denizli kocabaş cezaevi mimarı kimdir / Kurumumuz Hakkında Bilgiler

Denizli Kocabaş Cezaevi Mimarı Kimdir

denizli kocabaş cezaevi mimarı kimdir

30 Eylül - 6 Ekim

TARSUS AMERİKAN KOLEJİ
TARİHİ TOPRAĞA MI
GÖMÜYOR?


Şu sıralar Amerikan Koleji, eski Askerlik şubesinin olduğu yerde bir yeni bina yaptırmaya başladı. Bu binanın olduğu yer çok büyük bir alan ve Gözlükule ye yakın olması nedeniyle de buranın altında tarihi eser olduğu iddiaları gündemde.

Bu hususta bazı basın yayın organlarında da iddialar yer aldı.

Ancak bu iddia ve haberlere her nedense yetkililer bir cevap vermedi. Şu an buranın sismik fotoğrafları var mı, altta tarihi eser bulunuyor mu, eser çıkabilir mi, neden tam kazı yapılmadan sadece sondaj yada çakma usulü beton dökülüyor gibi sorular gündemde.

Kafalarda soru işareti kalmaması için bu sorulara açıklama yapılması bekleniyor.

Yoksa ileride buranın altında tarihi eser olduğu belirlenecek olursa, kolej yetkilileri zan altında kalacaktır.

Tarsus Online Haber, 05 Ekim

ANTALYA-DEMRE İLÇESİ’NDEKİ AZİZ NİKOLAOS KİLİSESİ KAZI VE ONARIM ÇALIŞMALARI

 

Aziz Nikolaos Kilisesi’nde yüzyıldan bu yana yapılan en kapsamlı mimari koruma ve onarım çalışmaları, yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Antalya Müzesi başkanlığında, Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi seafoodplus.info Sema Doğan’ın bilimsel danışmanlığında başlatılmıştır. Haziran ayında başlatılan çalışmalar Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri ile Demre’li işçilerle yıl sonuna kadar sürdürülecektir. Kilisenin daha önce tamamlanmış olan koruma ve onarım projesi ile tamamlanmak üzere olan yeni çevre düzeni projesi, yılı Europa Nostra Koruma ve Onarım Ödülü sahibi Mimar Cengiz Kabaoğseafoodplus.info Mimarlık tarafından hazırlanmıştır. Restorasyon çalışmaları Türkiye’deki çok sayıda onarım projesini hayata geçirmiş olan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bekir Eskici yönetiminde Restoratör Aslan Çakır ve ekibinin uygulayıcılığıyla yürütülmektedir.

 

Kilise’de devam eden koruma ve onarım çalışmalarının yanı sıra bu yıl ilk kez ziyaretçilere yönelik gezi güzergahı, açıklama panoları gibi müze düzenlemeleri yapılmış, yeni bir rehber kitabın yayım hazırlıklarına başlanmıştır.

 

Antalya ili Demre (antik Myra) İlçesi'ndeki Aziz Nikolaos Kilisesi Ortodoks inancının en kutsal kişilerinden olan Aziz Nikolaos’a adanmıştır. Aziz Nikolaos, 4. yüzyılda Patara’da doğmuş, Myra’da piskoposluk yapmış ve bu kentte ölmüştür. Yaşamı boyunca denizcilerin, fakirlerin, çocukların ve gençlerin koruyucusu olan aziz, mucizeleriyle yaşadığı dönemde iz bırakmıştır. Ölümünden sonra mezarına çok sayıda ziyaretçi gelmeye devam etmiştir. Daha sonra Azizin mezarı üzerine inşa edilen Kilise 6. yüzyıldan bu yana Hıristiyanların ve özellikle Ortodoksların çok önemli bir ziyaret yeri olmuştur.

 

yüzyılda Rus Arkeoloji Enstitüsü’nün kazı çalışmaları sonucunda Kilise topraktan arındırılmış ve üst örtüsü yenilenmiştir. yüzyılda Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Antalya Müzesi yapıda bir süre çalışmalara devam etmiştir.

 

Kilise’deki kazı çalışmaları, - yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi seafoodplus.info S. Yıldız Ötüken’in başkanlığında sürdürülmüştür. Kazılarda kilisenin çevresinde Ortaçağ’da inşa edilen manastır kuruluşunun çeşitli ek yapıları bulunmuştur. Bu yapılar yüzyıl sonu yüzyıl başlarında Myros Çayı’nın taşması sonucu yaşanan sel nedeniyle yaklaşık 6 m. yüksekliğindeki toprak altından ortaya çıkarılmıştır. Yapılar arasında Piskoposluk Sarayı (Episkopeion), kutsal gömü yeri, mür yağının kutsandığı tören odası (Myrophylion) ve kutsanmış yağların muhafaza edildiği bölüm (Myrophylakion), keşişlerin kaldığı ya da hacıların konakladığı mekanlar öne çıkar.

 

Aynı yıllarda kazı çalışmalarıyla eş zamanlı restorasyon ve mimari belgeleme yapılmıştır. Kilisenin güneydoğu mezar odasında ve iç nartekste Aziz Nikolaos’un yaşamını ve mucizelerini konu alan duvar resimlerinin koruma ve onarım çalışmaları Restoratör Rıdvan İşler tarafından, mimari belgeleme Cengiz Kabaoğlu seafoodplus.info Mimarlık tarafından tamamlanmıştır. Mimari belgeleme ve duvar resimlerinin onarımları Vehbi Koç Vakfı, Onassis Vakfı ve Samuel Kress Vakfı’nın destekleriyle gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte bilimsel araştırmalara ağırlık verilmiş, seafoodplus.info Yıldız Ötüken’in danışmanlığında sonuçlanan çok sayıda doktora tezi kilisenin mimari ve kazı buluntularını konu almıştır.

 

Son yıllarda giderek artan ve yılında binin üzerinde ziyaretçinin geldiği yapının acil koruma ve onarım ihtiyacı ortadadır.

seafoodplus.info Sema Doğan, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü,

HAMAMDA YAP-BOZ MU UYGULANIYOR?

 

 

Bolu Belediyesi tarafından yıkılarak aslına uygun şekilde yapılacağı daha önce açıklanan Sultan Hamamı’nda da yap-boz oynanmaya başlandı. Sultan Hamamı’nın aslına uygun şekilde yapılmadığı gerekçesiyle Mimarlar Odası tarafından dilekçeyle yapılan müracaat sonrası, istinat taş duvarı şeklinde örülen duvarlar, aslına uygun olarak yapılmadığı için sökülmeye başlandı.




Aktaş Mahallesi’ndeki Sultan Hamamı’nda restore çalışmaları başlar başlamaz önce etrafındaki sobacı dükkanları yıkılmış ve hamam ortaya çıkarılmıştı. Restorasyon ve yeniden aslına uygun olarak yapılması beklenirken, istinat duvarı şeklide tarihi eski duvarlarına hiç uymayan bir şekilde duvarları örülmeye başlandı. Hamamın dış kısmındaki istinat duvarı benzeri taş duvarlar bitirilme aşamasına gelmişti ki, Mimarlar Odası’nın şikayeti üzerine duvar yapımı durduruldu ve sökülmeye başlandı.




Edinilen bilgiye göre aslına uygun olarak yapılması için milyara ihaleye çıkartılan projeyi Oyma Taş İnş. Ltd. Şti. üstlenmişti. iş günü içerisinde yapılması planlanan proje bittiği zaman Tarihi Sultan Hamamı, ihale edilerek kiralanacak.

Bolu'nun Sesi,

TARİHİ CAMİ SİT ENGELİNE TAKILDI

 

İzmir'in merkez camilerinden olan ve onlarca Müslüman’ın ibadet için geldiği, her gün yüzlerce turistin de ziyaret ettiği, İzmir'in merkezi Saat Kulesi’nin karşısındaki tarihe meydan okuyan Konak Camii'ne gelen vatandaşlar tuvaletin bulunmaması, bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle ibadetini yapamıyor. Camiyi geliştirmek, ihtiyaçlarını gidermek için kurulan dernek yetkililerinin ise cami imamı tarafından kapı dışarı edildiği iddia edilirken, caminin sit alanı içinde olması dolayısıyla tadilatının mümkün olmadığı öğrenildi.

 

Mehmet Paşa kızı Ayşe Hatun tarafından 18'inci yüzyılda Konak Meydanı’nda inşaa edilen, çinileri ve sekizgen planıyla dikkatleri çeken, İzmir’in en zarif camilerinden Yalı (Konak) Camii'nde tuvaletin bulunmaması vatandaşların tepkisini çekiyor. Yapıldığı dönemde tuvaletli olarak inşaa edildiği öğrenilen ancak daha sonra yıkılan ve yerine yenisi yapılmayan tuvalet nedeniyle camiye ibadet için gelen onlarca vatandaş geri dönmek zorunda kalıyor. Çünkü camide abdest alınamıyor. Görenleri de şaşkına çeviren tarihi camideki bu eksiklik akıllara “Tuvaletsiz cami olur mu” sorusunu getiriyor. 8 köşeli olma özelliğiyle Türkiye'de ilk olan Yalı Cami belediyeler tarafından da kapsam dışı bırakılınca, İzmir göz göre göre önemli bir tarihi değerini daha kaderine terk ediyor. Camide herhangi bir bakım, onarım veya tadilat yapılamıyor çünkü cami SİT alanı içinde yer alıyor.

 

Konuyla ilgili yardımda bulunmak üzere Ayşe Hatun Camii ve çevresi güzelleştirme derneğini kurduklarını anlatan ve bununla ilgili yetkili birimlerden de destek isteyen ancak isteklerinin karşılıksız kaldığını ifade eden 73 yaşındaki emekli tarih öğretmeni Yaşar Tanrısevdi, “Amacım camiye gelen vatandaşların rahat ve huzurlu bir ortamda abdest alarak, ibadetlerini yerine getirebilmeleri. Ancak beni ve dernek üyelerimizi camiye almıyorlar. Tuvaletsiz cami mi olur? Türkiye'nin 8 köşeli belki de tek tarihi camisi olan bu caminin daha güzelleştirilmesini istiyoruz” dedi.

 

Konak Müftüsü Zeki Aksoy ise emekli öğretmen Tanrısevdi'nin caminin dahi ismi olmayan bir dernek adı altında para talep ettiğini bu yolla farklı camilerden de izinsiz para topladığının öğrenildiğini belirtti. Farklı bir isimle kurulan dernek için para toplanmasının doğru olmadığını ve camide herhangi bir talimatın gerçekleşebilmesi için birçok kurul kararı gerektiğinin altını çizen Aksoy, “Alınması gerekenler, raporlar olmadan orada tadilat yapmak istiyorlar. Durumu anlattık ancak anlamak istemiyorlar. Proje olarak hazırlanmalı, kurullardan geçip onaylanmalı biz de ona göre destek olabiliriz. Camilere gidip farklı camilerden onaysız para topladığı da öğrenildi. Hisar Camisi’ne bile tuvalet yapamıyoruz çünkü sit alanı. Ayrıca Konak Meydanı’ndaki caminin tuvaletinin ne zaman yıkıldığı da bilinmiyor ayrıca Valiliğin önüne, Belediye'nin önüne kimse tuvalet yapmaya da razı olmaz” diye konuştu.

Gazete Yenigün,

MANİSA'DA TARİHE MAKYAJ

 

 

Manisa'da, aralarında Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'ın yaptırdığı Sultan Camisi ile 3. Murad'ın Mimar Sinan'a yaptırdığı Muradiye Camisi'nin de arasında olduğu asırlık 65 cami restore edilecek.

 

Manisa İl Müftüsü Sinan Cihan, kentin tarihi bir yerleşim yeri olduğunu, il genelinde Anadolu Beylikleri ve Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma çok sayıda caminin bulunduğunu anlattı.

 

''Kent genelinde tespit ettiğimiz 65 tarihi caminin restorasyonu için çalışma başlattık'' diyen Cihan, şöyle devam etti:

''Bu camilerle ilgili bir dosya hazırlayarak liste halinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ve İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne gönderdik. Vakıflar İzmir Bölge Müdürü Kenan İba ile çalışmanın başlamasına ilişkin bir değerlendirme toplantısı yapacağız. Bu toplantının ardından bakım ve onarıma ihtiyacı olan camilerin ele alınmasını en kısa sürede sağlayacağız.''

 

Restorasyon çalışması yapılacak tarihi camilerin aslına uygun olarak muhafaza edileceğini ifade eden Cihan, bu çalışmaların Manisa'nın turizmine de olumlu yansıyacağını dile getirdi.

 

Camilerin restorasyonunun ilgili izinler alınmasının ardından belli bir sıra içinde yapılacağını, ödenek konusunda sıkıntı yaşanması halinde bunun aşılabileceğini kaydeden Cihan, şöyle konuştu:

 

''Eğer ödenek konusunda bir problemle karşılaşırsak bunu da camilerdeki cemaatimizin, halkımızın huzuruna getiririz. Derdimizi onlarla paylaşırız. Halkımız da gerekli ilgiyi gösterir ve bu problemler aşılır. Manisa halkı bu noktada son derece duyarlı. Ben ümit ediyorum ki resmi prosedür tamamlandıktan sonra iş eğer ödeneğe kaldıysa, ödeneksizlik problemi ile karşı karşıya kalmışsak çalışmaların en azından bir kısmını halkımızın katkılarına başvurarak temin edebiliriz.''

 

Cihan, restorasyon yapılacak camiler arasında Saruhanlı İshak Çelebi tarafından 'da yaptırılan Manisa Ulucami, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan tarafından yılında yaptırılan Sultan Camisi ile 3. Murad'ın Mimar Sinan'a tarihinde yaptırdığı Muradiye Camisi'nin de yer aldığını sözlerine ekledi.

Gazete Yenigün,

TÜRKİYE ÇAĞDAŞ SANATI PARİS VİTRİNİNDE

 


Marova nın altı parçadan oluşan manzarası sergide olacak.

 

Paris’in en prestijli sanat merkezlerinden Champ Elysées’de bulunan Espace Culturel Louis Vuitton, önümüzdeki hafta Türkiyeli çağdaş sanatçıları ağırlamaya hazırlanıyor. 10 Ekim’de açılacak ‘Journeys: Wanderings in Contemporary Turkey’ (Yolculuklar: Türkiye Çağdaş Sanatında Gezinti) başlıklı sergi, Türkiye’den 11 sanatçı; Murat Akagündüz, Halil Altındere, Silva Bingaz, Canan, Gözde İlkin, İhsan Oturmak, Ceren Oykut, Murat Morova, Tayfun Serttaş, Ali Taptık ve Hale Tenger’in işlerine yer veriyor.


Küratörlüğünü Hervé Mikaeloff’un üstlendiği sergi 10 Ocak ’e kadar sürecek. Hale Tenger, ’da İstanbul Galeri Nev’de sergilediği ‘Strange Fruit’ adlı yerleştirmesiyle sergiye katılıyor. Murat Morova, altı parçadan oluşan bir manzarasıyla sergide yer alırken Halil Altındere, şu sıralar Berlin Tanas’ta devam sergisinde yer alan ‘No Man’s Land’ın bir versiyonuyla Paris vitrinine çıkıyor. Canan’ın ‘Kusursuz Güzellik’ serisinden işler, Ceren Oykut’un ise ‘Uyku’, ‘Tarlada Yüzenler’, ‘Uçmak’ adlı desenleri, Murat Akagündüz’ün ise kısa süre önce Galeri Mana’da sergilediği ‘Cehennem-Cennet’ adlı video ve resimlerinde oluşan bir seçki Espace’te sergilenecek işlerden bazıları.

Radikal,

HAYDARPAŞA KORUNACAK YAPI LİSTESİNE ALINDI

 

ABD merkezli Dünya Anıtlar Fonu (WMF) Haydarpaşa Tren Garı’nı koruma listesine aldı.

 

Her 2 yılda bir dünya çapında korunması gereken alan ve yapıları World Monuments Watch adlı program çerçevesinde seçen kurum bu yıl 41 ülkeden 67 yer belirledi.


American Express firmasının 5 milyon dolar bağışta bulunduğu program çerçevesinde yapılara uluslararası kamuoyunda dikkat çekilmesi amaçlanıyor. Program yerel halkın projeye katılımını da kapsıyor. WMF bugüne dek yapı için fon desteği sağladı. Daha önce Türkiye’de Ayasofya ve Hierapolis’e destek sağlamıştı.

Milliyet,

BOZDOĞAN İHALESİ BU AY

 

Fatih'te tarihi Bozdoğan Kemeri'nin restorasyonun proje ihalesi bu ay yapılacak. Yıl sonuna kadar hazırlanan projeler, onaylanması halinde restorasyon başlayacak. Kurulun onay vermesi halinde, tarihi su kemeri, seyir amacıyla hizmet verecek. Kemerin her iki yakasında bulunan parklardan giriş ve çıkış yapılacak. Kemere engelli vatandaşların da çıkması sağlanacak.

Sabah,

İŞTE MONA LİSA!

 

Leonardo Da Vinci'nin başyapıtı Mona Lisa tablosunun kahramanı olan kadının iskeletinin Floransa'da bulunduğuna inanılıyor. Aziz Ursula Manastırı'nın bodrum katında bulunan iki iskeletten birinin Mona Lisa'ya ait olduğu tahmin ediliyor. Ünlü ressama modellik yaptığı söylenen Mona Lisa Gherardini'nin 'de hayatını burada kaybettiği biliniyor. Ancak modellik yapan kişinin sanıldığı gibi Gherardini olduğunu bilimsel olarak kanıtlamak için iskeletin tam olarak incelenmesi gerekiyor. Şimdiye kadar yedi iskelet bulduklarını belirten kazı başkanı Silvano Vinceti, "Eğer her şey planlandığı gibi giderse Gherardini'yi burada bulmayı ve ileri teknolojik yöntemler sayesinde iskeletinden yüzünü oluşturmayı başarmayı umut ediyoruz" dedi. Yüz iskeletini oluşturdukları takdirde hata yapma olasılığının yüzde oranında olacağını belirten Vinceti, "Böylece Leonardo'nun Gherardini'yi model olarak kullanıp kullanmadığından emin olabileceğiz" dedi.

Sabah,

VAKIF ESERLERİ MÜZESİNİ BEKLİYOR

 

Osmanlı’nın ilk başkenti Bursa’da selatin camiler, tarihi türbeler, eski medreselerden çıkan onlarca hat yazı, kurmalı saat, tombak şamdanlar ve el işi seccadeler, sergileneceği müze mekanını bekliyor. Bursa Valisi Şahabettin Harput’un da yakından ilgilendiği Bursa Vakıf Eserleri Müzesi için en uygun mekan olarak görülen Muradiye Medresesi’nin yıl sonuna kadar İl Halk Sağlığı Müdürlüğü’nden tahliyesi istendi.

 

Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü bünyesinde toplanmaya başlayan eserler arasında dünyaca ünlü hattatlarımızın imzasını taşıyan levhalarda bulunuyor. Özellikle büyük camilerden depolara alınan Bakkal Arif Efendi, Mustafa İzzet Efendi, İsmail Zühdi, Naim Efendi gibi hattatlarımızın paha biçilemeyen levhaları tozlu raflardan, görücüye çıkacakları günü bekliyorlar.


Bir dönem kıymetleri bilinmedikleri için veya çalınır endişesi ile cami ve türbe duvarlarından indirilerek depolara kaldırılan çok kıymetli hatlar, özellikle bu sanatların tanınması ve zenginliğimizin anlaşılması için önem arz ediyor.


Bursa’da Şabani Dergahı’nda hat dersleri veren Hattat Hüseyin Kutlu’nun icazetlisi Mahmut Şahin, depolardaki eski hat levhalarının İstanbul Vakıf Hat Eserleri Müzesi’ndeki hatlarla eş değerde kıymetli olduklarını söyledi.

 

Bursa için büyük bir kültür hazinesi hükmündeki eserleri, 5 yılı aşkın süredir depolarda tutulmasını bir eksiklik olarak değerlendiren Hattat Mahmut Şahin, "Bursa bir an önce vakıf eserleri müzesine kavuşmalıdır. Muradiye Külliyesi’nde Büyükşehir Belediyesi’nin başlattığı restorasyonla birlikte, Vakıf Müzesi olarak düşünülen Muradiye Medresesi’nin de elden geçirilmesi gerekiyor. Medresenin sahibi Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü tarafından müzeye uygun forma kavuşturulması lazım. Vakıfların elinde bulunan eski hatların kimlere ait oldukları, neler yazdıkları konusunda detaylı incelemeler, yapmaya da Bursa’daki hattatlar olarak hazırız. Bizim için büyük önem arz eden vakıf malı hatların, teşhirinin vakıflardan sorumlu siyasetçilerimizin olduğu bu dönemde çözülmesi de çok münasip olacaktır" diye konuştu.


Mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde olan ancak yıllardır İl Sağlık Müdürlüğü tarafından sağlık ocağı ve kanser erken teşhis merkezi olarak kullanılan Muradiye Medresesi, mimari yapısı ile de müze için çok uygun görülüyor. 30’u aşkın odacığı, iç avlusu ve İznik çinilerine sahip büyük dershanesi ile turizmin uğrak noktaralarından olan Muradiye Külliyesi’nde yer alan medresenin bölgedeki 2 mevcut müzeye ilave olarak çok iyi bir Vakıf Eserleri Müzesi konseptinde kurgulanabileceği kaydedildi.

Bursa Olay,

"OSMANLI ŞEHİRCİLİK MİRASI YOK EDİLİYOR"

 

seafoodplus.info Cemal Kafadar, önceki gece katıldığı televizyon programında İstanbul ’da ve başka kentlerde sürdürülern kentsel projelerin Osmanlı şehircilik mirasını yok ettiğini söyledi. Kafadar, bu konuda ses çıkaran herkesi de ‘kamuoyu oluşturmaya’ çağırdı.


Cemal Kafadar, Cem Erciyes ’in sunduğu Ayşe Hür ve Ahmet Kuyaş’ın katıldığı TRT Türk’teki Geniş Zaman’a konuk oldu. Prof. Kafadar, İstanbul’la ilgili soru üzerine şöyle konuştu: “Şu anda çok büyük proje söz konusu. İstanbul gibi tarihi bir şehrin dokuusna bunun ne getirip ne götüreceğini düşünmeden bu işlere girmek çok tehlikeli. Ama bir şeyin çok lafı edilince galiba harcamak kolay oluyor. Osmanlılık sözünü siyasal ve ideolojik şeylere meze etmek çok kolayımıza gidiyor. Burada bir tek siyasi hareketi kastetmiyorum, hepimiz bununla büyüdük. Ama iş gerçekten tarihi mirasa sahip çıkmaya gelince laf ebeliğinden somut projeleri konuşmak mümkün olmuyor.
 

Çok büyük bir kamu hazinesi olarak gördüğüm, kamu hakkı olarak savunmak istediğim, Osmanlı şehircilik mirası yok ediliyor. Bununla ilgili olarak şu veya bu projeye ses çıkartanların kamuoyu oluşturmak için çalışmalarını öneriyorum.” Cumhriyet’in ilk yıllarında Osmanlı tarihine yönelik bir ‘diyet’ uygulandığını söyleyen Prof. Kafadar, “Şimdi ise bir tarih oburluğu var. Hatta obeziteye doğru gidiyor. Tarih hızla metalaşıyor” yorumlarını yaptı.

Radikal,

MÜZEKART'A KAZA SİGORTASI DA EKLENDİ

Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB)’nin uygulaması Müzekart’a kaza sigortası da eklendi.

1 Ekim’den itibaren Müzekart+, Müzekart satın alan kişiler kart satın alırken cep telefon numaralarını verdikleri takdirde kartlarının geçerlilik süresi boyunca ferdi kazalara karşı sigortalı olacaklar.

Ferdi kaza poliçesi; 30 TL ve 50 TL tutarındaki kart sahipleri için kişi başı 10 bin TL, 15 TL tutarındaki Müzekart sahipleri için ise kişi başı 5 bin TL ölüm ve sürekli sakatlık teminatı içeriyor.

 

Müzekart satın alan kişiler, sigorta kapsamlarını ve diğer olası sorularını 0 numaralı çağrı merkezini arayarak öğrenebiliyorlar.

 

Müzekart'ın satış fiyatları şöyle:

Müzekart+ (50 TL),
Müzekart (30 TL)
Müzekart (15 TL)

Turizm Gazetesi,

FAHREL NİSA ZEYD TABLOLARINA REKOR FİYAT

Lordra’daki Bonhams Müzayede Evi’nde düzenlenen İslam ve Hint Sanatı Açık Artırması’nda satışa sunulan Fahrelnisa Zeid tabloları 2 milyon paunddan fazla bir fiyata alıcı buldu.

Zeid’in ailesinin eski bir çalışanı tarafından bulunan ve ressamın ’tan ’lere kadar ürettiği defter ve taslaklarının da olduğu parçalık koleksiyonun hepsi satıldı.

Bunun Zeid için bir rekor olduğunu belirten müzayede evi başkanı, koleksiyon duyurulur duyurulmaz salonda amansız bir rekabetin başladığını, telefon ve internetten de satışa katılanlar olduğunu söyledi. 

Radikal,

TIP TARİHİNİN İLK PROTEZLERİ BULUNMUŞ OLABİLİR

 

 

Arkeologlar, Mısır’ın Nil Nehri kenarında yatan antik Luksor kentine yapılan kazılarda üç parça ahşap ve deriden ayak parmağı buldu. Tarihin ilk protezi olabileceği öne sürülen ve MÖ yıllarına ait olduğu düşünülen parmaklar, kadın bir mumyanın mezarında bulundu. Arkeologlar ayrıca, MÖ yılına işaret eden, ezilmiş kağıttan yapılmış bir ayak parmağı da ortaya çıkarıldı.

 

İngiltere’nin Manchester Üniversitesi’nde araştırmacı olan Dr. Jacky Finch, keşfedilen parmakların kozmetik amaçlara mı hizmet ettiğini, yoksa kullanan kişinin yürümesine mi yardımcı olduğu konusunda araştırma yaptı. Bilim insanları, antik Mısırlıların ölen kişinin mezarına geleneksel olarak sahte vücut parçaları koyduğunu bilse de, bu parçaların sadece bir ritüelin parçası olmakla kalmayabileceği ileri sürüldü.

 

Finch, araştırması hakkında, “Bulunan parmakların hangi amaca hizmet ettiğini anlamak için Mısır bilimi uzmanlarına danışmanın yanı sıra protezlere ilişkin bilgisayar modellerine dayanan analizler gerçekleştirmemiz lazım” dedi. Finch, ayak baş parmağı olmayan iki gönüllünün yardımıyla, bulunan sahte parmakların insan ayağına uyup uymadığını kontrol etti.

 

Salford Üniversitesi’nin Rehabilitasyon ve İnsan Performansı Aratırma Merkezi’ne bağlı Gait Laboratuvarı’nda gerçekleştirilen testlerde, antik sahte parmakları kullanan gönüllülerin  nasıl hareket ettiği kameralar ve bilgisayar programlarıyla takip edildi.

 

Gönüllülere, ilk olarak ayakkabıyla 12 metre yürümeleri söylendi. Ardından, sahte parmakların yer aldığı sandaletleri giyerek aynı mesafeyi yürümeleri istendi. 10 özel kamara deneklerin hareketini takip ederken, üzerinde yürüdükleri özel mat, adımların basıncını ölçtü. Ölçümler sonucunda, sol ayağa dayandırılan en iyi 10 yürüyüş tespit edildi.

 

Ölçümler, ilk denek ezilmiş kağıttan yapılan parmağı sandaletli ve sandaletsiz olarak giydiğinde, sol ayak baş parmağının sağladığı bükülme kabiliyetinin yüzde 87’sini sağladığını gösterdi. Ahşap-deri yapımı olan üç parmakla yapılan test ise yüzde 78 başarı oranında kaldı. İkinci deneğin testinde ise sandalet olsun olmasın, protezlerle yüzde arasında bir bükülme kabiliyeti elde edildi.

 

Protez parmakları giydikleri zaman, deneklerin basınç hareketleri aşırı bir değer göstermedi. Bu bulgu, protezlerin kullanımında gerçek dokulara zarar oluşturacak bir olumsuzluğun bulunmadığını gösterdi. Ancak protezlerle beraber kullanılan sandalet tek başına giyildiğinde, ayakta rahatsızlık hissi oluştu.

 

Finch, “Basınç verileri, ayak baş parmağı eksik olduğu zaman antik Mısırlıların sandalet giymekte zorlandıklarına işaret etti Tabii ki daha rahat yürümek için çorap veya ayakkabı giyiyor olabilirlerdi. Ancak araştırmalarımız, protez parmaklarla sandalet giymenin çok daha rahat olduğunu gösteriyor” dedi.

 

Denekler, testlerin sonucunda ezilmiş kağıttan yapılan ve iyi bir kozmetik aksesuarı olduğu bilinen antik parmakla yürümenin daha rahatsız edici olduğunu söyledi. Öte yandan, ahşap-deri parmaklar son derece rahat bulunurken, gönüllülerden bir tanesi böyle bir protez kullanmaya başlayabileceğini ifade etti.

 

Finch, “Elde edilen sonuçlara bakılırsa, antik Mısır’a ait bazı orijinal eserlerin protez amaçlı kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz” dedi.

Ntvmsnbc,

AKM SORUNU


 

Nereden çıktı yine bu konu? Bu kez hiç olmazsa çekişme nedeniyle değil, hayırlı bir vesileyle, bir sergi vesilesiyle gündemde. Neye el atsak aynı sorun: kurumlar ve binalar sorun çözmek üzere kurulur, yaratmak için değil. Yönettiği toplumla barışık olmayan bir devlet mekanizması olunca; ve de sorun çözmeye değil şahsiyet kanıtlamaya yönelik zihniyet yaygın olunca, herşey tersine dönüyor. Bu benim sadece burada önüme çıkan üçüncü konu: 1. TOKİ, piyasanın rutin işleyişiyle barınma ihtiyacını karşılayamayanların sorununu hafifleteceğine, kendisi başlıbaşına barınma sorununun yeni bir halkası haline geliyordu. 2. Zaten laik devletle uyuşmayan bir kurum olarak Diyanet fetva-siyaset karışımı demeçleriyle kafaları karıştırabiliyordu. 3. İstanbul metropolünün milyonları bulan nüfusunun opera, bale, dans vs. gösteri izleme ve klasik müzik dinleme ihtiyacını karşılamak üzere toplam 30 yılda inşa edilmiş Atatürk Kültür Merkezi (AKM) işlevini sükunetle yerine getireceğine iki üç yıldır kamuoyunun gündemini kendi sorunlarıyla işgal ediyor. Tabii ki binanın kabahati yok, kenarda bekliyor.

 

Önce “yıkılsın!” diye bir gündem oluşturuldu; sonra “yapılsın!” diye; sonunda da “hayır yapılmasın!” diye. Üstelik hepsi de yaygaracı salvolardı. Önce nedendir bilinmez, bir “asık surat” lafı çıktı, “yıkılsın!” yaygarasıyla; oysa bina tam da olması gereken yerdeydi, on küsur milyonluk metropolün tam ortası da sayılan en cazibeli, kozmopolit, ve zengin-fakir, çoluk-çocuk, bütün sınıf ve tabakaları buluşturan boşluğunda, üstelik bu tür binalarda sık rastlanmayan şekilde fuayelerini, yani seyir-dışı avarelik alanlarını o cazip ve esrarengiz boşluğun parıltılı kozmopolitliğine doğru alçakgönüllü cömert ve davetkarca açarak ve beslendiği meydanınkine kendi parıltısını da katarak. İşleviyle uyumlu mekan ve donatı kalitesi ile refah ortamını, meydanın doğası gereği aylaklığa yatkın salaş standartları ile cesurca yüz yüze getiriyordu. Neyse tehlike atlatıldı, ardından binanın yeterli bakım görmemekten eskidiği ve teknik desteğe ihtiyacı olduğu keşfedildi. Üstelik yapacak kişi de piyangodan çıkma bir şansla Ortalıktaydı. Binayı yapan Hayati Tabanlıoğlu’nun mimar oğlu Murat; pekala mimar olmayabilirdi, olsa da ortada olmayabilir bu çetrefil işten kaçıp saklanabilirdi, riskleri ve iş yüküyle üstlendi mirası. 40 yıl öncenin sorumlu uzmanlarını Avrupa’nın köşe-bucağında buldu. Sürpriz bir kaynak da vardı: Avrupa Kültür Başkenti olmuştu İstanbul; üstelik müsamere için değil, bu türden işleri üstlenmesi için yapılmıştı; sadece mali kaynağı değil, Korhan Gümüş gibi akıl, mantık ve vicdana gönül koymuş yöneticileri de vardı. İnsanüstü bir gayretle ve devlet bürokrasisindeki enerjik kişilerin de desteğiyle kaynağının gerekli miktarının AKM’ye ayrılma kararı verildi, ama çilesi bitmemişti binanın! Nasıl olur da diğerleri yetmiyormuş gibi Cumhuriyet’in “Modernin İcrası” projesinin restorasyonu da bu iktidara nasip olurdu, bir bityeniği olmalıydı bu işte, oynanan oyun açığa vurulmalıydı; işte binayı yıkamayan, “Modernin İcrası”na taş koyamayan örümcek kafalı gericiler restorasyon perdelemesiyle yok edeceklerdi hem binayı hem de misyonunu.

 

İşte oyun apaçık ortadaydı: İstanbul’un en nefes kesici açılarından olan çatı katı, bale çalışma salonu yerine lokanta ve seyir terasına dönüşüyordu; giriş katına da CD, kitap müzik, hediyelik kırtasiye satan bir satış noktası bile yerleşecek; yetmiyormuş gibi Taksim manzaralı fuayeleri Baudellaire’e nazire yaparcasına gösteri ve konser dışında da Taksim’in ve Beyoğlu’nun aylaklarına ve daima aylak kalacaklarına açılacaktı.

 

Giriş katında dolaşımı engelleyen ve mekanın organizasyon mantığına da ters yerleştirilmiş vestiyer kenara çekilerek akış kolaylaştırılıyordu. Zamanında özel imalatla elde edilmiş aydınlatma elemanları ve duvardaki seramiklere kadar yeniden imal etmeye üşenmeyen proje performansının vestiyer kararı proje iptali talebinin gerekçesi yapılarak yüksek mahkemeye kadar gidiliyordu. İptal istemiyle yargıya giden de maalesef ülkedeki kamu yararı önceliğinin son militan savunucularından Mimarlar Odası gibi bir kurum oluyordu. Yalnız ve desteksiz kalmanın küskünlüğünün rövanşını proje çizimlerini yüksek mahkemelere sunulacak birer hukuki doküman ve delilden ibaret görerek alıyordu adeta Oda. Mimarlıkla zıtlaştığı aşikar bir deformasyonun esiri oluyordu bu tutumuyla, aklıselimiyle hep güven kaynağı olmuş Mimarlar Odası.

 

Böylece meslektaş babayla kurduğu empati kadar, çocukluğu ve gençliğinin başat mevzuu binayı iyi okumaya olan güvenine de dayanarak riski ve angaryası bol bir işe cesurca ve hesapsızca girişen Murat Tabanlıoğlu gibi Türkiye'nin en kapasiteli mimarlık ekiplerinden birini kurmuş, en iddialı, performansı yüksek ve lider karakterli üyelerinden biriyle karşı karşıya kalmış oluyordu Oda. Peki, ne malum teknik olarak yerinde kararlar aldığı ve Oda'nın binaya ve proje paftalarına yeterli dikkat ve konsantrasyonu veremediği? Tartışmasız kanıtı denemese de, mimaride çoğu zaman rastlanamayacak türden apaçık bir belirtisi Karaköy'de ve önündeki caddeye adını vermiş görkemli binanın dördüncü katında duruyor. Garanti Bankası'nın kültürel etkinlikler düzenlemek üzere kurduğu SALT'ın Galata binası olarak kullanılan Bankalar Caddesi, No. 11'deki eski Osmanlı Bankası Binası'ndaki Kalebodur desteği ve Tabanlıoğlu- Mimarlık katkılarıyla, Pelin Derviş&Gökhan Karakuş küratörlüğündeki "Modernin İcrası: ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ: " sergisindeki 1/60 ölçekli, burada fotoğrafını da bastığım maketten sözediyorum. İki önemli şeyi sergiliyor bu maket: birincisi, tasarlayan mimarın binayı nasıl görerek tasarladığını; ikincisi mimarın, mimarlığın en yoğun emek gerektirdiği kadar en meşakkatli eylem alanı da olan ve anlama ve tasarım becerilerine de sahip olmayı gerektiren işi restorasyona başlamak için sahip olması gereken vizyonu, yani bakış açısını. Mekanı kurmak kadar anlamak için de gerekli formasyonun parçası olan bu mimar bakışı, mekanın hiçbir deneyimlenme açısıyla ve pozisyonuyla örtüşmez. Ama öte yandan da hepsiyle birden ve tek seferde örtüşüverir; her yeri, her şeyi birden, üstelik daha ortada hiç bir şey yokken yani hayat başlamamışken, deneyimlenemezken görüverir; bu nedenle de mimardan başka kimseyle paylaşamayacağı en mahrem dünyasıdır ve bu dünyayı bu kadar cesurca ortaya dökmek kadar dökebilmek de her mimarın harcı değildir.

 

Evet mimarlığın profesyonellerine yetkin ifade tekniği nedeniyle, amatörlerine de bir mimarın binayı tasarlarken nasıl bir şey gördüğünü sezmeleri için tavsiye ediyorum bu maketi görmelerini; serginin tamamı ise birkaç yıldır kafa şişiren AKM konusunun uğultulu parazit etkisinden uzaklaşmaya teşvik eden yatıştırıcı etkisi nedeniyle görülmeye değer. Sergi 6 ocak'a kadar açık. Peki, Tabanlıoğlu ne yapmış oluyor bu maketi tasarlamakla? Öncelikle yaptığı projenin ve aldığı kararların kanıtı ve teminatı olarak soyadı ile ve binanın çetrefil tarihinin çocukluk yıllarına vurduğu damgayla yetinmeyip projeyi yapanın vizyonuyla kendilerininkinin paralelliğini sunuyor kamuoyuna kanıt olarak. Mimari tasarım düşüncesinin en mahrem katmanını alenileştirerek müttefik arıyor ekibine, bu haklının iziyle haksızın izinin birbirine dolandığı gürültünün orta yerinde. Peki, Oda, onun müttefiki kimlerdi? Önce kendilerini on küsur milyon evsahibi hemşehrinin ve bir o kadar da yerli/yabancı turist misafirin yerine koyup kullanıcı temsilciliğine soyunan bir avuç sanatçının sendikası; sonra da bu konulara doğası gereği uzak olacak yüksek yargının yargıçları. Unutmayalım: bir de, son yüzyıl yapıları korunma deneyiminden yoksun olduğundan, yüzyıl normlarını her katmana taşımaktan başka yapacağı olmayan bir ortamın, bu çaptaki iş deneyimleriyle de pek alışverişi olmamış, tesadüfen biraraya gelmiş birkaç uzman/bilirkişi etiketi. Yeri gelmişken, benzeri işlerde mimari tasarıma ve işin ölçeğine daha alışık formasyon sahipleri ve teknik bilgi/beceri kapasitesi yüksek bilirkişi seçmek gereğini de söylemiş olayım. Mimarın ne yaptığının bile bilinmediği bir ortamda nasıl düşündüğü alenen sergileniyorsa görmeye değer, anlamamaktan korkmadan ve mutlaka destek aranıyorsa; refakatçi olarak bir mimarın ya da mimarlık öğrencisinin eşliğinde

 

Peki, netice? İma ettiğim gibi yüksek mahkemenin projeyi iptal kararı ve sonrasında, yine süresi dolmuş Ajansı ile Kültür Bakanı'nın dirayetine bağlı bir hamleyle, tartışmalı kararlardan vazgeçilerek yeniden onaylatılan proje. Yıllar önce tamamen gönüllü olarak zamanında Sakıp Sabancı tarafından Hayati Tabanlıoğlu'na verilmiş bir maddi destek sözü ve her ikisi de bu dünyadan ayrıldıktan sonra bu sözün gönül borcu olarak restorasyon bütçesinin yarısını bakanlıkla paylaşan Güler Sabancı liderliğindeki Sabancı grubundan da aldığı destekle binanın tehlike arzeden teknik donatısını, binanın ilk proje ortağı uzmanları bularak yenileyen Tabanlıoğlu grubu. İki soyadı: Tabanlıoğlu/Sabancı. İki aileden ve iki kuşaktan iki çift özne Hayati/Sakıp, Murat/Güler. Bitince yeniden, korkmadan, gidebiliriz AKM'ye seyretmeye ve dinlemeye.

 

Bir de Banka: Garanti. Öncelikli vazifesi olmayan bir işle daha uğraşıp bu güngörmüş binanın hikayesini getiriyor sessizce ayağımıza. Son bir sahne daha var, sergiden önce hikayeyi tamamlayan. Bakanlık bürokrasisi binanın sahibi sıfatıyla müelliflik yarışına kalkışıyor Tabanlıoğlu ile Herşey fazlasıyla bile konu oluyor ama Korhan Gümüş ve Serhan Ada'nın tüm çabalarına karşın yeterince konuşulmamış tek şey kalıyor, o da binanın iyi yaşamasının hayati konusu olan: işletme modeli. Bertolt Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi" ile sorduğu ve bilge Azdak'a yanıtlattığı sorusunu sorma zamanıdır: "Çocuk (burada AKM) kimindir?" biyolojik annenin mi, ona bakıp büyüten sosyal annenin mi?.. İşte Mimarlar Odası'nın tarihine ve misyonuna uygun bir müelliflik problemi AKM'nin müellifi kimdir? Bakalım Azdak olabilecek mi Oda? Azdak çocuğu iki kolundan anne adaylarına çektirtmiş ve canı yanmasın diye ilk bırakana vermişti. En sonunda artık bilgelik zamanı. 60 yıllık tecrübe akıllı ve makul bir annelik testi kurgulamaya yetse gerek; Murat Tabanlıoğlu sorumluluktan nasıl kaçılmayıp üstüne gidileceğinin iyi ve sağlam bir örneğini vermişti, sıra Oda'da

Taraf, Yazı: İhsan Bilgin,

TAKSİM'E KAZMA VURULURSA

 

Sorum, İstanbul’da yaşayan veya yolu düşenlere Son zamanlarda hiç Feriköy-Dolmabahçe tünelini kullandınız mı? Ya da Çağlayan Adliyesi’nden Mecidiyeköy’e yürüdünüz mü?


Biri evime, diğeri işyerime yakın olduğundan her iki güzergahı da sık kullanıyorum, bazen araçla, bazen yaya olarak. Taksim’i “yayalaştırma” adı altında tasarlanan proje hakkında bir fikir vermesi açısından anlatayım:
Dolmabahçe tüneli 2 yıl önce açıldığında bayram etmiştim. Çünkü Feriköy’den bağlanıp Beşiktaş veya Kabataş’a 10 dakikada ve trafiksiz gitmek mümkündü. Ne var ki tünel, akşam saatlerinde daha girişinden itibaren kilit. Hele maç veya Başbakan’ın Dolmabahçe ofisi ziyareti varsa, kontağı kapatın daha iyi! Tünele girişte, kırmızı uyarı işaretleriyle “alternatif güzergah”ı kullanmamız tavsiye ediliyor. Tünel, havasız ve karanlık olduğundan trafiğin yoğun olduğu saatlerde içine girdiniz mi nefes alamayacağınız bir kabusa dönüşüyor.


Peki alternatif güzergah ne? Taksim. Dalış tünelleriyle yerin altına inecek Taksim

Yayanın İstanbul’u
Gazete Çağlayan’a taşındığından beri Çağlayan’dan Mecidiyeköy’e veya tersi istikamete yürürken ciddi anlamda mücadele veriyorum. Kaldırım denen şey yok gibi. Olanlar yetmiyor veya ansızın kesiliveriyor. İnsanlar yollara taşıyor, refüjlerden atlıyor. Her gün yüz binlerce insanın girip çıktığı Mecidiyeköy’ün trafiği, sabah ve akşam saatlerinde kıpırdamıyor. Araç gürültüsü ve hava kirliliğinden beyniniz yamuluyor. Etrafınıza baktığınızda tek görebileceğiniz yeşillik, eski mezarlık.
Bunları neden anlatıyorum? Söz konusu dalış tünelleri ve düzenlemeler, İstanbul’un trafik derdini azaltmadı. Geçici çözümler olmakla kaldı. Kadir Topbaş başkanlığında şehrin en büyük kazanımı metro ve metrobüs oldu, ama ah, durağa medeni bir şekilde ulaşabilirseniz!


Yaya açısından İstanbul, her geçen gün daha berbat bir kente dönüşüyor. Hatta insanları birbirinden nefret ettiriyor. Herkes birbirine küfür ediyor, kimse birbirine yol vermiyor çünkü tek dert, mümkün olduğunca çabuk bir şekilde bu kabustan çıkabilmek. 


Yolları kapatarak geçme lüksüne sahip “böyyükler” ve özel araçlarıyla, makam arabalarıyla dolaşanlar bunu anlamaz, anlayamaz Bu yüzden İstanbul’a kuşbakışı bakarak “aha şuranın trafiğini yeraltına alalım da rahatlasın” demek onlar için kolay. 

İnsaf edin!
Taksim Meydanı projesinde, “kazma her an vurulabilir” haberleri çoğaldı. Meselenin sadece trafiği rahatlatmak olmadığını herkes biliyor. En başından beri ülkenin ileri gelen mimar, şehir plancıları ve halkın karşı çıktığı bu proje, kentin trafiğini hafifletmeyecek. Trafik için çok daha basit ve hesaplı çözümler dururken böylesine gösterişli bir yap-boza kalkışmanın başka anlamları var.
Defalarca yazdık: Taksim’i betonlaştırma ve insansızlaştırma projesi, şehrin merkezinin yeniden dizaynı demek. Buradaki yegane yeşilliğin, halkın kullandığı Gezi Parkı’nın, Topçu Kışlası’nın yeniden diriltilmesiyle dört duvar arasına sıkıştırılması demek


Üstelik tüm bunlar, halkın görüşüne başvurulmadan yapılıyor. Açıklama hazır: Başbakan istedi! Sorarım size, hangi dünya kentinde böyle bir şey yapılabilir?


Taksim’in neye benzeyeceğini merak edenler, AK Parti sayfasındaki tanıtım linkine bir zahmet tıklasın. (seafoodplus.info ) Burada, toplam nüfusun en fazla 3 milyon olduğu bir kent hayal edilmiş olmalı. Maşallah trafik yeraltından şıkır şıkır akıyor, insanlar karınca gibi beton meydanda dolanıyor. Gerçeğin böyle olmayacağını herkes biliyor. Meydana ulaşmak, araç için de yaya için de her zamankinden zor olacak!


Bu mudur istediğiniz Taksim? İnsaf edin!  

 

PROJENİN ONAYI NEREDE?
Taksim Platformu, projeyle ilgili Büyükşehir’e ve Kalyon İnşaat’a şu soruları yöneltiyor, ancak cevabını alamıyor:
1) II Numaralı Kurul’daki uygulama projesi onaylandı mı ki, kazma vurulabilsin? 
2) Sayıştay aşamasındaki ihale süreci ne durumda?
3) Tarlabaşı - Harbiye arasındaki tek tünelli proje nerede? Hangi kurullardan, ne zaman geçti?
4) Sn. Kadir Topbaş, Sıraselviler tünelinin ağzının Firuzağa’dan açılmasını düşündüklerini ifade etti. Bu değişiklik ne zaman, kiminle istişare edildi?
5) Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü “tünellerin yabancı uzmanlar tarafından gerekli görüldüğünü” Topbaş’a söylemiş. Bilmediğimiz bir araştırma var ise, öğrenmek, ikna edilmek hakkımız değil mi?

Milliyet, Yazı: Mehveş Evin,

TARİHİ TÜRBE RESTORE EDİLECEK

Hasankeyf girişinde bulunan İmam Abdullah Türbesi restore ediliyor. Türbe ve minaresinde yapılan yenileme çalışmalarında Ankara’dan gelen dört mimarın görev aldığı belirtildi. Minare kısmında ciddi tahribatın olduğu, türbe güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının ardından  türbenin tekrar ziyarete açılacağı bildirildi. Güçlendirme ve restorasyon çalışmalarında orijinal malzemelerin kullanıldığını söyleyen Batman Üniversitesi Öğretim Görevlisi Serdar Akgönül, türbenin Osmanlıların son dönemine kadar birçok kez onarılarak günümüze kadar ulaştığını belirtti. Akgönül açıklamasında, Kültür Bakanlığınca tescilli olan İmam Abdullah Zaviyesi'nin, Hasankeyf ve yöre köylüleri tarafından her yıl Haziran ayının ilk haftasında anıldığını ve hafta boyunca türbe çevresinde adaklar adanarak dilekler dilendiğini ifade etti.

Batman Gazetesi,

GÖBEKLİTEPE ÇALIŞTAYI

 

''Göbeklitepe Çalıştayı'' kapsamında yurt içi ve dışından gelen arkeologlardan oluşan grup, Göbeklitepe kazı alanını ziyaret etti.


Daha sonra Göbeklitepe Kazıları Bilimsel Başkanı seafoodplus.info Klaus Schmidt başkanlığında bir otelde düzenlenen çalıştaya katılan arkeologlar, kazı alanında ilişkin izlenimlerini aktardı.
 

seafoodplus.info Klaus Schmidt, bölgede 17 yıldan bu yana kazıların devam ettiğini anımsatarak, insanlık tarihine yön verici buluntulara rastladıklarını söyledi. Kazı alanında elde ettikleri verileri meslektaşlarıyla paylaştıklarını dile getiren Schmidt, şunları kaydetti:
''Göbeklitepe'deki bulguların çok yönlü değerlendirilmesi gerekiyor. Çok önemli veriler elde ettik. Bu verileri meslektaşlarımızla değerlendirmek için buradayız. İki çalıştay düzenledik. Buraya hem arkeoloji bilim dalından hem de yan bilim dallarından akademisyenleri davet ettik. Hep birlikte sonuçları ve verileri değerlendirerek, yeni analizler ortaya koymaya çalışıyoruz.''
 

Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'ndeki ''Kortik Tepe'' de gerçekleştirilen kazı heyetinde yer alan Dr. Marion Benz de Göbeklitepe'de insanlık tarihini değiştirecek buluntulara rastlandığına değinerek, kazıların sonuçlarını merakla beklediğini, buluntuların daha da artmasının muhtemel olduğunu vurguladı.
 

Dr. Benz, özellikle Neolotik döneme ait kalıntıların bulunduğu alanın dünyanın en önemli kazı bölgelerinin başında geldiğini ifade etti.
GAP Gündemi (Kısaltarak),

HALİÇ MANZARALI KARAKÖY PALAS İÇİN BUTİK OTEL MARKALARI KUYRUĞA GİRDİ

 

 

Tarihi Karaköy Palas, otel yatırımcılarının markajında. Halk Faktoring birkaç sene içinde Ataşehir'e taşınınca binanın Halk GYO'ya ait bölümü tamamen boş kalacak. Les Ottomans, The House Hotels, Dedeman Grubu binaya talip oldu.

 

Karaköy'de Haliç manzarasına karşı tarihi Karaköy Palas'tan Ataşehir'e taşınan Halk GYO'nun yerine şimdilik Halk Faktoring geçiyor. Ancak şirketin Ataşehir'de hayata geçireceği Finanskent projesi birkaç sene içinde tamamlanınca Halk Bank ve tüm kurumları Ataşehir'de toplanacak. Grubun geride bırakacağı Karaköy'deki tarihi bina ise şimdiden butik otelcilerin markajında. Halk GYO Genel Müdürü Kazım Şimşek, birkaç sene sonra boşalacak bina için şimdiden teklif almaya başladıklarını belirterek, 'Ahu Aysal'ın sahip oldiği Les Ottoman's, The House Hotel's, Dedeman gibi şirketler binaya şimdiden ilgi gösteriyor' dedi. Levent'teki arazisine yapılacak otel yatırımı için Dedeman Grubu ile anlaşan Halk GYO'nun elindeki en büyük proje ise finans merkezi projesi. Kazım Şimşek, bu projeyi 'Halk GYO'yu 5 kat büyütecek ve GYO pazarında ilk 5'e taşıyacak' bir atılım olarak nitelendiriyor.

Karaköy'de şahane bir binadan Ataşehir'e taşındınız, ne olacak orası şimdi? 
Haliç manzaralı böyle bir binada çalışmak çok güzeldi. Ama şartlar, büyüme planlarımız taşınmayı gerektirdi. Şimdi oraya Halk Faktoring taşınıyor. Ancak orta vadede o binada bir proje düşünüyoruz. İstanbul Finans Merkezi projemiz bittiğinde Karaköy Palas boş kalacak. Zaten şimdiden taliplileri var.

Kimler talip?
Türk de var yabancı da Biz Levent Projemiz için çok sayıda otel grubuyla görüştük. Görüştüğümüz kişiler Levent'in yanı sıra mevcut binamızın da çok güzel bir butik otel olabileceğini söylediler. Biz de tarihi yarımadada böyle bir ihtiyaç olduğunu hissettik. Les Ottomans, The House Hotel, Dedeman gibi gruplar şimdiden ilgileniyorlar. Zaten Levent'te Dedeman'la işbirliğimiz var. 

Yine bu bölgede Salı Pazarı'ndaki binanız da otel mi olacak?
Salı Pazarı'na proje hazırlamaya başladık. ay içinde orada da orta büyüklükteki bir otel yatırımı olacak. Galataport Projesi'nin eninde sonunda hayata geçeceği düşünülürse bu bölgede yapacağımız her otel para kazanır. Yaptığımız fizibilite çalışmalarına göre bu bölgede otel yatırımında ofise göre 2 kat gelir elde ediliyor. İlgilenen grup var. Yakında aralarından bir seçim yapacağız.

 

Otel için düşünülen başka binalar da var mı?
Mısır Çarşısı'nın yan duvarındaki çeşmenin orada, çok iyi lokasyonda 5 katlı bir binamız var. Orası da otel yatırımı için çok cazip. Orayı gizli rezervimiz olarak düşünüyoruz

Akşam (Kısaltarak), Haber: Şenay Köşdere,

TARİHİ HÜKÜMET KONAĞI RESTORE EDİLECEK

 

Taşköprü İlçesi'nde Osmanlı Devleti`nin son döneminde yapılan ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk`ün 29 Ağustos `te ziyaret ettiği Taşköprü Hükümet Konağı binası restore edilecek.

 

Taşköprü Kaymakamı Ali Yılmaz, gazetecilere yaptığı açıklamada, yüzyılın sonlarında inşa edilen tarihi binanın doğal görünümüne kavuşması ve günün ihtiyaçlarını daha iyi karşılayabilmesi amacıyla restore edileceğini söyledi.

 

Yılmaz, ihalenin gerçekleşmesinin ardından yüklenici firmanın 70 iş günü içinde restorasyonu tamamlamasının beklendiğini kaydetti.

Kastamonu Postası,

HAYDARPAŞA GARI'NIN 'MUHAFAZASI

Restorasyonunu yüklenen taşeron firmanın çıkardığı yangınla 'finanslaşmanın' kucağına düşeceği belli olan Haydarpaşa Garı, taşıdığı bütün 'tarihsel ruhuyla' satılığa çıkartılıyor.


'Muhafazakar toplum yaratma' söylemine bu kadar yüklenen iktidarın, tarihsel mekanların estetiğine, kamusallığına, kent kültürüne derince yerleşmiş karakteristiğini 'muhafaza etmeye' yanaşmaması, zamana ve mekana karşı 'yabancılaşmayı' değil de peki neyi gösteriyor?


İşte siyasi alanı kaplayan 'muhafazakar popülizmle', değil İstanbul'un Türkiye'nin tarihsel sembol mekanı Haydarpaşa Garı'nı pazarlamaya çıkaran birikimci kapitalist zihniyet arasındaki uçurum kendini böyle ele veriyor.


Elbette halkın karşısına çıkıp vurgulu belagatle 'dindar nesiller yetiştireceğiz, imam hatiplilerin önünü kapadılar' deyip, sonra da ne Osmanlı modernleşme mirası ne de Abdülhamid Han yadigarını dinleyip geçmişin silüetlerini ve tarihsel dilini bir çırpıda 'pazarlamanın' adı da Haydarpaşaport projesi oluyordu.


Anlaşılan otokratik kalkınmamız söz konusu olunca geçmiş ve gelenekle ilişki 'piyasaların huzuru yani sıcak dış kaynak' için bir ayak bağından başka bir şey ifade etmiyordu.


Osmanlı mimarlığının canlandırıldığı konut projeleri milyon milyon dolarlara satışa sunulurken, Osmanlı son döneminin 'hakiki' ihtişamlı bir mimarlık eseri bütün etrafındaki alanlarla topyekun 'özelleştirilerek' spekülatif finans operasyonuyla 'ruhunun' öldürülmesi


Kesinlikle 'bölgeye getirilen ekonomik 'canlılık', tarihi ve kültürel ortam düzenlenmesi' diye tanıtılacaktı 


12 Eylül'de Haydarpaşa Garı ve Limanı için düzenleme kararı daha İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nden geçmeden, Türkiye Cumhuriyet Devlet Demiryolları (TCDD) kendine ait araziyi Özelleştirme İdaresi'ne devretme kararı almıştı.TCDD, SİT alanı olarak tescillenen Haydarpaşa Garı'nın da içinde bulunduğu metrekarelik alanı Özelleştirme İdaresi'ne devrederken TCDD, metrekarelik taşınmazı İstanbul'un tarihi, sosyal ve kültürel yapısıyla bütünleşerek ülke ve kuruluş açısından gelir getirmesi yönünden aldığını açıklıyordu.


Bu 'gelir getirici' ifade aslında yaklaşık milyon metrekare Harem-Moda arasındaki alana kondurulacak AVM, otel, kruvaziyer liman projelerini imliyordu.


İstanbul'un kent kimliğine protez gibi eklemlenecek, tüketim sahasının çekeceği küresel yatırım belli ki TCDD'in Haydarpaşa Garı'nı 1 Şubat 'de ana hat yolcu ve yük tren seferlerine kapatmasıyla oldukça uyumluydu.


Yani Başbakan, son parti kongresinde 'Yolumuz Sultan Alpaslan'ın yolu' diyerek yılını hedef olarak gösterirken daha yıl önce yapılmış bir kamu mirasını Haydarpaşa Garı'nın özelleştirilmesini ve sermayeye katık edilmesini, yıl sonraya kalacak hangi kültürel tarihi ve 'millet' değeriyle 'kendimizi' hatırlayacağımız sorusunu sordurtmuyor muydu?


Yoksa aslında neyi muhafaza ettiğimizi tarihsel mekan hafızamızın zayıflığından unutmuş mu olacaktık?

Akşam, Yazı: Nihal Kemaloğlu,

SELİMİYE CAMİSİ'NİN RÖLÖVESİ ÇIKARTILACAK

 

 

Edirne Valisi Hasan Duruer, Selimiye Camisi'nin rölövesinin olmayışının Türkiye'nin ayıbı olduğunu belirterek, rölöve çalışmalarına başladıklarını söyledi. Vali Duruer, Polis Bahçesi'nde düzenlediği basın toplantısında, tarihi eserlere sahip çıkmak mecburiyetinde olduklarını bildirdi.

 

Edirne'de Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı'nca restore edilmiş birçok eser bulunduğunu, diğer eserleri de restore etmek istediklerini ifade eden Vali Duruer, ''İlk olarak Hasan Sezai Hazretleri'nin türbesine başladık. Daha sonra camisini inşa edeceğiz, sonra da çevresini düzenleyeceğiz. Çok önemli bir yer. Burasını, Edirne'ye yakışır hale getireceğiz'' dedi.
     
Duruer, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Selimiye Camisi'nin rölövesinin bulunmadığına dikkati çekerek, şöyle konuştu:
''Selimiye Camisi'nin maalesef rölövesi yoktu, bu sadece Edirne'nin değil, Türkiye'nin ayıbıydı, bu sadece Edirne'nin değil, Türkiye'nin ayıbıydı. Selimiye'yi, Türk tarihinin belki de en önemli eseri olarak değerlendiriyorum. Şu anda Selimiye Camisi'nin rölövesini çıkartıyoruz. Rölöveyi çıkartırken İstanbul Metropolitan Planlama'nın (İMP) elemanları lazerli taramayla dünya çapında bir çalışma yapıyorlar. Sıfır hatayla önce taraması yapılacak, sonra rölövesi çıkartılacak.''

Metruk vaziyetteki Beylerbeyi Türbesi'nin hafta içinde restorasyonuna başlayacaklarını anlatan Vali Duruer, metruk haldeki çok sayıda çeşmeyi de restore ederek işlevsel hale getireceklerini sözlerine ekledi.

Yapı,

TARİHİ ESERLER TEHLİKEDE

 

 

Mısır'ın başkenti Kahire'de düzenlenen ve Halep'teki tarihi eserleri bekleyen tehlikelerin değerlendirildiği kongreye katılan uzmanlar, 'te Irak'taki tarihi eserlerin yağmalanmasının Halep'te de yaşanmaması için uyarıda bulundu.

 

İslam Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (ISESCO) Kahire'de düzenlediği kongreye, Suriye, Ürdün, Filistin, Tunus ve Suudi Arabistan'dan uzmanlar katıldı.

Kongrenin açılışında konuşan Dünya İnsan Mirası Konseyi Temsilcisi Fethi el-Bahri, Halep'teki tarihi eserlerin çalınıp yurt dışında satıldığını ifade etti.

Helep'in kültürel mirasının yok edildiğini belirten Bahri, bunun önüne geçilmesi için acil bir eylem planı oluşturulmasını talep etti.

Bahri'nin ardından söz alan Mısır Tarihi Eserlerden Sorumlu Devlet Bakanı Muhammed İbrahim, Mısır'ın, Halep'teki eserlerin korunması için deneyimini ve alanında uzman insan kaynaklarını seferber etmeye hazır olduğunu belirtti.

İbrahim, başında bulunduğu bakanlığın, Halep'teki medeniyet mirasının bugünü ve geleceğinin değerlendirilmesi ve yıkımdan korunması için Mısırlı ve Arap uzmanlarla işbirliği içinde hareket ettiğini sözlerine ekledi.

İslami eserler uzmanı Velid Abdurrahman el-Atraş ise konuşmasında, Halep'teki süren çatışmaların kentin tarihi dokusuna zarar verdiğini söyledi.

"Halep'teki dünyanın en uzun kapalı çarşısı, çatışmalardan büyük zarar gördü. Ahşap dükkanların çoğu yandı" diye konuşan Atraş, Halep'in hem kültürel hem de ekonomik bir kent olma özelliği taşıdığını ve yaşananların üzücü olduğunu ifade etti.

ISESCO Temsilcisi Abdulaziz Salim de AA muhabirine yaptığı açıklamada, Halep'te tehlikeye maruz kalan eserleri kurtarmak için bir program oluşturmaya çalıştıklarını söyledi.

Kongrenin önemine değinen Salim, "Bu tarz buluşmalar İslam mirası ve tarihi camilere yapılan saldırıları durdurmak için kamuoyu oluşturmada yardımcı oluyor" diye konuştu.

Halep şehri
Tarihi MÖ 3 binli yıllara kadar uzanan Halep'in birçok medeniyet ve kültüre ev sahipliği yaptığı biliniyor. Özellikle Osmanlı döneminde ticaret merkezi haline gelen şehir, 'da UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alındı.

Halep 'da ise şu anki ismiyle İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) tarafından İslam Kültür Başkenti seçildi. Suriye'nin kuzeyindeki şehrin nüfusu ise yaklaşık milyon.

Cnn Türk,

TÜRKİYE'YE 'KÜLTÜREL ŞANTAJ' SUÇLAMASI

 

 

Amerikan New York Times gazetesi Türkiye’nin ülkeden çalındığı gerekçesiyle tarihi eserler konusunda son aylarda yürüttüğü ‘saldırgan’ iade kampanyasının dünyanın en büyük müzelerince ‘kültürel şantaj’ olarak kınandığını yazdı.

 

Dan Bilefsky imzalı haberde Türkiye’nin bölgenin zengin geçmişinden kalan bir sfenksi ve birçok altın hazineyi geri almayı başardığı vurgulandı. Son olarak Türk yetkililerin bu yaz ‘yasadışı kazılarla elde edildiği’ gerekçesiyle New York’taki Meropolitan Sanat Müzesi’ndeki 18 parça hakkında suç duyurusu yaptığı belirtildi. Yazıya göre, Eylül ’de Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Murat Süslü başkanlığındaki bir heyet, ’teki bir sergi için ödünç verilecek eserleri görüşmek üzere geldikleri New York’ta ‘şaşırtıcı bir ültimatom’ verdi. Süslü, bir şey ödünç vermeden önce Metropolitan Müzesi’nin koleksiyonundaki 18 eser hakkında bilgi edinmek istediklerini söyledi. New York Times, Türkiye’nin bu ültimatomu şimdi uygulamaya geçirdiğini öne sürdü.


Gazete, Türkiye’nin bu çabaları yüzyıllar boyunca elden ele dolaşan tarihi eserlerin kime ait olduğu konusunda uluslararası bir tartışma başlattığını belirtti. Metropolitan, Getty, Louvre ve Pergamon gibi ünlü müzelerin yetkilileri küresel sanat varlıklarını sergileme misyonlarının Türkiye’nin taktikleri nedeniyle ‘kuşatma altında olduğunu’ savundu. Gazeteye görüş bildiren müze yöneticileri müzelerin kendi ülkeleri dışında ’ten önce elde ettikleri nesneleri sergileme hakkının BM tarafından onaylandığını belirtti. Türkiye’nin de bu konudaki anlaşmayı ’de imzaladığını hatırlatan yetkililer Ankara’nın şimdi Osmanlı’nın ’da çıkardığı ‘tarihi eserlerin yurtdışına çıkarılması’ yasağını esas alarak eserler üzerinde hak iddia ettiğini kaydetti.” olarak sıralandı. 

 

Perge antik kentinden kaçırıldıktan 31 yıl sonra ABD’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bindiği uçakla getirilen ’Yorgun Herakles’ (Herkül) heykelinin üst kısmı daha sonra Antalya’daki alt kısmıyla birleştirilmişti.

 

Troya antik kentinden çıkarıldığı belgelenen 24 altın takı da geçtiğimiz aylarda ABD’Deki Penn Müzesi’yle yaqıyan işbirliği kapsamında Türkiye’ye iade edilmişti.

Hürriyet,

POMPEİOPOLİS ANTİK KENTİNDE KAZI SEZONU SONA ERDİ





 

Taşköprü İlçesi'nde bulunan Pompeiopolis antik kentinde yılı kazı sezonunun sona erdiği bildirildi.

 

Kastamonu Üniversitesi (KÜ) Öğretim Üyesi ve kazı başkanı seafoodplus.info Latife Summerer, yaptığı açıklamada, bu yıl Kastamonu Arkeoloji Müzesi bünyesinde sürdürdükleri kazı çalışmalarının sona erdiğini belirterek, çalışmaların yaklaşık 2 ay sürdüğünü söyledi.

 

Bu yılki kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin, Pompeiopolis`in ne kadar önemli ve büyük bir kent olduğunu gösterdiğini ifade eden Summerer, şöyle konuştu:

``Daha önce jeofizik çalışmaları sırasında tespit edilen yerde yaptığımız açma çalışması sonucunda, bir antik tiyatronun mermer basamaklarını bulduk. Tiyatronun mimari koruma durumu çok iyi. İlerleyen yıllarda buradaki kazı çalışmalarını devam ettireceğiz. Amacımız tiyatro bölümünü tamamen ortaya çıkartmak olacak. Daha tarihleyici somut bir veri elimize geçmemekle beraber, duvarların çok özenle yapılmış olan yapı tekniği ve kalite nedeniyle milattan önce 2. yüzyıl erken Roma döneminde bu yapının yapıldığını düşünüyoruz``


Summerer, bu yılki çalışmalarda ilk defa jeoradar kullandıklarını ve bunun sayesinde bir podyum tapınağı tespit ettiklerini vurgulayarak, önümüzdeki yıllarda burada da kazı çalışması yürüteceklerini bildirdi.
 

Kazı çalışmalarına 7 ayrı ülkeden uzman ve arkeologların katıldığını vurgulayan Summerer, kazılarda çeşitli üniversitelerde eğitim gören Kastamonulu öğrencilerin çalıştığını sözlerine ekledi.

 

Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan da yerel yönetim olarak kazılara ellerinden gelen desteği verdiklerini ifade ederek, özellikle bu yılki bulgulardan oldukça mutlu olduklarını kaydetti.

Kastamonu Postası,

İLK OSMANLI PULLARINI TÜRKİYE ALSIN

 

 

Türk pul koleksiyoncuları İsviçre’de 3 milyon frank’a ( milyon TL) satışa çıkacak pullara Türkiye’nin sahip çıkmasını istiyor.


Cenevre’de satışa sunulan ‘Ottoman Empire - Tougra Issues’ (Osmanlı İmparatorluğu Tuğralı Pullar) koleksiyonu arasında Darphane-i Amire’de taş baskı tekniği ile basıldı. Üzerlerinde dönemin padişahı Sultan Abdülaziz’e ait tuğra var.


Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu Başkanı Ziya Ağaoğulları, sayfadan oluşan koleksiyonun son Türk sahibi Kühut Alanyalı tarafından büyük özveri ile bir araya getirildiğini, koleksiyonun şimdiki sahibi İsviçreli bir konsorsiyum tarafından bölünerek satılacağını belirtti.

Ağaoğulları, “Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk pulları dünyanın en nadir pulları arasında. Kültürümüzün en değerli parçalarından birinin bir müzayedede dağılması Türk toplumu için bir eksiklik olur” dedi.

 

Pulları krizde kaybetti
Osmanlı İmparatorluğu Pulları Filateli Kulübü Başkanı Willy Weber, “Böylesi milli değeri olan eserin Kültür Bakanlığı, PTT Genel Müdürlüğü, Türk bankaları gibi Türk kurumları tarafından sahiplenilmesi gerektiği fikrindeyiz” dedi.


Koleksiyonun son Türk sahibi olan inşaat mühendisi Kühut Alanyalı (74) ise, Kültür Bakanlığı’na çağrıda bulunarak bu eserin Türkiye’ye kazandırılmasını arzu ettiğini söyledi. Alanyalı, müteahhitlikten kazandıklarıyla arasında yaklaşık 5 milyon mark harcayarak oluşturduğu koleksiyonlarını Avrupa’da ’teki ekonomik krizde bir İsviçre bankasına teminat olarak vermenin üzüntüsünü hala yaşadığını belirtti. Alanyalı şöyle konuştu:

“Tuğralı Pullar haricindeki koleksiyonları sattılar. Ama en değerli tuğralı pullar henüz tek parça. Devletimiz buna sahip çıkmalı. Tek arzum bunu Kültür Bakanlığı’nın alması. Bakan Ertuğrul Günay yurtdışından çok önemli tarihi eserleri vatanımıza kazandırdı. Tuğralı pulları bakanlık alıp bir müze kursa, masrafı yılda geri alır. PTT ve holding vakıfları da buna sahip çıkabilir.”

Milliyet,

MÜZELER ARTIK CEPTEN GEZİLEBİLECEK



 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başlattığı QR Code uygulaması ile Türkiye’deki müzeler artık cep telefonuyla gezilmeye başlandı.

 

Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ünü Türkiye dışına kadar taşınan Topkapı Sarayı, cep telefonlarıyla yurtdışına açıldı. İlk olarak  Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Arkeoloji Müzeleri ve Kariye Müzesi’nde başlatılan uygulama özellikle yabancı turistlerden yoğun ilgi gördü. İki ay önce başlatılan uygulamayı İsviçre’den Hindistan’a, 78 farklı ülkeden 22 bin kişi kullandı. Cep telefonuna TL karşılığında indirilen uygulamayı en çok kullanan ülke ise Amerika oldu.  

Kültür ve Turizm BakanlığıDöner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürü Murat Usta, uygulama hakkında şu bilgileri verdi: “Uygulama kapsamında müze girişi ve eserlerin yanında bulunan barkodu akıllı telefonunuza okutuluyor. Seçilen kodun telefona okutulması akabinde kullanıcının yönlendirildiği bilgi ekranından ilgili müze veya esere ait olarak Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca hazırlanmış olan açıklamalara ulaşılınabiliniyor. Türkiye’deki diğer müzelerin adres,  açılış ve kapanış saatleri ile giriş ücretlerine yönelik bilgilere de ekranlardan görülebiliniyor.”

Milliyet, Haber: Gizem Karakış,

ÇÜRÜYEN KÖŞK

 

 

Atatürk'ün Yalova'da ulu çınar ağacının gölgesine yaptırdığı ve ağacın dalının kesilmesine kıyamayıp temelinden 5 metre öteye kaydırdığı için 'yürüyen köşk' diye anılan Yalova Atatürk Köşkü çürümeye terk edildi.

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün Bursa'ya giderken gördüğü ulu çınarın altında yılında yaptırdığı köşk kaderine terk edilmiş bir şekilde çürüyüp gidiyor. İnşaat sırasında çınar ağacının dalları manzarayı kapatınca ağaca kıyamayan Atatürk'ün talimatıyla yapımı tamamlanmak üzere olan köşk raylarla temelinden 5 metre öteye kaydırıldı. Köşk bu nedenle 'Yürüyen Köşk' diye anılmaya başlandı. Atatürk'ün bir ağaç dalını kesmemek için raylar üzerinde yürüttüğü ve o günden beri bir çevrecilik abidesi olarak anılan köşk yıllarca bakımsız kaldı. 'de restore edilen köşk ertesi yıl 17 Ağustos depreminde ağır hasar gördü. 'te Yalova Belediyesi'ne devredilen köşk, dönemin Yalova Belediye Başkanı Barbaros Binicioğlu'nun girişimleriyle bakım ve onarımı yapılarak ziyarete açıldı. Hatta Köşk yanında bulunan kapalı alanda restoran hizmeti verilmeye başlandı. Atatürk'ün mirası tarihi köşk aradan geçen yıllarda kaderine terk edildi. Dış boyaları dökülen ahşap köşk hem dışarıdan hem yüksek nem nedeniyle hem de içten çürümeye yüz tutarken, camlarının örümcek bağladığı, dış aydınlatma tesisatının da çürüdüğü görüldü.

 

 

Gün geçtikçe daha da harabe görüntüsü veren köşkte tadilat yapmak için Anıtlar Kurulu'na başvurduklarını belirten Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Özsümer,  şunları söyledi:
'Anıtlar Kurulu'ndan bize Aralık 'de tadilata başlanacağı söylendi. Biz belediye olarak üstümüze düşeni yaptık ve beklemeye başladık.  Maalesef ülkemizde bürokrasi geç işlediği için aylardır biz de gelecek olan heyeti bekliyoruz. Anıtlar Kurulu'na bağlı olduğu için biz Yürüyen Köşk'e çivi dahi çakamıyoruz. Tadilat ve restorasyonu Anıtlar Kurulu yapabilir.'

 

'AOÇ'un üçte ikisi yok edildi'
CHP Atatürk Orman Çiftliği'ndeki (AOÇ) arazi parçalarının belli kuruluşların menfaatine sunularak halka kapatılmasına tepki gösterdi. CHP Ankara İl Başkanı Zeki Alçın partililerle birlikte AOÇ'ta bir basın açıklaması yaptı. Alçın, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Türk Milleti'nin fedakarlığı ve çalışkanlığı ile kurmuş olduğu, o zamanki tüm yokluklara rağmen Türkiye'de modern tarımın gelişmesine devasa katkılar yapmış AOC'un AKP tarafından tüm diğer kurum ve kuruluşlar gibi tahrip edildiğini iddia etti.


Bozkırın ortasında, başkentlilere onlarca yıldır hizmet etmiş Atatürk Orman Çiftliği'nin, aynı zamanda bir dönem Anadolu kalkınmasının da sembolü olduğunu belirten Alçın, 'İşte bu sebeple büyümesi onlarca yıl alan ağaçların yok edilmesi ve Ankara'nın son nefes borusunun kapatılması, bir kader ya da zorunluluk değil, bir dönemin belleklerden kazınması adına bilinçli bir tercihtir. Atatürk Orman Çiftliği, baştaki arazilerinin üçte ikisini kaybetmiştir' diye konuştu.

 

Alçın iddialarına şöyle devam etti: 'Bugün Ankara'nın akciğeri AOÇ'ta yapımına başlanan 'Başkanlık Sarayı' binası bir başka deyişle Beyaz Saray inşa edilcek. Yapılanlar göstermektedir ki gelecekte AOÇ tamamen yok edilecek. Atatürk Orman Çiftliği'nin başına gelenler aslında Türkiye'de olan bitenlerin de bir aynasıdır.'

Akşam, Haber: Osman Hökemen,

FENERBAHÇE STADYUMU SİT OLUYOR

 

Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nın sit alanı ilan edilmesi için harekete geçildi. Stadın altında antik Khalkedon'a ait kalıntıların olduğu tahmin ediliyor.

 

Beşiktaş’ın İnönü Stadı’nın yıkılıp yeniden yapılması kararı tartışılırken stadın altındaki tarihi eserler gündeme gelmişti. Şimdi aynı durum Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı için de geçerli. Stadın bulunduğu alanın altında antik Khalkedon şehri olduğu gerekçesiyle sit alanı yapılmak isteniyor.


Tarihi kaynaklarda Khalkedon antik şehri olduğu tespit edilen alanda tiyatro, hipodrom, Constanius Sarayı, Ayai Eufemia ve Ayaios Yeoryios kiliseleri ile çeşitli yapıların varlığı biliniyor. Ancak varlıkları bilinen bu eserlerin yerleri bugüne kadar tespit edilebilmiş değil.


Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nce hazırlanan rapora göre bu alanda çıkmış çok sayıda antik dönem mimari ve kültür varlığı var. İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri de sadece ihbar geldiğinde bu bölgedeki inşaat çalışmalarından haberdar olduklarını, aksi durumda sit alanı olmadığı için müdahale edemediklerini söylüyor. 

Khalkedon’un 4 limanı 
Antik kaynaklara göre Khalkedon şehrinin dört limanı vardı. Biri bugünkü Kadıköy Meydanı’nda, ikincisi Fenerbahçe Burnu’ndaki Hiera Limanı, üçüncüsü Fenerbahçe burnunun kuzey tarafındaki Eutropo, dördüncüsü Kurbağalıdere çevresinden Kalamış Koyu’na doğru olan kısımda yer alır.

Ayrıca şehre ait tiyatro, hipodrom, Constanius Sarayı, Ayai Eufemiave, Ayaios Yeoryios kiliseleri ile çeşitli yapıların varlığı bilinse de bugüne yerüstünde herhangi bir kalıntı ulaşmamıştı. Ancak Altıyol civarı ile li yıllarda Osmanağa Camii yakınlarında yapılan çeşitli inşaat kazılarında pişmiş toprak ve mermerden su künkleri ile sur duvarlarına rastlanmıştı. Bazı altyapı ve inşaat çalışmaları sırasında rastlanan arkeolojik kalıntılar nedeni ile İstanbul Arkeoloji Müzeleri az sayıda kurtarma kazısı yaptı. Bu kazılardan MÖ 6. yüzyıl (Arkaik Dönem) ile Roma Dönemi’ne (MÖ 1-MS4. yüzyıl) tarihlenen birçok eser ortaya çıkartılmıştı ve bunlardan bir bölümü halen müzenin ‘Çağlar Boyu İstanbul’ sergi salonunda teşhir ediliyor.


yılında Altıyol’da Arkeoloji Müzeleri’nin yapmış olduğu kurtarma kazısı sırasında 6 adet lahit ile birlikte bir podyum ile çok sayıda depo ve mutfak kapları bulundu. 

Arkeologlar ne istiyor? 
Antik kaynaklardan, yapılan yayınlardan ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yapmış olduğu kurtarma kazılarından çıkan veriler birleştirildiğinde Khalkedon kentinin varlığı, yeri ve konumu anlaşılıyor. Arkeologlar Derneği şimdi bu alanın sit alanı ilan edilmesini istiyor.


İşte derneğin hazırladığı raporda şöyle deniliyor:
“Tarih sahnesinde önemli bir yeri olan Khalkedon antik kentinde sistemli hiçbir araştırma maalesef yapılmamıştır. Antik kent içerisinde yapılan hiçbir inşai faaliyet denetim altında yapılmamıştır. Çok az sayıda ihbarın sonucunda yapılan kazılar dışında herhangi bir kazı çalışması gerçekleştirilmemiştir. Çok büyük bir kısmı tahrip olan kentte en azından bugünden itibaren denetimli inşaat faaliyetleri yürütülmesi sağlanıp kent ile ilgili bilgiler toplanmalıdır. Antik Khalkedon’un sınırları tam olarak belirlenip III. derece arkeolojik sit ilan edilerek inşaai faaliyetlerin denetim altında yapılması sağlanmalıdır.’’ 

Stat, eski haritalara göre antik Khalkedon kentinin tam kalbinde yer alıyordu. Antik kente ait saray, tapınak ve hipodrom kalıntıları da bu bölgedeydi. 


Kadıköy’deki yerleşmenin başlangıcını oluşturan tarihsel çekirdek Haydarpaşa Koyu ile Moda Burnu’nun oluşturduğu alanda yer alır. Bugün bu alan Kadıköy çarşısı, Yeldeğirmeni ve Moda gibi tarihi yerleşme alanlarını da içeren Rasim Paşa, Osman Ağa ve Cafer Ağa mahallelerinden oluşuyor.


MÖ yılları civarında Fenikeliler tarafından Fikirtepe’ de çeşitli kaynaklardan ‘Harhadon’ adı ile anılan bir ticaret kolonisi oluşturulduğu biliniyor. Arkeologlar Derneği raporunda bölge şöyle tarif ediliyor:
“Bu dönemde Kuşdili Deresi bir haliç şeklindedir ve kıyı çizgisi de bugüne göre hala çok içeride Fikirtepe Hasanpaşa arasına kadar uzanır. Daha sonra bu yerleşmenin karşısında Moda Burnu ile Yoğurtçu arasında ‘Khalkedon’ (Bakır Ülkesi) adıyla ikinci bir yerleşme daha oluşur. Bilicilik merkezi Apollon Tapınağı ile ün salan Khalkedon’un merkezini oluşturan yer, bugün Kalamış ve Haydarpaşa koylarının arasındaki tepelik burun üzerinde yer alır, yerleşmenin surları bugün Altıyol, Sakızağacı, Mühürdar, Söğütlüçeşme arasında, kabaca dikdörtgen oluşturacak şekilde uzandığı düşünülmektedir. Muhtemelen Altıyol civarında bir kapı vardı ve şehrin Kalamış Koyu’na bakan kesiminde de mezarlıklar bulunuyordu.’

Radikal, Haber: Ömer Erbil,

HALEP'İN TARİHİ ÇARŞISI KÜL OLDU

 

 

Suriye ’de savaş nedeniyle yüzlerce yıllık tarihi eserlerin tahrip olması endişe yaratırken Halep kentinde cuma günü şiddetlenen çatışmalarda tarihi El Medine Çarşısı çıkan yangında büyük hasar gördü. UNESCO Dünya Mirası listesindeki Eski Kent’te bulunan yüzyıldan kalma çarşı ve çevresinde muhaliflerin konuşlanması sonrası şiddetli çatışmaların yaşandığı belirtildi. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, muhaliflere dayandırdığı haberlerde yangında Osmanlı döneminden kalma çarşıdaki ’e yakın dükkanın kül olduğunu duyurdu. Yangının ordunun havan topu saldırısı sonucu çıktığını savunan muhalifler de, bir süre öncesine kadar turistlerin akın ettiği, taş koridorları ve ahşap binalarıyla ünlü kapalı çarşıdaki dükkanların yandığını gösteren görüntüleri YouTube’da paylaştı. 

Yönetime yakın bazı bloglarda ise, yangının yabancı İslamcı militanlar tarafından çıkartıldığı belirtildi. UNESCO Dünya Mirası Merkezi Başkanı Kişore Rao, yangını ‘büyük bir trajedi’ olarak niteledi. Halep Kalesi’nin de bulunduğu Eski Kent’teki birçok tarihi lokantanın da yerle bir olduğu, muhaliflerin geçen haftadan beri tarihi bir hamamı üs olarak kullandığı belirtildi. Dünyada sürekli olarak yerleşim yeri olarak kullanılan en eski kentlerden biri olan Halep’teki Eski Kent’in şiddetli çatışmalar nedeniyle büyük hasar görmesi, bölgeyi ‘kentin ruhu’ olarak gören Halep halkı arasında büyük tepki yaratıyor.
Radikal (Kısaltarak),

İNEBOLU HAMİDİYE CAMİSİ'NİN RESTORASYONU BAŞLADI

 

Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit tarafından `te yaptırılan caminin restorasyonu için Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından açılan restorasyon ihalesini kazanan mimar Ahmet Sevgilioğlu, çalışmalara başladı.

 

İhale kapsamında, tarihi caminin çatısı ile pencerelerinin değiştirileceği, boyasının yapılacağı öğrenildi.

 

İnebolu İlçe Müftüsü Mehmet Uzun, çalışmalar tamamlanıncaya kadar caminin ibadete kapalı kalacağını açıkladı.

Kastamonu Postası,

FİLYOS'A ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ AÇILMASI İSTENDİ

 

Zonguldak’ın Çaycuma İlçesi’ne bağlı Filyos Beldesi Belediye Başkanı AKP'li Ömer Ünal, beldede boşaltılan askeri bina ve lojmanların üniversiteye tahsis edilmesini istedi. Başkan Ünal, böylece Bülent Ecevit Üniversitesi Arkeoloji bölümünün, Filyos’taki teion antik kentinin günyüzüne çıkarılmasına katkı sağlayabileceğini belirtti.

 

Çaycuma İlçesi’ne bağlı Filyos Beldesi’nde MÖ 7&#;nci Yüzyıl’da kurulan ‘Karadeniz’deki Efes’ olarak adlandırılan Teion antik kentinin gün yüzüne çıkarılması için çalışmalar devam ediyor. Karabük Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı seafoodplus.info Sümer Atasoy başkanlığında yapılan çalışmalarda bu yıl bin lira harcandı. Kazı çalışmalarında Filyos-Çaycuma karayolunda yapılan antik kazı çalışmasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen değirmen taşı bulundu. Ayrıca Filyos kalesinde yapılan çalışmalarda yine Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen bir tapınak ortaya çıkarıldı.

 

Filyos Belediye Başkanı Ömer Ünal, yaklaşık bin lira harcanan kazı çalışmalarının bir veya en fazla bir buçuk ay sürebildiğini, kazıların hızlı şekilde ilerlemesi için Bülent Ecevit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nün Filyos’ta eğitim ve öğretim vermesi gerektiğini söyledi. Deniz Kuvvetlerinin radar üssü olarak kullandığı, 2 bin metrekarelik alanda okula dönüştürülebilecek bir bina ve 48 lojmanı boşalttığını anlatan Başkan Ünal şöyle konuştu:

 

“Bülent Ecevit Üniversitesi’nde kurulmuş olan Arkeoloji bölümü var. Filyos’ta bu bölüme verebilecek uygun, devletin tahsis yapabileceği binalar var. Bunlar üniversitemize tahsis edildiği zaman üniversitemiz burada arkeoloji bölümü açıp, öğrencilerle birlikte uygulamalı kazı yapabilir. Böylece hem kazılar çabuk biter, hem de tarih daha hızlı gün yüzüne çıkar. Bu yıl antik tiyatro ve Filyos kalesinde kazı yapıldı tabii. Ama yapılan çalışmalar çok az. Burada Arkeoloji bölümü olsa, kazı çalışmaları 12 ay boyunca devam eder. Biz bir buçuk ay kazı çalışması yapıp burayı kapatıyoruz ve gelecek yılı bekliyoruz. Bunun için BEÜ Arkeoloji bölümünü beldemize kazandırabilirsek çok mutlu olacağız.”

seafoodplus.info,

HAT SANATI YÜKSELİŞTE

 

Türk sanat piyasasında, son yıllarda çağdaş sanat eserlerinin yükselişinin yanında, hat sanatına olan talep de artıyor. Son 5 yılda Türk sanat piyasasının üçte biri büyüklüğü yakalayan hat eserlerinin fiyatları da milyon liraları yakaladı. Sonbahar müzayedelerinde de hat eserlerinin fiyatlarının yükselmesi bekleniyor.

 

Dünyada 75 milyar dolar büyüklüğe ulaşan, Türkiye’de de milyon dolara yaklaşan sanat piyasasında, hat sanatı eserleri dikkat çekmeye başladı. Son yıllarda çağdaş sanat eserlerinin yükselişinin yanında, hat sanatı eserleri de en çok talep gören eserler arasına girdi. Son 5 yılda Türk sanat piyasasının üçte biri büyüklüğü yakalayan hat sanatı eserlerinin fiyatları da milyon liraları yakaladı. Hat sanatındaki yükselişin en göze çarptığı satış ise Kazasker Mustafa İzzet’in bir hilye-i şerifinin 1 milyon bin liraya satılması oldu. Hat eserleri için önümüzdeki yıllarda çok yüksek fiyatların ortaya çıkacağı belirtiliyor. Ekimde başlayacak sonbahar müzayedelerinde, hat eserleri de önemli yer tutacak.

 

30 bin eser kataloglarda

Antik A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi Olgaç Artam, Türkiye’de yaklaşık 35 müzayede evinin faaliyet gösterdiğini, ’ün üzerinde de müzayede yapıldığını belirterek, şunları söyledi: “Antika ve sanat eserlerine ilgi arttıkça müzayedelerin sayısı da artıyor. Eserlerin kalitesindeki yükseliş de önem taşıyor. Türkiye’de satışa çıkan eser sayısı için kataloglarda yer alan lot sayısı olarak bakacak olursak 30 binin üzerinde diyebiliriz. Avrupa ve Osmanlı döneminden 19 ve yüzyıla ait antika ve sanat eserleri, porselenler, gümüşler, bronz heykeller, mobilyalar, mücevherler, klasik ve çağdaş tablolar, hat, levha, değerli kitaplar müzayedelerde en çok satışa sunulan eserler arasında sıralanabilir.”

 

Hat sanatına ilgi var

Klasik ve çağdaş eserlerin dışında son yılların bir gözdesi daha var; hat sanatı. Olgaç Artam, bu yükselişi şöyle açıkladı: “Geçtiğimiz müzayede sezonlarında Hoca Ali Rıza, İbrahim Çallı, Şevket Dağ, Nazmi Ziya, Halil Paşa gibi birçok klasik Türk ressamı 1 milyon lira sınırını aşarak rekor kırdı. Kazasker Mustafa İzzet, Hafız Osman gibi önemli hattatların eserleri de 1 milyon lirayı aştı. Bu rekor fiyatların oluşmasındaki en önemli etken üst düzey nitelikteki eserlerin çok zor bulunuyor olabilmesi ve sahip olmak isteyen koleksiyoner sayısındaki artış.”

 

Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz ise “Hat, bütün dünyada talep görebilecek bir sanat. Ortadoğu da dahil ilgi görüyor. Klasik Türk resmi ise dünyadaki koleksiyonerlerin ilgisini çekmiyor. Çünkü dünyada akım yaratmış bir sanat değil” dedi.

 

Her kesime eser var

Türkiye’deki koleksiyonerlerin profilini de değerlendiren Olgaç Artam, şöyle konuştu: “Şu anda alıcıları, koleksiyoncular, özel müzeler, yatırım amaçlı fonlar ve hobi için alan bireysel alıcılar olarak ana gruplara ayırabiliriz. Öncelikle hobi olarak ya da yatırım amaçlı başlayan alımlar, alınan eserler hakkında bilgi sahibi olundukça, benzerlerini görüp araştırma yaptıkça bir tutkuya dönüşüyor. Müzayedelerde her kesime göre eserler bulunuyor. liraya da bin liraya da eserler görülebilir. Bir sanatçının en iyi döneminden başyapıt niteliğindeki eserleri rekor fiyatlara satılırken daha orta çaplı eserleri halen çok uygun fiyatlara müzayedelerde satılıyor.”

 

Koleksiyonerler yaşı genç eserleri satışa vermiyor

Beyaz Müzayede’nin kurucusu Aziz Karadeniz, Türkiye’de koleksiyonerlerin aldığı eser tarzının değişmeye başladığını belirterek, şu bilgileri verdi: “ yıl önceki müzayedelerde satın alınan eserlere değil de genç sanatçılara ve yeni eserlere yöneliyorlar. Yabancı eserler de almaya başladılar. Sanat, belirli bir kültürel alt yapı gerektiriyor. Çağdaş sanatta büyüme olmasına rağmen milli gelire oranı ufak. Türkiye’de sanat piyasasını İstanbul taşıyor. Müzayedelere gelip eser satın alan kişi var. Türkiye’deki koleksiyonların da yaşı genç. Son 10 yıldır eser topluyorlar. Koleksiyoner sayısı arttıkça müzayedelere gelen eser sayısı da artıyor. Ancak Türk koleksiyonerler şu anda toplama aşamasında olduğu için satışa eser vermiyorlar.”

Hürriyet, Haber: Meltem Kara,

TÜRK ÇAĞDAŞ SANATININ ERGENLİK SİVİLCELERİ

 

Yerli ve yabancı medya yazıyor: İstanbul’un çağdaş sanatın çekim merkezi olacağına vurgu yapılıyor, ‘Türk sanatı Londra’yı salladı’ diye başlıklar atılıyor. Ancak tüm bunlara ressam Bedri Baykam’ın itirazı var. Müzayedeye girenlerin borsa refleksi taşıdıklarını, eskiden kanepeye göre ayarlanan resim alanların bile daha samimi olduklarını söylüyor. İşte Baykam’ın ‘çağdaş sanat başarısı’na itirazları

 

Çağdaş sanat piyasası mı dediniz? Bizim kuşak ve bir öncekinin eseri. 30 sene önce, Türkiye’de resim denince akla gelen rekabet, klasik ve empresyonist resimlerdi. Bugünse özel müzelerimiz, koleksiyoncu holding patronlarımız, galerici koleksiyonerlerimiz var. Müze kuracak daha da büyük koleksiyonerlerimiz mevcut. Gazetelerde, milyonlar uçuşuyor, müzayede evleri Türk resmini Dubai ve Londra’ya taşıyor; koleksiyonerler de akın ediyor!


Ama son dönemlerde yol kazaları da olmadı değil. Mesela “Londra’da Sotheby’s Müzayede evinde Türk çağdaş sanatı yüzde 70 oranında satılmadı” dedikodusunun şoku yadsınamaz.
Türk sanatının müzayedelerce dışarı taşınmasının hedefi nedir? Yabancılara çağdaş sanatımızı sunmak İyi de yaratılan ortam “Türklere Türk sanatını Londra’da satmak” üzerine kurulu! Bu eserlerin belki yüzde 80’ini İstanbul’dan gelenlerin oluşturduğu bir salonda satıyorlar! Sonuçta ‘çıkış’ başarılıysa, medyada ‘Türk sanatı Londra’yı salladı’ gibi başlıklar atılıyorsa, kimsenin aklına “Alıcıların kaçı yabancıydı?” sorusu gelmiyor!


İşte bu hazırlıksızlığın bedeliydi, son Londra başarısızlığı: Koleksiyonculara “Kimi sunalım?” diye yapılan nabız yoklaması yapılmasına rağmen! Siz sanatımızın soyağacını analiz edemezseniz, olay havada kalır! Batı’da yüzyıl Türk sanatını kapsamlı şekilde, Tate veya Royal Academy gibi köklü kurumlarda sergileyip kataloglarla destekleyemezseniz, alıcı, o salonlara niye gelsin ki!

 

RESİM DÜNYASINI BİR TÜR İMKB SANANLAR

Bir yapıt, ‘koleksiyon parçası’ olma vasfını nasıl taşır? Bu yanıt gelmeden, her şey havada kalır. Senet toplar veya yeni zenginlere kütüphane doldurur gibi oluşturulan koleksiyonlar, çoğunlukla müzayedelerde, ‘toplu ayinlerde’ herkesin göz ucuyla heyecan dalgasını süzdüğü oturumlarda yapılıyor. Resimler podyumda güzeller gibi gezdirilirken, bu yapıtları on saniye süzen gözlerin, onlar hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğu tartışmalı. Müzayedelere girenlerin çoğunun ‘Menkul Kıymetler Borsası’ refleksleri taşıdıklarını görüyoruz: “Hangi hisse iniyor, hangisi şişmiş?” En tehlikelileri, resme kısa vadeli yatırım gözüyle bakan, beşe alıp, altıya satmaya kalkanlar
Geçen gün bir koleksiyoner dostuma rastladım. Aniden “Piyasa nasıl gidiyor?” diye sordu. Soru “Yeni resimlerin nasıl gidiyor?” değildi! Bir diğeri, bir sanatçısının fiyatının fırlamamasına kızgındı!
Sanatçıların dönemleri, ayrı dünyalardır: Bir ressamın tesadüfen ‘piyasaya’ arz edilen işinden rayici çıkmaz. O iş, çekişen iki kişiyle üç misline satılabilir. Bu, sanatçının o rakamlara tırmandığını göstermez ya da bir ressamın iki işinin alıcı bulmaması da bir anlama gelmez!

 

‘KANEPEYE UYGUN RESİM’ ALANLAR DAHA SAMİMİYDİ

Hani ’ler hatta ’larda “Kanepesine uygun resim alıyor” diye dalga geçilenler vardı ya? Daha samimiydiler. Çünkü, olmadıkları biri kalıbına sığmaya çalışmıyorlardı! “Bu resmi sevdik, kanepemle de asorti” diyorlardı tüm saflıklarıyla! Bugün cahil-ukalalıklara bürünmüş, ‘mal’ merakıyla kokteyllerde fink atanlardan, daha sempatik geliyorlar!


Artık tarih ve içerik tartışmak yerine, ‘piyasacılık’ oynayan ve işi birbirini okşamak-tokatlamak olan, yeni-köksüz bir tipoloji egemen. Halbuki soyağacın yoksa, ya çalıntısın ya da gibi gibicilik yapıyorsun demektir. 50’sinden sonra Müslüman adından utanıp, batıcı isme geçen ressamlarımız gibi! ‘Çağdaş Türk sanatı’ hakkında üretilen, saptırılmış kimi kitaplarsa, ‘bozuk düzenden nasibini almak isteyen’ yeni bazı sanatçıların ve destekçilerinin tezgahı.
Bu ülkede sanatın büyük dönüşümü, ’lerin sonu ve ’lerin başında gerçekleşti, son 20 yılda değil! Bir günde ortaya çıkıp “Resimlerim artık 2 milyon dolar” diyen, bir de sahte alıcı isimleri ortaya döken komedyenler bile görmüştür bu yoz ortam!


Bu yapay pompalamalarla genç Türk sanatı “çıkıştayım” derken uçuruma düşecek! Bu düzenin kalpazanlara açık olmasının nedeni, Türkiye’de en eski modern-çağdaş sanat müzesinin, koruduğu çizgisiyle önemli bir yeri bulunan İstanbul Modern’in bile, yalnız sekiz yıllık olmasının getirdiği boşluktur.

 

GERÇEK KOLEKSİYONER KİMDİR?

-Rüzgara karşı alım yapar. İlk resmini satan genci bulabilir.
-Bir ressamın ucuzunu değil, MoMA gibi en önemli-pahalı işini arayabilir.
-Yapıtların kökenlerini araştırır. Koleksiyonunun arkasında durur.
-Başka biri resim aldı diye alan, sattı diye satan, maymun koleksiyonercilikten öteye geçemez. Hepsi birbirine benzeyen ama hiçbiri bir şeye benzemeyen fabrikasyon burunların nankör dünyasına düşen mankenlerin kaderini paylaşır.
-Değer saptaması, atölye veya galeride belli olur. Mabet orasıdır.
-Sanatçıya ‘sağılacak inek’ gibi bakan galericiyle kariyerini düşünen arasındaki fark, gündüzle gece gibidir. Gerçek bir galeri, sanat tarihçisi gibi davranarak bu ortamda para dışında hangi değerlerin öne çıkacağını bilir.

Hürriyet, Yazı: Bedri Baykam,

BİTPAZARI RENOIR'I ÇALINTIYMIŞ

 

ABD’NİN Virginia eyaletinde bir müzayede evi, ünlü Fransız izlenimci ressam Renoir’ın bir tablosunun satışını iptal etti. İptalin, tablonun, Baltimore Sanat Müzesi’nden çalınmış olabileceğine dair itiraz üzerine geldiği belirtiliyor. Renoir’ın ’da yaptığı “Paysage Bords de Seine - Seine Nehri Kıyısından Manzara” adlı tablo, bir bitpazarından sadece 7 dolara alınmıştı. Eseri üç oyuncakla birlikte alan kadın, tabloyu kontrol edince Renoir’ın imzasını görmüş yerel müzayede salonuna başvurmuştu. Uzmanlar da tablonun orijinalliğini onaylayarak bin dolar ( bin lira) değer biçmişti.

Hürriyet,

ÇÖPLÜKTEKİ TARİHE BAKAN EL KOYDU

 

İzmir'in Menderes İlçesinin Görece mevkiindeki boş bir arsaya atılmış durumdaki tarihi eser kalıntılarını kamuoyunun gündemine taşıyan Yeni Asır'ın dünkü manşet haberi haberi ses getirdi.
Yeni Asır'ın "Tarihi Çöp" başlığıyla yayınladığı haber üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Günay duruma el koydu. Bakan Günay, "İnceleme yaparak, Yeni Asır'a bilgi vereceğim" dedi. Günay'ın olaya el koymasıyla İzmir Müze Müdürlüğü de devreye girdi.


Arkeolog Tayfun Selçuk, Yeni Asır ekibiyle birlikte araziye giderek molozların arasındaki tarihi eser kalıntılarını inceledi. Muhabirimiz Fatih Şendil ve Burak Hakerler'in yardımı ile bulunan 3 işçi ve bir el arabası ile birlikte ağırlığı kiloyu bulan tarihi eserler araziden çıkarıldı. Adeta çöplüğü andıran arsa içindeki engebelerden el arabası ile geçen tarihi eserler, asfalt çalışması nedeniyle kazılan yolun üstüne güçlükle çıkarılabildi. Parçalar, Yeni Asır gazetesinin görev aracına konularak Konak Varyant mevkiindeki Müze Müdürlüğü'ne getirildi.

Menderes İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne de bilgi veren ekibimiz, olay yerinde gerekli tutanakları tutulmasını da sağladı. Bulunan sütun başlığı ve mermer kaidesinin hangi döneme ait olduğu ise önümüzdeki günlerde uzmanlar tarafından yapılacak incelemenin ardından belirlenecek.
Arsaya dökülen moloz ve toprağın içinde başka eser veya eser kalıntısı olup olmadığı da araştırılacak.


Öte yandan, Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, bu arsaya hafriyatın kimin tarafından döküldüğünü araştıracaklarını ifade etti. Bulunan eserlerle ilgili şu aşamada net bilgi vermenin yanlış olduğunu belirten Arkeolog Tayfun Selçuk ise, "Bu eserlerin hangi yüzyıla ait olduğunu gerekli araştırma ve inceleme yapmadan söylemek imkansız. Bu eserlerle ilgili üzerine bir süre araştırma yapmamız şart, ancak ondan sonra komisyon kararı ile net açıklama yapılabilir" diye konuştu.

Sütun başlığı ve mermer parçanın bulunduğu söz konusu arsaya daha önce moloz yığınları ve toprak döküldüğünü belirten vatandaşlar sütun başlığı ve mezar taşı olduğu tahmin edilen haç işareti bulunan kaidenin yıla yakın süredir arsada bulunduğunu ifade ederek moloz yığınları ve çöplüğün bulunduğu arsada inceleme yapılması durumunda başka bir tarihi eserlerin de çıkma ihtimalinin bulunduğunu belirtiyor.

İzmir Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Ayla Ünlü'nün görevlendirdiği Arkeolog Tayfun Selçuk, Yeni Asır ekibiyle birlikte araziye giderek molozların arasındaki tarihi eser kalıntılarını inceledi. Antik döneme ait olduğu tahmin edilen bir sütun başlığı ve üzerinde haç kabartması yer alan mermer parçasını inceleyen Arkeolog Selçuk, eserlere el koyarak inceleme yapılmak üzere Müze Müdürlüğü'ne götürülmesine karar verdi. Tarihi iki eser müzeye getirildi.

Yeni Asır, Haber: Fatih Şendil - Fatih Abacıoğlu,

ÜNİVERSİTELİ MEVSİMLİK İŞÇİLER

 

Çeşitli üniversitelerin arkeoloji bölümlerinden mezun olan ancak atanamayan bazı arkeologlar, yılın sadece 2 ayını kazılarda mevsimlik işçi olarak çalışıyor.

 

Arkeoloji ile ilgili kurumlara yılda yaklaşık 16 kişinin alındığını belirten arkeologlar, kendi işlerini yapamamaktan yakınıyor. Bazı arkeologlar, Anadolu’nun zengin kültürel birikimini açığa çıkarmak için devam eden kazılarda yılın sadece 2 ayı çalışma şansı elde ederken, yılın geri kalan kısmında ise kendi alanlarının dışında çalışmak zorunda kaldıklarını belirtiyor.

 

Seslerini duyurmak ve konuya dikkat çekmek için bir sosyal paylaşım sitesinde “Atanamayan Arkeologlar Platformu” adıyla imza kampanyası başlatan arkeologlar, daha sonra topladıkları imzaları, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a iletmeyi hedefliyor.

 

Diyarbakır Müzesi başkanlığında Bismil İlçesi'nde yürütülen Kortiktepe arkeolojik kurtarma kazılarında çalışan ve atanamayan bir grup arkeolog adına konuşan Sedat Ateş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geçen yıl Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun olduğunu belirterek, son yapılan KPSS sınavları sonucunda sadece 16 meslektaşının atandığını söyledi.

 

Mezun arkeologların daha fazla atanmasını istediklerini, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile belediyeler, Devlet Su İşleri ve Karayolları gibi kurumlarda da arkeologların görev yapması gerektiğini ifade eden Ateş, “Kazmanın vurulduğu her yerde arkeologların bulundurulması lazım. Bu nedenle önümüzdeki yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın arkeolog alımı için çalışma yapmasını istiyoruz” dedi.

 

Ateş, Türkiye’deki arkeoloji bölümlerinden yaklaşık 5 bin kişinin mezun durumda bulunduğunu, son KPSS sınavları sonucunda sadece 16 kişinin işe alındığını belirterek, şöyle konuştu:

“Geri kalanların hepsi boşta. Oysa liselere de arkeoloji dersi konulmalı. Çünkü zengin kültürel birikimimizin gelecek kuşaklara aktarılması çok önemli. DSİ, Karayolları, belediyelerde de arkeologların bulunması gerekiyor. Ben de KPSS’ye girdim. Türkiye sıralamasında oldum. Ancak hala yerleştirilmedim. Yeterli kadro bulunmadığı için benim gibiler başka alanlara yönelmek zorunda kalıyor. Pazarcılık yapan da var, inşaatlarda çalışan da var. Şu anda 5 bin mezun arkeolog var. Bunlardan hiç biri kendi işini yapamıyor. Başka alanlara yöneliyorlar. Biz de sesimizi duyurmak için Facebook’ta ‘Atanamayan Arkeologlar Platformu’ oluşturduk. Bununla birlikte imza kampanyası başlattık. 4 bin imzaya ulaşmayı hedefliyoruz. Yeterli sayıya ulaşınca Kültür ve Turizm Bakanı sayın Ertuğrul Günay ile görüşeceğiz. Daha fazla arkeolog alınması için talepte bulunacağız. İnşallah olumlu sonuç alırız.”

 

Geçen yıl DÜ’den mezun olduğunu belirten Kemal Sırlan da Kortiktepe kurtarma kazı çalışmasında yer aldığını ifade ederek, “Ama sadece yılın 2 ayı çalışmak istemiyorum. Sadece 2 ay değil tüm yıl bilim yapmak istiyorum” şeklinde duygularını dile getirdi.

 

“Kendimizi mevsimlik bilimci olarak görmek istemiyoruz” diyen Sırlan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hala gün ışığına çıkmayan, zengin kültürümüz çok geniş bir alanda saklı. Bunu gelecek nesillere aktarmak için yılın 12 ayı bilim yapmamız gerekiyor. Onun için sayın Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’ın gereken katkıyı esirgememesi lazım. Türkiye’de yılda yaklaşık bin memur alınıyor. Aralarında sadece arkeolog var. Bizim de mesleğimizi yapabilmemiz, çalışabilmemiz için arkeolog atamalarının daha çok olması gerekiyor. Bu konuda çok mağduruz. Sanat tarihçisi arkadaşlarımız arkeolog unvanları alarak bizim önümüze geçmeye çalışıyorlar. Türkiye’de yılda yaklaşık bin arkeolog mezun oluyor. Bunlardan sadece &#;i istihdam şansı buluyor. Sayın bakanımızdan bize destek olmasını istiyoruz. Biz 12 ayın sadece 2 ayında bilim yapmak istemiyoruz. Kendi alanlarımızda çalışmak istiyoruz.”

seafoodplus.info, Haber: Meral Özdemir - Ümit Özdal

8 BİN YILLIK KAYA RESİMLERİ TAHRİP EDİLDİ

 

 

Batı Anadolu’nun en eski kaya sanatı örneklerinden, Latmos Dağları'ndaki kaya resimleri üzerine yağ sürülerek tahrip edildi.

 

Aktüel Arkeoloji Dergisi’nin haberine göre, Aydın'ın Söke İlçesi Söğütözü mevkiinde bulunan 8 bin yıllık kaya resimleri tahrip edildi.

 

Stil ve konu açısından eşsiz olan kaya resimleri Batı Anadolu kaya sanatının ilk örnekleri kabul ediliyor.

 

Bölgede bulunan en iyi korunmuş eser olarak öne çıkan kaya resmi, kimliği belirsiz kişilerce tahrip edildi. Aktüel Arkeoloji Dergisi'nin edindiği bilgilere göre resmin tamamı üzerine yağ sürülerek tamamen tahrip edilmiş.

 

Anneliese Peschlow tarafından çalışmaların sürdürüldüğü bölgede, kaya resimleri ilk kez yılında keşfedilmişti. Türkiye'de ve Yakın Doğu'da benzeri olmayan eserler bir anlamda insanoğlunun belleği durumundalar.

 

İlk kez yılında keşfedilen ve bugün ’e yükselen bilinen resim sayısı ile Türkiye’nin ve neredeyse dünyanın en özgün kaya resimlerinden birini barındıran Latmos Dağları, bugün birçok acıdan tehlikenin eşiğinde. Stil ve konu açısından eşsiz olan prehistorik süslemeler, Batı Anadolu kaya sanatının ilk örnekleridir. Türkiye’de veya Yakın Doğu’da başka bir yerde benzeri yoktur.

 

 

Latmos resimlerinde insan betimlemeleri, kişiye değil bunun yerine sosyal kontekst içindeki insanı gösterir. Değişik gruplama içinde yer alan çok figürlü resimler, çoğunlukla kadın ve erkeklerin çift olarak ele alındığı betimlemelerde, bazıları anne bazıları çocuk çifti olarak da yer alır. Bu resimlerdeki en önemli temanın aile teması olduğu görülür. Bazı resimler düğün sahnelerini betimler. Kadınların erkeklerden daha sık resmedildiği, ’den fazla insan figürü tanımlanmıştır.

 

Artan feldispat maden ve taş ocakları, kayalık alanı tahrip etmekte ve kaya resimlerini tehlikeye sokmaktadır. Latmos, tüm bunlardan dolayı, UNESCO’nun Dünya kültürel Miras Listesi’ne dahil edilmeli, hiç değilse Doğal Tarihi bir park olmalıdır. Bu amaçlara yönelik başvurular yılından beri birçok defa yapılmıştır fakat bugüne kadar herhangi bir başarı elde edilememiştir.

 


Nytvmsnbc,

 

******


HANGİSİ TAŞ DEVRİ?


 

Bafa Gölü’ünün kıyısında Batı Anadolu ’nun en güzel antik kentlerinden biri olan Herakleia Latmos’u araştıran Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Dr. Anneliese Peschlow-Bindokat, ’ların başında bölgede başlattığı yüzey araştırmalarında Beşparmak Dağları’nın çeşitli kesimlerinde bugüne kadar binlerce kaya resmi tespit etti. MÖ 6 bin – MÖ 5 binin ilk yarısına tarihlenen bu kaya resimleri Yakındoğu arkeolojisinin son dönemdeki en büyük keşiflerinden biri olarak nitelendiriliyor. Ancak Türkiye ’nin bu eşsiz kültür hazinesi son yıllarda ruhsat sayısı hızla artan taş (feldispat) ocakları nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu engellenemezse ülke turizminin ve kültürünün eşsiz bir yöresi benzersiz değerleriyle birlikte bir daha geri gelmemecesine yok olacak. Dr. Peschlow, bu konuda UNESCO’ya ve koruma kurullarına ayrıntılı bir rapor hazırladı. Elinde GPRS cihazıyla dağ tepe demeden gezip bu tür resimlerin olduğu kayaları tek tek tespit etmeye çalışan Peschlow, “Dünyanın en önemli kültür mirası taşocaklarında mıcır oluyor” diye sitem ediyor. Yine Peschlow’a göre resimlerin konusu ve dili, kaya resim sanatı içinde dünyada bir ilk.


Latmos, Anadolu’nun kutsal dağlarından biriydi. metreye ulaşan zirvesi çok eski zamanlarda bir bereket kültü merkeziydi. yılından bu yana bölgede yüzey araştırmaları yapan Dr. Anneliese Peschlow bu kaya resimlerini ’lı yıllarda fark etti. Bal üreticisi bir köylü tarafından fark edilen resimleri Petchlow’a ilk anlattığında bunların Bizans döneminden kalma freskler olabileceği sanıldı. Ancak Peschlow köylü ile beraber kayaların üzerindeki resimleri gördüğünde büyük bir şaşkınlık yaşadı. Resimler ilk insanların çizimlerini andırıyordu. Peschlow araştırmalarını sürdürdükçe pek çok kaya ve oyukta bu türden resimlerin olduğunu fark etti.

Yıllardır bu resimler üzerinde bilimsel çalışmalarını derinleştirdi ve bunların 8 bin yıl öncesine gittiğini belgeledi.


Son birkaç yıldır bu bölgede cam, seramik, kaynak elektrotları ve boya sanayiinde kullanılan hammaddenin çıkarıldığı yedi feldspat ocağı açıldı. İşin daha vahimi çok sayıda ocak açılması için de başvuru yapıldı. Ocaklar hammadde için dağdan topladıkları kayaları mıcır haline getiriyor. İşte tehlike burada başlıyor.


Hangi taşın yanında binlerce yıllık sanat şaheseri resimlerin olduğu bilinmediğinden, taşocaklarında bu kayalar birer ikişer mıcır haline dönüyor.

 

Peschlow taşocaklarına izin verilmeye başlanınca yaz başından beri elinde GPRS cihazıyla dağ tepe gezerek resimlerin bulunduğu alanları harita üzerinde işaretlemeye başladı. ayrı noktada tam resim tespit edildi. Dr. Peschlow UNESCO ile Muğla ve Aydın Koruma Kurulları’na alanın kurtarılması için rapor hazırlıyor. GPRS cihazı ile harita üzerinde koordinatları belirleyerek bu noktaların koruma altına alınmasını istiyor.
 

Dr. Anneliese Peschlow’un hazırladığı rapordan bazı satırbaşları şöyle:
Latmos’taki arkeolojik bulgu ve kalıntılar Neolitik Dönem’den Osmanlı Dönemi’ne dek uzanmaktadır. Bu buluntulardan en önemlisi MÖ 6 bin – MÖ 5 binin ilk yarısına tarihlenen kaya resimleri olup, bunlar Anadolu Prehistorya Arkeolojisi’nde son on yılların en büyük keşifleri arasında yer almakta. Kaya resimleri insanlık tarihinde önemli bir adımı belgelemektedirler.
Şanlıurfa yakınlarındaki Göbeklitepe’de muazzam stelleri yapan insanlar daha avcı–toplayıcı topluluklardan yerleşik yaşama geçen köylüler olma aşamasındayken (Neolitik Devrim diye adlandırdığımız olay) Latmos’taki kaya resimlerinden, insanların o zamandan bu yana doğru ne türden aşamalardan geçtiği anlaşılmaktadır.

 

Yerleşik düzene geçişle aile ve aile içinde de yaşamın sağlayıcısı olarak kadın önemli bir yer tutmaktadır. Bu da kaya resimlerinin konusudur: İnsan topluluğu, aile, erkek-kadın ilişkisi, anne ve çocuk. Bu resimlerde gerek insana gerekse hayvanlara karşı bir şiddet sahnesi bulunmamaktadır. Kaya resimlerinin buluntu yerleri dağ zirvesi etrafına dağılmıştır ve dolayısıyla oradaki bereket kültüyle bir ilişkisi bulunmaktadır. Resimlerin yapıldığı yerler doğal oluşum veya aşınma sonucu oluşan kaya iç yüzeyleridir ve bu nedenle de kaya resimlerini bu dağlık yörenin çocuğu olarak adlandırmak yanlış olmaz. Latmos kaya resimlerinin konusu ve resim dili, dünyadaki kaya resim sanatında biricik olma özelliğine sahiptir ve bu nedenle de ‘Latmos kültürü’nden söz edebiliriz.


Türkiye’nin bu yegane kültür hazinesi şu anda yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Uzun yıllardan beri faaliyet gösteren feldispat ocakları, Beşparmak’ın kuzeyinde ve çevresinde uzaktan görülen yaralar açmıştır. Halihazırda, önemli bir yer olan Labranda aynı nedenlerden dolayı kültür turizmi açısından çekiciliğini yitirmiştir. Ama şimdi benzeri olmayan doğaya sahip Latmos’un kaya resimlerinin bulunduğu çekirdek bölgesi tahrip olmak üzeredir.

 

İçinde oldukça önemli kaya resimlerinin de bulunduğu Bafa Gölü’nün doğu ve kuzeydoğusundaki hektarlık büyük bir alan parsellere ayrılmış olup buralarda maden ocaklarının açılması öngörülmektedir. Hangi şartlarda olursa olsun hemen engellenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde henüz turizme tam açılmamış, kültürü ve tabiatıyla tek olma özelliği taşıyan ve bir nevi prehistorya açık hava müzesi olan bu yörenin doğası bir daha geri gelmeyecek şekilde kaybolacaktır.

Latmos kaya resimlerinin korunması için yerinde incelemelerde bulunan Arkeoloji ve Sanat Dergisi Editörü arkeolog Nezih Başgelen şöyle konuştu: “Dr. Peschlow, ’ların başında bölgede başlattığı yüzey araştırmalarında Beşparmak Dağları’nda binlerce kaya resmi tespit etmiştir. En az Göbeklitepe, Çatalhöyük bulguları kadar önemlidir. Gerekli koruma bölgeleri ve önlemleri oluşturulamazsa yakın bir gelecekte bu benzersiz kaya resimleri taşocaklarınca hoyratça unufak edilecektir.”

Radikal, Haber: Ömer Erbil,

 

******


MECLİS'TE 'TAŞ DEVRİ' SORULARI

 

 

Radikal ’in pazar günü manşetten duyurduğu ‘ Taş devri ’ haberi Meclis’te soru önergesi oldu.
Haberde Beşparmak Dağları’nda geniş bir bölgeye yayılan 8 bin yıllık kaya resimlerinin, faaliyette olan ve açılması için ruhsat verilen taş- ocakları nedeniyle yok olduğu belirtiliyordu. CHP İstanbul Milletvekili Sedef Küçük imzasıyla Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ’ın yanıtlaması istemiyle verilen soru önergesinde “Kaya resimlerinin envanterinin çıkartılması ve koruma altına alınması için bakanlığınızca yapılan çalışma mevcut mudur? Böyle bir çalışma mevcut ise bu çalışmalar nelerdir?” sorusu soruldu. Ayrıca, hem kaya resimlerinin bulunduğu bölgenin hem Beşparmak Dağları’nın açık hava müzesi yapılması konusunda çalışma yapılıp yapılmadığı da önergede yer aldı.


Sedef Küçük, önergesinde bölgedeki taşocaklarına verilen ruhsat sayısı, veriliş tarihleri ve tahribat konusunda da bilgi almak istedi. CHP milletvekili Küçük son olarak, “Beşparmak Dağları’nda yer alan 8 bin yıllık kaya resimlerinin tahribatına ve/veya zarar görmesine yol açacak taşocaklarına izin verilmesi, sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2. maddesinde yer alan ‘Tarihi ve kültürel varlıkları korumak’ ve 9. maddesinde yer alan ‘Yurdumuzdaki korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarının arkeolojik araştırma ve kazılarla açığa çıkarılmasını, korunmasını, değerlendirilmesini ve tanıtılmasını sağlamak, tahribini ve kaçırılmasını önleyici tedbirleri almak’ görevleriyle örtüşmekte midir?” sorusunu yöneltti.

Radikal,

KANALİZASYON KAZISINDAN TARİH ÇIKTI

 

 

Dr. İsmail Hakkı Milaslı Caddesi'nde Milas Milli Eğitim Müdürlüğü'ne ait lojman binasında belediyesi ekipleri tarafından kanalizasyon çalışması yapıldığı sırada tarihi kalıntılara rastlandı. Haber verilen Milas Arkeoloji Müzesi ekipleri tarafından yapılan araştırmada, kalıntıların Roma dönemine ait ticari bir işlik olabileceği belirlendi.
 

Milas Arkeoloji Müzesi Müdürü Ali Sinan Özbey, gazetecilere yaptığı açıklamada, buluntulara rastlanmasıyla alandaki kanalizasyon çalışmasının arkeolojik kurtarma kazısına döndüğünü söyledi.

 

3. derece arkeolojik sit alanında yaptıkları denetimli çalışma ile Roma dönemine ait bir mimari yapı kalıntısına rastladıklarını anlatan Özbey, ''Kurtarma kazısının tamamlanmasıyla üst kurula bir rapor hazırlanacak. Burada başladığımız basit bir çalışma, bir kültür varlığının ortaya çıkmasıyla Milas'ta daha önce yaptığımız uygulamalar gibi kurtarma kazısına dönüştürüldü'' dedi.

 

Özbey, çalışma kapsamında tespitlerini yapıp buradaki mimari dokunun özelliklerini içeren bir tescil önerisiyle raporlarını en kısa zamanda koruma kuruluna sunacaklarını kaydetti.

Sabah,

BU DA İLK MONA LİSA

 

 

Rönesans döneminin efsanevi ismi Leonardo da Vinci'nin, ünlü tablosu "Mona Lisa"dan önce "Isleworth Mona Lisası" olarak bilinen eserini yaptığı iddia edildi.

 

Merkezi Zürih'te bulunan Mona Lisa Vakfı, 35 yıl süren araştırmalar sonucu usta ressamın "Isleworth Mona Lisası" adlı eserini başyapıtından yaklaşık 11 yıl önce tamamladığını ileri sürdü.

Regresyon testleri ile matematiksel hesaplamalar yaparak tabloları karşılaştıran ve arşivleri tarayan uzmanlar, elde ettikleri sonuçları "Mona Lisa: Leonardo's Earlier Version" adlı kitapta topladı.

Kitabın yazarı ve sanat tarihçisi Stanley Feldman, oturur halde resmedilen kadının bedeninin tüm unsurlarının her iki tabloda tamamen ayrı konumda bulunduğunu keşfettiklerini söyledi.

Feldman, "Kadının duruşu, ellerini tutuşu, yüz ifadesi, saçı, örtüsü ve giysisi her iki tabloda bire bir aynı. Öyle ki bu tablolardan birini, ancak diğerini de boyayan kişi yapabilir. Tablolardaki tek fark, arka plandaki manzara" dedi.

Bildiğimiz Mona Lisa’dan daha büyük
Gizemli gülüşüyle genç bir kadını tasvir eden "Isleworth Mona Lisası", Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenen başyapıttan biraz daha büyük ve daha canlı renklere sahip.

Tahta pano üzerine boyanmış Mona Lisa'nın farklı olarak tuval üzerine yapılan "Isleworth Mona Lisası", 'lerin sonlarında bir İngiliz asilzadenin evinde bulunmuştu. Sanat koleksiyoncusu Hugh Blaker tarafından satın alınan ve Londra 'nın Isleworth bölgesindeki stüdyosuna götürüldüğü için "Isleworth Mona Lisası" adı verilen tablo, I. Dünya Savaşı sırasında güvenlik için ABD 'ye gönderilmişti. Savaşın ardından incelenmesi için İtalya 'ya gönderilen tablo, daha sonra İsviçre 'ye götürülmüş ve 40 yıl boyunca bir banka kasasında kilitli kalmıştı. Tablonun X-ışını ve kızıl ötesi ışınlarla incelenmesi sonucu Leonardo da Vinci'ye ait olduğu belirlenmişti.

Kendisi için mi yaptı? Leonardo'nun ilk biyografisi yazan Giorgio Vasari, büyük ustanın Mona Lisa'yı resmetmeye 'te başladığını, ancak yarıda bıraktığını ileri sürmüştü. Vasari, Leonardo'nun daha sonra öğrencisi tarafından tamamlanan tabloyu para işleriyle uğraşan arkadaşına verdiğini iddia etmişti. Leonardo Da Vinci'nin Louvre Sarayı'nda sergilenen ve Floransa'ya 30 km uzaklıktaki Greve in Chianti kasabasında yaşayan kumaş tüccarı Francesco Bartholomeo Giocondo'nun genç eşi Lisa'yı tasvir ettiği Mona Lisa tablosunu ise kendisi için yaptığı sanılıyor.

Aynı zamanda mimarlık, mühendislik, matematik, anatomi, müzik alanlarında da eserlere ve buluşlara imza atan Leonardo'nun başyapıtı sayılan "Mona Lisa", tüm dünyada en çok tanınan birkaç eserden biri olarak kabul ediliyor.

Mona Lisa Vakfı, araştırmanın sonuçlarını bugün Cenevre'de düzenleyeceği toplantıda açıklayacak.

Radikal,

OSMANLI'NIN İLK KALESİ YAKILMADAN FETHEDİLMİŞ

 

 

Osmanlı Beyliği'nin yılında Bizanslılardan fethettiği Karacahisar Kalesi'nin, 60 dekara oturan metrekare kazı alanında yapılan çalışmada yangın izinin bulunmaması kalenin yakılmayıp, yağmalanmadığını gösterdi. Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı seafoodplus.info Erol Altınsapan'ın başkanlığında 9 Temmuz- 17 Eylül tarihleri arasında yapılan Karacahisar Kalesi kazı çalışmalarında yangın izine rastlanmaması kalenin yakılmadan fethedildiği öngörüsünü ortaya çıkardı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleri ile kazı çalışmaları devam eden Karacahisar Kalesi'nin yeni detayları ortaya çıkıyor. Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı seafoodplus.info Erol Altınsapan başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında yeni bulgular elde edildi. Osmanlı'nın kuruluşuna ışık tutacak olan Karacahisar Kalesi'nde o döneme ait ortaya çıkartılan tarihi eserlerden bahseden seafoodplus.info Altınsapan, "Kazı çalışmalarımızda 26 tane işlik ortaya çıktı. Yaklaşık 60 dönümlük arazide metrekare kazdık. Bu yapmış olduğumuz çalışma içerisinde ağırlıklı olarak, kale suruna dayalı işlikler, bir gözetleme kulesi, bir yöneticiye ait olduğunu düşündüğümüz konut. Bunun dışında daha önceki sene kazdığımız iç kalede zaviye kazısı tamamlandı. Bu yıl tane sikkemiz ve 42 tane ok ucu ortaya çıktı." dedi.

Bulunan eserlerin dönemi yansıtması açısından oldukça önemli olduğunu belirten Altınsapan, kazı çalışmasında en önemli bulgulardan birinin ise yangın izine rastlanması olduğunu ifade etti. Altınsapan, şunları kaydetti: "Biz ağırlıklı olarak asıl kaleye girilen ana kapının içerisinde iç sura kadar olan bölümde çalıştık. Yaklaşık metrekarelik alan kazdık. Çalıştığımız bölümde yangın izi görmedik. Burada yangın izi olmaması bizi şüphelendirdi. Acaba Osmanlı Beyliği'ne teslim mi oldu? Yoksa Osmanlı içeri girdi yağma yapmadı mı? Normal koşullarda kale düştüğü zaman içeri askerler girer önüne geleni vurur, yakar ve öldürür. Normal bir savaşın koşulları bunu gerektirir. Yangın tabakasının olmaması yağma izleniminin olmadığını uyandırdı. Bu durum bize bu tereddüdü ve soru işaretini getirdi. Ancak daha kalenin tamamını kazmadığımız için şu an bu bir öngörüdür. Kaleyi hiç yakıp yıkmadan da yağma yapmış olabilirler. Kazı çalışması tamamlandığında bu daha da netleşecek."

"KARACAHİSAR KALESİ ORTAÇAĞ ARKEOLOJİSİ İÇİN BİR OKUL"
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Zeliha Demirel Gökalp de Karacahisar Kalesi ile ilgili olarak Bizans kaynaklarında henüz bir bilgiye rastlamadıklarını söyledi. Kalenin ne zaman kurulduğunu ve o dönemdeki isminin bilinmediğini aktaran Gökalp, "Yaptığımız çalışmalarda Orta Bizans döneminde kurulduğunu, mimarideki küçük buluntu parçalarına bakarak bunu söyleyebiliriz." ifadelerini kullandı.

Gökalp, ayrıca metrekarelik bir alan kazdıklarını ve bu alanda herhangi bir yangın tabakasına rastlamadıklarını kaydederek, tahrip olmuş bir duvarın onarıldığına dair bir takım verilere ulaşmadıklarını söyledi. Gökalp, "Bu aslında kalenin sorunsuz bir şekilde teslim alındığını gösteriyor." dedi.

Kazı tamamlandığında Karacahisar Kalesi aslında Ortaçağ arkeolojisi için bir okul olacağını vurgulayan Gökalp, kazı çalışmalarının sonrasında her şeyin netleşeceğini belirtti.

Bugün,

İSOS ANTİK KENTİNDE YIL ÖNCE KULLANILAN KANDİL BULUNDU

 

 

Hatay'ın Erzin İlçesi'nde, 5 bin yıllık tarihi geçmişi olan İsos antik kentinde kazı çalışmaları bir yıl aradan sonra tekrar başladı. Arkeolog Ömer Çelik başkanlığındaki 28 kişilik ekip, tarihi eserleri yeryüzüne çıkarmak için uğraş veriyor. Çalışmalar sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen ve yıl önce aydınlanmak için kullanılan kandil bulundu.

Tarihi 5 bin yıllık geçmişe sahip İsos antik kenti, Makedonya Kralı Büyük İskender döneminin savaşlarını yaşayan ve dönemin ticaret merkezi olan önemli bir kent. Bizans, Geç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğu'na ev sahipliği yapan İsos, bölgesel anlamda önemli bir yerleşim yeri olmasına rağmen günümüzde işlevsiz günler yaşıyor.

Kısa bir süre önce başlanan çalışmaları incelemek için kazı yapılan alanı ziyaret eden Erzin Belediye Başkanı Kasım Şimşek, ilçenin altında yatan 5 bin yıllık tarihi geçmişe sahip kentin en sağlam şekilde gün yüzüne çıkarılması için çalışmalara destek verdiklerini söyledi.

MÖ yılına dayanan ve bu süreçte Bizans, Genç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğu'na ev sahipliği yapan İsos antik kentinin yüzlerce yıl toprak altında kalan gizli tarihi toprağı kazdıkça ortaya çıkıyor. Son olarak tarihi antik kentte geçmişi yıl öncesine dayandığı tahmin edilen ve aydınlanmak için kullanılan kandil bulundu.

Yakın tarihe kadar hiçbir çalışma yapılmamasına rağmen Bizans, Genç Hitit, Pers ve Osmanlı İmparatorluğu'na ev sahipliği yapan İsos antik kentinde yer alan liman, kale, su kemeri, tapınak, hamam ve su deposu kalıntıları günümüze kadar ulaştı. Yaklaşık beş yıl önce yapılan çalışmalarda ortaya çıkan hamam kalıntıları ve Artemis mozaiği ile dikkatleri üzerine çeken tarihi şehirde, gelişmeleri yakından takip eden Hatay Valisi Celalettin Lekesiz'in talimatıyla çalışmalara hız verildi.

Bugün,

HAYDARPAŞA GARI ÖZELLEŞTİRME İDARESİ'NE DEVREDİLİYOR!

 

 

Haydarpaşa Garı Özelleştirme İdaresi Başkanlığına (ÖİB) devrediliyor. TCDD Yönetim Kurulu’nun 12 Eylül tarihinde aldığı karar gereği garın bulunduğu metrekarelik alan ÖİB’ye devredildi.

 

Haydarpaşa Garı’nın yok edilmesi projesi hız kazanıyor. TCDD Yönetim Kurulu sit alanı olarak tescillenen tarihi garın içinde bulunduğu metrekarelik alanı “gelir getirecek bir proje yapılması amacıyla” ÖİB’ye bildirdi. Haydarpaşa Port projesinin bir gün sonra onaylandığı göz önüne alındığında TCDD'nin kararı bir gün önceden bilerek böyle bir kararı aldığı ortaya çıktı.

TCDD’den ÖİB’ye gönderilen yazıda şu ifadeler yer aldı.

“Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası’nda Kuruluşumuzun mülkiyetinde bulunan yaklaşık metrekarelik taşınmazın İstanbul’un tarihi, kültürel vesosyal yapısıyla bütünleşerek ülkemiz ve kuruluşumuz açısından gelir getirici yönden değerlendirilmesine yönelik olarak sayılı Kanun ile sayılı kanunun Maddesi kapsamında değerlendirilmesi amacıyla Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na bildirilmesi hususunda Yönetim Kurulumuzun tarih ve 19/ sayılı yönetim kurulu kararı alınmıştır.

 

Konuya ilişkin alınan Yönetim Kurulu kararı, plan ve dokümanlar yazımız ekinde sunulmakta olup Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası’nda Kuruluşumuz mülkiyetinde bulunan yaklaşık metrekarelik taşınmazın idarenizce değerlendirilmesi hususunda gereğinin yapılmasını arz ederiz.”





"Haydarpaşa Port"a onay verildi
Haydarpaşa Garı ve Liman Dönüşüm Projesi için nihai düzenleme kararı, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nden 13 Eylül tarihinde yapılan oylamanın ardından geçmişti.

 

Mecliste, 1/ ölçekli Haydarpaşa Garı ile Kadıköy Meydanı ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı teklifi oylamaya sunulurken, teklif, CHP'nin ret oyu vermesine karşın AKP'li meclis üyelerinin oylarıyla kabul edilmişti.

 

Alınan kararla, yılında yapılan protokolle ilk adımı atılan ''Haydarpaşa Port'' projesinin 'da başlanan planlama çalışmalarıyla ilgili düzenlemeler için gerekli onay verildi. Böylece plan düzenlemesi tamamlanan projenin ihale ve uygulama çalışmalarına start verilecek. Projenin hayata geçmesi için önünde engel kalmadı.

 

Sol Haber,

Mimar kadın sırlarıyla birlikte intihar etti

HT GAZETE / Müslim SARIYAR

Mimar Gülizar Söylemez (35) geride “Kimse üzülmesin. Hayat bana göre değildi. Bir de ölümü deneyeyim” yazılı not bırakıp kendini doğalgaz borusuna astı

İstanbul Bakırköy’de ailesiyle birlikte yaşayan Mimar Gülizar Söylemez (35), cumartesi günü ailesinin evde olmadığı sırada odasındaki doğalgaz borusuna kendisini asarak hayatına son verdi. Söylemez’in cansız bedeniyse eve giden ailesi tarafından bulundu. Yapılan ihbarın ardından olay yerine giden polis, mimar Söylemez’in intihar etmeden önce yazdığı bir nota ulaştı. Söylemez’in bıraktığı notta “Kimse üzülmesin. Hayatta mutlu olamadım. Bir de ölümü deneyeyim” cümlelerinin olduğu öğrenildi. Söylemez’in cesedi Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.

BİR YILDIR İŞSİZDİ

Dün genç mimarın cenazesini almak için Adli Tıp Kurumu’na gelen yakınları, Söylemez’in bir yıldır işsiz olduğunu, İzmir’de zeytin yetiştiriciliğiyle ilgili bir seminere katıldıktan sonra memleketi Mardin’e giderek zeytin ağaçları diktiğini, bu yönde hayalleri olduğunu anlattı. 5 kardeş olduğu öğrenilen Söylemez’in cenazesi toprağa verilmek üzere Mardin’e götürüldü.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir