kaynağı değiştir]
Merhaba sevgili Bibliyoraf okurları. Bu yazımda uzun uğraşlar sonucu bitirdiğim bu efsanevi seriyi ince detaylarıyla inceleyip yorumlayacağım. Cam Şatodan Kül Krallığına ne gibi değişiklikler oldu? Kül Krallığı’ndan memnun muyuz? Neleri sevdik neleri sevmedik? Hepsini didik didik edeceğim merak etmeyin. Oldukça fazla spoiler olacak elbette. Hazırsanız başlayalım. kül krallığı
Küçük bir not: Yazıda Cam Şato Serisine dair bol bol spoiler bulunmaktadır. Eğer seriyi bitirmediyseniz bu yazıyı okumamanızı öneririz.
Öncelikle yazarın bu seriyi yaklaşık on senelik bir araştırma ve yazım süreci sonucunda ortaya çıkardığını söylemek istiyorum. Ki bu en başında takdir etmemiz gereken bir durum. Özellikle kurgu ile ilgilenenler bilir ki asıl zor olan yazmak değil, öncesindeki hazırlık sürecidir. On sene biz okurlara uzun bir süre gibi gelebilir ama bir yazar için inanın ki değil.
Seri yorumuna geçmeden önce serinin teknik detaylarından biraz bahsedelim. Seri, biri novella olmak üzere toplamda sekiz kitaptan oluşuyor. Okuma sırası ise şu şekilde:
Dex Yayınlarının Aralık de çıkacağını duyurduğu The Assassin’s Blade adlı novellada Celaenanın Cam Şatodan önceki hayatını okuyoruz. Bu kitap aslında ayrı ayrı yayınlanan beş novellanın birleştirilmiş hali. İçerisinde Celeananın seri boyunca karşımıza çıkan isimlerden Sam, Rolfe, Ansel, Arobynn ve Yrene karakterleri ile maceraları bulunuyor.
Şafak Kulesinde ise hem kendine şifa bulmak hem de müttefik edinmek için Güney Kıtasına doğru yolculuğa çıkan Chaola eşlik ediyoruz. Serinin diğer kitaplarından farklı olarak bu kitap Chaol ve Nesryn karakterlerine odaklanıyor. Bunun nedeni ise bu kitabın da aslında bir novella olarak yazılmaya başlanması. Sarahnın Şafak Kulesini yazarken bu hikayeyi kısa kesmek istemediğini fark etmesi ile bu kitap da romana dönüşüyor. Her ne kadar ana karakterlerimizin neredeyse hiçbiri bu kitapta olmasa da ortaya çıkan sırlar ve kurgunun bütünlüğü açısından okunması gerekiyor.
Cam Şatoda on sekiz yaşındaki Celaena, kralın suikast şampiyonu olmak üzere yarışmak için Adarlanın veliaht prensi tarafından kölelikten kurtarılıyor. Yarışmada büyü ile bağlantılı bazı mistik olaylarla da asıl hikaye yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor.
Cam Şato ve Karanlık Taç boyunca hepimizin tanıdık olduğu sıradan bir kurgu okuyacağımızı düşünüyoruz. Fakat ikinci kitabın sonunda ortaya çıkan sır tüm hikayenin gidişatını değiştirerek okuyucuları daha da meraklandırıyor. Olaylar, konular, karakterler ve serinin dünyası o çok kadar değişiyor ki Cam Şato ile Kül Krallığı arasında devasa bir uçurum var.
İlk kitap ile son kitap arasında o kadar fark var ki, sadece ilk kitabı okumuş biri son kitaptan tek bir paragraf bile anlayamaz. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi tartışılır. Ama kesin olan bir şey var ki o da yazarın destansı bir öykü kurgulamak için çok çalıştığı. Bizi şaşırtabildi mi? Bazı noktalarda. Çuvalladığı oldu mu? Tabii ki. Gelin bunlara bakalım şimdi.
Seriyi okuyanlardan şunu kesin olarak duymuşsunuzdur, “İlk iki kitap hiçbir şey. Asıl olay üçten sonra başlıyor”. Gerçekten de öyle. Yazar bize önce maskelerini takmış, oyun oynayan birkaç karakter gösteriyor ve aniden bir gece yarısında maskeler düşüyor. Böylelikle tüm kurgu da bir anda yön değiştiriyor. Buna alışık olmayan biz masum okurlar da seriyi daha bir şevkle okumaya başlıyoruz. Bence bu gayet başarılı bir anlatım ve pazarlama yöntemi.
İkinci kitabın sonunda Celaenanın aslında o meşhur kayıp kraliçe Aelin olduğunu öğreniyoruz. Bununla birlikte bazı gariplikler de anlam kazanıyor. Büyünün neden yasaklandığını, cadıların hikayesini, feylerin diyarını çözüyoruz yavaş yavaş. Hikaye o kadar değişiyor ki nasıl yola çıktığımızı unutuyoruz.
Sarahnın bir başka özelliği ise yarattığı evreni seri boyunca farklı dünyalara taşıması. İlk başlarda sihrin yasak olduğu evren bir anda olağanüstü güçler, feyler, cadılar, şekil değiştirenler ve antik çağlardan yaratıklarla doluyor. Hatta Sarah Chaol’un hikayesini okuduğumuz Şafak Kulesi’nde bile özel, apayrı bir dünya yaratıyor. Açıkçası Kağanlık’a ait bir seri de okumak isterdim (Favori karakterlerimin Borte ve Sartaq olduğunu söylemeden geçemem.)
Sarah gerçekten nasıl dünya kurulacağını iyi biliyor. Yazar doğaüstü yaratıkları hikayelerinde kullanmayı çok seviyor ve bunu da başarıyla hikayelerine ekliyor. Örneğin feylerin güçleri ve valglerin ortaya çıkış şekli hikayede çok güzel ve özenli bir şekilde anlatılıyor. Cadılar ve ejderhaların gelişimi de hikayeye yedirilmiş hoş bir detaydı bence.
Sarah J. Maas okuyanlar bilir ki yazarımız karakter çeşitliliğini, yoktan karakter var etmeyi ve tüm karakterleri birbiri ile ilişkilendirmeyi çok sever. İlk üç kitapta serinin kaderini belirleyecek olan karakterlerin çoğunluğuyla tanışmamıştık bile. Mesela gönlümüzü çalan Aedion ve Lysandra çok sonradan aramıza katıldı. Elide, Manon, Fenrys, Sartaq, Lorcan Hepsi ile serinin ortalarında tanıştık.
Zaten Celaena’nın gerçek kimliğini bile ikinci kitabın sonunda öğrendik; devamında da asıl erkek karakterimiz seriye teşrif etti. Sarah J. Maas’ı diğer yazarlardan ayıran özelliği de bu aslında. Kadın resmen her serisinde bize “İlk gördüğünüz erkeğe aşık olmayın, o esas karakter değil” diyor.
Yayın yönetmeninin notu: Acaba bunun sebebi kendisinin de neler olduğundan bir haber olması olabilir mi? Buraya kadar kendimi tuttum ama yazmasam içimde kalırdı Begümay <3
Sarahyı karakter çeşitliliğine harcadığı çabadan dolayı tebrik etmeliyim. Seri boyunca karşımıza sürekli yeni karakterler çıktı. Kimileri gönlümüzü çaldı, kimilerinden de nefret ettik. Ama bu noktada şöyle bir çekincem var, bu kadar karakter gerçekten gerekli miydi? Mesela Şafak Kulesini ele alalım. Tamam, elbette ki Aelinin müttefiklere ihtiyacı vardı. Ancak bu defa karakterler yoktan var oldu, bir anda karşımıza çıktı. Kahramanımızın geçmişte yaşadığı maceralardan bir sürü karakter de dahil oldu seriye. Biz okurlar da haliyle neye uğradığımızı şaşırdık. Bunlar bir yana Aelinin ailesinden de pek çok kişi de dahil oldu ve bunlar hiç tanıtılmadı. Açıkçası onlara ait ayrı bir novella daha okumak isterdim.
Chaol öylesine zor bir karakterdi ki, yazar da bunu bildiğinden, gelişimi için altı yüz küsür sayfalık bir kitap ayırdı. Gelin görün ki günün sonunda Chaol yine Chaol’du. Neyse ki yanında Yrene vardı da onu daha çekilebilir hale getirdi. (Burada ikisinin ilişkisinin çok hızlı geliştiğin söylemeliyim. Üç ay gibi kısa bir sürede evlenmek… Biraz uçuktu bence.)Yanlış anlaşılmasın, çoğunluğun aksine Chaol’u seviyorum. Ancak eğri oturup doğru konuşalım, işleri yokuşa sürmekte üzerine yok. Ayrıca Aelin’in gerçek kimliğini kabul etmesinin de beş kitap sürdüğünü hatırlatayım. Yani… Mermer olsa aşınırdı be Chaol.
Gelelim Aediona. Aedion, gelişiminden en memnun olmadığım karakter olabilir. Başlangıçta Aedion’u çok sevmiştim. Aelin ile kavuşmalarını kitap boyunca dört gözle beklemiştim. Ve sonuç Hüsran. Bir karakter ancak bu kadar gıcık ve empati yoksunu olabilirdi. Yıllardır kayıp olan kuzenini bulmuşsun ama general olarak seçilmediğin için trip mi atacaksın yani? Kaldı ki kuzenin senin yaşadığından bile emin değildi. Kül Krallığının başında ise Aedion iyice dibe battı. Lysandra’ya yapmadığını bırakmadı. Baba-oğul mevzusu zaten içimizde kanayan bir yara… Ancak sonlara doğru neyse ki toparladı kendisini. (Aedion’a saydırdıktan on sayfa sonra onu affettiğimi söylemeliyim. Ben mi yufka yürekliyim yoksa Aedion gönül almayı mı biliyor, ona siz karar verin.)
En iyi karakter gelişimi hiç şüphesiz Manon’a ait. Başlangıçta kendisi oldukça sert, duygusuz ve çekilmez bir düşmandı. Sona doğru ise neredeyse önüne gelene gülümseyecek kadar yumuşak bir karaktere dönüştü. Dorian’a da böyle biri gerekiyordu bence. Manonla Aelinin rekabet/dost dinamikleri ise en zevk aldığım şeylerden biriydi. Ve On Üçlerini kaybetmesi… Ciddi anlamda yüreğimi burktu. Ancak karakter gelişimi bakımından bu hamle gerekliydi diye düşünüyorum.
Dorian ise hüzünlü bir biçimde gelişti ve büyüdü diyebiliriz. Ki bu da oldukça gerekliydi ve dönüştüğü kişi kesinlikle hoşuma gitti. Bazı noktalarda geçmişini bırakamaması beni yorsa da genel olarak harika bir karakter haline geldi diyebilirim. Kazandığı güçler onu yeni bir seviyeye taşırken kurgu açısından da onu oldukça kilit noktalara yerleştirdi.
Diğer yandan seride okumaktan en keyif aldığım çift kesinlikle Elide ve Lorcan oldu. Seri boyunca birbirlerini geliştirmelerini okuduk, ki benim en sevdiğim şeylerden biri de karşılıklı alışverişi olan ilişkilerdir. Elide, Lorcan’ı duygusal anlamda büyütürken, Lorcan da onu aşina olmadığı vahşi dünya ile tanıştırdı. Elide’ın naifliği ve saflığına rağmen zehir gibi zeki olması, hayatta kalabilmesi bir karakterde görmek istediğim özelliklerdendi. Son kitapta Lorcan’ın hayatını destansı bir şekilde kurtarması da resmen zirve noktaydı benim için. Neyse ki bu hikaye de mutlu sona kavuştu. Son olarak, Lorcan’ın Elide’ın soyismini alacak olması fazlaca eğlendiğim hoş bir detaydı.
Kül Krallığı’nın ilk yarısı tamamen Aelin’i kurtarma girişimine adanmıştı. Her şeyin en iyisini bilen ve kendini feda etme meraklısı olan baş karakterimizin seçimlerinin bizi getirdiği nokta burasıydı. Bu olayı sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Her ne kadar sevdiklerinin iyiliğini düşünse de bu oldukça bencilce bir davranıştı. Rowan ve diğerlerinin Aelin’i kurtarmaya çalışacağı zaten belliydi. Aelin işi yokuşa sürerek sadece zaman kaybettirdi ve sevdiklerini yordu.
Ancak bir konuda oldukça fazla üzüldüğümü söylemeliyim. İlk tanıştığımız andan beri Gavriel ve Fenrys’e bayılmıştım. Gavriel’in şövalye tavırları, nezaketi, oğluna olan sevgisi ve pişmanlığını okumak harikaydı. Fenrys ise alaycı tavırları, çekiciliği ve Aelin’e olan sadakati ile daha ilk andan okurun kalbini çalan bir karakterdi. İşte bu noktada eğer illaki birinin ölmesi gerekiyorsa bu kişinin Fenrys olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Gavriel’in hikayesi henüz bitmemişti. Oğlu ile barışacaktı, düğününü görecekti… Diğer yandan Fenrys oldukça acı çekti ve artık eskisi gibi ışıldamıyordu. Belki de kendini feda etmesi gereken oydu diye düşünüyorum. Yazar en çok acıtacak yolu bilerek seçmiş anlaşılan.
Seride beni en çok rahatsız eden ve kafamı kurcalayan şey yazarın gözümüze soka soka eksiksiz bir saray meclisi yaratacağını söylemesiydi. Hepimiz tereddütsüz serinin mutlu sonla biteceğini ve saray meclisinin bir şekilde kurtulacağını biliyorduk. Bu da son kitaptaki kilit olayını ciddiye alamamamıza sebep oldu. Kaldı ki Sarahnın kilidin dövülmesi olayını çözüş şeklinden hiç hoşlanmadım. Aelin yine Aelinlik yapıp başkalarına sormadan tüm yükü sırtlanmaya kalktı. Ne diyeyim ki şimdi? Bu kız hiç uslanmayacak herhalde.
Bu mükemmelliğe ulaşmaya çalışan, tabiri caizse zorlama saray meclisi yüzünden inandırıcılık seviyesi oldukça düştü. Bu da okuma zevkini azalttı ama buna rağmen yine de seyirlik bir manzarası var bu serinin.
Bir diğer sorun ise karmaşık aile yapıları ve soy ağacı sorunu. Kaç kere içimden Keşke bir soy ağacı tasarlanmış olsaydı dedim hatırlamıyorum artık. Kim kiminle evliydi, Mala’nın soyu, yok diğerinin çocuğu, kuzen gibi ama değil… Beşinci kitapta ortaya çıkan Galan mesela. KİM BU ADAM? Bizim niye varlığından daha yeni haberimiz oldu? Sellene Doğunun kraliçesi, Aelin Batının… Ee bu kız bu güne kadar neredeydi? Bunlar yedire yedire açıklansa çok daha güzel olabilirdi.
Aelinin ünvanları Takma isimlerine girmek dahi istemiyorum çünkü arama motoruna yazarsanız önünüze upuzun liste gelir ve bu yazı zaten yeterince uzun oldu. Aelin şöyle müthiş, şöyle esaslı savaşıyor, Aelin herkesin istediği, sevdiği kraliçe… Böylesine fazla yüceltmeye gerek yoktu gerçekten. Biz zaten baş karakteri sevmeye programlanmışız Sarahcığım ne diye bu kadar isim bulmaya uğraştın?
Bu arada Sarah’ın kendi evrenlerini birbirine bağlamasını sevdim. Eğer ilerde serilerini birleştirmeyi düşünürse tadından yenmez ama… Neden diğer serinden büyük bir spoiler yedim ben şimdi? Daha okumamıştım belki…
Toparlamam gerekirse, epik bir seri için eksikleri olan ama yine de destansılığından hiçbir şey kaybetmeyen bir sondu. Son yüz sayfayı “The Ballad of Terrasen” dinleyerek ağlaya ağlaya okudum. Eğer ağlama katsayınızı üç ile çarpmak isterseniz sizin de dinlemenizi tavsiye ederim. Bir başka yazıda görüşmek üzere. Mavilerle kalın.
Beğenebileceğiniz diğer yazılarımız:
Yazıyı burada paylaş
Sarah J. Maas | |
---|---|
Doğum | Sarah Janet Maas 5 Mart, (34 yaşında) New York |
Milliyet | Amerikalı |
Meslek | Yazar |
Etkinyıllar | günümüz |
Önemli eser(ler) | Çam Şato Serisi, Dikenler ve Güller Sarayı Serisi (ACOTAR), Hilal Şehir Serisi |
Sarah Janet Maas (5 Mart doğumlu) [1], 'de yayınlanan ilk serisi Cam Şato ve 'te yayınlanan Güller ve Dikenler Sarayı serisiyle tanınan Amerikalı bir fantezi yazarıdır.[2] En yeni eseri Crescent City'dir ki DEX yayınları kitabın Türkçe kopyasını çıkartmıştır.
Sarah J. Maas 5 Mart 'da New York, New York'ta doğdu.[3][4]
Tanıtım:
Karşınızda Suikastçılar Kraliçesi Celaena Sardothien. Celaena ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Oysa o, eğitimli bir suikastçıydı, benzerlerinin en iyisiydi ama bir hata yapmış ve yakalanmıştı.
Genç yüzbaşı Westfall ona bir teklifle geldi. Celaena, kraliyetin en yetenekli savasçıları ve suikastçılarıyla katılacağı ölümüne bir yarışmada veliaht Prens Dorian'ı temsil edecek.
Yarışmayı kazanırsa kralı korumaya ve sonrasında özgür bırakılmaya hak kazanacak. Ama önce bir biri ardına ortaya çıkan cinayetlerin katilini bulmalı ve hayal bile edemeyeceği bir geleceğe hazırlanmalı.
Aynı adlı serisinin ilk kitabıdır.
Gecikme için üzgünüm :(
Kitap gerçekten keyif alınası ve çok güzeldi. Yazar sonlarda bir yerde -olamazsa amanın olmaz- keşke öyle yazmasaydın dedirtse de ayırdığınız vakte kesinlikle değecek bir şekilde yazmıştı. Kitap sonuna kadar iki erkek arasından biri favorim olur desem de sanırım seçimim diğer kitaba kaldı. Çünkü ben ikisini de aldım gitti valla! :D
Kitabımızın anlattıklarına da bakalım biraz:
Kitabımız, kızımız Celaena'nın mahkum tutulduğu cehennemden kralın yaveri için yapılacak yarışmada yahşi prensimiz Dorian'ı temsil etmeyi kabul etmesiyle başlar. Çünkü hapis tutulduğu yer berbattır ve anlaşma ona pürüzler çıkarsa da özgürlüğü için umut da vadetmektedir. Böylece kızımız düşman olduğu, hapse düşmesine neden olan ve daha birçok kötülüğüne maruz kaldığı kralın yaveri olmak için saraya gider.
Saraya gider ama aslında hiçbir şey düşündüğü kadar kolay olmayacaktır. Zira o cehennem gibi hapisten sonra saray hayatı, Yüzbaşı Chaol'dan alacağı eğitim ve bir nebze özgürlük onu hapishanede geçirdiği zamanda kaybettiği forma kazandıracak olsa da gerçek de görünenden fazlası ve daha zorlu şeyler vardır. Ve bazı şeyler de dikkatli olmazsa ölümüne neden olabilir.
Tabi tüm bunların yanında bir de iki dünya yakışıklısı erkeğimiz var ki seç beğen allık değil, direk ikisini de aliyımlık :D Biri prens -Dorian- diğeri tüm muhafızların başı -Chaol-! Ehh, Celaena da bir suikastçı ;) Ki bunlar daha buzdağının görünen kısmı. Daha sürüsüyle eğlenceli, gizemli ve öldürücü karakter barındırıyor kitabımız. Yani canın mı sıkılıyordu? Oku da gör cümbüşü sonra ne sıkıntısı. Zira kızımız kimi seçer, bu yarışmada hayatta kalır mı, yoksa her şeyden kurtulsa bile aslında olaylar yeni mi başlar bilinmez??? Ya da bilinir de ben mi söylemem?? :) Sorular, sorular, sorular Cevaplar içinse bu güzel kitabı alıp okumanız gerek.
Kitap türünün sınırları içerisinde gerçekten çok gerçekçi bir kitaptı. Okurken keşke yetişkinler için yazılsa da o dövüş sahnelerini bir de öyle okusam demedim değil. Gizem konusunda da yazarımız başarılıydı. Yazar sonunu tahmin ettirecek ipucular verse de bazı olaylarda hiç beklenmeyen şekillerde sizleri şaşırtabiliyor. Bu da okurken hem keyif almanızı hem de oldukça heyecanlanmanızı sağlıyor :)
Beni en tatmin etmeyen kısmı ise çevre tasvirleri oldu. Hele şato! Keşke yazar anlatırken üstü kapalı ya da kısmen değilde tamamen hayalimizde canlanacak şekilde anlatsaydı. Tamam vakitlerin çoğu orada geçmiyor ama sonuçta havası orada! Bunun dışında beni pek rahatsız eden bir tarafı yoktu. Sadece sonlarda bir yerde -söylersem olmaz- klişe tarzı bir olay oldu ve bu olmasa kitabı daha çok seveceğimi düşünüyorum. Beni bu kitapta rahatsız etmese de belki sizi bazı yerlerdeki hızlı geçişleri yorabilir. Onun dışında da bir şey yok zaten.
Karakterlerimize gelirsek, Chaol-Celaene-Dorian kendilerine özgü ve birbirinden farklı, okumaktan zevk alacağınız karakterlerdi. Kızımızın uyuz etme tavırları, kişiliği ve hareketleri benim oldukça hoşuma gitti. Öyle okuyup sinir eden türden biri değildi. Sonuna kadar tereddütsüz sevdiğim bir karakter oldu. Prensimize daha en baştan vurulmuştum zaten. Hele kızımızla ilk mektuplaşmaları süperdi! Chaol'a gelirsek, onu uzunca bir süre çok da sevemedim. Bana göre sıradan biriydi. Aman dikkat, çünkü kitabı bitirdiğimde aslında onu da sevdiğimi ve ikisi arasında karar veremediğimi gördüm. Yani beyefendi hissettirmeden kendini sevdirenlerden ;)
Kitabımızın içinde birçok karakter ve çoklu bakış açısı var. Bu da size hem zevk veriyor hem de bıraktığınız karaktere ne oldu sorusuyla merakta bırakıyor. Daha fazla konuşup kendimi kaybetmeden kesmem en iyisi olacak :D
Ama şunu demesem de olmaz, hani The Avengers filminin başlarında Kara Dul yani Scarlett ablamızın bir sahnesi var. Önce yakalanmış biri gibi rol keserken, birden pat! telefon çalar ve bir konuşma geçer. Daha sonra Kara Dul herkese ağzının payını verir ya. Hah! Kızımızdan da bir çoğu yerde öyle bir performans bekledim ama ne yazık ki gelmedi. Neyse artık kısmetse bir dahaki kitaba diyorum ;)
İnternetimdeki arızadan dolayı geçikti.
Bekleyen herkese teşekkürler :)
Kitaplarınıza ve kendinize iyi bakın!
Keyifli okumalar
Bu da benim defterim, yarısında da sticker var. Çünkü defterim evde kalmıştı
Sevgili Kitap Tutkusu'ndan aklımda kalmıştı böyle bir şey :)