Bin Muhteşem Güneş
Uçurtma Avcısı romanıyla dünya çapında büyük büyük alkış alan Khaled Hosseini, ikinci kitabı Bin Muhteşem Güneş ile okurlarının beklentisini yine bi hayli fazla karşılıyor. Afgan asıllı yazar, Uçurtma Avcısı gibi bu romanında da dünyaya geldiğu toprakların kader çıkmazını konu ediniyor. Yaşamlarının kesişmesi üzerine sıkı dost olan iki kadının anlatıldığı Bin Muhteşem Güneş, yüreklere dokunan öyküsüyle zihinlerde iz bırakıyor. Bu romanı okurken, siz de içinde kendinizi bulacağınız bambaşka yaşamlara tanıklık edeceksiniz.
İki Farklı Hayat, Bir Göz Oda
Bin Muhteşem Güneş romanı; çarpıcı öyküsüyle yalnızca Afganistan’daki zorlu koşullara değil, tüm dünya çapındaki kadınların yaşadığı sorunlara ışık tutuyor. Romanın ana kahramanları olarak okurları, birbirinden fazla farklı koşullarda büyüyen Meryem ve Leyla adlı iki kadın karşılıyor. Evlilik dışı bir ilişkiden dünyaya gözlerini açan Meryem hayata büyük zorluklarla başlarken, bir öğretmenin kızı olan Leyla ise çok başarılı ve popüler bir çocukluk geçiriyor. Lakin her ikisinin de başına gelen acı olaylar, seneler sonra yollarının kesişmesine vesile oluyor.
Çocukluğunda annesinin ölümü üzerinde zorunlu olarak babasının evinde yaşamaya başlayan Meryem, ailenin onu istememesi üzerine ufak yaşta evlendiriliyor. Ve kocası Raşit, çocuk sahibi olamadıkları için Meryem’i sürekli olarak aşağılayarak ona senelerca eziyet ediyor. Bu arada yan evde yaşayan Leyla, ailesini savaşta kaybettiği için Meryem’in evine taşınmak zorunda kalıyor. Lakin son derece kötü ve çıkarcı bir adam olan Raşit, genç kızın evlerinde kalabilmesi için onunla evlenmeyi şart koşuyor.
Aşk ve Mecburiyetler…
Leyla başka birine aşık olmasına rağmen, çaresizlikten Raşit’le evlenmeyi kabul ediyor. Lakin genç kızın Meryem’den yaşça çok ufak olması, ikilinin rekabet etmesi yerine anne-kız gibi yaşamasını sağlıyor. Raşit ile evlendiğinde aşık olduğu adamın çocuğunu taşıyan Leyla, bu sırrı yeni eşinden gizleyerek ona Azize adlı bir kız evlat veriyor. Daha sonra da Raşit’ten olma bir evlat daha doğuruyor. Doğan bu erkek çocuk ise Zalmay adını alıyor. Ve seneler sonra Zalmay, toplumun ona biçtiği acımasız rol gereği iki kadının yaşamında da geri dönülmez acılara neden oluyor.
En Sevilen Kitaplara Hemen Şimdi Sahip Olun!
Khaled Hosseini’nin senelerdır çok satan listelerinden düşmeyen Bin Muhteşem Güneş romanını yoksa siz hala okumadınız mı? Bu kitabı hemen şimdi sipariş verin, sepete özel fırsatlar ve bi hayli hızlı teslimat avantajından yararlanmanın bunun bunun yanındalığını yaşayın!
Bin Muhteşem Güneş Pdf indir
Bin Muhteşem Güneş Kitabı Hakkında Genel Bilgiler Bin Muhteşem Güneş, Uçurtma Avcısı kitabının yazarı Khaled Hosseini'in ikinci romanıdır. Bin Muhteşem Güneş Kitabının Konusu Bin Muhteşem Güneş, Afganistan‟da yolları kesişen iki kadının dayanışmasını anlatan, özlem, arkadaşlık, aşk gibi insani duyguları muhteşem bir şekilde harmanlayan tarihi bir romandır. Kitabı Aşağıdaki Adresten Pdf olarak indirebilirsiniz. http://www.pdfkitapindirmek.com/bin-muhtesem-gunes-pdf-indir.html Kitabın İlk Bölümünden: Meryem harami sözcüğünü ilk duyduğunda, beş yaşındaydı. Günlerden perşembeydi. Bundan emindi, çünkü yerinde duramadığını, zihninin hani hani çalıştığını çok iyi anımsıyordu; bir tek perşembeleri böyle olurdu; Celil‟in onu görmeye, kulübe‟ye geldiği günler. Meryem vakit geçirmek, sonunda onun, dizboyu otların arasından geçip açıklığa çıktığını ve el salladığını göreceği âna kadar oyalanmak için, bir iskemleye çıkmış, annesinin Çin malı porselen çay takımını indirmişti. Bu takım, annesi Nana‟nın elindeki tek aile yadigârıydı, daha iki yaşındayken kaybettiği annesinden kalmıştı Nana‟ya. Mavilibeyazlı porselenlerin her bir parçası, zarif, kıvrımlı ağzıyla demlik, elle boyanmış ispinozlarla kasımpatılar, şeker kâsesindeki, şeytanı kovalayan ejderha, hepsi de Nana için aziz, paha biçilmez şeylerdi.İşte, Meryem‟in elinden kayan, kulübe‟nin zeminindeki tahta döşemelere çarpıp kırılan parça, bu sonuncusuydu. Nana şekerliği görünce kıpkırmızı kesildi, üst dudağı titremeye başladı; gözleri, hem bozuk hem de sağlam olanı, dümdüz, kırpışmasız bir bakışla Meryem‟e dikildi. Nana öyle kızgın görünüyordu ki, Meryem ona yine cin gireceğinden korktu. Ama cin bu kez gelmedi. Onun yerine, Nana Meryem‟i bileklerinden yakaladı, yanına çekti, sıkılı dişlerinin arasından, “Seni küçük, sakar harami seni,” dedi. “Çektiğini onca çilenin ödülü bu iste. Aile yadigârımı kıran, sakar bir haramı”. O sırada, Meryem anlayamamıştı. Haramı piç sözcüğünün anlamını bilmiyordu. Buradaki haksızlığı aynmsayacak, asıl suçlunun, tek günahı doğmak olan imranu‟yi dünyaya getirenler olduğunu bilecek yaşta da değildi. Yine de, Nana‟nın sözcüğü söyleyiş biçimi, Meryem‟i kuşkulandırdı; haramı olmak çirkin, tiksindirici bir şeydi galiba; bir böcek, Nana‟nın sürekli lanet okuduğu, kulübe den süpürüp attığı, şu telaşlı karafatmalar gibi bir şey. Daha sonra. biraz büyüdüğünde, anladı. Meryem‟in asıl içine batan, Nana‟nın kelimeyi söyleme, daha doğrusu, tükürme biçimiydi. Annesinin ne demek istediğini artık kavrıyordu, haramının istenmeyen bir şey olduğunu yani; kendisi, yani Meryem, başkalarının sahip olduğu şeylerde, sevgi, aile, yuva, topluma kabul edilme gibi konularda hiçbir zaman hak iddia edemeyecek, gayri meşru bir varlıktı. …… “Celil‟le karıları itin ben bir Dikendim. Bir pelin olu. Sen ile öyle. oysa daha doğmamıştın bile.” “Pelin otu nedir?” “Zararlı, yabani bir ot,” dedi Nana. “Hemen koparıp attığın bir şey.” Meryem içinden kaslarını çattı. Celil ona yabani ot muş gibi davranmıyordu ki. Hiçbir zaman da davranmamıştı. Ama akıllılık edip itirazını yüksek sesle dik getirmedi. “Anne, yabani otların aksine, benim yeniden bir yere ekilmem, beslenip sulanmam gerekiyordu. Senin hatırına. İste, Celil‟in ailesiyle yaptığı sözleşme buydu.” Nana, Herat‟na yaşamayı kabul etmemişti. “Ne diye kalacaktım orada? Şu kinfini karılarını akşama kadar arabayla gezdirmesini seyretmek için mi?” Babasından boşalan evde, Herat‟ın iki kilometre kuzeyindeki Gül Daman köyünde de oturmayacaktı. Uzak, tarafsız bir yerde yaşamak istiyordu; komşuların gözlerini dikip kanuna bakmayacağı, onu
gösterip burun bükmeyeceği, ya da daha kötüsü, içtenlikten uzak, yapmacık bir şefkatle tebelleş olmayacağı. “Zaten, inan bana, gözünün ününde olmamam babana da rahat bir nefes aldırdı. Bu durum çok isine geldi.” Bu küçük araziyi öneren, Celil‟in ilk karısı Hatice‟den olma, en büyük oğlu Muhsin olmuştu. Gül Daman‟ın epeyce dışındaydı. Buraya, Herat‟la Gül Daman arasındaki anayoldan ayrılan, delik deşik, meyilli bir toprak yolla ulaşılıyordu. Patika, her iki yandan dizboyu otlarla, beyaz ve parlak sarı çiçeklerin beneklediği çayırlarla kuşatılmıştı. Yokuş yukarı, döne kıvrıla tırmanıyor, çeşitli kavak cinslerinin boy attığı, yabani çalı öbeklerinin büyüdüğü, düz bir araziye ulaşıyordu. Bu yükseklikten sıkıldığında, solda, Gül Daman‟ın yeldeğirmenlerini puslu karadan seçilebiliyordu, sağ yandaysa Herat uzanıyordu. Patikanın dibinde, Gül Daman‟ı çeviren Safidkoh dağlarından doğup gelen, geniş, alabalık dolu bir nehir akıyordu. Irmağın yukarı kısmında, dağlara doğru, iki yüz metre kadar ileride, silkınıv irinlerden oluşan, yuvarlak bir koru vardı. İşte, sözü edilen açıklık, bunun tam ortasında, söğütlerin gölgesindeydi. Celil gelip araziye bir bakmıştı. Geri döndüğünde, dedi Nana, hapishanesinin temiz duvarlanyla, pırıl pırıl zeminiyle övünen bir gardiyan gibiydi. “Böylece, baban bize bu sıçan deliğini yaptı.” Nana on beşindeyken, evlenmesine ramak kalmış. Talibi, Şindandlı bir delikanlıymış; genç bir muhabbetkuşu satıcısı, Meryem öyküyü bizzat Nana‟dan dinlemişti; annesinin o kısma hiç değinmemesine karşın, gözlerindeki hülyalı, gelen dolu ışıktan, onun için çok mutlu bir dönem olduğunu anlayabiliyordu Düğün gününe doğru akıp giden bu günler, belki de Nana‟nın hayatında en mutlu olduğu, gerçek saadeti tattığı dönemdi. Nana öyküyü anlatırken, onun kucağında oturan Meryem, annesinin gelinlik provasındaki halini gözünde canlandırmaya çalıştı. Onu bir atın sırtında hayal elti; yeşil duvağının gerisinde mahcup mahcup gülümsüyor; avuçları kızıl kınalı; gümüş tozuyla ortadan ayrılan saçlarına, bir bitki sapına dizili boncuklar iliştirilmiş. Şennay zurnası üfleyen, davulları döven çalgıcıları, gelin alayını bağırış çağrış kovalayan çocukları görür gibiydi. Sonra, düğüne bir hafta kala, Nana‟nın bedenine bir cin girmişti. Bunu Meryem‟e uzun uzun anlatmasına gerek yoktu. Ona kendi gözleriyle defalarca tanık olmuştu zaten. Nona ansızın yere devrilir, vücudu kasılır, kaskatı kesilir, gözleri kayar, kolları ve bacakları, bir şey onu içeriden boğuyormuş gibi titremeye, seğirmeye başlardı; ağzının iki yanında beyaz, bazen de kan yüzünden pembe köpükler. Sonra uyuşukluk, o ürkütücü bilinçsizlik, anlaşılmaz sayıklamalar. Haber Şindand‟a ulaşınca, muhabbetkuşu satıcısının ailesi düğünü iptal etti. Bin Muhteşem Güneş kitabı En sürükleyici kitaplar listesinde yer almaktadır.
Bin Muhteşem Güneş Okuyucu Yorumları
Yorum-1
Afganistan'da Kadın Olmak... Tacik Asıllı Afgan Yazar Khaled Hosseini tüm dünyada (The Kite Runner) Uçurtma Avcısı kitabı ile muazzam bir başarı yakalamış, aylarca kitabı en çok satanlar listesinden inmemişti. Yazarın ikinci kitabı olan Bin Muhteşem Güneş'de dünya çapında Uçurtma Avcısı kitabına yakın bir performans sergiledi. Uçurtma Avcısı kitabını okuduysanız bu kitabı elinize yüksek bir beklenti ile alıyorsunuz. Yazarın olay örgüsü, duygusal anlatımı, psikolojik tahlilleri bir önceki eserde olduğu gibi gayet başarılı. Bin Muhteşem Güneş romanında Khaled Hosseini Afganistan'da yaşayan bayanların, toplumsal baskı, ağır savaş koşulları ve dini rejimin dayatmaları arasında nasıl ezildiğini Leyla ve Meryem karakterleri üzerinden anlatmaktadır.
Eserde Afganistan'daki bayanların toplumsal konumunun yanında, Afgan halkını felaketten felakete sürükleyen rejim değişiklikleri de kronolojik olarak gerçeğe yakın bir şekilde okuyucuya sunulmuş. Romanda Leyla adlı karakterin çocukluğundan yetişkinlik dönemine kadar olan duygusal süreçlerini bir olay örgüsü etrafında yoğun bir duygusal dille anlatan yazar, savaşın insan psikolojisindeki onarılamaz hasarlarına dikkat çekiyor. Romanı okurken bir an sayfalar arasında tasvir edilen ülke ile ülkemizi kıyaslamadan edemedim. (Gazi M.Kemal Atatürk'ün Anadoluyu İslamcıların bitmek tükenmek bilmez hırs ve ihtirasları arasından bir takım İnkılaplarla sıyırıp çağdaş toplum düzenine giden yolda ülkeye olması gereken yönü ve vizyonu verdiği için teşekkür etmeden geçemedim. Gerçekten kendi döneminde çok sert eleştirilere muhatap kalmışsa bile yaptığı devrimin kıymetini bugün Şeriat Kuralları ile yönetilen ülkelere bakınca daha net anlayabiliyoruz.) Afganistan'da kadınların bir yok denecek kadar kıymetsiz, kölelerden daha da aşağı bir seviyede görülen toplumsal konumları çok iyi tasvir edilmiş. Leyla ve Meryem aynı ülkenin ortak kaderine sahip iki kadını olmanın yanında Raşit'in eşleri olarak da aynı evde dönemin tüm ezici ve kahredici zorluklarına birlikte göğüs geren iki kader mahkumu diyebiliriz. Zira yaşamış oldukları hayatın normal bir ülkede hapishanelerde yaşayan mahkumlara bile reva görülmediğini kitabı okuduğunuzda tüm gerçekliği ile anlayacaksınız. Kitabın birbiri ardına akan sayfaları arasında şeriatın elden ele ve dilden dile nasıl farklı yorumlandığını, dinin cahillerin elinde topluma karşı kullanılan ürkütücü bir canavara dönüşmesini hayretle takip ettim. Khaled Hosseini ikinci kitabı olan bu eserde yine mükemmel bir iş çıkarmış. Okumamış olan arkadaşlara Uçurtma Avcısı romanından sonra Bin Muhteşem Güneş'i okumalarını tavsiye ederim. Saygılarımla, Mustafa KEREM.
Bin Muhteşem Güneş Pdf indir
Yorum-2
Savaş zamanında herkes acı üzüntü yokluk çekiyor ama en acı kısımları çocuklara ve kadınlara
kalıyor. Çünkü onların ruhlarında iyileşemez kabuk bağlayan yaralar bırakıyor. Meryem haftada
bir günde gelse onun en değerlisiydi annesi ne derse desin babası özeldi çok seviyordu
dünyalara değişmezdi öyle özel hissettiriyorduki kendisini babası o kadar çok seviyordu celili
sonra babasının diğer eşleri ve kardeşleri baba pek bahsetmezdi ama anne anlatırdı hayata daha
gerçekçi bakması için meryeme ve derdi ki baban seni çok sevdiğinden değil sadece suçunu
affettirmek için geliyor yoksa bizi böyle bir yerde yaşatmazdı. Bir gün kardeşlerini görmek
istediğini ve yarın kendisini almaya gelmesini istedi ama babası gelmedi ertesi gün meryem kalktı
babasının evine gitti evde olduğu halde eve almadı o an anladı hayatın göründüğü gibi olmadığını
meryem ama çok geç kalmıştı o günden sonra annesiz hayata tutunmak zorunda kalmanın ne
demek olduğunu öğrenecekti. sonra baba evi ve hiç istemediği evlilik ve üstüne kuma gelişi leyla
istiyormuydu kuma olmayı raşiti evliliği ellbette okuyup avukat yada doktor olacaktı ama ansızın
kimsesiz kalıvermişti savaşın ortasında hem de sevdiceğinden bir parçayla kendisi için değil ama
tarığın anısını yaşatmak için yaşamak zorundaydı. meryem istemedi haklıydı ama sonuçta anne
kız gibi oldular ve neleri göze almadılar ki İki kız çocuğu ve çocuk yaşta gelin oluşları ve dinin
onlar üzerinden sömürülmesi ve şiddet kadın olmak suçmuş gibi onlar yokmuş gibi davranılması
erkeklerin kendi hatalarının bedelinin onlara yükletilmesinin romanı Afganistanın yakın tarihin
roman olarak bir Afganlının kaleminden yansıtılması okunası romanlardan Zaman Zaman şiddetin
bu kadarı olamaz olamamalı dedirten bir roman
Yorum-3
Bir bölgeye veya bir ülkeye egemen olan güçler o bölge ve ülke insanlarını olumlu veya olumsuz
yönde etkilemişlerdir. Ama bu egemen güçlerin sık sık değişmesi genelde insanları olumsuz
yönde etkiler. Çünkü egemen olan her güç egemen olduğu insanları; düşüncesi,inancı,kültürü…
ile kendine benzetmek ister. Bu toplumu dönüştürme, kendine benzetme süreci de çok zor olur.
Maalesef genel de bu zorluklar baskı ve zulüm ile bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Böyle olunca o
topraklarda yaşanan zulüm ve baskı hikâyeleri çok çeşitli olur. Evet, kitabın konusu olan
Afganistan bu anlattıklarımıza en uygun düşen ülkelerin başında gelir. Afganistan‟a egemen olan
güçler sık sık değiştikleri için ülke de birçok acıların yaşanmasına neden olmuştur. Kitapta sadece
birkaç kişi anlatılmış. Ama daha birçok anlatılmayan acı hikayeler var. Kitabın ana kahramanları
kadınlardır. Aynı zamanda en çok zulüm ve baskın görenlerde onlar. Kitap, Afganistan‟a egemen
olan ve egemen olmaya çalışan güçlerin kadına bakış açısı, kadın için çıkarttıkları zorluklar, hor
görünmeler ve en kötüsü erkek cinsine göre bir türlü eşit görülmemesi konusunu güzel bir şekilde
işlemiştir. Baskı ve zulmün çok çeşitli olduğu Afganistan‟ı anlamak ve bu baskı ve zulmü yapan
ve sebep olanları tanımak için okunması gereken bir eserdir.
Yorum-4
64 yaşındaki bir adamın 14 yaşındaki bir kız çocuğuyla evlendirilmesi,45 yaşındaki bir adamın 15
yaşındaki yeni adet görmüş bir çocukla evlendirilmesi..neresinden baksan korkunç olayların şeriat
kanunlarıyla uygulanması.Okurken gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız ve en kötüsü de bunu
yaşayan tüm kadınların durumlarını kabul etmesi ve hatta kendilerini suçlaması. Kısacası şeriatın
hakim olduğu Afganistan gibi ülkelerde kız çocukları daha dünyaya geldikleri andan itibaren bu
düzene ve kurallara alışmış ve benimseyerek büyüyorlar. Beyinlerine sokulan olgu çocuk yaşta
yetişkin bir kadına dönüştürülmelerine sebep oluyor
Yorum-5
Kadın olmak; bana göre hep idare eden taraf olmak demek. Karşılıksız feda etmek hayatını,
gençliğini, hayatının en güzel günlerini belki sevmediğini bile bile belki hiç sevmeyeceğini bile
bile... Bir de savaşta kadın olmak var tabii daha çileli Meryem ve Leyla'nın- bu iki mücadeleci
kadının- kaderini anlatan kitapta yazarımız bir önceki kitabında olduğu gibi yine Afganista'nın
siyasi durumu üzerinden bir kurgu yapmış bu kurguyu gerçekten çok seviyorum.Savaşın acı
gerçeklerini yüzüme çarpan bu kitabı okuduğum sırada ara ara zorlandım okuduklarımı
kaldıramadım ama ne yaparsın 'SAVAŞ' işte dedim kendi kendime. Khaled Hosseını 'nin kendine
özgü anlatımıyla damağımda konusuyla dimağımda yer etmiş bir eser.
Yorum-6
„Erkekler şarkı söyleyemez. Satranç oynamak yasak. Kuş beslemek yasak. Film izlemek yasak.
Resim yapmak yasak. Uçurtma uçurmak yasak. O yasak, bu yasak, her şey yasak. Nefes
alabilirsiniz.
Kadınların dikkatine: Kadınlar evden çıkamaz. Uluorta gülerseniz kırbaçlanacaksınız. Tırnaklarını
boyayanların parmakları kesilecektir. Kızların okula gitmesi yasaktır. Evde oturup 14 yaşında
evlenmeyi bekleyeceklerdir. Kadınların çalışması yasaklanmıştır. Sokakta tek başına yakalanan
kadınlar dövülecek ve evine gönderilecektir. Dinleyin. İtaat edin.‟ Bunları okumaya başlayınca
gözleriniz yuvasından fırlayacak gibi oldu, şaşırdınız. Olabilir mi böyle şeyler? Oluyor: Afganistan
Devrimi sırasında çıkan birkaç tane emir.
Spoiler yok. Meryem, yasak bir ilişki sonucu doğmuş, kitaba göre „harami‟, bir çocuktur. Annesi ile
şehirden uzak bir kulübede yaşamaktadır. Babası Celil‟in kendine köle aldıkları yani eşleri,
sayısını unuttum, Nana‟yı ve Meryem‟i evlerinde istememişlerdir. Celil de onları şu anda
yaşadıkları kulübeye yerleştirmiştir. Her hafta Meryem‟i kulübelerinde ziyaret etmektedir. Meryem
daha çocuk tabii, hiçbir şeyden haberi yok. Celil‟in, Nana‟yı kullanılmış mal gibi kenara atmasını
anlayamıyor. Celil kızını, Meryem‟i, seviyor. O yüzden çocuk yaşta evlendiriyor! Olan Meryem‟e
oluyor. Yazık. Leyla, Afganistan Devrimi gecesinde doğmuştur. Sovyetler Afganistan‟a girmiş,
Leyla birçok çocuk gibi savaşın gölgesinde büyümüştür. En yakın arkadaşı, sonradan aşkı olacak
olan Tarık‟tır. Savaşın her gün şiddetini arttırdığı ülkede Tarık ve ailesi daha fazla dayanamaz,
ülkeyi terk ederler. İşler bu olaydan sonra iyice dramatikleşiyor. Ve sonunda kader, hayatları
zindana dönmüş iki kadını yan yana getiriyor. Bundan sonra ikisinin beraber yaşadıkları olaylar
anlatılıyor. Kitap boyunca size eşlik eden dramatizm sonunda daha da alevleniyor.
„Anne ya da baba bir hata yapmış. Umurlarında değil. Hep kendilerini düşünmüşler. Arkalarında
bıraktıklarına hiç dönüp bakmamışlar. Olan çocuklara olmuş. Onları kendi sessizliğinde
boğulmaya bırakmışlar. Her şeyi içlerine gömmelerine yardım etmişler, toprağı üstlerine kendileri
atmışlar. Bunlardan haberleri de yok. Sorana iyi bir anne babalar.‟ İster kitapta, isterse hayatta bu
durumda olan bir sürü çocuk var maalesef. Kocamış kişileri uyarmak da çocukların görevi olmasa
gerek. Hem kişi kendi hatasını görmüyorsa uyarmak ne işe yarar ki?
Kitapta Leyla‟nı Babisi kızına şunu söylüyor: "Bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece
başarıya ulaşma şansı yoktur." Bu Babi‟den yüzlerce, binlerce gerek.
Kitap boyunca ille de erkek çocuk isteyen hemcinslerimi, kadına değer vermeyip eşya gibi
kullanan kişileri, „kız çocuğu okur muymuş?‟ diyenleri, hurafeleri, bağnazlıkları çokça gördüm.
Ayrıca küllerinden alevlenen bir aşka, savaş olsa da güzel olaylara şahit oldum. Kitap okuyanı
sıkmıyor. Gerçekleri insanın yüzüne yüzüne çarpıyor. İyi okumalar.
Yorum-6
Khaled Hosseini gerçekten müthiş bir yazar.Uçurtma Avcısı kadar olmasada çok güzel bir
kitap.Afganistan da kadın olmak çocuk olmak zordur.``Afganistan gerçeği 1m²1000 trajedi
düşüyor``diyor yazar gerçekten bütün kitap boyunca boğazınızda bir yumru ve gözyaşıyla
okuyorsunuz. Çünkü dünyanın bir yerinde gerçekten bunlar yaşandı ve yaşanmaya devam
ediyor. Meryem ve Leyla nın yaşadığı acıları savaşı çok içten anlatan bir hikaye. Aynı adamla
evlenmek zorunda kalan iki kadının birlik olup verdikleri hayat mücadelesi.Kesinlikle herkesin
okuması ve kitaplığında olması gerektiğini düşünüyorum.
Yorum-7
Afganistan'da yaşananları Tarık ve Leyla'nın ızdırap dolu aşkı ve Meryem'in fedakarlığı
çevresinde ustaca anlatmayı başarmış bir kitap.Okurken yapılan betimlemeler dolayısıyla olayı
yaşıyormuş hissiyatı veriyor.Tavsiye ederim.
"Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir.Artık siz orada yaşamasanız da o içinizde
yaşar..
Yorum-8
İlk kitabı uçurtma avcısı gibi, ikinci kitabı bin muhteşem güneş kitabında da başarısını gösteren Khaled
hosseini, yine doğduğu toprakları anlatan ama bu sefer hayatın başka acı yönlerine, genel olarak
kadının toplumsal olarak önyargılarına değinmiş.
Afganistanlı yazar Khaled hosseini, çocukken yaşadığı Afganistanı da değerlendirerek, 1973 yılından
2003 yılına kadar Afganistan topraklarında iki kadının hayatını ele alarak, o dönem de yaşanan savaşı,
şiddeti, acıları, zorbalıkla islamlaştırma kurallarını, özellikle kadınların zorluklarını dile getirmiş ama
kitabın başka bir yönünü daha ele almış; Kadının toplumda yeri ve önemi, eğitimi, iş hayatı...
Bir erkek yazar olarak, kadının önemine vurgu yapması beni açıkçası kitabın başından sonuna etkiledi.
Afganistan da iki kadersiz kadın: Meryem ve Leyla. Meryem, 4 kadınlı bir adamın yasak aşkı
hizmetçiden olma kızı, Afganistan'ın deyimiyle bir harami. Babası, utanıp onu küçük yaşta, yaşlı bir
adama verene kadar masum bir kız.
Diğer yanda babası tarafından değer gören, eğitim alan bir kız çocuğu Leyla. Bir topal olan Tarık ile
aşkları ve onları ayıran kader. Savaş yüzünden annesini ve babasını kaybeden ve yolları Meryem ile
kesişen Leyla. Bakalım kader onları nasıl biraraya getirecek ve ne yol çizecek?
Sabırın, aşkın, sevginin, dostluğun çıkmaz yolların nasıl düzlüklere açılacabileceğini gösteren yaratıcı
bir kalem...
Yorum-9
Olayı tüm çıplaklığıyla önümüze sermiş yazar. Tabi bize de okumak düşer. Her sayfasını okurken sanki
romanın içinde hissi veriyor okucuya, en azından ben bu hissi iliklerime kadar hissettim.
Yorum-10
Halit Hüseyin'in sabırla beklediğim 2.kitabıydı.İlk okuduğum anı şuan gibi hatırlıyorum sanırım bir
gecede biten kitaplardan biri olabilmeyi başarmıştı bende. Gelelim içeriğe.. The kite runner'ı daha çok
başarılı bulduğum bu romanında yine doğduğu toprakları anlatıyor.Farklı olarak bu sefer bir kadın
gözüyle anlatıyor herşeyi. Afganistan'da kadın olma olgusunu, politik değerler katarak ve daha sosyal
bir çevreyi özümseyerek.. Kitapta hayatın kendilerine sundukları olumsuzluklar arasında iki kadının
kesişen yaşamları ve dostluklarını görüyorsunuz... küçük yaşta evlendirilen kızlar, çocuğu olmayan
kadınlar, babaya ya da çocukluk arkadaşına duyulan, geçmişe gömülmüş aşklar, hiç duyulmaması
gereken sırlar, taşlanan kadınlar, elleri silahlı çocuklar..
Bin Muhteşem Güneş Pdf indir
Meryem harami sözcüğünü ilk duyduğunda, beş yaşındaydı. Günlerden perşembeydi. Bundan emindi, çünkü yerinde duramadığını, zihninin harıl harıl çalıştığını çok iyi anımsıyordu; bir tek perşembeleri böyle olurdu; Celil’in onu görmeye, kulübeye geldiği günler. Meryem vakit geçirmek, sonunda onun, diz boyu otların arasından geçip açıklığa çıktığını ve el salladığını göreceği âna kadar oyalanmak için, bir iskemleye çıkmış, annesinin Çin malı porselen çay takımını indirmişti. Bu takım, annesi Nana’nın elindeki tek aile yadigârıydı, daha iki yaşındayken kaybettiği annesinden kalmıştı Nana’ya. Mavili beyazlı porselenlerin her bir parçası, zarif, kıvrımlı ağzıyla demlik, elle boyanmış ispinozlarla kasımpatılar, şeker kâsesindeki, şeytanı kovalayan ejderha, hepsi de Nana için aziz, paha biçilmez şeylerdi. Işǚ te, Meryem’in elinden kayan, kulübe’nin zeminindeki tahta döşemelere çarpıp kırılan parça, bu sonuncusuydu. Nana şekerliği görünce kıpkırmızı kesildi, üst dudağı titremeye başladı; gözleri, hem bozuk hem de sağlam olanı, dümdüz, kırpışmasız bir bakışla Meryem’e dikildi. Nana öyle kızgın görünüyordu ki, Meryem ona yine cin gireceğinden korktu. Ama cin bu kez gelmedi. Onun yerine, Nana Meryem’i bileklerinden yakaladı, yanına çekti, sıkılı dişlerinin arasından, “Seni küçük, sakar harami seni,” dedi. “Çektiğim onca çilenin ödülü bu işte. Aile yadigârımı kıran, sakar bir harami.” O sırada, Meryem anlayamamıştı. Harami -piç- sözcüğünün anlamını bilmiyordu.
Buradaki haksızlığı ayrımsayacak, asıl suçlunun, tek günahı doğmak olan harami’yi dünyaya getirenler olduğunu bilecek yaşta da değildi. Yine de, Nana’nın sözcüğü söyleyiş biçimi, Meryem’i kuşkulandırdı; harami olmak çirkin, tiksindirici bir şeydi galiba; bir böcek, Nana’nın sürekli lanet okuduğu, kulübe’den süpürüp attığı, şu telaşlı karafatmalar gibi bir şey. Daha sonra, biraz büyüdüğünde, anladı. Meryem’in asıl içine batan, Nana’nın kelimeyi söyleme, daha doğrusu, tükürme biçimiydi. Annesinin ne demek istediğini artık kavrıyordu, harami’nin istenmeyen bir şey olduğunu yani; kendisi, yani Meryem, başkalarının sahip olduğu şeylerde, sevgi, aile, yuva, topluma kabul edilme gibi konularda hiçbir zaman hak iddia edemeyecek, gayri meşru bir varlıktı. Celil ona asla bu şekilde hitap etmezdi. Celil ona hep “küçük çiçeğim” derdi. Kızı kucağına oturtmaktan, ona öyküler anlatmaktan hoşlanırdı; bir keresinde ona Herat’ı, Meryem’in 1959 yılında doğduğu kenti anlattı; bir zamanlar Pers kültürünün beşiği, yazarların, ressamların ve Sufilerin ocağı olduğunu. “Orada ayağını uzatsan bir şairin kıçına değer,” diyerek güldü. Celil ona Kraliçe Cevher Şah’ın hikâyesini, on beşinci yüzyılda, Herat’a duyduğu sevginin nişanesi olarak diktiği ünlü minareleri anlattı. Herat’ın yemyeşil buğday tarlalarını, meyve bahçelerini, tombul üzümlere gebe asma bahçelerini, üstü kemerli, kalabalık çarşılarını uzun uzun tanımladı. “Bir fıstık ağacı var,” dedi bir gün, “onun altında da, Meryem co, büyük ozan Cemi.” Eğildi, fısıldadı: “Cemi, beş yüz yıl önce yaşamış. Gerçekten. Seni bir kere oraya götürmüştüm, o ağaca.
Çok küçüktün. Anımsayamazsın.” Doğruydu. Meryem anımsamıyordu. Işǚ in kötüsü, ömrünün ilk on beş yılını Herat’a oldukça yakın, neredeyse yürüme mesafesinde geçirecek olsa da, öyküsünü dinlediği bu ağaca bir daha hiç gidemeyecekti. Udžnlüminareleri yakından göremeyecek, Herat’ın meyve ağaçlarından tek bir meyve koparamayacak, buğday tarlalarında dolaşamayacaktı. Ama Celil ne zaman böyle konuşsa, Meryem büyülenmişçesine dinlerdi. Celil’in dünyevi bilgisinin enginliğine hayrandı. Bu tür şeyleri bilen bir babası olduğu için gururla, huşuyla ürperiyordu. “Amma büyük palavralar!” derdi Nana, Celil gittikten sonra. “Eh, büyük adama da büyük palavra yaraşır. Seni hiçbir zaman alıp da bir ağaca ϐilan götürmedi. Seni meftun etmesine, gözünüboyamasına izin verme. Bize ihanet etti; senin şu biricik baban. Bizi sokağa attı.
Onun için beş paralık değerimiz yokmuş ki, o büyük, cafcaϐlı evinden atıverdi bizi. Evet, hem de büyük bir keyifle.” Meryem bunları uslu uslu dinlerdi. Nana’ya, Celil hakkında böyle konuşmasından ne kadar nefret ettiğini söylemeye cesaret edemezdi. Işǚ in aslı, Celil’in yanındayken kendisini hiç de bir harami gibi hissetmiyordu. Her perşembe, Celil tebessümlerle, armağanlarla ve sevgi sözcükleriyle, bir iki saatliğine onu görmeye geldiğinde, Meryem yaşamın sunabileceği bütün güzellikleri, bollukları hak ettiğini hissediyordu. İşte bu yüzden de, Celil’i seviyordu. Onu paylaşmak zorunda olsa bile. Celil’in üç karısı, dokuz çocuğu vardı; hepsi de Meryem’e yabancı olan, dokuz meşru çocuk. Herat’ın en varsıl adamlarından biriydi. Meryem’in hiç görmediği bir sineması vardı; ama Celil kızın ısrarları üzerine, en ince ayrıntısına kadar tarif etmişti, dolayısıyla ön cephenin mavi çinilerle, ten rengi tuğlalarla kaplı olduğunu, kafes işi bir tavanı, balkonunda özel koltukları bulunduğunu biliyordu. Çift kanatlı, iki tarafa da açılan giriş kapısı karo döşeli bir lobiye açılıyor, lobideki camekânlarda Hint ϐilmlerinin aϐişleri sergileniyordu. Salıları, demişti Celil bir gün, çocuklara büfede bedava dondurma dağıtılıyor. Nana bunu duyunca anlamlı anlamlı gülümsedi. Erkeğin kulübe’den ayrılmasını bekledi, sonra alayla, küçümsemeyle güldü: “Yabancıların çocuklarına dondurma veriliyor.
Sana ne veriliyor, Meryem? Dondurmanın hikâyesi.” Celil’in sinemadan başka, Karoh’la Ferah’da birer arsası, üç halı mağazası, bir giysi dükkânı ve 1956 model, siyah bir Roadmaster’ı vardı. Herat’ın sırtı en sağlam adamlarından biriydi; belediye başkanıyla, eyalet valisiyle dosttu. Evinde bir aşçı, bir şoför, üç hizmetçi çalışıyordu. Bir zamanlar, Nana da hizmetçilerden biriydi. Ta ki karnı şişmeye başlayıncaya kadar. Bunun üzerine, diye anlatmıştı Nana, Celil’in ailesi soluğunu hep birden, bir ağızdan, öyle bir tuttu ki, Herat havasız kaldı. Karılarının ana-babaları ant içtiler, bu işi kan temizler, dediler. Karıları, Nana’yı evden atmasını istedi. Nana’nın babası, yakınlardaki Gül Daman köyünde yaşayan, yoksul sayılabilecek bir taş ustası olan adam, kızını evlatlıktan reddetti. Sonra da kimselerin yüzüne bakamadığını, rezil olduğunu iddia ederek eşyalarını topladı, İran’a giden bir otobüse bindi; kendisinden bir daha da haber alınamadı. “Bazen,” dedi Nana bir sabah erkenden, dışarıdaki tavukları yemlerken, “keşke babamda, bıçaklarından birini bileyip yapması gereken onurlu şeyi yapacak cesaret olsaydı, diyorum. Odžylesi benim için çok daha hayırlı olurdu.” Kümese bir avuç yem fırlattı, durdu, Meryem’e baktı. “Belki senin için de… N’olduğunu öğrenme acısını tatmazdın hiç olmazsa.
Ama korkağın tekiydi; babam yani. Bunu yapacak dil’i, yüreği yoktu.” Onurlu şeyi yapacak dil Celil’de de yoktu, diye ekledi. Ailesine, karılarına ve kayınlarına karşı gelecek, hatasının sorumluluğunu üstlenecek yürek. Onun yerine, kapalı kapıların ardında, alelacele, durumu kurtaracak bir pazarlık yapılıvermişti. Celil ertesi gün, Nana’ya hizmetkârlar bölümündeki odasında bulunan üç parça eşyasını toplatmış, evden yollamıştı. “Kendini savunmak için karılarına ne dediğini biliyor musun? Başına zorla musallat olduğumu. Her şeyin benim suçum olduğunu. Didi? Anlıyor musun? Bu dünyada kadın olmak demek, işte bu demek.” Nana elindeki yem tasını bıraktı. Bir parmağıyla Meryem’in çenesini tuttu, kaldırdı. “Bana bak, Meryem.” Meryem istemeyerek de olsa baktı.