyan elbet odur varlığımı her zaman Türk üm Türklüğe bağlı özüm sözüm bil inan İnanmayan bir baksın benim aydın yüzüme Kılıç kalkan istemez doğru sözü olana Kulak verilmez elbet olur olmaz yalana Vatana armağanım inşallah sağ kalana Bir altın kaplı kitap yakışan bu özüme İstiklal Harbinde İbrahim Hakkı Bilgin Gülen Türk vatanında şakan bülbüller mi yok Bunu inkâr edene vurulmalı demir tok Diyorlar Hakkı yine yayından çıktı bir ok Halkın dili hakkındır.. siz inanın sözüme Ömrümün Sonu Binbir derde giriftarım acıyan yok halime Kattı felek zehri elem cağlayan melalime Tek ve tenha yaşamayı pek severdim küçükten Hakikatı ben öğrendim hakka tapan büyükten Yar derdime deva bulaz sormaz halin nicedir Benim derdim taşkın oldu Kaf Dağından yücedir Seksen iki yaşındayım yolu sapmaz ihtiyar Bu çağımda sözlerime kimse etmez itibar Saç ağırdı bel büküldü dizde tâkat kalmadı Diş döküldü bet beniz yok canda rahat kalmadı Yokuş çıkmaz ayaklarım inişlerde hiç gitmez Bak ne hikmet sol göz görmez sağ kulağım işitmez Damarım sert tık nefesim başım döner ağlarım Yazdığı kitabın kapak resmi 17

20 Türkmen Dag arcıg ı Suphi SAATÇİ Kerküklü Fâiz ve Yayımlanmamış Bir Kasidesi Irak Türkmen edebiyatının büyük isimlerinden biri olan Şeyh Fâiz hakkında önemli araştırmalar yapan rahmetli Ata Terzibaşı, onun hakkında çok kıymetli bir eser yazmıştır. Dört ciltten oluşan bu eserin üst başlığı Kerküklü Fâiz, alt başlığı ise Çevresi, Yaşamı, Tasavvufî ve Edebî Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları dır. Kerkük te yılında eski harflerle basılan bu eserde Terzibaşı, Fâiz in yüzyılın ikinci yarısında divan edebiyatında kendine özgü çığır açan ve onu Irak ta Türkmen edebî sanatının gerçek zevkini bize Fuzûlî den sonra tattıran büyük bir şair olarak kabul etmektedir. Şair Fâiz hakkında etraflı araştırma yapan Terzibaşı, yazma cönklerden, yerli gazete ve dergilerden şaire ait 3 tasavvufî kaside, 9 tam gazel, 2 eksik gazel, 1 kıt a, 1 hoyrat, 1 matla ve musammat tarzında yazılan müşaarenin kendisine ait olan bölümlerini toplamıştır. Terzibaşı, hayatına dair verdiği kısa bilgiler arasında şairin H () yılında doğduğunu ve H () yılında da öldüğünü bildirmektedir. 1 Gerçekten umumî Türk edebiyatı içinde fazla tanınmayan Fâiz, ender yetişen bir divan şairi olarak henüz ciddî biçimde değerlendirilmemiştir. İki yıl önce Ankara dan İstanbul a gelen 1 A. Terzibaşı, (), Kerküklü Fâiz, cilt 1, Kerkük, s Erbilli şair Nesrin Hanım ile görüştüğümüzde, bana babası rahmetli Ataullah Ağa ya ait bir çanta dolusu el yazması olan şiir mecmualarını vermişti. Bunları bir bir tarayarak sırasına göre tasnif eden yine Erbilli hemşerimiz Nazım Terzioğlu, hepsini Kerkük Vakfının arşivine almıştır. Bundan dolayı hemşerimiz Nesrin Hanım a bu hususta şükranlarımızı sunmak isteriz. Bu yazma mecmualar arasında Fâiz in kısa bir terceme-i hâli de bulunmaktadır. Ataullah Ağa nın el yazısıyla olan kısa biyografik bilgi şöyledir: Terceme-i Hâl-i Fâiz Muma ileyh Şeyh Abdurrahman Talabani nin mahdumu Şeyh Abbdülkadir Efendidir senesinde Kerkük te doğmuştur. Tahsil-i ulûmı Kerkük te ikmal etmiş, ezkiya-ı üdebâ ve şu aradan fâzıl-ı yezdân idi. Fatin, gayur, sözünde sabit ü vefakâr, sehavatte bütün fezâil-i beşeriyeye mümtaz, tevarihe muttali, fakat fakr ü hâle mübtelâ idi. Encâm-ı kâr-ı verem illetine mübtelâ olarak senesinde âzm-i gülşen-i saray-ı cennet olmuştur. Rahmetüllahi aleyh. Ata Terzibaşı Fâiz in H (M. )-H (M. ) yılları arasında yaşadığını gösterirken, Ataullah Ağa Fâiz in H yılları arasında yaşadığını yazmıştır. Bu 18

21 hususu araştırmacıların dikkatine sunmak istiyoruz. Tasnif edilen bu yazma şiir mecmualarında, bizzat Ataullah Ağa nın kendi yazdığı şiirler yanında, çoğu Irak Türkmen şairlerine ait kısa bilgiler ve şiirlerinden bazı örnekler de yer almaktadır. Ataullah Ağa tarafından toplanan şiirler arasında bulunan bir kaside bizi oldukça heyecanlandırmıştır. Şeyh Fâiz e ait olan bu kaside henüz yayımlanmamış oldukça mühim bir manzumedir. Terzibaşı nın, Fâiz in hayatı boyunca söylediği Türkçe ve Farsça şiirleri bir divan teşkil edecek kadar ise de bugün elimizde onun ancak mahdut ölçüde şiirleri vardır. Kerkük ün gezinti yerlerini canlandıran ve henüz göremediğimiz çok orijinal bir düzme eserinin bulunduğunu söyleyenlere inanmaktayız 2 sözleri hemen aklımıza gelmektedir. Terzibaşı nın varlığından haberdar olduğu ve ancak göremediği bu şiirde Fâiz, Kerkük ü yer yüzünde benzeri olmayan bir şehir olarak tavsif etmektedir. Bu şiiri Fâiz Türk Divan Edebiyatına özgü olan Şehrengîz tarzında kaleme almıştır. Şehrengîz adı verilen ve bir şehrin güzelliklerinin ve güzellerinin anlatıldığı şiirler, bilindiği gibi Türk divan edebiyatına mahsus bir türdür. beyitten oluşan bu kasidede Fâiz Kerkük ün ortasından geçen Hassa Çayı suyunun Dicle, Fırat ve hatta Nil nehri sularından daha lezzetli, Kerkük ün havasının ve ikliminin her yere üstün olduğunu söyler. Tisin denilen köyünün baharda eşsiz bir mesire yeri olarak şehir halkının buraya akın ettiğini, gezinti yerlerinde güzellerin salınarak dolaştıklarını dile getirir. Şiirinde Kerkük ün musiki kültürüne de vurgu yapan Fâiz coşarak makam ve yöreye özgü hoyrat ve bestelerin nağmelerine işaret etmiştir. Makamlardan Saba, Segâh-ı Şeyhânî, İbrahimî ile hoyratlardan Muhalif, Beşîrî, Kesik (Kesük) ve Matar(ı) ile yükselen nağmeleri, Sultan Abdülaziz Han ın musiki takımına benzetir. Hoyrat meyanları olan ya Halîlî, oy men elinden veya başına dönüm avaz- 2 A. Terzibaşı, (), Kerkük Şairleri, 1. Kitap (1. ve 2. ciltler), İstanbul, Ötüken Neşriyat, s ları eşliğinde söylenen dağlar dağlar ve yağlığın hani besteleri (türküleri) gibi Kerkük ün sanat değeri yüksek musikisini göklere çıkarır. Musiki nağmelerini Hz. Davud un ezgilerine benzeten Fâiz, mesire yerlerindeki ağaçların bile aşka gelerek Şeyhanî halk oyunlarına eşlik etmeye heveslendiğini söyler. Cennete benzettiği bu şehrin Şiraz, Tebriz, Kirman, Tahran, Lahor, Keşmir, Maçin, Semerkant, Belh, Buhara, Çin, Isfahan, Mısır, Şam, Gürcistan, Tiflis, Anadolu, İran, Turan ve İstanbul un Beşiktaş ı ile Üsküdar ından daha güzel olduğunu, bu arada Hazret-i Abdülkadir Geylani nin medfun olduğu Bağdat a tefevvuk ettiğini söylemeye dilinin varmadığını ifade eder. Kerkük toprağının her yerden değerli ve hatta Eflatun un Yunan toprağına yerleşmesinin akılsızlık olduğunu şu güzel beyitle dile getirir: Felâtûn aklına gülmek sezâdır var iken Kerkük O dîvâne niçün kılmışdı mesken hâk-i Yûnân ı Kerkük Şehrengîz i başlığını vermenin uygun olacağını düşündüğümüz bu kasidenin başlığında Ataullah Ağa Şeyh Abdülkadir Faiz in Kerkük Bostanları Hakkında Kasidesidir diye yazmıştır. Ancak kasidenin sonunda şair bunun adını Bostan-ı Mülk olarak ifade etmiştir: Komuş Bostân-ı Mülk işbu kasîde ismini Fâiz Ki hep milletlerin yokdur dilârâ böyle bostânı Ata Terzibaşı ya görmek nasip olmayan bu eşsiz kasidenin metnini aşağıya alırken, Kerkük ün asil bu iki evladını bir kez daha rahmetle anıyoruz. Şeyh Abdülkadir Faiz in Kerkük Bostanları Hakkında Kasidesidir 3 Tebârek hâk-i Kerkûk ün hevâ-yı anber-efşânı Suyu Hâssa akar reşk âteşiyle âb-ı hayvânı 3 Bu kasidenin yazılımında karşılaştığım sıkıntıların çözümünde bana yardımcı olan Nazım Terzioğlu na teşekkür ederim. Ancak bu muhteşem şiirin son tashih ve uyarılarını yapan çok değerli divan edebiyatı hocası ve aynı zamanda dayı-yeğen olduğumuz Urfalı Prof. Dr. Ali İhsan Öbek e kocaman biçimde minnet ve şükranlarımı sunarım. Şiire dair bazı notlar da Sayın Öbek e aittir ki bunlar dipnotlarda belirtilmiştir. 19

22Zinderûdı yazmakla birlikte izafetli okumak doğru. (Ali İhsan Öbek in notu) 5 Köşeli parantezdekiler yazmada olmadığı halde metin tamiri maksadıyla eklendi. (Ali İhsan Öbek in notu) 6 Yazmada çayı, okumada çayı-yı. (S. Saatçi nin notu) 8 Segâh-ı şeyhânî varsa olur; yoksa segâh [ü] şeyhânî olmalı. (Ali İhsan Öbek in notu) 9 Huzâ il Bağdat Vilayetinde Hille Sancağının Divaniye kazasında bir aşiret adıdır. Bkz. Ş. Sami, (), cilt: 3, Kamûsü l-a lâm, s Bu aşiretin oynadığı oyuna Huzâ ilî adı verildiği tahmin edilmektedir. (S. Saatçi nin notu) 10 Şeyhan hem Musul Vilayetinde hem de Diyarbakır Vilayeti Mardin Sancağının Uveyne kazasında da nahiye adlarıdır. Bkz. Ali Cevad, Memâlik-i Osmanî, (), s Diğer yandan hem Irak hem Türkiye nin Şanlıurfa ve Mardin bölgesine Şeyhânî adı ile tanınan aşiretler vardır. Bunların kendilerine özgü oynadıkları halk danslarına da Şeyhânî adı verilmektedir. Ancak Mardin de oynanan Şeyhânî oyunu, Şanlıurfa da oynan Şeyhânî oyunundan farklıdır. (S. Saatçi nin notu) 11 Kerkük ağzına göre söylenen bu kelime der anlamındadır. (S. Saatçi nin notu) 20

23(Ali İhsan Öbek in notu) 13 Yazmada li-farz yazıyorsa da doğrusu filfarz dır. (Ali İhsan Öbek in notu) 14 biryan / Bir ve ikinci biryan kelimesinde kelime oyunu yaptığı tahmin ediliyor. Zaten halk arasında Tisin adı ile bilinen bu yer, eskiden Kerkük e bağlı bir Türkmen köyü idi. Günümüzde şehirle birleşen Tisin, Eski Tisin ve Yengi Tisin adları ile bilinen şehrin birer mahallesi veya semti olmuştur. (S. Saatçi nin notu) 16 Kasidenin şu âna kadarki en muhteşem beyti budur bence. Nitekim hemen devamındaki beyitlerde de Fâiz coştukça coşmuş. (Ali İhsan Öbek in notu) 21

24(S. Saatçi nin notu) 18 Kerkük te bir hoyrat usulü (makamı)nün adıdır. (S. Saatçi nin notu) 19 Kerkük te bir hoyrat usulü (makamı)nün adıdır. (S. Saatçi nin notu) 20 Yağmurla 22

25Kiminin aklı var Fâiz gibi sevmiş bir oğlanı şeklinde olabilirdi ama hemen üsttekinde oğlanı geçiyor. (Ali İhsan Öbek in notu) 22 Yazmada bu kelimenin yanında vildânı da yazılmıştır. (S. (Ali İhsan Öbek in notu) 23

26 Nâzım TERZİOĞLU Bir Kalem Erbabı Defterdar Erbilli Mehmet Latif Efendi III Mezra a-i Ma ârif Mecmuası Geçen iki sayıda hayatı ve edebî kişiliğine yer verilen Mehmet Latif Efendi, Selanik te görev yaptığı yıllarda Mezra a-i Ma ârif mecmuasının çıkarmasıyla Türk basın tarihine adını yazdırarak bir ilke imza atmıştır. Osmanlı döneminde Vakâyi-i Tıbbiye (26 Mart ) mecmuası ile başlayan dergicilik yayını, payitaht İstanbul da özellikle yılları arasında bir ivme kazanarak ellinin üzerinde dergi çıkmıştır. Ancak dergicilik neşriyatı, Osmanlı coğrafyasının İstanbul dışındaki kentlerde daha geç başladığı bilinmektedir. Osmanlının liman kentlerinden biri olan Selanik, konumu itibarıyla hem ticari hem de kültürel olarak önemli merkezlerden biri sayılmaktadır. Selanik, diğer Osmanlı şehirlerine göre matbuat konusunda da öncülük etmiştir. Süreli yayınlar bakımından yılında yayın hayatına başlayan ilk Türkçe gazete Selanik resmî vilayet gazetesidir. Mezra a-i Ma ârif () ile aynı tarihte eş zamanlı olarak çıkan Gonca-i Edeb ( ) in ise verilere göre Selanik te ve Devlet-i Aliyye nin İstanbul dışındaki mecmua adıyla çıkarılan ve dergi özelliği taşıyan ilk süreli yayınlar olduğunu denilirse yanlış olmayacaktır. 1 Ancak her nedense adı geçen mecmuaların basın tarihine ilgili mevcut kaynaklarda fazla ehemmiyet verilmemiş, bazı çalışmalarında ise sadece isimleri zikredilmekle yetinilmiştir. 2 Müstakil bir kitap kapağı andıran Mezra a-i Ma ârif mecmuasının ilk sayfasında Muhasebe-i Vilayet Kalemi Mütehayyizânından Erbilli Mehmet Latif Efendinin Eser-i Hamesidir başlığıyla Selanik Maarif Meclisinin ruhsatıyla vilayet matbaasında tab olunmuştur fi Gurre-i Rebiyülevvel sene 1 Konuyla ilgili bazı kaynaklarda (Türkiye de Dergiler-Ansiklopediler ( ), 1. basım, İstanbul, Gelişim Yayınları, Ekim ; Bülent Varlık, Tanzimat tan Cumhuriyet e Türkiye Ansiklopedisi, 1. cilt, İletişim Yayınları, İstanbul []; Hasan Duman, Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri , 2. cilt, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı Yayınları, Ankara ; Mehmet Ö. Alkan, İmparatorluk tan Cumhuriyet e Selanik ten İstanbul a Terakki Vakfı ve Terakki Okulları , Terakki Vakfı Yayınları, İstanbul ;) Mezra a-i Ma ârif ile Gonca-i Edeb mecmualarından önce çıkan iki yayın hakkında yanlış bilgiler aktarılmıştır. Bunlardan biri, kaynaklarda kadın/çocuk dergisi olarak söz edilen Âyîne ( ), başlığındaki Bu gazete haftada bir defa pazar günleri Selanik te çıkar yazılmış olan ifadesinden anlaşıldığına göre dergi değil de bir gazete olarak yayımlanmıştır. Diğeri ise, süreli yayın olarak kaydedilen Tuhfetü l-edebiyye li-evlâdi l- Vataniyye (), aslında altmış cüz olarak peyderpey çıkarılmasını planlanan, yalnız iki cüzü neşredilebilmiş müstakil bir eserdir. 2 Konuyla ilişkin bkz.: ilk dipnotta adı geçen çalışmalar ve Arda Odabaşı (Dr.), Osmanlı Taşrasının Aydınlanmacı Dergisi: Gonca-i Edeb, Selanik te Osmanlı Matbuatı Gonca-i Edep, haz.: Şeyda Aysun Oğuz-Sevengül Korkmaz, Turkuaz Yay., İstanbul , s ; Nebahat Akgün Çomak, Eski Türk Basınında Balkanlarda Çıkan Türkçe Vilayet Gazeteleri, Uluslararası Balkan Kongresi, Nisan , BİGESAM, Kocaeli. 24

27 bilgileri yer almaktadır. 3 Mecmuanın ebadı 15x23 cm dir. 4 Her sayının ilk sayfasındaki isim klişesinin altında aşağıdaki beyit bulunmaktadır: Derûnun pür-ma ârif hem-nişînin merd-i ârif kıl Açılma dem be-dem her şahs-ı nâ-dâna kitâbâsâ Her nüshası 60 paraya satılan Mezra a-i Ma ârif mecmuasının ilk sayısı, 1 Rebiyülahir (9 Şubat ) tarihinde yayınlanmıştır. Bir formalık yani 16 sayfadan oluşan Mezra a-i Ma ârif, serlevhada Teracim-i ahvâl ü mevâdd-ı tarihiyye ve edebiyattan bahseder. On beş günde neşr olunur yazılan ifadesine göre biyografik, tarih ve edebiyat konuları içeren, iki haftada bir çıkan mecmua olduğu anlaşılmaktadır. Selanik te düzenli olarak toplam 10 sayı yayımlanan Mezra a-i Ma ârif dergisinin son sayısı 15 Şaban (21 Haziran ) tarihlidir. Mecmuanın onuncu sayısının son (sayfa ) sayfasında Bazı mazeret-i meşru aya mebnî muvakkat bir zamanlar ârâma lüzum göründü açıklamasıyla yayın hayatından çekilmiştir. Mezra a-i Ma ârif in Mukaddime başlıklı ve Mehmet Latif imzalı ilk yazısında mecmuanın çıkarılma amacı, içeriğinin kapsamı ve önem verdiği özellikler belirtilmiştir. Mecmuanın tek konuya hasredilmeksizin; tarih, edebiyat, bazı meşhurların hayat hikayeleri, latife ile ahlak gibi konulara ağırlık verileceği ifade edilmiştir. Ayrıca nadir de olsa dergide hikmetli öğütler, faydalı bilgiler ve başka dilden çeviren eserlere de yer verilmiştir. Mecmuaya yazılacak konuların dağılımı ise herhangi bir sistematik gözetmeden serpiştirileceğini İhtâr (Uyarı) başlıklı yazısında açıklamıştır. Dergide fotoğraf veya illüstrasyon kullanılmamış, sayfalar oldukça sade görünümlü ve tek sütûn şeklinde düzenlenmiştir. Edebî içeriği bakımından mecmuanın teorik makalelerden ziyade dinî-tasavvufî manzumeler, gazel, kaside, latife ve mektup gibi edebi ürünlerden oluşmaktadır. Mecmuanın bir başka göze çarpan özelliği ise dili Türkçe olduğuna rağmen bolca Arapça ve Farsça şiirlere -çoğunlukla açıklaması yapılmadan- yer verilmesidir. 3 Mezra a-i Ma ârif in İstanbul kütüphanelerinde bulunan nüshalarda, ikinci baskı veya benzer ifadeleri yazılmamakla birlikte mecmuanın daha sonra bütün sayıları bir araya getirilmiş ikinci baskı olarak tekrar neşredilmiş iması verilmektedir. Nitekim yukarıda da söz edilen mecmuanın ilk sayfası kitap kapağı şeklinde düzenlenmiş ve bütün sayılarının sayfaları kitap gibi numaralandırılmıştır. 4 Selahattin Öztürk vd. (haz.), Hakkı Tarık Us Kütüphanesi Katalog u Süreli Yayınlar, İBB Kültür Müdürlüğü yay., İstanbul , s Çok renkli bir yazar kadrosuna sahip olan Mezra a-i Ma ârif de tanınmış şahsiyetlerden Mevlana, Cami, Hayali, Ebussud Efendi, Ragıp Paşa; o devrin kalem tutanlardan Sami Paşa, Agah Paşa, Reşit Paşa, Miralay Kemal Bey; Mekteb-i Osmani muallimleri Sadi Efendi, İsmail Hakkı, İbrahim Bey, Selanik Mekteb-i Rüşdiyesi Muallim-i Evvel Süleyman Rüştü Efendi ve Mekteb-i Terakki şakirdânından (öğrencilerinden) Abdî Tevfik ile Mekteb-i Osmanî şakirdânından Abdulbaki nin bile yazı ve şiirleri yayımlanmıştır. Görüldüğü gibi, Mezra a-i Ma ârif in yazar kadrosu arasında eski şöhret bulan şahsiyetler saymazsak, ağırlıklı olarak öğretmenlerden, öğrencilerden ve devlet memurlarından oluşmaktadır. Yazarı belli olmayanlar ise, mecmuanın 1, 2, 3 ve 5 sayılarında imzasız tefrika edilmiş Ahlak başlıklı yazısıyla hemen hemen her sayıda Mezra a başlıklı yazılar ve imzasız bulunan yazı ve şiirlerin pek çoğu büyük ihtimal Mehmet Latif Efendi nin kaleminden çıkmıştır. Mezra a-i Ma ârif in tirajı ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak tebrik ve taltif yazılarından, muhtelif sayılarda yer alan açıklamalardan mecmuanın ilgi gören bir süreli yayın olduğu izlenimi verilmektedir. Nitekim, mecmuanın yedinci sayısında yayımlanan Mekteb-i Osmanî Müdürü Sadi Efendinin Dördüncü Nüshada münderiç bir gazeline Der-saadet ten (İstanbul dan) [Raşit mahlaslı tarafından] gönderilen nazire sinden, Trabzon Merkez Mutasarrıfı Enis Efendinin mecmuanın beşinci sayısında dergi hakkında yayımlanan övücü yazısından Mezra a-i Ma ârif mecmuasının Selanik vilayetiyle sınırlı kalmayarak Osmanlının başkenti İstanbul başta olmak üzere diğer vilayetlerin okuyucu kitlesine de ulaştığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, kendi zamanının ve mekânının izlerini taşıyan Mezra a-i Ma ârif, Osmanlı dergiciliğin ilk devrinin tipik bir örneği sayılmaktadır. İlgili kaynaklar, Osmanlı dergiciliğinin başlangıcının temel özelliği ansiklopedist/aydınlanmacı çizgide ve ağırlıkta olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden Tanzimat dönemiyle başlayan modernleşme sürecinde ahlak, eğitim ve aydınlanma bütün yayıncıların amacı olduğu gibi Mezra a-i Ma ârif in de ana konusunu teşkil etmektedir. Amatör bir çabanın mahsulü olan Mezra a-i Ma ârif, daha sonraki yıllarda yine Selanik te çıkan, bu mecmuaya göre teknik bakımından daha nitelikli, uzun soluklu ve ağırlıklı edebî konuları içeren, haftalık Mütâla a (22 Temmuz ) gazetesinin çıkmasına zemin hazırlamıştır. 5 5 Mütala a ile ilgili bkz.: Ahmet İhsan Kaya, Mütâla a Gazetesi İnceleme, Fihrist Seçme Metinler (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum

28 Şiirinden Örnekler: I. Mef ûlü fâ ilâtun mef ûlü fâ ilâtun Vahdet-nişîninde bî-kâr u bâr olaydım Kânûn-ı aşka vâkıf bir nâmdâr olaydım Dünyâ alâyıkından tecrîd ile berâber Bir rehber-i tarika gönlümce yâr olaydım Görseydi çeşm-i ibret bir âlem-i hakîkat İklîm-i mâ-sivâya bir reh-güzâr olaydım Bülbül ne denlü efgân eylerse ohşamaz gül Ol âhı ben çekeydim koy dil-figâr olaydım Yetmez mi bûy-ı vuslât bir de hezâr-ı şeydâ Gülşen harîmine ben der perdedâr olaydım Her ehl-i aşka Lutfî güftârıdır delâ il Bu fenni şerh ederdim bir behredâr olaydım 6 II. Mefâ îlün mefâ îlün mefâ îlün mefâ îlün Azîzim dil perişân cism ü cân rencûrdur sensiz Enîsim hem-demim hayfâ ki mâr u mûrdur sensiz Hayâl-i şîve-i reftârın ile beyt ül-ahzânım Nigâristân-ı Çînîdir velî bî-nûrdur sensiz Girîbân-çâk u nemnâk oldı dîdem der be-der kaldım Bu hâl-i rikkat-âmîzim rakibe sûrdur sensiz Yakıp pervâneyi hôd-kâmlıkla şemʽ bî-pervâ 7 Tehî görmüştür ol bezmi zehî mağrûrdur sensiz Nasıl hûn-âbe-i eşkiyle Lutfî yazmasın ol pîr Bana gül-pîrehen zevk ü safâ menfûrdur sensiz 8 III. Ravza-i Mutahhara İştiyakıyla Söylenmiş Müfte ilün müfte ilün fâ ilün Al yine bir cezbe-i sâmân-rubâ Esti dile arz-ı haremden sabâ 6 Mezra a-i Ma ârif, cüz 1, Gurre-i Rebiyülahir (9 Şubat ), s Bu beytin ilk mısra ı şu şekilde de okunabilir: Yakıp pervâneyi hôd-kâmlıkla şem -i bî-pervâ. 8 Mezra a-i Ma ârif, cüz 3, Gurre-i Cemaziyülevvel (10 Mart ), s. Efendimiz Nef î ve Kâânî gibi ecille-i şu arâ gerçi fahriyeden çekinmemişse de onlar haklı olarak ve sözleri de pek revnaklıdır. Bizim gibi istitâ atsızların böyle güft-gûyına iltizâmı değil teklifsiz sânihât denir 9 Mütâla a Gazetesi, yıl 1, sayı 2, 30 Temmuz (11 Ağustos ), s

29 ve ma zûr tutulur bu itikat ile bir kaçı o zeminde hatıra gelen beş beytimi yazdım. Zevk âşinâyân ma ânîyi tanzire özendirmek emeliyle Asır a gönderdim. Dühûl-i şerefine mazhar olursa istihkâkı takdir buyrulmuş demektir. Bazı eserlerimin neşri için öteden beri taraf-ı âlinizden vukuʽ bulan teklifata bi l-ihtiyar ilan-ı cehle vicdanım cevaz göstermemekte olduğunu cevaben söylerdim ki bizim Mezra a da başlıca bir eserimin bulunduğuna sebep bu fikrim idi. Sizin neşrettiğiniz şu müşterek gazelin letafeti yalnız her mısraı bir tabiat mahsulü iken hüsn-i insicam ve irtibatından ve bizim müfret beytin meziyeti dahi yalnız mümkün mertebe selasetinden ibaret ise de malumdur ki bir beyit veya bir gazel için bir adama şair dinlemez işte bendeniz o kısımdanım fakat Âgâh Beyefendi müstesnâdır. 10 Asır Gazetesi, 13 Eylül (25 Eylül ), s. 4. Bilmem gördünüz mü efahim-i üdebadan birisi şiiri ya kafeste siyah perdeler içinde mahpus olmuş bülbüllerin nağmesi kadar hazin küreden teneffüse kâfi hava bulamayacak derecede ayrılıp hiddetle aşağı süzülen şahinlerin feryadı kadar acı olmalıdır yolunda âşıkâne bir tarif etmiştir. O halde müfredatımdan sizin beğenmiş olduğunuz şu: Zâr gönlüm nâliş-i hicrân ile şeb tâ seher Bülbül-i şûrîde hâlin nağmesin taklît eder beytini tarifat-ı mebhuse ile nasıl buluyorsan hele benim gördüklerim içinde taklit eder terkibinde biraz sıklet var değil mi? Gerçi takrir ve tefsir şu makamda taklit kadar dil-nişin değilse de yalnız beyti zevke dokunan o cüz i tenafürden kurtarır ya müradifi olan şu Her sözüm bir âteş-i suzândır ehl-i gurbete Sanki bir Kenʽânlı Yûsuf vukʽasın tasvîr eder Hâbda pîçîde gördüm saʽidimde kakülün Ehl-i dil kayd-ı cünûn ile zehî tabîr eder beyitleri de beğenilir şey mi? Zira kayd-ı cünûn ekseriyâ ayakta olur o hâlde Fuzûlî nin Zülfi gibi ayağın koymaz öpem nigârım Yokdur anın yanında bir kılca iʽtibârım beytinde zülfe iki metre med verdiğine benzer ki her gönül böyle uzun sevdayı sevmez. Mamafih tevili ve bir matla ile birkaç beyit ilâve olunursa gazelin ikmâli kâbildir fakat beğenildiği surette dahi bir iki beyit için bi-meal bir gazel neşri tecviz edilmez. Yoksa vicdânen tensip etmiş olaydım âsâr-ı müteferrika-i fakirânemden bi n-nispe okunabilecek kısmını ara sıra Mezra a ya nakl ü neşrederdim. Mamafih Gonca her mevsimde böyle arz didâra devam ederse bi z-zarur teklifâtınızı hüsn-i kabulden geri duramam yine dûr u dırâz konuşuruz. Evrak-ı perişânım içinde cennet-mekân Sultan Selim Han Hazretlerinin mülukâne bir gazelini buldum. Hakikaten neşre şâyestedir. Suretini leffen gönderdim. Tabʽ u neşrinde muhtarsınız bâkî uhuvvet mürüvvet Gonca-i Edeb, ikinci sene, cüz 11, 15 Mart (27 Mart ), s

30 Ahmet TÜRKER Tanıdıg ım Kerkük Sevdalısı İzzettin Kerkük Kerkük sevdalısı değerli büyüğüm İzzettin Kerkük ile ilk defa, yılının mart ayının sonunda Körfez savaşından sonra, Türkiye ye sığınan Iraklıların kaldığı Kayseri (Güneşli) kampında tanıştım. Kayseri (Güneşli) kampında kalanlar arasında; rahmetli annem, kardeşlerim ve eşleri ile çocukları da vardı. Ben Kurban Bayramı dolayısıyla verilen 9 günlük tatili fırsat bilerek Kayseri ye gittim, orada Orman İşletme Müdürlüğü Misafirhanesinde kaldım. Her gün ailemin verdiği siparişlere göre Kayseri çarşısında alışveriş yapar, Güneşli köyü minibüsüyle Kampa kadar gidiyordum. Gün boyu ailem ile Kampta kalıp hasret gideriyordum. Zira ben Kerkük e en son yılında gitmiştim ve dolasıyla aileme tam 13 yıl sonra kavuşma olanağı bulmuştum. Her akşam Kamptan Kayseri ye yoldan geçen bir vasıta ile veya Kampa ziyarete gelenlerin arabasıyla dönüyordum. Bir akşam Kamptan ayrılırken İzzettin Kerkük ile karşılaştım; kendisi de Kampa ziyarete gelmiş ve Kayseri ye dönüyordu. O akşam Sayın Kerkük ün kendisinin kullandığı arabasıyla, eşi Sabriye Ablayla birlikte Kayseri ye döndük. Sayın Kerkük bana iki adet ev adresi verdi; birisi Ankara daki evinin, diğeri ise İstanbul da Kurtuluş semtindeki evinin idi. Kendisi; ben emekli oldum, ben sana her ne kadar Ankara daki evin adresini verdim ise de biz yakında İstanbul a taşınacağız dedi. Ben, bu tarihten kısa sayılmayacak bir süre sonra, İstanbul un Asya yakasında düzenlenen bir Türkmen etkinliğinde İzzettin Kerkük ve eşiyle karşılaştım. Etkinliğin sonunda İzzettin Kerkük ve eşiyle birlikte Değerli hemşerim Kemal Beyatlı beyin arabasıyla İstanbul un Avrupa yakasına döndük. Sayın Kerkük evinin adresini tanımak için, beni evine kahve içmeye davet etti. İzzettin Ağabey güler yüzlü ve engin kültürüyle karışışındaki insanı etkisi altına alabiliyordu. Ayrıca konuşmasındaki samimiyet ve gösterdiği ilgi insanı kendine çekiyordu. Bendeki ilk izlenimi; kendi hayatını, aklını, fikrini ve yüreğini Irak Türkmenlerine hasreden bir şahsiyetti. İzzettin ağabeyle kanlarımız birbirimize ısındı; bir ağabey-kardeş ilişkisi doğdu. İzzettin Ağabey ile daha sonra her fırsatta bir araya gelirdik. Ayrıca bazı akşamlar telefonla görüşürdük. İstanbul da Türkmenlerle ilgili bir etkinlik var ise, mutlaka bana haber verirdi veya televizyonlarda Türkmenlerle ilgili bir program olursa, birbirimizi haberdar ederdik. Bir ara TRT Avaz Kanalında her pazar günü saat 11 de Dedeler Yadigârı Kerkük Halk Müzik programı yayımlanırdı. Söz konusu Programın yayımlandığı zaman hemen birbirimize haber verirdik. İzzettin Ağabey evinde Kablolu TV paket programını izlerdi. Ben ağabey, eve çanak anten taktırın, Türkmenli TV yi seyredersin derdim; kendisi çanak antenli TV nin kumandasının açma, kanal arama işlerini başaramam derdi. Ancak İzzettin Ağabeyin vefatından bir süre sonra Kablolu TV de de Türkmenli TV yayınları yayımlanmaya başlandı. İzzettin Ağabeylere her dini bayramın mutlaka ikinci günü eşimle birlikte evlerine ziyarete giderdik. Biz bu ziyaretlerde, baldızları ve bacanakları ile birçok Kerküklü hemşerimizle tanışma fırsatı bulduk. Bir seferinde İzzettin Ağabey, eşi Sabriye ablanın rahatsızlığı nedeniyle bayramda Şişli Devlet Hastanesinde olduklarını telefonla bize bildirdi. Biz de bayram ziyaretini ilgili Hastanede gerçekleştirdik. Bizim bu bayram ziyaretlerimiz Sabriye Abla nın vefatından sonra da devam etti. Hatta İzzettin Ağabeyin vefatından sonra bayramlarda baldızları Nurten ve Aysel Ablara bile gittik. Bayram ziyaretlerinde elimizde hediye olarak eşimin hazırladığı Kerkük Külçesini götürürdük. Zira İzzettin Ağabey külçeyi çok severdi, götürdüğümüz külçelerden hemen bir tane yer ve iyi olmuş diye not verirdi. Bir seferinde kendisine bir yakını tarafından getirilen külçeyi beğenmedi, Kerkük deyimiyle turrahat olmuş dedi. Aslına bakılırsa, burada yapılan külçeleri pek beğenmezdi. Kendisi larda Kerkük te 28

31 iken evdeki tandırda pişirilen külçeyi özlerdi; bu külçeler gevrek olur derdi. Zira Kerkük teki külçelerde kullanılan un; piyasadan satın alınan buğday evde temizlenir, yıkanır ve çarşıda öğüttürülerek elde edilirdi. Dolaysıyla bu un kepekli olur. Oysa şimdiki külçeler piyasadan satın alınan hazır undan yapılır. Bu un daha yumuşak olur; bu un, Kerkük te eskiden daha çok kek yapımında kullanılırdı. Ayrıca şimdiki külçeler evdeki elektrikli fırınlarda pişirilir. Öte yandan bayram ziyaretlerinde eğer Kerkük Vakfı nın yeni Kardeşlik dergisi çıkmışsa, İzzettin Ağabey mutlaka bana bir adet dergi okumak için verirdi. Ben; ağabey dergiye aboneyim, bana nasıl olsa gönderilecek derdim. Kendisi, senin dergiye abone olduğunu biliyorum; sen bu dergiyi bayram tatilinde oku, sana daha sora gönderilen dergiyi bir arkadaşına hediye et derdi. İzzettin Ağabeyin, evlerine ziyarete gittiğimde mutlaka elinde Türkmenlerle ilgili ya bir yazı yazdığını veya kitap okuduğunu görürdüm. Okuduğu kitabı benim de alıp okumamı tavsiye ederdi. Ayrıca İzzettin Ağabeyin evinde Irak Türkmenleri ilgili çok geniş bir arşive sahip olduğunu gördüm. Arşiv; yıllardan itibaren başlayarak Irak Türkmenleri ile ilgili ister Irak ta ister Türkiye de yayımlanmış bütün gazetelerdeki haber, yorum, makale, dergi ve kitapları kapsamaktadır. Bu belgeler bir bilim adamı titizliğinde arşivlenmiştir. Esasen Kerkük Vakfı nın kuruluşunun başlangıç noktası, bu arşivlerin kaybolmaması ve değerlendirilmesi olmuştur. İzzettin Ağabey ve eşi Sabriye Abla bizim eve ziyarete de gelirdi. Bazen bize baldızları Nurten ve Aysel ablalarla birlikte ziyaret ederdi. Hatta bir sefer İzzettin Ağabey bize gelirken, benim İstanbul Üniversitesi, Orman Fakültesi nde öğretim üyesi olduğumu bildiği için; elinde 3 adet hediye olarak Arapça-İngilizce tarım ve gıda ile ilgili sözlük getirdi. Sözlüklerin birinin iç sayfasında yazı yazarak imza etti. Bu yazının fotoğrafı yanda görülmektedir. Söz konusu sözcükleri T.C. Şam Büyükelçiliğinde görevli iken, Lübnan ın başkenti Beyrut tan satın aldığını söylemişti. ayını ilk haftasında İzzettin Ağabeylerle ortak dostumuz olan Dr. Talat Sönmez in Kâğıthane sırtlarındaki evlerine bizim arabayla gittik. Yolda giderken Sabriye Abla: biz sizi seviyoruz, siz de bizi seviyorsunuz, fakat bu piknik işi neden bir türlü gerçekleşmiyor diye sordu? Bunun üzerine araba içinde, eğer bir aksilik çıkmazsa, mutlaka bu hafta sonu Belgrad Ormanında pikniğe gitmeye karar verdik. Ancak bu kez de maalesef ecel, bu pikniğe gitmeye izin vermedi. Zira aynı haftanın perşembe günü İzzettin Ağabey sabahtan bizi aradı, Sabriye Abla nın dün akşam aniden vefat ettiğini bildirdi. Biz bu olaydan çok aylar sonra İzzettin Ağabeyle birlikte pikniğe gittik. Gerçi piknik biraz buruk geçti, çünkü aramızda Sabriye Abla yoktu. Belgrad Ormanına giderken yolda İzzettin Ağabey inin arzusu üzerine çalıştığım Orman Fakültesinin bahçesinde bir süre oturduk. Zira İzzettin Ağabey ilk İstanbul a geldiği günlerde, bu fakültede okuyan ve oradaki yurtta kalan rahmetli şehidimiz Dr. Rıza Demirci ve rahmetli Naci Akkoyunlu yu sık sık ziyaret edermiş. Piknik dönüşü İzzettin Ağabey ile İstanbul Üniversitesi Balta Limanı sahil tesislerinde akşam yemeğini birlikte yedik. İzzettin Ağabeyin eşi Sabriye Abla Kerküklüleri çok severdi. Kerküklülerin ablası idi. Sabriye Abla Türkmenleri evinde ağırlar, evlerinde ziyaret eder, etkinliklerine katılırdı. Türkmenlerden, Türkmeneli nin son durumu hakkında bilgi alırdı. Kerkük Vakfı nın kuruluşunda büyük bir destek sağlamıştır. İzzettin Ağabey, eşi Sabriye Biz; İzzettin Ağabeylerle birkaç kez İstanbul, Belgrad Ormanında pikniğe gitmeye niyetlendik. Fakat bu piknik işi ya hava muhalefeti veya onların ya da bizim müsait olmamamız nedeniyle bir türlü kısmet olmadı yılının aralık 29

32 Ablanın ani ölümü nedeniyle sarsılmıştır. Zira 50 yılın üzerinde bir süre beraberlikleri vardı. Hatta bir ara İzzettin Ağabey bir psikologdan destek bile almıştır yılının yaz aylarında eşim Kerkük te ailesini ziyarete gitmişti; ben evde yalnız yaşıyordum. Bir gün İzzettin Ağabey ile benim davetim üzerine, bizim arabayla, İstanbul da Küçüksu da sahilde Sabancı Öğretmenevine gittik. O gün akşama kadar orada kaldık. Bu olay İzzettin Ağabeyin çok hoşuna gitti. İzzettin Ağabey sürekli beni Kardeşlik dergisinde yazı yazmaya teşvik ederdi. Ben, kendisiyle yılında Kerkük teki katliamda yaşadıklarımı ve yılında şehit edilen liderlerimiz Abdullah Abdurrahman, Dr. Rıza Demirci ve Doç. Dr. Necdet Koçak ile ilgili anılarımı paylaşmıştım. Kendisi, bana bu anılarımı mutlaka Kardeşlik dergisinde yayımlamayı tavsiye etti. Ancak benim o dönemde yoğun akademik çalışmalarım nedeniyle bu anılarımı yazmaya fırsat bulamadım. Ben, İzzettin Ağabeyin vefatından sonra geç de olsa, anılarımı yazdım ve bunlar Kardeşlik dergisinin 80 ve 81 numaralı sayılarında yayımlandı. Böylece İzzettin Ağabeyinin bana verdiği bu görevi yerine getirmiş oldum. İzzettin Ağabey her fani gibi, 3 Mayıs tarihinde İstanbul Vakıf Guraba Hastanesinde maalesef 85 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Kendisi evde idi, vefatından bir gün önce hastaneye yatmıştı. Ben vefatından dört veya beş gün önce kendisiyle telefonla konuştum, iyi olduğunu, ancak safra kesesinde bir sorun yaşadığını söylemişti. Ölüm haberini Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma derneğinden gelen telefon mesajıyla öğrendim. Ben hemen baldızlarını aradım. Telefonda Nurten Abla ile konuştum; Aysel Abla evde yoktu. Fakat konuşmadan anladım ki, Nurten Abla nın ölüm olayından henüz haberi yoktu. Ben de hiç ölüm konusunu açmadan telefonu kapattım. Daha sonra Aysel Abla beni aradı, konuyu ayrıntılı konuştuk. Ancak daha sonraki günlerde Nurten Abla bana, Eniştem İzzettin in ölümünden haberin olduğu halde, sen benden bunu nasıl gizledin diye sordu? 5 Mayıs tarihinde İstanbul da Zincirlikuyu Mezarlığında eşi Sabriye ablanın mezarının yanına, daha önce hazırlattığı mezara, sevenlerinin duasıyla verildi. Mezarına çok sevdiği Kerkük ten getirilen toprak serpildi. Ayrıca vefatının 3. yıldönümünde mezarının başında yapılan tören ile anıldı ve kendi el yazısıyla hazırladığı kitabe vasiyeti üzerine mezarın başına dikildi. 1 Gerçekten İzzettin Ağabey hakkında çok şey yazılabilir. Zira İzzettin Ağabey yılında yüksek tahsilini yapmak üzere Türkiye ye gelmiştir. Bu tarihten itibaren sürekli olarak; yorulmak bilmeden, bıkmadan, usanmadan Irak Türkmenlerinin davasını Anavatan Türkiye de tanıtmak için her türlü çabayı harcayan ve her fırsatı değerlendiren, Prof. Dr. Suphi Sanatçı nın tabiriyle, Türkmen ordusunun tek askeri idi. 2 İzzettin Ağabey, Irak Türkmenlerinin davasını Anavatan Türkiye de tanıtmak için yazdığı onlarca makale ve kitabın yansıra, yılında Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneğinin kurucuları arasında yer almıştır. Bunlara ek olarak yılında kendi adıyla İstanbul da kurulan ve vefatına kadar başkanlığını yaptığı Kerkük Vakfı nın kuruluşuna öncülük etmiştir. Türkiye de Türkmenlerin davasının bayraktarı olmuş, son nefesine kadar bu davaya katkı sağlamaya çalışmıştır. Onun içindir ki, Kerküklü değerli araştırmacı-yazar Erşat Hürmüzlü, İzzettin Ağabey için; Arafat dağı kadar yüce, Kerkük Kalesi kadar dirençli ve Hasa Çayı kadar azimkâr bir insandır demiştir. 3 İzzettin Ağabeyin vefatı Iraklı Türkmenler için büyük bir kayıp olmuştur. İnanıyorum ki, Iraklı Türkmenler bu yiğit fikir adamını hep takdirle, minnetle anacaklardır. İleride şartlar müsait olduğunda, Kerkük te bir caddeye veya doğduğu sokağa İzzettin Kerkük adı verilerek, Kerkük sevdalısı İzzettin ağabeye karşı vefa borcu bir nebze de olsa ödenmiş olur. Ne mutlu ki bana İzzettin Ağabey gibi bir değerli, fikir, kültür ve dava adamını tanıdım. Adam gibi adamdı. Kabri nurla dolsun, öbür dünyada, eşi Sabriye Ablayla beraber, mekânları cennet olsun. 1 Bkz.: Kardeşlik Dergisi, sayı 74, Kerkük Vakfı Yay., İstanbul Suphi Saatçi, İzzettin Kerkük Armag anı, Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yay., İstanbul Erşat Hürmüzlü, İzzettin Kerkük Bizi Affet, Kardeşlik Dergisi, sayı: 62, Kerkük Vakfı Yay., İstanbul

33 Urfa, Harput, Kerkük Ag ızları ve Müzig i Üzerine Necmettin TURİNAY Bir Urfa türküsünde deniliyor ki Urfalıyam ezelden gönlüm geçmez güzelden, gerçekten bu Urfalılarda, kitapların yazdıklarının çok dışında, çok derin bir tarih duygusu var. Kendilerini ezelden beri Urfalı hissetmek. Türkiye de hiçbir şehirde böylesine derinlikli bir tarihsel algılamaya şahit olmuyoruz. Bunu Urfalılar; Urfalı olarak ezelden beri buradayız ve ezelden beri de aşk tabiatlı bir yaradılış ile gönlümüzde güzelden asla vazgeçmiyoruz diyerek dile getirmişoluyor. Fakat bu söz bu güfte anlamının dışında bize aynı zamanda bir ezgi, müzik ve türkü olarak ulaşıyor. Yani hem tarih duygusu hem sesler, hem dil bir arada ulaşıyor. ve bu anahtar cümleler veya şiirler, güfteler bizi Urfa nın tarihsel derinliğine aynı zamanda bura halkının derinliğine, aynı zamanda da bu şiirin, bu müziğin, bu ezgilerin tarihsel derinliğine kademe kademe taşıyan bir özelliği bulunuyor. Nitekim Urfa türkülerini, Diyarbakır türkülerini, Elazığ türkülerini dinlediğimiz zaman bunlar bizim kulağımızda özellikle Batı Anadolu dan birisi olarak şahsen benim kulağımda bir müzik ezgisinin dışında aynı zamanda biraz arkaik, biraz değişik, biraz bizden daha farklı dil kullanışlarıyla da daha farklı bir ses uyandırmaya başlıyor. Biz buna eski edebiyatımızda Fuzuli den beri bu söylenişe ve bu şiveye alışığız. Fuzuli de derki Menim tek hiç kim zar u perişan olmasın Esir-i derd-i aşk-ı giryan olmasın yarımın Benim tek menim, tek benim demiyor, menim diyor benim gibi demiyor, menim tek diyor aynı sözlere, aynı çekimlere, aynı ses telaffuzlarına biz bugün bu üç ilimizin bütününde bilhassa şehir merkezlerinde o kadar sık şahit oluyoruz ki bu türküler bestelenirken ve bizim kulağımıza bir ezgi olarak ulaşırken aynı zamanda çok değişik farklı bir Türkçe olarak ulaşıyor. Fakat biz bu farklılığı yadırgamıyoruz. Bunda acayip bir zevk duyuyoruz. Bunun arkasında, bu Türkçenin geçmiş uzak tarihine uzanmak gibi. 31

34 Kazancı Bedih ve Arkadas ları / İçimizde tecessüsler oluşuyor. Bunu sohbetlerimiz arasında sormuyoruz, söylemiyoruz. Sormuyoruz, ama şuur altımızda bu türkü bizi gide gide bu seslerin tarihsel derinliğine doğru götürüyor. Mesela ölem diyoruz biz, fakat oralarda ölem yok ki, öllem öllem, öleyim öleyim yani vurgulu bir söyleyiş, ne bileyim. Demin söylediğim gibi kimin kelimesi yerine orda bugünkü gibinin karşılığı olarak söyleniyor. Bugün Urfa da, Elazığ da, Harput ta veyahut da Kerkük te, Telafer de insanlar normal sohbetleri içerisinde gibi kelimesinin yerine kimin kelimesini kullanıyor. Kullananlar vardır, fakat kullanmayanlar da çoktur. Ama şu vardır ki bu türkülerin mısraların arasına bu gibi dil kullanışları zamk gibi yapışmış. Tarih boyunca asırlarca zevkler değişiyor, kültürler değişiyor, medeniyetler değişiyor, şehirler değişiyor fakat bu sözler ve bu ezgiler adeta donmuş kalmış. Biz bunları sayısız kere, milyonlarca, asırlardan asıra tekrar ede ede içimizdeki şiiri oluşturuyoruz. Fakat bir edebiyatçı ve bir dilci olarak bu farklı kullanışı şahsen ben de merak etmemiş değilim. Okuduğum kitaplardan anladığım kadarıyla bu, bizi, Anadolu nun ekseriyet bölgelerinden farklı olan, bu dil kullanışının köklerine inmeye çalıştığımız takdirde farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Demin söylediğim gibi bugünkü türkülerde telaffuz edilen bu farklılıklar yüzyılda Fuzuli de gözüküyor. Fuzuli de bu bölgelerin bir şairi. Demek ki aradan dört yüz yıl geçmiş dört yüzyıldır bu farklılık, farklılığını devam ettiriyor. Fuzuli den bir dört yüz yıl, beş yüz yıl daha gerilere gitsek eminim ki o farklılığı gene göreceğiz. Daha gerilere gidelim mesela Ahlat mezar taşlarındaki kitabelerde eğer Türkçe birtakım sözler kelimeler kullanımlar varsa ki, bunların arasında da böyle kullanım farklılıklarını görmüş olacağız. Bu bizim hem tarihsel derinliğimizi ortaya koyacak. Hem de bölgenin edebiyat, kültür, sanat şiir ve müzik kurgusunun zevklerinin, destekçilerinin farklılığını da derinleştirecek, bizim sanatımızı ve kültürümüzü Anadolu da arka planının ne kadar derinlere gittiği hakkında bizde bir kanaat uyandıracak. Bugün Urfa, Elazığ, Telafer, Kerkük, Türkmen bölgelerindeki bu mü-ziklerin ezgi yapılarında ve güftelerindeki bu telaffuz farklılıkları günümüze has bir özellik değil. Bu farklılığın peşi ni sürdüğümüz izini sürdüğümüz takdirde mesela bundan yıl öncesinde Fuzuli nin şiirlerinde de bu kullanışları görüyoruz. Bu fark oralara kadar da uzanıyor. Eğer ondan uzanıp daha gerilere gidebilsek elimizde bu tür belgeler olsa ve mesela Ahlat Mezar taşları üzerinde yapılacak bir çalışmada o mezar taşlarında Türkçe telaffuz esasına bağlı olarak kelime kayıtları varsa, oralar- 32

35 Harput Kalesi da da bu farkları görebileceğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte bu farklılık nereden geliyor? Bunu bulmak bunun üzerine düşünce geliştirmek bu bölgelerin coğrafya ve tarihi kültürü, dili, dil özellikleri, ağız özelliklerinin de tarihsel sebeplerine inmiş olacağız. Şimdi Anadolu da yapılan dil çalışmalarında iki ana bölge oluşturulur. Bunlardan birisi Sivas, Antep, Maraş hattının doğusunda Azerice telaffuz çok yaygındır. Erzurum da, Muş ta bu bölgelerde (Batı Anadolu, Orta Anadolu) buna göre biraz daha farklı. Bu bölgeyi kendi içerisinde detaylı şekilde incelemeye başladığımız zaman bunun da kendi içerisinde bazı gruplara ayrıldığını görüyoruz. İşte bu bölge Urfa, Kerkük, Telafer ve Elazığ bölgeleri Diyarbakır da buna dâhil. Yerine göre Malatya dâhil, yerine göre Adıyaman dâhil. Bu bölgede Erzurum, Gümüşhane, Erzincan bölgelerine göre kısmen farklılaşarak ayrı bir havza oluşturuyor. Bu Kuzey bölgeleri daha Azerice ye yakınken bu Güney bölgeleri ise Azerice özellikler taşımakla beraber aynı zamanda bundan farklı olarak bizi şaşırtacak derecede Kazak, Kıpçak Türkçesinin izlerine doğru götürüyor. Mesela Urfa türkülerinde veyahut da Kerkük türkülerinde sana yerine, siye denilir. Düşünebiliyor musunuz? Ne sebepten hangi hikmetle bu insanlar sana yerine siye diyor. Bu farkı bir defa tebarüz ettirmek lazım. Aynı zamanda bunun sebeplerine indiğimiz taktirde bu dil kullanımının aynı zamanda bugün Türkiye de Zonguldak, Bartın bölgelerinde de kullanıldığını söylersem şaşırılacak bir durum ortaya çıkar. Bu kullanışın aynı Kerku k Kalesi 33

36 Kerku k Mu zik Grubu Kerkük İlahi Grubu zamanda kuzey Türkleri arasında Kırım ın kuzeyinde veyahut da Kafkaslar ın kuzey bölgelerinde, Kıpçak Türkleri diyebileceğimiz Kuzey Türkleri nde bu tür kullanışların mevcut olduğunu, var olduğunu söylersek bu benzerlik bizi meseleyi daha derin derin düşünmeye doğru sevk eder kanaatindeyim. Bu bölgedeki bu Türkçe ne zaman şekillendi sorusuna eğer bir cevap arayacaksak bu noktada benim vereceğim cevap şudur. Cengizhan zamanında bugünkü Özbekistan, Türkmenistan, İran coğrafyalarında Harzemşahlılar diye bir devlet vardı ki bunlar üzerinde Namık Kemal in bir piyesi vardır. Çeşitli tarihi araştırmalar, çalışmalar yapılmıştır. Bu Harzemşahlılar devletinin halkının bir yarısı oğuzlardan iken, diğer bir yarısı tamamen Kıpçak ve Kırgız olarak adlandırabileceğimiz Kıpçak nüfuslardan oluşuyordu. İkisi karma, bu iki halk birbiriyle yakın akraba, aynı orjinli. Harzemşahlıları bir devlet olarak tarihte duyan vardır duymayan vardır. Harzemzahlılar bu günkü Özbekistan topraklarında, Türkmenistan topraklarında, İran topraklarında bir orta Asya devleti idi ve az çok büyük bir devlet idi, bir imparatorluk değildi ama önemli büyük bir devlet idi. Büyük Selçuklu İmparatorluğu nun arkasından o coğrafyalarda oluşmuş bir devletti. Fakat bu siyasi ve idari yapının hükümran olduğu halk tabakaları iki özellik taşıyordu bunlardan bir yarısı Anadolu Türkleri gibi Oğuzlar idi, bunların bir diğer yarısı ise Oğuzlardan kısmen farklı Kıpçak unsurlardan meydana geliyordu. Kıpçak dediğimiz zamanda Anadolu da mesela Karpaklılar vardır. Onları düşünün onlar da Kıpçak asıllıdırlar, Kazak veyahut da ne bileyim Kırgız veya Kafkasya nın kuzeyinde Kırım coğrafyaları bu bölgelerdeki Kuzey Türkleri diyebileceğimiz bölgeler. İşte Harzemşahlılar devletinin nüfusunun bir yarısı da böyle Kıpçak özelliklere mensup halklardı. Cengizhan ın önünde bu devlet tutunamadı, tutunamayan da bir o değil bütün Ortadoğu, bütün Rusya, Avrupa yı, ne bileyim Mısır a kadar bütün Ortadoğu bu Moğol istilası karşısında dayanamadı. Dolayısıyla da Harzemşahlılar devleti de dayanamadı. Bu devlet öyle bir nâkile başvurdu ki halkıyla beraber geriye çekilen ordusuyla beraber bütünüyle Anadolu ya geldi. Bütünüyle bir millet top yekûn yer değiştiriyor. Anadolu hal- 34

37 Harput Kalesi ve çevresi kının top yekûn yer değiştirdiğini düşünün. Yani akıl havsala alacak cinsten değil! İşte Harzemşahlıların halkı geldiği zaman bunların bir kısmı Batı Anadolu ya dağıtıldı, muhtelif köylere yerleştirildiler. Bunlara Horzum köyleri denir Anadolu da. Fakat bunların ekseriya nüfusları kalabalıklar halinde Diyarbakır, Elazığ, Urfa ve Kerkük bölgelerine yerleştirildi ki nitekim Fuzuli nin Türkçesi üzerine yapılan araştırmalar bu dilin, bu Türkçenin, sırf Azeri dili özellikleri göstermediğini aynı zamanda bu dilde çok fazla, ama çok fazla Kıpçak özelliklerinin görüldüğünü söylerler. İşte Fuzuli şiirlerinde görülen bu özellikler bölgenin güftelerinde türkü ve şarkılarında halk ağızlarının hepsinde çok bol miktarda bunlarla karşılaşabiliyoruz. Bura halkının, buraların müziği hakkında da bir sözüm olacak o da şudur: Biz, halk müziği dediğimiz zaman Anadolu da çeşitli köylere, yaylalara, dağlara, yollara çıkarak derlemeler yaparız ve derlemesi yapılan müziklere biz halk müziği deriz. Fakat bu bölgelerin müziği böyle bir müzik değildir. Bu bölgelerin müziği daha bidayetinden beri şehir müziğidir. Şehirde doğan müzik, kırsal kesimde doğan bir müzik değil. Şehirlerde bestelenen yüksek sanat zevklerini, şiir ve ezgi kalitelerini ortaya koyan büyük bestekârlar tarafından yapılmış besteler. Bu bestekârların bugün biz adlarını bilmiyoruz. Ama bu müzik zevki, şehirlerde inşa olunan bu müzik, kademe kademe kırsal kesimlere yayılmış. Yoksa, kırsal kesimlerin müziği bu merkezlere taşınarak devam edemezdi. Bu müzik, tarihte bilhassa Artuklular zamanında inşa edilmiş, geleneği o zaman teşekkül etmiş bir müziktir. (Bu metin, Necmettin Turinay ile Urfa, Harput, Kerkük türküleri üzerine yapılmış bir sohbetin ses kayıtlarından deşifre edilerek yazıya geçirilmiştir.) Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Mayıs , Sayı: 34, s. Harput Kalesi ve çevresi 35

38 Nâzım TERZİOĞLU Gazi Nakip in Şiir Defterinden Reşit Kâzım Bayatlı Eskiden Kerkük iline bağlı Kifri ilçesine mensup olan Reşit Kâzım Bayatlı ( ) nın hayatı Kerkük ün merkezi ve etrafındaki köylerde öğretmenlik yaparak geçmiştir. Birçok gencin yetişmesinde emeği geçen Bayatlı yı yakından tanıyanlar onun vakur, idealist, yardımsever ve mütevazi bir kişiliğe sahip olduğundan söz ederler. Kendi toplumuna kalemiyle de hizmet eden Reşit Kâzım, hikâye ve fikir yazılarının yanında bazen duygularını şiirle de dile getirmiştir. Burada şairin, Gazi Nakip in Şiir Defterinde kaydettiği iki şiirini ve ilk şiirine yapılan açıklamasını orijinal metinle veriyoruz: Evi erkek mi yapar ya kadın? Sorusu öteden beri zaman zaman taraflar arasında tartışma konusu olmuş, zaferi kadın yapar taraftarları kazanmıştır. Evet anne evin dayağıdır, onun değeri nispetinde yavrular eğitim görür, iktisadi düzen sağlanır evde her şey yerli yerine tertemiz oturtulur, bahtiyarlık havası estirilir. İşte bu duygunun etkisi altında şu naçiz parçayı dizip yazıyorum.

39 37

40 İlaf KÖPRÜLÜ Kerkük teki Küçük Kıyamet Koşun koşun, tarlaları alev aldı. Mahsuller tutuştu, koşun!.. Cemil beyin onaltı yaşındaki ortanca oğlu, Begler Mahallesi nde koşuşturarak avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Artan sıcaklık nedeni ile evlerinden ayrılıp sokaklarda kurdukları çadırlarda kalan Kerkük halkı çadırlardan çıkmış, büyük bir korku ve endişe içinde bağrışmakta olan Murat ı kolundan tutmuş, az kalsın kan fışkıracak olan yaşlı gözlerine bakarak neler olup bittiğini sormaya çalışıyorlardı. Sıcaklık derecesi çok yükseldi. Tarlaların hepsi yanıyor. Bütün mahsuller kendi kendine alev alarak telef olmuş Ahali duyduğuna inanamıyor, bir an önce bir şeyler yapmak, bir çare bulmak için çırpınıp duruyorlardı adeta. Asabiyet halindeki büyük beyler Murat ın üzerine doğru yürüdüklerinde artan kalabalığa ve yükselen seslere Begler Mahallesi nin önde gelenlerinden olan Tuncer Efendi dayanamadı ve elindeki tahta bastonu ile zar zor yaklaştığı kalabalığa doğru az biraz sakin olun ey ahali, diye bağırdı. Ak sakalı uzamış, başındaki camadanısı ıslak idi. Bastonu az kalsın kırılacak bir hava veriyor ama adımlarını da bir o kadar emin atıyordu Tuncer Efendi. Çocuğu ne diye çekiştirirsiniz? Ne diye bağırırsınız? Bu, günlerdir, hatta haftalardır beklediğimiz bir şey değil miydi zaten! Kalabalık susmuştu. Kadınlar bir kenara çekilmiş, herkes suspus kesilmişti. Gözlerini ve kulaklarını dört açan mahalleli, Tuncer Efendi ye bakıyorlardı. Kimlerin tarlaları yanmış oğlum?, diye sordu. Hepsi yanıyor Tuncer amca, diye yanıtladı Murat. Korkmuştu! Onlarca dönümlük arazilerin yangını ve üzerine yürüyen asabi halk gözyaşlarının devamlı akıp gitmesine sebep olmuştu. Bu nidamı herkes iyi dinlesin Oğullarınıza haber salın. Camadanlarını bağlasınlar, yola çıksınlar Sarıkâhya, Şaturlu, Cırıt Meydan, İmam Abbas, Musalla, Çukur, Piryadi, Ağalık, Meydan, Neftçiler, Avcılar, Tisin ve Hassa bölgelerine gitsinler. Oradaki efendilere haber versinler. En geç bir saat içinde Kerkük postanesinin yanına gelsinler. Bu vuku mühimdir. Tez vakitte çözüm bulunması için hepimizin bir el olmamız lazımdır Boğazı acımaya başladığında susuverdi Tuncer Bey. Alnından ve boynundan damlayan terler giysisinin yakasını tamamen ıslattı. Bu müşkülatı hâl etmek için Seyit Hasan a gidelim Kavurucu güneşin altında kendisini dinleyen aileler bir an önce dağılıp, oğullarının kulağına fısıldayıp, camadanlarını da bağlayıp gönderdiler. Herkes eli kulağında oturmuş, bir haber bekliyor iken, çocukluk arkadaşı olan Cemil Efendi görüldü. Tuncer Efendi, gençlerin hepsi gittiler. Sana sormadım ama senin büyük oğlanı da alelacele haberdar edip gönderiverdim, dediğinde epey utanmış bir hâli vardı Cemil Efendi nin. Niye bu kadar utanıp sıkıldın? Elbette en başta benim oğlum gidecek, dediğinde daha cümlesini bitiremeden çadırın içinden çığlıklar yükselmeye başladı. Tuncer Efendi nin eşi, kızı ve gelini hep bir ağızdan bağırıyorlardı. Çığlık sesleri ile irkilen mahalleli ne yazık ki gelinin karnındaki bebeği kurtaramamışlardı. Tuncer Efendi nin gelini de sıcaklık nedeni ile düşük yapan onlarca kadın gibi düşük yapmıştı Bu acı onun için tarifsizdi. Gözyaşları, ter damlalarına karıştı. Kucaklarında zar zor hastaneye 38

41 yetiştirdikleri İpek gelinin elbisesi kanlar içinde kalmış, saatlerce baygınlık geçirmişti. Artık bir şekilde çözüm bulunmalı idi. Yoksa bu sıcaklık çok daha canlar alacaktı. 74 senesinin mayıs ayının 15 inden itibaren dalgalı sıcaklık ve büyük bir kuraklık başlamıştı. O günden itibaren de kişi hayatını kaybetmiş, o günden sonra da kaybetmeye devam edecekti. Mahsuller telef olduğu gibi bir daha hiçbir arazide ekin yapılamayacaktı. Güneşten aşınan çadırlarda nefes darlığı çeken insanlar yavaş yavaş kahırlarından eriyip gideceklerdi. Akşam namazı sonrasında Kerkük Postanesi önünde, Kerkük ün önde gelenleri toplanıp, Seyit Hasan ı beklemeye koyulmuşlardı. Seyit Hasan, Kerkük Postanesi nin müdürü idi. Ayrıca Kerküklüler arasında pek sevilen ve sayılan bir şahsiyetti. Çok geçmeden elindeki büyük siyah çantası ile gelen Seyit Hasan, durumu dinlemiş ve İstanbul a, Padişah Abdülmecit e hitaben bir mektup yazma kararı almıştı. Yapılacakları konuşmak için de Kerkük ün önde gelenleri olarak toplananlar, Çaycı İzzettin Bey in evinde toplanma kararı almışlardır. Akşama zar zor varan günün ardından Çaycı İzzettin Bey in evinde ağalar, beyler, söz sahibi kimseler ve saygıdeğer büyükler toplanmışlardı. Laf uzatılmadan herkes düşündüğü yolu bildirmiş, ortak bir karar alınması ile de sıcaklıklar dinene kadar kuyu ve mahzenlerde ikamet etme kararını almışlardı. Herkes tez vakitte hazırlanmalı. Yiyecek, içecek, elbise, döşek Ne hazırlığınız varsa bitirin. Ailelerinize haber verin. Kuyu ve mahzenler yarın gece bu vakte kadar temizlensin. Herkes kendi mıntıkasındaki sığınaklarda ikamet edecek. Böylesi daha iyi olur Konuşulanlar neticesinde alınan kararlar birebir uygulanmış, herkes son hazırlıklarını yapmış, kendi mıntıkalarındaki kuyu ve mahzenlere yerleşmişlerdi. Lazım olmadıkça dışarıya çıkmıyor, dolaşmıyor, gezmiyorlardı. Çok gerekli olur ise de akşam üstleri çıkıyorlardı. Günler böyle ilerledi. Haziran ayının altısı Yine bu akşam üstlerinden birisi idi. Sıradan bir gün geçmiş, dalgalı sıcaklık ise hâlâ artışını kesmemişti. Kuyu ve mahzenlerde kalan Kerküklülerden bir grup genç her akşam alışkın oldukları gibi etrafı gözetlemek bahanesi ile çıkmışlardı sığınaklardan. Gökyüzü ayazdı. Yıldızlar ve ay bulutsuz gökte parıl parıl parlıyorlardı. Kurak haberlerinin beraberinde arada bir söyleyip durdukları nükteler bir anda son buldu. Gözleri korkudan tepelerine çıkacak bir hâl aldı. Oldukları yerden kımıldayamıyor, sadece gökteki yıldızlardan birinden uzanan muhteşem ışıltıya bakıyorlardı. Işıltı tüm göğü sarmış ve hızla büyümeye devam ediyordu. Birbirlerinin yakasından tutup, sığınaklarına doğru hızla koştular. Bağrışmalarına çıkan insanlar tez vakitte diğer mahzenlerdeki ve kuyulardaki insanların da dışarıya akın ettiklerini gördüler. Işıltı göğü sarmış, ayı arkasına alıp ışığını hiç etmişti. Birkaç dakikanın ardından ise top-tüfek sesleri gibi yüksek sesler duyulmaya başlanmıştı. Gökteki muazzam manzarayı daha da farklı kılan sesler, insanların yüreğini hoplatıyordu. Artık ne yapacaklarını, nereye gideceklerini, nereye sığınacaklarını şaşırmış bir biçimde Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve diğer dinlere mensup olanlar kendi ibadethanelerine akın edip, Tanrı ya yalvarmaya başlamışlardı. Feryatları gökyüzüne varıyordu. Gözyaşları ve hıçkırıklar içinde edilen dualara hızla yaklaşmakta olan gökcisminin çıkardığı şiddetli şimşek sesleri eşlik ediyordu sanki. Ve dolunay gibi ateşler gökyüzünü dakikalığına süslemişti Gözlerini yumup, dua ederken yığıldıkları yerde kalan Kerküklülerin hıçkırık ve çığlık sesleri durmuştu. Ancak gözyaşları hâlâ akıyordu. Sessiz bir şekilde başlarını koydukları yerden kaldırdıklarında dizleri üzerine oturmuş halde idiler. Herkes birbirine bakıyordu. Kalabalığın arasından bir adam ayağa kalkıp dışarıya çıkalım, neler olduğuna bir bakalım. Sesler kesildi, dedi. Bunun üzerine millet ibadethanelerden çıkmaya başladı. Gürültülerin üzerinden bir buçuk saat geçmişti. Gökte beliren bir yıldız yalancı bir göktaşı gibi izlenmişti. Tanrı kullarının haline acımış, onları sıcaklık ve kuraklıktan bu şekilde kurtarmıştı. Bu meteor yağışının ardından hava sıcaklığı düşmüş, hava yumuşamış ve ferahlamıştı. Birkaç gün sonra ise düşen parçaların isabet ettiği yerlerden yaklaşık bir buçuk kilo ağırlığında, düşen cisme ait parçalar bulunmuş ve mahalli hükümete gönderilmişti. O tarihten ne önce ne de sonra, böylesi bir olay yaşanmamıştı 39

42 Türkmen Albümünden Kerkük Kerkük

43 Editörün Seçtikleri Musul Nebi Yunus Camii Erbil

44

45 KERKÜK FOUNDATION QARDASHLIQ REVIEW OF CULTURE ART LITRERATURE AND FOLKLORE Year: 21 Issue: 83 July-September ISSN : On behalf of the Kerkük Foundation Owner of the right and editor in Chief Erşat HÜRMÜZLÜ Editor and Genel Coordinator Suphi SAATÇİ Correspondence Address P. O. Box 20 Cerrahpaşa/İSTANBUL Tel. () Fax () [email protected] Administrative Office Haseki Sultan Mahallesi Kuka Sokağı Huzur Apt. No: 1/1 Fındıkzade/İSTANBUL Representavtives Habib HÜRMÜZLÜ (Ankara) Necat KEVSEROĞLU (Kirkuk) Ali İhsan NAQIB (ABD) Consulted by an Anditorial Referrence Counsul Prof. Dr. Yavuz AKPINAR Prof. Dr. Abdülhalik BAKIR Prof. Dr. Haşim KARPUZ Prof. Dr. Mahir NAKİP Prof. Dr. Suphi SAATÇİ Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU Prof. Dr. Abdüsselam ULUÇAM Editorial Board Kemal BEYATLI Aydil EROL Erşat HÜRMÜZLÜ Habib HÜRMÜZLÜ Mahir NAKİP Acar OKAN Suphi SAATÇİ Suphi SALT Nazım TERZİOĞLU Contents Erbil in History Erşat HÜRMÜZLÜ 44 QARDASHLIQ Published quarterly in Turkish, English, and Arabic by İzzettin Kerkük Culture and Research Foundation (Kerkük Fondation) Authors are responsible for the raticles and photographs published in this review. Articles and photographs published in the review may be used elsewhere by indicating the source Section in Turkish Section in Arabic

46 Erşat HÜRMÜZLÜ Erbil in History Erbil is considered one of the oldest inhabited cities in the world, older than the City of Babylon. Different tribes and families ruled the city. Old inscriptions dated back to B.C. indicating Erbil as Arbiliom. The author, Professor Wali in his book titled The Sumerians says that Erbil is a Sumerian city and Sargon the Akkad tried to rule it. Erbil was interconnected with the Akkadis, and considered the Koteyons who opened Babylon part of their people; and this caused Erbil to flourish and develop socially and economically. When the dynasty of Oar the Third ruled, it made Arbiliom an important district. Nevertheless, the city witnessed some liberation movements trying to get rid of slavery; but the Oar kings prepared armies to destroy these movements. After that, the city was ruled by Hamourabi ( B.C.), and thus became a Babylon city. The name of Erbil is indicated in the cuneiform alphabet as Kshan Klamma. 1 The name of the city was mentioned in the Babylon writings as Arba-Elo. This name continued to exist even after the Assyrians ruled the city. The Assyrians considered Erbil a sacred city for it is the homeland of their goddess, Eshtar. Therefore, they built the Assure Temple in the city, and changed the name of the city to be Eshtar-Arbella. In addition to that, there were found in the Erbil castle the Ashor Banibal writings, a statute of Eshtar and a statute of the Third king of Assyrians, Asward. 2 Moreover, the city was named Arbilets, or as the 1 The name means The House of the First Lady, Dalil Mawtin Al-Hadharat Al-Qadeema Guide of Old Civilizations, Taha Baker & Foad Safar, Ministry of Education and Information Publications, Baghdad Ibid. Zabines called it Adyabeen. And this is the same province that was named Land of Erbil, according to Arab geography scholars. During the last half of the second century B.C., a small kingdom was established that maintained its independence during the reign of the Ashkananies. 3 And since Erbil enjoyed a prominent rank during the reign of the Assyrians, Sinhareeb established for the city a unique system of irrigation started from Bestora to Erbil, and he did the same in Nenawa. After the collapse of the Assyrian state, the Persians occupied Erbil. Since then, the city witnessed the most important battle ever, for in B.C. a war started between Dara the Third (Darius Kodomanos) and Alexander the Great. The battle was in a plain located 20 miles to the North of Erbil. This battle was known as the Battle of Gaugamela or the Battle of Erbil. The result of the battle was Alexander the Great entering the city victorious. In addition to all that, the city of Erbil witnessed a long- term struggle between the kings of Selejucus and the Persians, who won the war and occupied the city in B.C. Most of the Persian kings are buried in Erbil. One of the dynasties that ruled Erbil was Hedyab, which recognized the Persian power over the region. In 83 B.C., however, the Arman, under the command of their King Tekran, took over the city and remained under their power until the Persians, who made an ally with the Byzantines, occupied the city after 10 years. The Byzantines, however, were determined at re-occupying the city. In A.D., the Byzantium king Tarjan entered 3 Dairatul Maarif al-islamiyyah Islamic Encyclopedia, volume 1, Arabic Version, Ahmad Al- Shemshawi, Ibrahim Zaki Khoursheed and Abdulhamid Younus. Dar Al Fikr, Cairo,

47 the city, paving the way for many successive rulers. The situation remained in the hands of the Byzantines until A.D., when the famous Sassanian King Ardashir succeeded in getting the Byzantines out of Erbil. The Turkmens, under the command of Zeyneddin Ali Kucuk, established a state in Erbil. And in , upon the death of Kucuk; Muzafareddin Saeed Gokboru succeeded him. Muzafareddin was displaced by his youngest brother Zeyneddin Yusuf, who was supported by Mugahiddin Kaymaz. 4 As for Muzafareddin, he followed the army of Saifiddin Al-Ghazi at first and then the army of Saladin. When Zeyneddin Yusuf passed away, Muzafareddin became the ruler of Erbil again. In the reign of Muzafareddin, Erbil witnessed a magnificent development, for the landscape of the Sultanate expanded to include the lands of Azerbaijan. 5 The minaret of the mosque built by Muzafareddin still exists to this day. Muzafareddin passed away in , and in that way Erbil became to be an Abbasid city. 6 After that, the Mongols occupied Erbil, for Hulaco conquered the city as he had done with many Iraqi cities before. After that, Erbil witnessed a Turkmen ruler presented by the Sefavids State, and another Turkmen ruler in , when Shah Mohammad of Kara Qoyunlu Tribe ruled until when his brother Prince Aspa succeeded the throne. Furthermore, the Ak Qoyunlu tribe, as well, ruled Erbil, for Uzun Hassan entered the city heading to Azerbaijan, and thus became the governor of Erbil. 7 Erbil returned to the Turkish power after all these years of being under the power of the Persians, for it returned to the Ottoman Empire 4 Lawyer Abbas Al-Azzawi: Tarikhul Iraq Bayna Ihtilalain History of Iraq between two occupations, volume 1, Baghdad , p Hussein Namiq Orkon: Turk Tarihi Turkish History, part 3, Ankara , P Yilmaz Oztuna: Baslangictan Bugune Turk Tarihi Turkish History from the Beginning to Now, volume 2, Hayat publications, Istanbul , P Lawyer Abbas Al-Azzawi, ibid, part 3, P when Sultan Murad occupied it in Erbil remained thus until the British occupation to Iraq, and was handed to Iraq after independence. The Geographic and Demographic Facts: Erbil is located 96 kilometers to the north of Kirkuk, and 86 kilometer to the southeast of Mosul. The total landscape of the city was square kilometers before the changes took place during the Ba ath reign. The total population of city center in was about 30, people, most of them Turkmens, but continued immigrations to the city from the adjacent villages changed the national status of the city. In , the population of Erbil was , people, including , people from among are Kurds, according to governmental records. 8 The researcher Hanna Batato noticed this fact and mentioned in his book Iraq : Other cities witnessed the same as Erbil and became Kurdish. Erbil itself became Kurdish, and the transfer was done in a very peaceful manner. 9 Erbil gave birth to great and eminent intellectuals and scientists like Mulla Afandi, and was the cradle of famous writers and poets like Yakoub Agha, Razzaq Agha, Garebi, Sheikh Asa ad Afandi, Hashim Nahid Erbil, Tawfiq Jalal and Orkhan. Contemporary poets include Nesrin Erbil. Among the famous Erbil families that enjoy excellent reputations we mention, Aghalar (it includes 3 big families), Asfaly, Allaf, Awchi, Bakkal, Beklr, Banna, Bozorkhan, Bazzaz, Jaweshli, Jalabi, Demerji, Derziler, Dogramchi, Khaffaf, Khayyat, Halwaji, Elkhamki, Kalekji, Kabkabji, Kassab, Kolji, Kojak Mulla Afinyar, Kuraji, Mufti, Najjar, Nakshabandi, Nalbendli, Bambokgi, Benderji, Sarraj, Sawwaf, Sedler, Shekarji and Yougortaji. 10 (From The Turkmen Reality in Iraq book published by Kirkuk Foundation) 8 Al-Hukumal Wataniyyah wa Masalat al-shimal The National Government and the Issue of the North, Publications of Dar Al-Jomhoreyah, Baghdad and See Turk Kulturu (Turkish Culture), publications of Turkish Culture Publications Dept., Ankara , Issue No. 68, September Hanna Batatu, ibid, Third Book, P Dr. Suphi Saatchi, ibid. 45

48 كمال بياتلي في ذمة الخلود ارشد هورموزلو عرفت كمال محمد علي بياتلي منذ الصغر وعرفت أخوته وعائلته ووالده الذي كان من معلمي العصر في ذلك الزمن. ثم زاملني الدراسة عندما كنت في كلية الحقوق ودرس هو في قسم اللغات بكلية اآلداب في جامعة بغداد. يتذكر كل من عرفه مرحه الدائم وضحكاته المدو ية ولكنه كان من أشد مناصري القضية القومية التركمانية أيضا وظل مواظبا على ايمانه وإصراره على نصرة القضية. عندما انتقل الى تركيا بسبب الضغوط السياسية التي مرت عليه بعد فترة وجيزة من عمله في اإلذاعة العراقية انخرط في العمل الصحفي. ولما كانت لغته العربية سليمة وواضحة فقد استقطب اهتمام الصحافة والفضائيات العربية التي استفادت من تحليالته السياسية بسب اطالعه على الواقع المعاش في منطقة الشرق األوسط بحيث أنه أصبح محط األنظار كلما طرأ أمر يتعلق بالسياسة الداخلية التركية أو في دول الشرق األوسط. عندما كان منخرطا في العمل القومي كان من زمالئه من يكبره سنا ببضع سنوات ولذلك وللتمييز بينهما درج اصدقاؤه وأحب ته على تسميته كمال الصغير. وقد الزمته هذه الصفة والتي كان يضحك منها ملء شدقيه عندما يسمعها منا نحن أصدقاء الصبا متسائال متى سيبلغ العمر المتقدم. ترك بياتلي وراءه سمعة طيبة وعائلة متزنة والكثير من الذكريات التي ال تنسى. رحمك هللا أيها األخ الوفي وأرشد األجيال القادمة على السير في خطاك. لم يفقد ايمانه وتوكله عندما أصيب بمرض خطير وكان أهم ما يفرحه عند زياراتي له أن يسترجع ذكريات الماضي وإن كان يؤلمه شيء فقد كان ذلك عدم تمك نه من متابعة الكتب الجديدة الصادرة في األعوام األخيرة. الذي تبتغونه في هذه الدنيا الزائلة. فلنسأل كل واحد منكم: لماذا لست هنا أليست هذه الصفوف موقعكم الطبيعي. أنا ال أشير الى هذا الحزب أو تلك الجهة بل كل ما أقوله إنه كان عليكم االصطفاف مع الشعب ومحبيه. لقد أصبحتم من الذين يقولون: لماذا أنت هنا ألن يسألكم الناس: لماذا لستم هنا تيقنوا بأنكم إذا لم تكونوا تجابهون بهذا السؤال فالخطب أعظم. يعني ذلك بأنكم ال تستحقون حتى العتب وأنكم قد فقدتم منزلتكم في وجدان الشعب والمجتمع. أجل هل يستطيع كل منكم أن يجيب: لماذا لستم هنا أفيقوا وأديروا وجوهكم نحو الشمس. 46

49 ارشد هورموزلو لماذا لست هنا حدثني صحافي وكاتب ناجح تقرأ مقاالته بإمعان. مما قاله إنه في الواليات المتحدة األمريكية وعندما بدأت فعاليات انشاء النقابات المهنية كانت هناك أحيانا مصادمات وشد وجذب بين افراد النقابات والسلطات المحلية. في هذه الفترة كان في مدينة نيويورك عالمان فلسفيان لنسميهما هاري ودونالد. إال أن أفكارهما لم تكن متطابقة في النظرة الى أمور المجتمع وموقفهما من األحداث الجارية. وقد حدثت في يومها مجابهة وتصادم بين قوات الشرطة المحلية والمتظاهرين إبان أزمة عال فيها أصوات المتظاهرين المؤيدين للنقابة وبطبيعة الحال كان هاري في مقدمة المتظاهرين المؤيدين لحقوق العمال فكان أن ألقت الشرطة القبض عليه وآخرين وتم ايداعه في الحبس االحتياطي. علم دونالد باألمر فأراد أن يزور صديقه وعندما رآه بين الجموع من الموقوفين صاح به: هاري لماذا أنت هنا أجابه هاري بهدوء منقطع النظير: دونالد لماذا أنت لست هنا أال يجدر بنا أن نسأل نحن أيضا بعضا من أشقائنا ومواطنينا فقد مر قرن كامل ناضل أجدادنا واباؤنا وها نحن نحيي قضيتنا التي تهواها قلوبنا فلماذا لستم معنا لماذا أصبحتم ضالال ألحزاب أخرى وأضفتم كلمة التركمان دون وجه حق إلى يافطاتها انشأتم أحزابا رديفة أو لنقل أنكم قد دفعتم إلنشائها. فكروا في األمر. سيأتي يوم ترون أنفسكم وقد تقدم بكم العمر جالسين في ليلة شتاء قارص مع أحفادكم تحدثونهم عن أمجاد الماضي. ألن تحمر وجوهكم من الخجل. ألن تدركوا بأنكم خنقتم أملنا وقومنا وأفكارنا فأصبحتم فريسة لآلخرين الن تندموا ألن يرف لكم جفن أنتم تقايضون أمل األجيال القادمة بموقع رسمي أو راتب شهري أو عنوان براق هل ستتحملون عنوان األحزاب الرديفة غير الممثلة آلمال الشعب لنسأل سؤاال آخر: لقد ناضل الكثيرون واهرق الكثير من الدماء وصعد العديد الى منصات المشانق بإباء ضحوا بأنفسهم وأغرقوا عوائلهم ومحبيهم في الدموع. بينما لم تطلب منكم حتى هذه التضحية. ما طلب منكم فقط هو أن ال تديروا ظهوركم الى الكتل الكبيرة التي تؤمن بالقضية وعدم خنق آمال األجيال المقبلة ليس إال. هل أدركتم ذلك لقد أشحتم بآذانكم عن كل ذلك واعتقدتم أن ما حصلتم عليه هو باق أو مربح. لم تدركوا أنكم قد خسرتم الكثير لقاء كسب القليل. لنترك الحديث عن العقود الماضية ولنلق الضوء على زمننا الراهن. في عامي و ألم تروا نساءنا اليافعات والمتقدمات في العمر في طليعة المظاهرات المطالبة بالحق السليب ألم تروا بأعينكم إصرار الشباب وهذه السيدات في طليعة االعتصام األزرق في ساحات كركوك ضد التزوير الذي حصل في االنتخابات األخيرة أال تذكرون الطلبة في عمر الزهور وهم يزلزلون أركان التسلط الحكومي في اضراب الطلبة قبل نصف قرن لقد عشتم كل ذلك ورأيتموه وعندما حان دوركم هل كان يتحتم عليكم أن تديروا الظهر لتحتموا بكيانات أخرى وتشحذوا األسنان الفتراس قومكم أبدا ال تدعوا بأنكم واقعيون وتفكرون في مستقبل أوالدنا وأحفادنا وأجيالنا المقبلة. لو كان األمر كذلك لتبعتكم الجماهير إال أنكم اآلن وحيدون ومن يراكم يرنو اليكم بعين الشفقة إن لم أقل االزدراء. لم يكن في منهاجكم خدمة األجيال المقبلة بل النفع 47

50 صادرة عن المحكمة واليمكن فهم هذه التناقضات اال في سياقها السياسي وتحوالت عالقات القوى وقدرتها على التأثير في قرارات المحكمة يضاف الى ما تقدم ان المحكمة اقرت الكثير من القرارات التي تنتهك الدستور صريحا وكانت تتعمد لي عنق النص الدستوري بطريقة مفضوحة )مثل تفسير فكرة االستقاللية( وتفسير)الكتلة االكثر عددا(. سابعا مدى صالحية المحكمة االتحادية العليا في تفسير النصوص الدستورية: واآلن نتساءل هل للمحكمة االتحادية العليا الحالية في العراق صالحية تفسير نصوص الدستور الشك ان هذا التساؤل يكون غريبا لمن ليس له اطالع على خلفية تشكيل هذه المحكمة ويفضل اعطاء صورة موجزة لكيفية تشكيل هذه المحكمة لكي يتعرف القارئ على مدى صالحية هذه المحكمة في تفسير نصوص الدستور ونبين ذلك على النحو اآلتي: صدر قانون ادارة الدولة العراقية للمرحلة االنتقالية عن مجلس الحكم في يوم االثنين ) 16 /محرم/ للهجرة الموافق 8 /آذار/ م ) وورد في ديباجته )أقر هذا القانون ألدارة شؤون العراق خالل المرحلة االنتقالية الى حين قيام حكومة منتخبة تعمل في ظل دستور شرعي دائم سعيا لتحقيق ديمقراطية كاملة( ونصت المادة) 44 ( من هذا القانون على تشكيل المحكمة االتحادية العليا وأختصاصاتها وتكوينها وصدر قانون المحكمة بموجب االمررقم) 30 ( لسنة كما صدرالنظام الداخلي للمحكمة رقم) 1 ( لسنة وعندما صدر دستور جمهورية العراق)عام ( )38( نصت المواد) ( منه على االحكام المتعلقة بالمحكمة االتحادية العليا. ويالحظ مما تقدم ما يأتي: أ تكوين المحكمة االتحادية العليا في قانون ادارة الدولة العراقية للمرحلة االنتقالية: تتكون المحكمة بموجب القانون المؤقت من تسعة اعضاء ويقوم مجلس القضاء االعلى أوليا وبالتشاور مع المجالس القضائية لالقاليم بترشيح ما اليقل عن ثمانية عشر الى سبعة وعشرين فردا لغرض ملء الشواغر في المحكمة ويقوم بالطريقة ذاتها فيما بعد بترشيح ثالثة اعضاء لكل شاغر الحق يحصل بسبب الوفاة أو االستقالة او العزل ويقوم مجلس الرئاسة بتعيين اعضاء هذه المحكمة وتسمية أحدهم رئيسا لها وفي حالة رفض أي تعيين يرشح مجلس القضاء االعلى مجموعة جديدة من ثالثة مرشحين. ويالحظ ان القانون استعمل تعبير)فرد( ولم يستعمل تعبير)القاضي( ولكن في الواقع العملي كان الترشيح من بين القضاة. ب اعادة تكوين المحكمة االتحادية العليا بموجب دستور عام بموجب البند)ثانيا( من المادة) 92 ( من دستور عام اعيد تكوين المحكمة بحيث تتكون من عدد من القضاة وخبراء في الفقه االسالمي وفقهاء القانون يحدد عددهم وتنظم طريقة أختيارهم وعمل المحكمة بقانون يسن بأغلبية ثلثي أعضاء مجلس النواب مما يقتضي اعادة تكوين المحكمة من القضاة وخبراء الفقه االسالمي وفقهاء القانون ولم يصدر هذا القانون الى اآلن. في حين ان المحكمة االتحادية العليا الحالية التزال تمارس اختصاصاتها المنصوص عليها في الدستور في الوقت الذي يكون تشكيلها وفق قانون ادارة الدولة العراقية للمرحلة االنتقالية وبذلك فان المحكمة الحالية تخالف احكام الدستور في تشكيلتها وهذا يؤدي الى اعتبار جميع احكام وقرارات المحكمة معدومة اي ليس لها اية قيمة قانونية يضاف الى المخالفة المذكورة مخالفة اخرى وهي ان تشكيلها اليزال وفق احكام قانون ادارة الدولة العراقية ولم ينص هذا القانون على تفسير نصوص الدستور فالدستور لم يكن صادرا عند صدور قانون ادارة الدولة العراقية للمرحلة االنتقالية ويترتب على ذلك نتيجة خطيرة اخرى ان هذه المحكمة االتحادية العليا الحالية تمارس اختصاص )تفسير نصوص الدستور( في الوقت الذي ليست في قانون ادارة الدولة هذه الصالحية. النتيجة: لما كان تشكيل المحكمة يعد من النظام العام وأي مخالفة للتشكيل يؤدي الى اعتبار أي قرار تصدره معدوما كما ان اختصاص المحكمة هو اآلخر يعد من النظام العام و أية محكمة تمارس اختصاصا ليس لها فيعد القرار الذي تصدره معدوما اي القيمة قانونية له ويعد كأن لم يكن. ويتبين مما تقدم ان المحكمة االتحادية العليا الحالية ليست هي المحكمة االتحادية العليا المنصوص عليها في الدستور وبذلك ليس لها ممارسة صالحية المحكمة المنصوص عليها في الدستور ومنها تفسير النصوص الدستورية وهذا يؤدي الى اعتبار تفسير المحكمة لنص المادة) ( من الدستور ال قيمة قانونية له النه صادر من محكمة غير ذات اختصاص. 48

51 اال مرة واحدة وللمدة ذاته وم/ 52 /اوال يبت مجلس النواب في صحة عضوية اعضائه خالل ثالثين يوما من تاريخ تسجيل االعتراض باغلبية ثلثي اعضائه. ثانيا يجوز الطعن في قرار المجلس امام المحكمة االتحادية العليا خالل ثالثين يوما من تاريخ صدوره. وم/ 54/ يدعو رئيس الجمهورية مجلس النواب بمرسوم جمهوري خالل خمسة عشر يوما من تاريخ المصادقة عل نتائج االنتخابات العامة وتعقد الجلسة برئاسة اكبر االعضاء سنا النتخاب رئيس المجلس ونائبيه واليجوز التمديد الكثر من المدة المذكورة آنفا. وهناك مواد عديدة متناثرة في الدستور تنص على مدد معينة ومنها المواد/ 56 /ثانيا وم/ 58 /ثانيا وم/ 61 /سابعا /ج وثامنا /أ/ ود وم/ 64 /ثانيا وم/ 73 /ثانيا وثالثا ورابعا وم / 75 /ثالثا ورابعا وم 76/ اوال وثانيا وثالثا وم/ /ثالثا وم/ /خامسا وم/ /ثانيا وم /اوال فهل نص المشرع الدستوري على هذه المدد من قبيل العبث ام من قبيل الزام المطبق بالتطبيق بااللتزام حرفيا بهذه المدد. 2 لو استعرضنا النصوص الجزائية أو المدنية أو االجرائية لوجدنا ان أي قانون اليمكن ان يخلو من مدد منصوص عليها وعلى سبيل المثال نصت المادة) (من قانون المرافعات المدنية العراقي رقم) 83 ( لسنة على ان )المدد المعينة لمراجعة طرق الطعن في القرارات حتمية يترتب على عدم مراعاتها وتجاوزها سقوط الحق في الطعن وتقضي المحكمة من تلقاء نفسها برد عريضة الطعن اذا حصل بعد انقضاء المدد القانونية( فهل تسطيع اي محكمة مهما بلغت درجتها ان تخالف وتجتهد بقبول عريضة الدعوى بعد انقضاء المدة المحددة في القانون. 3 ان صياغة نص المادة) ( من الدستور جاءت صياغة جامدة الن الغرض من القاعدة القانونية المنصوص عليها في هذه المادة محدد تحديدا دقيقا والحل فيها ايضا محدد تحديدا دقيقا بحيث اليملك المطبق لهذه القاعدة ادنى سلطة تقديرية سواء فيما يتعلق بمدى انطباق القاعدة او تنوع الحل الذي يترتب على انطباقها فالمدة المنصوص عليها في المادة) (من الدستور مدة محددة فيها وهي حتمية واليملك المطبق او المفسر اية سلطة تقديرية في وجود عذر مشروع او غير مشروع في فوات هذه المدة وليس له اال الحكم بمضي الميعاد المحدد فعمر المادة محدد ومؤقت وينتهي هذا العمر بتاريخ /12/ وعلى هذا تم االستفتاء على الدستور ومواده. 4 ان تفسير المحكمة االتحادية العليا للمادة) ( من الدستور تفسير خطير ويعد خرقا للدستور ولكل المبادئ القانونية المعروفة في االلتزام بالدقة بالمدد القانونية فتفسير المحكمة ينفخ الروح في مادة انقضى عمرها المحدد في الدستور يشكل سابقة خطيرة وغير مقبولة بكل االعتبارات والمقاييس القانونية وان هذا التفسير سيفتح بابا لمزيد من تفسيرات مخالفة الحكام الدستور والقوانين العادية وعدم االلتزام بالمدد القانونية المنصوص عليها في الدستور والقوانين العادية. ونصت المادة) 93 (من الدستور على اختصاصات هذه المحكمة وبذلك فان تشكيل المحكمة واختصاصاتها تختلف عن تشكيل المحكمة واختصاصتها المنصوص عليها في قانون ادارة الدولة والقانون رقم) 30 ( لسنة ولكن التواطؤ بين السلطات االتحادية العراقية )رئيس الجمهورية ومجلس الوزراء ومجلس النواب( جعلها تتولى دون أي تسويغ دستوري أو قانوني أو منطقي الصالحيات المنصوص عليها في دستور عام رغم االختالف الكبير في التشكيل واالختصاصات وظلت المحكمة االتحادية العليا الحالية تمارس االختصاصات المنصوص عليها في الدستور وقررت المحكمة في تدليس غير مسبوق ان االختصاصات الدستورية ليست سوى مهام اخرى تضاف الى مهامها الواردة في قانونها السابق على الدستور ويشير الباحث الى تناقضات عديدة في قرارات سابقة 49

52

Ebdaat

İSTANBUL'DA İLK VE TEK ARAP MATBAASI

Start now

Ebdaat reklam gazetesi her onbeş günde dağitilmaktadir Baskı için şirket tarafından verilmiş Ebdaat, İstanbul genelinde dağıtılır.

Start now

Ebdaat Baskı Tüm yazdırma hizmetleri sağlamak Ticari yayınlar

Start now

Ebdaat Gazete

Ebdaat reklam gazetesi her onbeş günde dağitilmaktadir Baskı için şirket tarafından verilmiş Ebdaat, İstanbul genelinde dağıtılır.


Gazete kreasyonlar duyuru Abone zaman, gerçekten var :
1 - Basılı reklam ve tanıtımı lüks ve gazete kağıdı içinde seafoodplus.info İstanbul'da en kaliteli mürekkepler kopya sayısını kreasyonlar .
2 - İstanbul'un tüm alanlarında gazete dağıtımı için dersler .
3 - Duyuru için ücretsiz tasarım .
4 - İstanbul'un en önemli Arap gruplar ve Arap dünyasındaki arasında e-Pazarlama.
5 - Onun tür kreasyonlar ilk uygulama içinde Pazar reklamınız için maksimum yaygınlaşmasını sağlayan .


Programlama ve Geliştirme

Programlama ve geliştirme ve tüm profesyonel web sitelerinin tasarımı ve interaktif uygulamalar ganawap

tasarımı ve web en son teknoloji,,tasarım ve web tasarım hizmeti tekniklerini sunmak Web siteleri, programlarken sofistike tasarımı ile karakterize profesyonel siteler, biz arama motorları ve tüm Internet tarayıcıları ve mobil cihazlar ile uyumlu web sitesi oluşturmak yapmak şirketin hedefi tablet ve tasarım iPhone ve diğerleri ve uluslararası standartlara uygun ve web sitelerinin programlama İyi planlama yüzden sitenin doğası ve aktivitesi ve site ziyaretçileri ve müşterileri niteliğine göre, site için bir stratejik plan çizmek için istekli herhangi bir web sitesinin başarısının temelidir. tasarım sonra ve sitenin ilk tasarım ve programlama ekibi şantiyede görevlerini üstlenmeye başlar ve bir web sitesi inşa dikkate temel ilke olarak arama motorları için teknik kriterleri alıyor şekil..

Akıllı telefon uygulamaları insanlar, masaüstü ve taşınabilir bilgisayar kullanımı akıllı telefonların kullanımının atlayarak en yaygın olarak kullanılan, en hızlı yazılım arasında büyüyen haline gelmiştir ve fark hala genişlemektedir ve artan tüketici segmentine yatırımcı için akıllı telefon uygulamaları pazarına girmek için fırsat.


Ebdaat GAZETE Uygulaması

Sunulan ücretsiz Android cihazlarda uygulama,, ve dijital kreasyonlar dünyasına bilgi ve hizmet .. .. ayırt edici seti kapalı yanı sıra gazete indir kreasyonlar göz Aşağıdaki bağlantı yoluyla uygulama gazete kreasyonlar indirebilirsiniz


nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir