Seçimden önce Türkiye’nin CB olmak için kazanmak ve Türkiye’ye de kazandırmak istiyorsa “son kararını” verecek olan Kılıçdaroğlu’dur. Seçimde ise kendimiz ve Türkiye için karar vererek son sözü söyleyecek olan da elbette biz seçmen yurttaşlar.
Önümüzdeki hafta seçim var. Belki ve nihayet iki CB adayından bir tanesini seçebileceğiz.
Seçim öncesi uzun ve sonrasındaki kısa zaman diliminde konuşulanlar açısından pek değişen bir şey olmadı. Çünkü doğrusu dürüst tartışılamamış aynı tezler ve paradoksal sarmallar yeniden-üretilmeye devam ediliyor. Elbette seçim mühendisliği, güvenliği ve diğer içeriklerle ilgili eklenen verileri ve yeni ayrıntılarını kast etmiyorum.
Zaten son tahlilde salt “Türkiye’nin değişim talebi” var diyebilmek için kavramsal veya ölçüt geçerliği (validity) ve güvenirliği (reliability) oldukça düşük geniş katılımlı bir kamuoyu yoklaması gibi “genel seçim” zahmetine hiç gerek yoktu.
Ayrıca hem önceki ve bu psikometrik yönlerden daha bile zayıf anket verileriyle de yapılan bundan farksızdı. Hem de “tutturamadılar” diye bu şirketlere yüklenmek de o ölçüde anlamsızdı. Çünkü toplum henüz bu tip “(sözde) bilimsel” üretim süreçlerini ve her tekil ürünün kalitesini doğrudan yani marka, şirketin prestiji, geçmiş performansı, vb. ek bilgiler olmaksızın – değerlendirebilecek durumda bile değil.
Kaldı ki, “”değişim” ve “dönüşüm” içi son derece “boş” ve jenerik metaforlardır. Bunların içini toplumun öznel, ilişkisel ve olumsal değerleri doldurur. Sürekli olarak ve karşılıklı dinamik etkileşimler belirler. Kısacası, bu ülkenin talep ettiği ve gereksinim duyduğu “değişim” salt CB koltuğunda “yeni” bir yüz değil. Tabii önce İnce’ye , sonra Oğan’a kaymış tepkisel oylarda bu “aşınmamış yüz” meselesinin de hiç payı yok değil.
Fakat esas sorunlu mesele siyasetçilerin ve stratejistlerinin son derece somut işlemsel, pragmatist ve seçim mühendisliği kafasının dışına kolay kolay çıkamaması bence. Göz önündeki sayıların ötesini değil “okuyabilmek”, hipnotik biçimde konumlanmışçasına pek görememesi.
SİYASETİN TABANI VE SEÇMENİ
Türkiye toplumsal tabanının siyasi ve sosyokültürel söylemler açısından, mevcut parti ve ittifakları yatay kesen ve birebir örtüşmeyen 4 gruba bölünmüş olduğunu iki sene önce yazmıştım. Keza bu seçimde kararsız, oysuz, partisiz, protestocu, gidip de geçersiz oy verecek sabotajcı seçmen grubunun da 4. küme olarak büyüyeceğini de ilk anketlerdeki yüzdeleri çok daha küçükken. “Demiştim” furyasına katılmak için değil -ki o da kolektif içgörü için gereklidir. Hala da seçim verilerinde bunların iyi analizlerine pek rastlamadım.
Çünkü zaten “tepkisel” olanlar salt “tepkisel seçmen” denilenler değil. İnsanlar aşırı derecede ve bilfiil tüm siyaset bileşenleri tarafından sistematik biçimde parçalanmış, otomatik olarak saldırgan, çabuk öfkelenen ve reaksiyoner durumda. Bu “ilkel bilişsel/duyuşsal” tabloyu “iktidar” ve “muhalefet” seçmeni ortaklaşa paylaşıyor.
Dolayısıyla da toplumun kolektif siyaset davranışını da hem siyaset bilim ezberlerinin, hem de sağduyunun alışageldiği (mantık) düzeyin çok altına çekiyor. Fakat onların oylarının nereye gideceği nasılsa belli diye sanırım, bu durum potansiyel oy hesabı açısından bile önemsenmiyor.
Oysa tam da bu konu, iktidarın seçim stratejisini doğrudan beslerken, muhalefetin seçim stratejisini (hangi?) bocalatıyor. Nitekim bu yazımın ana vurgusunu da o noktaya koymak ve Kılıçdaroğlu’nun dikkatine getirmek istiyorum.
MUHALEFET
Fakat önce şu hatırlatma notunu da düşeyim: Muhalefet iktidarın hukuk, eğitim, ahlak, ekonomi, siyaset gibi tüm temel alanlardaki popülist araçsalcı ve istismarcı siyaset biçimini defalarca “irrasyonel” olarak tanımladı. Ancak bununla nasıl baş edeceğini hala öğren(e)mediği gibi, bunu hiç değilse “kendine saklamayarak” bolca çaresizlik sergiledi.
Öte yandan “öğrenilmiş çaresizlik”, “algı manipülasyonu”, “Maslow piramidi”, “kutuplaşma”, “endişe/korku/duygu siyaseti”, “şu/bu siyaseti”, “empati”, vb. betimsel (descriptive) bile olmaktan aciz etiket terimler koymak yoluyla (her ne olguları temsil ettiği varsayılıyorsa artık!) onları “değiştirmek” şöyle dursun, açıklamadığını bile göremedi.
Böylece muhalefet sıklıkla “yumuşak karnından” dürtüldü. “Hassas sinir uçlarından” uyarıldı. Bir yandan kendisiyle zaten aynı rasyonel dili kullanan kendi seçmenine hitap ederek yakındı. “Ama önce o başlattı”, vb serzenişlerle ve moral destek aradı.
Diğer taraftan hem bu dilden anlamayan stratejik Cumhur İttifakı seçmenine liderlerini şikayet ederek oy devşireceğini umdu. Hem de hala “kötüsün, hırsızsın, yalancısın, ahlaksızsın, namertsin, vicdansızsın, vb. Erdoğan” söylemleriyle yangına körükle gitti . Yarılmayı ve şiddeti tırmandırdı.
Muhalefet İttifaklarının geçtiğimiz iki seneyi nasıl iyi değerlendir(eme)diği konusundaki görüşlerim zaten önceki yazılarımda var. Keza, Kılıçdaroğlu’nun hangi belirli siyaset hatalarına rağmen neden Türkiye için en uygun, hatta gerekli CB adayı olabileceği konusundaki düşüncelerim de. Şimdi yinelemek anlamsız.
“SON KARARINIZ MI?” KILIÇDAROĞLU
Fakat bu hafta artık son. O bakımdan özetle Kılıçdaroğlu’nun artık yapıp, yapmamasında yarar gördüğüm en önemli hususları artık uzunca gerekçelendirmeden madde madde yazayım:
1) Erdoğan’ın seçmen olarak bir tek oyu var. Retorik olarak bile “Erdoğan,…” hitabı yanlış. Ona değil, kendi ajandasını kendini seçmek isteyen seçmeni muhatap alarak ,anahatlarını kesin ve kalın çizgilerle anlatılması gerekiyor.
2) Yani karşı karşıya kaldığı asimetrik güç ve haksız yarış koşullarını , yalanı, dolanı, iftiraları, kara propagandaları, vb. onu CB yapabilecek yeterli sayıdaki potansiyel seçmen kitlesi zaten görüyor., biliyor. Bunları tekrarlamanın, hele Erdoğan seçildiği takdirdeki türlü “felaket senaryolarını”, TBMM’ye kimlerin girdiğini, İmralı’ya kimlerin gittiğini popülasyona daha fazla anlatmanın zerre yararı yok.
3) Zaten başlı başına “Tek Adam Sistemi” retoriğinin temcit pilavı gibi beyinlere kazınması, “Güç Erdoğan’ın iki dudağı arasında” vb sözde analizlerin hala sürdürülmesi bile kendisini ve seçmenini “ezik ve kaybeden” konumunda “eksi” noktadan başlatmaya yetti. Geçtiğimiz seçim başarısıyla ancak o “sıfır noktasına” getirilebildi diye düşünülmeli. Oradan devam etmeli.
4) Bundan sonra da tırmanacak olan, artık “sinir uyarıcı bile değil, harap edici” kasıtlı çirkin saldırılara özellikle dikkat: “Savcının” yalan ithamlarına birer birer cevap yetiştireceğim diye verilecek “simetrik yanıtlar” kendi niteliğini de aşağı çeker. Bir kere “yargıç” yok. Potansiyel seçmeni ile mahkeme salonunda maruz bırakıldığı haksız ithamlar yüzünden kendini aklamaya çalışan “sanık” konumuna ve psikolojisine asla sokmamalı. Zaten “Sen iftira ediyorsun. Ben ne zaman terörist oldum, vb” gibi beyanlar hepten yanlış.
5) “Pozitif siyaset” filan da son derece abuk ve yukarıdaki kategoriden, karşılıksız laflar. bence Fakat seçmen Kılıçdaroğlu’nda İmamoğlu ile Karadeniz mitinglerindeki gibi olumlu, güler yüzlü, kendinden emin, dingin, sakin , sabırlı, kararlı , şefkatli, kucaklayıcı üslubu görmek istiyor. Kül yutmaz hesap uzamanı bürokrat, imajını zaten içselleştirdi. Seçim kampanyasındaki her iki şarkı da iyiydi, motive ve mobilize ediciydi. Çünkü umut vericiydi. Şimdi düş kırıklığından yorulmuş ve çökmüş seçmenin de, bence kendisinin de daha bile çok gereksinim var bunlara. Aynı anda iki şeyi birden yapamaz mı demek muhalefet? Umut içi boş bırakılırsa umutlandırmaz diye de ayrıca yazmıştım.
6) Dolayısıyla hangi danışmanı her ne önerirse önersin, şu gelinmiş son (vurucu) aşamada takınılan “sertlik” uslup olarak yanlış. İyi taşınamayan kostüm gibi sırıtır. Yukarıda değindiğim duygu durumsal, reaksiyonel ve ürkek seçmeni negatif etkiler. Birlik ve beraberliği, parti liderleri arasındaki stratejik pazarlıklarla “birleşe birleşe kazanacağız” mesajlarından almıyor, onaylamıyor. Sahici huzuru ve barışı üslupta ve olgun siyaset dilinde görmek istiyor; “masaya vuran ellerde”, “sert erkek rollerinde” eril ve baskıcı siyaset biçiminde değil.
7) Zaten seçim sonrası söylemdeki içerik olarak da bariz çark etme bence kazandıracak yönde değil. Son dakika hamlesi kampanya mesajları da hem çok kalabalık, hem de gücünü zayıflatıcı. Aynı ağırlıkta değiller zaten, yalınlaştırılabilir. Milliyetçilik, laiklik konularında “verilen taviz” ve “her nabza göre şerbet verme pragmatizmi” veya “omurgasızlık” olarak adlandırılabilecek ve kazanılmak istenen seçmenin hiç hoşuna gitmeyecektir. Nitekim Oğan onun için de beğenildi.
8) Fakat geçen hafta oy kullanmamış seçmene “Oğan’ın seçmeni” gibi bakılması (pazarlık ayrı konu) , “ucu ve dili” CHP’nin milliyetçilik okundan daha sivri “vatanperverlik” ve diğer mesajlar tehlikeli davetiye çıkardı. Bunlara özellikle BabalaTV ve diğer kitlesel performanslarından önce odaklanılmasında yarar görüyorum. Kılıçdaroğlu, iktidarın ülkeyi gerek uslup gerekse içerik olarak çok aşağı çekmiş olduğu seviyeden ve onunla simbiyotik ilişkiden özgürleşmeden kalarak toplumsal yarılmayı asla aşamaz.
9) Bilirsiniz bazen “ameliyat başarılıdır, fakat hasta ölür”. Bazen de “oyuncuda “acemi şansı” vardır, hiç bir hamlesini kuralına uygun yapmadan , sezgisel oynasa bile kazanır. Önümüzdeki seçimin sonrası da olacağı için “doğru/iyi/güzel olanın yapılarak, yani hak edilerek başarılı olunmasını her zaman olduğu gibi süreç boyunca da şimdi de son derece önemsiyorum. Dolayısıyla ve özetle, Kılıçdaroğlu’na Çankaya kapısını açacak olan “Açıl Susam Açıl” bütünleştirici siyasetin kilit sözcükleri.
10) O bakımdan, sonuç olarak tüm bunlar “seyirci, dost desteği, %50/%50 joker kartları” gibi okunup kullanılabilir. Fakat seçimden önce Türkiye’nin CB olmak ve Türkiye’ye de kazandırmak istiyorsa “son kararını” verecek olan Kılıçdaroğlu’dur. Seçimde ise kendimiz ve Türkiye için karar vererek son sözü söyleyecek olan da elbette biz seçmen yurttaşlar.
Seçimden önce Türkiye’nin CB olmak için kazanmak ve Türkiye’ye de kazandırmak istiyorsa “son kararını” verecek olan Kılıçdaroğlu’dur. Seçimde ise kendimiz ve Türkiye için karar vererek son sözü söyleyecek olan da elbette biz seçmen yurttaşlar.
Önümüzdeki hafta seçim var. Belki ve nihayet iki CB adayından bir tanesini seçebileceğiz.
Seçim öncesi uzun ve sonrasındaki kısa zaman diliminde konuşulanlar açısından pek değişen bir şey olmadı. Çünkü doğrusu dürüst tartışılamamış aynı tezler ve paradoksal sarmallar yeniden-üretilmeye devam ediliyor. Elbette seçim mühendisliği, güvenliği ve diğer içeriklerle ilgili eklenen verileri ve yeni ayrıntılarını kast etmiyorum.
Zaten son tahlilde salt “Türkiye’nin değişim talebi” var diyebilmek için kavramsal veya ölçüt geçerliği (validity) ve güvenirliği (reliability) oldukça düşük geniş katılımlı bir kamuoyu yoklaması gibi “genel seçim” zahmetine hiç gerek yoktu.
Ayrıca hem önceki ve bu psikometrik yönlerden daha bile zayıf anket verileriyle de yapılan bundan farksızdı. Hem de “tutturamadılar” diye bu şirketlere yüklenmek de o ölçüde anlamsızdı. Çünkü toplum henüz bu tip “(sözde) bilimsel” üretim süreçlerini ve her tekil ürünün kalitesini doğrudan yani marka, şirketin prestiji, geçmiş performansı, vb. ek bilgiler olmaksızın – değerlendirebilecek durumda bile değil.
Kaldı ki, “”değişim” ve “dönüşüm” içi son derece “boş” ve jenerik metaforlardır. Bunların içini toplumun öznel, ilişkisel ve olumsal değerleri doldurur. Sürekli olarak ve karşılıklı dinamik etkileşimler belirler. Kısacası, bu ülkenin talep ettiği ve gereksinim duyduğu “değişim” salt CB koltuğunda “yeni” bir yüz değil. Tabii önce İnce’ye , sonra Oğan’a kaymış tepkisel oylarda bu “aşınmamış yüz” meselesinin de hiç payı yok değil.
Fakat esas sorunlu mesele siyasetçilerin ve stratejistlerinin son derece somut işlemsel, pragmatist ve seçim mühendisliği kafasının dışına kolay kolay çıkamaması bence. Göz önündeki sayıların ötesini değil “okuyabilmek”, hipnotik biçimde konumlanmışçasına pek görememesi.
SİYASETİN TABANI VE SEÇMENİ
Türkiye toplumsal tabanının siyasi ve sosyokültürel söylemler açısından, mevcut parti ve ittifakları yatay kesen ve birebir örtüşmeyen 4 gruba bölünmüş olduğunu iki sene önce yazmıştım. Keza bu seçimde kararsız, oysuz, partisiz, protestocu, gidip de geçersiz oy verecek sabotajcı seçmen grubunun da 4. küme olarak büyüyeceğini de ilk anketlerdeki yüzdeleri çok daha küçükken. “Demiştim” furyasına katılmak için değil -ki o da kolektif içgörü için gereklidir. Hala da seçim verilerinde bunların iyi analizlerine pek rastlamadım.
Çünkü zaten “tepkisel” olanlar salt “tepkisel seçmen” denilenler değil. İnsanlar aşırı derecede ve bilfiil tüm siyaset bileşenleri tarafından sistematik biçimde parçalanmış, otomatik olarak saldırgan, çabuk öfkelenen ve reaksiyoner durumda. Bu “ilkel bilişsel/duyuşsal” tabloyu “iktidar” ve “muhalefet” seçmeni ortaklaşa paylaşıyor.
Dolayısıyla da toplumun kolektif siyaset davranışını da hem siyaset bilim ezberlerinin, hem de sağduyunun alışageldiği (mantık) düzeyin çok altına çekiyor. Fakat onların oylarının nereye gideceği nasılsa belli diye sanırım, bu durum potansiyel oy hesabı açısından bile önemsenmiyor.
Oysa tam da bu konu, iktidarın seçim stratejisini doğrudan beslerken, muhalefetin seçim stratejisini (hangi?) bocalatıyor. Nitekim bu yazımın ana vurgusunu da o noktaya koymak ve Kılıçdaroğlu’nun dikkatine getirmek istiyorum.
MUHALEFET
Fakat önce şu hatırlatma notunu da düşeyim: Muhalefet iktidarın hukuk, eğitim, ahlak, ekonomi, siyaset gibi tüm temel alanlardaki popülist araçsalcı ve istismarcı siyaset biçimini defalarca “irrasyonel” olarak tanımladı. Ancak bununla nasıl baş edeceğini hala öğren(e)mediği gibi, bunu hiç değilse “kendine saklamayarak” bolca çaresizlik sergiledi.
Öte yandan “öğrenilmiş çaresizlik”, “algı manipülasyonu”, “Maslow piramidi”, “kutuplaşma”, “endişe/korku/duygu siyaseti”, “şu/bu siyaseti”, “empati”, vb. betimsel (descriptive) bile olmaktan aciz etiket terimler koymak yoluyla (her ne olguları temsil ettiği varsayılıyorsa artık!) onları “değiştirmek” şöyle dursun, açıklamadığını bile göremedi.
Böylece muhalefet sıklıkla “yumuşak karnından” dürtüldü. “Hassas sinir uçlarından” uyarıldı. Bir yandan kendisiyle zaten aynı rasyonel dili kullanan kendi seçmenine hitap ederek yakındı. “Ama önce o başlattı”, vb serzenişlerle ve moral destek aradı.
Diğer taraftan hem bu dilden anlamayan stratejik Cumhur İttifakı seçmenine liderlerini şikayet ederek oy devşireceğini umdu. Hem de hala “kötüsün, hırsızsın, yalancısın, ahlaksızsın, namertsin, vicdansızsın, vb. Erdoğan” söylemleriyle yangına körükle gitti . Yarılmayı ve şiddeti tırmandırdı.
Muhalefet İttifaklarının geçtiğimiz iki seneyi nasıl iyi değerlendir(eme)diği konusundaki görüşlerim zaten önceki yazılarımda var. Keza, Kılıçdaroğlu’nun hangi belirli siyaset hatalarına rağmen neden Türkiye için en uygun, hatta gerekli CB adayı olabileceği konusundaki düşüncelerim de. Şimdi yinelemek anlamsız.
“SON KARARINIZ MI?” KILIÇDAROĞLU
Fakat bu hafta artık son. O bakımdan özetle Kılıçdaroğlu’nun artık yapıp, yapmamasında yarar gördüğüm en önemli hususları artık uzunca gerekçelendirmeden madde madde yazayım:
1) Erdoğan’ın seçmen olarak bir tek oyu var. Retorik olarak bile “Erdoğan,…” hitabı yanlış. Ona değil, kendi ajandasını kendini seçmek isteyen seçmeni muhatap alarak ,anahatlarını kesin ve kalın çizgilerle anlatılması gerekiyor.
2) Yani karşı karşıya kaldığı asimetrik güç ve haksız yarış koşullarını , yalanı, dolanı, iftiraları, kara propagandaları, vb. onu CB yapabilecek yeterli sayıdaki potansiyel seçmen kitlesi zaten görüyor., biliyor. Bunları tekrarlamanın, hele Erdoğan seçildiği takdirdeki türlü “felaket senaryolarını”, TBMM’ye kimlerin girdiğini, İmralı’ya kimlerin gittiğini popülasyona daha fazla anlatmanın zerre yararı yok.
3) Zaten başlı başına “Tek Adam Sistemi” retoriğinin temcit pilavı gibi beyinlere kazınması, “Güç Erdoğan’ın iki dudağı arasında” vb sözde analizlerin hala sürdürülmesi bile kendisini ve seçmenini “ezik ve kaybeden” konumunda “eksi” noktadan başlatmaya yetti. Geçtiğimiz seçim başarısıyla ancak o “sıfır noktasına” getirilebildi diye düşünülmeli. Oradan devam etmeli.
4) Bundan sonra da tırmanacak olan, artık “sinir uyarıcı bile değil, harap edici” kasıtlı çirkin saldırılara özellikle dikkat: “Savcının” yalan ithamlarına birer birer cevap yetiştireceğim diye verilecek “simetrik yanıtlar” kendi niteliğini de aşağı çeker. Bir kere “yargıç” yok. Potansiyel seçmeni ile mahkeme salonunda maruz bırakıldığı haksız ithamlar yüzünden kendini aklamaya çalışan “sanık” konumuna ve psikolojisine asla sokmamalı. Zaten “Sen iftira ediyorsun. Ben ne zaman terörist oldum, vb” gibi beyanlar hepten yanlış.
5) “Pozitif siyaset” filan da son derece abuk ve yukarıdaki kategoriden, karşılıksız laflar. bence Fakat seçmen Kılıçdaroğlu’nda İmamoğlu ile Karadeniz mitinglerindeki gibi olumlu, güler yüzlü, kendinden emin, dingin, sakin , sabırlı, kararlı , şefkatli, kucaklayıcı üslubu görmek istiyor. Kül yutmaz hesap uzamanı bürokrat, imajını zaten içselleştirdi. Seçim kampanyasındaki her iki şarkı da iyiydi, motive ve mobilize ediciydi. Çünkü umut vericiydi. Şimdi düş kırıklığından yorulmuş ve çökmüş seçmenin de, bence kendisinin de daha bile çok gereksinim var bunlara. Aynı anda iki şeyi birden yapamaz mı demek muhalefet? Umut içi boş bırakılırsa umutlandırmaz diye de ayrıca yazmıştım.
6) Dolayısıyla hangi danışmanı her ne önerirse önersin, şu gelinmiş son (vurucu) aşamada takınılan “sertlik” uslup olarak yanlış. İyi taşınamayan kostüm gibi sırıtır. Yukarıda değindiğim duygu durumsal, reaksiyonel ve ürkek seçmeni negatif etkiler. Birlik ve beraberliği, parti liderleri arasındaki stratejik pazarlıklarla “birleşe birleşe kazanacağız” mesajlarından almıyor, onaylamıyor. Sahici huzuru ve barışı üslupta ve olgun siyaset dilinde görmek istiyor; “masaya vuran ellerde”, “sert erkek rollerinde” eril ve baskıcı siyaset biçiminde değil.
7) Zaten seçim sonrası söylemdeki içerik olarak da bariz çark etme bence kazandıracak yönde değil. Son dakika hamlesi kampanya mesajları da hem çok kalabalık, hem de gücünü zayıflatıcı. Aynı ağırlıkta değiller zaten, yalınlaştırılabilir. Milliyetçilik, laiklik konularında “verilen taviz” ve “her nabza göre şerbet verme pragmatizmi” veya “omurgasızlık” olarak adlandırılabilecek ve kazanılmak istenen seçmenin hiç hoşuna gitmeyecektir. Nitekim Oğan onun için de beğenildi.
8) Fakat geçen hafta oy kullanmamış seçmene “Oğan’ın seçmeni” gibi bakılması (pazarlık ayrı konu) , “ucu ve dili” CHP’nin milliyetçilik okundan daha sivri “vatanperverlik” ve diğer mesajlar tehlikeli davetiye çıkardı. Bunlara özellikle BabalaTV ve diğer kitlesel performanslarından önce odaklanılmasında yarar görüyorum. Kılıçdaroğlu, iktidarın ülkeyi gerek uslup gerekse içerik olarak çok aşağı çekmiş olduğu seviyeden ve onunla simbiyotik ilişkiden özgürleşmeden kalarak toplumsal yarılmayı asla aşamaz.
9) Bilirsiniz bazen “ameliyat başarılıdır, fakat hasta ölür”. Bazen de “oyuncuda “acemi şansı” vardır, hiç bir hamlesini kuralına uygun yapmadan , sezgisel oynasa bile kazanır. Önümüzdeki seçimin sonrası da olacağı için “doğru/iyi/güzel olanın yapılarak, yani hak edilerek başarılı olunmasını her zaman olduğu gibi süreç boyunca da şimdi de son derece önemsiyorum. Dolayısıyla ve özetle, Kılıçdaroğlu’na Çankaya kapısını açacak olan “Açıl Susam Açıl” bütünleştirici siyasetin kilit sözcükleri.
10) O bakımdan, sonuç olarak tüm bunlar “seyirci, dost desteği, %50/%50 joker kartları” gibi okunup kullanılabilir. Fakat seçimden önce Türkiye’nin CB olmak ve Türkiye’ye de kazandırmak istiyorsa “son kararını” verecek olan Kılıçdaroğlu’dur. Seçimde ise kendimiz ve Türkiye için karar vererek son sözü söyleyecek olan da elbette biz seçmen yurttaşlar.