bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü / Ordu (askeriye) - Wikiwand

Bir Devletin Silahlı Kuvvetlerinin Tümü

bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü

Önsöz, s.

"Almanya, Rusya'da Stalingrad ve Kuzey Afrika'da El Alamein yenilgilerinden sonra bile Türkiye için ölümcül bir tehdit unsuruydu. İstanbul neredeyse tümüyle hava savunmasından yoksundu ve Edirne'nin hemen arkasında konuşlanmış bir avuç Stuka bombardıman uçağı şehri viraneye çevirmeye yeterdi. Ancak Alman Genelkurmayı da hesap yapıyordu. Yugoslav direnişi Hitler'e tam bir tümen askere mal olmuştu ve Tito'nun partizanları Almanları kanatmaya devam ediyordu. Bu durumda Hitler'e rapor veren Genelkurmay Başkanı Hadler, 'Türkiye üç tane Yugoslavya olur' diyerek olası bir Anadolu harekâtının yüksek maliyeti konusunda Führer'i uyarmıştı."(1)

Tarihinin en kötü, en zayıf, en donanımsız döneminde bulunan Türkiye Cumhuriyeti Ordusu, aynı günlerde dünyanın en korkunç savaş makinesi olan Hitler'in yıldırım ordularına "bulaşılmaması" gereken bir "bela" olarak görünüyordu.

Bu kitaptaki söyleşilerin yoğunlaştığı konu, orduya yukarıdaki alıntıda aktarılan "bulaşılmaması gereken" nitelikleri kazandıran etkenlerin neler olduğu değil.

Ancak kimden ve neden söz edildiğini çabucak açıklayabilmek için, Hitler'in Genelkurmayı'nın kendisini uyaran bu notuyla başlamak en iyisi olur diye düşündük.

Ordu nedir?

Sözlük anlamı olarak "ordu(2) (İsim, eski Türkler'de ordu, ortu, saray veya ordugâh'tan). Bir devlet silahlı kuvvetlerinin tümü. Teşmil (yayma, kapsama) yoluyla: Aynı amaç etrafında birleşen veya aynı işi yapan kimselerin meydana getirdiği topluluk. Mecazi olarak: Kalabalık, çok sayıda insan)" anlamına geliyor.

Peki ordu sözcüğünün Türkiye'de zihinlerde uyandırdığı anlam nedir?

İşte bu zor yanıtlanabilecek bir soru.

Çünkü yanıtlar birden fazla. Hepsini biz de bilmiyoruz. Bir alan araştırmasıyla karşılık bulunabilir belki. Ama herkesin kafasında olan, ancak bir türlü "tam olarak" dile getirilmeyen bazı sözcüklerin kamuoyunda tartışılır hale gelmesinde büyük yarar var.

Tartışılmalı, çünkü kim ne derse desin dünyanın verili durumu göz önüne alındığında nitelik ve nicelikleri farklı da olsa her devlete bir ordu gerekiyor. Bunun donanımlı, enerjik, deneyimli bir ordu olması o devleti yerkürede diğerlerinden biraz daha farklı kılıyor. Çok farklı değil, çünkü kapitalizmin amansız yükselişi ve diğer birçok etkenin varlığıyla bu pek olanaklı da değil artık. Ama yine de farklı kılıyor. "Farklı kılmak" sözcüklerinden "daha iyi", "daha kuvvetli", "daha ileri" vb. anlamlar çıkarılmamalı. Bu, söz konusu devletin durumuna göre değişiklikler gösterebiliyor. Ancak eğer yukarıdaki özellikleri taşıyan iyi bir orduya sahipseniz, güç dengelerinde hesaba katılan bir devlet oluyorsunuz. Ancak kuşkusuz bu hesaba katma işinde de yalnızca bir tek bu etken rol oynamıyor.

Zaten hangi olayı tek başına açıklayabilirsiniz ki bu dünyada? Onlarca, yüzlerce, binlerce nedenin etkisi altında ortaya çıkan, gelişen bir olayı, bir veya birkaç etkenle açıklamaya çalışırsanız, kanserli hastayı sağaltmak için aspirin veren doktor durumuna düşersiniz.

Ordu sözcüğünün Türkiye'de yaşayan insanların kafasında uyandırdığı çağrışımlardan biri de "zor aracı, baskı aracı"dır. Ancak bunu söyleyenlerin bile zihinlerindeki son tahlilde "buruşturulup çöpe atılacak bir kâğıt parçası" değildir. Çünkü bilinen tarihte en az iki bin yıllık olan bu sözcük Türkler için önemli çağrışımlara sahiptir. Bu sözcüğü andığınızda onlar, yaşamlarının tamamını geçirdikleri bir hayat biçiminden başlayarak, yaşamlarının belirli bir dönemini, sonra daha kısa bir dönemini geçirdikleri bir hayat biçimine doğru evrilen bir "yaşam kesiti"ni anlarlar.

Türkiye'de ordu bir "ocak" olarak kabul edilir. Ocak gerçek anlamıyla binlerce yıldır insanlar için ateşin sürekli yandığı bir yer anlamına gelir. İnsanoğlunun yüz binlerce yıllık yaşamında ateşin hapsedilip belli bir yerde, arzu edilen çoklukta, istenilen süreyle yakıldığı yerdir ocak. Isıtan, üzerinde yemek pişirilen, aydınlatan, korkulan yaratıklardan koruyan bir araçtır ateş. Ateşin bir barınağın içine alınarak, giderek bir ocak haline dönüşmesi pek de uzun bir süreci gerektirmemiştir.

Ocak sözcüğünün çağrıştırdığı diğer anlam ise yetişilen yerdir. "Baba ocağı", "peygamber ocağı" gibi deyimler bu ülkede yaşayan her insanın kolaylıkla anlayabileceği deyimlerdir. İşte ordu da bu anlamda bir ocaktır ve Türkiye'deki erkekler, yalnızca silah kullanmayı, insan öldürmeyi öğrendikleri, itaat altına alındıkları bir yer olarak görmez orduyu. Daha doğrusu görmezdi. Okuma yazma da öğrenilen, bazı meslekleri de öğrenebildikleri, ağaç dikmeye de gittikleri, doğal afetlerde halkın yardımına da koştukları bir yer olarak görürlerdi. Ömürlerinin beş altı ve hatta on yılını geçirdikleri bu ocaktan ayrılma vakti geldiğinde üzülen çok olurdu. Ve bu insanların bazıları, hayatları boyunca köylerinde, kasabalarında askerlikte yükseldikleri rütbeyle anılırdı.

Ancak giderek durum değişti. "Zamana uydu" demek belki daha doğru olur. Değişen zaman Türkleri de değiştirdi. Değişen Türkler her kurumu değişime uğrattıkları gibi ordularını da değiştirdi. Değişen kurumların insanların zihinlerindeki anlamları da değişti doğal olarak. Beklentilerini karşılamayan hatta bu beklentilere zıt birtakım tavırlarla karşılaşan insanlar zihinlerindeki kavramları da değiştirdi. Yanıldıklarını anladılar. "Artık eskisi gibi değil" demeye başladılar. İşte bu zamana uymanın yarattığı "değişim" Türk Ordusu'nu da başka bir yere sürüklemeye başladı. Bu başka bir incelemenin konusu. Ancak Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden 80 yıl geçmesine ve bunca "kafa karışıklığına" karşın, "ordu" sözcüğünün Türkler'in zihinlerindeki anlamında süre giden "olumlu" bir yanı hâlâ var.

İşte bu zihin değişiminin getirdiği kavram kargaşasını biraz olsun anlayabilmek için bu sözcüğü insanlara sorduk. Ancak bunu bu biçimiyle sormak doyurucu bir karşılık getirmeyecekti. Bu yüzden biz de işi olumlu yanından başlayarak yapmaya çalıştık. Türk Ordusu'nun bugünkü dünyada var olan durumunu "iyi" olarak kabul edip sorularımızı öyle sorduk. Tüm eksikliklerine rağmen bir bilanço çıkarılsa sonucun yine de "iyi" olacağı varsayımından hareket ederek hazırladık sorularımızı. Alacağımız yanıtların oldukça milliyetçi olacağından kuşku duyarak biz ön almaya çalıştık. Yani onlara tersten sorduk soruları. "Türk Silahlı Kuvvetleri bir marka haline gelmiş midir" sorusunun ardında yatan kaygı buydu. Marka olup olmadığını biz de bilmiyorduk, çünkü uzmanlık alanı bu olan kişilerin bile bu tür soruları yanıtlarken her türlü çekinceyi koyduklarını biliyoruz. Ama bu soruya karşılık olarak aldığımız yanıtlar genellikle olumluydu. Evet, içinde bulunduğu koşullar göz önünde tutulursa Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kendi çapında bir marka olduğunu kabullenmek gerekiyordu. Henüz küresel bir marka olabilmiş değil. Henüz küresel bir aktör olabilmiş değil. Ancak yukarıda da söz ettiğimiz gibi hiçbir şey tek başına var olamıyor. Güçsüz bir devletin, nüfusça küçük bir ülkenin, güçlü bir orduya sahip olması nasıl pek mümkün değilse, ekonomik gelişmişlik, eğitilmişlik açılarından pek ileri durumda olmayan bir devletin de "iyi" bir orduya sahip olması beklenemez.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin herkesçe bilinen bir başka özel konumu daha var. Cumhuriyet rejiminin kurucu kadrolarının yetiştiği bir yer silahlı kuvvetler. Mustafa Kemal'in, İsmet İnönü'nün, Kâzım Karabekir'in ve daha nicelerinin yetiştiği bir kurum olma niteliğiyle TSK hemen her an, bu rejimi kendince tehlikede görme eğiliminde ve bu da halk ile arasına kalın bir duvar örüyor. Çünkü TSK böyle bir "duyarlılık" gösterince, halk sanki bu rejim kendinin değilmiş de kendisine dayatılmış gibi hissediyor. O zaman da "Benim olmayan bir şeyi ne diye koruyayım ki," sorusunu soruyor. İşte tüm sorun da buradan çıkıyor.

Açmaya çalıştığımız ikinci konu bu oldu. Sorduğumuz sorulara aldığımız yanıtlar bizi şaşırtmadı. Devlet yanlısı görüşler de sol görüşler de bu konuda birbirine yakınsıyor. TSK'nin rahat olması gerektiği, rejim konusunda inisiyatifi halka devretmesi gerektiği, eğer böyle yapmazsa bir süre sonra kurtarılacak hiçbir şey bulamayacağı gibi bir izlenim edindik yaptığımız söyleşilerden.

Dünyada ordular genellikle halkla pek sıcak ilişkiler kurmaz. Böyle bir gereksinimleri yoktur çünkü. Onlara yalnızca güvenlikle ilgili konularda gereksinim duyulur. Öncesinde ve sonrasında pek anımsanmazlar, ortada görünmezler, toplumca hissedilmezler. Biliyoruz ki Batı ülkelerinin tümünde durum böyle. Savaş zamanları dışında orduyu gören duyan yoktur

Ama Türkiye'de durumun böyle olmadığı biliniyor. Ordu her yerde, her zaman var. Hangi konuya el atılsa karşınıza bir güvenlik kaygısı çıkıyor. Güvenlik kaygısıyla ilgili olunca iş, doğal olarak gözler derhal orduya çevriliyor. Ordu ne diyecek? Ordu nasıl karşılayacak? Kızacak mı? Darbe mi yapacak? Kimler yanacak bu durumda? Siyasal yapı nasıl değişecek? Kimler gözden düşecek? Şizofrenik bir durum oluşuyor böylece.

İşte bu sorunu çözmek aslında Türkiye'yi düzlüğe çıkaracak gibi görünüyor. Ancak söylemesi ne kadar kolaysa çözmesi ondan bin kat daha zor bir sorun bu. Bu yüzden de sorularımız arasına buna yanıt alabilecek biçimde düzenlenmiş olanları da koyduk. Aldığımız yanıtlar hiç iç açıcı değildi. Herkesi kaplayan, sarmalayan bir kötümserlik var aydınlar arasında. Ordu yanlısı kişilerin bile bu konuyu bir sorun olarak saptamaları bize çok ilginç geldi. Bunu oldukça önemsiyoruz. Çünkü daha bir sorun olarak saptanmayan "sorunlar" hiçbir zaman çözülemezler. Sanırız bu saptamada buluşanların yaratacakları ortak payda genişlerse, toplumu bir oydaşma ortamına götürürse, tüm ülke bundan sonsuz yararlar sağlayacak.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, bakanlığının bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşülmesi sırasında, "'li yıllardan itibaren dünyanın yeniden iki veya çok kutuplu hale gelmesi ihtimal dahilinde görülmektedir. Bu oluşumda, ABD' nin yanı sıra dünya güç merkezleri olarak Avrupa Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu'nun ortaya çıkması beklenmektedir," görüşünü dile getirdi. Bu çerçeveden bakınca Türkiye'nin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin önümüzdeki yıl içerisinde bölgesel güç olabilmesi için nelerin yapılması gerektiği sorusuna da cevap aramaya çalıştık.

Herkesin kafasında minik bir orgeneral mi var?

Bir soruya daha açıklık getirmekte yarar var.

Türkiye'deki tüm sorunlar TSK'nin askeri düşünme tarzından mı kaynaklanıyor? Toplum sivil düşünüyor da yalnızca TSK mi askeri düşünüyor? Bu soruya da yanıt aradık. Çünkü TSK sonuçta Türkiye'nin ordusu. Türkiye nasılsa TSK de öyle. Sivil Türkler nasıl düşünüyorsa, asker Türkler de öyle düşünüyor. Bu konuda da bir oydaşma var aydınlar arasında. Bu da çok önemli. Çünkü sorunların tek kaynağının TSK olması olanaklı değil. Bu doğanın düzenine aykırı. Bir sorunun bir tek nedeni olamaz. Türkiye'de yaşayanlar son derece demokratik bir düşünceye sahip ama ne yazık ki orduları bağnaz, baskıcı, tutucu gibisinden bir açıklama yapılabilir mi? Sorunu böyle açıklayanlar düşüncelerini herhangi bir bilimsel temele oturtabilir mi? Bizce mümkün değil.

Çünkü "Türkiye'de yaşayan herkesin kafasında minik bir orgeneral var." Bu tümceye söyleşilerden birinde rastlayacaksınız. Bir yabancının bu saptamada bulunması ise durumu daha da ilginç kılıyor. Gerçi diğer söyleşilerde de aynı anlama gelen birçok cümle bulunabilir ancak bu kadar özlüsünü biz bile kuramamıştık.

Silahlı kuvvetlerin Türkiye'nin dönüşüm sürecine katkılarını da sorularımızla irdelemeye çalıştık. Cumhuriyetin kurucusu ve buna paralel olarak da "koruyucu ve kollayıcı" unsuru olarak görülen ordu, 28 Şubat sürecindeki müdahalesiyle cumhuriyetin temel niteliklerinin korunması ve Batılılaşma hedefine ulaşılması ve "karşı devrim" olarak görülen sürecin geriletilmesi amacıyla bir dizi önlemlerin alınmasını Milli Güvenlik Kurulu Kararı olarak tarihe geçirirken, neden diğer yanda bazı kesimlerce Avrupa Birliği sürecinde engelleyici rol oynadığı eleştirilerine muhatap oluyordu. Neden, Türk Silahlı Kuvvetleri yetkililerinin çeşitli platformlarda dile getirdiği "TSK Avrupa Birliği'ne karşı değildir" içeriğindeki açıklamalarına rağmen bu görüşler gündemden düşmüyor? Bu sorulara da yanıt arandı söyleşilerde.

Ayrıca ordunun rolünün bu kadar ön plana çıkmasında, sivil siyasetçilerin gereği gibi politika üretememesi, dünyadaki ve bölgedeki gelişmelere uygun davranış biçimleri sergileyememesi ve karar alma süreci oluşturamamasının da etkilerinin olup olmadığı, bu şekilde davranmanın siyasetçilerin bir tercihi olup olmadığı sorusunu da yönelttik görüşme yaptığımız kişilere. Buna bağlı olarak, ordunun bir ideoloji üretim ve toplumu şekillendirme merkezi olup olmadığı, son dönemde bu etkisinde geçmiş yıllara göre bir azalma olup olmadığı da yanıt aranan sorular arasındaydı.

Silahlı kuvvetlerin sadece güvenlik işini üstlenmediği, cumhuriyetin yeni bireyini yaratma sürecinde zorunlu askerlik eğitimi süresini verimli şekilde değerlendirmeye çalıştığı, ayrıca askerlik için kışlaya gelen kişilere askerlik eğitimi ve yurttaşlık eğitimi dışında meslek kazandırma gibi bir işlevi de üstlendiği, ağaçlandırma ya da sosyal afetlerde üstlendiği görevler nedeniyle yarattığı etkiyi, bu etkinin son on yılda azaldığı olgusunu –ki bunu sık sık gündeme gelen bedelli askerlik tartışmalarından ve para vererek askerlik hizmetini kısa sürede yapıp kurtulma anlayışının ön plana çıkmasından anlamak mümkün– ve bu etkinin kamuoyunda yarattığı havayı da tartışmaya çalıştık söyleşilerde.

Dünyadaki gelişmeler orduların yapılarında da değişime yol açtı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu değişime ayak uydurup, uyduramayacağı, teknolojik dönüşümü sağlayıp sağlayamayacağı, bölgesel güç olması, olabilmesi için neler yapması gerektiği ve sistemin kurucusu olarak onu şekillendirme anlayışından uzaklaşarak profesyonel ve dinamik bir yapıya kavuşması gerektiği yolundaki söylemleri de tartışmaya çalıştık.

Not yerine

Böyle bir not yazmak gereksinimi bu kitabı oluşturmak için yola çıktıktan sonra başladı. Ancak bu notu buraya biraz utanarak düşüyoruz. Ancak tarihe not düşmek adına da bunu yazmaya zorunluyuz. Türkiye'de yıllarında bu sorunlar olanca ağırlığıyla yaşanıyor. Yirmi otuz yıl sonra bu kitabı bir başvuru belgesi olarak kabul edeceklere yazılmıştır aslında bu not.

Söyleşi önerisi götürdüğümüz herkes çağrımıza olumlu yanıt vermedi. Üzerimizdeki vebali birkaç cümleyle kaldırmak için söyleyelim. Çünkü biliyoruz ki "Böyle bir kitap hazırladınız da neden şununla, şununla konuşmadınız," diyecek olanlar çıkacaktır.

İstedik konuşmayı Ancak reddedildik. Daha açık rakam verelim: Söyleşi önerilerimizden dördü reddedildi. Biri de yapıldıktan sonra iptal edildi. Söyleşi önerimizi reddedenler arasında askerler de var.

Herkesi büyük bir anlayış ve saygıyla karşılıyoruz. Ancak bu konuda söylenmesi gereken şeyler var, diye düşünüyoruz. Ordu konusunda konuşmaktan kaçınanların sığınabilecekleri barınağın "korku barınağı" olduğunu söylemek işin kolayı olur. Ancak görüşme talebinin görüşülmesinde bile yaşanan sıkıntılar, ordunun hâlâ "tabu" olduğuna işaret ediyor.

Yine de anlıyoruz. Ama bir de vatandaş olarak görevlerimiz var değil mi? Demokratik bir ülke yaratmak öyle kolay bir şey değil. Demokrasiye ulaşmak zorluklara göğüs germeyi gerektirir. Bu göğüs germe işinin büyük bir kısmını aydınlar yerine getirir çoğu ülkede. Bu da aslına bakarsanız doğanın gereği gibidir. Çünkü bir ülkede hemen her şeyden haberdar olan kesim aydınlardır. Her türlü bilgiye sahip olmak iyi bir şey değildir belki de bu açıdan bakınca. Çünkü bu bilgiler arasında, yolsuzluklar, usulsüzlükler, hortumlamalar, işkenceler ve daha niceleri vardır. Bunlara karşı çıkmayı da gerektirir haberdar olma durumu. Ama karşı çıkanlar her zaman çıkmayanlardan azdır. Türkiye'de daha da azdır. Bunu da garipsemiyoruz.

Peki ama sorun o zaman nasıl çözülecektir? Sanırız korkarak değil. Yapıcı eleştiriler yönelterek. Bu yüzden, "biraz cesaret göstermeli" diyoruz. Bizce TSK'nin de bundan çıkarması gereken bir sonuç var. Orduyla ilgili konuşmaktan kaçınanlar, ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, bu nasıl yanlış bir şey ise, onları bu derece korkutan bir "olgu" olmak da TSK için o derecede düşündürücü olmalı. Sevilen ve saygı duyulan değil, korkulan, çekinilen bir kurum olmak iyi bir şey olmasa gerek.

Sorgulanmayan, deşilmeyen, içselleştirilmeyen hiçbir şey, ki bu bir kurum da olabilir, gerçeklere uygun hareket edemez. Eleştirilere kapalı bir kurum, gerçeklerden kaçan bir kurum, hayata karşı olan bir kurum, kendini anlatmaktan kaçınan bir kurum insanların zihinlerinde "yararlı bir kurum" olmaktan çıkar.

Son söz

Ve geldik son söze. Söyleşi yaptığımız herkese düşüncelerini ifade etmekte gösterdikleri medeni cesaretten dolayı sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu kitabın ortaya çıkması onlar sayesinde gerçekleşti. Biz yalnızca soruları yönelttik. Konuyla ilgili hazırlık çalışması yaparken öyle olduğunu "sandığımız" bilgilerin doğru olduğunu da gördük. Bunlardan ilki TSK ile ilgili çalışmaların azlığıydı. Ordusuyla övünen bir milletin onunla ilgili neredeyse hiçbir çalışma yapmamış olması neyle açıklanabilir bilmiyoruz! (Demek ki bu savda da bir sorun var)

Söyleşiler bitince kitaba bir de askerler açısından baktık. Kendilerini üzecek birçok düşünce yer aldı kitapta. Konuştuğumuz kişilerin fikirleri bunlar. Ancak "okumuş yazmış" kesimin fikirlerinin bir ülke için ne derecede önemli olduğunu sanırız askerler de biliyor artık. Onların eleştirilerine kulak vermenin hemen her zaman iyi sonuçlar verdiğini kabul etmek TSK'yi yüceltecektir. Yapılan her eleştirinin doğru olması gerekmiyor. Ama tüm eleştirileri soğukkanlılıkla karşılamak gerekiyor. Aslına bakarsanız TSK'nin bu alandaki son birkaç yıllık performansı insanı iyimserliğe itiyor. Evet, yine her tür sorunla ilgili Genelkurmay açıklamaları birbirini izliyor. Rejimin tehlikeye düştüğüne dair uyarılar birbirini izliyor. Ancak onlar da sanki artık zihinlerdeki değişimin farkında. Her şeyi bilen, her şeye kadir insanlar olmak evrenin neresinde olursanız olun mümkün değil. Kendi işinizi bilmek gerekiyor artık. Ama bu konuda uzmanlaşmış olmak da gerekiyor. Yani işinizi bilmek değil, iyi bilmek de değil, çok iyi bilmek gerekiyor. TSK mensuplarının da olaya böyle bakacakları ümidini taşıyoruz.

Kitapta yer alan söyleşilerden Prof. Zafer Üskül, Prof. Murat Belge, Prof. Nadir Devlet, MİT'in ilk sivil müsteşarı büyükelçi Sönmez Köksal, yazar Ahmet Altan, feminist yazar Handan Koç, Güneydoğu'da vurulan albay Rıdvan Özden'in eşi Tomris Özden, gazeteci Andrew Finkel, TSK üzerine kitaplarıyla tanınan yazar Serdar Şen, OYAK üzerine doktorasını hazırlayan İsmet Akça ve yazar Ömer Laçiner ile yapılanları Metin Gülbay; Prof. Ümit Cizre, Prof. Mustafa Erdoğan, ASAM Başkanı Prof. Ümit Özdağ, gazeteci Mehmet Ali Kışlalı ve yazar Yalçın Akdoğan ile yapılanları ise Hıdır Göktaş gerçekleştirmiştir.

Notlar


(1) Selim Deringil, "Hasta Adamın Dinç Evlatları", Toplumsal Tarih, sayı Yukarı
(2)Meydan Larousse, cilt 9. Yukarı

Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü

Bulmaca Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümüsorusu için arama terimleri
  • Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü bulmaca

  • Bulmacada Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü nedir

  • Bulmacada Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü ne demek

  • Bulmacada Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü anlamı

  • Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü bulmaca cevabı

  • Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü bulmaca sözlüğü



Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü bulmaca cevapları aşağıda


bulmacada silâhlı kuvvetler nedir = kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri, hava kuvvetleri ve jandarma kuvvetlerinden oluşan kuruluşbulmacada silahlı kuvvetler eş anlamlısı = ordu


Soru: Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü - Bulmacada Bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü nedir, Bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü bulmaca cevabı, Bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü bulmaca anlamı açıklaması nedir, Bulmacada Bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü ne demek, Bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü çengel, - Yayın Tarihi : 1 yıl önce - 1Bulmacada bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü

Bulmaca cevaplarına kolayca ulaşmak için arama kutusunda sorunuzu yazınız.

Bulmaca; gazete ve dergilerin yayınladıkları eklerinde bulunan özellikle haftasonlarının vazgeçilmez eğlencesi olan Kare bulmaca, Çengel bulmaca, sudoku şeklindeki zeka, mantık, dikkat ve hafıza gibi zihinsel yeteneklerini kullanarak çözdükleri bulunması istenilen şeyi düşündürerek, aratarak buldurmayı amaçlayan bir sözcük bulma oyunudur,

En çok Sabah, Hürriyet, Habertürk, Posta, Milliyet gazetesi tercih edilmektedir, gazete bulmacaları Çengel bulmaca, Kelime Bulmaca, Kare bulmaca, sorularının cevaplarını bulmaca sözlüğü sitemizden öğrenebilirsiniz, takıldığınız sorularda sizlere yardımcı olacaktır, bu sayede diğer kelimeleride kolaylıkla çözebilir ve kendinizi geliştirebilirsiniz, tüm güncel bulmaca cevapları sitemizde mevcuttur, yaklaşık adet sorunun cevaplarını sitemizde bulabilirsiniz.

Ayrıca sitemizde kelime anlamı, eş anlamlısı, zıt anlamlısı, ters anlamlısı, ödev ve ders konularınıda takip edebilir, türkçe sözlük bölümümüzden faydalanabilirsiniz, okulların açılması ile işlenen ders konularına yardımcı ödevler kitap özetleri, matematik, coğrafya, edebiyat, din kültürü, tarih konulu ödevlere rahatlıkla ulaşabilirsiniz,

Bulmaca sözlüğü, Bulmaca cevapları, çözümlerinde eksik gördüğünüz herhangib bir sorunun cevaplarına dilerseniz sizde katkıda bulunabilirsiniz, yolladığınız her cevap sistemimize eklenecektir, ayrıca bulmaca sözlüğü sitemizde bulamadığınız sorular olursa bunlarıda bildirerek sözlüğümüze eklenmesinde katkı sağlayabilirsiniz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Uluslararası Askerî Müdahalelerde Görevlendirilmesinin İç Hukuktaki Dayanakları

Deploying Turkish Armed Forces in International Military Interventions in accordance with Domestic Law

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)nin ülke dışına gönderilmesi, Bakanlar Kurulunda tüm bakanlarca imzalanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nden bu yönde izin talebini içeren bir tezkerenin Başbakanlık tarafından TBMM Başkanlığına sunulması ve bu tezkerenin TBMM Genel Kurulunda görüşülüp oylanması sonucunda alınan karar ile gerçekleşmektedir. Bu kararlar, Meclis kararı niteliğindedir ve yasama organının yürütme organıyla ilişkilerine dair kararlardan birine örnek teşkil etmektedir. Anayasa’nın /2, TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35 ve TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin 85/1’inci maddelerine göre, TSK’nin görevi, yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmak olarak tespit edilmiştir. Anayasanın 92’nci maddesi gereğince, TSK’nin yurt dışına gönderilmesine TBMM izin verir. TBMM’nin bu konudaki kararı kanun veya iç tüzük niteliğinde olmadığından, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi değildir. Kuvvet kullanımı bir devlet için en önemli konulardan birisi olduğu için kuvvet kullanımında yetkili organlar Anayasa’da düzenlenmiştir. Ancak bu düzenlemeler açık ve net olmadığı için yeni tartışmaları da gündeme getirmiştir. Bu tartışmaların ilkini yasama ve yürütme arasındaki yetki tartışması oluştururken ikincisini yürütmenin kendi içindeki yetki kullanımı tartışması oluşturmaktadır. Özellikle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ilkesinin getirilmiş olması bu tartışmayı arttırmaktadır.

Askerî Harekât, Kuvvet Kullanımı, Tezkere, Millî Güvenlik, Anayasa, Meşruluk.

The Turkish Armed Forces may be deployed abroad by a decision of the Grand National Assembly of Turkey (GNAT) after the Council of Ministers submits a mandate seeking permission for sending troops abroad, including all ministers’ signature to the General Assembly of GNAT and permission given by GNAT. This mandate is a Parliament decision and is a significant example of relations between legislative and executive. In accordance with the Constitution article paragraph 2; Internal Service Code of Turkish Armed Forces article 35, and Internal Service Regulation of Turkish Armed Forces article 85 paragraph 1; Turkish Armed Forces have a duty to defend country against threats and dangers from abroad; to sustain and empower standing strong military forces to deter threats; to operate abroad in accordance with the decision of the GNAT; and to help maintain international peace and security. The Constitutional Court cannot supervise decision of the GNAT because this decision is not a code, nor is an internal regulation.

Military Operations, Use of Force, Mandate, National Security, Constitution, Legitimacy.

Silahlı kuvvetlerin kullanılması kavramı, geniş anlamıyla her şeyden önce konvansiyonel muharebeyi, bunun yanında güvenlik kuvvetlerine yardım veya düşük yoğunlukta çatışma ortamında kuvvet kullanılmasını ve çeşitli özel harekât görevleri için silahlı kuvvetlerin yurt dışına gönderilmesini ifade eder.1 Terör eylemleri ve silahlı çatışmalar sadece iç hukuku değil, insan hakları dolayısıyla, uluslararası hukuku da yakından ilgilendirdiği için, terör eylemlerine yönelik iç güvenlik harekâtı ve sınır ötesi harekâtların hukuksal çerçevesinin iyi belirlenmesi gerekmektedir.2

Bir devletin anayasal düzeninin, millî varlık ve bütünlüğünün, uluslararası siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarlarının her türlü tehdit ve müdahalelere karşı korunması ve kollanması, millî güvenlik kavramı ile ifade edilmektedir. Millî güvenliği tehdit eden bir kısım olaylar önceden tahmin edilebilirken, bir kısım olaylar da nispeten kısa sayılabilecek bir sürede ortaya çıkıp tırmanabilir. Örneğin; Kıbrıs, Suriye veya Irak'ın geleceği, Yunanistan'ın karasularının genişliğini 12 deniz miline çıkarması ihtimali, Ermenistan'ın Nahcivan'a müdahalesi ve bir kısım Azerbaycan topraklarını işgali millî güvenliği tehdit edebilecek boyutlardaki olaylardandır. Bu tür muhtemel durumların kriz yönetimi çerçevesinde, somut olayların tırmanıp gelişmesinden önce değerlendirilmesi, millî hedeflerin ve politikaların saptanması, bu durumlara ilişkin olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılması hallerini kapsayacak şekilde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)nden gerekli izinlerin zamanında alınması önem taşımaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)nin ülke dışına gönderilmesi, Bakanlar Kurulunda tüm bakanlarca imzalanan ve TBMM'den bu yönde izin talebini içeren bir tezkerenin Başbakanlık tarafından TBMM Başkanlığına sunulması ve bu tezkerenin TBMM Genel Kurulunda görüşülüp oylanması sonucunda alınan karar ile gerçekleşmektedir. Bu kararlar, Meclis kararı niteliğindedir ve yasama organının yürütme organıyla ilişkilerine dair kararlara önemli bir örnek teşkil etmektedir.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir