Mesut ILGIM
Tarihimiz, hatta yakın tarihimizle çok barışık bir toplum olduğumuz söylenemez. Hatta benim gibi ellili yaşlarını çoktan gerilerde bırakmış kimseler bile, eğer özel merakları yok, belli tarihi konularını ilgi alanı olarak seçmemişlerse, en son lise sıralarından veya üniversite eğitimleri sırasında mecburen aldıkları inkılap tarihi dersleri ile sınırlı kalır bütün tarih bilgileri.
Son senelerde, İlber Ortaylı, Murat Bardakçı gibi kişilerin özel çabaları ile tarih daha popüler hale getirilmeye başlandı; bunların yanı sıra Prof. Halil İnalcık gibi büyük isimlerin otobiyografileri de yayınlanmaya başlanınca, tarihe olan ilgi ivme kazandı. Tarihi kişiliklerle ilgili ister roman türünden olsun, ister anı kitabı olsun, sayıları hızla artan yayınlar da buna eklenince, pek çok kimse tarihi başka bir gözle, başka ve daha da önemlisi daha akılcı bir yaklaşımla okuyup anlamaya başladılar. Bunun sonucunda da tarihi yalanlar diyebileceğimiz bir takım mitler birbiri ardına yıkılmaya başladı.
Benim bu yazı dizisi ile sizlere aktarmak, sizlerle paylaşmak istediğim konu ise oldukça yakın bir tarihle ilgili. Hepsi hepsi üç çeyrek asır kadar geçmişi olan bir konu.
Çocukluğumda, bazıları babamın da dostları olan ve Hitler zulmünden kaçıp Türkiyeye yerleşen birtakım bilim adamlarının, doktorların isimleri evimizde konuşulurdu. Hatta yakın bir dostumuzun eşi olan bir hanım da, o zamanların Fatihinde bir tek babamın bir yazı makinesi olduğundan, akşamları bizim eve gelir ve doktora tezini yazardı. Sonraları bu hanımın (Prof. Dr. Saadet Ergene Bayramoğlu), Almanyadan göçen bilim adamlarından efsane isim Prof. Curt Kosswigin asistanı olduğunu öğrenecektim. O eski Erika yazı makinesinde yazılan, Saadet Hanımın Türkiye Kuşları adlı ve bana ithaflı kitabı, hâlâ sıkça başvurduğum bir referans kitabı olarak kitaplığımda durur.
yılı sonunda aktif çalışma hayatımı noktalayıp da emeklilik günlerimi renklendirecek bazı uğraşlar planlarken, o zamanki Alman Başkonsolosu Reiner Moeckelmanndan aldığım bir telefon, önüme o zamana kadar sadece, az önce de değindiğim bazı küçük tesadüflerin dışına çıkmayan, bu mülteci Alman Bilim Adamları konusunu çıkarttı. O günden beri gerek Türkiyeden, gerekse de yurt dışındaki sahaflardan temin ettiğim bu konu ile ilgili çok sayıda kitap, her seferinde önüme yepyeni ufuklar açtı. Araştırmalar ilerledikçe de karşıma birbirinden değerli, biribirinden ilginç bilgi ve belgeler dökülmeye başladı.
Ulaştığım ilk kaynak, bu yabancı bilim adamlarının en önemlilerinden biri olan Prof. Ernst Hirschin Weimar Cumhuriyetinden Atatürk Türkiyesine alt başlıklı, Anılar adlı kitabı oldu. Bu kitabın ilk çevirisi daha yılında yapılmış ve o tarihte İş Bankası Vakfı tarafından yayınlanmıştı. O zaman kitabın bir kısmını okumuş, bir kenara kaldırmışım. Sonraki senelerde ve bugün hâlâ bu kitap TÜBİTAK Yayınları arasında yer almakta, şimdilerde de baskısını yapmış durumda.
Bir vesile ile, geçtiğimiz günlerde görüştüğüm Ernst Hirschin Türkiyede dünyaya gelen ve babasının bir Türk ismi verdiği oğlu Enver Hirsch; bu kitabının Türkiyede hâlâ basıldığını, hatta baskıya ulaştığını duyunca, telefonda ağlamaklı bir sesle, kitabın Almanyada artık ilgi uyandırmadığı için son nüshalarının da kitabı çıkartan yayınevi tarafından hurda kağıt olarak satıldığını söyledi.
Ancak, yılı içinde, aralarında benim de bulunduğum ve bu büyük ismin, bu büyük adamın tarihin karanlıklarına gömülmesine yürekleri elvermiyen bir avuç Hirsch dostunun gayretleri ile, kitabın, Hirschin sadece Türkiye yıllarını anlatan bölümü, Almanyada tekrar yayınlandı.
Yine Almanyadaki bir sahaftan edindiğim Prof. Fritz Neumarkın Boğaziçine Sığınanlar adlı kitabını da okurken, o insanların hangi koşullar altında bu ülkeye sığındıklarını, neler yaşadıklarını ve de ülkemize neler kazandırdıklarını her seferinde daha büyük bir heyecanla, duygu fırtınaları içine savrularak yaşıyorum.
Bu olayın mimarlarından biri olan patalog Prof. Philipp Schwartzın Kader Birliği adlı yapıtı da olayın boyutlarını, o tarihlerde yaşanan heyecanı bütün ayrıntıları ile anlatıyor.
Nihayet bütün bu araştırmaların taçlandırılması, diye nitelendireceğim olay da yılının Ekim ayında yaşandı. Başbakanlık arşivlerinin tozlu raflarında 75 yıllık bir kış uykusuna yatmış olan, tartışmasız asrın en büyük dehası, Prof. Albert Einsteinin Atatürkün Cumhuriyetine yolladığı bir başvuru yazısı elime geçti.
Bundan sonra olaylar çorap söküğü gibi gelişti ve bu yazının 29 Ekim günü Hürriyet Gazetesinde, dostum Murat Bardakçı tarafından yayınlanmasından kısa bir süre sonra, Amerika Birleşik Devletlerinden, daha evvel tanımadığım bir araştırmacıdan (Arnold Reisman), Einsteinin mektubuna, dönemin başbakanı İsmet İnönünün yolladığı cevap yazısı da elime geçti.
Bu her iki yazı ve içerikleri konusunda biraz sonra daha ayrıntılı bilgi vereceğim. Ama şimdi, kısaca Üniversite Reformu ve çoğu Yahudi kökenli, tartışmasız çağlarının en önemli bilim adamları konusunda biraz bilgi vereyim.
Atatürkün benzersiz dehasının bir başka ürünüdür Üniversite Reformu.
O tarihlerde, İstanbulda Darülfünun adıyla kurulmuş ve Fransız modelinden esinlenerek oluşturulmuş bir üniversite vardır. Diğer yandan sayıları civarında tahmin edilen medrese ile, askeriyeye ait 4 yüksek okul ve nihayet (şimdiki adı ile Mimar Sinan Üniversitesi) Sınai-i Nefise mektebi. Bu sonuncusu güzel sanatlar alanında eğitim vermektedir. Darülfünun da ise klasik bir üniversitenin hemen hemen bütün bölümleri mevcuttur. Ancak Darülfünun üzerinde ciddi bir kontrol mekanizmasının (özellikle din adamları tarafından) olduğu da biliniyor.
Nitekim Darülfunun yaşamı boyunca 10 defa kapatılır. Sonuncu kapatılması, tıp fakültesinde canlı kediler üzerinde deney yapıldığı yolunda bir ihbar üzerine gerçekleşir ve Darülfünun tam bir sene kapalı kalır.
Atatürk bütün bunları biliyor, izliyor ve yakınındaki kişilerle de sık sık tartışıyordur. Atatürkün bilim, eğitime ve bilim adamına verdiği değerin örneklerini pek çok sohbetinde, yazılarında; dost ve yakın mesai arkadaşlarının daha sonra yayınladıkları anılarında görmek mümkün.
Nitekim bu olgunun en büyük delillerinden birisi de Atatürkün Kurtuluş Savaşı süresince ülkedeki bütün öğretmenleri, üniversite öğretim üyelerini, seferberliğe dahil etmemiş olmasında görülür.
Atatürk, kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanmasından sonra, pek çok konularda yenilikler yapmakta, batının en başarılı örnekleri, genç Cumhuriyetin kurum ve kuruluşlarına adapte edilmektedir.
İşte bu evrede, zamanın Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip görevlendirilir. Darülfünun ele alınacak, incelenecek ve modern çağın hedef ve beklentilerine göre yeniden şekillendirilecektir. Reşit Galip, İsviçreli pedagog ve üniversite organizasyonlarında deneyimli bir kişi olan Prof. Albert Malche ile temas kurar ve onu ülkeye davete eder.
Malche Türkiyeye gelir ve bu ilk gelişinde bütün kurum ve yetkilileri ile uzun görüşmeler, incelemelerden sonra ülkesine döner ve kısa bir süre sonra, pek çok öneri içeren 95 sayfalık bir rapor gönderir.
Bu raporun tamamı üzerinde Atatürkün el yazısı ile tuttuğu notlar incelendiğinde, Atatürkün tartışılmaz dehası, büyüklüğü bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu notların içeriği, özellikle üniversite ve bilim adamının bağımsızlığının ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Öğrencinin sosyal bir katman olarak üniversite yaşamına nasıl entegre edilmesi gerektiğine dair öneriler vardır.
Aynı tarihlerde Almanyada Hitler iktidarı eline geçirmiştir ve öteden beri hazırladığı ve Mein Kampf adlı kitabında da çekinmeden açıkladığı caniyane planlarını da bir bir uygulamaya koymaktadır. Bunlardan birisi de Yahudi asıllı veya eşi Yahudi olan, komünist veya Hitler karşıtı söylem ve davranışları belli olan üniversite öğretim üyelerinin işlerine son vermek. Bu uygulamanın sonucunda, bir gecede işlerinden olan ve sayıları lere varan bilim adamlarının büyük çoğunluğunun tek kusurları, Yahudi asıllı olmalarıdır. Oysa ki, bu insanların yaptıkları şey bilimdir, bilimi aktarmaktır.
İşte bu evrede, işlerine son verilen bu akademisyenlerin sözcüsü durumunda olan Prof. Philipp Schwartz, dostu Prof. Malche tarafından İsviçreye görüşmeye davet edilir.
Görüşmede, Malche, Schwartza Türkiyedeki yeni oluşumlardan bahseder ve arkadaşlarının böyle bir oluşumda yer alıp alamayacaklarını sorar. Schwartzın listesi yanındadır.
Malche aynı yıl içinde, çantasında Schwartzın listesiyle, üçüncü kez Türkiyeye doğru yola çıkar.
Reşit Galiple yapılan görüşme sonunda bu ilk grup için ilk 5 yıllık sözleşmeler imzalanır ve hemen hemen akla gelebilecek her daldan bilim adamları yılı sonbahar aylarında Türkiyeye doğru yola çıkarlar. Bu ilk grubun büyük çoğunluğunu tıp adamları oluşturur.
Bu kişilere verilecek maaşlar oldukça dolgundur (emsalleri Türk öğretmenlerin katı kadar), İstanbulun iyi semtlerinde oturacaklardır. Ancak bir başka sözleşme maddesi gereği de, 3 sene boyunca derslerini tercüman kullanarak verecekler, ama en geç üç sene sonra Türkçe öğrenip, dersleri Türkçe olarak vereceklerdir.
devamı haftaya
Mardin’i modern sanatın merkezi haline dönüştürebilmek düşüncesiyle 4 Haziran-5 Temmuz tarihleri arasında 1. Mardin Bienali düzenlenmiştir. Bienal Mardin’in benzersiz tarihsel mimarisi ve Mardin halkının gündelik hayatıyla kaynaşan mekânlarında gerçekleşmişseafoodplus.infoel, kültürel ve coğrafi zenginliklerle dolu olan Mardin kenti, güncel sanatçılar için ilk kez bu kadar farklı ve yoğun bir deneyim alanı olmuştur. Tarihsel ve mekânsal olarak zengin geçmişe sahip Mardin’in eşsiz mimarisiyle bütünleşen sanat etkinlikleri, dünyanın kültür ve sanat haritasında kalıcı bir yer edinmesinde önemli bir etken olacaktır. Mardin, seafoodplus.info ile yine yeni paylaşımlara tanık olmuştur ve olmaya devam edecektir. Uluslararası sanat camiası ile yerel ve uluslararası sanatçıların fikir alışverişinde bulunmaları sağlanmış, çok amaçlı bir kültürel buluşma gerçekleştirilmiştir.
Mardin Bienali, sanat yoluyla Mardin coğrafyasını sanatçılar, akademisyenler, öğrenciler ve farklı kültür topluluklarıyla hareketlendirmek, yeni paylaşım ortamları yaratmak, sanatta alışılagelmiş ‘merkez’ fikrinin tanımına yeni boyutlar getirmek ve Mardin’i saygın sergiler dizisiyle merkezi bir konuma oturtmayı amaçlamaktadır.
İlki Haziran ayında gerçekleşen Mardin Bienali’nin ikincisi yine GAP İdaresi, Mardin Valiliği, Başbakanlık Tanıtma Fonu işbirliğiyle ve özel sektörün katkılarıyla 21 Eylül Ekim tarihleri arasında düzenlenmiştir. Üçüncüsü Mardin Sinema Derneği tarafından ve özel sektörün desteğiyle 15 Mayıs Haziran tarihleri arasında gerçekleştirildi. 4. Mardin Bienali Mardin Sinema Derneği tarafından ve özel sektörün desteğiyle 04 Mayıs 04 Haziran tarihleri arasında gerçekleşmiştir.
Kütüphane ve Görsel - İşitsel İhtisas Arşivi
yılında projelendirilen arşivin büyük bir çoğunluğu Ali Rıza Avni Tınaz'ın kuruma bağışladığı taş plak, bant, nota ve resimlerden oluşmaktadır. Zaman içerisinde lisans bitirme ödevleri, yüksek lisans, doktora tezleri, bilimsel araştırma projeleri, alan araştırmaları ve sanatsal aktivitelerden elde edilen video görüntüleri ile kapsamlı bir arşiv haline gelmiştir. Bugün veri girişi devam eden arşiv tamamlandığında, 'den fazla ses dosyası, yaklaşık benzersiz fotoğraf, Türk müziği ile ilgili yaklaşık kitap, 'den fazla eser notası ile Türk müziği için benzersiz bir arşiv olarak Kütüphanemizde tüm öğrencilerin, akademisyenlerin ve araştırmacıların kullanımına online hizmet vermeye devam etmektedir.
Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Görsel - İşitsel İhtisas Arşivi için tıklayınız.
Rize İlahiyat Dergisi’nin (e-ISSN: ) yayımcısı olan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, araştırma sonuçlarının yayılmasını destekleme politikasına uygun olarak arşiv politikasını duyurmaktan memnuniyet duyar:
1- Rize İlahiyat Dergisi, yazarın kendi makalelerini kişisel web sitesi ve/veya kurumsal bir havuzda arşivlemesi için makalenin nihai yayınlanmış sürümünü (yayıncı pdf) kullanmasına izin verir.
2- Yazarlar, makalelerini kaynak belirterek ve dergi ana sayfasına ya da makalenin DOI’sine bağlantı vererek halka açık ve/veya ticari konu tabanlı arşivlerde herhangi bir ambargo süresi olmaksızın arşivleyebilirler.
3-Rize İlahiyat Dergisi çalışmanın gönderilen, kabul edilen veya yayımlanan versiyonları dahil olmak üzere herhangi bir ambargo olmaksızın yazarın tercih ettiği kurumsal veya başka bir arşivde saklanmasına izin verir.
4- Yazarlar makaleyi PDF dosyası olarak indirebilirler. Yazarlar makalenin kopyalarını dilediği kurum ve kişilere herhangi bir ambargo olmaksızın gönderebilir.
Dergide Yayımlanan Versiyon
Yayım Türü: Açık Erişim
OAI: seafoodplus.info
LOCKSS: seafoodplus.info
RSS:seafoodplus.info
Ambargo Süresi: Ambargo süresi yoktur.
Açık Erişim Lisansı: CC BY-NC
Telif Hakkı Sahibi: Yazar/yazarlar telif hakkını korur.
Arşiv Yeri: Kurumsal Arşiv, Dergi Web Sitesi, Kurumsal Site, Yazarın Kişisel Web Sitesi, Halka Açık ve/veya Ticari Konu Tabanlı Arşivler.
Politika Koşulları: Dergiye atıf ve alıntı standartlarına uyularak atıf yapılması gerekir. DOI ile yayıncı sürümüne bağlanmalıdır.
Hakem Süreci Sonunda Kabul Edilen Versiyon
Ambargo Süresi: Yok.
Arşiv Yeri: Dergi Web Sitesi, Kurumsal Site, Yazarın Kişisel Web Sitesi, Halka Açık ve/veya Ticari Konu Tabanlı Arşivler.
Telif Hakkı Sahibi: Yazar/yazarlar telif hakkını korur.
Dergiye Gönderilen İlk Metin
Ambargo Süresi: Yok
Arşiv Yeri: Dergi Web Sitesi, Kurumsal Site, Yazarın Kişisel Web Sitesi, Halka Açık ve/veya Ticari Konu Tabanlı Arşivler.
Kalıcı Makale Tanımlayıcı: DOI
Rize İlahiyat Dergisi her makalesine DOI atamaktadır.
ORCID: Evet
Rize İlahiyat Dergisi, yazarların ORCID'lerinin makale meta verilerinde bulunmasını zorunlu tutar. ORCID, yazarları benzersiz şekilde tanımlayan alfa sayısal bir koddur.
ROR ID: Evet
Rize İlahiyat Dergisi, Araştırma Kurumları Kayıt Tanımlayıcısını (ROR ID) kullanır. ROR ID, dünyadaki her araştırma kuruluşu için açık, sürdürülebilir, kullanılabilir ve benzersiz kurum numara kaydıdır.
Kaynakça Paylaşımı: Evet
Rize İlahiyat Dergisi, I4OC standartlarına uygun kaynakça paylaşımında bulunmaktadır. I4OC standartları, referansların yapılandırılmış, ayrılabilir ve açık olmasını ister.