ağız şapırdatma nedenleri / Misofonya: Ağız şapırdatma sesi gerçekten insanları çıldırtabilir mi?

Ağız Şapırdatma Nedenleri

ağız şapırdatma nedenleri

Katı Gıdaya Erken Başlamana Neden Olan 6 Yanlış İşaret

1. Gece Sık Uyanma

Gece uyanmaları için birçok neden var. Bu nedenlerden geçen haftaki köşe yazımda tek tek bahsetmiştim ( seafoodplus.info ). Gece sık uyanan bir bebeğin varsa ve bunun nedeni gerçekten açlık değilse; yapacağın ilk eylem, gibi emzirip yatırdığın bebeğini ’da tekrar emzirmek olsun. Eğer sütün yeterliyse bebeğin sabah saatlerine kadar saat deliksiz uyuyacaktır. Sütünün yeterli olduğunu biliyorsan ama bebeğin hala uyanmaya devam ediyorsa bir uyku danışmanından bilgi almanda fayda var. 6 aydan küçük bebeğin gece sık uyanıyor, doymuyor diye erken katı gıdalara başlama!

2. Aylık Kilo Alımında Azalma

Katı gıdalara erken başlamada en geçerli sebeplerden bir tanesi, bebeğin o ayki doktor kontrolünde bir önceki aya göre daha az kilo almasıdır. Oysaki 4. ay itibariyle bebeklerin gelişim hızları yavaşlamakta, buna bağlı kilo alımlarında da yavaşlama gözlenmektedir. Aylık kontrollerde bebeğinin kilo alımı durmadıysa veya kilo kaybı gözlenmediyse, gram da olsa kilo aldıysa gelişim sağlıklı bir şekilde devam ediyor demektir. Eğer bebeğin gerçekten kilo almadıysa anne sütü miktarı arttırılmalı, daha sık emzirilmeli, gerektiğinde beslenmesi mamayla desteklenmeli; ama asla katı gıdaya erken başlanmamalıdır!

3. Ellerini Emme ve Ağzıyla Şap Sesi Çıkarma

Yeni doğan bebeklerin ellerinin yumruk şeklinde olması yakalama refleksiyle doğduklarının bir göstergesidir. 3. aydan itibaren eller açılmaya başlar, yakalama refleksi kaybolur ve bebeğiniz artık kendini tanıma sürecine girer. Ellerini nasıl oynatabileceğini, ağzına nasıl götürebileceğini, ağzını nasıl kullanacağını, emme refleksi dışında hangi refleksleri olduğunu keşfetmeye başlar. Kendini tanıma süreci katı gıdalar için sadece bir ön hazırlıktır. Bu nedenle aylık bebekler arasında sık görülen ağız şapırdatma, el ve parmaklarını yalama katı gıdalara hazır olduğunun net bir göstergesi değildir.

4. Yemek Yerken Bebek Tarafından İzlenmek

3 aydan sonra bebeklerin görüş mesafesi ve netliği artar. Etraflarına karşı daha ilgili ve öğrenmeye açık olurlar. Seni sadece yemek yerken değil, her anında keyifle izlerler. Yemek yerken çatalı tutuşun, ellerini kullanman, lokmanı ağzına götürmen de bebeğin için bir meraktır. Bu durumdan katı gıdaya hazır olduğu sonucunu çıkarma lütfen. Yaptığı hareketlerin gelişiminin birer basamağı olduğunu unutma.

5. Yaşıtlarına Göre Daha Küçük Bebekler

Annelerin en sevdiği ve çok sık yaptığı bir hatadır, bebeğini yaşıtında diğer bebeklerle kıyaslamak! Bebek ayındaki diğer bebeklere göre daha küçük görünüyorsa anne hemen katı gıdaya başlar. Amaç ondan daha büyük olan bebeklere bir an önce ulaşmasını sağlamaktır! Eğer bebeğinin gelişimi, bulunduğu aya göre geriden gidiyorsa anne sütünün miktarı artırılmalıdır, bebek sık emzirilmelidir. Ya da beslenmesi mamayla desteklenmelidir. Bebeğinin gelişiminde en önemli ölçütün, aylık doktor kontrolleri ve o kontrollerde yapılan büyüme değerlendirmeleri olsun.

6. Bebeğin Erken Doğması

Erken doğan bebeklerin genellikle katı gıdalara erken geçiş yaptığını rahatlıkla görebilirsin. Halbuki prematüre bebekler anne karnında geçirmeleri gereken süreyi, dışarıda tamamlamaktadırlar. Prematüre bebeklerin gelişimleri mutlaka “düzeltilmiş yaş” sonucuna göre değerlendirilmeli ve 6 aydan önce katı gıdaya başlanmamalıdır. Nasıl hesaplanır peki bu düzeltilmiş yaş? Bebeğin 8 hafta erken doğduysa ve şuan doğum tarihine göre 20 haftalıksa; düzeltilmiş yaş değeri 12 haftadır! Doğum tarihine göre 20 hafta ve üzeri bebekler genellikle hemen katı gıdaya başlatılır. Evet onların ihtiyaçları diğer bebeklere göre daha fazla; ama bu fazla ihtiyaç katı gıdayla değil, daha sık emzirme veya gerektiğinde mamayla karşılanmalıdır.

Sevgili anne, anne sütünün yeri hiçbir besinle doldurulamaz! 6 aydan önce bebeğinin beslenmesinde yanlış bilgilendirmelerden, yanlış yönlendirmelerden, hareketlerin yanlış yorumlanmasından uzak dur ;) 

Mutlu ve sağlıklı haftalar dilerim…

&#;ocuklarda en sık g&#;r&#;len 4 uyku sorunu

&#;ocuk Sağlığı

 Son Güncelleme:

&#;ocuklarda en sık g&#;r&#;len 4 uyku sorunu

Her bireyin uykuya duyduğu ihtiyaç yaşa göre değişiyor.

Uyku; sağlıklı insanlarda niteliği ve niceliği bakımından değişiklikler gösteren, düzenli, tekrarlanan bir süreçtir. Her bireyin uykuya duyduğu ihtiyaç yaşa göre değişir. Bunun yanında cinsiyet, beslenme, hastalık, stres gibi faktörler de uyku miktarını ve kalitesini etkiler. Bu nedenle sabit bir normal uyku miktarından bahsetmek çok zordur. Kişi, uyandığında kendini zinde hissediyorsa yeterli uyku miktarı almıştır, tam tersi uyandığında kendini yorgun ve bezgin hissediyorsa uyku miktarı ve niteliği kaliteli değil demektir. Sağlıklı bir uyku çok uzun uyumak değildir. En sağlıklı uyku, uykunun hafif, derin ve REM dönemlerinin yeterince uyunduğu uykudur. REM (rapid eye movement/hızlı göz hareketleri) dönemi; hem fizyolojik belirtiler hem de rüyaların psikolojik yoğunluğu açısından gecenin en ihtiyaç görülen uyku halidir. İyi ve dinlenmiş uyanmak için REM dönemi uykusu son derece önemlidir.

Uykuda görülen davranış bozuklukları

Kabuslar: Her yaşta ortaya çıkabilir. En yaygın olarak yaşlarında görülür. Uykunun her döneminde görülebilir. Genellikle REM döneminde ve uykunun ikinci yarısında herhangi bir dış uyaran olmadan çocuğun uyanmasına yol açan korkutucu rüyalardır. Genelde bu yaş çocuklarında kabuslar zarar görmeyle ilişiklidir. Hırsız korkusu, saldırgan korkusu, canavar korkusu, ölüm korkusu şeklinde olabilir. Çocuk uykusundan ağlayarak uyanır ve birkaç dakikadan önce kendine gelemez. Panik halinde uyanır, uyandıktan sonra da anne veya babasını yanında görmek ister. Rüyasını hatırlar ve tekrar aynı rüyayı görmekten korktuğu için bir sonraki gece yalnız başına uyumaktan kaçınır. Yalnız başına uykuya yatırıldığında ise yine kötü rüya görmekten korktuğu için uykuya dalamaz, rahat değildir, hatta pek çok zaman kötü rüyayı gördüğü odada yatmak istemez.

Gece korkusu: Genellikle yaşları arasında görülür. Bu duruma “Uyku terörü” de denilebilir. Cinsiyet farklılığı yoktur. Çocuk bir anda kalkar ve ağlamaya başlar, çığlık atar. Rüyasını yani onu neyin korkuttuğunu hatırlamaz. Nadiren görülür. Uykunun başlangıcından sonra saat içinde olur, çocuk yoğun bir endişe içindedir. Uyanması zor olur ancak çocuk kendine geldikten bir süre sonra desteksiz uyuyabilir.

* Uyarı: Eğer gece uyanınca olaya otomatik hareketler eşlik ediyorsa (ağız şapırdatma, göz kırpma el burkma vb.), kasılmalar oluyorsa ( dakikada doruğa çıkıp 15 dakika içinde düzelme gösteriyorsa) veya idrar kaçırma varsa ek olarak o dönme ait unutkanlığı varsa mutlaka EEG gerekir.

Uyurgezerlik: Gecenin 1/3’lük kısmında ortaya çıkan ani motor aktivitenin başlamasıyla ortaya çıkar. 5 yaş civarında başlar, 12 yaşında sıklığı artar sonra azalır. Genetik faktörler uyurgezerlikte oldukça etkilidir. Kişi uyurgezerlikte yatakta oturmaya başlar, boş ve anlamsız yüzle etrafına bakar, çevre üzerinde duyarlılıkta azalma vardır, etrafındaki objelere karşı kayıtsızdır. Kalkar ve yürümeye başlar. Etrafında ne olduğuyla ve nereye gittiğiyle ilgili değildir. Hastanın oda düzenlemesinin yapılması, yanında bu sorunun konuşulmaması, aileye uyurgezerlikle ilgili bilgi verilmesi, uyurgezerliğin meydana geldiği saatten dakika önce uyandırılması, gerekiyorsa ilaç tedavisinin yapılması önerilir.

Noktural Bruksizm: Çocuğun dişlerini birbirine sürtmesi, gıcırdatmasıdır. Nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Bruksizmin yol açtığı en önemli sorun; dişlerdeki aşınmadır. Diş gıcırdatmanın şiddetli olduğu durumlarda çene ekleminde sabah kalkınca ağrı görülebilir. Gidişatı azalıp artabilir. Kaygı miktarındaki artış, stres, aile içi huzursuzluk, okul sorunları veya kayıplar bu sıkıntıyı artırabilir. Çocuğun stresle başa çıkma mekanizmalarını güçlendirmek sıkıntının hafiflemesine yardımcı olabilir.

Psikolog Armağan Pınar Adanar

False

Misofonya: Ağız şapırdatma sesi gerçekten insanları çıldırtabilir mi?

Sakız çiğneme, diş fırçalama, yemek yeme, ağız şapırdatma, esneme veya horlama sesleri sizi çileden çıkarıyor mu? Eğer cevabınız evetse, yalnız olmadığınızı söyleyebiliriz. Misofonya olarak isimlendirilen bu durum, ilk duyulduğunda pek bir anlam ifade etmeyebilir; ancak bazı insanların hayatında gerçekten önemli bir yer teşkil ediyor. Günümüzde çok yaygın olmasa da görülen bu sendrom, kimi insanların hayatları için çok zorlu bir durum olabiliyor. Bu konu üzerine çok fazla araştırmanın bulunmaması da ayrı bir sorun olarak değerlendiriliyor. Gelin, misophonia nedir ve araştırmalar bu konuda neler söylüyor detaylı bakalım.

Misofonya (Misophonia) nedir?

Misophonia, bazı seslerin duygusal veya fizyolojik tepkileri tetiklediği bir bozukluk olarak tanımlanıyor. Bu tepkiler, öfke ve sıkıntıdan paniğe ya da kaçma ihtiyacına kadar değişebiliyor. Seçici Ses Duyarlılığı Sendromu olarak da tanımlanan misofonyaya sahip kişiler; tırnak kesme, nefes alma, koklama, konuşma, hapşırma, yürüme, sakız çiğneme, gülme, ıslık veya öksürük gibi düşük düzeyli seslerin kendilerini çıldırttığını ifade ediyorlar. Öte yandan, yutma, höpürdetme, boğaz temizleme, dudak yalama, burun çekme, yazı yazma sesi, kumaş-kağıt hışırtısı, saat sesi, ayakkabı sürtmesi, tırnak törpüleme, camların tıkırdaması ve hatta kuş sesleri de bu sendromu tetikleyen sesler arasında yer alabiliyor.

Bu tür sesler karşısında rahatsızlık duyan kişiler, odayı terk etmek, bağırmak veya elleriyle kulaklarını kapatmak için yoğun bir dürtü hissedebiliyorlar. Tetikleme sesleri kişiden kişiye oldukça büyük farklılıklar gösterebiliyor; sesler zaman içinde değişebildiği gibi artış da olabiliyor. Misophonia, genellikle belirli bir sese tepki olarak başlasa bile, sonunda diğer sesler de çeşitli fiziksel ve duygusal tepkileri tetikleyebiliyor.

Belirli seslere karşı hassas olduğunuzu düşünüyorsanız ya da çevrenizde seslere karşı aşırı tepki gösteren tanıdıklarınız varsa misofonya belirtileri konusunda bilgilenmek isteyebilirsiniz. Misofonyanın başlıca duygusal ve fiziksel belirtilerini şu şekilde sıralamak mümkün. Tetikleyici sesler karşısında: Rahatsızlık duyma, iğrenme, öfke patlaması, saldırgan davranışlar, huzursuzluk ve/veya sinirlilik, kapana kısılmış hissetme, göğüste sıkışma veya basınç, artan kalp atış hızı, kontrol kaybı, panik duygusu yaşanabiliyor.

Farklı durumlar karşısında da benzer belirtilerin ortaya çıkması mümkün olduğundan uzmana danışmadan misofonya kanısına varmanın doğru olmadığını da belirtmekte fayda var.

Araştırmalar misofonya hakkında neler söylüyor?

Misofonyayı ilk duyduğunuzda size çok bir anlam ifade etmeyebilir; ancak bazı insanların hayatında gerçekten önemli bir yer teşkil ediyor. Günümüzde çok yaygın olmasa da görülen bu sendrom insanların hayatları için zorlu bir durum olabiliyor. Bu konu üzerine çok fazla araştırmanın bulunmaması da ayrı bir sorun olarak değerlendiriliyor.

TED Talks konuşmacısı ve nörobilimci Vilayanur Ramachandran, bu konuda çalışma yürüten kişilerin başında geliyor. İnternet üzerinden ilk destek grupları laboratuvarla iletişime geçtiğinde University of California’da okuyan doktora öğrencisi Miren Edelstein ‘şüpheci’ yaklaştıklarını itiraf ediyor. Bunun nedeni daha önce kimsenin böyle bir rahatsızlığı duymamış olmasından kaynaklanıyor.

Edelstein ve arkadaşları destek grubundan 11 kişiyle görüşme yaptıktan sonra, hepsinin de benzer eğilimleri olduğunu fark ettiler. Her gönüllü ‘şapırdatma, ağızla ses çıkarma’ gibi seslere yoğun tepkiler veriyordu.

Misofonya rahatsızlığı olan insanlarla olmayan insanların beraber katıldığı bir başka deneyde ise gönüllülere sakız çiğneme, şapırdatma, koklama gibi sesleri yüksek ses şiddetiyle dinlettiler. Katılımcıların hepsi negatif tepkiler verirken misofonya rahatsızlığı olan kişiler diğerlerine göre daha fazla tepki verdiler. Bu belirtiler gösteriyordu ki, misofonya rahatsızlığı olan insanların beyindeki sesi algılama bölümü ve duyguları düzenleyen limbik sistem arasındaki olağan dışı güçlü sinirsel bağlantı bulunabilir.

Gönüllüler reaksiyonlarının uygunsuz ve aşırı olduğunun farkındaydılar ve Edelstein’a ses duydukları yaptıkları anda odayı terk etme, telefonla konuşuyormuş gibi yapma ya da sesi taklit etme gibi savunma mekanizmalarını nasıl geliştirebileceklerini sordular. Bu gibi bazı savunma mekanizmalarının hayatlarını ve işlerini olumsuz etkilediğinden bahsettiler.

Yapılan araştırmalar her ne kadar misofonya rahatsızlığı olan insanların savunma mekanizması geliştirdiğini söylese de, bu araştırma esasında 11 gönüllü kişi üzerinde yapılıyor. Bu problemi yaşayan diğer insanlarda aynı durumun yaşanıp yaşanmadığı konusunda net bir bilgiye sahip değiliz.

Yapılan başka bir araştırma ise misofonyanın genel nüfusta ne kadar yaygın olarak görüldüğü ile ilgiliydi. Klinik psikoloji doktora öğrencisi Monica Wu, Psikiyatrist Eric Storc ve University of South Florida’daki öğretim görevlisi arkadaşları lisans öğrencisi üzerinde misofonya semptomlarını araştırdı.

Wu ve arkadaşları, katılımcı öğrencilerin %20’sinin önemli misofonya semptomlarını taşıdığını ortaya çıkardı. Wu, bu durumu ‘Florida öğrencilerinin seçici ses uyarıcılarına karşı aşırı reaksiyon göstererek semptomları taşıdıklarını ortaya çıkardılar’ diyerek açıkladı ve ses uyarıcılarının ağız sesleri olduğunun altını çizdi. Aynı zamanda ilginç bir şekilde bu öğrenciler de içinde bulundukları durumdan kurtulmak için benzer savunma mekanizmaları kullanıyorlardı. Üzücü bir şekilde, semptomları taşıyan öğrencilerin yarısı, tüm öğrencilerin %10’u okulda ve işte bu durumla başa çıkmakta zorlandıklarını belirttiler.

Merak uyandırıcı bir şekilde Wu, misofonya semptomların devamında anksiyeti, depresyon ve obsesif-kompulsif bozukluk rahatsızlıklarını izlediği ortaya çıktığını dile getiriyor. Ne yazık ki, Wu’nun araştırması zihinsel rahatsızlıklarla misofonya arasında bağlantı olduğunu gösteren ilk araştırma olarak karşımıza çıkmıyor.

yılında psikolog Arjan Schröder ve arkadaşları University of Amsterdam’da misofonyanın yeni psikolojik bozukluk olarak sınıflandırılması önerisini sundular. Misofonyanın obsesif-kompulsif bozukluk spektrumunda kategorilendirilmesi gerektiği önerdiler. Misofonya rahatsızlığından şikayetçi 42 danışan özelinde yaptıkları araştırmalarda hepsinde benzer sendrom olduğunu ortaya çıkardılar: Spesifik seslerin tetiklemesiyle agresif tepkiler verme ve savunma mekanizmalarıyla sosyal olarak izole olma. Schröder danışanların neredeyse yarısının obsesif-kompulsif rahatsızlığı içeren kriterleri karşıladığını belirtiyor.

Misofonya tedavi edilebilir mi?

Aslında bu sorunun cevabı; hayır. Wu hastalık hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan ilaç tedavisine başvurmanın yanlış olduğu kanaatinde. Fakat söz terapiye gelince, bu konuda umutlu olduğunu belirtiyor. Ekibinin 2 hastaya bilişsel davranışçı terapi uygulayarak başarılı sonuçlar aldığını dile getiriyor. Yine de, misofonya üzerine araştırma yapan herkes onu psikiyatrik bir vaka olarak tanımlamıyor.

Emory University Otolarengoloji Profesörü Pawel Jastreboff misofonyayı ‘aşırı,kusurlu ve uygunsuz yaklaşım’ olarak değerlendiriyor. O ve eşi Margaret Jastreboff, yılında temmisophonia’yı bularak literatüre kazandırdılar. Araştırmacı çift misofonyayı ses toleransının düşük olması olarak tanımlıyor. Pawel, yüzlerce misofonya hastasıyla karşılaştığını ve çok çok azında psikiyatrik bir durum gördüğünü ifade ediyor. Dahası, çift Hollandalı psikiyatristlerin obsesif-kompulsif rahatsızlıkla misofonya arasında hatalı bir bağ kurduklarını belirtiyor.

Jastreboff’lar misofonya için öğrenilmiş tepki demeyi daha uygun buluyorlar. Onlara göre misofonyası olan insanlar kendilerini rahatsız eden durumlar için negatif tepki vermeyi öğrenmişler. Bu düşünceye dayanarak, Jastreboff çifti hastalara duyarsızlaştırma terapisi uyguluyorlar. Bu terapide, danışanlar aşamalı olarak daha önceden negatif tetikleyici gösterdikleri sesleri pozitif deneyimlerle bir araya getirmeyi başarıyorlar. Örnek vermek gerekirse, ağzını şapırdatarak kurabiye yiyen bir kişiye sinir olmadan lezzetli kurabiyenin tadına bakmak için onla beraber kurabiyenin kokusunu alıp yiyebiliyorlar.

‘Misofonya kesinlikle başarılı bir şekilde tedavi edilmeli; ancak önemli olan nasıl tedavi edileceğini bilmek.’ diyor Pawel Jastreboff.Pawel, danışanının ’sinde yani %83’ünde duyarsızlaştırma terapisinin başarılı olduğunun altını çiziyor.

Yine de Pawel’in verilerine göz gezdirince araştırmasının en önemli metot olan randomize kontrollü çalışma değil gözlemsel olduğunu anlayabiliyorsunuz. Jastreboff çiftinin bütün danışanları aynı terapiyi görmüş olup, hiçbir terapi görmeselerdi ya da farklı bir tarz terapi görselerdi hastalar nasıl bir gelişme göstereceklerdi bunun karşılaştırmasını yapamıyoruz. Ayrıca, bu terapinin plasebo etkisi gösteriyor olma ihtimali üzerinde de durabiliriz.

Yine de Pawel’in bu durumdan habersiz olduğunu söylemek yanlış olur. Pawel, bu konu için ‘Eğer kontrollü çalışmalar boyunca terapilerin değerlendirmesini yapabilseydik bu iyi bir fikir olurdu. Umarım gelecekte biri bunu yapar.’ diyor ve bunun 10 milyon dolarlık bir maliyeti olduğundan dolayı gerçekleştiremediklerinin altını çiziyor.

Dürüst olmak gerekirse, misofonya hakkında süregelen tartışmalar için çok da şaşırmamak gerekiyor. Yeni bir rahatsızlık olduğundan ve üzerine yeterli sayıda araştırma yapılmadığından dolayı bu tartışmalar daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor.

Kaynak: seafoodplus.info

İlginizi çekebilir:Zeigarnik etkisi hakkında tüm merak edilenler: Nedir? Nasıl çalışır, ne işe yarar?

Ağız şapırdatma sesine hassasiyet hastalık habercisi olabilir!

“Bazı seslerden rahatsızlık duymak” olarak tanımlanan mizofoni rahatsızlığı ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Psikiyatri Uzmanı Dr. Emrah Güleş, “Başka insanların yemekleri çiğneme, ağız şapırdatma ve parmakların masaya vurulması gibi seslerden rahatsız olanların mizofoni hastası olabileceğine dikkat çekti.

TEKRAR EDEN SESLER RAHATSIZ EDİYOR

Misofoni hastalığının Yunanca’da nefret etmek ve ses kelimelerinin birleşimiyle oluşturulduğunu belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. Emrah Güleş, “Bu hastalıkta kişinin belirli seslere toleransı azalmış oluyor. Çiğneme, yutma, derin nefes alma, ağız şapırdatma, klavyede yazı yazma, parmakların masaya vurulması ve takırtılı sesler bu rahatsızlıkta en çok rahatsız eden seslerin başında geliyor. Bu gibi seslerin ortak özelliği genelde tekrar eden sesler olmasıdır. Misofoni hastalarının bu seslere tepkisi genelde sinirlenme ya da huzursuzluk hissi şeklinde oluyor ve bu seslerden kaçınmaya ya da kaçmaya çalışıyorlar.” dedi.

MİZOFONİ YAŞLARINDA BAŞLIYOR

Mizofoni hastalığının daha çok kadınlarda görüldüğüne dikkat çeken Psikiyatri Uzmanı Dr. Emrah Güleş, “Hastalığın sebebi bilinmiyor ancak hem nörolojik hem de psikolojik bir bozukluk olarak değerlendiriliyor. Mizofoni ortalama olarak yaşları arasında başlıyor. Yapılan çalışmalar, beynin bazı bölümlerinde aktivitenin daha fazla olduğu gösteriyor. Obsesif kompulsif bozukluk, anksiyete bozukluğu ve tourette sendromunun mizofoni hastalarında sıklıkla beraber görülen hastalıklar olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca kulak çınlaması olan kişilerde de mizofoni çok görülüyor.” diye konuştu.

DAVRANIŞÇI TERAPİ TEDAVİDE BAŞARILI OLABİLİR

Psikiyatri Uzmanı Dr. Emrah Güleş, mizofoni hastalığı için üstünde anlaşmaya varılmış bir tedavi yöntemi olmadığını ancak bilişsel davranışçı terapi ve duyarsızlaştırma terapisi gibi terapi yöntemlerinin başarılı olabileceğini söyledi.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir