Resimli şehitleri anma sözleri ve Atatürk görselleri">
Ay-Yıldız'a sarılanlar… Bu vatan size minnettardır. 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Minnetle Yâd ediyoruz.
Bu destansı zaferin temelinde güçlü bir inanç, büyük bir vatan aşkı ve özgürlük tutkusu vardır. Çanakkale şehitlerimizi minnetle anmaktayız.
Çanakkale Savaşında 10uncu bölükte görevli Teğmen İbrahim Nacinin tuttuğu ve şehit düştükten sonra da komutanının yazmaya devam ettiği günlük tam 98 yıl sonra ortaya çıktı. 20 yaşındaki genç teğmenin 24 Mayıs te başlayan günlüğü, 21 Haziranda İbrahim Nacinin şehit olmasıyla son buluyor. Günlüğü Allahaısmarladık adıyla kitaplaştırıldı.
Vadiye paralel giden yamaca çıktığımız zaman, solda yeni birkaç mezar nazar-ı dikkatimizi çekti. Bunların ekserisinin üzerinde hiçbir işaret yoktu. Bazılarında birer ağaç dalı, iki üç tanesinde de kırık tahtalar vardı. Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim.
Çanakkale Savaşını İngilizler safında başından sonuna kadar izleyen savaş muhabiri Ashmead-Bartlett, Times Dergisinde 19 Mayıs tarihli makalesinden bir alıntı: “10 Ağustos günü Anzak Birlikleri büyük gayret sarfetmişler ve Conk Bayırı sırtlarına ulaşmışlarsa da ele geçirdikleri yeri koruyamamışlardır. Hele Ghurkalar’dan bir tabur Conk Bayırı’na çıkabilmişti. Fakat Türkler karşı saldırıya geçerek, tepeler üzerinde bulunan askerlerimizi bayırın eteklerine sürmüşlerdir. Bu savaş devler ülkesinde bir devler savaşıydı.”
Şadan Maraş Öymen’in Çanakkale Acı İlaç kitabından bir alıntı:
“Doktorlar ve yardımcıları beyaz önlükler giyiyorlardı. Ameliyathanede, ellerinde sterilize edilmiş beyaz havlularla hazır bekliyorlardı. Borik asit, limon tuzu ve ılık sudan müteşekkil bir karışım, antiseptik olarak kullanılıyor, genellikle sıcak olarak uygulanıyordu ve ardından yara, havluyla korunuyordu. Her zaman kaynatılmış su kullanılıyordu. En sık kullanılan anestezik, kloroform idi. Ancak, iltihaplanmış yaralarda kloroform kullanmak yerine, yaralıyı eterle bayıltmak gerekiyordu. Çünkü enfeksiyonlu yaralarda kloroformun, hastanın genel durumu üzerinde dolaylı olarak olumsuz etkileri oluyordu.”
Avustralyalı tarihçi Dr. Jonathan King, Gelibolu Günlükleri Kendi Anlatımlarıyla Anzakların Gün Gün Hikayesi adlı eserinde 25 Nisan Gelibolu çıkarmasından, harekatın son gününe kadar yaşananları anlatıyor. Savaşın günü, 18 Ekim Pazartesi, Anzak eri seafoodplus.info tarafından kaleme alınan notlarda şu ifadeler yer alıyor:
“Siperler bazı yerlerde birbirinden sadece 20 yarda (metre) uzaklıkta ve karşılıklı bomba atmak bir tür oyun gibi. Bomba fırlatıcıları olarak eğitilmiş özel adamları var, fırsatını bulunca düşman siperlerine bomba fırlatıyorlar. Şu anda öldürülmüş olan çok asker yok. Sanırım siperlerin dışı çok tehlikeli, çünkü keskin nişancıların kör kurşunları sürekli havada uçuşuyor, top mermileri başımızın üzerinden geçiyor. Ne var ki birkaç günden sonra insan buna alışıyor. Türkler öyle kötü insanlar değil. Birkaç gün önce Fransızca yazılmış bir mesaj gönderdiler, ‘Yiğit Avustralyalı yoldaşlara’ hitaben yazılan mesajda sigara karşılığında sığır eti konservesi istiyorlardı. Siperler bazı yerlerde sadece 20 yarda uzaklıktaydı. Bu yüzden birbirimizle haberleşmemiz çok kolaydı.”
Dr. Kemal Özbay, Türk Askeri Hekimliği Tarih ve Asker Hastahaneleri kitabında şöyle diyor:
Günlük harp kayıtları çok ağırdı. Bir saatlik bir süngü hücumunda bile yaralı sargıları yapıldıktan sonra hastahanelere gönderiliyor, sayının korkunç çokluğu bu sevkiyatı zorlaştırıyor, dere yataklarında günlerce hastahaneye götürülmeyi bekleyenler, açıkta tedavisiz kalanlar oluyor, bu şekil de pek çok genç ölüyordu.
Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey’in 31 Mayıs ’te anne ve babasına yazdığı mektup, iki hafta sonra şehit olur.
Sevgili peder ve valideciğim, gözbebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğimi evvela Cenab-ı Hakkın, sonra sizin himayenize emanet ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız. Oğlumun tâlim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen gayret ediniz. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan başka bir şey isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü azaltacak şekilde veriniz. Ağlayacak, üzülecek tabii; teselli ediniz (Pazartesi, 31 Mayıs )
25 Nisan günü Gelibolu Yarımadası’nda şehit düşen Yüzbaşı Yusuf Kenan Bey ile eşi Zehra Hanım arasındaki aşkı ve savaşın acılarını gün yüzüne çıkaran asırlık mektuplar, Gelibolu Mektupları , Ruhum, Sevgili Beyim! adlı kitapta bir araya getirildi. Yusuf Kenan şehit olduğunda 34 yaşındaydı. 2 çocuğunun olduğu Zehra Hanım ise bir daha evlenmedi ve 60 yaşında vefat etti.
İki gözüm, Zehracığım,Ruhum! Bu güne kadar size birkaç mektup gönderdim. Fakat zarflar açık olarak gittiği için bir şey yazılamıyordu. Buradan başka bir vasıta bulmak da müşkil olduğundan bi’z-zarure (zorunlu olarak) posta ile gönderiyorum. İki gözüm, Dersaadet’e sipariş ettiğim çarşaf el’an (henüz) gelmedi mi? Ben o vakitten beri Dersaadet’e mektup yazamadım. Eğer siz vakit bulur da yazarsan fena olmaz. Ve hem de çarşaf meselesini sual edersiniz. Bundan başka posta ile gönderdiğim on beş lira da zannedersem henüz vasıl olmadı. Bunun için de çok canım sıkılıyor. Adeta size karşı yalancı çıkmış oluyorum. ( Mart )
19 Ağustos tarihli Berliner Illustrierte Zeitung isimli Alman dergisine, savaşla ilgili izlenimlerini yazan Vollmoellerin haberine göre çocuğun adı Ali Reşat. Alinin babası, Balkan Savaşında bir Makedonya alayında yüzbaşıdır ve şehit düşer. Annesi ve kardeşleri, Sırplar tarafından katledilir. Bu katliamdan kurtulan Ali Reşat, kaçanlarla beraber Trakyaya gider ve askerlerin arasına katılır. Yaklaşık 20 ay askerlerle kalır. Daha sonra yolu onlarla birlikte Çanakkaleye düşer. Komutanı onun, Nisan ayındaki bir saldırıda, her iki bacağından ve bir mermiyle de ciğerinden yaralandığını, bundan dolayı 4 hafta cepheden uzak kaldığını da anlatıyor haberde. Dergide ayrıca Çanakkaleye gelen George Lebrecht isimli çizerin kara kalem resmi Ali Reşata benziyordu. Üstelik yılında hayatını kaybeden Lebrecht, yaptığı bu resmin altına Ali Reşat diye not düşer.
Çanakkale Savaşlarına subay adayı iken katılan Mehmet Fasih Beyin siperlerde yazdığı günlük, savaşın kanlı yüzünden, günlük yaşama ışık tutuyor. Günlük, Çanakkale Kanlısırt Günlüğü adı ile yayımlandı. Mehmet Fasih Bey korgeneralliğe kadar yükselir, te vefat eder.
“Ah! Ben Bu askerlik mesleği kolay. Bunların aldıkları para pek çok diyenlerin bu çamur üzerinde bir gece yattıklarını görsem. Acaba onlar yine böyle söylerler mi? Hiç zannetmem. Çünkü yaşım 21, fakat saçım sakalım ağardı. Bıyıklarıma ak düştü. Suratım buruştu ve vücudum çürüdü. Artık eskisi gibi mesaibe (felaketlere) ve şedaide (sıkıntılara) tahammül edemiyor müteessir oluyorum. Çünkü Osmanlı ordusunda zabitlik demek, evvela bombalara tahammül demektir.”
12 Ağustos ’te sabah saatlerinde İngilizlerden ele geçirilen bir sipere giren Türk askerleri, İngilizlerin kahvaltı için kurdukları sofralarının üzerine gelmişlerdi. Yedek Subay İsmail Hakkı Sunata Gelibolu’dan Kafkas’lara kitabında şahit olduğu olayı şöyle anlatmıştı:
“Şu İngilizler de çok akılsız ve ihtiyatsız. Bilmedikleri bir ülkede, dere içinde, sabah kahvaltısı için sofra kurmuşlar. Reçeller, bisküviler, şekerler, çikolatalar, yağlar, peynirler, çatallar, peçeteler. Hele peçeteler, halis ketenden. Kahvaltıda ansızın basılmışlar. Kaçamamışlar. Yahut kaçmamışlar. Birkaçı ölmek üzere. Ne feci. Artık ölmek, öldürmek aklıma gelmedi. Esir almak lazım. Askerlerin gözü dönenlerine bir iki sopa. Öldürmeyi önledim. Ötekilerin silahlarını zaten almışlardı. Sağ kalan üçünü, hemen ufak bir kağıda ‘esir’ diye yazarak, yanımdaki askerlerden ikisi ile gönderdim. Ölenlerin üzerini arattım. Birkaç harita buldum. Dört harita. Bir adet hatıra defteri. Bir fotoğraf. Fotoğrafa çok üzüldüm. Bir delikanlı ile İngiliz kızının resmi. Ne acı şey”
Alman Albay Hans Kannengiesserin, Çanakkale’de Türklerle Beraber kitabından bir alıntı:
Yarbay Mustafa Kemal Bey, şimdi Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak tüm dünyada tanınmaktadır. Ben o gün zaten ondan çok etkilenmiştim. Açık fikirli, güçlü ve ne istediğini bilen sakin bir adamdı. O dışarıdan herhangi bir koruma olmaksızın veya görüşleri için tasvip, izin ve icazet almaksızın bulunduğu yeri uyandırıyor ve diriltiyordu. Dolayısıyla az da konuşur ve sevimsiz de olmadan geriye çekilerek kendisini muhafaza eder ve beklerdi. Vücut yapısı bana çok mukavim görünmüyordu, fakat hırçındı. Sırım gibi sert ve yedi canlı enerjisiyle kuvvetlendirilmiş vücudu, birliklerinde apaçık görünmekteydi.
Carl Mühlman adlı Alman subayın Çanakkale Savaşı kitabından bir alıntı:
Yiyecek stokları fazla değildi. Açlık, umacı gibi her yerde, her tarafta geziniyordu. Çoğu kez porsiyonlar ve tayınlar azaltılmak zorunda kalındı. Koşulu hayvanların büyük bir kısmı yaz esnasında yem olmadığından Anadolu kısmına geçirildi. Yemeğin hazırlanması ve yapılması son derece ilkeldi. Sahra mutfakları yoktu. Cephenin çok gerisindeki açık mutfak tesislerini düşman denetiminden gizlemeye çalışıyorlardı. Siperlerden gecikerek sağlanan uzun taşıma sonucu yemek, çoğu kez bir lapa, koyun etiyle pişirilmiş olan pirinç, sebzeden veya birkaç et parçasından oluşuyordu. Acıkmış olan siperdeki savaşçılara soğumuş olarak ulaşabiliyordu. Bu soğuk yemeğin yeniden ısıtılması ancak karanlık basınca söz konusu olmaktaydı. Çünkü çıkan duman, düşmanın ateşini üzerine çekiyordu.
Ağustos ayı çıkarmasını takip eden günlerde İstanbul’daki yaşananların canlı tanıklarından biri de The United Press muhabiridir. Onun “Hasta nakliye gemisi geldiği zaman işaretlenmiş toplu taşım arabaları denizin önüne dizildiler. Yaralıları hastanelere götürmek için Kızılay’ın bayraklarını taşıyan tramvaylar da kullanılıyordu. Bir gece bu bitmek bilmeyen yaralı kafileleri akşam saat ’dan sabah ’a kadar otelimin önünden geçtiler. Bu durum, halkı az etkiliyordu. Ayrıca İstanbul’da ’den fazla hafif yaralı askerin olduğu söyleniyor.” şeklindeki ifadeleri İstanbul’da yaşananları da çok net anlatıyor.
Gördüğüm kadarıyla Türkler, cesur ve yüce gönüllü düşmanlar. Onlar kendi vatanları için çarpışıyor, bu savaşı kazanmakta olduklarını hissediyor ve kendilerinin çarpıştıkları askerlerden daha iyi olduğuna inanıyorlar. Türkler ile ilgili ifade etmem gereken önemli şeylerin başında onların gösterdiği insanlık ve cesaret gelir. İnsanlığın ve cesaretin birçok örneğini fevkalade düzeyde gösteren Türklerin en önemli şansı, daha güçlü ve sağlam siperlere sahip olmalarıdır. Bu sayede bizden daha fevkalade ve hızlı bir şekilde savaşabildiler. (Avustralyalı Savaş Muhabiri Keith Arthur Murdoch)
Kaynak Yılında Fotoğraflarla Çanakkale, Çanakkale Muharebe Meydanlarından İstanbul Hastanelerine Sağlık Hizmetleri, Çanakkaleye Asker İhracının İlk Günleri ve İstanbulda Okula Yansımaları
113396 113397 113398 113399 113400
batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir