aslı bozuk deme nota / Aşkı Kimden Aldın Sevgiyi Kimden türkü sözü

Aslı Bozuk Deme Nota

aslı bozuk deme nota

Neşet Ertaş Kimdir? Neşet Ertaş’ın hayatı, türküleri ve eserleri ile ilgili bilgilere bu yazımda yer vermek istedim.

Neşet Ertaş kim mi? Bozkırın tezenesi, Türkiye’nin en sevilen sanatçıların dan biri. Doğallığı ,samimiyeti ve alçak gönüllülüğüyle gönüllere taht kurmuş efsane adam. Karcaoğlan’ın ,Yunus Emre’nin, Pir sultan Abdal’ın varlık bulmuş sesidir. Derdini kimseye açamayanlar, sevdalananlar, sevdiklerini kaybedenler dinler Neşet Babayı. Sevdayı da onun gibi anlatmak her babayiğidin harcı değildir. Yürek ister, gönül ister, aşk ister.

Cahildim dünyanın rengine kandım

Hayale aldandım boşuna yandım

Seni ilelebet benimsin sandım

Ölürüm sevdiğim zehirim sensin

Evvelim sen oldun ahirim sensin.

der içli mısralarında. Kulağınla değil gönlünle dinlersin onu. Yanık türkülerin üstadı yüreklere dokunur her söylediğiyle.

Nasıl bir hayatın içinden geçtiğini, acıları, sevinçleri ,çektiği çileleri ve sanat hayatıyla gönüllere taht kurmuş bir garip Neşet’in hayat hikayesi bu. Saz ve söz üstadı’nın zorluklarla geçen bir ömrüne neler sığdırdığına gelin hep beraber göz atalım.

Onlara Abdal derler. Göçebe demektir. Asırlar önce 4000 çadırı develere yükleyip Horasan’dan , Anadolu’yaKırşehir, civarlarına yerleşirler. Acılarını, horlanmalarını, fukaralıklarını sazlarıyla dile getirirler. Abdallar düğünlere giderler yeteneklerini orada sergilerlerdi. Müziğe karşı doğuştan yetenekliydiler. Hiçbiri nota bilmez ama içlerinden geldiği gibi yanık yanık söylerler türkülerini. Düğünlere, sünnetlere katılarak çalgıcılık yapan Abdallar bu şekilde geçimlerini sağlıyorlardı.

Neşet Ertaş'ın aile fotoğrafı

1938 yılında Çiçekdağı Kırtıllar köyünde dünyaya geldi. 5 kardeşin 2.si olan Neşet Ertaş’ın annesi Döne hanım babası ünlü saz üstadı Muharrem Ertaş’tır. Neşet Ertaş’ın sazlara ve türkülere olan düşkünlüğünün sebebi babasıdır. Oğlunun doğduğunu öğrenen babası sevincinden alır sazı eline başlar söylemeye. Daha doğduğu gün duyduğu bu sesten ömür boyunca bir daha asla kopamaz .

Yoksulluğun, sefaletin içinde doğdu. Hiç oyuncağı olmadı. Daha doğrusu olamadı. Zaten karınlarını zor doyururken oyuncak kimsenin aklına gelmiyordu bile. Ama anasının yüreği dayanamadı Neşet’inin oyuncaksız kalmasına. Bulduğu bir tokacın üzerine bir, iki tane tel takıp verdi Neşet’inin eline. Eskiden çamaşırları döverek yıkamak için kullanılan uzun tahtaya tokaç deniliyordu. Küçük Neşet’te büyüyene kadar Anasının yaptığı bu oyuncağıyla oynadı. Büyüdüğünde de şu sözlerle anlattı yaşadıklarını;

Babası Muharrem usta nereye giderse artık oğlunu da yanında götürüyordu. Sesinin güzelliğini de orada fark ettiler. Küçük Neşet babasının izindedir. Onu örnek alır ve ondan gördüklerini uygulamaya başlar. Babasına çok düşkün ve bağlılığını ileri yaşlarda ”Babamla ben aynı ruhun insanlarıyız ” sözleriyle açıklar. 8 yıl boyunca Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Kırıkkale, Kayseri, Yozgat gibi birçok yeri gezerek babası ile geçimlerini sürdürürler.

5-6 yaşına gelen Neşet hem bağlama hem de keman çalmaya başladı. Çevrede onun gibi keman çalanda yoktu. Ama Neşet’in kalbide, gönlüde babası gibi bağlamadaydı. Civar köylerdeki düğünlere beraber gidiyorlar babası saz çalıyor Neşette kemanıyla ona eşlik ediyordu. Bu yüzden de okula geç başladı. Sürekli gidemedi. Okula devam edemeyen Neşet kendini küçük yaşta hayat okulunun içerisinde buldu.

Acıların en büyüğüyle 12 yaşında karşılaştı. Annesini kaybetti. 5 çocuk ve Muharrem usta ortada kalıverdiler. Üç aylık bebeği de anasının ardından öldü. Acıların hepsi peş peşe geldi. Çocuklara bakacak ve evi çekip çevirecek biri lazımdı. Babası, Arzu isminde Yozgatlı bir kadınla tekrar evlendi. Yerköy’e yerleştiler. Bir süre sonra Arzu hanımda vefat etti. Kader yine yapacağını yaptı. Ne yapsın Muharrem usta kaderine küstü tuttu çocuklarının elini düştü yollara. Baba ocağı Kırşehir’e geri döndü.

Neşet Ertaş'ın Gençliği

Abdallarda küçük yaştaki erkek çocuklarının ellerine zil verilir düğünlerde köçeklik yaptırılırdı. Yaşı büyüyen ve kademe atlayanlarda kaşık çalarlardı. Neşette diğerleri gibi hem zil çalıyor hem de köçeklik yapıyordu babasının yanında. Bu durum Kırıkkale’de bir fasıla gidene kadar devam etti. Muharrem usta oğluna oynamasını teklif etti. Oda her zamanki gibi babasını kırmadı. O zamanlar saygıdan babanın sözünün üstüne söz söylemezlerdi. Oynamak için hazırlandığı sırada arkadan bir ses işitti. ”Vah yazık, Pek gençmiş”. Bu sözlere çok içerledi. Zilleri babasının önüne yavaşça bıraktı. Babası hiç seslenmedi. Anlamıştı oğlunu. Karşı koymadı. Oğlunun düştüğü bu durum onunda çok zoruna gitti. O günden sonra bir daha ne eline zilleri aldı ne de köçeklik yaptı.

Bir gün saz çaldığı köy düğününde bir güzele sevdalanır. Kızın babası saz çalıp türkü söylediği için kızını vermek istemez. Bu durum çok zoruna gider garip Neşetin. Yıllar sonra bir tv programında şöyle anlatır; ”Aşağılandık. En açık örneği atasözü haline geldi. Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır yazurnacıya. Davulcu zurnacı fakir olduğu için. Ama parayı veren düdüğü çalıyor. İnsan parayla satılır mı? Gönül parayla satılır mı? Kim kimi satıyor. Allah katında herkes birer birey. Gönül mahkum edilemez. Gönül’e zincir vurulamaz. Gönül kimi severse de güzel o. İki gönül bir olunca soğan yesen bal gelir ‘‘ der. Bu düzenin yanlış olduğunu değişmesi gerektiğini dile getirir.

Neşet Ertaşın gençliği

14 yaşındaki Neşet sevdiği kız verilmeyince küser toprağına. Alır eline sazını kırık gönlüyle düşer ümit yolculuğuna…İstanbul yolları çilelidir. Cebinde sadece 2,5 lirası vardır. Onunla da ancak Ankara bileti alabilir. Artık cebinde beş kuruşu bile kalmayan Neşet otogara varır. Etrafındaki insanlara ben İstanbul’a gideceğim ama param yok der. Kimse dönüp bakmaz bile. Yanına yaklaşan bir adam bir saza bakar birde Neşet’e. Çal bakalım delikanlı der. Sazından başka sermayesi yoktur ki, başlar söylemeye. Adam dinleyip gider. Biraz sonra gelir çal bakalım der. Garip Neşet başlar yine söylemeye. Öyle böyle derken akşam olur. İstanbul biletini de böyle alır. Otobüsün arkasında ayakta bir yer verirler. İçi kıpır kıpır, sevinçle dolu İstanbul’a kadar böyle gider.

Zorlu yolculuğun ardından İstanbul’a varır. Hemen iş aramaya koyulur ama bulamaz. Akşam olur bir otele yerleşir. Gün aydınlanmadan yine iş aramaya çıkar. Ne iş olursa yaparım der ama nafile . Üçüncü gün parası biter. Acıkan Neşet bu defa karın tokluğuna çıkar iş aramaya. Ümitleri tükenir. Gezerken bir iş hanının önüne gelir. Kapısında Şen Çalar Plak yazdığını görünce alır can yoldaşı sazını eline varır kapısına. İçeride Behiye Aksoy‘un ilk plağı dinleniyordu. Kadri Şen çalar kapıdaki gencin beklediğini görünce yanına gelir ve neden beklediğini sorar. Neşette saz çalarım der. İşimizi bitirelim de dinleriz derler. Kapıda uzun saatler bir ümit bekler. İşleri bittikten sonra çağırırlar içeriye. Babasının bozlağı Neden Garip Garip Ötersin Bülbülü söyler. Kadri şen çalar o kadar beğenir ve duygulanır ki ağlar. Elinden tutup doğruca Beyoğlu Saza götürür. Geceleri artık burada sahneye çıkmaya başlar. Karnını burada doyurup sahneye çıktıktan sonra akşamları bulduğu tek göz evine gider.

1957 de babasının bozlağı Neden Garip Garip Ötersin Bülbül türküsüne plak yaptı. İstanbul macerası yaklaşık iki yıl sürdü. Koltuğunun altında iki plakla baba ocağı Kırşehir’e geri döndü.

Bir gün radyoda Yurttan sesler programında türkü söyleyen Hacı Taşanın sesi duyulur. Neşet hacı emmisinin sesini duyunca heyecanlanır. Sazını alır ertesi gün radyonun kapısını çalar. Kapıdaki görevli niye geldiğini sorunca programda türkü söylemek istediğini söyler. Biraz sonra içeriye çağırırlar söyle bakalım derler. Alır eline can yoldaşı sazını vurur dertli dertli tellerine. O kadar çok beğenirler ki ertesi gün hemen programa çağırırlar. Programa çıkacağını memleketine de haber ver derler.  Çok heyecanlanır  ilerleyen zamanlarda o an için ”hayatımda hiçbir zaman bu kadar heyecanlanmadım” diye bahseder.

Artık yeni mekanı Ankara olmuştu. Peş peşe plaklar çıkardı. Radyolarda sesi sıkça duyulmaya başladı. Doğallığı, samimiyeti ve içtenliğinden dolayı halk onu benimseyip bağrına bastı. Artık o Anadolu’da dinlenen ve sevilen bir halk ozanıydı. Bu günden sonra sadece Neşet değil ,söylediği yanık türkülerle yüreklere dokunan davranışı ve insanlığıyla da gönüllere taht kurmuş büyük usta Neşet Ertaş‘tı.

Neşet Ertaş'ın Evliliği

Adına türküler yazdığı, Mecnun’ a döndüğü Leylasını da burada buldu. Leyla aslen Boluluydu. Neşet Aşık olmuştu. Leylayla evlenmek istedi. Ailesi Neşet’i kabul etmedi. Neşetin babası Muharrem usta da kendilerinden olmayan bir kızla evleneceği için oğluna tepkiliydi. Rızası olmadı. Ama Leylayla Neşet herkesi karşılarına alarak 1960 ta Ankara’da evlendiler.

Büyük bir aşkla evlenmişler bu yuvayı Döne, Canan ve Hüseyin adında üç çocukla şenlendirmişlerdi. Askerliği evliliği sırasında yaptı. Bir süre sonra evliliklerinin üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başladı. Evliliklerini bitirme kararı verdiler. 1968 de boşandılar. Leyla’sından ayrıldıktan sonra en içli türkülerini acılarıyla çaldı, hüzünleriyle söyledi.

Muharrem usta bu duruma çok üzülür. Alır sazını eline oğluna seslenir;

Neşet Ertaş'ın Babası Muharrem Ertaş

Evvelde tutmadın Neşet sözümü
Öksüz koydun yavruları kuzunu
Almasaydın Boluların kızını
Son pişmanlık fayda vermez evladım.

Ben Neşet’im diyorsun o da der Leyla
Sebep oldu anası ayırdı böyle
Bir ben söyleyim Neşet bir de sen söyle
Atasözü muteberdir evladım.

Tükettin ömrümü koymadın özümü
Atasözü tutmayan döver dizini
Leyla çıkmış konsere takmış pozunu
Bu da bize bir zuldür evladım.

Temiz ruhlu hoş sohbetsin şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevlam sebep olanları kahretsin
Aslı bozuk alma dedim evladım.

Küsmedim Neşet’im kahrettim sana
Baban değil miydim sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Sen aklını yitirmişsin evladım.

Neşet babasından duyduğu bu sözlere çok içerledi. Aldı sazını eline başladı söylemeye;

Neşet Ertaş Gençlik Fotoğrafları

Aşkı kimden aldın sevgiyi kimden
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden
Aslı bozuk deme gel şu insana.

Yazımızı felek yazdı mevladan değil
Senin dediklerin evladan değil
Her hata suç bende leyla’dan değil
Aslı bozuk deme gel şu insana
 .

Ulu arıyorsan analar ulu
Sevmişiz gönülden olmuşuz kanlı
Analar insandır biz insan oğlu
Aslı bozuk deme gel şu insana
 .

Neşet Ertaş şöhretinin zirvesindeydi. Gazinolar tıklım tıklım dolu gittiği her yerde halk onu ayakta alkışlıyordu. O Leylasını bir türlü unutamamış kendini İçkiye vurmuştu. Her geçen gün daha da fazla içmeye başlamıştı. Mecnunun Leylaya olan aşkı gibi Neşet’inde Leylasına olan aşkı adına türküler yazdırdı.

Yazımı kışa çevirdin

Karlar yağdı başa Leyla’m.

Viran oldu evim yurdum

Ne söylesem boşa Leyla’m.

Bir gün yine gece sahneye çıkar. içli içli vurur sazın teline.

Yarin aşkıyla döndüm şaşkına, Arada içerim sizden de sır çıkmaz ya, Yarin aşkına… Efkarlıdır, dertlidir. İçindeki kederi vurur dışarı. Ama Ters giden bir şeyler vardır. Parmaklarını hissedemez. Belli etmemeye çalışır ama vücudundan bir anda ter boşalır. Tekrar dener saz çalmayı nafile. Parmakları tutmaz olur. Apar topar hastaneye kaldırırlar. Korkulan olur. Sol tarafı felç olmuştur. Yıllar yılı ona can yoldaşlığı eden emektar sazıyla yollarını bir gecede ayırır. İş yapamadığından maddi zorluklar çekmeye başlar. Zamanın da yardım ettiği, elinden tutup düzlüğe çıkardığı, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen dost bildiklerinden yardım ister. Durumunu anlatır. Ama hepsi birer iyi gün dostudur. Zor gününde kimse yardım elini uzatmaz Garip Neşet’e. Şimdi kimsesiz ve hastaydı. Türkiye’de çare bulamazlar derdine. Almanya’daki abisi onu yanına davet eder. Yine göç vakti gelmiştir. Kaderinde vardır memleketine hasret kalmak. Alır sırtına ceketini düşer Alman’ya yoluna.

Takvimler 1980’leri gösterirken Neşet Ertaş Almanya’ya varır. İlk İşi doktora gitmek olur. Sigara, İçki gibi bütün kötü alışkanlıklarını terk etmesi gerekti söylenir. Oda denileni yapar. Kendine mütevazi küçük bahçeli bir ev tutar. Doğal yaşamaya özen gösterir. Yapılan tedaviler sonucu sağlığına kavuşur.

Bir grup kurarak adını da Neşet Ertaş Orkestrası koyar. Almanya’daki gurbetçi Türklerin düğünlerinde çalarak hem çocuklarının ve kendinin geçimini sağlıyor hem de memlekete olan hasretini dertli türküleriyle gidermeye çalışır.

Memleketten babasının hasta olduğu haberi gelir. Hemen düşer yollara baba ocağına varır. Neşetini her gördüğünde gözbebeği parlayan Muharrem usta bu sefer tanımaz oğlunu. Gözleri görmez olmuştur. 4 gün sonra anca tanır. Neşet Ertaş biraz daha kaldıktan sonra babasının iyi olduğunu düşünerek Almanya’ya geri döner. Aradan birkaç gün geçmeden memleketten acı haber gelir. Hayatında örnek aldığı tek adam olan babası vefat eder. Cenazesine katılamaz. Telefonla Kırşehir’deki akrabalarını arar. Babasının son sözlerini ve vasiyetini sorar. Sazının emaneti sana derler. Baba yadigarı sazı alır. Acısı tazedir. Vurur dertli dertli sazın tellerine .Feryadı yürekleri dağlar.

Aydost garibim babamdı muharrem usta
Bilirim aşıktı sevdiği dosta
sazımın emaneti diyen en son nefeste
sazın ulusunu neyledin dünya vay dünya.

 Almanya’da inzivaya çekilir. İçine kapanır. Ara sıra düğünlere gider. Kendi okuyamadığı için tek gayesi çocuklarını okutmaktır. Ara sıra memleketten program ve röportaj teklifleri gelir ama reddeder. Bazen de Neşet Ertaş öldü haberleri gelir. Devlet kanallarının birinde spikerin dinlediğiniz türkü rahmetli Neşet Ertaş’a ait bir türkü demesi çok zoruna gider.

Türkiye’den belgeselini çekmek için teklif gelir. Ama reddeder. Artık tanınmak bile istemez. Mütevazi hayatına alışmış, bu düzeninin bozulmasından korkar. Uzun uğraşlar sonunda ikna ederler.

Neşet Ertaş'ı Anma Gecesi

30 yıl sonra harbiye açık havada konsere çıkacaktır. Çok heyecanlanır. Yanındaki arkadaşına bizimkiler burada mı? Hasan der. Arkadaşı şaşırır. Bizimkiler kim diye sorar. Hemşehri’lerim der. Konsere sadece Kırşehirlilerin geleceğini düşünür. Eski günler gibi hayal etmiştir. Ama konser alanı tıklım tıklım dolu üniversite öğrencileri, İstanbul sosyetesi ve yurdun dört bir yanından onu dinlemek için gelenlerle doludur. Gördüğü ilgi ve sevgiden çok memnun kalır. 30 yıl sonra elindeki sazı, gönlündeki sızıyla baba ocağına ,memleketine geri döner. Parasız halk konserleri verir. Halkıyla arasında yıllarca süren hasreti gidermeye çalışır.

Devlet sanatçısı ödülü verilmek istenir ustaya.” Hepimiz devlet sanatçısıyız. Ayrıca bu bana ayrımcılık gibi geliyor. Ben halkın sanatçısı olarak kalırsam en büyük mutluluk olur” der ve reddeder. Güzel gönüllü insan elinin tersiyle iteleyi verir dünyayı bir kenara. Yaradılışında var olan mütevaziliği koyar ortaya. Ona göre insan “bir anadan dünyaya gelen yolcudur” sadece.

Neşet ustaya bir gün sorarlar neden eserleriniz bu kadar kalıcı diye. Çekmediğimiz derdin türküsünü yakmayız der.

Neşet Ertaş'ın Mezarı

Bu garip bir gün göçer gider bu yalan dünyadan. Ardından türkülerini, mezar taşına yazılı sözlerini bırakır.

Sakın ola ha insanoğlu , incitme canı incitme. Her can bir kalp Hakka bağlı, incitme canı incitme.

O gitti türküler boynu bükük, garipler Neşet babasız kaldı. Naaşı Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla Kırşehir Bağbaşı Mezarlığına sevenlerinin göz yaşları arasında defnedildi.

Bir Kırşehirli olarak Memleketimin gururu Halk ozanı Neşet Ertaş’ın hayatını sizlerle paylaşmak benim için onur ve gururdur.

Bozkır toprakların sesi, Abdal kültürünün son temsilcisiydi Neşet Ertaş. Gösterişi sevmezdi. Kendisini her zaman halktan biri olarak görürdü. "Garip”, "Bozkırın Tezenesi" ve daha birçok ismiyle andığımız, tanıdığımız o güzel insanı gelin daha yakından tanıyalım.

Pir Sultan Abdal geleneğinin ve soylarının temsilcileridir Abdallar. Küslüklerini, ayrılıklarını hatta kahramanlıklarını her zaman türküleri ile yaşamışlar ve söylemişlerdir. Kavgaya yer yoktur, sazları ve sözleri onlar için yeterlidir 

Bozkır toprakların sesi, Abdal kültürünün son temsilcisiydi Neşet Ertaş. Gösterişi sevmezdi. Kendisini her zaman halktan biri olarak görürdü. "Garip”, "Bozkırın Tezenesi" ve daha birçok ismiyle andığımız, tanıdığımız o güzel insanı gelin daha yakından tanıyalım.

Pir Sultan Abdal geleneğinin ve soylarının temsilcileridir Abdallar. Küslüklerini, ayrılıklarını hatta kahramanlıklarını her zaman türküleri ile yaşamışlar ve söylemişlerdir. Kavgaya yer yoktur, sazları ve sözleri onlar için yeterlidir 

NEŞET ERTAŞ & LEYLA ERTAŞ İLİŞKİSİ

Bozkırın tezenesinin de bir üstadı vardı… O da, öz be öz babası Muharrem Ertaş’tı!

Fakat, onları birbirinden uzaklaştıran köklü bir mesele vardı:
Bir garip Leyla sevdası…

Abdallık geleneğinin ve Bozlak türünün en önemli isimlerinden olan Muharrem Ertaş, bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ın babası ve üstadıydı. Muharrem Ertaş’ın ilk saz hocaları, dayıları Bulduk Usta ve Yusuf Usta idi. Babasının adı da Zurnacı Kara Ahmet’ti.

Henüz küçük bir çocukken köylerde sünnet ve düğün törenlerinde çaldı. Bayramlarda saz çalarak dolaştı. Oğluna da Anadolu’da türküler söylemeyi kendini örnek göstererek öğretti. Neşet Ertaş, müzik eğitimini neredeyse tamamen babasından aldı.

Gel zaman, git zaman; Neşet Ertaş da babası gibi özellikle Anadolu’nun birçok yerinde çalıp, söyler oldu. Günün birinde, Ankara’da bir gazinoda çalışmaya başladı. Sazı, sözü, sesi; herkesi mest ediyordu.

Onunla aynı gazinoda çalışan kara kaşlı, kara saçlı bir kadın vardı.
Adı Leyla’ydı.

Leyla da türkücü olmak istiyordu… Bağlama çalıp türkü söyler, çevresindeki insanlar da Leyla’yı oldukça hoş bulur ve severlerdi.

https://yenisoluk.com/uploads/2022/05/leyla

Neşet Ertaş, kendi gibi türkü söyleyen Leyla’ya tutuldu.
Sevdalandı, aşık oldu….
Leyla da ona!

Neşet babanın içi içine sığmadı. Birçok türkü yazdı, gözlerinin içine baka baka söyledi… Utana sıkıla da olsa yaşadılar aşklarını, ölümsüz gibi!

Sonra, birçok aşık gibi; hayatlarını birleştirmek istedi iki aşık… Evlnemeye karar verdiler. Fakat ortada ciddi bir sorun vardı.

Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş, istemedi Leyla’yı… Türkücüden, gazinocudan gelin olmazdı! Leyla’nın sahnede şarkı söylemesi, baba Ertaş için kabul edilemez bir şeydi. İnatla bu aşkın ve elbette bu evliliğin karşısında durdu…

Evladım” türküsünü de oğlu Neşet’e yazdı; baba nasihatı niyetiyle de çalıp söyledi.

“Temiz ruhlu, saf kalplisin, şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevlam sebep olanları kahretsin!
Aslı bozuk alma dedim evladım…”

Babasının Leyla’ya aslı bozuk demesi, Neşet Ertaş’ın yüreğini yangın yerine çevirdi. Kızdı, kırıldı, küstü atasına… Leyla’dan vazgeçmeye niyeti yoktu.
Babasına bir türküyle cevap verdi oğlu da…

“Aşkı kimden aldın, sevgiyi kimden?
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden;
Aslı bozuk deme gel şu insana ya dost!”

Neşet gönül verdiği kadına aslı bozuk diyen babasına, “senin fikrin bozuk, bak şu insana” diye cevap verdi. Hal böyleyken, babası da darıldı biricik evladına… Uzun uzun yazıp, söyleyemedi kahrından. Tek bir dörtlükle cevap verdi ona.

“Küsmedim Neşet’im; kahrettim sana
Baban değil miydim, sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Sen aklını yitirmişsin evladım…”

Dinlemedi Neşet usta babasını… Aşk, söz dinlemezdi çünkü. Bağlamasının tellerine bağladı bir yarısını ve evlendi Leyla’sıyla. Koca 7 sene evli kaldılar, 3 tane de çocukları oldu.

Babası ile sevdiği arasında kalan bozkırın tezenesi, kaybetti bir gün Leyla’yı. Ayrı düştüler, bitti sevdaları… Bu koca aşk hikayesinden kül olan kalbi ile Neşet Ertaş, bir türkü yazdı.

“Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım, boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım…”

Leyla ile ilişkileri bittikten sonra en hüzünlü türkülerini söyledi Neşet Ertaş! Öyle bir söyledi ki, hala acısını dinleyenler bile taşır…

“Viran oldu evim yurdum,
Ne söylesem boşa Leyla’m…”

Baba oğul kırgın kaldılar birbirlerine uzunca bir süre… Aradan yıllar geçt, Muharrem Ertaş hastalandı bir gün. O sıralarda Almanya’da yaşayan Neşet’e haber verildi, Neşet Ertaş yanında sadece küçük bir çanta ile apar topar geldi memleketine. Ne yaptıysa ne ettiyse de, babasının son nefesine yetişemedi… Ve babasıyla dargın göçtüler dünyadan. Belki de affettiler birbirlerini son nefeslerde…Oğul, babasına son bir türkü yazarak veda etti.

“Uzak yoldan geldim, hasretim için
Hani nerede babam, Muharrem nerede?
Yaralı Bülbül’üm ses vermez, niçin?”

Neşet Ertaş’ın tek vasiyeti, “Beni üstadımın, babamın ayak uçlarına gömün” oldu. Bu vasiyet, 25 Eylül 2012’de yerine getirildi.

Çünkü ne olursa olsun bilirdi; bu dünya, yalan dünya…

Leyla Hanım’la yaşanan ayrılıktan sonra bir de rahatsızlığa yakalanmıştı Neşet Ertaş. Felç geçirmiş ve işsiz kalmıştı. Zamanında her türlü yardımına koştuğu insanlardan da destek göremeyince ağabeyinin yanına Almanya'ya göç etti. Orada tedavi oldu. Çocuklarının da okuyabilmesi için organizasyonlara ve düğünlere katıldı.

Uzun yıllar Almanya'da kaldı. Şöhretten kendini soyutlamıştı. Babasını da Almanya’da kaybetti. Türkiye'ye çok sık gelmiyordu. Sessizliğe büründüğü için kendisi hakkında öldü haberleri yapılıyordu. Bu durum Neşet Ertaş'ı üzmeye de başlamıştı. Yaşanan bu gelişmeler Türkiye'ye dönmesinde önemli etkenler oldu.       

UNESCO tarafından 'Yaşayan İnsan Hazinesi' ilan edilen bir isim Neşet Ertaş. Süleyman Demirel zamanında verilmek istenen devlet sanatçısı unvanını ise “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor." diyerek kabul etmedi.

Nota nedir bilmeden başladı Neşet Ertaş müzik hayatına. Çoğu parçasında hala notaya aktarmada zorluklar yaşanır. Kendine has bir akordu vardır. Bozlak denir okuduğu türkülere. Saygısızlık olmasın diye ceketini çıkarmak için seyircilerden izin isteyen bir insandır. Biz neşeyi , derdi ve aşkı da onunla yaşadık, öğrendik.

Neşet Ertaş Nereli?

1938 yılında Kırşehir' in Çiçekdağı ilçesi, Kırtıllar köyünde bu kültürün içinde doğdu Neşet Ertaş. Müzik hayatına kendisi gibi saz üstadı babası Muharrem Ertaş sayesinde başladı. İlk çalgısı ise annesi Döne Hanım’ın çamaşır tokacına tel takması ile yaptığı oyuncak bağlama oldu. Çok küçük yaşlarda bağlama ve keman öğrendi.

Neşet Ertaş Hikayesi;

Dertli doğmuştu. Gariplikler, yoksulluklar içinde büyüyordu.  Hayatı hep gurbet içinde geçecekti. İçimizde sızı oluşturan sözlerin oluşabilmesinin nedeni belliydi aslında. Küçük yaşlarda annesi Döne Hanım'ı kaybederek başlayacaktı zorlu yolculuğuna.

Babası Muharrem Ertaş ile birlikte Kırşehir ve çevre illerde yörenin düğünlerinde, eğlencelerinde sazı ile türkü söylemeye başladı. Kırşehir'de geçinmek zordu ve bu durum onu gurbete zorlamıştı. 1950'li yılların ortalarında cebinde iki buçuk lirası ve elinde sazıyla İstanbul'a göç etti. O genç yaşında tek başına kapı kapı dolaşıp iş buldu kendisine. Gazinolarda türkü söylemeye başladı. 1957 yılının sonlarında Şen Çalar Plak'ta "Neden Garip Garip Ötersin Bülbül" adı ile babasına ait bir türkü ile ilk plağını çıkardı.  Bu plakla ses getirmişti. İnsanlar onu tanımaya başlıyordu.

1960’lı yıllarda Ankara’ya göç etti. Çoğu bestesini de Ankara'da yazacaktı. Babası bir gün Ankara'ya geldiğinde "Adımı söyleyemiyorum, ne diyeyim, nasıl imzamı atayım?" dedi Neşet Ertaş. Babası ise şöyle demişti: " Bize garipler derler yavrum, gönülde gariptir." O günden sonra da “Garip" mahlasını kullanmıştır.

NEŞET ERTAŞ NE ZAMAN ÖLDÜ?

Bozkırın Tezenesi unvanıyla akıllarda yer eden halk ozanı Neşet Ertaş, 25 Eylül 2012 günü ileri evrede prostat kanseri nedeniyle İzmir'de tedavi gördüğü hastanede 74 yaşında hayata gözlerini yumdu. Cenazesi doğduğu şehre, Kırşehir Bağbaşı Mezarlığında "kendisiyle aynı ruhun insanı" olarak tanımladığı babası Muharrem Ertaş'ın mezarı yanına defnedildi. Mezar taşında ise İncitme Canı İncitme türküsünde geçen "Sakin ol ha, insanoğlu. İncitme canı, her can bir kalp, Hakk'a bağlı. İncitme canı, incitme." sözleri yazmaktadır. Her yıl 25 Eylül'de Kırşehir'de çeşitli etkinliklerle anılan Neşet Ertaş'ı saygı ve özlemle anıyoruz. Gönlümüz hep seni arıyor. Neredesin sen? 

    İçerik akorların, tabların, bas tablarının ve sözlerin ayırt edilebilmesi için seçimlerinize göre renkli listelenmektedir.

Akorist gelen istekler doğrultusunda geliştirilecek! Sizde katkıda bulunmak ister misiniz?

Değerli arkadaşlar,

Sizlerden gelen yorum ve e-postaları ilk günden beri takip etmekteyiz. Nefis fikirleriniz için teşekkür ederiz. Bunların bir kısmını hayata geçirmeyi ve Akorist'i daha kullanıcı dostu bir site haline getirmeyi planlıyoruz.

Özellikle sıkça gelen nota isteklerini karşılamak için bize notaların matematiğini anlatabilecek arkadaşlar arıyoruz. Uzman olmanızı beklemiyoruz, zaten Akorist gönüllüler ile ayakta duran bir proje. İlgilenen arkadaşlar [email protected] adresine e-posta atarlarsa mutlu oluruz.

Akorist.com

İnternete sansür değil, sürat lazım!

Yorumlar

Henüz bir yorum yapılmamış.

 

downloadfile-1

GARİP : NEŞET ERTAŞ BELGESELİ

-“Baba, neden sen kendin beste yapmıyorsun, türkü üretmiyorsun?” Oğul Ertaş

-“Oğlum, ozanlar birbirinin devamıdır. Eğer benim demek istediğimi benden evvel gidip gelen bir ozanımız yazmış gitmiş ise bana o bir miras bırakmıştır. Saygıyla anarak onun sözlerini havalandırırım.” Baba Ertaş

Abdalların sonuncusu, Anadolu halk müziğinin efsanesi, saz ustası, halk ozanı ve hem türkücü, hem besteci, hem de söz yazarı, Yaşar Kemal’in ona yakıştırdığı lakapla Bozkırın Tezenesi, Kırşehrin Çiçekdağlısı Neşet Ertaş’ın yıllar yıllar sonra kah hemşehrileriyle memleketinde kah Harbiye Açık Hava Tiyatrosunda farklı kesimlerden gelmiş ama illa Usta diyerek gelmiş sevenleriyle buluşana dek yaşadığı kendi küskün sürgününü, öncesinde de abdallık geleneğinin içine doğmuş olması sebebiyle Anadolu kültürünün bir parçası olan ve gayretlerle yaşatılmaya çalışılan abdallık geleneğinin baba oğul Ertaşların ekseninde anlatıldığı Neşet Ertaş kitabının yazarı Bayram Bilge Tokel’in danışmanlığında, Can Dündar imzasıyla anlatılan bir Abdal hikayesi aynı zamanda Neşet Ertaş’ın hayat hikayesi. 2005 yılı yapımı belgesel Ertaş’ın seslendirdiği, sözleri Karacaoğlan tarafından yazılan “Bir Ayrılık, Bir Yoksulluk, Bir Ölüm” adlı şiirden alıntılanarak üç bölüm halinde tasarlanan bir hayatın giriş, gelişme ve sonuç bölümleriyle gözler önüne serilişine tanıklık etmemize vesile olması açısından da çok önemli:Doğum, yaşam ve ölüm.

Abdal sözlükte, Türk tasavvufunun daha radikal formlarında karşılaşılan en üst mânevî mertebenin bir adı olarak tabir edilmektedir. Sünni İslam dışında kalan birçok Türkmen dinsel topluluğunda rastlanmakta, Derviş veya Baba da denmekteydi kendilerine. Bir abdal Allahtan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişi olup, toplumsal bir şahsiyet olarak zayıf, ezilmiş ve baskı altında olanlara yardım elini uzatan, ve toplum içinde ahlaksızlıklara karşı mücadele veren bir otoritedir. Daha ziyade göçebe Türkmenler arasında yaygın olan abdallar Selçuklu veya Osmanlı yerleşik devlet otoritesi karşısında çevre halkının hoşnutsuzluklarını dile getirmişler ve çeşitli isyan hareketlerinin başlatıcısı olmuşlardır. Türkiye’de en çok İç Anadolu bölgesinde Kırşehir, Keskin, Bala yörelerinde hayatlarını müziğe adamış şekilde yaşamaktadırlar. Kırşehirli abdalların misyonu farklıdır. Kırşehir’in oyun havaları meşhurdur. Neşet Ertaş’ı “Toplumun örnek alınmaya lâyık en gözde kişisi” olarak kabul ederler” Geçim kaynakları kendilerine özgü enstürmanları çalıp, söyleyip para kazanmaktır. Müziğe yetenekleriyle ünlüdürler. Müzik kulakları çok gelişmiştir. Nota ise bilmezler. Bu kısacık fakat önemli Vikipedik bilgiden sonra biz gelelim belgeselimize: Bir rivayete göre dört bin çadırını develere yüklemiş Türkmen aşireti uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Horasan’dan Anadolu’ya göçer. Yoksuldurlar, yoksul urba giyer, yaman bozlak söylerler. Tüm fukaralıklarını, horlanmalarını, acılarını buluruz sazlarından çıkan ritimlerde, en çoksa sözlerinde. Geçim davası(derdi de yakışırdı bak) ağır basan doğuştan müziğe yetenekli ve müzikten başka iş bilmeyen abdallar düğünlerde ve eğlence yerlerinde sahne almaya başlarlar. Böylelikle geçim derdi sosyal süreçte yeni bir misyon edinmelerine yol açmış olur. En iyi ve tek bildikleri şeyi yaparlar ellerinde saz, dillerinde yanık türkülerle.

smbxxnr-dlw5gwn_kzq98hmjnmx6oieapxmg6dyqafkbongtuiwfawa75ioghwvbmbt5ek0bckltc0tde0kje3ngw512-h288-nc

images-1

Daha Cumhuriyet kurulmamış, henüz takvimler 1913 yılını gösterirken, Ankara Vilayeti’ne bağlı Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesinin Yağmurlubüyükoba köyünde Deveci tarikatının bir üyesi olarak açar dünyaya gözlerini baba Muharrem Ertaş. Tıpkı ileride onun da oğlu Neşet’e ustalık edeceği gibi o da Yusuf ustasının izinde nimet peşinde sürüklenir durur ordan oraya. Muharrem Ertaş’ın sesi Japonya’da incelemeye alındığında hatasız bir ses olduğu ve böyle bir sesin dünyada olmadığı çıkar ortaya. Kendisiyse kah dinsel motiflerle bezeli türkülerle çığrınır “Aydost” diyerek, kah “Kalktı göç eyledi avşar elleri”ni söyler Dadaloğlu’ndan: “Ferman padişahın da dağlar bizimdir” diyerek. Oğul Ertaş babasının yerleşip evlendiği Kırtıllar köyünde açar gözlerini dünyaya. 1938 yılı Muharrem Ertaş için şanssız bir yıldır bir taraftan çünkü sesini İstanbul’a ve tüm Türkiye’ye duyurmak üzere plak yapmak için gittiği İstanbul’dan, Atatürk’ün ölümüyle beraber ağıtlarla ve hayallerini gerçekleştiremeden döner geri memleketine. Fakat aynı yıl bu hayalleri yıllar sonra gerçekleştirecek olan oğlu Neşet doğar. Babasının göremediklerini Neşet görecek, sayısız plak yapacak, köyünün dışındaki kitlelere seslenebilecektir. Fakat bir yanda yoksulluk vardır şimdi ve gelecek belirsizdir henüz. Öksüzlüğüyle büyümeye çalışırken bir yandan, ustasının yanında pişer olmuştur küçük Neşet. Beş altı yaşlarında babasıyla gittiği düğünlerde önce zil ve sonradan kaşık tutmayı öğrenir. Köçeklik eder, türkü söyler, saz ve keman çalmaya başlar azar azar, nota bilmeden türlü çaresizlikler içinde. Babasıyla karşılıklı atışmaya başlarlar sonra sonra. O da bir gariptir, çalıp söylemekten gayrı iş bilmez tüm Abdallar gibi. Babası ona garip dedikten sonra yazdığı sözlerde hep bu garip mahlasını kullanır. Gel zaman git zaman ilk gençliğinde bir kıza aşık olur Neşet. Fakat ailesi göçebeye kız vermeyiz diyerek ondan yerleşik düzene geçmesini ister. Genç Neşet’in içine yara olur bu. Kızın gönlüne bırakırsan ya davulcuya ya zurnacıya varır sözüyle acı bir şekilde tanışmıştır. Kırşehir’de çekememezlikler de yaşayınca, bağrına taş basarak bir umut düşer yollara. O da bir gurbet kuşudur gayrı. Elinde saz, cebinde ise iki buçuk lirası vardır. İlk durağı Garipler diyarının merkezi İstanbul olur. Burada alıp başımı gittim tabirini hayata geçiren sırf kendisi değildir. Onun gibi yüzlerce, binlercesi vardır bir şans arayan Plakçılar Çarşısında, gazinolarda. İstanbul Anadolu’yu çeker kendisine bir mıknatısmışçasına. Göçmenler, ekmek ve tutunmanın peşinde bir kuş misali konacak bir dal peşinde savrulur dururlar. Gurbette bir buçuk iki yıl boyunca yalnız yalnız dolaşır durur genç Neşet. Zeki Müren söyledikçe o ağlar durur. Tarih Ellilerin sonudur. Dayanamayıp Kırşehir’e döndüğünde iki plağı vardır bundan böyle cebinde beraberinde getirebildiği İstanbul ellerinden. Babasının yapamadığını yapmış, plak doldurabilmiştir. Sonrasında bir fırsat yakalar ve Ankara Radyoevi günleri başlar. Yurttan Sesler’de çalar. Köy geleneğini kentin ritmiyle tutturur. Geceleri de Rüzgarlı Sokak ‘taki Ahu Pavyon’da sahne alır. Altındağ Sazevinde çalarkense onunla tanışır. Yani en içli türkülerinin baş kahramanı olacak Leylasıyla. O da kendisi gibi türküler söyler, sahne alır müzikhollerde. Baba Ertaş ise şiddetle karşı çıkar bu evliliğe. Ama tüm bu itirazlar boşa çıkar ve evlenirler. On yıllık evlilikten miras üç çocuk gelir dünyaya. Bir de unutulmaz besteler kalır yıkılan evliliğinin ardından. En verimli, en yaratıcı ve belki de en yaralı ve pişman dönemlerinin eserleridir bu besteler. “Kendim ettim kendim buldum”, “Hata benim günah benim suç benim”, “Evvelim sen oldun ahirim sensin” ve Leyla’nın bizzat adının geçtiği “Yazımı kışa çevirdin” bu döneminin eserleridir. Bana kalırsa iyi ki evlenmiş, iyi ki ayrılmış, iyi ki benim enn(daha çok n ister bu en arkasında) sevdiğim türkülerinden birini yazıp söyletmiştir bu süreç Usta’ya. “Aslı bozuk deme” demiştir bir atışmalarında Leyla’yı kasteden babasına.

ertas-neset-babasiyla-raki-iciyor-kalan-muzik-koll

s-c6a77ad610f2e080de48b3a8cd5cb927e4427a1e

Zamanında dinlerken ağladığı Zeki Müren’i ağlatma sırası Ertaş’tadır bu sefer. Bir gece çalıştığı yerde karşılıklı içtikten sonra Zahidem’i söyler Müren, iyice coşmuş ve kendinden geçmişken. Devamını Ertaş okur Zahidem’in. Her yiğidin ayrı bir Zahidem deyişi olduğuna tanıklık ederiz bizler de, tıpkı Zeki Müren gibi. Biri billur sesiyle her notanın, her sözcüğün hakkını vererek söylerken, diğeri kendince okur yanık ve içten, bir teselli arar gibi sığındığı notalardan. Zeki Müren tabiri caizse başını taşlara vurur onu dinlerken(gerçekten de vurur, Allahtan tahta kapıdır kafasını vurduğu). Aynı türküyü birbirinden çok ayrı ve önemli yorumculardan dinlemek haz verir biz izleyiciye(ben sadece izleyiciyim ve severek izlerim her güzel şeyi oturduğum yerde).

Altmışlarda fırtına gibi esen Ertaş için çöküş ve küskünlük ve dolayısıyla bir başka gurbet ve sürgün dönemi ise bundan sonra başlar. Bir gece çalıştığı pavyonda saz çalarken felç geçirir ve sağ eline inme iner. Takvimler seksenli yılları göstermektedir. Derman bulamadığı gibi sağda solda birikmişi olmadığından çaldığı kapılardan rencide olarak geri dönmeye başlar, düşenin dostu olmayacaktır. Bunun üzerine abisinin çağrısıyla Almanya’ya gider. İçkiyi bırakır. Bir Sanat Okulunda saz dersleri vermeye başlar. Pasaportuna saz öğretmeni yazılır. Kendisine bir orkestra kurup, düğünlerde sahne almaya başlar. Çocuklarının nafakasını çıkartır bu vesileyle. Kendi okuyamamıştır, onlar okusundur. O bir yandan gurbette sıla özlemi çekerken, babasının hastalık haberiyle sarsılır ve ölümünün ardından iyice içine kapanır. Birkaç cümleyle olabilecek en içten şekilde anlatır Ertaş gerçek bir sanatçının yıllarını verdiği  sanat hakkındaki düşüncelerini bezginlikle: “Gönlüm sanattan geçmişti. Biz çilelerini çekmiştik. Mutluluğunu göremedik. Doyurdu bizi, yordu bizi.” Bu aynı zamanda mücadelelerle geçen bir hayatın da özeti olur gerçek bir sanatçının kendi ağzından dökülen.

images

Neşet Ertaş kitabının yazarı Bayram Bilge Tokel’in kendisini girdiği inzivadan çıkarması çok kolay olmaz. Zaten öksüzdür Ertaş, bir de atasız kalınca iyice küskünleşir dünyaya. Kendini unutturmak gayretine düşmüş gibidir. Tek gayesi unutulmak gibi hareket eder bundan sonra. Tüm röportaj tekliflerini reddeder. O inzivadayken, besteleri dilden dile dolaşır. Kendine hayrı dokunmasa bile onun mirasından çok ekmek yerler şarkıcılar, türkücüler. Dinlemekte olduğu ve bir zamanlar bir parçası olduğu TRT’nin yayınlarından birinde kendi isminin önündeki ”rahmetli” sıfatını duyunca ancak dönme kararı verir. Bir zamanlar babasının varı yoğu eşeğinin terkisine atlayıp nimet peşinde sürüklendiği zamanların altından çok sular akmıştır, Usta bundan böyle küskünlüğünü bir kenara bırakmış, artık umudunu kesmiş olduğu her şey ona altın tepsilerde sunulmaya başlamıştır. Özünü kaybetmemiş, gerçeğiyle barışık Ertaş’a devlet sanatçısı ünvanı verilmişse de o ben halkın sanatçısıyım diyerek bu ünvanı reddetmiştir nezaketle. Neslinin ve abdallığın son temsilcisi bu nadide ve Allah vergisi yeteneğiyle bu toprağın sesi olmayı başarmış  güzel insan gönüllerde taht kurmuştur insanların nezdinde.

Ziyarette bulunduğu babasının mezar taşına şunlar yazılmıştır:

“İşte geldim, işte gittim.
Güz çiçeği gibi bittim.
Yalan dünyada ne iş tuttum.
Ömrüceğim geçti, gitti.”    Hepimiz birer güz çiçeğiyiz Muharrem Usta. Kelebeğin ömrünü istesen de uzatamıyorsun. Razı oluyorsun zoraki ya da gönülden; ya da bir kelebek gibi hiç bilmeden uçup göçmeli insan bir yaprak gibi kuruyabileceğini bir an olsun düşünmeden.

images-2

Tarih 30 temmuz 2000, yer Harbiye Açık Hava Tiyatrosudur. Kadınlı erkekli her kesimden ve her nesilden kalabalık izleyici topluluğu deyim yerindeyse bunca yıllık yokluğunun hesabını sorarlar ona tek bir ağızdan “Neredesin Sen?” diye diye. Türkiye’de vermiş olduğu son konserin üzerinden otuz yıl geçmiştir Ertaş’ın. Coşku müthiştir, gelen seyircinin çeşitliliği de. Onun türkülerini bilen, seven, dinleyen her kesimden severi Açık Hava’yı doldurmuştur. Saygısızlık olmasın diye ceketini çıkarmak için izin isteyen Usta hiç kaybetmediği iyiniyeti ve alçakgönüllülüğüyle der ki:

“Ne çalsak ne söylesek
Hepsini sizin için söylerik
Son nefesime kadar sizlerlen beraberim
Ayaklarınızın turabıyım
Gönüllerinizin hızmatcısıyım
Dertlerinizin ortakçısıyım”

Ölümünün ardından Anadolu geleneklerine göre bir yıl bekletildikten sonra yapılan mezartaşında şunlar yazılıdır Ertaş’ın:

“Sakın ola ha İnsanoğlu,
İncitme canı incitme.
Her can bir kalp
Hakka bağlı, incitme canı incitme.
Sevgi,Saygı, Hoşgörü.” “Garip” Neşet Ertaş

Bu ise bana bir mutasavvıfın sözlerini anımsatıverdi, paylaşmadan olmaz:

“Taş yeşermez geçmiş olsa da nevbahar
Toprak ol da bak nasıl güller açar
Taş gibi idin çok gönül kırdın yeter
Toprak ol üstünde hoş güller biter.” “Rumi”

 

 

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor...

0

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir