Yüzemeyen bir hayvan olduğunun farkında olan akrep, bir gün nehrin öte yanına geçmek zorunda kalır. Ne yapacağını düşünürken kıyıda pinekleyen kurbağayı görür.
Akrebin kendisine yanaştırığını fark eden kurbağa korkudan suya atlayıp uzaklaşmaya başlar. Akrep yalvaran bir ses tonuyla sorar:
Kurbağa kardeş; karşıya geçmem gerek. Beni sırtında taşır mısın?
Kurbağa büyüyen gözleriyle cevap verir.
Daha neler? Beni sokup öldürürsün!
Olur mu? der akrep. O zaman ben de suya batar, boğulur, ölürüm.
Kurbağa biraz düşünür ve akrebe hak verir. Kıyıya çıkar, onu sırtına alır ve karşı yakaya doğru yüzmeye başlar. Yolun yarısında ensesinde bir sızı hisseder. Vücudu hızla soğumaktadır. Kolları, ayakları hissizleşir. Beraber dibini boylayacakları suya batarken son nefesinde sorar:
Hani sokmayacaktın akrep kardeş?
Akrep mahsun, mahcup, çaresiz cevap verir:
Ne yaparsın kurbağa kardeş; ben akrebim, huyum bu.
YÜREK DAĞLAYAN SAHABE HİKAYESİ- ENES BİN MALİK (r.a)
Mehmet Yıldız: Hayatınızda bazı yürüdüğümüz yolları ne kadar okusak, ne kadar anlatsalar, ne kadar dinlesek de tam ne yapmamız gerektiğini anlayamıyoruz. Bunları tam olarak anlamamıza için Üsve-i Hasene olan Efendimiz Aleyhisselatü Vesselamın o ağacından oluşan meyveleri bazen tatmak gerekiyor. Onun ağacının en verimli meyvelerinden bir tanesi de onu talebesi; Enes b.
Malik. Neden önemli bizim için? Çünkü Efendimiz Aleyhisselamı adım adım takip etmiş, ne gördüyse, ne duyduysa hayatına geçirmek için mücadele etmiş. Yaklaşık yıl boyunca yaşamış bir ömür. En son vefatı ve naaşı Irak Basrada Basra kabristanlığında. Enes b. Malikten adanmışlığı öğreneceğiz. Gördükten sonra da Yunus, kendimize şu soruyu soracağız: “Enes b. Malik adamışsa acaba ben budanmış mıyım?” diyeceğiz. Eğer onun ağacının dalları, meyveleri, yaprakları bizde görünmüyorsa, tezahür etmiyorsa o zaman bizden adamış değil, budanmış çıkar ortaya. Allah bizi o cihette muhafaza etsin. Enes b. Malike bakalım oradan da kendinizi bir kıyaslayalım.
Babası Malik ibn-i Nadr, küfür üzere ölecek ileri süreçte. Annesi, ah ah annesini bilmek zorundayız. Annesi, Ümmü Süleym. Annesi Ümmü Süleym tam bir teslimiyet kahramanıdır. Enesin anne tarafı ile Efendimiz Aleyhisselam’ın anne tarafı bir yerde kesişir. Yani o cihette ne var? Bir akrabalıklar bağları da var. Bir de amcası var adını ondan aldığı amcası: Enes b. Nadr. Enes b. Nadrı biz bir yerde hatırlayacağız; Uhud şehitlerinden hatırlayacağız. İbn-i Kamia Uhud’un hengame döneminde Musab b. Umeyri şehit ettiğinde Musab b. Umeyr Efendimiz de, Efendimize çok benzediği için insanlar:
“Muhammed öldü, Muhammed öldü” diye vaveyla ediyorlardı. Bazılarının ayakları biraz gitmemesi gereken şekilde gidiyordu, bazısının kılıcı biraz inmemesi gereken şekilde iniyordu, bazısının dili biraz söylenmemesi gereken şekilde söyleniyordu. Tam o esnada ortaya birisi atıldı; Enes b. Nadr, “Muhammed’in öldüğü dünyada yasamanın ne önemi var? Vallahi ben Uhudun ardından cennetin kokusunu duyuyorum” diye haykırıp insanları tekrar birlik etti ve kendilerine getirdi. İşte o da Enes b. Malikin amcasıdır.
Ve Uhud harbi hakikaten çok garip bir dönemdi. Hatırlarsanız Hz. Hamzayı, o mübarek şehidi paramparça etmişlerdi, ciğerini bile sökmüşlerdi. Sadece Hz. Hamza’ya yapmadılar, Uhud’da herkese özel garazları vardı. Enes b. Malik’in amcası olan Enes b. Nadr’ı da lime lime doğradılar. Kız kardeşi parmaklarından tanıyabildi ve “Bu şehit benim abimdir” diyebildi. Uhud harbi bizim tahminimizden çok daha kinlerin, planların biriktiği bir harpti. Sadece Hz. Hamza’yı değil orada kimi ellerine geçirseler, bizim bildiğimiz takribi 70 şehit Sahabe Efendimiz vardı. İçlerindeki bütün kini kusmuşlar onların üzerine. Ümmü Süleym, Medine’de Neccaroğullarından bir sahabi annemiz.
İmanı Efendimiz’in hicretinde mi öğreniyor yoksa daha önce mi öğreniyor? Bir veya iki diyelim ona da. Neden? Efendimiz’in Mekke dönemi kaç yıl? On üç yıl. Medine dönemi kaç yıl? On yıl. Toplam 23 yıl peygamberlik hayatı. Efendimiz Taif’te akrabalarının kışkırttığı çocuklar tarafından taşlandıktan sonra döner dönmez ümitsizliğe kapılmıyor. Medine’den Mekke’ye gelip çadır kuranların sabahlara kadar çadırlarını geziyor.
Mina çadırlarını geziyor ve Mina çadırlarında insanlığın kalbinin, ömrünün bu noktaya gelmesine çok ciddi bir payı olan bir Sahabe Efendimizle denk geliyoruz; Es’ad ibn-i Zürare. Bu ismi lütfen unutmayın. Es’ad ibn-i Zürare ile yanında bir kaç kişi Efendimize iman ediyorlar. Bir sonraki yıl biraz daha kalabalık gelerek iman ediyorlar. Ve ne oluyor? Hicrete hazırlık oluyor. İşte daha Efendimiz Medine’ye hicret etmeden Medine de imanı yayan Es’ad ib-i Zürare ve onların istediği Mekkeli bir muallim olan Musab bin Umeyr, Ümmü Süleym anamızın hocaları bu iki zat oluyor.
Daha Efendimiz hicret etti mi? Etmedi. Efendimiz hicret etmeden imanı Es’ad ibn-i Zürare ve Musab bin Umeyr in vesileyle tanıyan anamız Ümmü Süleym, evde çocuklarına anlatmaya başlıyor. O dönem çocuklarının birisi sekiz dokuz yaşında, birisi on bir- on iki yaşında. Birisi Enes birisi Bera. Anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor Ümmü Süleym anamızın kocası kim? Malik b. Nadr. Evde olay çıkarmaya başlıyor “Sen bu çocukları atalarının dininden döndürürsen ben de sana edeceğimi biliyorum!” diyor. En son anlaşamıyorlar, evi terk ediyor.
Evi terk edip hanımı Ümmü Süleym ve iki çocuğu bırakıp Şam’da doğru giderken, daha önce tartıştığı birileri tarafından yolu kesilip orada öldürülüyor. Daha sonra anamız kendisini evlatlarına adıyor. Ama şimdiki gibi “Ben kendimi evlatlarıma adadım ama sabah namazına kıyamam” diyen bazı annelerimizin o cihette hatalarıyla karıştırmayınız lütfen. Ahiret için adıyor evlatlarına. Ümmü Süleyme talipler çıkıyor. Taliplerden bir tanesi Ebu Talha. Ebu Talha Ümmü Süleym anamıza talip oluyor ama Ümmü Süleym anamız yanaşmıyor.
En son ısrar edince edince “Ebu Talha, ben çocuklarımı hak yolunu imana adamışım, sen inançsız birisin ben bu koşullarda senle evlenemem ama sen dersen ki iman ediyorum, ben de senden mehir istemiyorum. Mehir olarak senin imanını kabul ediyorum” diyor. Ebu Talha iman ediyor ve Ümmü Süleym anamızla evleniyor. Hayatı boyunca ona da hep omuz olup duruyor.
Ümmü Süleym anamız, çocuklarıyla bir yıl iki yıl boyunca yani Efendimiz peygamberliğinin on üçüncü yılında hicrete yani Medine’ye gelmeden önce nasıl ilgilenmiş, nasıl eğitmiş? Ümmü Süleym anamız: “Bak çocuk namaz kıl!” demiyor, “Bak çocuk senin tesettüre girmen lazım!” demiyor, “Ya oğlum oruç da mı tutmuyorsun?” demiyor. Yaptığı tek bir şey var: Gönlünde nasıl muhabbet yer etmişse o küçücük sabilere peygamber nasıl sevilir onu öğretiyor. Niye? Çünkü çocuk ancak ve ancak sevdiğine benzeyecektir. Bunu veremeyince yani sevdiğine benzeme ahlakını veremeyince, sen emirlerle bir çocuğun düzelteceğini düşünüyor musun? Örnekleri etrafımızda, ortada. Öyle bir dünya yok. İki yıl boyun Enesi nerede yetiştiriyor? Anne mektebinde yetiştiriyor. Emirlerle mi yetiştiriyor?
Hayır bir peygamber sevgisiyle yetiştiriyor. İki yıl sonra Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam hicret ediyor mu? Ediyor. Medine’ye geliyor mu geliyor? Geliyor. Herkes karşılıyor, Mescid-i Nebevi’yi yapma mücadelesine girişiyor. Ellerinde hediyelerle geliyor. Ümmü Süleym anamız mahcup bir şekilde Allah Resulünün yanına geliyor: “Ya Resulullah herkes koşturuyor, herkes bir şeyler yapma mücadelesinde, benim sana verecek bir şeyim yok ama eğer kabul edersen on yaşındaki oğlum Enes’i sana infak etmek istiyorum” diyor. Enes iki yıl anne medresesinde kaldıktan sonra mezun olup nübüvvetin medresesine geçme vakti geliyor. Allah Resulü de hay hay kabul etmez mi?
Kime yok demiş ki? Allah Resulü “Kabul ederim” diyor. Ümmü Süleym annemiz ondan dua istiyor ve Efendimiz elini açaraktan “Ya rab Enes’in ömrünü bereketli ve uzun kıl” diye dua ediyor. Enes b. Malik neden yüz yıl yaşamış cevabı ortaya çıktı mı? Çünkü Resulullah’ın duasını almış. Yüz yıl yaşama serninde yaklaşık yüz yirmi tane torununun çocuğuna kadar görüyor. Kendisi rivayet ediyor: “Medine’de bazen yağmur gelmez, kuraklık olurdu benim bahçem yine iki kat iki kat vermeye devam ederdi” diye. “Özel bulut gelip benim bahçemi sulardı” diye. Peygamber duası ne demek görüyor musun? E biz bizzat alabilir miyiz? Alamayız ama işari olarak alabiliriz.
“Şunları yapan şöyledir.” diye işaret ettiği dualara biz girsek ne olacak? Sonuç ortada demek neler olacağı. Annesi Enes’i infak etti mi? Etti. Neredeyiz? Medine’deyiz. Kaç yaşında Enes b. Malik? On yaşında. Enes b. Malik bir çocuk demi? Hatta ilerde belli başlı zorluklar da yaşayacak. On iki yaşında Bedir’e gidecek, on üç yaşında Uhud’a gidecek ve gördüğü her şeyi ne yapacak? Kaydedecek. İşte o Enes daha on yaşındayken Resulullah’ın duasını aldıktan sonra bir çocuk olmasına rağmen “Ben sokaklarda gezip evimin önünden geçerken kalbim meyletmesin diye dönüp evime bakmıyordum” diyebiliyor işte. Nasıl bir hassasiyet? On yaşında Sahabe Efendimiz daha.
Annesi Ümmü Süleym onu televizyon karşısından kaldırıp “Haydi bu medreseye git de oku” demedi. İki yıl boyunca Resulullah’ın muhabbetini o kadar güzel verdi ki Resulullah’la denk gelir gelmez bir kilit anahtar ilişkisi gibi o uyum anında sağladı ve yapması gereken önemli vazifeleri hissederekten hiss-i kablel vuku ile “Evimin önünden geçerken dönüp bakmıyordum ki gönlüm meyletmesin” diye bu bilinci yakaladı. O bilinci yakalamadaki en büyük muallim kim çıktı? Annesi Ümmü Süleym çıktı. Demek ki işler patladıktan sonra ebeveynler medreseye getirip “Ya bu çocuk beter oldu, bu çocuk şöyle oldu, bu çocuk” he öyle de getir, baş tacı. Getir nasıl getirirsen getir. İçki içti geldi ona da sarmaş dolaş sarıldık. Eve gitsen hanım dese rakı masasından mı kalktın? İzah edemeyeceksin.
Ama Ümmü Süleym annemiz gibi getirmek varken, çocuk o kadar kaza yaptıktan sonra getirmen seni ahirette mesul eder mi etmez mi? Bir de getirmeyenler var. Onları nereye koyacaksın? Bir de hazır medresedeki çocuğu söküp almaya çalışanlar var. Ve bunlar namazlı, oruçlu adamlar. Onların nereye koyacaksın? Ben koyacak yer bulamadım. Hadiste de öyle geçiyor ya: “Herkes fıtrat üzere doğar” diye geçiyor. Ne oluyor o zaman? Fıtrat üzere doğmak? Fıtrat otomatikman İslam’ın doğrularıyla örtüşen bir şey zaten. Yani sen fıtrat üzere doğan bir çocuğu bıraktığında o çocuk hiç bir bozulma yaşamadan İslam’ı bulacaktır zaten. O zaman bir anneye, bir babaya düşen ne oluyor? Sen fıtrat üzere doğan bir çocuğu bozma yeter.
Ne yapıyor? Onun kalbindeki belki bozulmadan Rabb’ini bulacak olan latifeleri hasara, zedeye uğratmış oluyorlar. Bir gün Efendimiz Enes’i bir işe gönderiyor. Enes o zamanlar on- on iki yaşında. Enes de yolda giderken bakıyor ki çocuklar mescitte oyun oynuyorlar. Oturuyor çocukları izliyor. Efendimiz geliyor Enes’e şöyle bir dokunuyor, Enes böyle yapıyor, şöyle bir dokunuyor böyle yapıyor, en son şöyle ensesinden tutuyor. Enes de elini çek kabilinden tam tutarca eli bir tutuyor. “Aha diyor Resulullah’ın eli” anlıyor orada. “Ey Üneys” diyor. “Dediğim işi yaptın mı?” diyor. Enes b. Malik “Hemen yapıyorum” diye uçuyor. Gidiyor işi yapıyor hemen Resulullah’ın huzuruna geliyor, daha sonra Resulullah bir şey demiyor ona. Ama ne yapıyor? Ona işi öğretmiş, ona işi göstermiş oluyor.
Her kademesinde dahil olmak üzere. Bazen Efendimiz Aleyhisselam’ın hanımları Enes böyle her söylenen işi tam yapmıyor, onların kabilinden yani. Efendimiz’e böyle bire bir ittibası var ama etrafa böyle tam birebir yok. Efendimiz’in hanımları da bazen hafif kızıyor. Efendimiz diyor “Yav ne kızıyorsunuz Enesçiğe” diyor ya. “Ya Resulullah böyle böyle söylüyoruz Enes yapmıyor” diyorlar ya. “Ya Allah onun kaderinde yazsa o yapardı ellemeyin Enes’i”. Ya Allah Allah! Vallah Enes b. Malikin adanmışlıkla birlikte başka bir kısım özelliklerini daha var. O özelliklerinden birisi de namazı. Enesin böyle derin derin namaz kılmasının sebebi Resulullah’ın öyle kılması.
Ne oldu burada? Baştaki nasılsa bir diğeri de aynı o şekilde namaz kılmış oluyor, ondan öğreniyor. Yüz yıl yaşayan Enes b. Malik kaç yıl Hz. Ebu Bekirin yanında bulunuyor? İki buçuk yıl. Kaç yıl Hz. Ömer’in yanında? On buçuk yıl. Kaç yıl Hz. Osman’ın yanında? On iki yıl. Kaç yıl Hz. Alinin yanında? Beş yıl da Hz. Alinin yanında, yani toplam otuz yıl boyunca onların yanında ve bir çok Emevi halifesinin de yanında bulunuyor. Canlı bir tarih oluyor. Zaten Bedir’deyken 12 yaşında, Uhuda iken 13 yaşında, yanından ayrılmıyor. Normalde efendimiz 15 yaşından küçük hiç kimseyi cihada götürmez. Ama Enes’i neden götürüyor? Enes’i haşa, böyle tabiri caizse, uygunsa diye söyleyeyim kamera gibi götürüyor adeta “Ey Enes gel buralarda olan işlere, onları iyice gör, müşahede et, ilerde senin anlatacağın çoklar olacak bunları” diyor. Hakikaten ömrünün uzun ve bereketli olacağını bilen Efendimiz daha on yaşlarından, on iki yaşlarından, on üç yaşlarından Enes’i yüz yaşına kadar hazırlıyor.
Hayatınızda böyle bir muallim gördünüz mü? On yaşında birinin gözüne bakıp, yüz yaşına hazırlayan. Efendimiz muazzam biri. Hz. Ebu Bekir’in iki buçuk yıl hilafetinde Enes b. Maliki Bahreyn’e bir rivayete göre zekat memuru, bir rivayete göre vali. Hz. Ömer de o da vali olarak atıyor ama işin ilginç yanı vali olarak atandı dediğim yaşlar yirmi, yirmi bir, yirmi iki yaşlar. Çok ilginç değil mi? Efendimiz Aleyhisselam’ın tedrisatından geçen insanların, o akrebiyete mazhar olan insanların, o huzuru nebevide adeta bir iksir içmiş gibi o meseleyi onun nazarlarına alan insanların nasıl hızlı bir şekilde yükselişini, terakkisine şahit oluyoruz burada. Enes b. Malik müksirunden. Ne oluyor müksirun? En çok hadis rivayet eden yedi tane Sahabe Efendimiz var. Enes b.
Malik orada kaçındı sırayı alıyor? Üçüncü sırayı alıyor. Birinci sırada Ebu Hureyre var hadisle, ikinci sırada kim olur? Abdullah b. Ömer var. Kim oluyor o? Hz. Ömer’in oğlu oluyor hadis ile. Üçüncü sırada da kim var? Enes b Malik var, hadis ile. Aişe validemizin kaçtı rivayet ettiği hadis? hadis de Aişe annemizdi. Enes b. Malik vefat edince nasıl ağlıyorlar arkasından? “Gitti, ilmimin, bildiğimin yarısı gitti” diye ağlıyorlar. Neden? Bu kadar hadis rivayet ederse ancak onun vefatından insan ilim öldü diye ağlar tabi ki de. Enes b. Malik Ker Belayı bile gören bir Sahabe Efendimiz. İmam Hüseyin’in mübarek başı Şam’da o Yezid’in sarayına getirildiğinde bu olaylara bire bir şahit olan bir kaç kişiden bir tanesi de Enes b. Malik. Basra’da Ubeydullah b. Ziyad, imam Hüseyin’in şehit olan başıyla şöyle elindeki kılıçla veyahut kırbaçla şöyle oynarken: “Ne yapıyorsun? Çek ellerini ondan. Ben Resulullah’ın o başı yüzlerce defa öptüğüne şahit olmuşum” diye çıkışıp hakkı hakikati savunmaya çalışıyor Enes b. Mâlik. Yaşadığı başka bir dönem nedir Enes b. Malik’in? Haccac. Ne demek Haccac? Çok haca giden, hacı demek.
Haccac-ı zalim ne demek? Çok hacca giden zalim insan demek. Haccacı zalim kimdir? O dönemin firavunlarından bir tanesidir. Zaten onun işi gücü en çok sahabelerle uğraşmak olduğu için Haccacı zalimin, uğraştığı sahabelerin başında gelenlerden birisi de Enes b. Mâlik oluyor. Üç kişiyi damgalatıyor. İkisini boynundan damgalatıyor, birisini elinden damgalatıyor. Boynundan damgalatıp bak buna dikkat edin bunda bir problem var, sakının bu adamdan kendinizi dediği adamların bir tanesi Enes b. Malik. Elinden damgalatıp sakının dikkat edin buna dediklerinden birisi kim biliyor musunuz? Cabir b. Abdullahı hatırlat mısınız? En çok hadis rivayet edenlerden bir tanesi. Ve neydi özelliği? Bir gün Hendek savaşında Resulullah taşa vurarken şu kaburgasını görüyor, zayıflığını görüyor, üzülüyor. Eve koşuyor hanımına hemen “Hanım hanım ne var evde ne var?” “Bey şu kadar buğday var, şu kadar et var, şöyle” “Hemen hazırla, hemen Resulullah aç, hemen pişir bunları.” deyince gidiyor Resulullah’a diyor: “Ya Resulullah. Böyle böyle benim evime gel yemek ye.”
Resulullah Aleyhisselam ne diyor? “Biz o zaman bir kaç yüz kişi bu akşam sizin evdeyiz” deyince hanımına koşuyor. “Hanım hanım!” Hanım diyor: “Ne oldu ya Cabir?” “Ben Resulullah’ı davet ettim ama Resulullah, ben iki yüz kişi ile yemeğe geleceğim dedi.” Hanımı demek ki nasıl bir kahraman, nasıl bir dirayet sahibiyse o iki yüz kişiyi sen mi davet ettin yoksa Resulullah biz iki yüz kişi mi geleceğiz dedi? deyince. Cabir b. Abdullah: “Resulullah öyle söyledi” diyor. “Resulullah dediyse problem yok.” diyor ve yemeğini yapamaya devam ediyor.
Daha sonra o bir kap yemek ne olacak? Teberrüken binler kap olacak. Cabir b. Abdullah, o Cabir b. Abdullah yani. Onu elinden damgalatıyor Haccac. Haccac gibilerin işi budur yani. Onlar böyle işte, icraatta, koşturmada tarihi anlatacak, tarihi yansıtacak insanların sürekli altını oymakla meşguldürler. Hatta Enes b. Malik’le bu Haccac-ı zalimin en çok uğraştığı olaylardan bir tanesi: “Sen Osman’ın katillerinin karşısında durmadın.” diye bir meseleden dolayı uğraşıyor halbuki Hz.
Osman’ın şehadetinde ve o olayların kızışmasında, yükselmesinde Haccac-ı zalimin de parmağı o süreçlerde mevcut. Yani ne oluyor böylelerine o zaman? Kundakçı da kendisi oluyor alevi çıkaran, yangını çıkaran da kendisi oluyor; itfaiyeci de kendisi oluyor. “Bak onları en çok ben şey yaparım” diye nerede mazlum var, o mazlumlara kıyıyorlar önce, kıydıktan sonra ne yapıyorlar? O mazlumların üzerinden başka kahramanlık politikaları üretiyorlar. Haccac-ı zalim de Enes b. Malik’e aynı bu şekilde yapıyor. Enes b. Malik artık bir süre sonra dayanamıyor ve devrin halifesi Abdülmelik b. Mervana mektup yazıyor. “Durum böyle böyledir, ben sıkıntıdayım” diye.
Hatta Hz. Osman’ın olayını söylüyordu ya “Sen Hz. Osman’ın katillerinin arkasında durmadın!” diye Enes b. Malikin mallarına da el koyuyor. Devrin halifesine yazınca mallarını geri iade ediyor ve Enes b. Malik’le uğraşmaktan vazgeçiyor. Yine Enes b. Malike karşı Kur’an yeter modeli o dönemlerde de var. Enes b. Malik en çok biliyorsunuz hadis rivayet edenlerden birisi. “Sen bu hadisi nerede duydun?” diye Enes b. Malik’i sürekli yoranlar var.
“Kimden duydun? Hangi ağızdan duydun?” falan diye. Enes b. Mâlik onlara sürekli “Ben bu hadisleri ya bizzat Resulullahtan duydum ya da ondan duyandan duydum” diye. Hadisin inceliğine göre aynı dönemde yaşayan sahabeler birbirinden de duysa o hadisleri ulaştırmaları, rivayet etmeleri caizdir, uygundur, problem yoktur. Şimdi değil mi? Bu yine bilmeyen insanlar neler neler karıştırmaya çalışıyorlar, o dönemlerde de olmuş aynı şey. Enes b. Malik, Resulullah’ın en gözde talebesi, ümmetin de en güzel muallimlerinde bir tanesi. Peki kimler geçmiş onun tedrisatından? Hasan-ı Basri geçmiş, Ömer b. Abdülaziz geçmiş. Enes b. Malik o on yaşında nübüvvetle tanışan genç ne diyor biliyor musun? “On yaşımdan yetmiş yaşıma kadar rüyamda Resulullah’ı görmediğim bir gecem olmadı.” diyor. Neden böyle oldu? Bakalım. Rüya dediğin nedir biliyor musun? Gündüz yaşadığının gece ikramına rüya denir. Biz gündüz ne yaşıyoruz, ne okuyoruz, neyden hayal kuruyoruz ki biz gece ne göreceğiz.
Gündüz bir süvari gibi olacaksın ki gece rüyalarda zahit gibi şeyler görebilesin. Demek gündüz neysen gece rüyan odur. Rüyada gördüğün karmaşalar ne oluyor o zaman Ömer? Senin istikametindeki bozukluklar oluyor. “O kadar çok istedim ki” diyor “Onun huzuruna çıkıp ‘Ya Resulullah senin küçük hizmetçin geldi’ demeyi” diyor. O kadar erken ayrılmış ki on yıl sonra, yirmi yaşında ayrılıyor, hasret çekiyor o kadar isterdim diyor. Biz niye Enes gibi kardeşler bulamıyoruz, Enes b. Malik gibi talebeler yetiştiremiyoruz, Enes b.
Malik gibi değerleri insanlara katamıyoruz? Biraz da bunların sebeplerine bakarsak, bizler söz ehliyiz ama hal ehli değiliz. Bu asırda kulaklar doydu, gözler aç. İnsanlar artık görerek bir şeyleri anlamak, hissetmek istiyor ve hal ehli için o kadar güzel bir Sünnetullah var ki: “Hal ile halledilmeyen hiç bir mesele yoktur.” Peki halde bize en çok bakan gözler neye bakacaklar? Merhamete bakacaklar merhamete. Acaba gerçekten Allah rızası için anam gibi şefkatle bağrına basacak kardeşler var mı? Sevgiyi bıkana kadar hala insanlara sunabilecek kardeşler var mı? Bir gün Efendimiz Aleyhisselatu
Vesselam Mescid-i Nebevi’nin yakınında otururken bir bedevi gelir Mescid-i Nebevi’nin yanında küçük abdest bozar. Hayal edin bir camide oturuyorsunuz, çay içiyorsunuz biri gelip orada küçük abdest bozuyor. Şimdi ne yapardık? Biz atlardık. Sahabe Efendilerimiz de öyle sinirlenmiş, Resulullah Aleyhisselam da durun işini bitirsin diye bekletmiş. Adamı huzuruna çağırttırıyor. “Ey filan kes mescitler Allah’ın evidir bir daha böyle yapma tamam mı?” diyor. Adam diyor ki: “Tamam ben bir daha böyle yapmam” diyor. Abdest alıyor, mescide gidiyor, ellerini açıp dua ediyor: “Ya rabbi sen bu meclisten sadece bana ve Hz. Muhammed’e merhamet et” diyor.
Efendimiz Aleyhisselam diyor ki: “Ey filan kes duanı neden böyle dar tutuyorsun?” diyor. “Bana tek merhamet gösteren sen olduğun için.” diyor. Enes’in bir üvey kardeşi var. Üvey diyorsam kimden? Ebu Talhadan. Üvey kardeşinin adı, Ebu Umeyr. Ebu Umeyrin bir tane kuşu var. Resulullah diyor ki: “Kuşun ne güzel, onun adı” diyor “Nugayr olsun” diyor. Kuşa isim koyuyor Resulullah. Eşyaya isim koyma kimden? Ebu’l beşer Adem babamızdan.
Resulullah da koyuyor işte. Kuşun ne güzelmiş diyor, “Adı” diyor “Nugayr olsun” diyor. Daha sonra o çocuğu her gördüğünde diyor ki: “Nugayr ne yapıyor Nugayr iyi mi?” diyor. Resulullah ne yapıyor? Çocukla kuş üzerinden iletişim kuruyor. Buradan mesajı almıyor muyuz? Bir arkadaşın geçen ay hastalığı mı vardı? Hastalığın nasıl oldu? Bak bu kadar. Bir arkadaş yeni tişört mü aldı? Tişörtün de güzel olmuş, bak bu kadar muhabbet. Bir arkadaşla üç ay önce yemek mi yediniz “Yav kuru fasulye de ne güzeldi.” bak bu kadar muhabbet.
Daha sonra bir gün o kuş ölüyor. Çocuğu hüzünlü bir şekilde görüyor. Efendimiz Aleyhisselam çocuğun yanına gidiyor ve o çocuğu teselli ediyor teselli. Bir rivayete göre baş sağlığına gitmiş Efendimiz o çocuğa. Bir çocuğa bu şefkat bu merhamet nasıl ya. O yüzden dışarıdan teorik olarak bu meseleler anlatıldığında Efendimiz’in sürekli böyle “Gelin, gelin, gelin!”
deyip yanında ordular oluştuğu zannediliyor. Tam zıddı, Sahabe Efendilerimiz bir saniye onun bu merhametinden ayrılmak istemiyor, istemiyor. En son ayet iniyor ya! “Kendi haline bırakın, yanından ayrılın” diye ayet iniyor ya! Bırakmak istemiyorlar. Nasıl bir tat, nasıl bir koku var? Allah Resulü işleri yetiştirmek için her adımı aceleli. Sadece Mescid-i Nebevi’ye namaz vakti giderken sakin sakin yürüyor ki sahabe onu görsün, gözleri onunla rızıklansın diye ya! Sahabe Efendilerimiz Medine’de tarla, ticaret vesaire işlere gittiğinde işler onları darlıyor: “
Hemen işim bitsin, devredeyim de Resulullah’ı biraz daha göreyim, acaba bir konu kaçırdım mı?” diyorlar. Böyle bir insanlık bin dört yüz yıl boyunca böyle gönüller zorla yetiştirilebilir mi ya? Bir çocuğa bu merhameti sergiliyor. İşin ince kısmı ne biliyor musunuz? Tabi ki de o içinden gele gele yapıyor. Bizlerinki taklitte kalıyor. Onunki hal meselesi, bizimki kal meselesinde kalıyor. Efendimiz Enes b. Malike Üneys diyor Üneys. Yani ne demek? Enesçik diyor. “Ey üneys ne yapıyorsun bugün?” diye. Bir lakabı daha var Enes’in “Ey iki kulaklı” diyor. Her duyduğunu o kadar çok zihnine kazıyor ki o nazara veriyor,
Efendimiz Aleyhisselam. Şimdi biz bazen bazı Sahabe Efendimizin bazı özelliklerini nazara veriyoruz. Mesela sadakat, aslında sadakat her Sahabe Sfendimizde var ama Hz. Ebubekir efendimizde biraz farklı var. Adalet her Efendimizde var ama Hz. Ömer Efendimizde biraz farklı var. Haya, utanma o duygular her Sahabe Efendimizde var ama Hz. Osman’da biraz farklı var. Peki Hz. Enes’te farklı olan durum nedir? Adanmışlık, annesi gibi. On yaşında Ümmü Süleym anamız onu nasıl infak ettiyse o da on yaşından yüz yaşına kadar kendisini adamış birisi.
Bizim bu meselelerde en çok nazara almamız gereken başta nefsimiz. Boş ver bunu, ay ne güzelmiş, şöyle güzelmiş, yarın da ben anladım, bunları düşünme, bunları düşünme. Biz kendimizi düşünelim. Gerçekten Resulullah’ı tedrisatından çıktıktan sonra böyle bir adanmış hayata biz de nail olabilir miyiz? Yoksa bizim hayatlarımız dalını, meyvesini, yaprağını sürekli kese kese kese kese ay buyum eksik, ay buyum kusurlu, buyum da böyle olsun aman buyum da eksik olsun diye diye kırpa kırpa budanmış bir hayat mı olacak? Enes b. Malik’in hayatı gibi işler İslam’a gönül vermekle olmaz. Ancak feda edilen hayatlarla olur. “Fena et, feda et, ta beka bulsun.” Bazıları anlamıyorlar yani, sizlerin içinde bazılarını görüyorlar: “Ya bu saate kadar evine gitsene.” diyor, “
Annen üzülmez mi diyor? Çocuğun ağlamaz mı arkandan diyor? E bunun arkasından çocuğu ağlamazsa, arkadan gelen neslin arkasından anası ağlayacak. Onların anası ağlayacağına biraz buradakilerin ağlayacak. İleridekiler çocuklarıyla İslam’a dair, Ümmü Süleym ve Enes b. Malik, Bera b. Malik gibi anılar yaşayabilsin diye buradakiler biraz çocuklarından fedakarlık edecek. Çok mu? Yani bugün maddi bir cihat olsa hanım, çocuk pikniğe mi gideceksiniz? Yok. Allahu alem belki yıllarca birbirinizi göremeyeceksiniz. Birinci Cihan harbi öyle olmamış mı?
Çanakkale öyle olmamış mı? Manevi bir cihat yok mu? Maddi cihattan daha kuvvetli, daha çetin manevi bir cihat yok mu? Var. E varsın da her akşam her sabah görüyorsun, biraz da eksik görmüş ol. Ne olacak? Adanmışlık bu fedakarlıklara bakıyor. Bir insanın bir meseleyi çok güzel izah etmesi o meseleyi anladığının alâmeti değildir. Bir insanın bir meseleyi anladığının alâmeti, yaptığı fedakarlıkla doğru orantılıdır. Konuşalım konuşalım hayatın hiç değişmez. Konuşalım konuşalım namazların hiç derinleşmez. Sizin böyle bir talebeniz olsa; bütün çarpım tablosu önünüzde ama iki kere iki dörtte kalmışsınız. Çocuk da sürekli
“Hocam ben anladım, Vallahi anladım” diyor. İnanmazsınız ameline bakarsın. İş sadece güzel konuşmalar da değil halde, amelde, aksiyonda, pratikte. Allah onları da bize nasip etsin. Zira bizim örnek aldıklarımızda tarihin ilk adanmışlarından birisi de kimdir? Habil. Kardeşi Kabil o kadar tehdit ediyor, o kadar ona zulmediyor ama hakikati anlatmak için mücadele ediyor ve ben sana el kaldırmayacağım, zalimlerden olmayacağım diyor. Bir fedakarlık sembolü oluyor, bir adanmış daha oluyor. Bir kaç soru sorup devam edelim.
Gerçekten çocuğumuzla ilişkimiz Allah’tan çok köpük. Bunu başta kabul etmemiz gerekiyor. Yani biz nasıl seviyoruz biliyor musunuz? Ebu Talip Resulullah’ı nasıl sevmiş? Zatı için sevmiş. Onun peygamberlik bağını sevmiştim mi? Hayır sevmemiş. Zatına muhabbet etmiş ve yanında en çok duranlardan biri olmuş ama akıbeti ne olmuş? Maalesef cehennem olmuş. Bizler çocuklarımızı nasıl seviyoruz? Çoğumuza bakalım Ebu Talibin Resulullah’ı sevgisi gibi seviyoruz. Çocuğun zatını seviyorsun, tatlılığını seviyorsun, şirinliğini seviyorsun ama o bağı Allah’a intisap etmiyorsun. Biz buna ne diyoruz? Manayı harf, manayı isim diyoruz. İhsan benim evladımın olsun. İhsan benim evladım olsa ben İhsanın üzerinden hayatımı şekillendirsem, bir iki tane namaz, oruç, zekat falan ekledim.
Ama hepsi İhsan’ın zatıyla alakadar. Manayı cisim muhabbetiyle bir sevda oldu, ahirette hiç bir işime yaramadı. Ama ben İhsanı Allah namına sevdim, Allah namına güzel bir kul olsun istedim, Allah namına abd olsun istedim, manayı harf kabilinden sevdim ve bu bana ahirette kar olarak dönecek. Bizler çocuklarımızı Allah için sevsek, namazı, niyazına, Kur’an’ı ezberledikten sonraki mevlidimize dikkat ettiğimiz gibi on altı on yedi yaşında zinaya, içkiye bulaştığında da aynı üzüntüye dikkat etmiş oluruz. Ümmü Süleym gibi evlatlarımızı Allah yoluna adayabiliyor muyuz?
Adayamıyoruz. Pırlanta gibi çocuk geliyor bazen buraya, çölden gül çıkıyor. Güya bu işleri bildiğini iddia eden anası, babası kafasında bir hayal kurmuş. Şu işi yapacak, şunla evlenecek. Sonra arabada yaylaya gideceğiz, pazarları kahvaltı yapacağız. Çocuğun derdi başkaları için ben gece uykusuz kalırım, dünya lezzetlerim yok, bunların şuan kalbimde yeri yok. Çocuk buyken Ümmü Süleym annemiz Enes b. Malik’i Allah Resulüne infak ederken o anne babalar hazır ellerinde olan infak edilmişleri bozup, akitlerinden dönüp onları geri almaya ve dünyaya adamaya çalışıyorlar.
Dünya için koşturan bilsin ki dünyayı yakalamayacaktır. Hadiste rivayet ediliyor. Bunu sormak zorundayız, biz Ümmü Süleym annemiz gibi bir anne, baba mıyız? Bir Kocasıyla bu cihette ayrılıyor, öteki kocasıyla da kavuşmasının mehrini, şartını, sadece iman koyuyor. Şimdi gerçi şu koltuk takımı muhabbetleri bitse ona da sıra gelir belki. Pazar kahvaltısını nasıl süsleyeceğim muhabbetleri bitse birbirimizi kahvaltılara daha çok davet edip daha çok uhuvvetimizi pekiştirmemiz gerekecek, İnşallah bir gün. Bu adamla menfaatim var, onunla daha çok görüşeyim muhabbetleri bitse, bu adamda Allah’ın rızası var onunla daha çok görüşeyim meselesi gelecek.
Ümmü Süleym olsa evladını çocukluktan hazırlasa başka yapması gereken hiç bir şey yok. Hazırı bozuyorlar hazırı ya! Bir oğlunun haram ilişkisi var, dönüp laf etmiyor. Öteki çocuk namaz kılıyor onunla uğraşıyor ya! Böyle bir şuur tutulması olur mu arkadaş? Böyle bir akıl tutulması olur mu arkadaş? Zina eden, pavyona giden çocuğuna normal gözle bakıyor, evde kibarlık yapan, zarafet gösterip kitap okuyan çocuğuna anormal gözle bakıyor ya! Bu nasıl bir şuursuzluktur ya! Kuran’da anne baba hakkı diyor ama. Bütün Kur’an’ı biliyor sanki. Onun önünde Allah’ın hakkı, ondan sonra Resulullah’ın hakkı var. Onları nereye koydun? Sanki Kur’an’ın tamamı anne baba hakkından bahsediyor değil mi? Tamamı. O anne babaya ahiret yok mu?
Biz alışmışız ne güzel, “Gençler çok bozuldu ya! Şu çocukların bozukluğuna bak!” Eğri ağacın doğru gölgesi olur mu? Sen nesin? Kaç yaşına kadar nerelerde koşturdun? Yaylada bir bahçe tutturmuşsun sabah akşam orada, sanki o bahçe cennet bahçesi, ömrün orada geçmiş. Ne Allah Yolunda bir şey var? Ne koşturma var, ne muhabbet var? Hiç bir şey yok. Niye geldin ki dünyaya? Yaylada ölümü beklemek diye dünya imtihanı olur mu ya?
Ümmü Süleymden biz ders almamız gerekiyor ya! Böyle bir anne gördünüz mü ya? Resulullahı görmeden ona hazırlık yapmak ne demek ya? Oğlu Enes b. Malik Resulullah’ın en gözde talebesi, ümmetin en gözde muallimi oluyor. Bu arada biz şuan Enes b. Maliki anlatmıyoruz Sinan. Bir talebe övülerek onun hocası anlatılır. Biz Resulullah’ı anlatıyoruz aslında. Biz o talebenin böyle hayretimizi celbedecek meselelerini anlataraktan onun muallimini nazara veriyoruz, Resulullahı nazara veriyoruz. Biz Enes b. Malikten şunu çok net anladık: Çocuklar senin emirlerini dinlemez. Resulullah’ı sevgisi kalbine konduğunda onu rol model alacak.
O zaman gittik eve, ebeveyniz. Ben diyorum ki Ecmel Vera namaz kıl, Ecmel Vera kitap oku. Yapar mı Ecmel Vera bunu? Hayır. Annesi ile ben aramızda ne konuşursak onu yapacak Ecmel Vera. Bir yere giderken evde namazlar kılındıktan sonra uzun tesbihatı biz aramızda yapıyorsak o çocuk da orada yapacak. Ecmel Veranın videosunu attı annesi geçen, kendi çapında bir sabah namazı kılıyor. Hem iki rekat olduğundan anladım. Hem de secdeye giderken yattı oradan anladım. Ve bildiğin çocuk böyle yapıyor, oturuyor, uzanıyor, daha bir buçuk yaşında çocuk nasıl yapıyor bu oyunu? İşte annede onu görünce onu yapıyor. Başka şey görse de onu yapacak. Demek ki çocuklar bizim sözlerimizle yetişmeyecek. Bizim hal, hareket, tavırlarımızla ve anne baba arasında ne konuşuyorsa çocuklar onunla yetişecek. Çocuğum üniversiteyi kazanmazsa ölür. Bak kaç tane genç kardeş ne yapıyor? Kendisine zarar veriyor bu cihetten. Kaç tanesinin psikolojisi nasıl?
Alt üst durumda. Peki sizlere soruyorum, burada üniversite okumayan kardeşimiz yok neredeyse, burada bir çoğumuz da üniversiteyi bitirmiş durumdayız. Ne oldu bitirdin? Ne değişti? Okuyalım yani çok güzel, verimli olalım ama ahiretle kıyaslandığında ne yani üniversite ne, diploma ne? Ümmete faydalı ol, etrafına faydalı ol, vatanın milletin kalkınmasında bir numaralı fayda sende olsun ama Enes b. Malik olmak ,Darü’l Erkam’dan yetişmek, Suffa meclisi yetişmek, bunların kıymetini verebilir mi bir diploma? Ümmü Süleym Enes b. Malik’i adak olarak açarken hangi cümleyi söyledi? “Ya Resulullah eğer kabul edersen Enes b. Maliki sana infak ediyorum.” dedi.
Nasıl bir tevazudur bu? İçinde ne var? Kabul olur mu endişesi var. Bizde ne var? Medreseye girdik mi? Girdik. Adım attık mı? Attık. Bizim işimiz bitti garanti var. Neden kaybediyoruz anlıyor musun? Ümmü Süleym annemizde sürekli bir akıbet endişesi var sürekli. İçinden de eminim diyordur ki: “Ya Rabb kabul edersen, ya Rabb kabul oldu mu?” Sürekli akıbet endişesi var. Akıbetinden endişe etmeyenin akıbetinden endişe edilir. Bizde o imkanı var mı ya? Onda akıbet endişesi var bizde garanti hissi var. Miras yedicilik var. Oturuyoruz yani bir şey konuşacağız yaptığımız işlerle ilgili. Ya şu işi şöyle düzeltelim, onda bile o kadar garanti hissi var ki, artık herkes panter, akrep, herkes sıçrıyor.
O öyle olur mu? Bu böyle olur mu? Benim kurulu düzenim var, elleme, karışma, etme. Garanti hissi de oturmuş içimize öyle gidiyoruz. Allah muhafaza buyursun. Bizim bu medresede olmamız yani Enes b. Malik nasıl Suffa’nın bir talebesiydi, bedeni oradaydı; bizim de bedenimizin bu medresede olması Enes gibi olduğumuz anlamına gelmez. Ruhumuzun, kalbimizin, meylimizin, dikkatimizin de burada olması lazım. Peki burada olduğunu nasıl anlayacaksın? Bazen Enes gibi evin önünden geçerken dönüp bakmayacaksın, o burada olduğunun göstergesi olur.
Diyeceksin ki: “Yetişmem gereken işler var, yapmam gereken işler var, bu sözleri duyması gereken insanlar var, bölmem gereken bir gece var, ıslatmam gereken bir secde var.” Bazen bir dönüp eve meylettiğinde Allah o bütün manayı alıyor. Maalesef bu kadar. Demek bedenen medresede olmak bir şey ifade etmiyor. Bir insan bedenen yirmi yıl hastanede olabilir ama bir dikişi atmayı bile bilmez. Çünkü orada bir kantincidir, başka bir vazife yapıyordur. Bedenen hastanede olması manen ve ilmen şifayı da bilmesi anlamına gelmiyor.
Bedenen medresede olması medresede ki bütün ahkamı bildiği anlamına gelmiyor, bütün manayı anladığı anlamına gelmiyor. Enes olmak istersek bize düşen bir olay daha var: Rivayetten riayete geçmek zorundayız. Ne demek bu? Enes b. Malik’i okudum, Resulullah’ın o merhametini okudum hani oradan bir şey benzetip bende bu yok diyebilmek bile bana büyük bir şey gibi geliyor. O kadar trilyon tane eksiğimiz var ki hepsi ortaya çıkıyor. Bugün ne kadar çok değil mi Resulullah’ı anlatan? Ne kadar az değil mi Resulullah’ı yaşayan?
Demek bir şeylerin artık yer değiştirmesi lazım. Enes b. Malik’in tam ölümü zamanlarında etrafına toplanıyorlar. Biliyorsunuz kalabalık bir de ailesi var zaten, “Ya Enes seni bir doktora gösterelim.” diyorlar. “E beni zaten doktor hasta etti ya.” diyor. “Doktor olan, şifayı veren Şâfi zaten beni hasta edenle aynı Şâfi” diyor. “Kime gideyim, kime görüneyim?” Tevekküle bakar mısın? Hasta yatağında bunu kim söyleyebilir? Sandığımı getirin diyor içinde bir tane kase var sandığında, “O kasede Resulullah Aleyhisselam’ın yüzlerce kez şu içtiğine şahit oldum” diyor. O yüzden kendi de o kaseyi kullanıyor. Bir tane çubuk getiriyor, sopa. “Bu ne Enes?” diyorlar. “Bir gün böyle böyle Resulullah mutlu oldu bana verecek hediye arıyordu bulamadım da yerde bu çubuğu, bu sopayı bana verdi.
Bu yüzden beni kefenlerken göğsümün, döşümün ortasına bu çubuğu da koyun. Bu Resulullah’ın hediyedir ben ahirete onunla gideyim.” Birde getirdiği sandıktan bir tane Resulullah’ın sakalı şerifi çıkıyor. “Bu nedir ya?” diyorlar. “O da Resulullah’ın sakalını şerifidir. Onu da dilimin altına koyun öyle gömün beni” diyor. Ben olsam dil altı hapımı arardım yani açıkçası. Nasıl bir muhabbet anlamak zor. Tam vefat evresinde talebem Muhammed b. Sirin, onu çağırın benim cenaze namazımı o kıldırsın diyor. Muhammed b. Sirin nerede o esnada? Hapishanede. Zor duruma düşmüş geçinmek için ticaret yapma kararı veriyor, zarurata düşüyor. Gidiyor yağ alıyor, ticaret yapıyor. Bir bakıyor ki yağın hepsi bozuk. “Bana satan adama bunları iade etsem,” niyetini anlıyor “bu yağları geri kullanacak” diyor. “Ben satsam zaten satmam” diyor. Yağların hepsini döküyor borcunu da ödeyemiyor.
Öyle olunca adam şikayetçi oluyor borcunu ödeyemediğinden dolayı Muhammed b. Sirini hapse atıyorlar. Daha sonra Enes b. Malik’in vasiyeti geliyor: “Benim cenaze namazımı Muhammed b. Sirin kıldırsın” diye. Gidiyorlar yanına: “Ya İmam böyle böyle bir durum var.” “Yağları aldığım adam haklı olduğumu kabul edip rıza göstermedikten sonra ben burada çıkmayacağım” diyor.
Çıkayım davası yok, iffet davası var. Zühd nedir, vera nedir? Gördük mü bunları? Daha sonra karşı taraftan geliyor haber. Muhammed b. Şirin çıkıp cenaze namazını kıldırıyor. Diyor ki Enes b. Malik: “Resulullahtan çok hadis rivayet ettim.” Ya Enes sen riayet de ettin. “Resulullahtan çok hadis rivayet ettim ama biri var ki her an aklımdaydı Sevban’dan da bildiğimiz hadis: “Kişi sevdiği ile beraberdir” Ya Rabb bizi bu ikrar ile haşret.
Sübhâneke lâ ilmelenâ, ille mê allemtenâ inneke entel alîmü’l hakim ve âhiru davânâ enilhamdülillâhi rabbil âlemin el-Fâtiha me salavât.
Giriş Yap
Dini Hikayeler, dini güzel sözler
123 sonraki »
ANA SAYFA -> HABERLER ve SOHBET
cevap yaz
sayfa 1 |
(Özkan) 8 yıl önce - Cum 21 Ksm , Dini Hikayeler, dini güzel sözler Dinimiz İslam'da bir çok hadis ve Hikaye vukuu bulmasına rağmen çoğundan bi haberiz. Sitemizde bu konu ile alakalı başlık olmadığını tespit ettim ve bu duruma üzüldüm. Şimdiden iyi paylaşımlar ve bol feyz almalar inşALLAH Allah sevgisi Varlıkların hepsi Allahü teâlânın kudretiyle vardır. Hiç kimse, kendi kendini yaratıp, hayatını devam ettiremez. O hâlde, kişinin, kendini yaratan, çeşitli ni'metler veren, yaşatan Rabbimizi sevmemesi mümkün değildir. Eğer sevmiyorsa, kendi yaratılışını bilmediğinden, cehâletindendir. Çünkü sevgi, ma'rifetin, (ya'nî bilmek, anlamak) meyvesidir. Bir şey önce bilinip anlaşıldıktan sonra sevilir. Ya'nî ma'rifet olmadan sevgi olmaz. Sevgi ma'rifete göredir. Ma'rifet ne nisbette ise, sevgi de o nisbette olur. Rabbini bilen elbette O'nu sever. Çünkü kendini sevenin, kendini yaratanı sevmemesi düşünülemez. Güneşin yakıcı sıcağına mâruz kalan gölgeyi sever. Gölgeyi seven de ister istemez, gölge veren ağaçları sever. Kâinatta ne varsa, Allaha nisbetle, gölgenin ağaca nisbeti gibidir. Gölgenin varlığı ağacın varlığına bağlı olduğu gibi, her şey Allahın eseri olup, hepsinin varlığı, O'nun varlığına bağlıdır. mesajı beğendiniz mi?: +4 |
(Özkan) 8 yıl önce - Cum 21 Ksm , mesajı beğendiniz mi?: +6 |
(Özkan) 8 yıl önce - Cum 21 Ksm , mesajı beğendiniz mi?: +3 |
benersoy 8 yıl önce - Cum 21 Ksm , Özkan çok güzel bi fikir, hepsini okudum çok güzeldi ancak balıkçıyı anlayamadım? Yalnız bir ricam olacak başlığı anlamsız buldum, dini hikayeler diye birşey olmaz! Bu haşa masalmış gibi çağrışım yapıyor, zira Haşa dinde masal olmaz! Başlığı "Hadis i Şerifler" diye değiştirmen mümkünmüdür aceb mesajı beğendiniz mi?: +1 |
(Özkan) 8 yıl önce - Cum 21 Ksm , mesajı beğendiniz mi? |
(Özkan) 8 yıl önce - Pts 24 Ksm , mesajı beğendiniz mi?: +1 |
(Özkan) 8 yıl önce - Sal 25 Ksm , mesajı beğendiniz mi?: +2 |
Ertuğrul MERTEL mesajı beğendiniz mi?: +2 |
(Özkan) 8 yıl önce - Çrş 26 Ksm , mesajı beğendiniz mi? |
(Özkan) 8 yıl önce - Çrş 26 Ksm , mesajı beğendiniz mi? |
sayfa 1 |
cevap yaz
123 sonraki »
ANA SAYFA -> HABERLER ve SOHBET