allah duaları neden geciktirir / Dualarım kabul edilmediği için Allah inancımı kaybetmek üzereyim!

Allah Duaları Neden Geciktirir

allah duaları neden geciktirir

Duaya İcabet

Bu makale duaya icabet ile ilgilidir. Duanın anlamını öğrenmek için dua sayfasına bakın.

Duaya İcabet, Allah'ın kullarından gelen isteklerine icabet etmesi ve dualarını kabul etmesidir. Allah (c.c)Kur’an-ı Kerim'de kullarına duanın cevabını vadetmiştir; Ancak bazen duanın icabeti kulun hayrına olmaması gibi hikmetler nedeniyle duaların yerine getirilmesi gecikir. İmam Ali'nin (a.s) Nehcü-l Belağa'da İmam Hasan'a (a.s) yazdığı mektupta, duaya icabetin gecikmesinin üç hikmeti zikredilmektedir: Bazen dua eden kulun niyetinde bir sıkıntı vardır, bazen ise Allah o kuluna daha büyük bir mükâfat vermek ister, bazen de Allah kulu için daha iyisini ister ve o şeyi kuluna başka bir zamanda verir.

Müstecabü-l Dave, duası kabul olan kimseye denir. Rivayetlere göre anne babanın evlatları için duası, mazlumun zalime karşı duası, imamın ve âdil liderin kavmi için duası ve müminin kardeşi için duası reddedilmeyecek dualar arasındadır.

Ayetler ve rivayetler duanın icabetini; duada kalp ve dilin uyumu, Allah'tan başkasına karşı ümit beslememek ve Allah'ı tanımak gibi bazı hususlara bağlamaktadır. Ayrıca günah, haram yemek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmaktan uzaklaşmak gibi bazı davranışlar da duaya icabet etmeye engel olarak dile getirilmiştir.

Duaya icabet belirli bir zaman ve mekanla sınırlı değildir; Ancak rivayetlere göre Arife Günü ile Kadir Gecesi gibi bazı vakitlerde; ayrıca Kabe’nin etrafı, Hz. Peygamber’in (s.a.a) kabrinin etrafı, Masum İmamların kabirleri ve özellikle de İmam Hüseyin'in (a.s) kabrinin kubbesi altında dualar icabete daha yakındır.

İlahi Vaatler

Duaya icabet etmek, bir talebe cevap vermek ve icabet etmek demektir. [1] Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim'in birkaç ayetinde kullarına dualarını kabul edileceğini vadetmiştir. [2] “مجیب” "Mücib" kelimesi, Allah’ın isimlerinden olmakla birlikte kullarının isteğini yerine getiren manasına gelmektir. [3]

Allame Tabatabai’ye göre dualara icabet insan hayatında sürekli gerçekleşen bir şeydir. [4] Ancak dualara icabette insanın amaçlarına ulaşması için çabalamaktan vazgeçmemeli, zahiri sebepleri terk etmemeli ve hayatının doğal akışını bozan davranışlara yol açmamalıdır. [5]

Sebepler ve Koşullar

Ayet ve hadislerde dualara icabet, belli şartların gözetilmesine ve vasıtalarının hazırlanmasına bağlıdır. Onlardan bazıları:

  • Duada dilin ve kalbin bir olması: Kur’an-ı Kerim'de, Allah'a hakkı ile dua edilmesi şartıyla, kulların duasına kesinlikle icabet edildiği kabul edilir. [6] Allame Tabatabai, hakkıyla yapılan duayı Allah'ı hem kalple aynı anda hem de dil ile yapılması gerektiği şeklinde tefsir etmiştir. [7]İmam Ali'den (a.s) de Allah'a samimi şekilde yapılmayan dualara icabet edilmediğini rivayet edilmiştir. [8]
  • Allah'ın dışındakilerden ümit kesme: İnsan zahiri ve hayali sebeplerden ümidini keserek Allah'a (c.c) ihlasla yönelmelidir; çünkü Allah Bakara Suresi'nin ayetinde kulların yalnızca kendisine umut bağlamalarını istemiştir. [9]
  • Allah'ı tanıyarak dua etme: İmam Sadık'ın (a.s) bir rivayetine göre duasının neden kabul edilmediğini soran bir topluluğa cevaben, dua eden kişinin Allah’ı tanımamasını duanın kabul edilmemesinin sebebi olarak göstermiştir. [10]
  • Huşu ve Tevazu: Araf Suresi Ayeti, müminlerden Allah'a dua ederken tevazu ve alçakgönüllü olmalarını istemektedir. İmam Sadık (a.s) da dua eden kişinin dualarına icabet olunması için gözlerinden yaşlar akarak ve bedeni titreyerek kalbi kırık bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkması gerektiğini belirtir. [11]
  • Salih amellerle dua edilmesi: Duaların kabul olması için salih ameller işlenmesi ve özellikle de sadaka verilmesi emredilmiştir. [12] Allah, Kur’an-ı Kerim'de iman edip salih ameller işleyenlerin dualarına icabet edeceğini vadetmiştir. [13]
  • Müminlerin Toplu Duası: İmam Sadık'tan (a.s) edinilen bir rivayete göre Allah'a dua eden kırk müminin duasına mutlaka icabet edildiğini ve kendisinin de sıkıntılı zamanlarda ailesini ve çocuklarını toplayarak birlikte dua ettikleri rivayet edilmiştir. [14]

Ayrıca istiğfar [15] ile birlikte duada Ehlibeyt'e (a.s) tevessül etmek [16] duanın icabet edilmesi için diğer şartlar ve koşullar arasında sunulmuştur.

Zaman ve Mekan

Dualara icabet belirli bir zaman ve mekanla sınırlı olmamakla birlikte dualara icabet için bazı zamanlar ve yerler de tavsiye edilir; Kadir Gecesi, Şaban Ayının Ortası, 27 Recep, Ramazan Bayramı, Arife Günü, Kurban Bayramı, Muharrem ayının ilk günü, şafak vakti ve ezan vakti, Cuma gecesi, yağmur yağdığında, farz namazlardan sonra, Kabe'yi görme anı, Receb ayı, Şaban ayı ve Ramazan Ayı gibi özel aylar, duaya icabetin en yoğun olduğu vakitlerdendir. [17]

Ayrıca Mekke, Mescid-i Haram, Kâbe, Hacerü-l Esved, Rükn-i Yemani, İsmail Taşı, Arafat çölünde, İslam Peygamberinin (s.a.a) türbesinin çevresinde, Revzetü-l Nebi, Şia İmamları'nın türbeleri ve özellikle İmam Hüseyin'in (a.s) kubbesinin altında, [18] Sehle Mescidi ve Kufe Mescidi, duaların en çok kabul edildiği söylenen yerler arasındadır. [19]

İcabete Engeller

Ayet ve hadislerde dualara icabet edilmesinin önündeki engellerden bazıları şöyle sıralanmaktadır:

  • Günah: İmam Bakır'ın (a.s) bir rivayetinde günah, insanı duaların kabul olmasından mahrum bırakan en önemli etkenlerden biri olarak tanıtılmıştır. [20]İmam Seccad'ın (a.s) ise kötü niyeti, kötü kalpli olmayı, din kardeşleri arasında nifak çıkarmayı, farz namazları geciktirmeyi, küfür etmeyi ve sadaka vermemeyi dualara icabet edilmesine engel olan günahlar olarak görmüştür. Ayrıca rivayetlerine göre [21] Zulüm, [22] ana babaya itaatsizlik, sılayı rahmi kesmek, [23] ahdi bozma, [24] ve gıybet [25], dualara icabet edilmeme nedenlerindendir. Kumeyl Duasında, Allah'tan duaların kabul edilmemesine neden olan günahların bağışlanması istenir. [26]
  • Haram yemek: Rivayetlere göre haramı alan ve haram yiyen insanın kırk gün boyunca duasına icabet edilmez. [27] Bir kutsi hadiste Allah (c.c), haram yiyenlerin dışında bütün kullarının dualarına icabet etmeyi vadetmiştir. [28]
  • Yalnızca zorluklarda dua etmek: Rivayetlere göre zorluklarda duasının kabul olmasını isteyen kimse, rahatlık ve mutluluk içindeyken de Allah'ı unutmamalı dua etmelidir. [29]
  • Ehlibeyt'in (a.s) velâyetinden şüphe etmek: Bir rivayete göre bir kimse Ehlibeyt'in (a.s) velâyetinden yana kalbinde şüphe barındıracak olursa ömrü boyunca dua etse de duasına icabet edilmez. [30]
  • Hıyanet ve vefasızlık: İmam Ali (a.s) dualara icabet edilmemesinin nedenini soran bir kişiye cevaben insanların kalplerinde ihanet ve küfrü sekiz yerde dualara icabete engel olduğunu belirtmiştir. Allah'ı tanımasına rağmen hakkını yerine getirmemek, İslam Peygamberi'ne (s.a.a) iman etmek ve onun ahlâkına göre hareket etmemek, Kur'an-ı Kerim’i okuyup onunla amel etmemek, söz ile cehennemden korktuğunu belirtmek ancak davranışlarla cehenneme yönelmek, dilde cenneti arzulayıp gerçekte ise cennet için çabalamamak, Allah'ın nimetlerinden yararlanıp nankörlük etmek, insanların ayıplarını görüp kendi ayıplarını görmemek, dilde şeytana düşmanlık yaparak pratikte ona dost olmak bu ihanetlerdendir. İmam Ali (a.s) dualara icabet etmede bunları birer engel olarak görmektedir. [31]

Ayrıca, iyiliğin emri ve kötülükten sakındırmaktan kaçınmak [32] ile birlikte namazı hafife almak [33], duaların icabet edilmesinde engel sayılır.

Duaya İcabetin Gecikme Sebebi

Allame Tabatabai’ye göre gerekli şartlara riayet edilir ve engeller kaldırılırsa Allah (c.c) dualara icabet eder; bu da Allah’ın kesin sünnetlerinden biridir. [34] Fakat bazen de dua edenin hayrına olmadığı için veya başka bir hikmet nedeniyle duaların icabeti gecikir. [35] Bu hikmetlerden bazıları şunlardır:

  • Kul hakkında hayırlı olmaması: Bazen bir kimse dua eder ancak ettiği dua onun hayrına olmaz ve Allah (c.c) bu yüzden onun duasına icabet etmeyi geciktirir veya icabet etmez. Kur’an-ı Kerim’de, Müslümanlara hitaben: “Bazen kendi aleyhine olan bir şeyi seversin ya da kendi yararına olan bir şeyi de sevmezsin oysa Allah senin hayrına olan şeyi senden daha iyi bilir.” denilmektedir. [36] İmam Ali (a.s) oğlu İmam Hasan’a (a.s) hitaben şöyle buyurmuştur: “Kendiniz için istediğiniz her neyse onda dininizin ve dünyanızın helakinden başka bir şey yoktur.” [37]
  • İmam Ali'nin (a.s) Nehcü-l Belağa'da bahsi geçen İmam Hasan'a (a.s) mektubunda, dualara icabetin gecikmesinin üç hikmetinden zikredilmektedir: Bazen niyette bir sıkıntı olur, bazen Allah insana daha büyük bir mükâfat vermeyi diler ve Bazen de Allah başka bir zamanda ona daha hayırlısını verir. [38] İmam Seccad'dan (a.s) da şöyle rivayet edilmiştir: “Müminin duasının üç faydası vardır: Ya ahirette mümine fayda verir, ya dünyada yerine getirilir ya da başka bir bela ondan geri döner.” [39].

Müstecabü-l Dave

Ana Makale: Müstecabü-l Dave Duası çabuk kabul olunan kimseye “ مستجاب الدعوة” 'Müstecabü-l Dave' denir. [40] Rivayetlere göre anne babanın çocukları için duaları, mazlumun zalime karşı duası, umre etmiş kişinin duası, oruçlunun duası, imamın veya âdil liderin kavmi için duası ve müminin diğer müminler için duası reddedilmez. [41]

İmam Hasan'dan (a.s) da rivayet edildiğine göre bir kimse kalbinde Allah'ın (c.c) razı olmadığı şeyler yapmamak için kalbine dikkat ederse onun Müstecabü-l Dave olacağına kefilim. [42]

Kaynakça

  1. ↑İbni Manzur, Lisanu-l Arab, H. , Ceveb Kelimesi (جوب).
  2. ↑Bakara Suresi, Ayet; Mümin Suresi, Ayet; Şura Suresi, Ayet.
  3. ↑İbni Manzur, Lisanu-l Arab, H. , Ceveb Kelimesi (جوب).
  4. ↑Tabatabai, El Mizan, H. , c. 2, s.
  5. ↑Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, H. Ş. , c. 1, s.
  6. ↑Bakara Suresi, Ayet.
  7. ↑Tabatabai, El Mizan, H. , c. 2, s.
  8. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.
  9. ↑Tabatabai, El Mizan, H. , c. 2, s. 33; Fahri Razi, Et-Tefsiru-l Kebir, H. , c. 5, s.
  10. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 90, s.
  11. ↑Hürr'ü Amuli, Vesailu-ş Şia, H. , c. 7, s.
  12. ↑Hürr'ü Amuli, Vesailu-ş Şia, H. , c. 4, s. ; İbni Şuba Harani, Tuhafu-l Ukul, H. , s.
  13. ↑Şura Suresi, Ayet.
  14. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.
  15. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.
  16. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 91, s.
  17. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s. , ; c. 3, s. ,; c. 4, s. 67, ; Saduk, El Amali, H. Ş. , s. , , ; Tirmizi, Sünen, H. , c. 5, s.
  18. ↑İbni Fahid Hilli, İddetu-d Dai ve Nicahu-s Sai (عدة الداعی و نجاح الساعی), H. , s.
  19. ↑Eş'ari Kummi, El Nevadir (النوادر), H. , s. ; Kuleyni, El Kafi, H. , c. 4, s. , , , ; Gazi Numan, Deaimu-l İslam (دعائم الاسلام), c. 1, s. ; Saduk, El Amali, H. Ş. , s. ; Tusi, Tahzibu-l Ahkam, H. , c. 6, s. 35, ; Müttaki Hindi, Kenzu-l Umal (کنز العمال), H. , c. 12, s.
  20. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.
  21. ↑Saduk, Maaniyu-l Ahbar, H. , s.
  22. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.
  23. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s. ; Helvani (حلوانی), Nuzhetu-n Nazir (نزهة الناظر), H. , s.
  24. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 93, s.
  25. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 75, s.
  26. ↑Tusi, Misbahu-l Müctehid, H. , s.
  27. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 90, s. ,
  28. ↑İbni Fahid Hilli, İddetu-d Dai ve Nicahu-s Sai (عدة الداعی و نجاح الساعی), H. , s.
  29. ↑Hürr'ü Amuli, Vesailu-ş Şia, H. , c. 7, s.
  30. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.
  31. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 90, s.
  32. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 90, s.
  33. ↑Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 83, s.
  34. ↑Tabatabai, El Mizan, H. , c. 2, s.
  35. ↑Karaati, Tefsir-i Nur, H. Ş. , c. 1, s.
  36. ↑Bakara Suresi, Ayet.
  37. ↑Nehcü-l Belaga, Süphi Salih'in Düzenlemesi, H. , s.
  38. ↑Nehcü-l Belaga, Süphi Salih'in Düzenlemesi, H. , s.
  39. ↑İbni Şuba Harani, Tuhafu-l Ukul, H. , s.
  40. ↑Dihhoda, Lügatname, H. Ş. , Müstecab Kelimesi (مستجاب).
  41. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s. ; Meclisi, Biharu-l Envar, H. , c. 90, s. ; c. 93, s.
  42. ↑Kuleyni, El Kafi, H. , c. 2, s.

Bibliyografya

  • Nehcü-l Belaga, Süphi Salih'in Düzenlemesi, Kum, Hicret, H.
  • İbni Şuba Harani, Hasan bin Ali, Tuhafu-l Ukul, Ali Ekber Gaffari'nin Düzenlemesi, Kum, Came'e-i Müderrisin,
  • İbni Manzur, Muhammed bin Mekram, Lisanu-l Arab, Beyrut, Daru-l Fikr, Darun Sadır (دار الفکر -‌ دار صادر), H.
  • İbni Dahid Hilli, Ahmed bin Muhammed, İddetu-d Dai ve-n Nicahu-s Sai (عدة الداعی و نجاح الساعی), Ahmed Muhdi Kummi'nin Düzenlemesi, Tahran, Daru-l Kutubu-l İslamiyye, H.
  • Eş'ari Kummi, Ahmed bin Muhammed bin İsa, El Nevadir, Kum, İmam Hadi Müessesesi, H.
  • Tirmizi, Muhammed bin İsa, Sünenu-t Tirmizi ve huve-l Cami'u-s Sahih (سنن الترمذی و هو الجامع الصحیح), c. 3 ve c. 5, Abdurrahman Muhammed Osmanof'un Baskısı, Beyrut, H. /
  • Hürr'ü Amuli, Muhammed bin Hasan, Vesailu-ş Şia, Kum, Alu-l Beyt (a.s) Müessesesi, H.
  • Dihhoda, Lügatname, Tahran, Tahran Üniversitesi Yayınları, H. Ş.
  • Saduk, Muhammed bin Ali, El Amali, Kum, Bi'set Müessesesi Yayını, H.
  • Saduk, Muhammed bin Ali, Maaniyu-l Ahbar, Ali Ekber Gaffari'nin Düzenlemesi, Kum, İslami Yayınlar Ofisi, H.
  • Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, El Mizan fi Tefsiri-l Kur'an, Beyrut, El A'lemi li-l Matbuat Müessesesi (مؤسسة الاعلمی للمطبوعات), H.
  • Tusi, Muhammed bin Hasan, Tahzibu-l Ahkam, Hasan Musevi Horasan'ın Baskısı, Beyrut, H. /
  • Tusi, Muhammed bin Hasan, Misbahu-l Müctehid, Beyrut, Fıkhu-ş Şia Müessesesi, H.
  • Fahri Razi, Muhammed bin Ömer, El Tefsiru-l Kebir, Beyrut, Darun İhyau-t Turasu-l Arabi (دار إحیاء التراث العربی), H.
  • Gazi Numan, Numan bin Muhammed, Deaimu-l İslam ve Zikru-l Helal ve-l Haram ve-l Gazaya ve-l Ahkam (دعائم الاسلام و ذکر الحلال و الحرام و القضایا و الاحکام), Asıf bin Ali Asker Feyzi'nin Baskısı, Kahire (), Ofset Baskı (Kum, Bita).
  • Karaati, Muhsin, Tefsir-i Nur, Tahran, Kur'an'dan Dersler Kültür Merkezi, H. Ş.
  • Kuleyni, Muhammed bin Yakup, El Kafi, Tahran, Daru-l Kutubu-l İslamiyye, H.
  • Müttaki Hindi, Ali bin Hüsamüddin, Kenzu-l Umal fi Sünenu-l Akval ve-l Af'al (کنزالعمال فی سنن الاقوال و الافعال), Bekri Hayani ve Saffet Sakka'nın Baskısı, Beyrut, H. /
  • Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu-l Envar, Beyrut, Darun İhyau-t Turasu-l Arabi (دار إحیاء التراث العربی), H.
  • Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, Tahran, Daru-l Kutubu-l İslamiyye, H. Ş.

Lua hatası 80 satırında seafoodplus.info: module 'Module:HtmlBuilder' not found.

Lua hatası 80 satırında seafoodplus.info: module 'Module:HtmlBuilder' not found.

Dua Ediyorum Neden Kabul Olmuyor?

Dua niçin kabul olmaz? Duanın kabul olmamasının sebebi.

Câfer-i Sâdık Hazretlerine:

“–Bize ne hâl oldu ki duâ ediyoruz, fakat duâmız kabûl edilmiyor?” diye sorulduğunda, Hazret şu cevâbı verir:

“–Çünkü siz, tanımadığınız bir Zât’a duâ ediyorsunuz!”[1]

[Müʼmin, Rabbinin kudret ve azametini tefekkür ettikçe, mârifetullahʼtan hisseler almaya başlar. Mârifetullah ise, Allâhʼı kalben ve yakînen tanımaktır. İbadetlerin Hak katındaki makbûliyet derecesi de, kulun mârifetullahʼtan hissesi ölçüsündedir. Nitekim âyet-i kerîmede:

“…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9) buyrulur. Buradaki “bilmek” ifâdesiyle kastedilen ise; Allâhʼı bilmek, yani mârifetullahʼtır.

Ayrıca kul, Rabbini ne kadar tanıyabilirse, duâ ve ilticâlarını da o nisbette artırır. Kulun Rabbine yakınlığının ve Hak katındaki kıymetinin temelinde de, ihlâs ve samimiyetle îfâ ettiği ibadet ve duâları yer alır.

DUA NİÇİN EDİLİR?

Nitekim diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

(Rasûlüm!) De ki: (Eğer kulluk ve) duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?! (Ne işe yararsınız!)..” (el-Furkân, 77)

Bundan dolayıdır ki ârif müʼminler, hayatın acı-tatlı bütün safhalarında, dâimâ duâ hâlinde yaşarlar. Duâdan uzak durmak, kulun Hakkʼa uzaklığına işarettir. Esâsen bütün günah ve isyanların temelinde de, mârifetullahtan mahrûmiyet, yani Cenâb-ı Hakkʼı lâyıkıyla tanıyamamak zaafı yer almaktadır.

DUA NEDEN KABUL OLMAZ?

Nitekim Kâsım bin Muhammed -rahmetullâhi aleyh-, bir kişinin:

“–Falanca, Allâh’a karşı ne kadar da cürʼetkâr!” dediğini işitince, onu şöyle îkâz etmiştir:

“–Allâh’a karşı cürʼetkâr olmak, Âdemoğlunun haddine değildir! Ancak onun hakkında:

«–Allâh’ı ne kadar da az tanıyor!» diyebilirsin.”[2]

Dolayısıyla Cenâb-ı Hakkʼı tanıyan bir müʼmin, Oʼna hiçlik, yokluk ve acziyet duyguları içinde ilticâ etmeyi, kendisi için zarûrî bir kulluk edebi bilir.

Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurur ki:

“Duâlarınız kabûl olunmayacak diye korkmuyorum. Sizin, duâ edemez hâle gelmenizden korkuyorum…”

Duânın kabul olunmadığı zannıyla duâyı terk etmek, şeytanın tuzağına düşmek demektir. Müʼmin, kendisinin apaçık bir düşmanı olan şeytana karşı, duâ silâhını aslâ elinden bırakmamalı, gönlünden taşan samimî duâları dilinden düşürmemelidir.

Duâ, Rabbimizʼin bir emri olması cihetiyle, mühim bir ibadet hükmündedir. Hattâ Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

“Allah katında O’na duâ etmekten daha kıymetli bir şey olamaz. Duâ, ibadetin (kulluğun) özüdür.” (Tir­mi­zî, De­avât, 1)

“Sıkıntı ve darlık zamanında duâsının kabûl olmasını isteyen kimse, bolluk ve rahatlık zamanında da duâyı bol yapsın.” (Tirmizî, Deavât, 9)

“Kime ki duâ kapıları açılmıştır, ona rahmet kapıları açılmış demektir.” (Tirmizî, Deavât, )

“Kabûl edileceğine inanarak Allah Teâlâ’ya duâ ediniz. Şunu bilin ki Cenâb-ı Hak, gâfil bir kalple yapılan duâyı kabûl etmez.” (Tirmizî, Deavât, 65)

DUA EDENİN DUASI KABUL EDİLİR

Bu bakımdan duâ -kabul edilsin veya edilmesin-, her hâlükârda müʼmine fayda sağlar. Zira bâzı duâlar kabul edilerek kulun daha hayatında iken murâdına ermesine vesîle olur. Bâzı duâlara ise bu dünyada icâbet edilmez, onların icâbeti âhirete tehir edilir. Bunun hikmeti de, kulun uhrevî mükâfatlara nâil olmasının murâd edilmesidir. Zira Zeyd bin Eslem -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Duâ eden herkes, muhakkak şu üç şeyden birini elde eder: Ya duâsı kabul edilir, ya kendisi için âhirete saklanır, ya da yaptığı duâ günahlarına kefâret olur.” (Muvatta, Kurʼân, 36)

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

(Ey Rasûlüm!) Kullarım Sana, Benʼi sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana duâ ettiği vakit, duâ edenin dileğine karşılık veririm…” (el-Bakara, )

“Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ edin, kabûl edeyim. Çünkü Bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar, aşağılanarak Cehennemʼe gireceklerdir.” (el-Müʼmin, 60)

Velhâsıl müʼminin vazifesi, Rabbimizʼin emrine uyarak duâya sımsıkı sarılmaktır. Bilhassa da, icâbete en yakın zaman olan seherleri, duâ, istiğfar ve zikirden mahrum olarak geçirmemektir.]

Dipnotlar:

[1] Kuşeyrî, er-Risâle, II, ; Hânî, el-Hadâik, s.

[2] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Cafer-i Sadık (rahmetullâhi aleyh), Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Duası Kabul Olanlar - Duanın Kabul Olduğu Yer ve Vakitler

PAYLAŞ:                

KABUL EDİLMEYEN DUA VAR MIDIR?

Bazı sahabeler Hz. Peygambere gelerek şöyle sordular:

-Ya Resulallah! Rabb’imiz bize yakın mıdır, uzak mıdır? Eğer yakınsa ona sessizce yakarışta bulunalım. Uzaksa yüksek sesle yalvaralım.

Onların bu sorusuna Peygamberimiz (a.s.) şu ayeti okuyarak cevap vermiştir:

“Kullarım sana benden sorarlar. De ki: Ben onlara yakınım. Dua ettiklerinde dualarına karşılık veririm. Onlar bana dua etsinler, benden istesinler, bana inanıp güvensinler. Böylece doğru yola erişirler.” (Bakara, 2/).

Bir ismi de “el-Mücîb (dualara karşılık veren)” olan Yüce Allah, bizlerden dua etmemizi ister ve bunun bir kulluk görevi olduğunu bildirir. Yapılan duaların karşılıksız kalmayacağını da şöyle ifade eder: “Bana dua edin, size cevap vereyim…” (Mümin, 40/60).

Dua eden kimse içten ve ciddi olarak dua etmeli, duasında iyi ve meşru şeyleri istemelidir. Aynı zamanda kendisi de dualarının gerçekleşmesi için çaba sarf etmeli ve sonuçta Allah’a tevekkül etmelidir.

Bir zamanlar yaşlı bir kadının devesi uyuz olmuştu. Ölürse bütün işleri altüst olacak, bağına, bahçesine giderken eşyasını yükleyecek vasıtadan mahrum kalacaktı. Bunun için günlerce düşünmüş, bir tedbir hatırına gelmemişti. Durmadan dua ediyor, devesini kurtarmasını Allah’tan diliyordu.

Bir gün yine kıra çıkardığı devesinin ot yemeyip, su içmediğini, iskelet haline geldiğini görünce üzüntüsü bir kat daha arttı, başladı ağlamaya. Hem ellerini açmış dua ediyor hem de durmadan ağlıyordu. İşte bu sırada oradan geçen bir Allah dostu yaşlı kadının ağladığını görünce sordu:

-Ey Allah’ın kulu, niçin gözyaşı döküp ağlıyorsun?

Kadın titrek sesle cevap verdi:

-Niçin olacak, devem için. Devem benim her şeyim. Ya ölürse hâlim ne olur? Yakalandığı hastalıktan kurtarması için Rabb’ime günlerdir el açıp dua ediyorum, fakat bir türlü kabul edilmiyor.

Tebessüm eden Allah dostu şöyle cevap verdi:

- Kabul olmasını istiyorsan duana biraz da katran kat, katran!

Kadın düşünmeye başladı. Ne demekti duasına katran katmak?

Nihayet anlar gibi oldu. Bu defa gidip komşulardan katran bulan kadın, devesine önce iyice bir katran sürdü. Bundan sonra da ellerini açıp duaya başladı. Katranla uyuz sivilcelerindeki mikroplar tümüyle ölmüş, böylece deve uyuzdan kurtulmuştu.

Bütün ibadetlerde olduğu gibi dua da belli esas ve usullere göre yapılır. Öncelikle duaya Allah’ın isimlerinden birini anıp ona hamdederek ve Peygamberimize salâtü selam getirerek başlamalıyız. Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) bir adamın duasında salât ve selam okumadığına şahit oldu. Bunun üzerine,

- Bu kimse acele etti, buyurdu.

Sonra adamı çağırıp,

- Biriniz dua ederken, Allah (c.c.)’a hamd ve sena ederek başlasın, sonra Hz. Peygambere salavât okusun, sonra da dilediğini istesin, buyurdu. (Tirmizi, Daavat, 66; Ebu Davud, Salât, ; Nesai, Sehv, 48)

Elhamdülillah, vessalatü vesselamü dedikten sonra kendimizden başlayarak anne-babamız, akrabalarımız ve bütün müminler için Allah’tan iyilik ve güzellikler dilemeliyiz.

Kur’an’da kendimiz ve diğer müminler için şöyle dua etmemiz öğütlenir:

“Rabb’imiz! Hesap görülecek günde, beni, ana-babamı ve inananları bağışla.” (İbrahim, 14/41)

“Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/).

Bizler dualarımızın hemen gerçekleşmesini isteriz. Ancak, bazen dualarımız hemen gerçekleşmez. Bu durumda aceleci olmamalı, sabırlı olmalıyız. Peygamberimiz (a.s.) “Acele edip “dua ettim de duam kabul olunmadı.” demedikçe dualarınız kabul olur.” (Buhari, Daavat, 21; Müslim, Zikr, 90) buyurmaktadır.

Bu nedenle dua ettikten sonra ümitsizliğe kapılmamalıyız. Peygamberimiz (s.a.v.) dualarımızın karşılıksız kalmayacağını şöyle müjdelemiştir: “Bir Müslüman dua ettiğinde mutlaka duasına karşılık verilir. Ya dünyada hemen karşılığını alır ya da ahirete bırakılır. Ya da duası miktarınca günahları affedilir.” (Buharî, Deavât, 22; Müslim, Zikr, 92)

Ya hafiyyel eltaf
Muradiye camii kapısı neccina mimma nehaf korktuklarımızdan necatt ver
Bakınız
Psikokinesis_&_Chi_Qui_seafoodplus.info
Maher_Zain-Barakallah_(Wedding_Indonesia_Version).mp4
صلاح_الجمل_دعاء_الانبياء_كامل_-_ادعية_رمضان_--

Dua niçin kabul olmaz

Dualar niçin kabul olmaz?

CEVAP

Şartlarına uygunsa dua kabul olur. Hadis-i şerifte, (Rabbiniz kerimdir, kendine açılan eli boş çevirmekten haya eder, edilen duayı kabul eder) buyuruldu. (Tirmizi)

Duanın kabul olması için bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Sebeplere yapışmadan istemek kuru bir temennidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.) [Deylemi]

Yapılacak işlerden bazıları şöyledir:

Önce günahlara tevbe etmeli, istiğfar okumalı, sadaka vermeli, imanını düzeltmeli, duanın kabul olacağına inanmalı, iki diz üzerine kıbleye karşı oturup, duaya başlarken, Sübhane Rabbiyel aliyyil a’lel vehhab demeli, euzü besmele çekip hamd ve salevat okumalı, duayı üçten fazla söylemeli! Kabul olmadı diyerek ümit kesmemeli, kabul olana kadar uzun zaman tekrar etmelidir! (Feraid)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Siz, kabul edileceğine yakînen inanarak, Allah’a dua ediniz. Allahü teâlâyı unutarak, gafletle edilen dua kabul olmaz.) [Tirmizi]

(Emr-i marufu bırakırsanız dualarınız kabul olmaz.) [Bezzar]

(Bid'at ehlinin duası ve ibadetleri kabul olmaz.) [Deylemi]

(Kızını fâsıkla evlendirenin duası kabul olmaz.) [Şir’a]

Farzları yapmayanın, mesela namaz kılmayanın duası kabul olmaz. Haramlardan sakınmayanın duası kabul olmaz. Ebülleys-i Semerkandi hazretleri, (Haram yiyenin, gıybet edenin ve haset edenin duası kabul olmaz) buyuruyor. Hadis-i şerifte de, (Duanın kabul olması için, yenilen ve giyilen helal olmalıdır) buyuruluyor. (Tergib-üs-salât)

İhlaslı ve salih olmaya çalışmalı. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İhlaslı olarak dua edin!) [Mümin 14, 65]

(Allahü teâlâ, ancak takva sahiplerinin [salihlerin amellerini, dualarını] kabul eder.) [Maide 27]

Evliyayı vesile ederek, dua etmeli. Buhari’deki hadis-i şerifte, duanın kabul olması için, Peygamberleri ve salihleri vesile etmek gerektiği bildirilmektedir. (Hısn-ül-hasin)

Mesela silsile-i aliyyenin isimleri okunup onların hürmetine dua edilmeli.

Din kardeşine gıyabında dua etmeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Müminin din kardeşi için, arkasından yaptığı hayır dua kabul olur. Bir melek, Allah bu iyiliği sana da versin der. Meleğin duası reddedilmez.) [İbni Ebi Şeybe]

Beş vakit namazı doğru ve severek kılmalı ve sonra dua etmeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Beş vakit namazlardan sonra yapılan dua kabul olur.) [Buhari]

Yine hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ buyuruyor ki: büyüklenmeyen, gününü Allah’ı anmakla geçiren, [Allah’ın razı olduğu işleri yapan] günahta ısrar etmeyip istiğfar eden, aç doyuran, garibi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, dua ederlerse, dualarını kabul ederim.) [Darekutni]

(Gizli-açık çok sadaka verin ki rızkınız bollaşsın, yardıma mazhar olasınız ve duanız kabul edilsin.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ, duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allah’tan çok isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz.) [Buhari]

(Kim, Yunus aleyhisselamın balığın karnında iken ettiği duayı okursa, duası kabul olur.) [Tirmizi]

(Birinize dert ve bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun! Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Dua şudur: “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin”) [Tirmizi]

(Duasının kabul olmasını isteyen, darda kalanı ferahlandırsın!) [İbni Ebiddünya]

(İstiğfara devam eden, her türlü sıkıntıdan ve geçim darlığından kurtulur, ferahlığa çıkar, ummadığı yerden rızka kavuşur.) [Nesai]

(Sıkıntılı iken duasının kabul edilmesini isteyen kimse, refahta iken çok dua etsin!) [Tirmizi]

(Sıkıntılı veya borçlu bir kimse, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]

Sual: Evlilik için dua ettim, kabul olmadı. Sebebi nedir?

CEVAP

Evlenmeyi istemek normaldir. Ancak her evlilik mutlaka hayırlı olur mu? Çok az da olsa, evlilik bir kimsenin dünya ve ahiret felaketine sebep olabilir. Ne olursa olsun evlenmeyi değil de, mutlaka hayırlı olanını istemelidir. Hayırsız bir evlilik yerine bekârlığı tercih etmelidir!

Esas hayat, ahiret hayatıdır. Muhteşem bir hayat sürülse de, dünya geçicidir. Akıllı, ahiretini düşünüp, (Ya Rabbi evlilik hakkımda hayırlı ise nasip et) diye dua eder. Kur'an-ı kerimde, (Dua edin, duanızı kabul ederim), hadis-i şerifte ise (Rabbiniz kerimdir, kendine açılan eli boş çevirmekten haya eder) buyuruldu. (Tirmizi)

(Duam kabul olmadı) demek yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dua edenin ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür, yahut ahirette mükafatını bulur.) [Deylemi]

Allahü teâlâ, Kıyamette, duası dünyada kabul edilmeyen kula (Dünyada ettiğin duana karşılık şu sevapları veriyorum) buyuracak, o kadar çok sevap verecek ki, o kimse, (Keşke dünyada hiçbir duam kabul edilmeseydi) diyecektir. (seafoodplus.infon)

Allahü teâlâ, dua edeni sever, dua etmeyene gazap eder. Dua müminin silahı, dinin temel direklerinden biridir. Duanın faydaları çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Dua, işlenen günahlara kefarettir.) [İbni Hibban]

(Dua, bela gelirken korur.) [Şir’a]

Allahü teâlâ, isteyene verir. Dua etmenin, istemenin de şartları vardır. Bu şartlara riayet eden arzusuna kavuşur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, sabra gayret edeni muvaffak kılar, iffet talep edeni de iffetli, istigna edeni de gani kılar.) [Hakim]

(Hayır isteyen hayra kavuşur. Şerden sakınan da korunmuş olur.) [Hatib]

Demek ki, sabreden başarır, namuslu olmak isteyen ve insanlara muhtaç olmak istemeyen arzusuna kavuşur. Arayan Mevlasını, azan belasını bulur.

Sevilen kulun duası gecikir mi?

Sual: Allahü teâlânın, sevdiği kulunun dua etmesini sevdiği için, duasını geciktirdiği doğru mudur?

CEVAP

Öyle durumlar da olabilir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle anlatıyor: (Allahü teâlâ bir kulunu severse veya onun sevgili bir kul olmasını isterse, üstüne bardaktan boşanırcasına musibet yağdırır, onun üzerine ardı ardına belalar gönderir. Bu kimse dua ederse, Cebrail aleyhisselam der ki:

— Ya Rabbi bu sevgili kulun istediğinin verilmemesinin hikmeti nedir ki?

Allahü teâlâ buyurur ki:

— Ben onun sesini dinlemeyi seviyorum. Bırakın, duaya devam etsin!

Kul, ya Rabbi der, Allahü teâlâ lebbeyk der, (Senin her istediğini vereceğim ve memnun edeceğim. İzzetime yemin ederim ki, ne dua edersen kabul edeceğim, ne istersen vereceğim; ancak bu isteklerini ya dünyada veya ahirette veririm. Ahirette verirsem daha üstününü verir, daha büyük belaları üzerinden def ederim) buyurur.

Kıyamet günü, teraziler kurulur, namaz ehli getirilir, karşılığını tam alırlar. Oruç tutanlar getirilir, karşılığını tam alırlar. Zekât ehli getirilir, onlar da karşılığını tam alırlar. Hac ehli getirilir, onlar da karşılığını tam alırlar. Belaya, musibete uğrayanlar getirilir, onlar için terazi kurulmaz, ücretleri, mükâfatları tartısız bol bol verilir. Bunlara verilen sevabların büyüklüğünü görenler, (Keşke bizim de dünyada vücutlarımız makaslarla doğransaydı da, biz de böyle büyük nimetlere kavuşsaydık) derler. İşte şu mealdeki âyet-i kerime bunu bildiriyor: (Ey îman eden kullarım, Rabbinizden [emir ve yasaklarına riayetsizlikten] korkun. Bu dünyada [Allahü teâlâya itaat ederek] iyi iş yapanlar için, [ahirette] bir güzellik [Cennet] vardır. Allah’ın toprağı yeryüzü geniştir. [Kâfirler içinde daraldığınız zaman, başka ülkelere hicret edebilirsiniz.] Ancak [ibâdete, taate, belâlara ve vatanından ayrılıp hicretin güçlüklerine] sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.) [Zümer 10] (Dürr-ül mensûr – İmam-ı Süyûti)

Her dua kabul olur

Sual: Her dua kabul olur mu?

Kabul edilmeyen dua olur mu?

CEVAP

Günah olmayan ve şartlarına uygun yapılan her dua kabul olur. Allahü teâlâ kendisine açılan eli boş çevirmekten hayâ eder. Kur’an-ı kerimde Allahü teâlâ, (Bana dua edin, kabul edeyim) buyuruyor. (Mümin 60)

Allahü teâlâ, kabul etmese böyle buyurur mu? (Ben dua ediyorum; ama kabul olmuyor) demek yanlıştır. Onunki de kabul olmuştur. Mesela o kimse bir araba ister de, Allahü teâlâ ona bir ev ihsan edebilir. O, arabayı alamadığı için duam kabul olmadı zanneder. Duası sayesinde başına gelecek büyük bir bela önlenmiş olabilir. Yahut dua sayesinde günahları affedilmiş olur veya ahirette çok büyük ihsanlara kavuşur. Bu kabul edilme hususu, bir hadis-i şerifte şöyle açıklanıyor: (Meşru olarak dua eden mümin, şunlardan birine muhakkak kavuşur: Kabul olur veya kabul edilmiş bir ibadet sevabı alır ve âhirette büyük nimetlere kavuşur. Günahları affedilir veya iyilikleri artar yahut önlenmesini istediği o kötülüğün bir benzerinden onu kurtarır. O halde dua etmeye devam edin! Allah’ın ihsanı boldur. Dünyada duası kabul olanlar, duası dünyada kabul olmayanlara, ahirette verilen nimetleri görünce, “keşke, bizim de dünyada dualarımız hiç kabul olmasaydı” diyeceklerdir.) [Deylemi, Hâkim]

Peygamber efendimiz anlatır:

Allahü teâlâ bir kulunu severse veya onun sevgili bir kul olmasını isterse, üstüne bardaktan boşanırcasına musibet yağdırır, onun üzerine ardı ardına belalar gönderir. Bu kimse dua ederse, Cebrail aleyhisselam, (Yâ Rabbi, bu sevgili kulun istediğinin verilmemesinin hikmeti nedir?) diye sorunca, Allahü teâlâ, (Ben onun sesini dinlemeyi seviyorum, bırakın, duaya devam etsin!) buyurur. Kul, ya Rabbi der, Allahü teâlâ, (Söyle, her istediğini vereceğim ve memnun edeceğim. İzzetime yemin ederim, ne dua edersen kabul edeceğim, ne istersen vereceğim; ancak bu isteklerini ya dünyada veya ahirette veririm, ahirette verirsem daha üstününü verir, daha büyük belaları üzerinden def ederim) buyurur.

DUA HASTALIKLARIN TEDAVİ SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR

"Kalpten Ölüm %30 Oranında Azaldı", "İyileşme % 11 Hızlandı", "Kısırlık Tedavisi %25 İlerledi" , "Toplu Dua AIDS'i İyileştirdi"…

Son günlerde gazetelerde yer alan bazı haberlerdeki bu başlıklar dikkat çekici bir araştırmanın sonuçlarının özeti niteliğindedir. Dua ile iyileşme süreci arasındaki bağlantıyı incelemek amacıyla yürütülen araştırmalar son derece önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. Mind/Body Medicam Enstitüsü'nün kurucusu Dr. Herbert Benson tarafından 10 yıl boyunca devam eden ve kişinin katıldığı bir araştırma, bu alanda şimdiye kadarki en geçerli sonuçların elde edildiği araştırma olarak nitelendirilmektedir. ABD'de federal hükümetin milyon dolar fon ayırdığı araştırmalarla ulaşılan sonuç, dua ve hastalıkların iyileşmesi arasında birebir bağlantı olduğudur.

Allah'tan Yardım Dilemek

"Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamlarına gelen dua, Kuran'a göre "insanın içten bir kalp ile Allah'a yönelmesi, O'na muhtaç bir varlık olduğunun bilinci ile sonsuz güç sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah'tan yardım dilemesi"dir. Hastalık anları da insanın bu acizliğini daha net hissettiği, Allah'a yakınlaştığı anlardan biridir. Ayrıca hastalıklar Allah'ın takdiriyle gerçekleşen çok hikmetli bir imtihan, dünya hayatının geçici ve kusurlu olduğunu hatırlatan bir uyarı, sabreden ve tevekkül edenler için ahirette bir ecir kaynağıdır.

Allah bir ayette duaya şöyle dikkat çekmektedir:

Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

İman etmeyen kimseler, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Sağlıklıyken vücutlarındaki sistemi çalıştıranın, hastalandıklarında şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru var edenin Allah olduğunu düşünmezler. Pek çok kişi ancak doktor ve ilaçların yetersiz kaldığına kanaat getirince, Allah'a yönelir. Böyle bir durumdaki kişi, içinde bulunduğu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlayarak, yalnızca Allah'tan yardım diler. Allah bu ahlakı bir ayette şöyle bildirmektedir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

Halbuki insanın sağlıklıyken ya da bir zorluk, sıkıntı içinde olmadığında da dua etmesi, Allah'ın kendisine verdiği rahatlık, sağlık ve diğer tüm nimetler için şükretmesi gerekir.

Fiili Duanın Önemi

Dua ile ilgili çok önemli bir konu da şudur: Sözlü duanın yanı sıra kişinin fiili dua olarak çaba sarf etmesi de son derece önemlidir. Fiili dua, kişinin herhangi bir isteğine ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişinin sözlü duanın yanı sıra mutlaka uzman bir doktora başvurması, kendisi için faydalı ilaçları kullanması, gerekli ise hastanede tedavi görmesi, hassas bir bakım altında olması da gerekebilir. Çünkü Allah dünyada meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Dolayısıyla kişinin de bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri alması, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, tevekkül, teslimiyet ve sabırla sonucunu Allah'tan beklemesi gerekir.

İmanın ve duanın hastaların üzerindeki olumlu etkisi ve tedavi sürecini hızlandırması doktorların da dikkatlerini çeken, tavsiye olarak dile getirdikleri bir konudur.

Duanın İyileştirici Etkisine Örnekler

ABD'de yayınlanan ünlü haber dergisi Newsweek, 10 Kasım sayısında "Allah ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor?" (God & Health: Is Religion Good Medicine? Why Science is Starting to Believe?) başlığı altında dinin iyileştirici etkisini kapak konusu yaptı. Allah inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığını bildirdi. Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir.

Michigan Üniversitesi'nin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, Chicago'daki Rush Üniversitesi'nin araştırmasına göre, düzenli olarak ibadet ve dua edenlerin erken ölüm oranı, dine bağlı olmayanlara göre yüzde 25 daha az olarak tespit edilmiştir.

Bu konuda The New York Times gazetesinde yer alan bir habere göre ise bugüne kadar dua ve hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantıyla ilgili olarak yapılan bazı önemli araştırmaları ve sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:

Duke Üniversitesi'nin anjiyo operasyonu geçiren hasta üzerinde yaptığı bir başka araştırmada da, "duanın iyileştirici gücü" bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dua okuyan kalp hastalarının, ameliyattan sonraki birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde 30 daha az olduğu tespit edilmiştir.

St Luke's Hastanesinde tedavi gören kalp hastalarından, tanesine din adamları dua okumuş, sonuç olarak kendileri için dua okunan hastaların %11 oranında daha çabuk iyileştiği ve rahatsızlık belirtilerinin azaldığı görülmüştür.

Columbia Üniversitesi'nin yaptığı araştırmada üreme sorunları yaşayan kişiler için düzenli olarak dua okunmuştur. Bu kişilerde döllenmenin başarı oranı %8'den %16'ya çıkmıştır. Embriyonun sağlıklı bir şekilde büyüme ihtimali ise %25'ten %50'ye yükselmiştir.

Bu konuda yapılan araştırmalar bu örneklerle sınırlı değildir. San Francisco Hastanesi'nde kalp hastası üzerinde yapılan başka araştırmada, hasta için düzenli olarak dua edilmiş, tanımadıkları kişilerin kendilerine dua ettiği bu hastaların, ilaç tedavisine daha çabuk cevap verdikleri ortaya çıkmıştır.

'de yayınladığı bir araştırmayla Dr. Elizabeth Targ Afrika'daki bazı AIDS hastalarının toplu yapılan dualarla iyileşme gösterdiklerini kaydetmiştir.

Bütün bu örnekler dua ile çeşitli hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantının delillerindendir.


Vatan, 11 Ekim

Yeni Asya, 12 Ekim

Her An, Her Konuda Allah'a Yönelmek

Allah'ın Kuran'da bildirdiği dualardan bir kısmı şöyledir:

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, )

Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, )

Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın." Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, )

Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. (Saffat Suresi, 75)

Daha evvel de belirttiğimiz gibi dua sadece hastalıktan ya da dünyevi sıkıntılardan, zorluklardan kurtulmak için olmamalıdır. Samimi iman eden bir kişi, her zaman Allah'a dua etmeli ve Allah'tan gelecek her karşılığa razı olmalıdır. Kuran'da pek çok ayetle bildirilen dua ibadetinin, günümüzde bilimsel olarak da faydalarının ispatlanması Kuran'ın mucizevi özelliklerinden biridir. Başka bir ayette duayla ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, )

KURAN'DA DUA NASIL ANLATILIYOR?

En son ne zaman dua ettiğinizi düşündünüz mü? Bu soruya farklı cevaplar verilebilir ama ortak nokta herkesin bir şekilde dua ettiği olacaktır. İnsanlar elbette her yerde, her ortamda, istedikleri herşey için Rabbimiz olan Allah'a dua edebilirler. Allah iman edenlerin her ortamda dua edebileceklerine, Kendini zikredebileceklerine aşağıdaki ayetlerle dikkat çekmiştir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” “Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” “Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” “Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet etmeyensin.” Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…” (Al-i İmran Suresi, )

Bunların yanısıra bir de duanın, en güzel, en makbul şekli vardır ki Kuran'da bunlar ayrıntılarıyla anlatılmıştır.

YÜKSEK OLMAYAN BİR SESLE, YANLIZ BAŞINA İÇİN İÇİN DUA

Çok çaresiz ve sıkıntı içerisinde kaldığınız, Allah'a dua etme ihtiyacı hissettiğiniz bir anda dua etmek için nasıl bir ortamı tercih ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Hiç şüphesiz gece yastığa başınızı koyduğunuzda ya da çok sessiz ve gürültüsüz, Allah'la başbaşa olabileceğinizi hissettiğiniz bir ortamda dua etmeyi tercih etmişsinizdir.

İbadetler sırasında manevi yoğunluk en fazla yalnız başına, kimsenin bilmediği zamanlarda, tam bir konsantrasyonun sağlanabildiği sırada yaşanır. İhtiyaçları, hataları veya eksikleri konusunda Allah'a dua etme gereksinimi duyan insan, yalnız başına ve için için dua etmeyi tercih eder. Buna güzel bir örnek Hz. Zekeriya'nın duasıdır. Kuran'da, onun Allah'tan soyunu devam ettirecek bir varis isterken gizlice dua ettiğine işaret edilir:

Hani o Rabbine gizlice seslendiği zaman demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, )

Duanın tanımı için "gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır" demiştik. Bu yüzden dua, gerçekten Allah'a karşı acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpçı ve taklitçi düşünce yapısıyla sağlanamaz. Zaten gerçek anlamda samimi olan, acizliğini hisseden insan doğal olarak bunu yaşayacaktır. Kuran'da, müminlere şu şekilde dua etmeleri tavsiye edilir:

Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)

Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler” (A’raf Suresi, )

Kuran'da, duanın yalnızken, yalvararak ve için için yapılabileceğine dikkat çekilir. Dolayısıyla duanın nerede yapıldığı, dua sırasında düzenlenen "tören"in büyüklüğü, katılımın fazla olması ve dua eden şahsın sesinin çok fazla çıkması ölçü değildir.

Öncelikle bilinmelidir ki, duadaki yüksek ses tonları duanın Allah'a ulaşmasını ya da Allah'ın duaya icabetini kolaylaştırmaz. Dua ettiğimiz Rabbimiz, içimizden geçirdiğimiz düşünceleri bilen, herşeyden haberdar olan ve bize şah damarımızdan daha yakın olandır. (Kaf Suresi, 16) Bize bu kadar yakın olan Allah'a dua ederken sesimizi gereksiz yere yükseltmemizin bir anlamı yoktur. Kişi içinden dua edebileceği gibi, ancak kendisinin duyabileceği bir tonla da dua edebilir.

Kuran'da gerek ibadet sırasında, gerekse yaşamın her anında ses tonunun uygun tutulması gerektiği insanlara aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir:

Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)

De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. (İsra Suresi, )

Görüldüğü gibi Kuran'da tarif edilen ibadet modeli gösterişten uzaktır. Başkaları görsün veya duysun diye yapılmaz, sadece Allah'a karşı olan vazifenin hakkıyla yerine getirilmesi amacını taşır. Kuran'da bunun üzerinde önemle durulur. Dua ile ilgili ayetlerde defalarca "dini Allah'a halis kılarak dua etmek"ten söz edilir. Bunun anlamı, dinin, yani ibadetin sadece ve sadece Allah için yapılması, O'ndan başkalarının rızasının kesinlikle aranmamasıdır:

O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mü’min Suresi, 65)

Öyleyse, dini yalnızca O’na halis kılanlar olarak Allah’a dua (kulluk) edin; kafirler hoşgörmese de. (Mü’min Suresi, 14)

De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.” (A’raf Suresi, 29)

Din sadece Allah'ındır. İbadetlerin hepsi sadece O'nun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yapılır. Bunun yegane yolu da O'nun istediği ve tarif ettiği gibi yapmaktır.

Duasını, ya da başka herhangi bir ibadetini Allah'a halis kılmadan yapanlar, yani etraflarındaki insanlara "takva" görünmek endişesinde olanlar büyük bir dalalet içindedirler. Allah Kuran'da onlardan şöyle söz eder:

İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösterişyapmaktadırlar. (Maun Suresi, )

ALLAH'IN VARLIĞINI HİSSEDEREK DUA

Duanın en önemli unsurlarından biri Allah'a olan kesin imandır. İnsan çaresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine sadece O'nun yardım edeceğini hiç şüphesiz bilir. Ancak insanın rahat zamanlarında da Allah'ın varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında insan sadece dua sırasında değil, günlük yaşantısının her anında bu bilinçte olmalıdır.

Her an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir. Çünkü ancak Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını ve önemini kavrar. Duanın özelliği, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir bağlantı kurmasıdır. İnsan tüm sıkıntılarını ve isteklerini Allah'a açar, O'na yakarır ve Allah kulunun isteğine icabet eder, duasını karşılıksız bırakmaz.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Kuran'da dua hiçbir şekli kalıba sokulmaz. "Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin" (Nisa Suresi, ) ayeti, insanın her durumda ve her şartta Allah'ı anıp O'na dua edebileceğini gösterir. Önemli olan şekil değil, dua eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.

Bunun aksi bir anlayışise, duayı gerçek anlamından çıkarır ve bir tür büyü ya da tılsım gibi görülmesine yol açar. Birtakım cahil insanların kendi kendilerine ürettikleri ağaçlara bez bağlama, suya üfleme gibi batıl inançlar bunun bir göstergesidir. Dikkat edilirse bu tür uygulamaların temel özelliği, bunları uygulayan kişilerin Kuran'ın mantığından uzak oluşlarıdır. Doğrudan Allah'a yönelip isteklerini O'ndan istemektense, birtakım batıl tören ya da semboller icad etmekte, duayı da bunlar aracılığıyla yapmaktadırlar. Kime dua ettiklerinin, kime yakardıklarının ise pek farkında değildirler. Dua için kullandıkları cisimlerde bir tür "keramet" olduğu zannındadırlar, ama sorulsa bunun ne demek olduğunu tarif edemezler. Türbe ziyaretlerini amacından saptırarak bu türbelerde yatan insanlara dua edenler, onlardan medet umanlar da aynı batıl ve sapık inanca sahiptirler.

Mümin ise "Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel" (Müzemmil Suresi, 8) emrine uyar, tüm bu batıl inanışlardan uzak olarak sadece ve sadece Allah'a döner, O'nun huzurunda boyun eğer ve Rabbimize yalvarır.

KORKU İLE ÜMİT ARASINDA DUA

Kuran'da Allah'ın " merhametlilerin en merhametlisi" (Enbiya Suresi, 83) olduğu belirtilmektedir. Yine Kuran'da hata yapanın Allah'tan bağışlanma dilemesi durumunda hiçbir günah ayrımı gözetilmeden affedileceği söylenmektedir. (Nisa Suresi, ) Bu nedenle insanların dualarında Allah'ın "esirgeyen ve bağışlayan" sıfatlarını düşünmeleri, ümit içinde dua etmeleri gerekir. Kişinin yapmışolduğu hata ve bu yüzden duyduğu vicdan azabı ne kadar büyük olsa da, Allah'ın affediciliğinden ümit kesmesine neden değildir. Bununla paralel olarak insanın hata yapmaktan ve günah işlemekten dolayı içine girmişolduğu ruh hali, onun umut içinde dua etmesine engel olmamalıdır. Çünkü Kuran'da sadece kafirlerin Allah'ın rahmetinden umut keseceği söylenir:

" Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umudunu kesmez." (Yusuf Suresi, 87)

Öte yandan kimsenin mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Allah Kuran'da; "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayetiyle bu gerçeğe karşı insanları uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan gücünün yettiği kadar korkmak durumundadır. Öyle ise imtihan için dünyada bulunan insanın her zaman için sapması, dalalete düşmesi, şeytanın oyununa gelip Allah'ın yolundan dönmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin bir garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın rahmetini ümid ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten korkmalıdır.

Nitekim gerçek bir mümini diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri Allah korkusudur. Çünkü inanmayan bir insana göre cehennemin varlığı meçhuldür. Mümin ise cehennem tehlikesinin farkındadır. Ahiret gününe kesin bir bilgi ile inandığı için en büyük korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı büyüklenmekten kaçınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gerçekliğinden ve şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak için dünya hayatında risk sayılan hiçbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan uzaklaşmayı ve sonsuz güzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi ister. Müminin ahiret azabından korkusu duasına da yansımaktadır.

İşte bu yüzden Kuran'da korku ve ümit kavramları birlikte kullanılmıştır. Eğer insan duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa -ki bunun temelinde Allah korkusunun eksikliği yatmaktadır- ortada mutlaka bir tefekkür yani düşünüp anlama eksikliği vardır. İnsan cenneti kazanmak için ne kadar istekli bir şekilde dua ediyorsa, cehennemden kurtulmak için de o kadar istekli bir şekilde dua etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı ümit etmelidir. Bu ruh halini ifade eden ayetlerden ikisi şöyledir:

"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)

"Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)

Görüldüğü gibi korku ve umut, Kuran'da kastedilen duayı oluşturan iki temel histir. Kuran dikkatlice incelendiğinde zaten tüm ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin hayati önem taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.

Unutulmamalıdır ki dua Allah'a karşı hem büyük bir görev hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak bir vesiledir. Çünkü Kuran'da Allah'a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğu haber verilir.

"Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüşkimseler olarak gireceklerdir." (Mümin Suresi, 60)

ALLAH'IN SIFATLARINI ANARAK DUA ETMEK

Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Örneğin Allah Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol gösterendir; Hakim'dir, yani hüküm veren, herşeye hakim olandır; Rezzak'tır, yani rızık verendir Bu isimler Allah'ı tanıttığı için, insan bunlarla Rabbimize seslenerek O'nun büyüklüğünü, yakınlığını, gücünü ve rahmetini daha iyi kavrar. Allah'tan rızık isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi, elbette ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:

"De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse." (İsra Suresi, )

"İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf Suresi, )

Allah'ın sıfatlarını bilen insan hatalarını Allah'tan gizlemeye çalışmaz. Çünkü gizlese de, açığa vursa da Allah'ın herşeyi bildiğinin farkında olur. Hatalarını gizlemenin kendisine zarardan başka bir şey kazandırmayacağını bilen mümin, her türlü eksiklik ve hatalarından dolayı Allah'tan bağışlanma diler. Nitekim Hz. İbrahim'in bir duası şu şekilde başlamaktadır:

"Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)

Mümin, istekleri ne kadar büyük olsa da herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunun, Allah dilerse en imkansız gibi görünen bir şeyin O'nun "Ol" demesi ile gerçekleşeceğinin farkındadır. Bu yüzden de Allah'ın nimetlerine ulaşmak için hiçbir şeyi aşılmaz bir engel olarak görmez. Aksine, her türlü zorluğu ve engeli duası ile aşar.

Duanın, istek ve ihtiyaçlarımızı Allah'a duyurmaktan başka, Allah'ı anmanın ve yüceltmenin bir yolu olduğunu söylemiştik. Kuran'da özellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte yüceltilmektedir. Aşağıdaki birkaç örnek, bunu görmek için yeterlidir:

“(Süleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)

“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Al-i İmran Suresi, 8)

(Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.” (Araf Suresi, )

“Orada Zekeriya Rabbine dua etti: ‘Rabbim bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin’ dedi.” (Al-i İmran Suresi, 38)

DUADA KALIPLAŞMIŞ TEKDÜZE İFADELERDEN KAÇINMAK

Dua denilince akla, insanın Allah'ı zikretmesi, Allah'a kusurlarını itiraf etmesi, kendisinin ve müminlerin ihtiyaçlarını duyurması gelir. Bunun içinse duada Allah'a karşı samimi bir üslubun yaşanması gerekmektedir.

Duada tekdüze ve kalıplaşmışifadelerin sık sık tekrarlanmasının tek nedeni, duanın samimi bir ibadetten çıkıp, bir tür alışkanlık ya da gelenek haline gelmişolmasıdır. Allah'ın azametini hisseden, O'nun azabından korkan ve rızasını kazanmayı isteyen insan, kalbinden gelen samimi ve dürüst ifadelerle O'na yönelir. Aynı şekilde kendisini Allah'a teslim etmiş, dost ve yardımcı olarak O'nu benimsemişolan insan, her türlü sıkıntısını ve derdini O'na açar. "Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum" (Yusuf Suresi, 86) diyen Hz. Yakub gibi, ruhundaki tüm sıkıntılarını ve taleplerini O'na söyler, her türlü yardım ve hayrı O'ndan ister.

Dua eden kişi bu tür bir samimiyet içerisinde değilse ve duayı sadece yerine getirilmesi gereken bir formalite ya da icabet edilip edilmeyeceği belli olmayan bir tılsım olarak görüyorsa, doğal olarak kalıplaşmışifadeler kullanır. Ne demek olduğunu hiç anlamadığı ya da üzerinde hiç düşünmediği birtakım süslü cümleleri sıralayarak kendince bir dua edecektir. Bunun Kuran'da tarif edilen dua olmadığı ise çok açıktır.

Oysa dua, insanın Allah ile samimi bir bağlantısıdır. Her insanın içinde bulunduğu sorunlar, istekleri, arzuları, ruh hali birbirinden çok farklıdır. Dua sırasında önemli olan sözcükler değil kulun o anki ruh halidir.

Kuran’da örnek olarak gösterilen dualar, peygamberler ve müminlerin ruh halllerini yansıtan çok samimi ve içten Allah’a yönelmelerdir.

DUADA ACELECİ DAVRANMAKTAN KAÇINMAK

İnsan fıtratı gereği aceleci bir varlıktır. Yaratılışındaki bu acelecilik ön plana çıktığı zamanlarda da hareketlerinin sonucunu düşünmeden davranabilmektedir. Nitekim bu yüzden Kuran'da, "İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin" (Enbiya Suresi, 37) şeklinde bildirilmektedir. Bu acelecilik genellikle dünya nimetlerinin elde edilmesi konusunda ön plana çıkar.

İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı büyük bir istek duyar. Bu nimetlerin benzerlerinin dünyada da yaratılmışolmasının sebeplerinden biri, cennetin özelliklerini biraz daha iyi kavranmasını, cennete duyulan isteğin artmasını sağlamaktır. Oysa insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de aceleci olduğundan ötürü nefsinin arzu ettiklerinin hemen gerçekleşmesini ister. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul edilmiyor" şeklinde çok yanlışbir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar gider.

Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah'tır. " Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, ) ayeti, insana bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde, takdiri O'na bırakmalı, O'ndan her şartta razı olmuşbir biçimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine bir fayda sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Belki Allah kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama sabrını ve sadakatini denemektedir.

Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması, Allah'ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kuran'da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir:

"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45)

Kuran'da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir ve duada sabır, dua eden açısından önemlidir. Sabırla dua etmek duanın konusu olan isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının, daha önemlisi Allah'a olan yakınlığın arttığının göstergesidir. Duada sabır göstermek mümini olgunlaştırır, güçlü bir irade ve karakter kazandırır. Duada sabır gösteren mümin, duasının karşılığını, istediği şeylerin birçoğundan daha değerli olan, derin bir manevi hal kazanarak alır.

Peygamberlerin çoğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu hiç durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini kimi zaman yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf'un yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak güç ve iktidar sahibi olması, Hz. Eyüp'ün şeytanın kendisine dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi büyük sabır örnekleridir.

Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek makamlara layık kullar haline getirmiştir.

Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci davranmak asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi Rabbimize kul olması ve O'nun kendisi için belirlediği kadere rıza göstermesidir. İşte salih bir mümin duasını, bu kulluk vazifesinin bir parçası olarak yapmalıdır.

DUANIN KONUSU SADECE DÜNYEVİ NİMETLER DEĞİLDİR

Dua ederken dünya hayatımız için de isteklerde bulunmalı mıyız, yoksa "dünyadan geçip" de sadece ahiret hayatına mı yönelmeliyiz?

Allah samimi müminler için her ikisini de hayırlı görmüştür. Elbette ki dünya hayatı son bulacak olan çok kısa bir hayattır. Her nimetin, kişiyi Allah'a yakınlaştırma ve şükretmesine vesile olma ihtimali vardır. Bir nimete bakılarak cennet tefekkür edilebilir, Allah'ın sıfatları hatırlanabilir, Allah'ın şanı yüceltilebilir. İşte bu sebepten ötürü Allah müminlere hem dünya hayatları için, hem de ahiret hayatları için dua etmelerini öğütler. Sadece dünya hayatının geçici süsüne yönelip ahireti unutmamaları için de onları uyarır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

“ İnsanlardan öylesi vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada ver” der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru” der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir.” (Bakara Suresi, )

İnsan, kendi dünyasına ait şeyler için istekte bulunur. Ne için yaşıyorsa, onu en çok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit harcıyorsa duasını da onlar için eder. Allah için yaşayan bir insanın amacı Allah'ın kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu nedenle duası da o yönde olur.

İnsanın dünyaya ait istekleri gerçekleşebilir. Ama bunlar, az önce belirttiğimiz gibi, kendisi için sandığı gibi hayırlı olmayabilir. Para için istekte bulunur. Ama sonrasında para onun inkarını arttırıcı bir meta olabilir. Çünkü tam anlamıyla maddiyatın put edinildiği bu çevrede muhatap olduğu ve olacağı herşey ve neredeyse herkes tam anlamıyla dinin gerekleriyle tezat teşkil edecektir.

İstek, dünyevi bir istektir ve karşılığını dünyada görecektir. Ahiretteki karşılığı ise hiç de umduğu gibi çıkmayabilir. İşte dünya hayatının çekici özelliklerinden bazıları bir ayette şöyle sıralanır:

"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmışaltın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır." (Al-i İmran Suresi, 14)

Dünyada bu dünyevi istek ve tutkuların gerçekleşmesinin insana getirdiği belli birtakım kazançlar elbette vardır. Ama dünyadaki bu kazançlar ahiret için birer kayıp olabilirler. Dünyevi isteklerin ahiret için de bir kazanç sağlayan yönleri vardır. Buna en güzel örnek peygamberlerdedir.

Bu kutlu insanlar, dünya hayatının geçici metaı olan kazançları sadece Allah'ın rızasını kazanmak için istemişlerdir. Bunların en başlıcaları maddiyat, soyun devamı, toplumda belirli bir statü edinmek gibi konulardır.

Peygamberlerin istekleri tamamen Allah'ı hoşnut etmeye yöneliktir. Hiçbir peygamber çocuk edinmeyi, kendisinden sonra adını devam ettirme ayrıcalığını edinebilmek için istememiştir. Çocuğu, sadece kendilerinden sonra iman edenlere önder olması için istemişlerdir.

Buna karşılık kendi soyunun devamını dünyada böbürlenme uğruna isteyen bir kişinin bu isteği, ahirette kendisi için bir şer olur. Çünkü ancak kendi hırs ve üstünlük isteğini tatmin için böyle bir istekte bulunmuşve bu isteği Allah'ı anmasını engellemiştir. Allah bu isteğin karşılığını dünyada verir, ama ahirette nasibi olmayabilir.

Sadece dünya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mümin davranışı olmadığı gibi, Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Müminlerin asıl hedefleri cennettir. Dua eden insan eğer gerçekten müminse, asıl yurdu olan cenneti unutarak tüm duasını geçici olarak bulunduğu dünya hayatının nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır. Allah'tan hem dünyada, hem ahirette güzellik istemelidir.

DUALAR KİŞİSEL DEĞİL, TÜM MÜMİNLER İÇİN OLMALIDIR

Cahiliye toplumunda insanlar mal, servet, evlat, eşve huzurun en iyisinin kendilerinde olmasını isterler. Zaman zaman yakın arkadaşlar olarak tanınan kişilerin, hatta akrabaların arasında bile kıskançlıktan, hasetten kaynaklanan çekişmelerin yaşandığına ve insanların kendilerine rakip olarak görebilecekleri herkese zarar vermeye çalıştığına şahit olmuşuzdur.

Oysa Kuran'da tarif edilen mümin modelini yaşayan insan hem dünya hayatındaki güzellikleri, hem de ahiretteki nimetleri diğer müminlerle birlikte yaşar. Dünyada nimetler kısıtlı olduğundan bunları onlarla paylaşması, bazen de kendi nefsinden fedakarlık yaparak kardeşine ikram etmesi gerekebilir. Nitekim Kuran'da mümin vasıfları tanıtılırken bu özelliğe de ayrıca dikkat çekilir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

" Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)

Müminlerin birbirlerine olan bu düşkünlükleri, birbirlerinin iyiliği için çaba sarf etmelerinin önemi Kuran'ın başka ayetlerinde de tekrarlanmaktadır:

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)

Müminler arasındaki tesanüd, elbette ki dualarına da yansımaktadır.

Öncelikle dikkat çeken, Kuran'daki müminlerin, dualarında Allah'a hitap ederken çoğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua eden bir mümin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi için değil, tüm müminler için istemektedir. Elbette ki insan kişisel olarak da Allah'a dua eder. Her türlü nimete ulaşabilmek için, hatalarının düzelmesi için, kıyamet günü hor ve aşağılık kılınmamak için, cehennem azabından kurtulmak için Allah'tan yardım isteyebilir. Ama bunun yanında birçok konuda da kendisi için istediklerini diğer müminler için de istemesi, Kuran'da örnek olarak gösterilen bir vasıftır. Aşağıdaki birkaç ayet, bu konuda yol göstericidir:

" Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, )

"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez." (Al-i İmran Suresi, )

"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 53)


DUANIN YERİ VE ZAMANI

Allah'ın Kuran'da tarif ettiği duada kişi Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O'na saygı ve korkuyla boyun eğmiş ve O'nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiştir.

Kuran'a bakıldığında duanın belli bir zamanı olmadığı görülür. İnsanı dua etmeye yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın istek ve ihtiyaçları sürekli olduğu için duası da sürekli olmalıdır. Yani duanın belirli bir vakti, saati yoktur.

Ancak Kuran'da, duada konsantrasyonun daha kolay sağlanacağı, günlük uğraşların dışında kalan saatlere, yani geceye ve sabah namazı vaktine dikkat çekilmektedir. Bir ayette müminler " seher vakitlerinde bağışlanma dileyenler" (Al-i İmran Suresi, 17) olarak tarif edilmekte ve dolayısıyla günün bu en erken saatinin önemi vurgulanmaktadır. Başka ayetlerde ise, gece vaktinin, hareketli olan gündüze göre düşünme, okuma ve duaya daha elverişli olduğu şöyle bildirilmektedir:

"Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel." (Müzemmil Suresi, )

Dua için belli bir zaman sınırı konulmamış olmasına rağmen, Kuran'ın seher vaktine ve geceye dikkat çekmesinin büyük hikmetleri vardır. Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlayan müminin gün içinde Allah'ın rızasını unutması ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali çok azalır. Güne dua ile başlayan insan, gün boyunca Allah'ın kendisini izlediğinin bilinci ile hareket eder.

Kuran'da öğütlenmiş olan gece duası da gün içinde dünyevi uğraşlarla vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasına vesile olur. İnsanın gün içinde başına gelen ve zahiren olumsuz gibi gördüğü olayları daha hikmetli, tevekküllü ve şuurlu bir biçimde değerlendirmesini sağlar.

İnsanın gece saatlerinde dua için zaman ayırması, gün içinde yapılan hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine, bağışlanma dilemesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda yarattığı muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmesine bir vesiledir.

Dua için belli bir mekan da yoktur. İnsan çarşıda, sokakta, otomobilinin içinde, okulda, işyerinde, kısacası her yerde dua edebilir. Değişik mekanlarda olmanın herhangi bir önemi yoktur. Ancak önemli olan insanın her nerede olursa olsun Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu unutmamasıdır. Kuran'da peygamberlerin her an ve her yerde dua ettikleri haber verilir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

"(Musa) Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24)


DUANIN KABUL EDİLMEYECEĞİNDEN ENDİŞE ETMEK

İnsanın hayatı boyunca almış olduğu telkinler, zamanla hayatın akışı içerisindeki inanılmaz mucizeleri göz ardı etmesine neden olur. Bu yüzden birçok insan, dünyadaki olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde işlediğine zamanla kendisini inandırır. Aslında Allah'ın varlığına inanmıyor değildir, en azından bunu kesin olarak reddetmemektedir. Ancak dünyanın Allah'tan bağımsız olarak işlediğini, O'nun olayların akışına hiçbir müdahalesinin olmadığını, ya da "mucizeler" aracılığıyla binlerce yılda bir müdahale ettiğini düşünür.

Allah'ı gerektiği gibi takdir edemeyen bu insan, doğal olarak Allah'ın dualara icabet eden sıfatını da kavrayamaz. Dua etse bile Allah'ın duasına icabet edeceğinden şüphe içindedir.

Oysa mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini işittiğini ve duasına her ne şekilde olursa olsun icabet edeceğini bilir; çünkü olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde değil, Allah'ın belirlediği kadere göre geliştiğinin, O'nun dilediği şekilde yürüdüğünün farkındadır. Bu nedenle, duasına karşılık görmemek gibi bir kuşkusu yoktur. Bu samimi ruh haliyle dua edenin duasını da Allah makbul görür ve kabul eder. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, )

Allah, başka ayetlerde de " sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden" (Neml Suresi, ) olarak bildirilir ki, bu da yine samimi duaların Allah Katında mutlaka karşılık göreceğinin ifadesidir.

Dolayısıyla duayı, Allah'ın yardımından kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah'ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kuran mantığı ile ters düşmüştür.

Bu nedenle dua eden kişinin sahip olması gereken en temel iki özellik, Allah'a karşı samimiyet ve güvendir. Allah kullarının Kendisine yakın olmasını ister. Samimi bir ruh hali içinde istenen güzel şeylere karşılık verir. İnsanı sadece bir su damlasından yaratan, yeryüzünü yoktan var eden Allah için, herhangi bir kişinin duasına karşılık vermek çok kolaydır. Yapılması gereken tek şey inançla ve sabırla istemektir.

Dua konusunda belki de en büyük tehlike, kabul olmayacağı endişesiyle dua etmekten vazgeçmektir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir tavırdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan "duaya icabet" bir şeyin "aynen gerçekleşmesi" anlamına gelmez; çünkü insan, daha önce de belirttiğimiz gibi, bazen kendisi için zararlı olan bir şeyi Allah'tan talep ediyor olabilir. "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir" (İsra Suresi, 11) ayeti, bu durumu açıklamaktadır.

Duada istenilen şeyin geciktirilerek verilmesinin veya tamamen farklı bir şekilde icabet edilmesinin bir nedeni, Allah'ın insanları imtihan etmesi de olabilir. Allah, kullarının sabrını denemek ve onları olgunlaştırmak için vereceği nimetleri belirli bir hikmete göre belirli sürelerin sonunda verebilir.

Bu ve benzeri nedenlerden ötürü duada istenilen herşeyin hemen gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Büyük İslam alimi Bediüzzaman'ın belirttiği gibi, Allah dua konusu olan şeyin daha azını verebilir, belki de mükafat olarak daha fazlasını verebilir, ya da yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü hiç vermeyebilir. Ancak her durumda da Allah Kendisine dua edenin duasına icabet etmiştir.

SÖZLÜ DUA VE FİİLİ DUA

Allah yeryüzünde meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Allah, sözlü duanın yanında insanların çabalarıyla dualarının gerçekleşmesini ne kadar arzuladıklarını göstermelerini beklemektedir. Bu da "fiili dua"dır.

Fiili dua, kişinin herhangi bir arzusuna ulaşmak için elinden gelen herşeyi tamamen yapmasını ifade eder. Bir insanın üniversite imtihanına girmek için form doldurması, dershaneye gitmesi, ders çalışması bir duadır. Bununla birlikte tüm bu işleri yaparken Allah'ın kendisine başarı vermesi için istekte bulunması da bir duadır. Fiili dua, sözlü dua ile birlikte yapılması gereken temel bir ibadettir. Fiili ve sözlü duayı açıklayan bir başka örnek, tevbedir. İnsanın işlediği bir günaha karşılık tevbe etmesi ve bağışlanma dilemesi sözlü bir duadır. Ancak insanın sorumluluğu bununla bitmemektedir. Kendisini kötülükten koruması için Allah'a dua eden insanın, bu konuda bir çaba göstermesi, tercih yapması gereken durumlarda iradesine hakim olarak doğru olan yolu tercih etmesi gerekmektedir. Yani tevbe edip vazgeçtiği kötü davranışına bir daha geri dönmemelidir. Bunlar ise onun fiili duasıdır.

Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları ve tedbirleri aldıktan, yani fiili duasını tamamladıktan sonra "bu işi ben tamamladım" diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranışda o derece yanlıştır.

Fiili dua bir insanın sözlü dua ederek istediği şeyi, elinden gelen tüm gayreti gösterip, o işin gerçekleşmesi için gereken herşeyi yerine getirerek istemeye devam etmesidir. Örneğin bir insan su ister, ama suyun önüne gelmesini beklemez, gider suyu bardağına koyar ve sonra suyu içer. Yani Allah'tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah'ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip sonucunu Allah'tan bekler.

İnsanların bir kısmı, dua hakkında yanlış bir inanca sahiptirler. Bu kişilere göre Allah'a dua edildikten sonra bir köşeye çekilmek ve duanın sonucunu beklemek gerekir. Oysa bu samimi bir tavır değildir. Çünkü bir şeyi gerçekten isteyen kişi onun için hem sözlü, hem de fiili duayı yerine getirmelidir. Ancak her türlü fiili çabayı yerine getirip "ben herşeyi yaptım" diyen ve Allah'a sözlü olarak dua etmeyi unutan bir insanın da hatasına düşmemek gerekir. Her iki duanın da birarada yapılması gerekir.

ALLAH'TAN BAŞKASINA DUA EDİLMEZ

Ortak koşmak, yani şirk, Allah'tan başka ilahlar edinmek, Allah'a karşı işlenecek en büyük suçtur. Şirk koşmanın ne derece büyük bir suç olduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

"Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmişolur." (Nisa Suresi, 48)

Şirkin bilinmesi gereken önemli bir yönü ise, tarihin her döneminde, içinde yaşadığımız çağ da dahil olmak üzere, çok yaygın oluşudur. Çoğu kimse, şirk koşmayı yani "Allah'tan başka ilah edinme"yi kendisine yakıştırmaz belki, ama şirk içinde yaşıyor olabilir. Çünkü şirk Allah'ın sıfatlarını başka varlıklara atfetmek demektir. Bu nedenle bir insan Allah'tan başka varlıkların rızasını kazanmak, onları hoşnut etmek için yaşıyorsa, başkalarından korkup başkalarından medet umuyorsa şirk içinde yaşamaktadır.

İnsanlar için en büyük tehlike olan şirke karşı korunma yollarından biri Allah'a dua etmektir. Çünkü dua eden insan Allah'ın varlığını ve birliğini, O'na karşı olan acizliğini, Kendisi'ne tek yardım edecek olanın Allah olduğunu ve O'ndan başka ibadet edilecek kimse olmadığını kabul etmiş demektir. Bu nedenle dua, mümini şirke karşı korur.

Kuran’da, “Ey Peygamber, sana ve seni izleyen müminlere Allah yeter” (Enfal Suresi, 64) ayeti gereği, Müslümanlar bilirler ki kendisinden yardım istenilecek tek varlık Allah’tır. O, her konuda en üstün olan, sonsuz kudret sahibi, herşeyi gören ve işitendir. Tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah’tır. Evrende tüm kudret O’nun elindedir. Öyleyse yardım ve bağışlanma, sadece ve sadece, herkesin Kendisi’ne muhtaç olduğu, Kendisi’nin ise kimseye muhtaç olmadığı Allah’tan istenmelidir. Kuran’da Allah’tan başkasına dua etmenin yanlışlığı ve tek dua makamının Allah olduğu birçok ayette belirtilir:

Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Şuara Suresi, )

Başka ayetlerde ise Allah'tan başkasına dua edenlerin durumu şöyle anlatılır:

Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar. (Nahl Suresi, )

Dolayısıyla samimi bir mümin asla ve asla Allah'tan başkasına dua etmez. Yalnızca O'na yalvarıp, yalnızca O'ndan yardım diler. Kuran'ın ilk suresi olan Fatiha Suresi'nde, bu nedenle iman edenlere aşağıdaki dua öğretilir:

Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, )

Müminlere düşen de, Allah'ın sonsuz kudretini düşünüp kavramak, bu kudrete gönülden boyun eğmek ve yalnızca O'ndan yardım dilemektir. Aksi bir davranışın ise dünyada da, ahirette de karşılığı hüsran olacaktır. Bu, Allah'ın bir vaadidir.

CAHİLİYENİN DUA ANLAYIŞI

Allah'tan başkalarını ilah edinenler, yani müşrikler de zaman zaman Allah'a dua ederler. Ancak müşriklerin duası, müminlerin duasından çok farklıdır. Müşrikler sadece darda kaldıkları durumlarda Allah'a muhtaç olduklarını hatırlar ve sadece bu tür durumlardan kurtulmak için dua ederler.

Oysa insanın hayatında Allah'a muhtaç olmadığı tek bir an bile yoktur. İşte müşrik ile müminin dualarındaki fark burada ortaya çıkar. Müminler her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Mümin dua etmek için kendisine bir sıkıntı dokunmasını beklemez. Allah'a her an yakınlaşma ihtiyacı içinde olduğundan dua eder.

Müşrik karakterinin en belirgin özelliği ise, Allah'a karşı son derece nankör ve ikiyüzlü olmasıdır. Kendisi sıkıntıdayken herşeyi bir kenara bırakarak Allah'a dua eder. Sıkıntısı geçince de sanki dua eden kendisi değilmiş gibi Allah'ı unutur. Çünkü olayların büyük bölümünün Allah'tan başka varlıkların kontrolünde gerçekleştiğini sanmaktadır. Dünyadaki herşeyin aslında Allah'ın iradesiyle gerçekleştiğini bilmemektedir. Bu sığ görüşlülüğü sebebiyle, kendince bel bağladığı tüm ümitlerin zaten Allah'ın kontrolünde olduğunu hesap edemez.

Örneğin, bir hastalıkla muhatap olduğunda kendisini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünür. Her hastalığa şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru da var edenin Allah olduğunu düşünemez. Çok güvendiği doktorlar, ilaçlar yetersiz kalınca, o ana kadar çok az düşündüğü, hatta belki de hiç düşünmediği Allah'a sığınma fikrine yönelir. Oysa şifa verecek olan yalnızca Allah'tır. Cahiliye insanları ise bunu kavrayamazlar ve nankörce bir tavır içinde bulunurlar. Bu nankörlükleri bir ayette şöyle tarif edilir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamışgibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

İnsanın zor bir anında Allah'ı aklına getirmesi, aslında tek sığınacağı varlığın Allah olduğunu bildiği anlamına gelmektedir. Daha önce nefsinin çıkarlarına ters geldiği için göz ardı ettiği bu gerçeği, büyük bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen hatırlar. Fakat bu sıkıntıdan kurtulunca yine nankörlük edecektir. Bu durumun belirgin bir örneği Kuran'da şöyle tarif edilir:

Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, )

Fırtınada denizin ortasında kalan bir gemiden kurtulmak son derece zordur. Kişi ölümle burun burunadır ve o zamana kadar bel bağladığı sebeplerden hiçbiri onun yardımına gelebilecek gibi gözükmemektedir. Ona ancak öyle bir güç sahibi yardım edebilir ki, denize de, fırtınaya da, gemiye de, karanlığa da hakim olsun Ki bu üstün gücün sahibi, ancak Allah'tır.

Bu, insanın Allah dışında kendisinden yardım beklediği tüm yardım kapılarının kapanmış olması demektir. Yani tam anlamıyla çaresiz kalmıştır. Böyle bir durumda kalan kişi birden Allah'ın varlığından emin olarak, kendisine ancak O'nun yardım edebileceğinden şüphe duymayarak dua etmeye başlar. Dua ederken herşeyden kendini çekip, yalnızca Allah'a yakarır. İçinde bulunduğu bu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlamıştır. Ve bunun da ancak Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu bilmektedir.

Bu gerçeği o an çok iyi düşünüp akleder. Daha önceden Allah'a eştuttuğu herşey yok olup gitmiştir. Onları düşünmez bile. Kendisine yardım etme ihtimalleri aklına dahi gelmez. Çünkü öyle bir ihtimal olmadığını çok iyi bilir. Daha önceden böyle veya buna benzer bir durumla karşılaşabileceğini belki de hiç düşünmemiştir. Ölümü kendisinden çok uzak gördüğünden, ölümden sonrası için oldukça kayıtsız ve rahat davrandığından, dünyevi destekçilerine güvenmiştir. Ama hiç hesaba katmadığı böyle bir olayla karşılaştığında, söz konusu destekçilerin varlığı onu ilgilendirmez. Allah'a dua etme konusunda tereddüt dahi etmez. Söz konusu kişi, Allah'a teslimiyet, O'ndan yardım dileme konusunda daha önceden zorlanan biri de olsa, o anda katıksızca dua edecektir. Allah'a dua etmesi gerektiğini ona kimse söylemez, hatırlatmaz. Buna ihtiyaç yoktur. Kendisi tek yardımın ancak Allah'tan gelebileceğini kavramıştır çünkü.

Şimdiye kadar hiç düşünmediği kendi sonu birdenbire kendisi ile yakınlaşmış, neredeyse onunla yüzyüze gelmiştir. Ölümün varlığını ilk defa olarak bu kadar yoğun şekilde anlamıştır. Hayatı boyunca düşünmediği bu sonu ve bundan sonrasını birkaç dakika içinde detaylarıyla düşünür ve kendisiyle daha önce tanışmadığı bir korku ile tanışır. Dünyadaki yaşamında hiç düşünmediği ahiret gerçeği birdenbire gözünde beliriverir.

Ölüme bu kadar yaklaştığında cenneti hak edecek işler yapmadığını anlar ve en büyük korkusunun bundan kaynaklandığı gerçeği ile karşılaşır. Dünyada yaptıklarını değerlendirir. Bunun sonucundan çok korktuğu için ne büyüklenebilir, ne de din konusundaki pervasızlığını sürdürebilir. Sanki daha önce Allah'a yakınlığı reddeden, duada büyüklenen ve herşeyi kendisine mal etmeye çalışan kendisi değilmişgibi hareket eder. Oysa aslında kendi nankörlüğünün farkındadır. Kendi iradesi ile Allah'a yakınlaşıp dua eder. Bu, ne yapması gerektiğini çok iyi bildiğinin en büyük alametidir.

Kendisine daha önceden öğretilmemiş olmasına rağmen, zorluklarla karşılaşan pek çok insan tarif ettiğimiz yakınlık ve içlilikle Allah'a dua etmektedir. Hatta bu insanlardan bir kısmı, daha önce rahat içindeyken Allah'ın varlığını reddetmekten çekinmemişkişilerdir. Allah'ı inkarlarıyla tanınan kişilerin önemli bir kısmı böyle bir anda yine "Kendisinden başka hiçbir sığınılacak bulunmayan" Allah'a sığınırlar.

Ancak, Kuran'da bildirildiği gibi, gemide içten, O'ndan başka hiçbir güç sahibinin olmadığını anlamışbir şekilde Allah'a yönelen inkarcı, tehlikenin geçmesi ile o anda yaşadığı korkularını ve içliliğini bir anda kaybeder. Şaşılacak şekilde eski müşrik yaşamına geri döner. Duyduğu pişmanlık ve Allah'a yöneliş, ani şekilde yerini inkara ve nankörlüğe bırakır. İmansızlığına geri döner. Tehlike anında düşündüğü ve farkına vardığı gerçekleri birdenbire unutur. Rahatlamanın ve tehlikeden uzaklaşmanın verdiği güven içinde Allah'a dua etmeyi unutur.

Cahiliyenin bu bozuk psikolojik durumu ve nankörlüğü başka ayetlerde şöyle anlatılır:

İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir umutsuzdur. Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: “Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O’nun Katında benim için daha güzel olanı vardır.” der. Ama andolsun Biz, o kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş(kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir. (Fussilet Suresi, )

Tüm bu ayetlerde sıkıntıda Allah'a yöneldiği halde rahata kavuşunca nankörleşen insanlardan söz edilmektedir. Bu, başta da belirttiğimiz gibi müşriklere ait bir tavırdır; çünkü müminlerin özelliği her şart altında Allah'a yönelmeleridir. Sadece zorlukta değil, ferah ve rahat içindeyken de O'na dua eder, O'nu övgüyle tesbih ederler. Kendisinden yardım istenecek tek güç sahibinin Allah olduğunu kesin olarak bilirler.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Gemide Allah'a dua edip sonra güvenliğe kavuşunca O'nu unutan nankör karakter, her insanın nefsinde bulunan ve dolayısıyla herkesi etkileyebilecek bir eğilimdir. Kuran'daki bu kıssanın bir hikmeti elbette müşrikleri kınamaktır ancak, tüm okuyanların da burada anlatılanlardan ibret alması ve böyle bir tavra girmekten sakınması gerekir. Yani herkes bu örnek üzerinde düşünmeli, kendi durumunu tartmalı, samimi bir nefis muhasebesi yapmalıdır.

Örneğin siz, kendi durumunuzu düşünüyor musunuz?

Acaba sizin de dualarınız, gemiyle fırtınaya yakalananlar gibi, sadece büyük zorluk zamanlarında mı güçleniyor? Allah'a sadece bir belayla, bir sıkıntıyla yüzleşince mi yöneliyorsunuz? Dualarınız hep sıkıntılı dönemlerinizde mi samimi ve içli hale geliyor? Rahat ve mutlu olduğunuz zamanlarda ise Allah'ı az anmaya, O'na pek dua etmemeye mi başlıyorsunuz?

Eğer böyleyse bunun üzerinde durup düşünmeniz gerekir. Kuran'daki kıssadan ibret almanız, gemide dua edip sonra da nankörlük eden müşriklere benzememek için çabalamanız, Allah'a tevbe etmeniz, O'ndan bağışlanma dilemeniz gerekir. Çünkü imanlı her insanın görevi, Kuran'da anlatılan kafir ve müşrik özelliklerinden elinden geldiğince sakınmak ve mümin özelliklerini eksiksiz olarak kazanmak için çabalamaktır. Bir müminin en önemli vasıflarından biri ise, hem zorlukta hem rahatlıkta, hem darlıkta hem bollukta, her türlü şartta Allah'a kul olduğunu unutmaması, hep O'na yönelmesi, hep O'na dua edici ve şükredici olmasıdır.

Unutulmamalıdır ki, sadece zorluk ve sıkıntı durumunda Allah’a dua etmek, samimi bir davranış değildir. Nitekim Kuran’da, Allah’a ve elçisine başkaldırmış en azılı din düşmanlarının dahi zorluk ve sıkıntı durumunda Allah’a yönelerek dua ettiği bildirilir. Bu konuda verilebilecek en açık örneklerden biri, Firavun’dur. Eski Mısır’da kendini ilah olarak tanıtarak büyüklenen Firavun, Hz. Musa ve kavmine birçok eziyette bulunmuş ve kendisine gelen tüm mucizelere ve tebliğe rağmen Allah’ı inkar etmişti. Üstelik bu inkarı ve büyüklenmesi ölümle yüzyüze gelinceye kadar sürmüştü. Fakat ölümün kendisine çok yakın olduğunu ve kurtuluş imkanının kalmadığını anladığında çaresizlik içinde dua etmeye başlamıştı ve kendisinin de bir Müslüman (Allah’a teslim olmuş) olduğunu iddia etmişti. Kuran’da bu olay şöyle bildirilir:

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, )

Kuran'da defalarca anlatılan bu çarpık dua anlayışından, üstte de vurguladığımız gibi, müminin de kendisine bir pay çıkarması gerekmektedir. Kuran'ın muhatabı onu okuyan tüm müminlerdir ve Allah bu ayetlerde müminlere de uyarıda bulunmakta ve duanın tüm zamanlara yayılmasını istediğini bildirmektedir. İşte cahiliyenin dua anlayışı ile iman edenlerin dua anlayışları arasındaki en çarpıcı farklardan biri bu noktada ortaya çıkar. Müminler, kendilerini yaratan, sayısız nimet veren Rabbimize karşı son derece boyun eğicidirler. Kendileri için gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunun bilincindedirler. Ve bu yüzden her türlü ortamda yalnızca Allah'tan yardım diler ve O'na dua ederler. Cahiliye insanları ise ancak bir zorluk içine düştükleri zaman Allah'tan yardım dilemeyi hatırlar ve bunun dışındaki zamanlarda kendilerine başka veliler edinip, onlardan medet umarlar. Elbette bu cahilliklerinin acı karşılığını dünyada da ahirette de göreceklerdir.

DUANIN USUL VE ADABI

Dua basit bir iş değil, yüce Allah’a ibadet etme, O’nu anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple duanın makbul olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu usul, adap ve kuralları şöyle sıralayabiliriz:

1. Duaya Eûzü Besmele, Allah’a Hamd ve Peygambere Salât İle Başlanmalı

Dua öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest alıp kıbleye dönülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi duaya da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra başlanmalıdır. Ayet ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak kesilmesi (En’âm, 6/18), besmele ile yenilip içilmesi (Ebû Davud, Et’ıme, 15), Allah’ın adı ile (Alâk, 96/1) ve eûzü çekerek Kur’ân okunması (Nahl, 16/98) emredilmektedir. Dua da bir ibadet olduğuna göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek başlanmalı, sonra Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.) duaya, سُبْحاَنَ رَبِّيَ الْعَلِيِّالْاَعْلَى الْوَهَّابِ “Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlıklardan tenzih ederim” diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54; Hâkim, Dua, I, ) ve إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ الِّٰهل وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ لْيُصَلِّ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ثُمَّ لْيَدْعُ بَعْدُ مَا شَاءَ “Biriniz dua ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile başlasın, sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duayı yapsın” buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud, Salât, ) Sahabeden Hz. Ömer, إِنَّ الدُّعَاءَ مَوْقُوفٌ بَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَا يَصْعَدُ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّى تُصَلِّيَ عَلَى نَبِيِّكَ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ “Peygambere salât getirilinceye kadar dua, yer ile gök arasında durur, hiçbir dua O’na yükselmez/kabul olmaz” demiştir. (Tirmizî, Salât, ) Peygamberimiz (s.a.s.); sahabeden Enes bin Malik’e, herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği yerin üzerine elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: بِاسْمِ الِّٰهل اَعُوذُ بِعِزَّةِ الِّٰهل وَ قُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا اَجِدُ مِنْ وَجَعِي هٰذَا ثُمَّ ارْفَعْ يَدَكَ ثُمَّ أَعِدْ ذٰلِكَ وِتْرًا “Bismillah, şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve kudretine sığınırım. Sonra elini kaldır, sonra bu duayı üç beş defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: )

2. Duadan Önce Tövbe ve İstiğfar Edilmeli

Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye lâyık değildir. Peygamberimizin şu hadisi çok dikkat çekicidir. اَلرَّجُلُ يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلَى السّمَاءِ يَا رَبِّ يَا رَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وغُذِيَ بِالْحَرَامِ فَأَنّٰى يُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam, ellerini semaya kaldırarak, ‘Ya Rabbi’ ‘Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?” (Müslim, Zekât, 19) Bu itibarla mü’min duaya başlamadan önce günahlarını itiraf edip ihlâs ile Allah’a tövbe etmeli ve affını dilemeli, sonra dua yapmalıdır.

3. Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sürülmeli

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), dua ettiği zaman koltuk altları görünecek kadar ellerini semaya kaldırmıştır. Sahabeden Ebû Mûsâ el-Eş’arî, دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ إِبْطَيْهِ “Hz. Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben koltuk altlarının beyazlığını gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22) Yine sahabeden Enes (r.a.); كَانَ النَّبِيُّ يَرْفَعُ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ اِبْطِه۪ “Hz. Peygamber, duada ellerini (semaya) koltuk altlarının beyazı görününceye kadar kaldırırdı” demiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: )

Sahabeden Abdullah ibn Abbâs, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu bildirmiştir: اِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْئَلُوهُ بِبُطُونِ اَكُفِّكُمْ وَلَا تَسْأَلُوهُ بِظُهُورِهَا وَامْسَحُوا بِهَا وُجُوهَكُمْ “Allah’tan bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile isteyin, ellerinizin tersi ile istemeyin ve ellerinizi (dua sonunda) yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât, I, ) Sahabeden Sehl b. Sa’d; كَانَ يَجْعَلُ اِصْبِعَيْهِ بِحِذَاءِ مَنْكِبَيْهِ وَ يَدْعُو “Hz. Peygamber (s.a.s.), parmaklarını omuz hizasına kadar kaldırır ve öyle dua ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, ) Hz. Ömer; كَانَ رَسُولُ الَّهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذاَ رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعاَءِ لَمْ يَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ “Hz. Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman yüzlerine sürmeden indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11) Dua ederken mümkünse kıbleye dönülür (Buhârî, De’avât, 24), ellerin içi / avuç açılır, parmaklar omuz hizasına kadar, başı geçmeyecek (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: ) ve koltuk altları görünecek şekilde kaldırılır, dua sonunda eller yüze sürülür. Dua esnasında gözler semaya dikilmez. Peygamberimiz, لَيَنْتَهِ أَقْوَامٌ عَنْ رَفْعِهِمْ أَبْصَارَهُمْ عِنْدَ الدُّعَاءِ فِي الصَّ ةَالِ

إِلَى السَّمَاءِ أَوْ لَتَخْطِفَنَّ أَبْصَارَهُمْ “Birtakım kimseler namaz kılarken ve dua ederken gözlerini semaya kaldırmalarından ya vazgeçerler ya da gözleri kör olur” (Müslim, Salât, ) buyurmuştur.

4. Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli

Yüce Allah, Kur’ân’da; وَ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا “En güzel isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimler ile dua edin” (A’râf, 7/) anlamındaki ayeti ile kendisine, esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini emretmekte ve; قُلِ ادْعُوا الٰهّلَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنٰى “De ki: İster Allah diye dua edin, ister Rahmân diye dua edin, hangisiyle dua ederseniz (edin) en güzel isimler O’nundur” (İsrâ, 17/) anlamındaki ayet ile “Allah” ismi veya “Rahmân” ismi ya da diğer isimlerinden biri ile dua edilebileceğini bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de hadislerdeki dua örneklerinde bunu görmekteyiz.

5. Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli

Dua, her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlikte Arefe günü ve geceleri, Ramazan ayları, Cuma ve bayram gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi, sabah ve akşam vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz akabinde yapılan duaların kabul edileceği ile ilgili hadisler vardır (bk. kabul olan dualar bölümü). Meselâ Kur’ân’da akşam ve sabah dua edilmesine işaret edilmektedir:

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ “Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28) Muttakîler, Kur’ân’da, وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ “Seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi” (Zâriyât, 51/18) diye övülmektedir.

6. İhlâs İle ve Bilinçli Olarak Yapılmalı

Dil ile dua cümlelerini söylerken, zihin başka düşüncelere dalmamalı; insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelmeli, bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua etmelidir. هُوَ الْحَىُّ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ “O diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini sadece Allah’a özgü kılarak ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin. Her türlü övgü, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min, 40/65; bk. A’râf, 7/29; Mü’min, 40/14) فَادْعُوا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua edin” (Mü’min, 40/14) anlamındaki ayetler ile (bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65; Lokman, 31/32) وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ “Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez” (Tirmizî, De’avât, 66) anlamındaki hadis, duanın ihlâslı ve şuurlu yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

7. Kabul Olacağına İnanılarak Dua Edilmeli

Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri “semî’u’d-dua (duaları işiten / kabul eden)”dir. (Âl-i İmrân, 3/38) Bu itibarla mü’min dualarını Allah’ın kabul edeceğine inanarak yapmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.); اُدْعُوا الٰهّلَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ “Kabul edileceğine kesin bir şekilde inanarak Allah’a dua edin” (Tirmizî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, I, ) tavsiyesinde bulunmuş ve; إِذَا دَعَا أَحَدُكُمْ فَلْيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ وَلاَ يَقُولَنَّ اَللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ فَأَعْطِنِى فَإِنَّهُ لَا مُسْتَكْرِهَ لَهُ “Dua ettiğiniz zaman, isteğinizi kesin olarak isteyin. ‘Allah’ım! Dilersen bana ver’ demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorlayacak herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât, 21; Müslim, Zikir, 7; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: ) لَايَقُولَنَّ أَحَدُكُمْ اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي إِنْ شِئْتَ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي إِنْ شِئْتَ لِيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ فَإِنَّهُ لَا مُكْرِهَ لَهُ

“Biriniz, ‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Dilersen bana merhamet et’ diye dua etmesin. İsteğini kesin olarak istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse yoktur.” (Ebû Davud, Salât, ) buyurmuştur. Bu hadisler, duanın kabul olacağına inanarak yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

8. Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli

Bağırıp çağırarak, yüksek ses ve riya ile değil yalvararak ve kısık bir sesle dua edilmesi, Allah ve peygamberin emridir: اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ “Rabbinize yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55) وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ “Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gâfillerden olma.” (A’râf, 7/) وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَ ذَلِكَ سَبِيلًا “Duanda pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/) Hz. Âişe validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini söylemiştir. (Buhârî, De’avât, 16) Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî der ki: Allah Resûlü ile birlikte bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle tekbir ve

tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber; يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِرْبَعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لَا تَدْعُونَ أَصَمَّ وَلَاغَائِبًا إِنَّكُمْ تَدْعُونَ سَمِيعًا قَرِيبًا وَهُوَ مَعَكُمْ “Ey İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır ve uzaktaki birine değil, her an sizinle olan, her şeyi duyan Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi uyardı. (Buhârî, Cihâd,; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44) Hasan el-Basrî, دَعْوَةٌ فِي السِّرِّ تَعْدِلُ سَبْعِينَ دَعْوَةً فِي الْعَلَنِيَّةِ “İçten gizlice yapılan dua açıktan yapılan 70 duaya denktir” demiştir. (Abdürrazzak, Dua, No) Yüksek sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun değildir. Çünkü, وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4; bk. Mücâdele, 58/7; Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile; اَنَا مَعَ عَبْدِي اِذَا هُوَ ذَكَرَنِي وَ تَحَرَّكَتْ بِي شَفَتَاهُ “Beni zikrettiği ve dudaklarını benim için hareket ettirdiği zaman ben kulumla beraberim.” (Hâkim, De’avât, I, ) وَاَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي “Bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) anlamındaki kutsî hadislerde beyan edildiği gibi biz nerede olursak olalım Allah bizimle beraberdir. Allah, bizim kısık sesle bile olsa yaptığımız duaları duyar, hatta; وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ “Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) anlamındaki ayette bildirildiği gibi O, bize bizden, şah damarımızdan da yakındır. Yüce Allah, Zekeriya peygamberin, اِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا “Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı” (Meryem, 19/3) şeklinde dua ettiğini bildirerek bize nasıl dua edeceğimizi haber vermektedir. Bu itibarla, duada bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık hareketlerde bulunmak doğru değildir.

Duayı sessizce ve yalvararak yapmak, ihlasın gereğidir. Yüksek sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple Hanefî bilginler, namazda Fatiha sonunda “âmin” kelimesini sessiz söylemenin daha fazîletli olduğu içtihadında bulunmuşlardır.

Dualar, ibadet şuuruyla, dinî vakar ve ölçülere uygun olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan mahrum birtakım kişileri memnun etmek için, mana yavanlığı taşıyan, tumturaklı ifadelerle hüner göstermeye girişmek, duanın amacına ve ruhuna aykırıdır. Kur’ân ve Sünnet’te yer alan dualar, kapsamlı ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf, kafiye ve seci yapmaktan kaçınılmalıdır: كَانَ رَسُولُ الّٰهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْتَحِبُّ الْجَوَامِعَ مِنَ الدُّعَاءِ وَيَدَعُ مَا سِوَى ذٰلِكَ “Allah’ın Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı sözler ile dua etmeyi tercih eder, bunların dışındakileri terk ederdi.” (Ebû Davud, Salât, ) Hz. Âişe validemiz; وَاجْتَنِبِ السَّجْعَ فِي الدُّعَاءِ “Secili / kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap ve peygamberin bunu kerih gördüğünü bildirmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: ; bk. Buhârî, Dua, 19)

9. Israrla Dua Edilmeli

Mü’min, yüce Allah’tan isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim yerine gelmedi diye duadan vazgeçmemelidir. Sahabeden Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in; كَانَ إِذَا دَعَا دَعَا ثَ ثَالًا وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَ ثَالًا “Dua ettiği zaman üç sefer tekrar eder ve bir şey istediği zaman yine üç sefer tekrar ederdi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, ) Peygamberimiz, اِنَّ الٰهّلَ لَيُحِبُّ الْمُلِحِّينَ فِي الدُّعَاءِ “Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: ) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.); يُسْتَجَابُ لِأَحَدِكُمْ مَالَمْ يَعْجِلْ يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ رَبِّى فَلَمْ يُسْتَجَبْ لِى “Rabbime dua ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât, 22; Müslim, Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile ısrarla dua edilmesini tavsiye etmiş ve; ماَ مِنْ عَبْدٍ يَرْفَعُ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُو إِبْطَهُ يَسْأَلُ الٰهّلَ مَسْأَلَةً إِلاَّ آتَاهَا إِيَّاهُ مَا لَمْ يَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الِّٰهل كَيْفَ عَجَلَتُهُ؟ قَالَ يَقُولُ قَدْ سَأَلْتُ وَسَأَلْتُ ولَمَ أعُطْ شَيئْاً “Koltuk altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele etmediği sürece Allah ona istediğini vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim, istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir. (Tirmizî, De’avât, ) Sahabeden Ebû’d-Derdâ; مَنْ يُكْثِرُ الدُّعَاءَ يُوشِكُ اَنْ يُسْتَجَابَ لَهُ “Kim çok dua ederse, onun duası daha çok kabul olur” (Abdürrazzak, Dua, No: ) demiştir. Dua ettikten sonra sonucu Allah’a havale etmek gerekir. Allah, kulunun istediğini hemen verebileceği gibi, daha sonra da verebilir veya kulun isteği, kendisi için hayırlı değildir, ona daha hayırlı olanı verir veya mükâfatını ahirete bırakır. (Tirmizî, De’avât, )

Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli

İnsan, dua ederken, Allah’a karşı saygı ve azabından korku içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli olmalıdır. Yüce Allah; وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ “Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, sözünü ve işini en iyi bir şekilde yapan mü’minlere yakındır” (A’râf, 7/56) buyurmakta, ümit ve korku içinde dua edenleri övmektedir: تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ “Onlar (mü’minler); yanları yataklardan uzaklaşırlar (gece kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Secde, 32/16) Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman derhal boyun eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd eden, O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden ve asla kibirlenmeyen mü’minlerin, gece kalkıp korku ve ümit ile dua ettikleri (Secde, 32/15) bildirilerek övülmektedir. اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خاَشعِي۪نَ “Onlar (Zekeriya ve Yahya peygamberler); gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90) Bu ayette iki seçkin peygamberin, Allah’ın rahmetini umarak ve azabından da korkarak dua etmeleri övülmektedir. Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de işaret edilmektedir. Zikrettiğimiz üç ayette dua ederken insanın içinde bulunması gereken tavrı ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir: “Havf ”, “tama’ “, “rağab” ve “raheb”. “Havf”, “bilinen veya hissedilen bir işaretten dolayı irkilmek, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak” (Râğıb, s), “gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi” demektir. (Gazâlî, IV, ) Dua ederken korkmaktan maksat ise; günahından dolayı istediği şeyi hak etmeme düşüncesiyle duanın kabul edilmemesi endişesini taşımaktır. (Beydâvî, II, ) “Tama’”; Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çokluğu sebebiyle duanın kabul edileceğini ummak, istediğinin verileceğinden ümitvâr olmaktır. (Beydâvî, II, ) “Rağab”; yaptığı duanın kabul edileceğini, isteğinin verileceğini kuvvetle ümit etmek ve Allah’a yönelmek demektir. (Beydâvî, IV, ) “Raheb”; günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının reddedilmesinden korkmak demektir. (Beydâvî, IV, ) Rağab ve raheb ile havf ve tama’ aynı anlamı ifade eder. (Nesefî, IV, ) Bu dört kavram; her iş ve görevde olduğu gibi dua ederken de mü’minin korku ile ümit arasında bulunması (beyne’l-havfi ve’recâ) gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca birinci ayette dua eden kimsenin “muhsin”, ikinci ayette Allah’ın verdiği rızıktan infak eden, üçüncü ayette ise Allah’a saygı gösteren ve boyun eğen (hâşi’) olması gerektiğine de vurgu yapılmaktadır. Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla birlikte yaptığı duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşüncesini taşımalıdır. Çünkü yüce Allah, Kur’ân’da, رَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/), bir kutsî hadiste ise, سَبَقَتْ رَحْمَتِي غَضَبِي “Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyurmuştur. (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: ) Peygamberimiz (s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi zanda bulunmalarını tavsiye etmiştir: يَااَيُّهَا النَّاسُ اَحْسِنوُا الظَّنَّ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ فَاِنَّ الرَّبَّ عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِهِ “Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulunun, çünkü Rab, kulunun zannı üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: ) Bir kutsi hadiste yüce Allah; اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَ اَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي “Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni andığı zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile; حُسْنُ الظَنِّ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ “İyi zanda bulunmak, ibadetin güzelliğindendir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: ) Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın duasını kabul edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli ve inanmalıdır.

Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü Olunmalı, Aşırı Gidilmemeli

İşlenmesi ve istenmesi dinimizce günah sayılan konularda dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule şayan olmaz. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: لاَيَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَالَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim, Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No, ) Dinin haram kıldığı ve yapılması günah olan şeylerin elde edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden yapılmamasını istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına çıkmak, haddi aşmaktır. Allah, aşırı gidenleri ve haddi aşanları sevmez (Bakara, 2/). Resûlullah (s.a.s.), buyurmuştur ki: سَيَكُونُ قَوْمٌ يَعْتَدُونَ فِي الدُّعَاءِ فَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ “Bazı toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklardır, siz onlardan olmaktan sakının.” (Ebû Davud, Salât, ) Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına uymamak, istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak olan şeyleri istemek, haram konusunda meselâ oynayacağı kumarda, yapacağı hırsızlıkta, işleyeceği cinayette veya herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım etmesini istemek, yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bulunmak şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi ve kıtlık olmasını istemek gibi meşru olmayan şeyler için dua etmek veya sebeplere yapışmadan zafer kazanmayı veya çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işlemeye ısrarla devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulunmak gibi duanın içeriğinde olur. Hem söz hem de içerikte haddi aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul edilmemesinin sebebidir.

Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman Dua Edilmeli

Her insan bir derde, bir sıkıntıya, bir belaya uğradığı zaman Allah’a sığınır, O’na dua eder. Böyle sıkıntılı zamanlarda gönüller bütünüyle Allah’a açılır, samimiyetle ve candan dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s); ثِنْتَانِ لاَتُرَدَّانِ أَوْ قَلَّمَا تُرَدَّانِ الدُّعَاءُ عِنْدَ النِّدَاءِ وَعِنْدَ الْبَأْسِ “İki dua reddedilmez veya reddedilmesi çok nadir olur: (Bunlar) ezan okunduğu esnada ve sıkıntı zamanlarında yapılan duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur. Ancak sadece darlıkta, sıkıntıda veya bir korku, kaza ve felâketle karşı karşıya gelindiği zaman değil varlıklı ve sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm sürdüğü anlarda da dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zorluğa karşı sabır ve dua ile ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere kavuşması durumunda da şükredip dua etmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَسْتَجِيبَ الٰهّلُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكُرَبِ فَلْيُكْثِرِ الدُّعَاءَ فِي الرَّخَاءِ “Sıkıntılı ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın duasını kabul etmesini isteyen kimse, rahat zamanlarında çok dua etsin.” (Tirmizî, De’avât, 9) تَعَرَّفْ اِلَى الِّٰهل فِي الرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ فِي الشِّدَّةِ “Rahatlık zamanlarında Allah’a yönel, O’nu tanı ve O’na dua et ki sıkıntılı zamanlarda da Allah sana yönelsin, seni tanısın ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No) Sadece sıkıntılı zamanlarda dua etmek doğru olmadığı gibi dua edip sıkıntı geçtiğinde ettiği duayı ve sıkıntılarını unutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru değildir. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir: وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُوٓا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ “İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur da, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…” (Zümer, 39/8) فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der. Hayır, o bir imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49) وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا لِلْمُسْرِفِينَ مَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ كَانُوا يَعْمَلُونَ “İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta iken bize dua eder; ama biz onun darlığını açıp kaldırınca sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12) فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua ederler. Fakat (Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.” (Ankebût, 29/65) وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَآ اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ “İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.” (Rûm, 30/33) وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَآ اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ “(Denizde) onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak Allah’a dua ederler. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı iktisâd eder (Allah’a yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.” (Lokmân, 31/32) لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ “İnsan hayır istemekten usanmaz (dâima malının artmasını diler). Ama kendisine bir şer dokundu mu hemen üzülür, ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49) وَاِذَآ اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَآء عَر۪يضٍ “İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur.” (Fussilet, 41/51) وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّآ اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا “Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur (artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allâh’ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.” (İsrâ, 17/67) Bu ayetler, insanların genel psikolojisini ve insanın fıtratında olan din duygusunu, Allah inancını, duaya olan ihtiyacını, hayır dua etmekten usanmadığını, darlık zamanlarında herkesin dua ettiğini, duanın ayakta, otururken ve yatarken yapılabileceğini, nimete kavuşunca bir kısım insanın nankörlük ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip durduğunu ve ümitsizliğe kapıldığını, nimete kavuşunca yüz çevirdiğini, ilâhî iradeye uygun olmayan davranışlar sergilediğini, hatta bir kısmının Allah’a ortaklar koştuğunu, küfre saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar; kınanmakta, darlıkta ve bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a dua edilmesi, dua kabul edilip maksada erdikten sonra duanın terk edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.

Sadece Allah’a Dua Edilmeli

Dua, sadece Allah’a yapılmalı, araya başka aracılar sokulmamalıdır. Her namazda okuduğumuz Fatiha sûresinde, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “Sadece Sana ibadet eder, sadece Senden yardım dileriz” diyerek bunu dile getiriyoruz. Yüce Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. (Kâf, 50/16) Bu sebeple ne istersek, aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin ayetinde yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ “Kullarım sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim.” Kur’ân’da duanın sadece Allah’a yapılması önemle vurGİRİŞ 91 gulanmıştır. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. Konuyla ilgili ayetlerin bazısı şöyledir: لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ ل يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ “Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler.” (Ra’d, 13/14) Bu ayette, Allah’tan başka varlıklara dua edenler kınanmakta ve Allah’tan başka varlıklara, putlara, türbelere, ölülere yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gideceği bildirilmektedir. فَ تَدْعُ مَعَ الِّٰهل اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ “Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğrayanlardan olursun.” (Şu’arâ, 26/) Bu ayette sadece Allah’a dua edilmesi istenmekte ve Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmış olacakları bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/; Yunus, 10/; Kasas, 28/88) İnsan her isteğini sadece Allah’tan istemelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); اِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ الٰهّلَ وَ اِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِالل “Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, bir yardım talebinde bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: ) اَلَيْسَ الٰهّلُ بِكَافٍ عَبْدَهُ “Allah, kuluna kâfi değil mi?” (Zümer, 39/36) Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası dokunmayan, hatta zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler (putlardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet umanlar) şu ayetlerde kınanmaktadır: يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّ لَالُ الْبَعِيدُ “Allah’ı bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12) يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَفْعِه۪ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ “Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. (O), ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac, 22/13) وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ “Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5) Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi gerektiğini, hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah olduğunu ve boşa gideceğini ifade etmektedir.

Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Vesile Edilmeli

Mü’min, duanın kabul olması için Allah’ın güzel isimlerini, işlediği sâlih ve hayırlı amelleri vesile etmelidir. Bunun örnekleri hadislerde vardır. Meselâ Peygamberimiz (s.a.s.), kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasını tavsiye etmiştir: يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ اَسْتَغِيثُ اَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَ لَا تَكِلْنِي اِلٰى نَفْسِي طَرْفَةَ عْنيٍَ “Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! Rahmetin sebebiyle senden yardım istiyorum. İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: ) Bu hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile hitaptan sonra “rahmeti” vesile edilmiştir. Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya olarak yolculuğa çıkarlar. Yolda şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Yağmurdan korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar. Dağdan bir taş yuvarlanır ve gelip mağaranın girişini tamamen kapatır. Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı, izimiz kayboldu, burada olduğumuzu Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, kurtuluşumuz ancak dua ile olur, bu sebeple en güvendiğiniz sâlih bir amelinizi vesile ederek dua edin, belki Allah bir kurtuluş yolu var eder, derler. Biri şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaşlı bir annem-babam vardı. Bir de eşim ve küçük çocuklarım. Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt içirirdim. Bir gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım, uyanmalarını bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma dolanıyor, karınlarının acıktığını söylüyorlardı. Ben önce âdetim üzere sütü anne-babama içirmek istiyordum. Sabaha kadar başlarında bekledim, nihayet uyandılar ve onlara sütlerini içirdim. Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahmetini ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık görünür ve gökyüzünü görürler. İkinci kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi amcamın bir kızı vardı, ben onu çok seviyordum, ona âşık olmuştum. Onunla birlikte olmak, ondan murat almak istedim, kabul etmedi. Muradıma erebilmek için yüz dinar para verdim. Bu parayı elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum. Tam ilişkide bulunacağım bir anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, nikâhsız Allah’ın mührünü açma (kızlığımı bozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim. Allah’ım! Biliyorsun ki bunu ben sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize semayı göster.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya biraz daha bulunduğu yerden hareket eder, ışık iyice görünür. Üçüncü kişi de şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi çalıştırmıştım, iş bitince ücretini vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı. Ben de bu pirinci ektim, ürününü biriktirdim, nihayet ürünleri satıp parası ile sığır ve koyun aldım. Bir zaman sonra işçi geldi ve bana ‘ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, bana zulmetme, ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve davarları çobanlarıyla birlikte al, bunlar senin ücretin’ dedim. Bana, ‘Allah’tan kork ve benimle alay etme’ dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu mallar senin’ dedim. İsteseydim, sadece bir ölçek pirincini verirdim. Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım. Şu mağaranın kapısını bütünüyle bize açıver.” Bu duanın üzerine taş mağaranın ağzından tamamen uzaklaşır ve mağaradan kurtulurlar. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No; , ; Müslim, Zikir ve Dua, ; Buhârî, Muzâraa,11) Üç kişinin başına gelen bu olay, günümüzde olsa, bu kişilerin yanlarında cep telefonu bulunsa ve çekse, bulundukları yeri de bilseler, yakınlarına telefon edip kendilerini kurtarmalarını isteyebilirler. Olayın kahramanları için o gün böyle bir imkân yoktur. Şiddetli yağmur yağdığı için iz sürmek suretiyle kendilerine ulaşma imkânı da kalmamıştır. Bedensel güçleri ile kurtulmaları da mümkün değildir. Allah’ın yardımından başka çareleri kalmamıştır. Allah’a dua etmeye karar verirler. Dualarının kabul olması için Allah rızası için yaptıkları bir ameli, işi veya sırf Allah korkusu ile terk ettikleri bir fiili vesile ederek dua ederler. Her üç fiil de kul hakkı ile ilgilidir. Birinci, annebabasına hizmeti her şeyin üstünde tutmakta, bunu herhangi bir dünyevî çıkar için değil Allah rızası için yapmaktadır. İkincisi çok arzu ettiği bir isteğine kavuşur, son anda Allah’a olan saygı ve korkusu ağır basar, bir haramı bu yüzden terk eder. Üçüncüsü çalıştırdığı bir işçinin emeğini zayi etmez, değerlendirir, çoğaltır ve hak sahibine verir. Her üç davranış da takdire değer niteliktedir, Allah’a iman ve ahlâk ön plana çıkartılmış, nefse yenik düşülmemiştir. Bu asil davranışlar vesile edilerek dua edilmiş, Allah da kabul etmiştir. Biz bu hadisten, kabul olmasını istediğimiz bir duada sırf Allah için yaptığımız amelleri vesile ederek dua edebileceğimizi öğreniyoruz. Allah’ın güzel isimleri ve böyle sâlih ameller vesile edilebilir; ancak türbelere, çalılara bez bağlamak, mum yakmak, adakta bulunmak ve benzeri davranışlar dînen doğru olmadığı gibi bir faydası da olmaz, hatta bu tür davranışlar, inanca bile zarar verebilir. Hâkim’in Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye güzelce bir abdest almasını ve iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emreder: اَللّٰهُمَّ اِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلّٰى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِكَ إِلَى رَبِّكَ فِي حَاجَتِي هٰذِه۪ فَتَقْض۪يهَا لِي اَللّٰهُمَّ شَفِّعْهُ فِيَّ وَشَفِّعْنِي فِيهِ “Allah’ım! Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed (s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygamberini) bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi eyle.” (Hâkim, De’avât, No: , , I, , ) Bu hadiste, Peygamberden bir şey istenmiyor, istekler doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın en sevgili kulu ve son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), duanın kabulü için vesile ediliyor. Konu ile ilgili üç rivayetten ikisinde, Peygamberimizden bu duayı öğrenen kişinin dua ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No: , I, )

Dua Sonunda “Âmin”, “Duamı Kabul Et”

Denilmeli, Hz. Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli ve Fâtiha Sûresi Okunmalı Dua bitiminde “âmin” ve رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ “Ya Rabbi! Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Peygamberimize salât ve selâm getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha sûresi okunmalıdır. إِذَا قَالَ أَحَدُكُمْ آم۪ينْ وَالْمَلَائِكَةُ فِي السَّمَاءِ آم۪ينْ فَوَافَقَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرٰى غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِه۪ “Biriniz ‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’ der. İkisinden biri diğerinin ‘âmin’ demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır” (Hemmâm b. Münebbih, Sahîfetü Hemmâm, No: 10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin önemini ortaya koymaktadır. Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde yüce Allah’ın nitelikleri bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir: بِسْمِ الِّٰهل الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Hamd (her türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ “O, rahmândır ve rahîmdir.” مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ “Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir.” إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “(Yâ Rabbi!) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!” اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Bizi doğru yola ilet.” صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالّ۪ينَ “Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.” Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir. (Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, ) Fâtiha’yı okuyan kimsenin duası kabul olur. Bir kutsî hadiste yüce Allah, şöyle buyurmuştur: “Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm: Yarısı benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine verilecektir.” Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle demiştir: “Bir kul, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman yüce Allah; ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde yüce Allah, ‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni yüceltti, bana saygı gösterdi’ der. Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” dediği zaman Allah, ‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma, yardım etmek bana aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der. Kul, “İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en ’amte aleyhim ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği zaman Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir’ buyurur.” (Müslim, Salât, 38)

Sonuç olarak;

dua yaparken mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, abdest alıp kıbleye dönülmeli, eller semaya kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli, Allah’a hamd ve Peygambere salât ü selâm getirilmeli ve günahlara tövbe ederek duaya başlanmalıdır. Dua eden kişi, konumuna uygun bir edep içinde olmalıdır. Sadece Allah’a dua edilmeli, duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde bulunulmalı, kabûlü için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği inancı taşınmalı, ihlâs ile ve yürekten, kısık bir sesle ve yalvararak dua edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz sözler seçilmeli, yapmacık sözlerden kaçınılmalıdır. Dua sonunda Hz. Peygambere salât ve selâm getirilmeli ve eller yüzlere sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Dua her zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz gelimi; yürürken, otururken ve yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12). Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur: اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ الٰهّلَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân, 3/) Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudaklarla yapılmaktan ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya katılmalıdır. Eller, dil ve gönül hep birlikte Allah’a yönelmelidir. Dua esnasında korku ve ümit birlikte bulunmalı, candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir. Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dinî şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü senâ, Peygamberimize de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı (Tirmizî, De’avât, ), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cümleleri üç defa tekrar edilmelidir.



© Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý

Dini Yayýnlar Dairesi Baþkanlýðý

Ýletiþim Adresleri

Eskiþehir yolu 9. km. Çankaya / Ankara

Tel.: 0 () 72

Faks : 0 () 72 88

e-mail: [email protected]


İçindekiler

  • 1Günün Belli Zamanında Okunacak Duâlar
  • 2Dua kavramının anlamı
  • 3Duanın çeşitleri
    • Sözlü dua
    • Fiili dua ;
    • insanın sözlü olarak Allah’tan istediği şeyin zeminini hazırlaması ve Allah’ın koyduğu kanunlara (dine ve sünnetüllâha) uyması demektir. Söz gelimi, çocuk sahibi olmak isteyen bir kimsenin evlenmesi; sağlık ve âfiyet isteyen bir kimsenin yemesine içmesine, sıcağa, soğuğa ve sağlık kurallarına dikkat etmesi; zengin olmak isteyen kimsenin çok çalışması, bir sınavda başarılı olmak isteyen kimsenin sınava iyi hazırlanması, tarlasından, bağından ve bahçesinden bol ürün almak isteyen kimsenin bağına, bahçesine ve tarlasına iyi bakması, gerektiğinde sulamasıve gübrelemesi gerekir. Evlenmeden çocuk sahibi olmayı, sağlık kurallarına uymadan sağlıklı kalmayı, çalışmadan zengin olmayı, iyi hazırlanmadan bir sınavda başarılı olmayı, gerekli emeği harcamadan bol ürün almayı istemek sünnetüllâha aykırıdır. Yüce Allah, A’râf sûresinin ayetinde umarak ve korkarak dua edilmesini istedikten sonra rahmetinin işlerini en güzel biçimde yapanlara yakın olduğunu bildirerek şöyle buyurmaktadır: وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ“Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, işlerini en güzel biçimde yapanlara yakındır.”(A’râf, 7/56) Ayette, Allah’ın rahmetinin “muhsin” olanlara yakın olduğu açıkça beyan edilmektedir. “Muhsin”; iman edip sâlih amelleri Allah’ı görüyormuş gibi en güzel biçimde yapan kimseye denir. Dolayısıyla bir insan, elinden gelen bütün gayretleri gösterdikten, istediği şeyin zeminini hazırladıktan sonra neticeyi dua ederek Allah’tan istemelidir. Bunun Kur’ân’da açık örneği, Eyyûb (a.s.)’ın hastalığından kurtulması için yaptığı dua ve Allah’ın iyileşmesi için ona gösterdiği çözümdür. Uzun yıllar hastalık çeken Eyyûb (a.s.), hastalığının iyileşmesi ve sıkıntısının giderilmesi için Allah’a şöyle dua eder: وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı.” (Enbiya, 21/83; bk. Sâd, 38/41) Yüce Allah, Eyyûb Peygamberin duası üzerine hastalığının iyileşmesi için; اُرْكُضْ بِرِجْلِكَ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ“Ayağını (yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)” (Sâd, 38/42) buyurur. Bunun üzerine Eyyûb (a.s.) ayağını yere vurur, çıkan sudan içer ve bu su ile yıkanır, neticede iç ve dış bütün hastalıkları iyileşir. (Enbiya, 21/84) Yüce Allah, bu örneği, ibadet/dua eden kulları için bir öğüt olduğunu bildirmektedir: وَذِكْرٰى لِلْعَابِدِينَ“(Bu), ibadet eden / dua eden bütün kullar için bir öğüttür.”(Enbiya, 21/84) Derdinden kurtulmak isteyen bir hasta düşünelim; hasta hem iyileşmesi, şifa vermesi için Allah’a dua etmeli, hem de hastalığı için gerekli olan tıbbî çarelere başvurmalı, doktorların tavsiyesine uymalı, ilaç kullanmalı, gerektiğinde ameliyat olmalıdır. Birinci yapılan, sözlü dua; ikinci yapılan ise fiilî duadır. Tıbbî çarelere başvurmak ile de yetinilmemeli, “derdi veren Allah dermanı da verir” inancı ile dua edilmelidir. Eyyûb (a.s.), hem sözlü hem de fiilî dua yapmıştır. Peygamber Efendimizin; Hendek savaşında sadece sözlü olarak Allah’tan yardım istemekle kalmayıp şehrin etrafına hendek kazması da fiilî duadır. Peygamberimiz (s.a.s.); “hendek kazdık, düşman şehre giremez, kendimizi garantiye aldık” demedi, düşman ordusunun bozguna uğramasıiçin yüce Allah’a dua etti, yalvardı. Yüce Allah duasınıkabul etti. Düşmanın bulunduğu tarafta çok şiddetli bir fırtına çıktı, düşmanın neyi varsa alt üst oldu, daha fazla dayanamadı, büyük bir korkuya kapıldı ve Medine’yi terk etmek zorunda kaldı. Yüce Allah, peygamberimizin sözlü ve fiilî duasını kabul etmiş, Müslümanları düşmandan korumuştu. Peygamberimiz (s.a.s.), Bedir savaşında da gerekli bütün askerî tedbirleri aldıktan sonra yardım etmesi için Allah’a dua etmiş, Allah da bin melekle yardım etmiştir. (Enfâl, 8/) Aynı şeyleri, manevî ve uhrevî nimetler için de söyleyebiliriz. Meselâ, işlediği günahlarının affını isteyen bir kimsenin, “ey Rabbim! Beni affet, bağışla” diye yalvarmasısözlü dua, günahları terk edip Allah’ın emrine yönelmesi, işlediği günahlara bir daha dönmemesi ve sâlih ameller işlemesi, fiilî duadır. Mü’minin, “Allah’ım! Cennetini bana nasip et” demesi sözlü dua, iman edip sâlih ameller işlemesi, Allah’ın emir ve yasaklarına uyması fiilî duadır. Sadece sözlü dua ile yetinmek, fiilî duayı terk etmek, insanı istediğine kavuşturmaz. Mü’min istediği şeyin zeminini hazırlamalı, fiil öncesinde de sonrasında da dua etmelidir. Fiil öncesinde yapılan sözlü dua, başarılı olmak için bir hazırlık ve ruhî bir arınmadır. Fiil sonrasında yapılan sözlü dua ise; o fiilin başarıile sonuçlanmasını ve harcanan emeğin ve çabanın boşa gitmemesini yüce Allah’tan istemek, fiilini O’nun takdir, irade ve yardımına havale etmektir. Sadece sözlü dua edip fiilî duayı terk etmek de, yalnızca fiilî dua yani eylemle yetinip, sözlü olarak ilâhî yardımı dilemekten uzak durmak da hatalı bir davranıştır. Öte yandan insan, iradesi dışında kalan ve gücünü aşan konularda da Allah’ın yardımını, lütfunu ve ihsanını ister. Allah için her şey mümkündür, O’nun her şeye gücü yeter. Ayet ve hadislerde bunun örnekleri vardır. Meselâ Zekeriya (a.s.), yüce Allah’tan bir evlat istemiş, eşi çocuk yapacak çağı geçtiği hâlde Allah, ona çocuk yapma imkânı vermişve Yahya’yı dünyaya getirmiştir. Kur’ân’da bu husus şöyle ifade edilmektedir: فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ“Biz onun (Zekeriyya’nın) duasını kabul ile icabet ettik de kendisine Yahya’yı ihsan ettik ve eşini (doğum yapmaya) elverişli hâle getirdik…” (Enbiya, 21/90) Ayetin devamında Zekeriya (a.s.) ve eşinin umarak ve korkarak Allah’a dua ettiği bildirilmektedir. Peygamberimizin bildirdiğine göre yağan yağmur sebebiyle bir mağaraya sığınan, yuvarlanan bir taşın mağaranın ağzını kapatması ile içeride kalan üç mü’min, yaptıklarıen güzel amellerini dile getirerek Allah’a dua etmişler, mağaranın ağzındaki taş, dua ile oradan yuvarlanmış ve kurtulmuşlardır. (bk. duada vesile bölümü) Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları işlerde başarıya ulaşmaları, işlerinin akim kalmaması için iş öncesinde ve sonrasında dua ettikleri gibi aciz oldukları konularda ve beklenmedik âfet ve musibetlere karşı koruması için de Allah’a dua ederler. Sonuç olarak dua; biri fiil ve hâl ile diğeri söz ve kalp ile yapılmak üzere iki kısma ayrılır. Fiil ve hâl ile yapılan dua, kişinin ulaşmasını arzu ettiği şeyin oluşmasını gerekli kılan sebeplere başvurmasıdır. Çiftçinin tarlasını sürüp tohumunu ekmesi, bakımını yapıp onu sulaması fiille yapılan bir duadır. Ürünün elde edilmesi için gerekli olan bu sebeplere başvuran çiftçi, “Allah’ım! Üzerime düşen gerekli sebeplere başvurdum. Senden rızık istiyorum” diye dua etmişdemektir. Lisan ve kalp ile yapılan dua ise, kişinin gücünün yetmediği şeyleri, bela ve musibetlerden korumasını, işlerinde kolaylıklar ihsan etmesini Allah’tan istemesi demektir.
  • 4DUANIN USUL VE ADABI
  • 5DUANIN KABÛLÜ VE İNSAN HAYATINA ETKİSİ
  • 6KABUL OLAN DUALAR
  • 7KABUL OLMAYAN DUALAR
  • 8İbadetle İlgili Dualar
  • 9Günlük Hayatla İlgili Dualar
  • 10Okuma parçası
  • 11Türkçe
  • 12Azerice
  • 13Endonezce
  • 14Gagavuzca
  • 15Kürtçe
  • 16Kırım Tatarca
  • 17Malayca

Günün Belli Zamanında Okunacak Duâlar[]

Duanın önemi[]

Dua, insanda doğuştan var olan bir duygudur. Bu sebeple bütün dinlerde dua mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan, hayatının herhangi bir anında dua ihtiyacınıhisseder. Çünkü her insan, zaman zaman üstesinden gelemeyeceği birçok olay, üzüntü ve sıkıntı ile karşılaşır. Böyle anlarda insan, Allah’a sığınma ve O’ndan yardım isteme ihtiyacı hisseder ve dua eder. Normal zamanlarda dua etmeyen veya Allah’a inanmayan insanlar bile üstesinden gelemedikleri olaylar karşısında, darda kaldıkları ve sıkıntıya düştükleri zamanlarda dua ihtiyacı hissederler. Bu da insanın duaya muhtaç olduğunun delilidir. Yüce Allah, bu durumu Yûnus sûresinin ayetinde şöyle açıklar:

وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًافَلَمَّا كَشَفْنَاعَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَاكَانُوا يَعْمَلُونَ

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarardan dolayıbize hiç dua etmemiş gibi davranır. İşte aşırı gidenlere yaptıklarışeyler böyle süslü gösterilmiştir.”Aynı şekilde, Lokman sûresinin ayetinde;

وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْإِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

“(Denizde) onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na halis kılan gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez” buyrulmaktadır. Bu iki ayetten anlaşılacağı gibi, dua etmek, insanın fıtrîbir özelliğidir. Yine bu ayetlerde Yüce Allah bize, duanın sadece sıkıntılı zamanlarda değil, her zaman yapılması gerektiğini de hatırlatmaktadır.

Dua yaptıktan sonra insan, gönlünde bir ferahlık ve rahatlık hisseder, isteğinin yerine getirileceği hususunda ümitvâr olur. Bu yönü ile dua, ruhî bunalımlara karşı koruyucu sağlık tedbiri konumundadır.

1. Dua, İlâhî Bir Emirdir

Dua etmek, ayet ve hadislerde övülmüş ve teşvik edilmiştir. اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً “Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin.” (A’râf, 7/55

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir