anasınıfı öğretmene mektup / Okul Öncesi Öğrenciye Mektup - Yaş Dünyası

Anasınıfı Öğretmene Mektup

anasınıfı öğretmene mektup

Oğlumun okulundan rehberlik öğretmeni "Efe'yi anlatan bir mektup" istemiş. Ben de geçtiğimiz pazartesi yazıp verdim.

"25/Ocak/ tarihinde normal doğumla tam gününde dünyaya geldi. 16 ay anne sütü aldı. Emeklemeden yürüdü.

Çalışan bir anneyim Eylül ayına kadar yani okulunuza başlayana kadar annem baktı. Anneanneden dolayı her istediği yapılan bir dönem geçirdi. Yemek alışkanlığı olmayan bir çocuk. Hazıra çok alıştı, çünkü hep annem yedirdi.

Televizyon izlemeyi, özellikle CD izlemeyi çok sever. Şimşek Mcqueen, Buz Devri, Mickey Mouse, Oyuncak Hikayesi,vb&#; Boş durmayı hiç sevmez, sürekli bir şeylerle meşgul olmak ister. Yerinde duramayan bir çocuk. İp baskısı, patates baskısı, sulu boya, kağıt karalama çok hoşuna gider. Elektronik eşyalara ayrı bir ilgisi var. Onları açıp kapatmak, dönen bir parçası varsa saatlerce izlemek en büyük keyfi.

Bana çok düşkün. Babasını işinden dolayı az görüyor, babası ile çok yakın değil. Hep bir arada iken her şeyiyle benim ilgilenmemi ister, genelde babasından bir isteği olmaz.

Kokulara ve seslere karşı aşırı duyarlı. Kötü ve güzel kokuyu hemen alır ve tepki verir. Yüksek ses olduğu zaman kulaklarını kapatır aşırı derecede rahatsız olur.

Meraklıdır, değişik bir şey gördüğü zaman mutlaka onunla ilgili sorular sorar, bakmak ister, çalışan bir şeyse çalıştırmak ister. Evde yaptığım her işi o da yapmak ister. Yumurta pişiriyorsam çeker sandalyeyi hemen işe koyulur, kek, yemek vb. ne yapıyorsam. Evde hep bir yardımcım var yaniJ. Her işin ucundan tutarJ.

Yüksek sesle uyarılmaktan hiç hoşlanmaz. Sakin ve tatlı dille anlatılmasını ister. (Ama bu her zaman mümkün olmuyor. Böyle bir durum yaşadığımız zaman özür dilememi bekler). Olmadık zamanlarda olmadık şeylere tutturması sabrımı zorluyorJ.

Arkadaş olmak, oynamak ister ama pek başarılı olamaz. Oyuncaklarını paylaşamaz. Kendinden büyüklerle daha iyi anlaşır. Onlara istediğini yaptırabilir. Bu nedenle büyüklerle oynamak işine gelir.

Sabırsızdır. İstediği bir şey hemen olsun ister, beklemeyi sevmez.

Hırslıdır. Bir şeyi yapamadığı zaman çok sinirlenir, üzülür.

İstemediği bir şeyi yaptırmak çok zordur. Mesela istemediği bir bluzu giydiremem, kabul etmez.  

Yaptığı bir şeyi hediye etmeyi çok sever, mutlu olur. Hediye almayı da çok sever. Özellikle oyuncak. Öğretmeninin verdiği yapıştırma yıldız, gülen surat O&#;nun için çok değerlidir. İlgi odağı olmak hoşuna gider.

Okulunu ve öğretmenlerini çok seviyor. Mutlu bırakıyorum ve mutlu alıyorum. Okulun ilk haftalarında biraz sorun yaşadık, ama çabuk uyum sağladı. Sadece akşamları geç yattığından sabah biraz zor oluyor. Sınıfında birkaç arkadaşı dışında herkesi çok seviyor. Üç arkadaşından biraz rahatsız zannedersem, O&#;nları yaramaz diye nitelendiriyor. Evden götürdüğü oyuncakları onlara vermeyeceğini söylüyor. Sınıfındaki Asya Efe&#;nin en kıymetlisi.  O&#;na prenses diye hitap ediyor. Çünkü annesi O&#;na uzun etek giydiriyormuşJ.

Okulda tek başına uyuduğu için mutlu oluyor ve bunu benimle paylaşıyor. Okulda yapılan faaliyetlerden çok mutlu oluyor. Bize satranç öğretiyor.

Çocuklarla uğraşmak gerçekten zor bir iş. Onları en iyi şekilde yetiştirmek, gelecekte başarılı, sağlıklı ruh haline sahip insanlar olmasını sağlamak en önemli görev. Karşılıklı iletişimle bunu sağlayabileceğimize inanıyorum. Emekleriniz için teşekkür ederim."

&#;

AİLELERİMİZDEN BİZE MEKTUPLAR

Caner Özlem ve Alper ULUS

bostanlı anaokuluSevgili Limon Ailesi,

Sizlerle bir yılı geride bırakmanın keyfini yaşadığımız bu günlerde duygularımızı biraz paylaşmak istedik.

Doğumundan bu yana içimizin parçası, en değerli varlığımız, uğruna gözümüzü kırpmadan herşeyi feda edebileceğimiz tek kıymetlimiz, oğlumuzu, minik Caner’imizi sizlerin değerli ellerine teslim edeli 1 yılı geçti. 1 yıl önce ilk ayrılığımızı yaşadığımız günlerde bize kah ofisinizde keyfili sohbetlerinizle moral verdiniz, kah izlememezi tavsiye ettiğiniz yöntemlerle yol gösterip destek oldunuz. O günlerde minnoşumuzu bilmediğimiz, tanımadığımız bir yere teslim etmek çok kolay değildi. Kıymetlimiz ya..; araştırdık, sorduk, inceledik, döndük dolaştık ve sizin güleryüzlü, samimi, dost, içten ailenize katılmaya karar verdik.

İlk gözyaşlarımızı bastırıp alışma dönemini atlatmak zordu.. travma idi. Ama öyle güçlü bir destek vardı ki arkamızda yara almadan atlattık ilk aşamayı. Sonra bir baktık minik oğlumuz biberondan değilde bardak tan süt içtiği için alkışlanmanın gururunu paylaştı bizimle. Belli ki hoşuna gitmişti katıldığı ilk sosyal toplulukta onore edilmek.
Sevgiyle değiş tokuş etti oyuncaklarını&#; ilk birkaç hafta niye paylaşmak zorunda olduğunu anlamak zor olsa da&#;
Sonra minik parmaklarının renkli izlerini gördük eve getirdiği ilk faaliyet sayfalarında. Atık materyallerden yaptığı ilk kağıt tabak fok balığını büyükannesine hediye ettiğinde beraber doldu gözlerimiz.

Bu bütün sene devam etti durdu. Bazen hastalandık gelemedik, bazen canımız istemedi gelmek istemedik, bazen tam ayrılık anında kapı önlerinde yeniden en başa ilk ayrılık korkusuna geri döndük ama bezmedik. O minicik adamın, dev minik adam rütbesine terfi etmesini beraber seyrettik.

Bir gösteride anladık neredeydik nerelere geldik. O zıplarken sevinçle sahnede biz yine gözyaşları selinde onurlandık, gururlandık.

Sonra sizleri düşündük&#;. ne zor bir işi nasıl da başarıyla kotardığınıza şahit olduk. Öyle ya ! kolay mı o kadar minik dev adamla, hanımla baş etmek. Biz bir iki tanesiyle zar zor baş ederken bir göz hareketiyle yerlerinden bile kıpırdatmadan oturtan değerli Öğretmenlerimize ağzımız bir karış açık hayranlıkla, ve dürüst olmak gerekirse birazda gıpta ile bakakaldık.

Kolay mı o kadar çocuğu elinin bir parmağı ile yıllardır bale yapıyormuş edası ile çevrelerinde döndürmek ? Kolay mı müziğin ritmini kaçırtmadan bir el şaklaması ile hep birlikte zıplatmak ?

Nota nın ne olduğunu bile bilmeyen bir toplumda kolay mı do-re-mi-fa’ yı ellerindeki minicik çubuklarla bir müziğe döndürmeyi sağlamak ?

Kısaca biz canımızdan değerli evlatlarımızı emanet ettiğimiz ailenizin sevgi dolu yüreklerini, inanılmaz emeklerini, evlatlarımıza gösterdiğiniz özverili çalışmaları, büyük bir ahenkle birbirini tamamlayan o samimi ve içten, iyi niyetli çabaların meyvesini izleyip keyif aldık.

Bizlere bu keyfi yaşatan yüreğini ortaya koyan ve emeği geçen tüm Limon Anaokulu Ailesini tek tek kutluyor, ve çocuklarımızın üzerinde bu kadar hak kı olan hepinize oğlumuz ve ailemiz adına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Lacivert Dergi

Sana karlar buzlar prensesli, bıkarcasına yoğunlukta pembeli, ata benzemeyen tek boynuzlu atlı, hayvanlara benzemeyen garip şekilli ve yazılı bir şeyler almadığım için bana kızma. Elim varmıyor. Hem güzellemeyi hak eden şeyler sadece bunlar değil. Yaklaşımının, üslubunun, fikirlerinin en çok alkışı ve takdiri hak eden şeyler olduğunu öğrenirsen eğer, beni de anlamış olursun gün geldiğinde.

Kızımın anaokulu öğretmeni, kızım Elif Hüma'yı anlatan bir mektup yazmamı istedi. Şaşırdım. Sonra sevindim. Yaşamaktan yazmaya fırsat bulamayan atalar geni etkisi ile akıllı ama zeki olmayan telefonlarda biriken, çoğunlukla dolu hafızaya sebep olup uzun süre sistemi zorlayan ve bilmem ne zaman dönüp bakarız acaba dediğim fotoğraf yığınlarından başka sabit bir şey bırakamayanlardanım, geride. "Tamam" dedim, en azından yazmak bizim işimiz. "Deadline"ı da öğrendik mi, tamamdır."

Sevgili öğretmenim;

Arama motorları, "anaokul öğretmenine mektup örneği"ni dilekçeden bile önemli bir yazı türü olarak kayıtlara almışlar ve benim bundan hiç haberim olmamış. Prensler, prensesler, paşalar, kraliçelerle ilgili yazılmış ne örnekleri gördüm de, takip edememiş olmayı meslekî güncelliğe hakaret kabul edip kendime yazıklandım. Yok öğretmenim, baştan anlaşalım: Bizimkisi dünyanın en özel insanı değil. Herkesten başka ve farklı olarak Anka kuşunun kanatlarında filan da inmedi. Prenses yahut kraliçe hiç değil. Öyle bir hitap duymadı kimseden.

Her çocuk gibi meraklı, her çocuk gibi istekli, her çocuk gibi sevgi dolu, her çocuk gibi duygularının karşılık bulmasını bekleyen, kimi zaman mızıkçı… Her çocuk gibi… Yıllarca zamanın çok programlı, Anadolu yahut meslek liselerinde gözü gözümde, isimlerini kimi zaman unutsam da halleri, huyları aklımda kalan Müzeyyenleri, Ayşe Eceleri, Durdu Mehmetleri, Tarıkları gibi…

Yok, yanlış anlamam. Ona bakım veren herhangi birinin ona "aşkım" dememesi gerçekten problem değil. (İç ses: Allah'ım n'olur demesin!) Sevilmesi güzel şey elbet lâkin o bir çocuk. Hatta o daha çocuk. Aşk kelimesinin çağrışımlarına dair çok şeyi fark ve idrak edebilmesi temennim fakat kelimenin daha yaşını almamış çocuklarda eskitilmesi ve büzüşen dudakların arasında ruhunu yitirmesi, bu konuda en istemediğim şey…

İhtiyacı sadece her çocuk gibi: Sevgi ve samimiyet. Sorusu geçiştirilmesin, yapıp edebildikleri arkadaşlarıyla kıyaslanarak eksik yahut fazlalıkları üzerinde ısrarla durulmasın yeter. İngilizceden ne öğrendiğini, bu ay kaça kadar saymayı başarabildiğini filan sormayacağım tabii ki. Bunları sormaktan biz, bunları duymaktan siz, bunlara mecbur bırakılmaktan onlar çok erken yorgun düşmüyorlar mı?

Anne-babanın yerini tutmanızı beklemiyoruz. Biz de sizin yerinizi tutamayız çünkü. Siz onun gözünde en iyi bilen olacaksınız. Bana yapılan nazlar size yapılmıyor, saatlerce uğraşlarım sonucu uyutmayı beceremediğim çocuk iki pış-pışınızla sağına soluna bakıp gözlerini yumuveriyor. Ne güzel… Buna saygım sonsuz. Kıskananlardan değil, bunu imkân addedenlerdenim. Kimse kimseden rol çalmasın, kimse kimseyle yarışmasın, kimse kimseyle bir yavru üzerinden iktidar mücadelesine girmesin yeter.

O benim göz bebeğim ve bir fert. Farkındayım; kararları var lâkin kendince. O bir çocuk. Hatta o daha çocuk. Kardeş isteyip istemediğini, hangi araba markasını tercih ettiğini filan sormadık ona ama gökyüzünü ne renge boyamak istediğini sormanızda sakınca yok. Boyadığı her renk kabulümüz, siz de rahat olun. Dışına da taşırabilir, elma mor da olabilir. Bundan utanmayacak şekilde o kâğıdı size de bize de verebiliyorsa, işler yolunda demektir. İçinizi ferah tutun.

Kıpırdamadan yerinde oturmayı öğretmeyeceğinizi ümit ediyorum. Onun annesi de ya arka sıranın ya en öndekinin üstündedir yahut gezip duruyordur ders anlatırken. Soya çekim kontenjanından mazur görülebilecekler esnekliğine girerse memnun oluruz
.
Şeker, çikolata vererek ekran önüne kilitleyerek kolay ve sorunsuz/problemsiz, tatlı tatlı çocuk büyütmenin evrelerine eremedim -henüz-. İki yıllık sabır aşamasından sonra yeni gelen kardeşin de beklediği ilgiden yüz bularak gevşemeye meyilliyim ama başına bunlardan biri yahut birkaçı gelecekse bilmek ve bu zevki önce kendim tatmak isterim. Anlaşalım.

Olmazsa olmazımız: Konsept doğum günleri, ayrımcı şarkılar, bitmek bilmeyen yılsonu gösterileri!

Çok şükür bizimki ağustos doğumlu. Eyvah, doğum günü tatile denk geliyor. Ne yapsak? Değiştirsek mi? Bütün öğretim hayatı doğum günüsüz nasıl geçer ki? Tabii ki, iyi ki doğmuşlar. (İç ses: "İyi ki bizi seçmişler" cümlesini kuran velilerin yavrularını evlat edinebilemiyoruz, değil mi? Dış ses: Çok ayıp!) Yani, hani, ne bileyim, aile içinde paylaşılası özel zamanların, hediye seçme telaşesi, mecburiyet çizelgesi ve farklı konseptler silsilesi içinde maratona ve yarışa dönmemesinin bir yolu yok mudur ki? Çok isteniyorsa sade bir keki beraberce süsleyip yiyebilirler, günler aylar öncesi hazırlıklar kervanına girmeden. Bence, kâfi.

Minik avuçların içinde oynanan ve "şuraya bir kuş konmuş" la başlayan oyunla, "mini mini bir kuş konmuştu" şarkısı arasındaki sarkazm! Onu ne yapacağız hakikaten? Pencerede donmak üzereyken içeriye alıp ötüşünü duyduğumuzda sevindiğimiz, pırpır edip canlanışına heyecanlandığımız ve tekrar kanat çırpıp ellerimizi bomboş bırakan kuşun ardından tatlı melodiler eşliğinde üzülürken, müteakip oyunda kuşu avucumuza alıp "biri tutmuş, biri kesmiş, biri yolmuş, biri pişirmiş, biri yemiş"ten sonra kendisine kalmayanın "hani bana hani bana" yazıklanışını bu saf zihinler nereye oturturlar ki? Biz evde "tavuk" dedik o avucumuza konan ve her parmağın telaşla çekiştirdiği canlıya, öğretmenim. Hayata dönüşüne o denli sevindiğimiz kuşu avuç içimizde tekrar yolmaya razı gelemedi gönlümüz ama bununla yüzleşmek kaçınılmazsa, kuşu tavuğa çevirmekle hata mı ettik, bilemedim.

Peki, vücudumuz şarkısı var mı acaba müfredatınızda? "İki elim iki kolum, bacaklarım var/Her insanda bir burun, bir de ağız var/Sen hiç gördün mü, üç kulaklı bir adam?/Olur mu hiç üç kulak, dön de aynaya bak" sözleriyle "normal"i tanımlayan, "orjin"i imleyen ve bunun dışında kalanı anormal addetmeyi, ayrımcılığa maruz bırakmayı adeta bilinçaltına kazıyan o şarkı? Hayır, anlamadığım; bu şarkıyı öğrettikten sonra sadece engelliler haftasına sıkışan, "bizim gibi olmayanlara da saygı duymalıyız, bedensel ve zihinsel engelliler de hayatımızın ve toplumumuzun birer parçası ve onlardan da sorumluyuz" gibi cümlelerin nasıl bir kalıcılığı olmasını bekleyebiliriz ki çocuklarda? Azalar, uzuvlar, şekil ve şemaller, Yaratıcı'nın takdiri, takdir edersiniz ki. Dönüp aynaya baktıklarında kendileri gibi olmayanlara "olur mu hiç" demesinler diye, yaygın müzik dinleme sitesinden herhangi bir çocuk şarkısını açtığımız zaman biraz gevşek davranıp kontrolü kaybettiğimizde bizim için seçtiği şarkılar arasında "iki elim, iki kolum, bacaklarım var" başlangıcına denk gelince özellikle es geçtik, değiştirdik öğretmenim. "Olur mu hiç?" Olur, olabilir. "Ol" der ve her şey "olur" sonuçta.

"Güneşin alası çok"la başlayan meşhur şarkıyı ise katiyen öğretmemenizi talep edeceğim, haddimi aşsam da hakkım ve hakkımız olduğunu iliklerime kadar hissederek. "Her evin çilesi çok." Tamam. "Analar çeker yükü". Doğru. "Kimsenin bilesi yok." Artık yeter! "Çocuğa bakar anne." Öyle ama sadece anne değil. "Evine tapar anne." Bu ne demek gerçekten? Çok ayrı bir yazı konusu. "Gece gündüz çalışır." İş bölümü yok mu? "Yarını yapar anne." Yarınlar tek kişinin omuzlarında yapılmaz. Hele o omuzlara basarak hiç yapılamaz. Hep birlikte danışarak, dayanışarak yapılırsa sağlıklı yarın imkânı doğar. "Gelin çiçek derelim." Eyvallah. "Yollarına serelim." Allah razı olsun. "Sevgi dolu türkülerle/Annemize verelim." Evet, sevgi dolu ama aynı zamanda ayrımcılık içermeyen, ebeveynlerden tek bir tanesinin saçının süpürge oluşunu başarı kıstası olarak kabul etmeyen, bakım vereni indirgedikçe bakım verilenin mükemmelleşmeyeceğinin bilincinde, ayırdında türkü-şarkılarla gelin lütfen. Mevzu uzun, derin, acı ama gerçek. Bu şarkıyı hiç öğretmeyelim, buna da burada girmeyelim.

Hem sonra neden baba şarkısı bu kadar az? Neden eve gönderilen hediyeler hep anneye? Bütün vurgu anne üstüne? Hayır, ebeveynlerden birinin emeğini sonuna kadar sömüreceğiz, bakım işini tümüyle ona yükleyeceğiz diye, çocuklarıyla vakit geçirmekten keyif alan, bakımlarına ortak olan, elini taşın altına koyan babalara haksızlık etmiyor muyuz? Hoş, bütün bunları öğrenememiş deneyimleyememiş, bu özel zamanlar hayatlarından hızla akıp giderken bu süreçten kendilerini merhametle, sevgiyle yeniden inşa etme şeklinde istifade edememiş babaların, bu kayıpları ile ilgili bir farkındalık oluşturmaya katkı vermeniz de mümkün. Keşke…

Eh, bir seneyi geride bırakırız böyle böyle inşallah. Zorunlu eğitim sürecinin kollarına bir yaş daha yaklaşır, bir eşiği daha atlatırız hayırlısı ile. "Eeee, bu bir sene neler yapıldı, görelim bakalım" tonlu arkamıza yaslanıp sonra ellerdeki fotoğraf ve video özelliğindeki aletlerle oradan oraya en iyi görüntü için koşuşturup dünyanın en önemli(?!) anlarını kaydederken duygularına hâkim olamayan biz, bir sonraki seneye aynı okulda tamam/devam kararı verme aşamasındaki veli profilini mutlu ve memnun edebilme telaşı ile ne kadar çok şey öğrenildiğini bir gecede gösteriverme ve her bir çocuğu bir diğerinden geride bırakmadan velisini tatmin ve memnun edecek sürede sahne önünde tutmaya uğraşan siz, gösteri için sıranın kendisine gelmesini beklerken geçen saatler içinde acıkmış, yorulmuş, uykusu gelmiş ve bu üçlünün kaçınılmaz feci sonu olarak huysuzlanmış çocuklar… Gerçekten bu çileyi çekmek zorunda mıyız? Hakikaten bunu başka türlü çözemez miyiz? Memleketin son çıkan pop şarkıları arkada bangır bangır çalarken bu şarkıları söyleyenlerin kostümlerinin küçültülmüşlerini giyip, hareketlerini taklide uğraşan çocukların "playback" yapmasını kabiliyet olarak addetmiyoruz değil mi? Amatör de olsa, çocukların kendilerine ait birkaç cümle ile neden tatmin olmayız ki? Onlar birer çocuk. Hatta onlar daha çocuk.

İşiniz zor ve dahî pek mühim öğretmenim. Size sitem ediyorum sanmayın. Sizden bunları isteyen bizedir sitemim, olsa olsa. Yeni zamana ve yeni koşullara hazırlıksız yakalanan, meseleleri damdan düşer gibi aniden kucağında bulan, olayların gerek/şartlarına göre kurumlarını oluşturamayan, düzenleyemeyen, güncelleyemeyenler olarak bu zamanın ihtiyaç duyduğu çocuk mekânlarını oluşturamadık. İçerik, müfredat, eğitmen, bakım veren formasyonu gibi birçok parametresini işlevsel şekilde planlayamadık. Müfredatları, araç gereçleri güncelleyemedik. Eğitimin ve ilişkilerin içinden çekip çıkarılan değer sistemini -en fazla- yine öyle sonradan ekleye yapıştıra yerine koymaya çalıştık ve farkında olmadan hâlâ bunu yapmaya devam ediyoruz. Güncellenemediğimiz sürece nesiller arası farkı daha da açacağımızdan bihabermiş gibi ısrarla eski usul söylem ve uygulamaların çetelesini tutuyor, turnosolu buraya koyuyor, sonra da faturayı en çok annelere ve gençlere kesiyoruz. Bütün bunlar toplum olarak hepimizin eksiği. Kızmasın kimse… Çabalar var ama sistem revizesine yetmiyor. İsmin hâlâ "anaokulu" olması bile en büyük gösterge değil mi buna? Anaokulu mu kalır isim olarak bu güne, ana-babanın ortak, paydaş ve işteş işlevlerinin çocuk üzerindeki etkisinin önemine dair konuşmaktan yorgun düşülen bu zamanda? Hem okul nedir yahu? Onlar birer çocuk. Hatta onlar daha çocuk.

Elif Hümacığım;

Geldik mi meselenin çetin kısmına? Büyüdüğünde "portfolyonda" sana yazdığım duygu yoğunluklu bir mektup bulamayıp üzülmeni istemem. Zaten anne-babalar "çocuklar arkadaşlarına bakıp özenmesin, onlardan geri kalmasın, üzülmesin" diye yoldan çıkarlar. Çoğunlukla…

Sana karlar buzlar prensesli, bıkarcasına yoğunlukta pembeli, ata benzemeyen tek boynuzlu atlı, hayvanlara benzemeyen garip şekilli ve yazılı bir şeyler almadığım için bana kızma. Elim varmıyor. Hem güzellemeyi hak eden şeyler sadece bunlar değil. Yaklaşımının, üslubunun, fikirlerinin en çok alkışı ve takdiri hak eden şeyler olduğunu öğrenirsen eğer, beni de anlamış olursun günü geldiğinde.

Ne söylesem az, eksik, yarım. Sen bizim başarımız yahut becerimiz değil, Rabbimin takdirisin. Projemiz de olamazsın. Emanetin O'na. İnşallah sana yol arkadaşı olabiliriz; baban ve ben. Eksiğimizle, hatamızla, kusurumuzla ve sevgimizle… Ve inşallah birlikte yaşadıklarımız senin için her yaşında yeniden açılan, kanatlanan, başka renklere bürünen mektuplar olurlar ama çok istersen, Lacivert Dergi'nin bu sayısını koyarız dosyana, olur mu Hüma kuşum?

Saadet, sıhhat ve afiyet temennimdir sana kızım. Kızım… Cinsiyetinin seni asla ve asla yarım, eksik, kusurlu, hatalı yapmadığını bil, canım kızım. Fırsatların bir erkeğinki ile eşit olmadığını gördüğün yerde talep etmek hakkın. Herkesin hakkı olan adaleti eşit şartlar içinde alması mücadelesini desteklemene ve bunun için elinden geleni yapmana duacıyım. Rabbim kullarını ayırmıyor ve üstünlüğün nerede yattığını da söylüyor. O'nun adaleti sana yeter. Gerisine aldırma. Kevser'in indirildiği Kutlu Elçi'nin müjdesini unutma. Köksüz, soysuz, tükenmiş ve bitmiş olan kimdir, isim ve soy neyle yaşar, hatırından çıkarma. Elçiye emredilen, hepimize emredildi. Sen bunu ve O'nu bil, yeter.

Zeynep Kevser Şerefoğlu kimdir?
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'nde yardımcı doçent.

Öğretmene ilk mektup

Öğretmen &#;çocuğunuzu anlatan bir mektup rica ediyorum&#; dedi. İlk anda &#;Yaaaa&#; diye iç geçirdiysem de, sonra hoşuma gitti böyle bir şeyi istemesi. Nereden başlayacağımı bilemeden yazmaya başladım ama sonrası akıp gitti&#;

img_&#;Çınar 22 Mart ’da İstanbul’da doğdu. İstanbul’da 2,5 sene hem sevgileriyle, hem de verdikleri eğitimle gönlümüzde taht kuran butik bir anaokuluna (Okyanus Okul Öncesi Eğitim Kurumları) gitti. 2,5 sene native speaker bir İngilizce öğretmeni oldu, her gün 2 saat İngilizce eğitimi gördü. Son senesinde ise İngilizce’nin yanı sıra Almanca eğitimine de başlamışlardı. Ankara’ya Haziran’ında taşındık. Dolayısıyla anasınıfı da dahil edersek ilköğretim hayatına başladığı sene tanıştı Ankara ile. Yeni hayat, yeni okul, yeni çevre aynı anda olunca onu bir parça sarsar mı acaba diye endişe etmiştik ama malum çocuklar yeniliklere yetişkinlere oranla çok daha açık ve uyumlular 🙂

Çınar anlayışlı, uyumlu, vicdanlı bir çocuk. Arkadaşlarıyla ilişkisi hem anaokulunda, hem de geçtiğimiz sene ana sınıfında oldukça iyi ve olumlu oldu. Canını çok yakmadığı, kalbini çok kırmadığı müddetçe kimseye küskün kalmayı sevmez. Kendini sıkıntıya sokan bir durum olduğunda, sorunu çok büyütmeden, hayatının merkezine koymadan kendi yolunu arayan ve bulan bir karakteri var. Sınırlarını, istediklerini çoğu zaman net olarak biliyor ve bu sınırların ihlal edilmesi durumunda kendine mutlu olacağı başka bir dünya yaratıyor. Bu konuda geçtiğimiz sene bir parça endişe duymuş, “Acaba sorunlardan kaçıyor mu? Karşısındakini düşünürken acaba kendini ihmal mi ediyor?” diye düşünmüştüm. Ama Başak öğretmeniyle bu konuda yaptığımız sohbetten anladım ki o sadece kendini mutlu eden şeyleri yapmak için ortamı kendi hazırlıyor, sorunları büyütmüyor, baktı ki sorun onu mutsuz edebilecek sonuçları doğurabilir, o zaman kimseyi yargılamadan, kimse üzerinde baskı kurmadan kendi yolunu çiziyor.

Kuralcı ve rutinlere bağlı bir çocuk da aynı zamanda. Herhangi bir davranışın 2 kez üst üste yapılması, onun açısından hemen rutin hale gelmesi için yeterli. Yaşına göre her zaman olgun bir çocuk oldu. Ne yazık ki bu bazen anne-baba olarak bizde de karmaşaya yol açıyor, çünkü ondan beklentilerin yüksek olmasına neden oluyor. Ama en nihayetinde 6,5 yaşında bir çocuk, bunu sık sık kendimize hatırlatıyoruz.

Çınar ‘neden’leri öğrenmeden ikna olmayan, özgür ruhlu bir karaktere sahip. (Bu tespiti anaokulu kurucusu bir öğretmeni yapmıştı onun için, onu tanıdıktan yaklaşık 2 hafta sonra.) Nedenleri öğrenmezse, belki o an için istenen/beklenen davranışı yerine getirir, ama sürekli bir davranış biçimi haline getirmez, ta ki nedenleri ve olası sonuçları öğrenene kadar.

Kırılgan ve hassastır. Ama her zaman bunu dile getirmez, içine atan, ketum bir mizacı da var. Son zamanlarda kendini ifade etmesinin çok önemli olduğunu, hissettiğini karşısındakine açıklamaz ise iletişim kurmanın neredeyse imkansız olduğunu konuşuyoruz. Herkesin farklı bir algısının olduğunu, herhangi bir duygunun farklı insanlar tarafından farklı yaşandığı/algılandığını. Üzüntünün de, mutluluğun da farklı ifade edilebileceğini.

Özgüveni yüksek bir çocuk. Ama son dönemde anne ve babası olarak “Bir şeyi yapıyorsam, iyi yapmalıyım. Yoksa onu yapmak istemiyorum.” tavrını bir parça kırmaya çalışıyoruz. Çünkü bu durum onun motivasyonunu ve şevkini kırıyor. Mücadele etmesi gerektiği, çaba sarf etmeden yeni bir şeyin öğrenilmesinin mümkün olmadığını örneklerle açıklıyoruz.

Okumayı geçen sene sökmüştü. Okul kapandığında kendi masal kitaplarını kendisi okuyabiliyor durumdaydı. Hiçbir zaman onu yönlendirmedik, tamamıyla kendi yolunu kendi buldu aslında. Tatil başlayınca isterse daha uzun hikaye kitapları alabileceğimizi söyledik. Çok istekli olduğu için yaş hikaye kitapları almaya başladık. Kendi seçtiği kitapları aldık. Bitirdikten sonra da bize anlatıyordu. Okudukça hızı artı, hikayenin içine daha çok girmeye başladı ve bu onu daha da şevklendirdi. Tatil boyunca 39 hikaye kitabı okudu 🙂 (Kitapların ortalama sayfa sayısı diyebiliriz.)

Matematiğe de oldukça ilgili. Toplama, çıkarma soruları sormamızı istiyordu geçen sene. Sonra özellikle babasıyla çarpma ve bölmenin mantığı hakkında da bol konuşmaları oluyordu. Tatilde ilgisi okumaya kaydığı için bir parça arka planda kaldı ama galiba matematiği seviyor.

Yazmayı çok seviyor mu emin değilim 🙂 Sanki okumak kadar ilgisini çekmiyor. Ama görev adamı olarak sorumluluklarını yerine getirir diye düşünüyorum. Geçtiğimiz senenin başında ona ödevlerini yapmanın kendi sorumluluğu olduğunu, yapmaz ise sonuçlarına da kendisinin katlanması gerektiğini, dolayısıyla öğretmenine açıklamayı da kendisinin yapacağını söylemiştik. Ödevi olduğunu hatırlatmanın dışında herhangi bir zorlamada bulunmadık. Ama kural ve görev Çınar için önemli olduğu için eksiksiz yaptı ödevlerini hep. Bu sene de aynı şekilde devam diyeceğiz 🙂 &#;

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

deniz giray hakkında

Ben deniz'im. Emre'nin sevgilisi, Çınar'ın annesiyim. Yay burcuyum. Bir mutlu, bir hüzünlüyüm. Bir umutlu, bir umutsuzum. Gitmeleri, yolculukta olmaları severim. Kendisi ve hayatla bir sürü sorunu ve bir sürü sorusu olanım. Cevapları bulmak için gayret edenim, bazense sadece resmi görmekle yetinenim. Öğrenmeyi severim. Hayatta pek çok hikaye, hikayelerde pek çok 'göz' olduğunu bilenim. Her gözün de bir görmediğini anlayanım. 'Huzur', 'sukunet' ve 'metanet'i arayanım. Ben deniz'im.

deniz giray tarafından yazılan tüm yazıları göster »

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir