kaynağı değiştir]
60 yaş ve üzeri kişilerde orta ve ciddi derecede hipertansiyonun tedavisi, ölüm oranlarını ve kardiyovasküler yan etkileri azaltmaktadır.[76] 80 yaşın üzerindeki kişilerde, tedavinin ölüm oranlarını ciddi ölçüde azalttığı görülmemiştir ancak kalp hastalıkları riskini azaltmaktadır.[76] Amerika'da tercih edilen ilaç tedavisi olan tiazid diüretikler ile önerilen tansiyon hedefi /90mm Hg'den azdır.[77] Yeniden düzenlenmiş olan Birleşik Krallık rehber ilkelerinde, hedef klinik ölçümlerde /90mmHg'den az veya ambulatuvarda ya da evde tansiyon ölçümünde /85mmHg'den az olan durumlar için tercih edilen tedavi kalsiyum kanal blokerlerdir.[73]
"Yüksek Tansiyon" tabirinin de kullanıldığı hipertansiyon, kalbin pompalama yaptığı atardamarlar içindeki kan basıncının, yani tazyiğinin yüksek olması demektir. Bu yükseklik, içinde bulunduğu kalp ve damar sistemini yıpratmakla yola başlar ve sonrasında, damarları bozulan organların bizzat kendilerini de iflasa sürükleyerek yoluna devam eder. Bu organlardan öncelikle sayılacak olanlar göz, böbrekler ve beyin olmakla beraber, zaman içinde tüm dokular ve organlar etkilenebilir.
"Tıbbi kılavuzlara göre hipertansiyon teşhisi, yapılan ölçümlerin çoğunda büyük tansiyonun mmHg ve/veya küçük tansiyonun 90 mmHg üzerinde ölçülmesi ile konur" denilse de, ideal tansiyon değeri /80 mmHg'dır. Yaş kaç olursa olsun, bu böyledir. Yani ileride felç, kalp krizi, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği, beyin kanaması gibi hastalıklara uğrama riski bakımından, ideal sayılan /80 mmHg ile "idare eder denilen" /90 mmHg arasında bile epeyce fark vardır. Hatta biraz daha aşağıya doğru gidelim; rahatsız etmeyen, baş dönmesi veya halsizlik gibi belirtilere yol açmayan en düşük tansiyonun en iyi tansiyon olduğunu söylemek lazım.
Bu itibarla ideal tansiyon konusu hakkında kısaca şunu söyleyebiliriz; (Düşük tansiyon belirtilerine yol açmadığı sürece) en düşük tansiyon, en iyi tansiyondur. Mesela tansiyonu 90/60 mmHg (yani 9/6) ölçülen ama kendini iyi hisseden birini, durduk yerde düşük tansiyon hastası kabul edip tuzlu ayranlar içmeye teşvik etmek vahim bir hatadır. Böyle bir kişiye yapılması gereken şey, sadece böyle mükemmel bir tansiyon değerine sahip olmasından dolayı tebrik etmektir. Ama buradaki kastettiğimizin çeşitli hastalık hallerindeki tansiyon düşmeleri olmadığını, tansiyonun hep düşük seyrettiği sağlıklı ve yakınmasız kişilerle ilgili olduğunu özenle vurgulayalım.
Tansiyon yüksekliğinin genellikle baş ağrısı, ense veya tepe ağrısı-zonklaması, baş dönmesi, kulaklarda uğultu, çarpıntı hissi, bulantı gibi yakınmalarla seyrettiği iyi bilinir. Buradan yola çıkan birçok hastanın, aslında tansiyonunu hiç ölçtürmediği halde "Tansiyonum iyi, bir sıkıntım yok." demesine öyle çok rastlıyoruz ki. Tansiyon vücutta ne kadar uzun süredir yer edinmişse, vücut bunun belirtilerine karşı o kadar alışıyor ve bir nevi körleşiyor. mmHg veya daha üzerindeki tansiyon değerlerinin bile farkında olmayabiliyor hastalar.
Tansiyon yüksek olduğu halde hiçbir şikayetin olmaması ve kendini iyi hissetmek, ne yazık ki tansiyonun size zarar vermemesi, vücudun artık tansiyona alışması ve ondan etkilenmemesi anlamına gelmiyor. Tüm damar sistemi, kalp ve diğer organlar, o sırada hissetmeseniz de içten içe ve sessiz sedasız iflasa sürükleniyor.
Algılama sorununun diğer bir yüzü de, tansiyon yüksekliğinin sadece o sıradaki açlığa, tokluğa, üzüntüye, sinirlenmeye, iş yapmaya veya yürümüş olmaya bağlı olduğunu sanıp ana problemi görmezden gelmek şeklinde karşımıza çıkıyor. Sanıldığının aksine; o sabah henüz kahvaltı yapmamış olmanızın, ilacınızı henüz almamış veya yarım saat önce yürümüş ya da birkaç merdiven çıkmış olmanızın, şu andaki tansiyon yüksekliğinizi izah etme konusunda bir anlamı olamaz. Tansiyonun sadece rahat olunan durum ve saatlerde ölçülmesi de sorunun gizlenmesine neden olmaktadır. Mesela evde sabah-akşam yapılan ölçümlerin gayet iyi olması, buna karşın dışarıda tansiyonun yüksek seyrediyor olması hiç de nadir bir durum değildir. Ayrıca önceden 9/6 veya 10/7 gibi düşük tansiyon değerleri olan kişilerde günün birinde aniden tansiyonun sadece 'e çıkması bile gayet rahatsız edici olabilir. Bu hastaların pek çoğu bir türü iyileşmeyen baş ve ense ağrısı, kulak uğultusu, yorgunluk gibi yakınmalarla, ellerinde bir çuval dolusu migren, sinüzit ve depresyon ilaçlarıyla ve MR filmleriyle hastane hastane gezerler.
Hipertansiyon tedavisinde hekimler olarak en sık yaşadığımız sıkıntının bu olduğunu söylemek sanırım hata olmaz. Elbette tuz azaltılacak, elbette kilo verilecek, elbette düzenli yürüyüş yapılacak ve elbette stresten kaçınılacak. Bunlar temel. Ama ciddi bir hipertansiyonla sadece bu önlemleri kullanarak baş etmek mümkün değildir. Sarımsak, limon, kekik yağı, keten tohumu gibi yöntemler ise genellikle teselliden öte bir değer taşımazlar.
"Genç yaşta vücut ilaca alışmasın diye tansiyon ilacı almamak" felaketine çok sık şahit oluyorum. Düşünün; yaş 16, tansiyon Tamam hemen ilaç başlamayalım, tuzu azaltalım, yürüyüş yaptıralım ve kilo fazlalığı varsa verdirelim. Gönlünü de hoş tutalım. Peki yine de olmuyorsa ve tansiyon inmiyorsa? "İnmiyorsa inmesin, yeter ki bu yaşta ilaç vermeyelim." demek, bu çocuğu kanserden farksız bir durumun kucağına göz göre göre terk etmek demektir. Bu çocuğun geleceğinde daha yaşında böbrek yetersizliği, kalp krizi, felç gibi durumlar aklıma sadece ilk gelen senaryolar. Yani sıradan bir hipertansiyon hastasının yaşındaki akıbetini daha yaşındayken yaşamak
Çoğu hasta, bu ilaçları hep almanın böbrekleri veya karaciğeri yorduğu, hep ilaç almanın vücutta alışkanlık yapacağı ve ilaçlara bağımlı olmak istemedikleri gibi tezler ileri sürmekteler. Organlarınız bu ilaçları aldınız diye değil, almadınız ve hipertansiyonunuz gereği gibi tedavi edilmedi diye zarar görür. Uygun şekilde tedavi edilmeyen bir hipertansiyonun kanserden farkı yoktur. Kanser nasıl organ sistemlerini bozar ve iflasa sürüklerse, tedavisiz bir hipertansiyon da aynısını yapar.
Aldığınız ilaç veya doz yetersiz geliyor olabilir. Bu arada diğer bir yanılgı da ilacın dozunu rakamsal olarak ele alıp abartmaktır. "Komşumun ilacı sadece mg, benimki ise mg yani çok fazla. Yine de tansiyonum düzelmiyor. mg'ı daha ne kadar artırabilirim ki?" sorusu artık bir klasik haline gelmiş durumda. Her ilacın etkin dozu farklıdır. Ne bir ilacın sadece 1 mg olması onu daha tehlikesiz kılar, ne de başka bir ilacın mg oluşu onu diğerinden daha tehlikeli yapar. Bir ilacın 1 mg'ı başka bir ilacın mg'ı ile eşit etkide olabilir. Onun için bu rakamlara takılmamak lazım. Belli dozda bir ilaç alıyor olabilirsiniz ve tansiyonunuz hala düzelmemiş olabilir. Yapılması gereken durumu böyle kabullenmek değil, tedavinin daha da artırılmasıdır. Öncelikle ilaç dozu olarak, bu da yetmezse ilaç adedi olarak. Ta ki tansiyon konusunda hedefe ulaşalım.
Tansiyon ilaçları böbrekleri bozmaz. Tam aksine böbrekleri korurlar, yani yüksek tansiyon nedeniyle bozulmaların başladığı ve iflasa sürüklenen böbrekleri kurtarırlar. Özellikle şeker hastalığı varsa, hipertansiyon olmasa bile bazı tür tansiyon ilaçlarını böbrekleri korumak adına tatbik ederiz, tekrar söylüyorum hipertansiyon olmasa bile! Yani hipertansiyon ve/veya şeker hastalığınız varsa, eğer gerçekten böbreklerinizi düşünüyorsanız ve eğer ileride diyalize mahkum ve kendisine nakil için böbrek aranan biri haline gelmek istemiyorsanız bu ilaçları ALMANIZ gerekir. Bir başka deyişle yine söylüyorum, biz hekimler bu ilaçları böbrekleri bozmak için değil kurtarmak için kullanırız. Çünkü böbreklerde tansiyona bağlı bozulma başlamışsa böbrekleri kurtarmanın da yine bu ilaçlardan başka çaresi yoktur. Sadece, böbreklerde zaten çok ağır bir yetersizlik varsa, bu hastalarda dikkatli olmak gerekiyor. Hassas kararları vermek doktorunuzun işidir. Lütfen bu konulara hakim olmayan birtakım insanların etrafınızda bilir bilmez ve cahilce konuşmaları aklınızı çelmesin. Gerçek buradaki gibidir.
Etiket: