i!i§JJ
Gerçek Tıp
Yayma Hazırlayan
Hatice Misge (Kot)
Baskı
lhlas Gazetecilik A.Ş.
29 Ekim Cad. 34197
Yenibosna, Istanbul
(0212) 454 30 00
isteme Adresi
[email protected]
(0212) 534 09 90
ISBN
978-605-62880-1-2
Kasım 2012
Aidin Salih
Gerçek Tıp
SADEHAYAT YAYINCIUK
Altunizade Mahallesi, Kısıklı Caddesi, No:22, Bı, Üsküdar!İstanbul
Tel: (o 216 ) 474 23 73
Kirabm hazırlanmasında verdilderi destelcten dolayı
Hatice Misf*!,
Yusu[Kot,
Umida Sa/ilı,
Faru/c ve Tilrkan Gilnindi
ve Er/um Çav'a teşeliilr ederim.
6
:J
__
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ • 10
HASTALIK SEBEPLERİ • 13
Hastalık Nedir 13 1 Az Çiynemek • 13 1 Fazla Yemek 15 1 Kanşık • •
Yemek • 17
1 Sık Yemek • 18 1 Yeme ve İçmedeSıraya Dikkat Etmemek
• 19 1 Bayat ve Isıtılmış Yemekler 20 1 Katkılı Hazır Yiyecek ve •
İlaçlar • 35
Su • 58 1 Bal • 62
1 .Meyve ve Sebzeler • 66 1 Süt ve Süt Ürünleri
• 68 1 Ekmek • 7ı 1 Et 73 1 Tavuk 77 1 Ya9lar 77 1 Yumurta
• • •
• 81
DOGAL İLAÇLAR • 82
Acı Kavun • 82 1 Arpa 87 1 Biberiye
1 Anason 87 1 • 86 • •
PARAZİTLER • ı79
ANEMİ • ı98
ALERJİ • 321
GMO • 395
Beyin. Çok Yönlü Bir Kontrol Merkezidir • �12 1 Binöral Aktivite • �13
1 Psikotrop maddeler • 419 1 .M.üzik-Koku İkilisi • 422 1 EEG Klonlama
• 42� 1 RFID Çipieri • 42� 1 Nanoteknoloji İle Zihin Kontrolü • 427
NANOTEKNOLOJİ • 4 28
SONSÖZ • 432
tÖNSÖZ
Hastalık Nedir
Organizmada bütün sistemler, organlar, hücreler, hücre organelleri ve
üretilen bütün maddelerin zerrecikleri birbirinden haberdardır ve mükem
mel bir uyum (homeostasis} içindedir. Bağışıklık sistemi bu uyumu titizlikle
muhafaza eder; bu uyuma zarar verebilecek veya değiştirebilecek her tür
Az Çi9"nemek
Sindirim, ağızda tükürük bezlerinin salgıladığı fermentler ile başlar. Or
ganik asitler, aromatik maddeler ve tuzlar çiğneme sırasında fermentlerle
karışır ve bir kısmı ağızdaki kılcal damarlara süzülür. Karbohidratların ağız
da başlayan sindirimi midede aynı enzimlerle devam eder.
Alınan besinin kimyasal yapısı hakkında toplanan veriler ağızdaki aku
punktur noktaları vasıtasıyla beyne gönderilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder
ve sindirimi buna göre programlar. Besin ne kadar iyi çiğnenirse, beyin
sindirim sistemini o derece iyi hazırlar. Yeterince çiğnenen bir besinin ta
dı ve kokusu ağızcia dağılır ve kaymağa benzer bir nesne (kimus) haline ge
lir. Bu ise 1 5- 40 çiğneme hareketi ile sağlanabilir.
Ağızcia çok miktarda akupunktur noktası bulunur (her bir dişin dibinde
2'şer tane). Çiğneme esnasında besinlerden ayrılan enerji bu akupunktur
noktaları vasıtasıyla vücudun genel enerji dolaşımına karışır. Bu yüzden kü
çük yudumlarla içmek ve küçük lokmalar halinde yemek gerekir.
Süt, et suyu, meyve-sebze suyu veya su küçük yudumlarla alınır, ağızda
ılıtılır, tükürükle iyice karıştıktan sonra yutulur. Gıdalar yeterince çiğnen
mezse, sindirim ilk basamaktan itibaren bozulur.
Hızlı yiyen daha çok yemeye mecbur kalır, çünkü vücut sadece kimya
sal bağlantıları çözme işlemi sonucunda oluşan enerjiyi kullanır, ağızdaki
akupunktur noktaları vasıtasıyla besinden alınması gereken enerjiyi kulla
namaz. İyi çiğnenmemiş yemek, kütleler halinde mideye gelir. Mide bu
kütleleri hazmedemez, sadece çürütür. Taze ekmek, beyaz ekmek (özellikle
kan grubu O için) ve et parçaları (özellikle kan grubu "A" için) en zararlısıdır.
" "
Fazla Yemek
"Her hastalığın temelinde tokluk vardır."
Hz. Muhammed (s.a.v.)
''Yemek onlar için bir ceza, bir ağ, bir tuzak ve bir pranga olacaktır."
Hz. Davut (a.s.)
Aromalar
Koku duyusu hiçbir yardımcı iletim mekanizmasına ihtiyaç duymadan
ve beyin tarafından kontrol edilmeden doArudan görevli sisteme (limbik
sistem) ulaşan tek duyudur. Limbik sistem, kalp atışları, kan basıncı, nefes
32 alıp verme, hafıza, stres düzeyi ve hormon dengesinin kontrolüyle görev
lidir. Kokular, duygusal hafıza, psikolojik ve fizyolojik hormonlar, üreme,
büyüme ve tiroid hormonlannın üretimini uyanr. Doğal olarak insan, hay
van, bitki ve bütün canlılardan yayılan kokulu veya kokusuz maddeler
üreme ve iletişimi yönlendirir.
Feromon adı veri len bu latif maddeler (çoğu ci nsel hormonl ar) , bir
canl ı dan salgı land ıktan sonra ayn ı türden başka canlı larda davranış
değişikl ikleri ne yolaçar, üremeyi, haberleşmeyi , canlıların yaratılış gayeler
ine uygun olarak görev yapmal arı nı sağlar. Ö rneği n , bir dişi hayva n ı n ,
üreme zama n ı n ı erkek ci nsleri ne bildirerek çağırmas ı , b i r arı n ı n , bulduğu
çiçekleri n yeri ni kilometrelerce uzaktaki anlara bildirmesi , göç eden hay
vanları n toplanınayı birbirleri ne haber vermesi feromonlar yoluyla gerçek
leşir. Feromon ortamdaki diğer doğal kokular tarafı ndan baskılanamayacak
kadar güçlüdür.
İ nsan feromonları , üreme hormonları n ı n salınımı, eş seçimi, gebelik, an
nelik, ergenlik veya yaşianma gibi fizyoloj ik süreçleri ve sosyal davranışları
kontrol eder. Eşler arasındaki ruhi uyumu sağlar, birçok hormonun üretim i
ni tetikleyerek, metabolizma v e gelişmeyi aktive eder v e yönlendirir.
Feromonlar koltuk altı, kasıklar, meme başı çevresi , burun delikleri ara
sındaki deri , üst dudak ve kıl keseciklerinden salgılanır; salya, burun, i drar,
dışkı, vaj i nal sıvı ve plasentada da bulunurlar. Feromonlar en aktif olarak,
herhangi bir duygu (cinsel duygular gibi ) doruğa çıktığında ve ölüm anın
da sal ı n ır.
Kokulu kimyasalların üret i m i n den önce parfümler, ç içekleri n uçucu
yağlarından, baharatlardan ve madenierden elde edi l i rdi . Feromonların
keşfinden sonra erkek domuzun ve boğanın derisi nden , plasenta ve idrar
dan feromonlar izole edi lerek parfüm güçlendirildL Bugün ise keşfedilen
pek çok feromon türü artık, nanoteknoloj i ve rekombinant- DNA yönte
miyle yapay olarak üretilmektedir.
Kokuların i nsan ruhu , kimyası ve duyguları üzeri ndeki etki leri anlaşı l
clıkça tıbbi, ritüel v e d i n i amaçlarla kul lanılmış, zamanla kullanım alanı ge
nişlemiştir. Doğal yollarla elde edilen ve "esansiyel yağ" olarak adlandırılan
kokulu yağlar korku, endişe, stres, depresyon gibi ruhsal sıkıntılaı, başağrı
sı, adet öncesi huzursuzluk, c insel soğukluk ve cilt problemleri gibi çok çe
şitli rahatsızl ıkları n tedavisinde ve doğumu kolaylaştırmada kullanılmaya
devam etmektedir. Kokuların tedavi amacıyla kullanılması ve ciddi prob
lemlere çözümler getirebilmesi, ne kadar etkil i oldukların ı göstermektedir. 33
Ç oğu insan kokuların yıllar önceki gibi çiçeklerden veya m isk geyiğin
den elde edildiği ni, doğal ve masum olduğunu düşünmektedir. Fakat bugün
parfümün içeriği % 95 oranı nda petrol ve kömür ürünü aromatik bi leşikler,
ftalatlar ve sentetik misktir. Kimyasal aromatik bileşikler yersiz coşku hali
(öfori), halüsinasyon, baş dönmesi, d.epresyon, baş aArtsı, vertigo, kalpte
ritm bozukluAu, hipertansiyon, ödemler, epilepsi benzeri kasılmalar, hare
ketlerde yavaşlama, donukluk, kulak çınlaması, görme bozukluAu, deri ve
mukozalarda morluklara1 kan hücrelerini öldürme etkisiyle kansere sebep
olur. Bu kimyasallar mutajen, toksik ve kanserojen psikotropik maddeler
dir.
Sentetik kokular, her çeşit koku ve tadı verebi len, "doğala özdeş" aro
malar olarak süt ürünleri, et ürünleri , bal, kahve, nargile ve sigara tütünü,
mantar, baharat, meyve ve sebzelerde; vücut bakım ürün leri , deterjanlar,
yumuşatıcılar, hasta bakım ürünleri , oyuncaklar, aksesuarlar, nanokumaşlar,
Kur'an, tesbih, seccade üreti m i nde, tedavide, cami lerde , hastanelerde,
okullarda, alış-veriş markezleri nde, araçlarda, kısacası her yerde yoğun kul
lanılmaktadır. Bu kokular doğal kokulardan 200- 2000 kat daha kuvvetl idir.
Doğal kokular kısa sürede etkisini kaybederken sentetik kokuların yoğun-
!uğu zamanla azalmaz, etki leri n i aylarca, hatta yıllarca sürdürür ve sadece
260 derecede yok olabi l ir. Kıyafet üzerine sıkılan parfümlerde veya koku
lu deterjanlarda durum daha tehl ikelidir çünkü koku içinde bulunan kimya
salları kumaştan çıkarmak defalarca da yıkansa mümkün deği ldir.
Green peace'in 2005'te 2 5 kokulu ürün üzeri ne yaptığı bir araştırmaya
göre "Ftalat esterler ve sentetik misk" parfümlerin içi nde tesbit edilen ze
hirl i kimyasallardan sadece ikisidir ve her bir ürün çevreye en az 1 7 çeşit
zehirli ki myasal yaymaktadır. İ ncelenen ürün ler içerisinde parfümler (al
kolsüz esanslar da dah i l ) , oda spreyleri , araç kokuları , deterjanlar, yumuşa
tıcılar, losyonlar, vücut bakım ürünleri ve şampuanlar bulunmaktadır.
Sentetik kokular içerd ikleri nörotoksik ki myasallar ile unutkanlık, ba
şağnsı, baş dönmesi, zihin bulanıklıA-t, hafıza kaybı gibi nörolojik rahatsız
lıklan; kaygı, depresyon, panik atak, dikkat daA-tnıklıiı, duygu ve kişilik
bozuk]$ gibi ruhsal rahatsızlıklan tetiklemektedir. Astım, sinüzit gibi
alerjilere; böbrek, kalp, karaciief, akciier ve baA-tşıklık sistemi hasarlanna;
yumurta ve spermlerde DNA bozulmalanna, kısırlık, doium hasarlan ve
34 düşüklere, diyabet, hipertiroid veya hipotiroide; kısırlıia, göiüs ve prostat
kanserine, sperm kalitesinin bozulmasına, cinsel hormonlarda dengesiziile
ve buna bailı olarak eşcinselliie, anne sütüne kanşarak birçok bebegin süt
ten kesilmesine sebep olmaktadır.
Bu kimyasallar kokulu ürün kul lanan herkesin , dünyaya gelen her 1 0 be
bekten ?'sinin idrarı nda tesbit edi lmektedir. Anne karn ındaki kız ceninde
vajina darlıA-tna, erkek ceninde penis ve erbezlerinin gelişememesine, erkek
çocuklarda kadınsı davranışlara sebep olmaktadır.
Ö strojen benzeri bileşikler erkeklerde, testesteron benzeri bileşikler ka
dınlarda hi potalamusta feromon etkisi yaptığı için bu ürünlere karşı güçlü
bir bağımlılık oluşmakta ve karşı cins çeki m i n i n azalmasına (ci nsel soğuk
luğa) sebep olmaktadır.
Sentetik kokulardaki zararı n aniaşılmasıyla birlikte bazı parfüm ve koz
ınetikler "organik" veya "doğal" adı altında piyasaya sürül mekte , ancak bu
ürünleri n çoğunda % 1 - 2 oranında doğal çiçek özü bulunmaktadır.
Sentetik kokuları n fi ziksel ve ruhsal sağl ığa zarar verdiği tespit edildik
ten sonra Avrupa ve Amerika'da kokulann kontrolsüz kullanımına karşı bir
çok çalışma başlatılmıştır. Kokulann zararianna pasif olarak maruz kalma
yı engellemek için, sigara içilmeyen alanlar gibi, parfümsüz alan oluşturma
çalışmalan yürütülmektedir. Okullarda, iş yerlerinde ve kapalı alanlarda
parfüm ve kokulu ütün kullanımı yasaklanmıştır.
Doğal kokular hormon dengesi , ruhsal denge, protei n ve enerj i üretimi
ni bağışıklık sistem i n i n izin verdiği ölçüde etkiler. Sentetik kokuları n 200
kat güçlü etkisi ise bağışıklık sistem ini baskılayarak, protein ve enerj i üre
timini, ruhsal ve zihi nsel faaliyetleri , davranış şeki llendirme süreçlerin i düş
man askerler gibi işgal eder.
Hz. Muhammed ( s . a .v)'ın kokular hakkında söyledikleri ni hatırlayal ı m :
"Bazı kokular melekleri çeker, habis ruhları uzaklaştırır; bazı kokular ha
his ruhları çeker, melekleri uzaklaştırır." (Cami/er, türbeler, okullar ve ev -
lerimizde habis ruhlan çeken kokular bulunsa, melek/erimize ne olaca k?
Yapay kokulu deterjan ve yumuşa tıcılarla yıkanan çarşaflar arasında yata -
nın, namazda kokulu seccade, kokulu eşarp, kokulu tesbih kullananın duru -
mu nedir? Kokulu sabunlarla yıkanan, kefen/erine yapay kafur veya misk
sürülen ölülerimizin durumu nedir?)
"Cinsel ilişkiden sonra gusledi n i z , su her kıl dibine ulaşsı n , çünkü şeh
35
vet maddesi her kıl dibinden çıkar." ( Rekombinant DNA ürünü cinsel hor -
manlar (feromonlar) parfüm, şampuan, sıvı sabun vs. ile vücuda sürülürse,
abdest ve gusle ne olaca k tır?)
" İ nsan ölürken, ruh her kıl dibi nden ayrı l ır." ( Kıl kökleri lazerli epilas -
yonla tahribata uğradık tan sonra feromon üretimine ne olaca k ve ruh be -
denden nasıl aynlaca k? )
Tıbbi İlaçlar
Amerika'da her yıl yaklaşık 2 5 0 . 000 kişi tıbbi hatalar yüzünden ölmek
tedir. Bunl ardan 1 2 7 bini hastahanede, yanlış ilaç veri ldiği nden veya ilaç
ları n yan tesirleri yüzünden öl mektedir. İ laçları n yan tesirleri yüzünden
hastane dışında ölenlere ait ise istatistik yoktur. Ancak onların sayısı mut
laka daha yüksektir. İ laçları n yan tesirleri yüzünden hastalananlarla ilgili de
hiçbir istatistik yoktur. Ancak tecrübeler gösteriyor ki, ilaçlar bütün hasta
lıkların temeli nde yer almaktadır.
Tıp literatütiine bakıldığında, ilaçlann tahrip edici etkisiyle ilgili şu so
nuçlara ulaşılır: Bazı ilaçlar kul lanıldıkları dönemde, bazıları kul lanımından
haftalar, aylar, hatta yıllar sonra, bazıl arı ise doza bağımlı olarak yan etki
gösterir. Birçok ilaç, kemik iliği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda ke
mik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere; karaciA-er toksisitesine ve karaci
A-er yetmezliğine; böbrek yetmezliğine, kısırlığa ve başka birçok hastalığa
neden olabi l ir. Hormonal sistemde dengesizl iğe, DNA'da değişimlere, ba
A"tşıklık sisteminin felcine yol açabil ir. Bazı ilaçlardaki (ömeAin kemoterapi
ilaçları) yan etkiler genel olarak tüm hücreleri etkisi altına alır ve sonuç ola
rak bazı dokulan ya da bütün dokulan tahrip eder.
Bazı duruml arda ise i laçl arı n yan etki leri seçici davranabi l ir. Ö rnegi n ,
bazı ilaçlar kemik il iği hücreleri nde DNA v e RNA sentezi n i engelleyerek
kan üreti minin azalmasına veya anormal hücre üreti mine, bunun sonucun
da lösemi ve anemi lere sebep olur (kloramfenikol , oksasi l i n , isoniasid, se
falotin, fen i ndion, fen itoin, fenilbutazon gibi ) .
Alyuvarların parçalanmasına ( hemolize) sebep olan kırktan fazla i laç
vardır: Aspiri n , sul fonamidler, sulfonlar, klorokin, dimerkaprol, kloramfe
nikol gibi . Bu da bazen geçici, bazen de ömürboyu kal ıc ı anemi oluştura
bil mektedir. Trombosit ve trombosit üreti m i bozukluğunda pek çok tıbbi
36 ilaç sorumlu tutulmaktadır. Aspiri n , kolşisin, antiromatizmal ilaçl ar, psiki
yatri ilaçl arı , valproik asid, furosemid, kalp ilaçları , anestezikler, antibiyo
tikler, bazı öksürük şurupları (gayokolat gibi ) , bazı allerj i ilaçları bu grup
tadır.
İ laçları n sebep olduğu damar romatizması nda (vaskul it, damar kireçlen
mes i ) cilt yüzeyinde i nce kanamalar, morarmalar, kangren oluşumuna ka
dar deği şen bulgular görülebi lir. Damar romatizması aspiri n , allopurinol,
klorotiazid, digoksin, furosemid, indometaz i n , iyot, izoniasid, metildopa,
pi peraz in, rezerpin, sul fonamidler, warfari n gibi ve daha bir çok ilacın kul
lanımı sırasında açığa çıkmaktadır.
Mikroorganizmaların çoğalması nı baskılayan antibiotikterin ve sul fan i
lamidleri n yan etkisi, bağırsak · m ikro floras ı n ı n yok edilmesi v e vita m i n
dengesi nin bozulmasıyla ortaya çıkar. Antibiyotikterin işitme duyusunu
olumsuz etkilemesi, parasetamolun karaciAeri tahrip etmesi, aspirinin kan
üretimini bozması v.s gibi burada da yan etkiler seçici davranmıştır.
Ilaçların kendi yan etkileri dışında bu yan etkileri güçlendiren bazı faktör
ler de bulunmaktadır. Örneğin: vücutta toksik maddelerin birikimi (aA-ır me
taller, insektisit, herbisit, kimyasal gübreler vs), gıdalardaki katkı maddeleri
nin bolluAu ve yoAun ilaç tüketimi.
Ilaçlann en belirgin yan etkilerinden biri de bu ilaçlara karşı oluşan fi
ziksel ve ruhsal ba�mlılıktır. Fiziksel ba�mlılık, o ilacın sürekli kullanım
gereksinimi ile kendisini gösterir ( Örneğin kortizon, insülin ve benzeri
ilaçlar). I laç kullanılmadı�nda ortaya psikolojik dengesizlikler, baş dönme
si, baş aArtlan, bel ve hacaklarda aAn, tansiyon ve kan şekerinin yükselme
si gibi rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Psikolojik ba�mlılık ise kendisini ruhsal rahatsızlık olarak gösterir (ör
neğin: sigara, alkol, kokain) . Morfin, kodein, antidepresan, uyancı, uyku
ilacı, fenilalanin vs gibi ilaçlar fiziksel olduAu kadar ruhsal ba�mlılığa da
neden olur. llaçlara bağımlılık organlarda ve dokularda tahribata neden ol
duğu gibi genetik yapıyı da bozar. (En Yaygı n Kullanılan Katkı Maddele
ri , Aspartam" bölümüne bakı nız)
Ancak ilaçların, mutajenik, embriyotoksik (embriyonun etkilenmesi) ve
fetotoksik (cen inin etkilenmesi) olması en teh likel i özellikleri nden biridir.
Hamilelik esnasında küçük dozda veya birkaç yıl evvel dahi kul lanılan
birçok ilaç, direk ol arak embriyoyu yada cen ini etki leyebi leceği ve mutas
37
yona uğratabileceği gibi düşüğe de sebep olabilir.
Eğer ilacın mutajen etkisi embriyonun fiziksel gelişimi nde mutasyonla
ra neden oluyorsa (örneğin yarık dudak, uzuvları n gel işmemesi, üreme or
ganlarının gelişimi nde bozukluk vs . ) bu yan etkiye teratojen etki denir. Ya
pılan araştırmal arda varfari n , etano l , kortekostero id (korti zon, östrojen,
an drojen vs) preparatları , nitrofura n , vitam i nler, kemoterapi i laçları , epi
lepsi ilaçl arı , hormonal ilaçlar vs gibi ilaçları n teratojen etkiye neden oldu
ğu tespit edi lmiştir. Ayrıca yapılan araştırmalar, günümüzde modern tıpta
kullanılan bir çok ilaçtaki teratojen etki nin hücre bölünme prosesi n i boz
duğunu, fermentlerin aktifliği n i , protei n ve nükleasitleri n sentez i n i etki le
diği ni ortaya koymuştur. Bu sebeple hamilel ikte ilaç kullanımı mutlaka dur
durulmalıdır.
Ilaçların zararları cil der dolusu kitap konusudur. Aşağıda en sık kullanı
lan "Rekombinant" ,i laçl ardan biri olan Kortizon örnek olarak veri lm iştir.
Kortizon, böbreküstü bezinin kabuk kısmından salgılanan , çok önemli
bir hormondır. Sentetik kortizon doğal kortizona göre 2 5 - 40 kat daha ak
tiftir ve bünyeden çok daha yavaş dışarı atılır. Güçlü aktivi teye sah ip sen
tetik kortizon bu özel liğiyle doğal kortizonun tüm pozisyonları nı ele geçi
rir ve fiziksel bağı mlıl ığa sebep olur.
Alınan kortizon hızla kana karışır, hücrenin i mmün bariyerin i aşarak çe
kirdeğe ulaşır ve DNA ile etki leşime girer. Bu ise hücrelerde protein ve fer
ment sentezini ele geçirerek baskılar yada stimüle eder. Kortizon aynı şe
kilde plasenta bariyerini de aşarak ceninin hücrelerine ulaşır ve ceninin do
kulannda meydana gelen tüm hücresel süreçlerin kontrolünü ele geçirir.
Sentetik kortizon tüm alerj i k hastalıklarda ( romati zma, astım - bronşit,
egzema) ve hemen hemen tüm cilt hastal ıklarında kul lanılan i l açlardır;
Anaflaktik şoku önlemede; nakledilen organ ve dokuların reddedilmesi n i
engellemede; bağı şıklık sistem i , böbrek, pankreas, akciğer v e karaciğer
hastal ıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.
Mide ülseri , tansiyo n , kan üretim i n i n bozulması, damar tıkan ıkl ı ğ ı ,
ödem, sivilce, şişmanlık, kıllanma, adet düzensizliği , erken menopoz, ke
mik erimesi, kas zayı flığı , deri ve kaslarda atrofi , steroid diyabet, diyabeti n
ilerlemesi, pankreatit, karaciğer v e böbrek yetmezl iği , epileptiform kas ı l
maları v e diğer nörolojik bozukluklar, eyfori , psikoz v e pek ç o k psikoloj i k
bozukluklar kortizon kul lanımıyla oluşur.
42
Hadislerde Hastalık Sebepleri ve Tedavi
Peygamberimiz ( s . a . v . ) "Allah'ı zikirden aynlmayan hayvanı avcı avla
yamaz", buyuruyor. Sağl ıklı hayvanı ne yırtıcı bir hayvan ne de avc ı avla
yamaz . Zikirden ayrılmayan organ d a hastalanmaz. ( B i l imsel araştırmalar,
avianan hayvanları n tamamının hasta olduğunu gösterm iştir. )
Hadi s - i Şeri fler'de : "Bir kimse üstüste üç gece ateşlenirse, anadan doğ
duğu gün gibi günahlanndan çıkar'', "Kulun hastalığı hatalarını giderir. Ate
şin altın ve gümüşün kirini gidermesi gibi", "Az yemek az günahtır'' , "Has
talığınızın günahlar, ilacınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız", "Hasta
larınızı yiyip içmeye zorlamayın. Allah, onlan yedirir ve içirir'', buyrulmuş
tur.
Bu hadislerde hata, günah ve hastalık kel imeleri ayn ı anlamda kul lan ı l
mıştır. Demek ki tedavi olmadan önce hastalığa götüren hataları araştırmak
gerekir.
Bir kadın Peygamber Efendimize gelerek "Ben saralıyım. Allah'a dua
ediver'' dedi. Peygamber Efendimiz, ''Dilersen sabret, sana cennet verilsin,
dilersen sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim" dedi. Kadın "Öyley
se sabredeceğim" dedi.
Bu kadın, cennet karşılığı nda Al lah'tan bile şifa dilememiş , sabretmeyi
seçmiştir. Biz ise, en ufak bir rahatsızlıkta, içeriğini araştırmadığım ı z ilaç
larla homeostasisi altüst ediyor, ameliyatla organları aldınyar ve cenneti
umut ediyoruz.
Peygamberimiz (s.a.v. ) bir hastayı ziyarete gitti ve iki tabip getirtti "Bu
adamı tedavi edin" buyurdu. Tabipler "Ya Rasulallah, bizler cahiliye devrin
de ilaç hazırlardık, tedavi ederdik. fslam'a girdiğimizden beri tevekkülü
seçtik." dediler.
Peygamberimiz (s. a.v. ) "Onu tedavi edin." buyurdu.
Demek ki hastal ığa sabretmek ve tevekkül etmek mükemmel seçimdir,
ancak tevekkül edemeyenler için tedavi de caizdir. Fakat tedavi ararken "Ha
ramla tedavi olmaz" Hadis -i Şerifini unutmamak gerekir. ("Tıbbi i laçlar" ve
"Bağışıklık Sistemi" bölümüne bakınız . )
Az yemeye başlayan bu hadislerdeki gerçeği kısa zamanda anlar.
Ba9"ışıklık Sistemi 43
İltihaplanma
Dokularda toksin ve/veya metabolizma atıkları biriktiğinde, bu dokular
daki ve çevre damarlardak i sıvı dışan sızar ve böylece hastalıklı bölgede
ödem (şişlik) oluşur. Ödem yabancı maddeleri içine alarak sağlıklı dokular
dan izole eder. Ödem içinde toplanan lökos itler atıkları , yabancı maddele
ri yutar, yok eder ve bu sırada kendisi de ölebi lir. İ ltihap, ölü doku ve tok
sinler ile canlı veya ölü lökositlerin karışımıd ı r. İ ltihabın ortaya çıktığı b ö l
gede şişlik, kırmızılık, sıcaklık ve ağrı hissedilir. İ ltihap bir yol bularak dışa
rı çıkarnazsa bağışıklık sistemi, iltihabı atmak için en kısa, hiçbir zarar içer
meyen başka bir yol bulur.
Böylece vücut tehl ikeli metabolik atıkların birikiminden iltihaplanma
sayesinde arınmış olur. Bu, vücudu hastalıklardan koruyan normal bir sa
vunma reaksiyonudur. Bu durumda yapılacak en doğru şey 2 - 3 gün aç ka-
larak baAtşıklık sistemine destek olmaktır. Çünkü baAtşıklık sistemi ancak
sindirimle meşgul olmadıAt zaman özgürce çalışabilir. Fakat insanlar çok ve
karışık yemeye alıştırıldıkları gibi, ateş, öksürük ve i ttihaptan korkmaya da
alıştırılm ıştır. Besienmeyi düzelterek metabolik atıkların azalmasını sağla
mak yeri ne, bu korkuyla, ateş düşürücü ve antibiyotik alırlar.
Ateş düşürücü (sal isilatlar) ve antibiyotik ise bağışıklık sistemi n i bloke
eder. Ateş düşer, lökosit sayısı normale döner, öksürük, hapşurma ve burun
akı ntısı yok olur, itti hapianma son bulur. Ancak iyileşme gerçekleşmez.
Çünkü ateşi n düşmesiyle birlikte metabolik atıkların dışarı atılması da son
tanır. Bağışıklık sistemi bu kez antibiyotik ve sal isilatların karaciğer tarafın
dan nötrolize edi lmes i , böbrekler tarafı ndan vücuttan uzaklaştırılması için
çalışmaya başlar. Bunu başarır başarmaz atması engelleneo metabolik atık
lardan kurtulmak üzere yeniden harekete geçer: Ateş yükselir, i ttihapianma
başlar . . . Hasta yine antibiyotik ve sal isiladar alarak bağışıklık sistemini blo
ke eder . . . . ve bu şeki lde bir kısır döngüye girilir. Bağışıklık sistem i tekrarla
yan birkaç denemeden sonra bu kısırdöngüden kurtulmak için sıradışı bir
46 tepki vermeye mecbur kalır. Bu tepki alerj i olarak adlandırıl ır.
Alerj i , genell ikle kaşıntı, ödem ve bronkospazm (nefes darl ığı ) şekl i nde
kendini gösterir.
1 - Kaşıntı , bağışıklık sistem i n i n , zararl ı maddeleri (bu durumda antibi
yotik ve sal isilatların metabolikleridir) cilt vasıtasıyla en kısa yoldan vücut
tan uzaklaştırma yöntemidir. İ nsan kaşınan yeri kaşıdığı n da kan dolaşımı
hızlanır ve bunun la birlikte zararl ı maddeler daha yoğun bir şekilde atılır.
2 - Ödem : Zararl ı madde dokulara hasar verecek n itel ikteyse bağışıklık
sistemi zararlı maddenin bulunduğu bölgede ödem oluşturur. Bu şekilde bir
yandan izolasyon sağlayarak diğer dokuları korur, bir yandan seyrelterek
yoğunluğunu ve etkisini azaltır, bir yandan da vücuda yayılmasın ı engeller.
3- Bronkospazm ile bağışıklık sistem i akciğeriere oksijen girişini kısıtla
yarak metabo l i zmayı yavaşlatır. Metabol izma n ı n yavaşlamasıyla zararl ı
maddenin vücutta yayılması da engellenmiş olur.
"Hastalık" olarak kabul edilen bu alerjik reaksiyonlar baAtşıklık sistemi
nin anormal tedavilere verdiAi normal reaksiyonlardır. Ancak modern tıpta
alerj ik reaksiyonu baskıl amak üzere kortizon kullanıl maktadır. Kortizon,
vücuttaki bütün protein üretim i n i kontrol altına almaya ve bağışıklık siste
m i n i n uygul adığı süreçleri yönetmeye çalışır. Bağışıklık sistem i bu durum
karşısında "hastalık" gibi görünen çok farklı ve şiddetli koruma yöntemleri
gel iştirir ("Kortizon" bölümüne bakı n ız ) . Bu farklı koruma yöntemleri ne
karşılık modern tıp daha çok i laç önerir. Bağışıklık sistem i n i n koruma yön
temlerine ilaçlarla yapılan müdahale alerjilere, alerj i tedavisi immün deffi
site (bağışıklık yetmezl iği ) , immün deffisit ise daha şiddetli alerj i ve enfek
siyonlara sebep olur.
i mmün deffisit ve enfeksiyonların tedavisinde de alerji tedavisinde kulla
nılan ilaçlar kullanılır. Kimsenin dikkat etmediği ve önem vermediği para
doks şudur ki, immün deffisite sebep olan ve immün deffisit tedavisinde kul
lanılan ilaçlar aynı ilaçlardır.
Kısacası hemen hemen bütün hastalıkların sebebi tıbbi ilaçlara karşı
oluşan alerjiler ve alerji tedavisiyle ortaya çıkan immün deffisittir. Tıbbi
ilaçları n devamlı kullanılması ve immün deffisit tedavisi ise bağışıkl ık siste
mini felce götürür.
Felç olan bağışıklık sistem i artık hiçbir görevini yeri ne getiremez, hüc
relere enerj i ürettiremez ve kişiye has özel likleri koruyamaz. Bu noktadan
47
itibaren toksinler nötrolize edilemez ve dışarı atılamaz; karaciğer yetmez
liği , böbrek yetmezliği, kal p yetmezliği, mutasyonlar, kanser veya AIDS
ortaya çıkar. H içbir engel le karşılaşmayan parazider (m ikroplar, tek hücre
liler, helmi ntler gibi) hızla çoğal ır, canlı kalan dokuları eritip parçalayarak
kendi leri için besine dönüştürür.
Buraya kadar gördüklerimi zden çıkan tablo şudur: Aşı ve ki myasallar
hastalık üretir, hastal ığı tedavi etmek için kul lanılan i laçlar yen i hastal ıklar
üretir, üretilen yeni ilaçlar ve yöntemler insanlık tarihinde görülmemiş has
talıklar üretir . . . . . Bu kısırdöngü immün sistem çökene kadar devam eder.
Bu kısır döngüye hergün genç yaşl ı , yetişkin, çocuk, yen i i nsanlar kapı l
maktadır. H astalanan, sakatlanan, genetiği değişen, ruhsal v e zihi nsel den
gesini kaybeden insanlar topluluğu büyümekte v e b u çember onları yut
maktadır. Her yen i üretilen ilaçla bu çember daha da genişiernekte ve bü
tün insanları içine almaktadır.
Tabioya bakıldığında, bu fasit daireden çıkış yok gibi görünüyor. Ancak
bil iyoruz ki, sağl ıklı bağışıklık sistemi aral ıksız, hatasız ve zorunlu olarak
en önem l i görevini yan i organizmanın kendine has özell ikleri n i , genofon
du (levh - i mahfuz) ve hücrelerde enerj i (zikir) üretimini koruma görevini
yeri ne getirmek üzere programlanmıştır. Bağışıklık sistem inin farklı meka-
nizmaları hücrenin enerj i üretim i n i korumak ve gereksiz enerj i harcaması
nı önlemek için hücre süreçleri n i sıkı bir kontrol altında tutar ve h içbir ha
taya izin vermez . Dolayısıyla, hücrelerdeki protein ve enerji üretimini ilaç
larla etkilemek için, bağışıklık siteminin kontrolünü devre dışı bırakmak
gerekir. Burada şu öneml i noktayı hatırlayalım : hücre, organizmanın haya
ti temel taşıdır. Çünkü hücrede genofond ( insanın kişil iği , geçmişi ve gele
cek nesl in özell ikleri ) saklıdır; gerekli protei nler ve enerj i burada üretilir;
yan i organizma için en önemli işlemler burada gerçekleşir. Ü retilen enerj i
nin b i r kısmı organ izmanın ihtiyaçları , b i r kısmı ise ruhsal gel işim i ç i n kul
lanıl ır.
Modern tıbbı n uyguladığı bütün tedavi lerin amacı bilerek veya bilme
yerek bağışıklık sistem i n i baskılamak ve bunun sonucunda hücre n i n en
önemli işlevlerin i kontrol altına almaktır. Bunun en etkin yolu hücrenin ge
netik yapısını değiştirmek ( mutasyo n ) veya hücreyi yeniden programla
maktır.
48
Hücrenin Genetik Yapısında Deqişme (Mutasyon)
Kemoterapi , DDT, PHD, lazer, radyo dalgaları , elektromanyetik dalga
lar, rekombinant- DNA ilaçlar, yapay yiyecekler ve kokular gibi fiziksel ya
da kimyasal ajaniara maruz kalan bir organ izmada hücre mutasyona uğraya
bilir yani hücrenin genetik yapısı değişebi l ir. Mutasyon için bir başka yol ise
organizmaya m ikrop, virüs, bitki, hayvan gibi herhangi bir canl ının hücre
si nden genetik madde aktarımıdır. Aktarılan genetik madde sentetik de ola
bilir.
Hücreyi yeniden programlamada en uygun metod Lazer kullanmaktır.
Lazeri n elektromanyetik dalgaları (l azer enerj isi ) canlı hücreler üzeri ne
şu şeki lde tesir eder: Hücreler, lazeri n elektromanyetik dalgaianna maruz
kaldığı nda bir yandan kendi enerj i leri n i kullanırken bir yandan da lazer
enerjisini kul lanarak protein ve enerj i üretimini artırır. Buna ek olarak laze
ri n enerj isi hücreden hücreye, organizman ı n bütün hücreleri ne yayılır ve
her birinin enerj i üretimini etkiler. Bu şekilde lazer, vücudun hangi bölge
si nde kullanılırsa kullanılsın bütün hücreleri n zikrini etkiler (kendi di l i n de
"konuşturur") Basit bir anlatımla lazer, hücreleri n enerjisini ( zikri n i ) kontrol
altına al abi lir.
Bütün tıbbi işlemlerde neşter olarak lazer kul lanmak mümkündür. Sün -
net, dermatoloj i , j inekoloj i , kozmetoloj i , cerrahi , nörocerrahi , stomatoloj i ,
travmotoloj i gibi farklı alanlardaki kul lanımıyla bütün insanlar lazere m a
ru z kalabilir. Buradan çıkan sonuca göre lazer, hücreleri mutasyona u#fat
mada ve yen iden proglamlamada en güçlü ve en geniş kullanım alanına sa
hip ajanlardan biridir.
"Hücrenin genetik yapısını deiiştinne" ve ''hücreyi yeniden programla
ma" yoluyla baAtşıklık siteminin konunası devre dışı bırakılır ve "Rekombi
nant i laçlar" vasıtasıyla hedef bölgede istenilen genetik değişim gerçekleş
tirilebilir.
Rekombinant İlaçlar
Farklı biyolojik türlerden (en sık domuz ve maymun kullanıl ır) alınan
DNA molekülleri , genetik mühendislik teknoloj isiyle kesi l i r; elde edilen
farklı DNA parçaları birleştirilerek doğada kendil iğinden oluşması müm
kün olmayan DNA parçaları oluşturulur; m ikrop, virüs gibi bir konağın içe -
risine sokularak onun genetiği değiştiri lir ve amaçlanan maddeyi üretmesi 49
sağlanır. Elde edilen DNA materyalleri i laç, aşı, aromatik madde ve gıda
katkı maddeleri gibi vasıtalarla hedef organizmaya transfer edilerek üretim
amacına uygun özellikleri n i n açığa çıkması sağlanır. Bu işleme Rekombi -
nant DNA teknoloj isi adı veril ir. Ö rneğin , bilim adamları , örümcekte ipeği
üreten gen i , keçiden alınan hücrelere ekleyerek, keç i n i n genetiği n i
değiştirm işlerdir. Böylece keç i n i n memesinden akan süt havayla temas
ettiği nde örümcek i peğine dönüşmüştür.
Rekombinant DNA teknolojisi ile tıbbi tedavide isten ilen "yönlendiri l
miş" protei n ("Rekombinant ilaç") tasarımı v e üretimi mümkündür. Yönlen
dirilmiş Rekombinant ilaç, hücrenin immün bariyeri n i (hücre zarı ) aşarak
hücre reseptörleriyle bağlantıya geçer ve çekirdeğe ulaşır. Burada DNA'yı
etki leyerek hücre işlevleri n i yöneten prote i n ve fermentlerin üret i m i n de
yer alır. "Rekombinant ilaçlar" vasıtasıyla organizmalarda bölge hedefli is
tenilen genetik değişimler gerçekleştirilebil ir. Kan pıhtılaşma faktörleri , vi
tami nler ("K" vitamini dahil ) , antikorlar, bütün aşılar, amino asitler ( fenila
lanin gibi ) , hormonlar (kortizon , i nsül in, östrojen gibi) ve enzimler rekorn
binant ilaçlar grubundandır.
Rekombinant DNA ve "rasyonel protein tasarımı" teknikleri ile "makas
enzimler'' elde edilir. Bu enzimler kullanılarak, DNA'nın kıvrım ı açılabilir
ve gen , gen grubu veya DNA parçası kes i l i p atılır. Yerine herhangi bir
hayvan türünden (maymun , domuz, tavşan, vs . ) alınan veya yapay olarak
üretilen gen , gen grubu veya DNA parçası yerleştirilerek terz i n i n kumaşı
şekillendirmesi gibi organizma genomu şekil lendiri lir. Dolayısıyla organiz
maya istenilen özellikler hızla kazandırılabil ir.
Rekombinant i laçlar özell ikle erken evrede olmak üzere ceni n için çok
tehlikelidir. Çünkü Rekombinant ilaçlar plasenta bariyerin i geçer ve ceni n
d e bütün süreçleri kontrol altına alır. Bu durum teratojen etkilere (sakatl ık
lara ) yol açar. Embriyo evresi nde kullanılan rekombinant i l açlar ise direk
kök hücreyi etkiler. Bütün hücreler kök hücreden oluştuğu için bütün do
kular ve organlar etkilenebilir. Bu etkileşim cenin dokularında kökten fizik
sel ( doku ve organlarda) ve ruhsal anamalilere yol açar.
Tıpta kullanılan biyoteknoloj i ve nanoteknoloj i n i n şu anki amacı, bilgi
sayar vasıtasıyla doğrudan D NA'yı m a n i püle etmek, hücreleri yen i den
programlamak ve bağışıklık sistem i n i n kontrol mekanizmaları n ı yok ede
rek, hücrelerdeki protein v e enerj i ( zikir) üreti m i n i kontrol a l t ı n a almak,
50 her i nsana özel bağışıklık sistem i n i n yeri ne yapay bağışıklık si stem i n i
devreye sokmaktır.
Kök Hücre
Bugüne kadar orga n i zmalarda genel veya bölge hedefl i genetik deği
şimler gerçekleştirmede kök hücreden daha etkili bir ajan bulunmam ıştır.
Döllenmeden bir kaç gün sonra ana rahm i n de, 220 farklı hücreye dö
nüşme yeteneğine sahip embriyonik kök hücre oluşur.
Teorik olarak bütün hastalıkları kök hücre ile tedavi etmek mümkündür
ve bir çok ülkede bu amaçla deneyler yapılmaktadır. Bu deneyler olumlu
sonuç verirse hastal ıkların tedavisinde yen i bir çağ açılır ve ilaç kullanma
ya ihtiyaç kalmayabilir. Ancak embriyonik kök hücre kul lanım ıyla ilgili
etik kaygılardan dolayı farklı kök hücre kaynakları araştırıl m aktadır. Kök
hücre elde etmede en yaygı n olarak 1 0 haftalık damuzun kulak dokusu ve
kemik i l iği , domuz en dometrium hücreleri ve genç kadı nların adet kanı
kul lanıl ır. Bu kaynaklardan alı nan basit hücreler laboratuvar ortamında de
ğiştiri l i p gel iştirilerek yen i den programlanır ve embriyonik kök hücreye
dönüştürülür. Embriyonik kök hücre, vücuttaki herhangi bir hücreye dö
nüşme kapasitesine sahiptir. Hatta domuzdan elde edilen kök hücreler ge-
netik olarak değiştiriterek i nsana uyumlu herhangi bir organ elde etmek bi
le mümkündür. Ayrıca genç kadı n l arın adet kanı ve domuz endometri
umundan elde edilen kök hücreler cildi gençleştirme; saç dökülmesin i dur
durma; diş, dişeti , yanık, yara ve kırık tedavisinde kullanıldığı gibi nevral
ji, diyabet, kal p- damar hastal ıkları , göz hastalıkları , iltihapl ı hastalıklar, cilt
hastalıkları gibi her alanda kullanı labilir. Her i nsanda bu hastalıklardan bir
veya birkaçma rastlamak mümkün olduğuna göre herkes kök hücre tedavi
siyle tan ışabilir. Ö yleyse kök hücre kullanımı insanı nereye götürür düşün
meye çalışal ı m .
DNA, ait olduAtı organizmanın bütün özelliklerini taşımaktadır. DNA
2 çeşittir, çekirdek DNA ve mitokondrial DNA. Mitokondrial DNA anne
den gel ir ve hücredeki yerleşim yeri mitokondri dir. ( Cenaze namaz ı n da
cenazenin anne ism iyle anıldığını hatırlayal ı m . ) Mitokondrilerde enerj i (zi
kir) üreti l ir. Bu enerj i n i n bir kısmı organizman ı n ihtiyaçlarında, kalanı ise
ruhsal gelişi rnde kul lanıl ır. Her iki DNA da son derece kalıcıdır. Başka bir
organizmaya ait DNA ağız yoluyla deAtl de enjeksiyonla doArudan kana
verilirse insan DNA'sına karışabilir, ölene kadar bedeninde, ceset çürüdük- 51
ten sonra kalıntılannda binlerce yıl bozulmadan kalabilir. Domuz ( donör)
endometrial kök hücresi ile alıcıya (resepiyent) damuzun çekirdek ve m i
tokondri al DNA'sı geçer. Domuz DNA'sı resepiyent genarnuna karışabilir
ve damuzun fiziksel ve ruhsal özellikleri resepiyente geçebil ir. Ayn ı durum
adet kanı ndan kök hücre nakli yapılan resepiyent için de geçerl idir. Mo-
dern tıbbın uygulamaları n ı dikkatle takip eden biri n i n kolayca farkedeceği
gibi bu uygulamalardaki hedef, hücreleri mutasyona uğratmak ve yen i den
programl amak; immün sistemi baskılamak; sonuç olarak, enerj i ( zikir) üre-
timi de dahi l olmak üzere, hücrenin bütün işlevleri n i kontrol altında tut
maktır.
Her fırsatta, farklı yollarla organizmaya transfer edilen genetik mater
yal (katkı maddeleri, ilaçlar, aşılar,vs. ile), bağışıklık siteminin korumasını
devre dışı bırakmak ve kendi özelliklerini baskın kılmak için aktif bir şekil
de çalışırken baAışıklık sistemi var gücüyle buna karşı koyar. Bu savaş ya
bağışıklık sisteminin galibiyeti ile devam eder veya iflası ile sona erer. Ba
ğışıkl ık sistem inin bu güçlü mutajenlere karşı gal ibiyeti kişi nin bunları kul
lanmamasına veya kullanmak zorunda kaldığı nda taşıdığı n iyete bağl ıdır.
Bağışıklık sistemi i flas edip hücrenin bütün süreçleri ve enerj i üreti m i
onun koruması ndan çıktığı nda i s e i nsan kendine h a s özell ikleri kaybe -
dererek başka b i r varl ığın özell iklerini kazan ır. Başka bir deyişle insan, re
kombi nant DNA ürün leri , kök hücre ve lazer etki leşimi ile insan- maymun
domuz kimeras ına dönüşür. Kura n - ı Kerim'de bu gerçeği anl atan ayetler
olmasaydı bu bir fantazi ol arak kubul edilebil irdi .
''De ki Allah'ır indinde ceza olarak size bundan daha kötüsünü haber
vereyim mi7 O kimseler ki Allah onlara lanet etmiş, onlar O'nun gazabına
uAramış, onlardan maymunlar, domuzlar ve taAut;a tapanlar yapmıştır. I şte
bunlar mevkice daha kötü, yoldan daha çok sapmışlardır." (Maide Suresi
60)
lblis "Ben hiç balçıktan yarattıAtn bu kimseye secde eder miyim dedi ve
dedi ki benden üstün tuttuAuna (buna) bak." İ sra Suresi 6 1
İ lginç olan şudur ki, insan, adım adım ilerleyen bu karmakarışık "bi l i m
sel gel işmeler" arasında unuttuğu hakikati hatıri ayabilse sağl ıklı ol mak ya
da hastal ıktan kurtulmak için hiç bir şeye ve hiç ki mseye ihtiyacı olmadı
ğı n ı görür. Kur'an - ı Kerim'de, hadislerde, büyük alim ieri n kitapları nda an
latılan da budur.
52
Kan Nakli
daki farkı bil mediği için böyle bir fetva verebi lmektedir. Bu farkı anlamak
için sindirimin dört safhada gerçekleştiği n i ve helal lokmanın önem ini ha
tırlamak gerekir. 1 8 bin alemdeki canlı -cansız bütün varl ıklar devamlı ve
zorunlu olarak Allah'ı zikreder. Yalnızca insan, Allah'ı zikretme konusunda
kendi iradesine bırakılm ıştır. Ancak vücudundaki bütün hücreler varl ığı n ı
sürdürmek için 1 8 bin alemdeki bütün varl ıklar g i b i devaml ı zikretmeye
mecburdur. Mesela kal bin "Al - lah , Al-lah", akciğerierin "Haay, Huu" şek
li ndeki zikri dursa kaç ı n ı lmaz olarak ölüm gerçekleşir; değişime uğrasa
karakter de değişir, hastalıklar ortaya çıkar.
Ağza alınan her bir lokma dört si ndirim safhasından geçer. İ lk sindirim
ağız, m ide ve bağırsaklarda, ikinci sindirim karaciğerde, üçüncü sindirim
kanda, dördüncü sindirim hücrelerde gerçekleşir.
Her bir yiyecek ilk üç sindirim sürecinde parçalanarak en tehl ikel i za
rarlardan arınır ve dördüncü sindirime ( hücrelere) mümkün olduğu kadar
tem iztenerek ulaşır. Her yediğimizden , dördüncü sindirimde (hücrelerdeki
mitokondri lerde ) elektromanyetik dalgalar (enerj i ) üreti lir. İslam'da buna
hücrenin zikri den ir. Lokma helal ise hücreleri n zikri desteklen ir; helal
değilse hücreleri n zikrini değiştirir.
Şimdi haram lokmanın seyrin i takip edel i m : Allah, zorunlu durumlarda
kan ı ağızdan , yani birinci sindirim yoluyla almaya izin verm iştir, çünkü
ağızdan alınan kan ayette verilen izne uygun olarak az miktarda alınsa, alı
nan kanın DNA'sı , ilk iki si ndirimde, monomerik bi leşen lerine kadar par
çalanarak vericinin genetik özell iklerini kaybeder.
Kan biri nci ve ikinci sindirim safhaları n ı atlayarak, doğrudan kana, ya
ni üçüncü sindirime veri ldiğinde kandaki genetik materyal vericiye ait bü
tün genetik özell ikleri taşıyarak alıcının hücrelerine ulaşır ve alıcın ı n geno
muna karışır. Yani kan almak bildiğimiz GMO ( Genetik modi fiye organiz
ma) oluşumuna sebep olabil ir. ( "Bağışıklık Sistem i" ve "Kök Hücre" bölü
müne bakınız . ) Verici n i n fiziksel ve ruhsal özell ikleri alıcıyla beraber nes
Iine de geçer.
"Bir kimse haram kana dilinin ucuyla bile ortak olmuş olsa, kıyamet gü
nü alnında "Bu adamın AllaMn rahmetinden ümidi yoktul' diye yazılı hal
de gelir." ( İ bn-i Abbas (r.a. )'dan, Ramuz el Ehadis) .
Hem ''haram", hem "galiz necaset" olan bir şeyden hiçbir durumda şifa
54 beklenemez.
Kan nakliyle ilgili bir örnek çok dikkat çekicidir: Bir kadına amel iyat sı
rasında kan veri lmiş, kadı n uyandıktan sonra, hayatı nda hiç sigara içmedi
ği halde, şiddetle 'Kısa Marlboro' sigarası içmek istemiştir. Araştırıldığında
kendisine kan veren dayısının 'Kısa Marlboro' tiryakisi olduğu görülmüştür.
Kadın 1 5 yıldır bu istekle mücadele etmektedir. Tabii ki kadı na dayısının
başka özell ikleri de geçm iştir. Bu özelliklerden bazısı bizzat kadı n ı n ken
dinde, bazısı d a nesi i nde görünür. Ö rnekteki kadın kendi dayısı n ı n kan ı n ı
almıştır. Fakat genel olarak hastaya kan bankasından temi n edilen, vericisi
ni asla bilemeyeceği herhangi bir kan veri lmektedir. Bu kan sadece fiziksel
değil , manevi tehl ikeler de barı ndırır. ("Zihin Kontrolü" ve "Hacamat" bö
lümüne bakı n ı z . )
Ameliyat
Amel iyatlar çoğunlukla genel anesteziyle yapıl ır. Genel anestezi , geçi
ci bilinç kaybı i l e duyu fonksiyonları n ı ortadan kaldırarak hastanın amel i
yat esnasında ac ı , ağrı rluymaması i ç i n uygulanır. B i l inç kaybı n ı takiben
kaslar, kas gevşetici ile felç haline sokulur. Genel anestezide kul lanılan
ilaçlar, beyinde ve bütün sinir sisteminde hasara sebep olur.
Anestetik maddenin % 60- 80'i 24 saat içinde solunum yolu ile atılır. Fa
kat bu zaman zarfı nda akciğer dokuları ciddi tahribata uğrar. Geri kalan
kısmı metabolizmaya karışır ve idrarla dışarı atılırken , böbrek hasarı na ne
den olur. Hastaları n yaklaşık % 20'si nde karaciğer enzimlerinde yükselme
ve karaciğer nekrozu gel işebilir. Ayrıca genel anestezinin etkisiyle
• Yüksek tansiyon
• Uzun dönem oryantasyon bozukluğu ve şuur bulanıklığı
• Akciğer enfeksiyonları
• Atelektazi
• Aspirasyon pnömonisi
• Kal p atım bozuklukları
• Ani kalp durması gibi komplikasyonlar da görülebilir
Bütün bu riskiere rağmen bebeklere ve çocuklara, röntgen gibi basit tıb
bi müdahalelerde bile, bel irli bir pozisyonda, hareketsiz tutmak için, genel
anestezi uygulanmaktadır. ("Havale" ve "Sezaryenle Doğum" bölümüne ba
kınız . ) 55
Or9an Nakli
Organ nakl i ayn ı anda iki kişiyi bağladığı için, organ aldırmaktan daha
traj ik bir durumdur. Peygamberi miz ( s . a .v. ) "Ö lünün kemiAinin kınlması,
yaşarken kınlması gibidir ve her ikisi de günahtır'' buyurmuştur. ( İ mam Ah
med, Ebu Davud ve İbn H i bban rivayet ettiler. ) Bazı alimierin bu hadise
dayanarak "ne canlının ne ölünün karnının yanlması, hatazının kesilmesi,
akcifer, karacifer, kalp, böbrek ve gözlerinin çıkanlmasına I slam'da izin
yoktur'' demesine rağmen İslam ülkeleri nde organ nakl ine fetva veri lm iştir.
Yaşayan birinden organını talep etmek haksızlık, savunmasız bir ölüden
sökmek ise zulümdür. Peygamberi mizin ( s . a . v . ) bildi rdiği ne göre ölünün
hisleri canl ıya göre 70 kat fazladır. Yaşarken veya öldükten sonra gönüllü
56 olarak organ bağışı nda bulunanl ardan organ almak da tehl ikelidir. Ölüm
den sonraki hayatı bilmem iz imkansızdır, öğrendiğimizde ise çok geç ola
caktır. Hazreti İsa "Eter gözün seni günaha davet ediyorsa yerinden kapa
np at gitsin. Gözünün ölmesi cehennemde tüm vücudunun yanmasından
daha makbuldür'', buyurmuştur. I nsan ı n kendi organı, kendisi için böylesi
n e tehl ikeli olabi lirse, başka biri n i n gözünü, kalbini y a d a böbreği n i nasıl
taşıyabilir?
Allah (cc ) , nakledi len organ ı reddetme mekanizması yarattığına göre ,
bu konuda çok söze de gerek yoktur. Organ nakli geçiren, organın reddi
n i önlemek için ömür boyu bağışıklığı baskılayan sentetik ilaçlar kul lan
mak, yan i ömür boyu sünnetullaha karşı savaşmak zorunda kalır.
Geçtiğimiz yıllarda dünya korkunç bir ol aya şah it olmuştur. Avustural
ya'da 9 yaşındaki b i r kıza nakledilen karaciğer, kızın kan üreti m i n i v e ba
ğışıklık sistem ini kontrol altına alm ıştır: Kızın kan grubu ve rhesus faktörü
değişm iş, reddetme reaksiyonu ortadan kalkmıştır. Bu durumda kızın bede
nine karaciğer mi nakledi ldi, karaciğere mi kızın bedeni nakledildi, bel l i
deği ldir. B u vakada k ı z , dikkatli b i r b i l i m adam ı n ı n gözetimi altında oldu
ğu için değişim tesbit edi lm iştir. Bütün organ nakli vakalarında ayn ı durum
sözkonusudur fakat gözetim olmadığı için farkedilmemektedir.
Karaciğer nakl i yapılan hastaların NLS tan ı cihazıyla bütün iç organları
bilgisayar monitöründe görüntülenebi l irken karac iğeri n yeri karanlık
olarak gözlenmektedir.
Ademoğlu sabaha erişi nce azaları n ı n hepsi hal lisanı ile ona şöyle der:
"Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana aitiz. " ( Hadis-i Şeri f)
Görüntüleme Cihazlan
Araştırmacılar tomografinin kansere yol açabileceğin i ve mevcut tümör
leri tetikleyebi leceği n i bel irtiyorlar. Bu durum, özel l ikle kansere yatkın
olanlar, "A" ve "AB" kan grubu taşıyıcıları ve yaşlı lar için tehl ikeli olabilir.
Bütün bunlardan çıkan sonuca göre sağl ıklı insana uygulanan tomogra fi n i n
vereceği zarar, sağlayacağı yarardan çok daha fazla olabi lir. B u sebeple
Avrupa ve Amer i ka'da tomografi kullanımına sınır getiri lmiş, bazı ülkelerde
tamamen yasakıanm ıştır. Ancak Türkiye'de her hastadan tomografi , MR,
röntgen, ultrason ve pahalı i ncelemeler istenmekte; sonra da gereksiz ilaç
tedavisi hatta amel iyatlar yapılmaktadır. I stek sadece doktorlardan gelme
57
mekte, hastalardan da büyük talep olmaktadır. Hastalar, tetkik istemeyen,
"ciddi teşhis" koymayan , i laç tedavisi vermeyen doktorlara şüpheyle bak
maktadır. Ö rneği n , İ skandinav ülkeleri nde yaşayan Türkler Türkiye'deki
doktorl arı tercih ederler. Çünkü bu ülkelerdeki doktorlar talepten birkaç
gün hatta birkaç hafta sonra randevu verir, ilaç yazmaz, hastahaneye yatır
maz, kolay kolay ameliyat etmezler; normal doğum gerçekleşene kadar
beklemeyi teşvik ederler.
, TEMEL YİYECEK VE İÇECEKLER
ve Allah'a şükredin."
Bakara Suresi 1 72
58
Su
H z . Muhammed ( s . a . v . ) "Bu dünyada ve öbür dünyadaki en iyi içecek
sudur" buyurmuştur. Yeryüzündeki çeşitli suları n hepsi içilecek n itel i kte
deği ldir. Metabol izmanın sağl ıklı çal ışması sadece hafi f su yani buz yapı
sındaki su ile mümkündür. Vücutta, nemi dengede tutma, sindirim, sindiri
len besi nierin em i l i m i ve hücrelere taşınması , fazlal ıkları n ve zararl ı mad
deleri n eritilerek dışarı atılması gibi bütün işlemler yegane eritki olan su
vasıtasıyla gerçekleşir. Ayrıca protei n molekül lerin i birleştirerek birarada
tutan da hafif sudur. Bina yapımında çimento kal itesi ne kadar öneml iyse,
kullandığımız suyun kal itesi de bizim için o kadar öneml i dir.
Su molekül leri enerj i bağıyla birbiri ne bağl anarak kri stal bir kafes
( fraktal klaster) oluşturur. Molekülleri birarada tutan bu enerj i bağı , dışarı
dan gelen olumlu veya olumsuz etkilere açıktır. Suyun hafi f ya da ağır ol
ması bu enerj i n i n pozitif ya da negatif olmasına bağl ı dır.
Akarsularda, kozm ik enerj i , güneş enerjisi, bitki , hayvan , sesler, taşların
yaydığı düşük elektromanyetik alanlardan enerj i ( zikir) topladığı için canlı
fraktal klasterler oluşur. Bu enerjiden mahrum kalan su klasterleri dağıl ır, su
molekülleri serbest kalır, su ağırlaşır ve canlılığını kaybeder.
Normal hücre fonksiyon l arı su içindeki fraktal klasterler vasıtasıyla
gerçekleşir. B i l giyi taşıyan bu klasterler sadece c a n l ı sistem lerde canlı
kalabi lir. Yeryüzündeki bütün canlı sular gibi vücut sıvıları ndaki fraktal
klasterler de varlığını devam ettirmek için düşük frekanslı enerj iyle (zikirle)
beslenme ihtiyacı duyar. Bu enerj i ibadet, kutsal kel imeler, pozitif düşünce
ve davranışlar, eş, aile, evlat, komşu, insan, hayvan ve bütün yaratılmışların
sevgisi, güzel manzara, kuş sesleri , deniz, akarsu, ağaç ve çiçeklerin yaydığı
zayıf elektromanyetik alanlardan sağlanabil ir. Elektronik aletler, radyo
dalgaları , elektromanyetik rezonans cihazları ; nano yüzeyli kalorifer, nano
yüzeyli tablo, nano yüzeyli mutfak eşyaları , nano kumaşlar, nano boyalar
gibi nano yüzeyler, vs . de çevreleri nde elektromanyetik alan oluşturur. Bu
cisimlerin yaydığı elektromanyetik dalgalar çok kısa zamanda ve hiçbir
bariyerle karşılaşmadan kan ve lenf aracıl ığıyla bütün sistemler, organlar ve
hücrelere siray -:: t ederek sıvıl arı n fraktal klasterleri üzeri nde yıkıcı etki
gösterir.
Japon araştırrr acı Dr. Masaru Emoto, topladığı farklı su örnekleri n i
dondurarak fotoğrafları n ı çekm iştir. Tem i z akarsulardan alı nan örnekler
çok güzel kristaller oluştururken musluk suyu kristal oluşturamamış veya 59
bozuk kristaller oluşturmuştur.
Üzeri nde "sevgi", "şükran" veya "melek" yazılı şişelerde bulunan su dan
tel gibi güzel kristaller oluştururken "şeytan" yazılı şişedeki su, kapkaranlık
bir del ik görüntüsü vermiştir. Suyun farklı müziklere ve resimlere verdiği
tepkiler de fotoğrafl anmış, farklı görüntüler ortaya çıkmıştır.
Televizyon, bilgi sayar, cep telefonu,ve m i krodalga fırı ndan yayılan
radyo dalgaları nın suya etkisi fotoğraflandığında "şeytan" sözcüğü karşısı n
da elde edilen görüntüyle şaşırtıcı b i r benzerl ik olduğu farkedi lm iştir. D ı
şarıdan gelen söz, müzik, elektromanyetik dalgalar ve görüntüler şişedeki
suyu nasıl etkiliyorsa insan vücudunu oluşturan yüzde 70 oranı ndaki suyu
da ayn ı şekilde etkiler.
Bilimsel araştırmalar kul lanılan suyun ruhsal , bedensel ve zihi nsel sağl ı
ğı doğrudan etki lediği n i ortaya koymaktadır. Sıvı dolaşımı durağan hale
gelen bir hastanın sağl ığına kavuşması için bedenindeki yüzde 70 oranın
daki suyun safiaşıp hafi flernesi gerekir.
Buzullardan ve karlardan eriyerek neh irlere karışan sular, özellikle yük
sek kaynaklardan aşağıya, taşlar üzeri ne akan , kesi ntisiz hareket ederek ha
fi fleyen sular ve yağmur suyu canlı sulardır. Yağmur suyunu, yağmur yağ-
maya başladıktan 1 5 -20 dakika sonra toplamak gerekir. Çünkü ilk damla
lar havadaki kirlerle birlikte aşağı i ner. Yağmur suyu ishali durdurur, kara
ciğer ve böbrek hastalıklarını hafi fletir.
Kaynak suyuna ulaşma imkanı olmayanlar için en iyisi suyu dondurup
eritmektir. Cam veya emaye kaplarla buzlukta dondurolan su eridikten
sonra, dibe çöken kal ıntılar atı lır. Su, eridikten sonra t 0- t 2 saat canlı kalır,
sonra ağırlaşmaya başlar ve tadı değişir. Ağıdaşmasını önlemek için suya
Kur'a n - ı Kerim okumak gerekir.
Yağurt suyu, meyve ve sebze suları hafif, canl ı , şifalı sul ardır. Kal i teli
suyun olmadığı yerde meyve ve sebze yemel i veya suları içilmelidir.
Durağan göl suyu, hareketi nin azlığından dolayı ağır sudur. Yeraltı su
ları , mağara ve kuyu suları ise serttir. Nehir suyu ile kuyu suyunu, kayna
mış su ile kaynamam ış suyu karıştırmak, suya buz atmak sağl ığa zararlıdır.
Farklı bölgeleri n suyunu veya farklı yapıdaki suları 4-5 saatlik arayla içmek
bunların bedende karışmasını ön ler.
Depolarda uzun süre muhafaza edilerek satı lan sular, en ağır sulardan
60
dır. Vücut bu suları hafi fletmekte zorlanır, çok enerj i harcar, çabuk yıpra
nır ve ihtiyarlar. Bu suları canlan dırmak için, üzeri ne okumak veya önce
kaynatıp sonra buzlukta dondurmak ya da içmeden önce besınele ile 3 - 7
defa bardaktan bardağa boşaltarak suya hareket kazandırmak gerekir.
Her abdestten sonra birkaç yudum su içmek sünnettir. Sabah, abdest al
dıktan sonra içilen birkaç yudum su, bağırsaklardaki kal ıntıları ve gazı ha
reketlendirir ve büyük abdeste kolay çıkmayı sağlar. Kabızlık sorunu olan
lar sabah aç karna t bardak soğuk ya da ılık su içmelidir. Sağl ıklı ve genç
kalmak için insanın günde t - 2 bardak su içmesi ve soğuk suya alışması ge
rekir. Soğuk suyun yeri n i hiçbir şey dolduramaz.
Resuluilah ( s . a . v . ) suyu üç solukta içer, bunun insanı hastalıklardan ko
ruduğunu, daha doyurucu ve daha sağl ıklı olduğunu söylerdi .
Günlük su ihtiyacı , kişinin sağl ığı na ve yediği yemek m iktarına bağl ıdır.
Vücudun % 70'n in su olduğu düşünülürse her 3 0-40 gr. kuru yemeğe karşı
Iık 60-70 gr. su tüketmek gerekir. Meyve ve sebze suları da su olarak de
ğerlendiri l ir.
Aşırı su içmekte hayır yoktur, çünkü fazla su kalbin kan pompalamasını
zorlaştırır ve kalbin rızkının ( atışları n sayısı) daha erken tükenmesine sebep
olur. Hastalar, toksinleri eritmek ve çıkartmak için t-t ,5 l itre su (meyve -
sebze suyu ile) tüketebi l ir. Fakat iyileşince, su m iktarın ı azaltmak gerekir.
Yorgun ve terl iyke n , banyodan sonra, yemek sırası nda, yemek veya
meyveden hemen sonra, uyanır uyanmaz ve ayakta su içmek hastal ıklara
sebep olur.
Fıtrata en uygun olan , günde 2 defa, sabah kalkınca ve yemekten 1 , 5 - 3
saat sonra su içmektir. Sabah içilen su bağırsakların çalışmasına, yemekten
1 , 5 - 3 saat sonra içilen su sindirime yardımcı olur. Yemekten önce de su içi
lebilir. Ancak bir ayrı ntıya dikkat etmek gerekir:
Pişmekte olan yemeği n kokusunu aldıktan sonra içi len su, ağız ve mide
de üretilen enzimieri n bağırsağa atılıp sindiri m i n zorlaşmasına sebep olur.
Bu sırada birkaç küçük yudum su içilebil ir.
Maden suları kan ı tem izler, yaraları kapatır, ter kokusunu giderir. An
cak günde bir bardaktan fazla maden suyu içilmeyeceği gibi her gün tüket
mek de doğru deği ldir. Bel irl i maden suları , doktor tavsiyesiyle, gerekl i
miktarda içilir.
Kükürtlü kaplıca suları , dalak ağrısı, dalak şişmesi , karaciğer hastalıkla- 61
rı , romatizma, felç, alerj i , yaralar, eklem ve cilt hastalıkianna şifadır. Deniz
suyu kükürtlü su kadar etkil i dir. Dem ir ve bakır içeren kaplıca suları , böb-
rek, dalak ve mide için çok faydalıdır.
Gençleri n soğuk suyla abdest almaları ve gusletmeleri fevkalade yarar
lıdır. Soğuk su, sinirsel hastalıklara, böbrek ve yumurtalık i ltihabına, ilti
haplı ve ateşli hastalıklara iyi gelir. Ancak tüberküloz, sara ve karaciğer
hastaları tedavi olmadıkça soğuk su kullanmamal ıdır. Ağır hastalık geçiren
terin, amel iyattan çıkan zayıf bünyeii ierin ve yaşl ıların ılık su kullanması
daha uygundur. Sağl ıklı olanların sıcak suya ihtiyacı yoktur.
Peygamberimiz (s.a.v. ) güneşte ısıtılan su ile abdest almayı veya guslet
meyi yasaklamış; güneşte ısıtılan suyun c i l t hastalığına sebep olduğunu
söylem iştir. İ mam - ı Şafi Hazretleri güneşte ısıtılan su ile çamaşır dah i yı
kanması n ı uygun görmemiştir. Oysa günümüzde doktorlar, gün de 3 - 6 lit
re su tüketmeyi tavsiye etmekte, damacana ve pet şişelerdeki suları n güneş
altında aylarca beklemesinin sağl ığı nasıl etki leyeceğin i düşünmemektedir.
İ çme suları na tazeliği n i korumak amacıyla karbon nanoparçaçıklar ka
tılmaktadır. Ağız yoluyla vücuda giren nano parçaçıklar dokularda depola
nır, bağış ıkl ığı baskılar, kısırl ığe , kansere ve muti:ı syonl ara yol açabi l i r .
("Nanoteknoloji" bölümüne bakınız . ) Nanoteknoloj i ürünü s u arıtma cihaz-
larında da nano parçacıklar kul lanılmaktadır.
Bütün canlıları n yaratıl ışı nda temel madde olan H20 formülündeki su
yun yapısını değiştirerek oksijen ve hidrojenin bazı özel likleri nden tıbbi
tedavilerde yaralanmak için çalışmalar yapılmaktadır. Ancak teorik olarak
gel iştirilen bu uygulamaların pratiğe geçtiğinde nasıl sonuçlanacağı n ı ö n
ceden tahmin etmek mümkün deği ldir. Buna oksijenli suyun ( H i drojen pe
roksit, H 2 0 2 ) tedavide kullan ımını örnek gösterebil iriz:
H i drojen peroksit bozunarak su ve oksijene ayrışır. Bozunma sonucu
açığa çıkan Atomik Oksijen aktif oksidan olduğu için yara tem izleme, saç
rengi açma, oksijenoterapi vs . gibi geniş bir alanda kullanılmaktadır. Fakat
H idrojen peraksitin bazı organik bileşiklerle reaksiyona girerek, polimer
leşme reaksiyonunu başlattığı , oksijenli sudan ayrışan elektrik yüklü oksije
nin bütün immün bariyerleri n i geçerek kem ik il iğine ulaştığı ve kan üreti
m inden sorumlu ana hücreyi bozarak lösemiye sebep olduğu zamanla orta
ya çıkmıştır. HamiJelerin kul lanması durumunda, doğan bebeğin lösem iye
yakalanma riski artmaktadır.
62
Günümüzde, özel bir teknoloj i ile H20 su molekülüne 2 H idrojen mo
lekülü bağlanarak H40 ( H i drojenli Su) haline getirilmektedir. Bu işlem ile
nötr suya elektrik yüklenmiş olur. Elektrik yüklü ve H40 formuna dönüş
türülen su, yani hidrojenli su, içme suyu olarak ve özel banyolarda (hidro
terapi ) kullanıl maktadır. Ancak bütün canlıların yaratılışı nda yer alan H 2 0
formülündeki suyun yapısını değiştirmek öngörülemeyen tehlikeler taşır.
Bal
Peygamber Efendimiz (s.a.v. ) : "Bal yiyi n , zira içinde bal bulunduğu için,
melekleri n rahmet dilemediği hiçbir ev yoktur." "Her sabah bal şurubu
içenler hasta olmaz. Ben im nazarımda, bal gibi şifa yoktur" buyurmuştur.
Bal mide ve bağırsak bozuklukları na iyi gel ir; mide ve onikiparmak ba
ğırsağı ndaki ül serlerin ve dış yaral arın kapanmas ı n ı sağlar. Romatizma,
kalp, akciğer, karaciğer ve cilt hastalıkianna iyi gelir. Damar sertl iği , sinir
hastalıkları ve kansızl ığa faydalıdır. Bal hem kabızl ığı gi deren, hem de is
hali durduran bir i laçtır. Bal yemek insanı gençleştirir, dinç tutar.
Şifalı özelliklerinden dolayı, bebeklerden yaşl tiara kadar her yaş grubu
için gerekli bir besin maddesidir. Hakiki bal kovandan alındıktan, yaklaşık
4-5 hafta sonra kristalleşmeye başlar. Donmuş bal ı n kristalleri i ncedir. Bü
yük kristalli bal ı n kal i tesi düşüktür. Bazı bal türleri kristalleşmeyebilir. En
kıymetl i bal i lkbahar ve yazın alınan baldır. İ laç olarak kullanı lacaksa bu
bal ın tercih edilmesi gerekir.
çı Bir nohut tanesi kadar propolis ve ayn ı miktarda balmumunu, bal ile
birl ikte çiğnemek, ağı z ve burun damarlarındaki tıkanıklıkları giderir.
çı Varis yaralarına, kangren yaraları na, ağız yaraları na, çıbanlara, ciltte
oluşan iltihaplı yaralara bal sürmek şifalıdır.
çı Bal , göze ve göz yaralarma merhem, ağız tem izleyici ve damar açıcı
olarak da kul lanılır.
çı Kulağa eşit m iktarlarda bal ve ılık suda eritilmiş kaya tuzu damlatmak
kulağı i ltihaptan temizler.
çı 3 yemek kaşığı papatya 500 gr. sıcak suya konur ve 1 saat demlenme
ye bırakılır. 40 dereceye kadar soğuduktan sonra süzülür ve 3 yemek
kaşığı bal ilave edilir. Anj i n , ağız, dil, m ide ve baAırsak yaralarında kul -
64 lanılır (gargara yapılır, i ç i lir, lavman yapıl ır) .
çı t çorba kaşığı bal , t bardak elma suyu içinde eritilir ve her sabah aç
karnma içilir. Özellikle karaciAer hastaları için çok şifalıdır.
çı tO gr. kaya tuzu 50 gr. ılı k su ile eritilir. Sonra bu tuzlu sudan gerekli
miktar alınır ve aynı miktar bal ile karıştırılır. Sabah-akşam kulaklara
7-8 damla ılıtılarak damlatılır. Ortakulak i ltihabı , mantar ve kulak
uğultusuna iyi gelir.
çı 1 0-20 mg. arı sütü 1 0- 30 gr. bal ile karıştırılır ve sabah - akşam ağızda
eritilip yutulur.
Veya
çı 1 tatlı kaşığı taze öğütülmüş çörek otu, 20 mg. arı sütü, 3 0 gr. bal ka
rıştırılır ve sabah- akşam aç karnma ağızda eritilerek yutulur. Bir ay de
vam edilir. Bu işlem salgı bezlerin i temizleyip dengeli çalışmalarını
sağlar.
Propolis
Propolis, arı kovanlarında bulunan kahverengi bir zifttir. Propolis, yük
sek antimikrobiyal ve bakterisid etkisinden dolayı anj i n, dişeti hastalıkları ,
dış ve iç yaralar, yanıklar, egzama, mantar, basur, tüberküloz, frengi , kemik
hastal ıkları ve benzeri hastalıkların tedavisinde kullanılır.
Kullanma metotlan
çı Nohut büyüklüğündeki propolisi eriyineeye kadar ağızda tutmak veya
sakız gibi çiğnemek anj ine, dişeti hastalıklarına, kemik erimesine, diş
ağrısına, mide, ağız ve dil yarasına iyi gelir.
çı 1 kilo tereyağı emaye bir kapta kaynatılır, 80 dereceye kadar sağuyun
66
ca içine parça-parça kesilerek 1 00-200 gr . propolis eklenir. Bir kaba 80
derece sıcaklığında su konur ve içine tereyağ ve propolisin bulunduğu
diğer kap konularak 20- 30 dakika karıştırılır. İ ç hastalıklarında ve iç
yaralarda sabah aç karnma 20 gr. yutulur. Cilt hastalıklarında cilde ve
yaralara sürülür. Bu karışımı sağl ıklı insanlar da kahvaltıda ekmeğe sü
rerek ve bitkisel çayla tüketebilir.
çı Propolis ısıtılarak siğiller üzerine konur ve iyice bantlanır. Siğiller dip
lerinden çıkıp düşüneeye kadar bekletilir.
Propolis buzdolabında, serin ve karanlık yerde yıllarca saklanabilir, şi
falı özellikleri kaybolmaz, hatta durdukça artar.
Meyve ve Sebzeler
Çiğ sebze ve meyvelerin hazını kolaydır ve sağlıklı beslenme için yeter
lidir. Taze meyve ve sebzelerdeki su, organik asit, vitamin ve m ikroele
mentler vücut için arındırıcı ve şifa vericidir. Pişirilen sebze ve meyveler,
suyunu, organik asitlerini ve proteinlerindeki doğal yapıyı kaybederek vi
taminlerden yoksun kalır. Ancak kuru sebze ve meyveler hemen hemen ta
ze sebze ve meyvelerin özelliği taşır. Bu sebeple kuru meyveleri kaynata-
rak komposto yapmak yerine, kuru meyveyi 4 - 7 saat suda beklettikten
sonra, önce suyunu içmek, sonra meyvesini yemek daha faydalıdır.
Yemekten sonra yenen meyve hazmolmadan mayalanır, ispirto, sirke
asidi, gaz oluşturarak bir çok hastal ığa, hatta siroza sebep olur. Meyve mut
laka yemekten ayrı olarak veya yemekten önce yenmelidir. Salata yemek
ten önce ve yemekle beraber tüketilebileceği gibi, yemekten sonra da yen
mesinde bir sakınca yoktur.
Meyve ve sebzeler, kabuğu soyulmadan birkaç çekirdeğiyle yenmelidir.
Karpuz, limon gibi meyvelerin az da olsa bir miktarını kabuğuyla yemek
faydalıdır. Balkabağı , patates, patl ıcan, kırmızı pancar gibi sebzeler fırında
veya közde kabuğuyla pişirilir.
Katı meyve ve sebzeler sıkılırken de mutlaka kabuğu ile sıkılmalıdır (el
ma, havuç vs . ) . Meyvelere şeker, süt veya tuz eklenmez. Birkaç farklı çeşit
meyve de birl ikte yenmez . Ancak aynı cinsten olanlar, mesela portakal,
greyfurt, limon ya da vişne, kiraz gibi meyveler birlikte yenebilir. Yalnız,
ayn ı cinsten olup da rengi farklı ise (mesela kırmızı ve yeşil elma) karıştırı
67
larak yenmemeli dir, gaz ve şişkinlik yapar. İ ki farklı meyve ancak 30-60 da
kika ara ile yenebilir.
Peygamberimiz (s.a.v.} taze hurmayı kaymakla, kuru üzümü ise ekmek
le yerdi . Sağl ıklı olanlar, çilek ve hurmayı kaymakla, muzu balla yiyebilir.
Rafine edilmemiş, katkısız undan, doğal maya ile yapılmış ve tandırcia pişi
rilmiş ekmek, nar veya üzümle yenebilir. Meyve suları nı veya meyveleri
birbiriyle karıştırmak ancak bu konuyu bilen bir hekimin tavsiyesiyle müm
kündür.
Mevsiminde yenen meyve ve sebzeler iyileştirici özelliği vardır fakat
mevsimi dışında yenen meyve ve sebzeler hastalığa sebep olabilir. Mesela,
buzdolabında dondurulduktan sonra oluşan kimyasal değişikliklerden dolayı
kavun, elma veya armut mayalanarak alkol, sirke veya aseton üretir, s i n dirim
ve metabol izmanın bozulmasına, bağırsaklarda aşırı gaza neden olabilir. Ya
da uzun zaman saklanan meyve ve sebzelerde birikmiş olan tarım ilaçları par
çalanırsa, bu yeni oluşum eskisinden daha da tehlikeli olabilir.
En sağl ıklı meyve ve sebze en yakın bahçeden gelen ve en taze olandır.
Bir ekolojik ortamda faydalı olan meyve veya sebze başka ekolojik ortam
da yaşayan biri için beklenen faydayı sağlayamaz, çünkü insan ekoloj ik
çevresi ile bir bütündür.
Kurutulmuş meyveler ve kuruyemişler
Meyveleri kuroturken renklerini korumak, bozulmayı önlemek ve güve
böceklere karşı korumak amacıyla Sodyum Sülfit ( E 2 2 t ) kullanılır. bu
konuda yapılan araştırmalarda besin yoluyla sodyum sülfit almanın, öğren
me ve hafıza bozukluğuna sebep olduğu, beyin fonksiyonianna zarar ver
diği ve zamanla bu zararın daha da büyük boyutlara çıkmasının kaçınılmaz
olduğu tespit edilmiştir.
Kimyasal maddelerle kurutulan meyve ve kuruyemişlerde canlı kurt bul
mak mümkün değildir. Çünkü ilaçlanan meyveye hiçbir hayvan, kuş, kurt,
böcek ve sinek yemez, hatta mikrop dokunmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v. ) kurtlanan hurmayı ayıklayıp yerdi .
Ekmek
Buğday tanesinin bütün vitaminleri, enzimleri , mikroelementleri oğul
cukta, kabuk ta ve kabuk altında yer alır. Tanenin merkezinde ise sadece
"derin uyku halindeki" nişasta vardır. Buğday ıslanınca, su, enzimleri erite
rek, mikroelementleri ve vitaminleri canlandırır ve nişastaya akıtır. Enzim
ler nişastayı hafif şekere çevirerek, oğulcuğa gönderir. Oğulcuk harekete
geçer, filiz çıkarır ve hayat başlar. Enzimierin buğday kabuğunun içinde
hapsedilmesinin ve nişastanın uyku halinde tutulmasının hikmeti enzimie
rin nişasta ile karışmaması, buğdayın zamanından önce filizlenmemesi ve
yüzyıllarca bozulmadan saklanabilmesi içindir. Dolayısıyla, buğdaydan un
yaparken, kabukları (kepeği ) eleyerek atmak ve sadece ağır ölü nişastayı un 7ı
olarak kullanmak cahillikten başka bir şey değildir. Peygamberimiz (s.a.v. )
buna asla izin vermezdi . Sehl İ bni Sa'd (r.a. ) : "Resulullah'ın (s. a.v. ) vefatma
kadar, ne beyaz ekmek, ne de elek gördüm" demiştir.
Beyaz undan yapılan ekmeğin hazını ağırdır, kanın asitini yükseltir. Saf
ra kesesi, böbrek ve mesane taşlarına; kılcal ve toplar damarlarda tıkanık
lığa sebep olur. Taze mayalı ekmek ise bağırsaklarda B vitamini üreten mik
roplan pasifize eder. B vitamini eksikliği de sinirsel dengesizliğe ve kaosız
lığa yol açar. Sıcak mayalı ekmek bir çok hastalık ve bağırsak kurtları için
yeterli bir sebeptir. Mayalı ekmek piştikten en az 3 saat sonra yenmelidir.
Fakat mayasız yufka veya doğal mayalı hamurdan yapılan tandır ekmeği
arasıra sıcak da yenebilir.
En sağl ıklı ekmek, taze öğütülmüş ve kepeği ayrılmamış eski tür buğ
daydan şerbetçiotu veya nohut mayası gibi doğal mayayla hazırlanıp tan
dırda pişirilen ekmektir . Hamurturuşla da ekmek yapılabilir yani hazırla
nan hamurdan bir parça bir sonraki ekmek yapımında kullanılmak üzere
saklanır. Tekrar hamur yapılacağı zaman maya olarak bu parça kullanılır.
Bu hamurdan da bir parça saklanarak tekrar ekmek yapana kadar bekletilir.
Hamurturuşla yapılan hamur geç kabarır.Ekmeğin hazmını kolaylaştırmak
için, hamura çörekotu, zencefil, anason, keten tohumu, kakule, dereotu to-
humu katılabilir, üzerine susam serpilebilir. Ekmek yaparken farklı unlar
birbirine karıştırılmamalıdır, çünkü ekmeğin hazını ağırlaşır (buğday unu,
çavdar veya arpa ile karıştırılabilir) . Arka arkaya 2 günden fazla buğday ek
meği yememek, çavdar, pirinç, arpa veya yulaf ekmeği ile dönüşümlü ye
mek gerekir. Tereyağ, zeytinyağı, içyağı , bal, reçel ve yağlı sebze yemek
leriyle ekmek yenebilir. Ancak et, tavuk, balık, tahıl ve süt gibi yiyecekler
le birlikte ekmek yemek hazını zorlaştırır ve sağlığa zararlıdır.
Büyüklerimiz buğday ya da arpa ununu su, yağ ve bal ile yoğurarak k ü
çük ekmekler yapar, pişirmeden açık havada kurutarak yerlerdi . Böylece,
başka yemekiere ihtiyaç duymadan sağlıklı bir şekilde 1 00 yıldan fazla ya
şamışlardır. Ancak bugün kara buğday gibi eski buğday türleri, arpa ve çav
dar artık tarihe karışmıştır. Bunların yerini genetiği değiştirilmiş ve termina
tör gen ile silahlandırılmış yeni tahıl türleri almıştır.
Yüksek miktarda yapışkan albümin içerdiği için , genetiği değiştirilmiş
buğdayların (tip 405 -550 gibi ) hazını ağırdır. Bu tür buğday ürünlerini yal-
72 n ızca bütün tahılları iyi hazmedebilen kan grubu "A" ve "AB" olanlar haz
medebilir. Kan grubu "B" olanlar bu buğday ürünlerin i hazırnda zorlanır;
kan grubu "O" olanlar ise hazmedemez. Kan grubu "O" olanlarda buğdayın
yapışkan albümini mide zarını aynen soyar gibi etkiler, mide asidinin yük
selmesine, gastrit, ülser, H. Pylori enfeksiyonu, damar tıkanıklığı, ateşl i
hastalıklar, kanda PH dengesizliği, alerj i , romatizma, mantar, astım ve de
ri hastalıkianna neden olabilir. Una ve ekmek hamuruna katılan katkı mad
deleri ile genetiği degiştirilmiş maya, zararı daha da artırır.
Unda kullanılan katkı maddelerinden bazıları :
• Yapışmayı önleyiciler: Oxysterin , Oleic asit, Gliserin (yağlardan elde
edilir) , Amylase (domuz midesi, küf mantan veya rekombinanat-DNA
yöntemiyle elde edilir) , Cystein/Cystin ( i nsan, domuz ya da at kılı n
dan veya rekombinanat-DNA yöntemiyle elde edilir) .
• Beyazlatıcı ve nem tutucular: Et71 (Titanyumdioksit), Et73 (Alümin
yum hidroksit ) . ("Zihin Kontrolü" ve "Katkı Maddeleri" bölümüne ba
kınız. )
• Koruyucular: Ascorbikasit (rekombinanat-DNA), Ti02, aluminyum
hidroksit, tuz vs .
• Kabartıcı : Sodyum karbonat, Ti02, vs.
• Sıkıştırıcı : Kalsiyum karbonat (tebeşir) vs.
("Katkı Maddeleri" bölümüne bakınız.)
Bu katkı maddelerinin de ayrıca kendi koruyucu katkıları vardır. Dola
yısıyla toplam katkı maddelerinin sayısı bunların en az 1 O katına çıkabilir.
Et
Et, işitme ve görme duyusunu geliştirir, aklı ve bedeni güçlendirir.
Dana eti insan mizacına sertlik, koyun eti ise yumuşaklık verir. İ nek, ke
çi ve deve etinin sindirimi zordur.
Kurban eti herkes için şifadır ancak kesildikten 3 gün sonra bu özelliği
ni kaybetmeye başlar. Belki bu sebepten Peygamberimiz (s. a.v. ) kurban eti
ni 3 günden fazla saklamayı önce yasaklamış, sonra izin vermiştir.
Hayvanın yağı , özellikle iç yağı ve kuyruk yağı , yemeklerde ve ilaç ya
pımında, kemikleri ise şifalı çorba hazırlamada kullanılır. Sonbaharda ve kı-
şın sık sık et yemek, ilkbaharda ve yazın ise etten uzak durmak sağlığa da- 73
ha uygundur. Sağlıklı insan haftada 1-3, hatta 5 defa et yiyebilir. Peygam
berimiz (s.a.v. ) "Şüphesiz et yemekierin efendisidir'' buyurmuştur. Ancak
başka bir hadis- şerifte "Devamlı et yemek ve et çarbasma devam etmek sı-
kıntı verir; kalbi katılaştınr'' buyurur.
lzgara veya fırında pişirilen et, haşlanmış etten daha kuru olduğu için
sa!atayla yemekte fayda vardır. Eti yeşil salatayla yemek, eti sindirebilenler
için sindirimi kolaylaştırır, sindiremeyenler için zararını azaltır. Pul biber,
defne veya ardıç yaprağı , sarımsak, soğan, zencefil, kekik, kimyon ile pişi
rilen etin,besin değeri bu baharatlada zenginleşir.
Bir hayvanın eti başka bir hayvanın eti veya yağı ile karıştırılmamalı ve
yalnız kendi yağıyla pişirilmelidir. Çünkü et, kendi yağıyla birlikte kolay
sindiril ir, kendi yağından başka, hayvani veya bitkisel yağı özümsemez.
Allahü Teala, En'am suresi, 1 46 . Ayet'te ''Yahudilere tımaklı hayvanla
rın hepsini, sığır ve koyunların ise iç yağlarını haram kıldık. Sırtianna veya
bağırsaklanna yapışanlar ile kemiklerine karışanlar müstesna" buyuruyor.
Onlara kırmızı et yasaklandığına göre, eti sindirme kabiliyeti de kısıtlanmış
veya kaldırılmış olmalıdır. Bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar bunu
tasdik etmektedir. Kan gurubu "A" olanlar kırmızı eti sindirmekte zorlan-
makta veya tam sindirememektedir. Onlarda etin hazmını sağlayan mide
asidi o kadar az üretilir ki, kırmızı eti parçalamaya yetmez. Türk nüfusunun
büyük çoğunluğunun (özellikle Karadeniz ve Ege bölgesinde yaşayanlar)
kan gurubu "A"dır. İ lginç olan, Karadeniziiierin çoğu dana iç yağı kullan
dıkları halde et sevmezler.
Peygamberimiz (s.a.v. ) : "Sığır ve dana eti devamlı yenilecek olursa: Ala
ca (vitiligo ) , sedef (psoriazis), cüzzam (lepra ) , fil hastalığı ve daha birçok
hastalığa sebep olur" buyurmuştur.
Bu ayet ve hadisten anlaşıldığına ve yapılan bilimsel araştırmaların so
nucuna göre midesi az asit üretenler (kan grubu "A") kırmızı eti hazmede
mez, sadece çürütür. Çürümüş et kalıntıları kılcal damarları tıkar, kanser,
cüzzam, sedef, vitiligo, varis ve fil hastalığı gibi hastalıklara yol açar. Bu se
beple kan grubu "A" olanların daha az mide asidiyle parçalanan tavuk, hin
di , keklik, oğlak, kuzu eti ve balığı tercih etmesi gerekir.
Her tür hayvanın genç, erkek, siyah ve yağlı olanı tercih edilmelidir.
74 Omuz, sırt eti ile kemiğe sarılmış et daha lezzetli, daha hafiftir. Her hay
vanın sağ tarafındaki et sol taraftakine göre daha lezzetlidir. Kırmızı koyu
nun eti siyah koyunun eti kadar lezzetli, sindirimi ise daha kolaydır. Beyaz
koyunun eti hafif, gri koyunun eti ağırdır. Bir yaşındaki siyah, yağlı erkek
keçinin eti lezzetli ve hafi ftir. Kuzu, oğlak ve buzağı eti en iyi ve en hafif
etlerdir. Bunların içinde en iyi hazmedilen ve en az kalıntı bırakan oğlak
etidir. Kurutulmuş etin hazını ağırdır, fakat buzlukta saklanan etten daha
iyidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) at eti yemeye izin vermiş, fakat eşek eti
ni yasaklamıştır.
Etin cinsiyle beraber hayvanın nasıl kesildiği de son derece önemlidir.
"Allah size ölü, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesiteni haram
kıldı". Bakara Suresi 1 73
Allah (c.c. ) bu yasağı Kur'an - ı Kerim'de birkaç yerde tekrarlamaktadır.
Elektroşok verilerek kesilen hayvanın eti ölü hayvanın eti gibidir, sade
ce bazı detaylar farklıdır. Bu şekilde kesilen etin zararını anlamak için şöy
le bir misal verilebilir:
Mükemmel donanımlı bir ülkede savunma sistemi her tür hastalığa ve
genetik mutasyona yol açan , akla gelebilecek her çeşit kimyasal ve biyolo -
jik silahın bağlı olduğu çok güçlü tek bir bilgisayarla yönetiliyor olsa. Bu
ülkeyi işgal etmek isteyen birisi, savunma sisteminin merkezi olan bilgisa
yar ile savunma birimleri arasındaki bağiantıyı keserek ülkeyi, hiç zarar ver
meden bütün güzellikleriyle alır ve kullanır. Ancak akılsız biri direkt bilgi
sayarı bombalamaya başlasa bilgisayar bozulur ve buna bağlı silahlar kon
trolsüzce şehir halkını v e yerleşim alanlarını tahrip eder. Halk zehirlene
rek, şişerek, delirerek ölür veya yaralanır, yerleşim yerleri ise harap olur.
Bu örnekte bilgisayarın bağlantısını kesen doğru davranandır; yani bey
ne giden ana damar ve sinirlerin bağlantısını kesrnek suretiyle hayvanın ka
nını akıtandır. Bu durumda beyin bir anda kansız kalarak bayılır ve hiçbir
tepki veremez. Fakat kalp, bütün kan dışarı atılana kadar çalışmaya devam
eder ve böylece hayvanın eti, kanda dolaşan ve eti zehirleyen tüm madde
lerden temizlenir. Elektroşok ile bayıltılıp kesilen hayvanda ise elektroşok
hayvanın kalbini durdurur veya korkunç bir aritıniye uğratır; fakat beyin
çalışmaya devam eder ve bedeni savunmak için yüksek miktarda, farklı hor
mon ürettirir. Kan hareketsiz olduğu için içinde bulunan toksinleri , hor
75
monları , atıkları, mikropları, kokuşmuş gazları etiere sızdırır, kemiklerde ve
ekiemierde bırakır. Böylece et leş özelliği kazanır.
Yukarıda gördüğümüz gibi Allah (c.c.) kırmızı eti sadece yahudilere ya
saklamış, ancak ölü hayvan etini , kanı ve domuz etini tüm insanlara yasak
lamıştır. Araştırmalardan elde edilen verilere göre hiçbir insan topluluğun
da domuz eti için sindirim sistemi olmadığı ortaya çıkmıştır.
Sosis, salam, pastırma, sucuk gibi işlenmiş et ürünlerini yemek mümkün
değildir. Bu ürünler, farklı hayvanların eti ve yağı karıştırılarak hazırlanır;
ayrıca, bütün işlenmiş et ürünlerinde katkı maddesi olarak sodyum nitrit,
sodyum sülfit, aspartam ve gıda boyası kullanılır. ("Katkı Maddeleri" bölü
müne bakınız.)
Bütün hayvanların sindirim sistemleri her birine özel olarak verilen rız
ka uygun yaratılmıştır. Bu sebeple hayvanlar, sadece onlara özel yiyecekle
ri hazmedebilir. Doğal beslenen hayvan sağlıklıdır, eti, yağı , kemikleri te
mizdir. Fakat günümüzde hayvanlar hormon, antibiyotik, protein ve vita
minlerle, rekombinant- DNA yöntemiyle üretilmiş katkı maddeleri ve koru
yucular bozulmayı önleyiciler ve daha pek çok katkı maddesi , yemek artık
ları , tarihi geçmiş cips, bisküvi, kek, vb. içeren yemlerle beslenmektedir.
Neticede insan gibi hastalanan hayvan , tıpkı insan gibi ağır ilaç teda
visi görmeye başlamaktadır. İ laç tedavisi gören hayvanın eti, yağı, kemik
leri yukarıda anlattığımız faydalardan yoksun kalır, hatta sağlık için tehdit
oluşturur. Bu nedenle et alırken, özellikle kem ik, yağ, karaciğer, böbrek,
kalp ve beyin tüketirken, bunlardan henüz etkilenmemiş genç hayvanların
eti ni tercih etmek gerekir.
Gel işmeyi hızlandıran kortizon, östrojen, progesteron ve testesteron
hormonları sığır, koyun, kümes hayvanları ve kültür balığı yemlerinde yay
gın olarak kullanılmaktadır. " Ö strojen", "Testesteron" ve "Progesteron" cin
siyet hormonu olduğu için bu hayvanların et veya sütünü tüketen kadınlar
da adet düzensizliği, erkeksi özellikler, kızlarda erken ergenlik, erkeklerde
iktidarsızlık, kısırlık ve kadınsı özellikler görülmektedir. Amerika ve AB'de
bu maddelerin kullanımı yasaktır.
Klonlanmış hayvanların etleri ve sütleri bazı üçüncü dünya ülkelerinde
ucuz ürün olarak uzun zaman satıldıktan sonra ilk olarak 2007 yılında, ABD
76 marketlerinde görülm�ye başlamıştır. Klonlanmış inek, domuz ve keçiler
konusunda yetkililerin savunduğu tez, bu hayvanlardan elde edilen ürünle
rin, her gün tükettiğimiz normal ürünlerle aynı kalitede olduğu ve hiç bir
zararının olmadığıdır. Üstelik bilim adamları bu tip ürünlerin hangi yolla
elde edildiklerini ambalaj da belirtmeye gerek olmadığını savunmaktadır.
Klonlanmış hayvanlar üzerinde çalışan bilim adamları insanların yıllar
dan beri renklendirici, arama, tatlandırıcı, GM soya kıyması ve sentetik
protein gibi yapay gıda tüketmeye alıştığını ve sentetik yiyeceklerin insan
lara hiçbir zarar vermediğini iddia etmektedir.
Bununla birlikte, Hollanda'da domuzdan alınan kök hücrelerin çoğaltıl
masıyla hayvan yetiştirmeden doğrudan et üretilmiştir. Hollanda'nın yanı
sıra ABD, lskandinavya ülkeleri ve Japonya'da da bunu geliştirerek biftek
veya pirzola şeklinde istenilen kalitede istenilen eti üretebilmek için çalış
malar yürütülmektedir.
Sonuçları tam araştırılınadığı için, bu ürünlerin vereceği maddi zarar he
nüz belli değildir, ancak manevi zararı açıktır. Nisa Suresi 1 1 8 - 1 1 9. Ayet'te
anlatılan usulle yetiştirilen hayvanların eti ve sütü muhakkak haramdır.
(Maide Suresi 60. ayet ve "GMO" bölümüne bakınız . )
Tavuk
Doğal beslenen tavuğun eti yenebilir, yağı ve suyu yemekler için ku11a
nılabil ir. Ancak sentetik hormon, antibiyotik, vitami n ve hazır, katkılı
yemlerle yetiştirilen tavuğun eti, yumurtası ve yağı sağlık için zararlıdır.
Serbest yetişen , doğal olsa da, tavuk etinin hazınında zorlanan bir grup
insan vardır ki bunlar kan grubu "B" ve "AB" olanlardır. Tavuk etinde onlar
için sindirilemeyen bir protein bulunmaktadır. Bu protein bağışıklık siste
mini zayıflatır ve metabolizmayı yavaçlatır (insanı şişmanlatır) .
Horozun iyisi henüz ötmeyeni, tavuğun iyisi ise yumurtlama dönemine
ulaşmayanı dır.
Kekik, kimyon, karanfil ve dereotu ile pişirilen horoz eti eklem ağrısı
na, gaza, mide ve bağırsak iltihaplarına iyi gelir. Tavuk eti aklı güçlendirir,
horoz eti meniyi artırır.
Tavuk yemi
77
Bu gün tavuk yemi olarak genetik yapısı değiştirilmiş mısır, soya ve buğ
day gibi tarımsal ürünler ku1lanılmakta ve yeme diğer hayvanların yemine
katılan katkı maddeleri ilave edilmektedir. Yemiere katılan steroid hor
monlar yumurtaya, yumurtadan da i nsana geçmektedir. ("Et" bölümüne ba
kınız. ) Ayrıca Rekombinant DNA teknoloj isi ile istenilen "yönlendirilmiş"
protein tasarımı ve üretimi mümkündür. Yönlendirilmiş Rekorubinant pro
tein, yumurtanın embriyosuna ulaşır, DNA'yı etkileyerek istenilen protein,
vitamin ve fermentleri üretebilir. Bu protein, vitamin ve fermentler, aynen
Rekombinant ilaçlar gibi davranır. ("Rekombinant i laçlar" bölümüne bakı
nız)
Yaqlar
Bütün hücre duvarları yağ içerir. Yağ, deri altında, organların ve kasla
rın çevresinde toplanarak depolanır ve dışarıdan gelen tehlikelere karşı or
ganları korur. Vücut ısısını ve su kaybını kontrol altında tutar. Deri altın
daki yağ, deriye esneklik ve güze1lik verir, yaralanma ve iltihaplanmadan
korur. Saçları , kı1ları , deriyi yumuşatır ve parlatır. Vitaminleri taşır, emili
mine yardım eder. Mideyi yavaş terk ettiğinden doygunluk hissi verir.
Beynimizin yaklaşık %60'ı yağ asitlerinden oluşur. Bunun yarısı doyma
mış yağ asitleri, diğer yarısı da doymuş yağ (hayvan i yağ gibi) asitleridir.
Doymuş yağlar hücre zarının yüzde 50'sini oluşturur ve metabolizma
nın çalışmasında önemli rol alır: Kalsiyumun kemiklere taşınmasını, karaci
ğerin toksinlerden korunmasını sağlar, iyi kolesterolü arttırır, hücreleri za
rarlı bakterilere karşı savunur, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, cinsiyet
hormonları da dahil olmak üzere, çeşitli hormonların üretiminde yer alır,
kan akışkanl ığını sağlar. Doymuş yağlar ısıtma ve pişirme sırasında bozul
madığı için kızartma ve kavurma işlemlerini bu yağlarda yapmak gerekir.
Eti kendi yağı ile pişirmek, etin sindirimini kolaylaştırır. Görüldüğü gibi
hayvani yağlar yani doymuş yağlar sanıldığı gibi tehl ikeli değildir. Fakat,
doğal beslenmeyen hayvanların yağı zararlıdır. Çünkü hayvan vücudu da
tıpkı insan vücudu gibi hazımsızlık sonucu oluşan kal ıntı ve zehirleri yağ
da depolar.
Sağlıklı insanın haftada 2 - 3 defa yağ yemesi yeterli olabilir. Peygamber
Efendimiz (s.a.v. ) "40 güne kadar et ve yağlı yememeye devam etmek, ah
78
lakı bozar, tabiatı değiştirir", buyuruyor.
Güler E., yaş 35, İstanbul, ev hanımı
Ben Doktor Aidın Salih'e hiç kesilmeyen baş ağrılarım için gitmiştim. Bana yumurtalıklarımda kist, rahmimde miyomlar olduğunusöyledi. Tedaviye başladım. Bir müddet süren tedavilerden sonrakadın doktoruna gittim. Aidın Hanım'ın söylediği gibi, rahimimdemiyomlar ve yumurtalıklarımda kistler olduğunu, bağırsağa kadarilerlediğini ve bunun'ilaçla tedavisinin mümkün olmadığım, ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Bu durumu Aidın Hanımla görüştüğümde, tedavi sonucunda bütün miyom ve kistlerin bir araya toplanacağını ve o zaman ameliyat olabileceğimi, ama rahim ve yumurtalıklarımı kesinlikle aldırmamamı söyledi. Ben ameliyat olmak331332istemiyordum, fakat 3 ay Aidın Hanım'm tedavisini uyguladıktansonra, ailemin ısrarı üzerine ameliyat olmak durumunda kaldım.Ameliyattan önce 3 gün hastanede kaldım ve bu 3 gün boyunca açlık yaptım. Ameliyattan sonra doktorlarımın hayret edip "müjde"dediklerini duydum. Çünkü ameliyattaki duruma göre rahim ya dayumurtalıkları alabileceklerini söylemişlerdi. Oysa ki küçük miyomlar kendiliğinden düşmüş, portakal gibi olan iki kisti de kendileri temizlemişler. Böylece rahim ve yumurtalıklarımı almadılar.Devamlı olan baş ağrılarım Allah'a hamd olsun şimdi yok. Ameliyattan bu yana 2 sene geçti. Kadın-doğum doktoruna gittim. Hiçameliyat geçirmemiş gibi olduğumu söyledi. Doktor Aidın Hanım'ın tavsiyelerine dikkat etmeğe devam ediyorum. Allah ondanrazı olsun.
Mustafa A. İstanbul, işadamı
Hastalığım 1997 senesinde ortaya çıktı. Rahatsızlığımdan dolayıdoktora gitmiştik. Çünkü elimde, burnumda ve şakaklarımda büyüme olmuştu. Çektirdiğimiz MR sonucu hastalığımın hipofiz adenoması olduğunu öğrendik. O günler çok zordu. Hastalığı öğrendikten sonra en az 5 profesöre gittik. Hepsi de hemen ameliyat olmamgerektiğini yoksa hastalık neticesinde körlük ya da yüksek derecede şeker hastası olacağımı, cinse! hayatımın olamayacağını söylediler. Hatta Amerika'da çalışmış bir profesör oradaki hastaları anlattı. Ben "peki ameliyat olursam kurtulur muyum" dediğimde bir örnek anlatıp hastanın ameliyat olduğunu ama kısa bir süre sonra öldüğünü söyledi. En acı günümdü sanırım, o günleri hatırlamak bileistemiyorum. Ölüm Allah'tan tabi ama, doktor doktor çare arayıpçıkaryol olmayınca ya da öyle sandığınız gün Mevlam bir kapı açıyor. Biz de Dr. Aydın Hanımla tanıştık tam o günlerde. Yaptığımıztedavilerle çok şükür bu güne kadar geldik. Ama sağlıklı geldik.Şimdi de hersabah İİmon suyu, günde 1 bazen 2 öğün yemekle, zaman zaman 3 günlük açlıkları yaparak devam ediyoruz.7.5.2008.