derman filmi nerede çekilmiştir / Derman () - Drama, Film Önerileri - Fil'm Hafızası

Derman Filmi Nerede Çekilmiştir

derman filmi nerede çekilmiştir

Tarık Akan'ın hayatı katıldığı yarışmayla değişmişti

<video>

 

Yeşilçam'ın 'cici çocuğu' olarak anılan Tarık Akan (Tarık Tahsin Üregül; d. 13 Aralık , İstanbul, Türkiye), Türk sinema ve dizi oyuncusuydu

'da İstanbul'da doğan, subay babası nedeniyle çocukluğunda farklı kentlerde bulunan Tarık Akan, önce Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Makine Mühendisliği bölümünde okudu daha sonra ise İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu'na girdi ve bu okuldan mezun oldu.

İlk gençlik yıllarında, yaşadığı İstanbul'un Bakırköy ilçesinde cankurtaranlık ve işportacılık yaptı.

Tarık Akan  yılında Ses dergisinin oyunculuk yarışmasına katılarak birinci olmuştur. yılında ilk sinema filmi Emine ile oyunculuk kariyeri başladı.

TARIK AKAN'IN UNUTULMAZ FİLMLERİ - VİDEO

<video>

Bir anda Yeşilçam'ın en yakışıklı oyuncularından birisi haline gelmiştir. Daha sonra yılında oynadığı film Suçlu ile yılında Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alır. yılında Yeşilçam'ın en iyi duygusal filmlerinden birisi olarak bilinen Canım Kardeşim () adlı filmde Halit Akçatepe ile başrol oynar. yılında Ertem Eğilmez'in yönettiği Rıfat Ilgaz'ın aynı adlı eserinden uyarlanan Hababam Sınıfı () adlı filmde Damat Ferit adlı karakteri canlandırır, film yılında vizyona girer ve Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi filmlerinden birisi olur ve bir klasik haline gelir. Ardından Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı () adlı, serinin ikinci filminde rol alır.

Film Akan'ın oynadığı son Hababam Sınıfı filmi olmuştur ve serinin gelmiş geçmiş en çok hasılat yapan filmi olur. Gülşen Bubikoğlu ile oynadığı her filmde büyük başarı elde eden Akan'ın, yılında Bubikoğlu ile birlikte oynadıkları Ah Nerede adlı romantik-komedi filmi ile büyük başarı elde eder.

'li yıllarda oynadığı filmlerle adından sıkça söz ettirmiştir. Boyu, giyinişi ve saç stili ile 70'li yıllara damgasını vurarak Yeşilçam'ın büyük jönleri arasına adını yazdırmıştır. Yeşilçam'ın "cici çocuğu" olarak bilinen Akan, yılında Zeki Ökten'in yönetmenliğini üstlendiği başrollerini Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz ile paylaştığı Sürü adlı filmde oynamıştır. 70'li yıllardaki tarzından uzak ve artık genelde bıyıklı olarak film çekmiştir. Sürü adlı film ile çok büyük başarı sağlamıştır. Ardından yılında Cüneyt Arkın ile beraber başrol oynadığı Maden adlı film ile artık her türlü filmde oynayabileceğini kanıtlamıştır.

yılında Şerif Gören ve Yılmaz Güney'in yönettiği efsane olan Yol filmi ile çok büyük başarı elde etmiş ve dünyaya adını duyurmuştur. Film yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü alan tek film olmuştur ve Akan, En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde aday olmuştur. yılında başrolünü oynadığı Karartma Geceleri adlı film Yeşilçam'ın klasikleri arasında yer almıştır. Tarık Akan, Altın Portakal Film Festivali adlı ödül yarışmasında yedi ödül alan tek erkek oyuncuydu.

İlk yıllar, Büyük başarı ve Şöhret

yılında oyunculuk kariyerine ilk olarak Ses adlı derginin Sinema Artist Yarışması adlı yarışmasına girerek birinci olmuştur. Daha oyunculuk kariyerine başlamıştır. Tarık Akan, ilk olarak yılında Orhan Aksoy'un yönettiği Filiz Akın ve Ekrem Bora'nın başrollerde oynadığı Emine adlı filmde Metin karakterini canlandırarak Yeşilçam'a adımını atmıştır. İlk filmi duygusal bir film olduğu için sakin bir karakteri canlandırmıştır. Aynı yıl vizyona giren ikinci filmi, Beyoğlu Güzeli adlı filmde Hülya Koçyiğit ile başrolde oynamıştır. Aynı zamanda Ertem Eğilmez ile ilk kez çalışırken 'li yıllarda kendisiyle eşleşmiş olan "Ferit" adlı karakteri ile oynadığı ilk filmdir. yılında Vefasız, Melek mi, Şeytan mı? ve Solan Bir Yaprak Gibi adlı filmlerde de yer almıştır. yılında ise ilk olarak Sisli Hatıralar adlı filmde Türkân Şoray ile başrol oynamıştır. Ardından Azat Kuşu ve Kaderimin Oyunu adlı filmlerde oynamıştır. Aynı yıl ilk romantik-komedi filmi olan Mehmet Dinler'in yönettiği Suçlu adlı filmde Fatma Belgen ile başrol oynamıştır. İlk büyük başarısı bu filmle olmuştur. Filmde oynayan Akan, yılında Altın Portakal Film Festivali'nde En iyi Erkek Oyuncu ödülünü almıştır. Ardından Yeşilçam'ın büyük talep gören oyuncuları arasına girmiştir. Yakışıklılığı, uzun boyu, giyim tarzı ve saç stiliyle aranan oyuncu haline gelmiş ve kısa zamanda büyük bir ilerleme kat etmiştir. Bu başarısının ardından Para, Aşkların En Güzeli ve Üç Sevgili adlı filmlerde oymamıştır.

Ses dergisinin kapağı,

yılında Hülya Koçyiğit, Adile Naşit, Münir Özkul ve Hulusi Kentmen gibi büyük oyuncuların yer aldığı Sev Kardeşim adlı filmde oynamıştır. Aynı Kemal Sunal ile oynadığı ve Sunal'ın ilk filmi olan Tatlı Dillim adlı filmde Filiz Akın ile başrol oynamıştır. Filmde Halit Akçatepe, Metin Akpınar, Zeki Alasya ve Münir Özkul gibi oyuncular da yer alıyordu. yılında oynadığı son film olan Feryat adlı film ise Emel Sayın ile ilk defa başrol oynadığı film olmuştur. yılına gelindiğinde ilk olarak Yeryüzünde Bir Melek adlı filmde oynamıştır. Ardından Necla Nazır ile birlikte başrol oynadığı Umut Dünyası adlı filmde yer almıştır. Daha sonra Emel Sayın ile birlikte Yalancı Yarim adlı filmde başrol oynadı. yılında Halit Akçatepe ve dönemin çocuk oyuncusu olan Kahraman Kıral ile birlikte oynadığı Canım Kardeşim adlı filmde başrol oynamıştır. Film Yeşilçam'ın klasikleri arasına girmiştir ve en iyi dram filmlerinden birisi olmuştur. yılında son olarak Bebek Yüzlü adlı filmde oynamıştır.

Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı filminde, Damat Ferit karakteriyle  yılında vizyona giren ve Oh Olsun filminde Hale Soygazi ile birlikte başrol oynamıştır. Ardından Ömer Lütfi Akad'ın yönettiği Esir Hayat filminde Perihan Savaş ile başrol oynamıştır. Memleketim, Kanlı Deniz gibi filmlerde oynadıktan sonra, Mahçup Delikanlı ve Boşver Arkadaş adlı filmlerde boy gösterdi. yılında Yeşilçam'ın en iyi filmlerinden birisi olarak gösterilen ve en büyük oyuncu kadrosunun yer aldığı filmlerden birisi olarak kabul edilen Mavi Boncuk adlı filmin kadrosunda yer almıştır.

Filmdeki Emel Sayın'ı kaçırma sahnesi ise Yeşilçam'ın akılda kalan büyük sahnelerinden birisi olmuştur. Ardından Yeşilçam'ın gelmiş geçmiş en büyük komedi filmlerinden birisi olarak kabul edilen Hababam Sınıfı adlı filmde "Damat Ferit" adlı karakteri canlandırmıştır. Film yılında gişe'de hasılat rekorunu kırmıştır. Film İmdb adlı internet sitesinde /10 alarak tarihin en yüksek puanlarından birini alarak büyük başarılara imza atmıştır. Filmdeki her karakter ve her sahne hafızalara kazınmıştır. Filmden Kel Mahmut, Hafize Ana, Güdük Necmi, Damat Ferit, Tulum Hayri, Hayta İsmail, Domdom Alil, Deli Bedri, Badi Ekrem ve Kemal Sunal ile eşleşmiş olan Türk sinemasının en çok tanınan karakteri İnek Şaban gibi karakterler çıkmıştır. Hababam Sınıfı'nınardından, Ateş Böceği adlı romantik-komedi filminde Necla Nazır ile başrol oynadı film vizyona girdiğinde büyük başarı gösterdi. Ardından, Çapkın Hırsız ve Gece Kuşu Zehra gibi filmlerde başrol oynadı.

Bu filmlerin ardından yılında ard arda üç romantik-komedi filminde oynamıştır. Delisin ve Evcilik Oyunu filmlerindeki büyük başarısından sonra Yeşilçam'ın bilinen en iyi romantik-komedi filmlerinden birisi olarak kabul edilen Ah Nerede adlı filmde 70'li yıllarda oynadıkları filmlerle unutulmaz ikili olmuş, Gülşen Bubikoğlu ile başrol oynamıştır. Film vizyona girdiği dönemde büyük bir hasılat elde etmiştir. yılında Yeşilçam sinemasının en kalabalık kadrolarından birisi olarak kabul edilen Bizim Aile adlı filmde rol almıştır. Film klasikler arasına adını yazdırmıştır ve en iyi Türk filmlerinden birisi olarak tarihe geçmiştir.

Aynı yıl Gizli Kuvvet ve Cani adlı filmlerde oynamıştır. 70'li yıllarda Gülşen Bubikoğlu ile oynadığı romantik-komedi filmleri ile büyük sükse yapmıştır ve Bubikoğlu ile Kader Bağlayınca adlı filmde oynamıştır. yılında son olarak Öyle Olsun ve Aşk Dediğin Laf Değildir adlı filmlerde rol aldı.

Tarz değişimi ve Ödüller

yılından sonra ciddi bir karar alarak değişme kararı almıştır. Oynadığı romantik-komedi filmleri ile büyük ün kazanmıştır. Romantik-komedi filmlerinin çizgisinden çıkıp daha ciddi filmlerde oynama kararı aldığında henüz 28 yaşındadır. yılından sonra bıyık bırakarak daha ağır rollerde oynamıştır. yılında az da olsa yine romantik-komedi ve komedi filmlerinde oynamıştır. Bunlardan ilki 'li yıllarda Gülşen Bubikoğlu ile birlikte oynadığı son romantik-komedi filmi Bizim Kız adlı film olmuştur. Aynı yıl Öztürk Serengil ve Robert Widmark ile bir komedi filminde rol almıştır. 'li yıllarda oynadığı son komedi filmi ve oynadığı son bıyıksız film Sevgili Dayım adlı film olmuştur. Bıyıklı olarak oynadığı ilk film Baraj adlı dram, gerilim filmi olmuştur. Ardından Nehir adlı filmde rol almıştır. yılında Şeref Sözü adlı Perihan Savaş ile oynadığı dram filmi vizyona girmiştir. Daha sonra Maden adlı filmde Cüneyt Arkın ile başrol oynamıştır. Film çok büyük başarı elde etmiştir. Yeşilçam tarihinin en iyi filmlerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Bu büyük başarının ardından, Seninle Son Defa adlı filmde oynamıştır. Filmin bir bölümü Kıbrıs'ta çekilmiştir. Ardından Erden Kıral'ın ilk uzun metrajlı filmi olan Kanal adlı filmde oynamıştır. Filmin müzikleri, yılında Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Müzik Ödülü'nü almıştır. Bu filmden sonra, yılında çekimlerine başalanan ve yılında vizyona giren Zeki Ökten'in en iyi filmlerinden birisi olarak bilinen Sürü adlı filmde Melike Demirağ ve Tuncel Kurtiz ile birlikte başrolleri paylaştı. Film büyük yankı uyandırdı ve Yeşilçam'ın en iyi filmleri arasına girmeyi başardı. Film, 12 Ekim tarihinde düzenlenen Altın Portakal Film Festivali'nde Geç Gelen Altın Portakallar gecesinde En İyi Film, ödülünü almıştır.

Ödülün filmden 31 yıl sonra alınmasının nedeni ise, 12 Eylül Darbesi'nden dolayı yılında ödül gecesinin düzenlenememesidir. yılında son olarak Lekeli Melek adlı filmde rol almıştır. yılına gelindiğinde, ilk olarak Atıf Yılmaz'ın yönettiği Adak adlı filmde Necla Nazır ile başrol oynamıştır. Ardından, Demiryol adlı filmde usta oyuncu Fikret Hakan ile birlikte başrol oynamıştır. Film, Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Film", "En İyi Yonetmen" (Yavuz Özkan), "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" (Sevda Tolga) ve "En İyi Erkek Oyuncu" (Fikret Hakan) dalında dört ödül alarak büyük başarı göstermiştir. yılında 12 Eylül Darbesi'nden dolayı Yeşilçam'da az çok az film çekilmekteydi. Tarık Akan, bu nedenle bu yıl içerisinde hiçbir filmde rol almamıştır. yılında ilk olarak Müjde Ar ile başrol oynadığı Deli Kan adlı filmde oynadı. Filmin yönetmeni Atıf Yılmaz, filmi Zeyyat Selimoğlu'nun yılında yayınlanan Deprem adlı hikâye kitabından uyarlamıştır. Ardından, Herhangi Bir Kadın adlı filmde yer aldı. Bu filmden sonra Yılmaz Güney ve Şerif Gören'in birlikte yönetmenliğini üstlendiği Yeşilçam'ın gelmiş geçmiş en iyi filmlerinden biris olan Yol adlı filmde Şerif Sezer ile birlikte başrol oynamıştır. Film, senaryo aşamasındayken adı Bayram olacaktı, fakat sonradan değiştirildi. yılında dünyanın en prestijli ödül törenlerinden birisi olarak gösterilen Cannes Film Festivali'nde en büyük ödül olan Altın Palmiye'yi alarak Türkiye'ye bir ilki yaşatmıştır. Film dünya çapında gösterime girmiştir. Tarık Akan, Cannes'a "En İyi Erkek Oyunu" dalında aday gösterilmiştir. Filmi, yılından sonra izlemek yasaklanmıştır. Fakat, yılında İmaj stüdyoları tarafından tekrar restore edilerek aynı yılın Şubat ayında gösterime girmiştir.

Yol () filminin kapağında

yılında Nazmi Özer'in Arkadaşım adlı filminde oynadı. Daha sonra, Fatma Girik ile birlikte başrollerini paylaştığı Kaçak adlı filmde oynadı. Filmin ilk versiyonunu yılında Ömer Lütfi Akad, Üç Tekerlekli Bisikler adıyla çekmiştir. yılında ilk olarak Derman adlı filmde Hülya Koçyiğit ile birlikte başrol oynadı. Ardından, Çocuklar Çiçektir ve Gecenin Sonu gibi filmlerde rol aldıktan sonra, son olarak Beyaz Ölüm adlı polisiye-suç filminde Ahu Tuğba ile başrol oynadı. yılında ilk olarak Zeki Ökten'in yönettiği Pehlivan adlı filmde oynadı. Akan, bu filmdeki performansı ile Altın Portakal Film Festivali'nde "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandı. Sonra, oyuncu kadrosunda Ahu Tuğba, Nuri Alço, Diler Saraç ve Şemsi İnkaya gibi isimlerin bulundığu Yosma adlı filmde oynadı.

Ardından, Damga ve Kayıp Kızlar adlı filmlerde oynadı. senesinde oynadığı son film 'li yıllarda oynadığı her filmle olay olduğu partneri Gülşen Bubikoğlu ile 'li yıllarda oynadığı ilk film Alev Alev ile birlikte tekrar kamera karşısına geçti. Filmin bir diğer başrol oyuncusu ise usta aktör Cüneyt Arkın olmuştur. yılında Muammer Özer'in yönettiği Bir Avuç Cennet adlı filmde Hale Soygazi ile birlikte başrol oynamıştır.

Türkiye-İsveç ortak yapımı olan film yurt içi ve yurt dışında toplam beş ödül kazanmıştır. Bunlardan birisi "İsveç Göçmen Filmleri Festivali", Özel Ödülü'dür. Filmin ardından, yılında oynadığı ikinci film Kan adlı filmde "Haydar Ali" rolünü canlandırmıştır. Daha sonra, Hülya Avşar'la birlikte başrol oynadığı Tele Kızlar adlı filmde "Şahin" karakterini canlandırmıştır. yılında son olarak Son Darbe ve Paramparça adlı filmlerde oynamıştır. yılında Halkalı Köfte, Adem ile Havva, Acı Dünyalar, Ses ve Kıskıvrak gibi filmlerde oynadıktan sonra, Erdal Özyağcılar ve Oya Aydoğan ile birlikte başrol oynadığı Beyoğlu'nun Arka Yakası adlı filmde oynamıştır. yılı içerisinde Yağmur Kaçakları, Skandal, Su Da Yanar gibi çeşitli filmlerde oynamıştır. Fakat aynı yıl oynadığı Çark adlı film çok büyük bir çıkış yapmıştır. İşçi sınıfının en örgütsüz ve en çok ezilen kesimlerinin yaşantısına ışık tutan özelliğiyle dönemin en dikkat çekici filmlerinden birisi olmuştur. yılında son olarak Kızımın Kanı adlı filmde oynamıştır. yılında sadece üç filmde rol almıştır. Bunlar El Kapıları, Dönüş ve Üçüncü Göz adlı filmlerdir. yılında İkili Oyunlar, İsa, Musa, Meryem, Leyla ile Mecnun ve Kimlik adlı filmlerde oynamıştır, bunlardan en çok ses getireni baş rollerini Meral Konrat ile birlikte oynadığı "İsa, Musa, Meryem" filmi olmuştur.

günümüz: TV dizileri ve TV filmleri

'lı yıllarda daha az sinema filmlerinde yer aldı. yılında Bir Küçük Bulut, Devlerin Ölümü ve Berdei gibi filmlerde oynadıktan sonra aynı yıl oynadığı son film Karartma Geceli adlı filmde Nurseli İdiz ile birlikte başrol oynadı. Film yılın ve Yeşilçam'ın en iyi filmlerinden birisi olmayı başardı. Rıfat Ilgaz'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan film senesinde senesinde yut içinde ve yurt dışında birçok ödül aldı. yılında Bir Kadın Düşmanı ve Uzun İnce Bir Yol adlı filmlerde oynadıktan sonra, aynı yıl oynadığı Siyabend ile Heco adlı iki kürt gencin aşk yaşamını anlatan filmde birkez daha dikkat'leri üzerine çekmiştir. yılında hiçbir filmde oynamamıştır, fakat ilk kez bir televizyon dizisinde rol almıştır. Taşların Sırrı adlı dizide "Kuray" adlı karakteri canlandırmıştır. Dizi Star'da yayınlanmıştır. yılında ise hem TV dizisinde hem de sinema filminde oynamıştır.

yılına gelindiğinde Yolcu ve Çözülmeler adlı iki sinema filminde oynadı. yılında ise tek bir filmde rol aldı fakat film beş yönetmene ait beş kısa filmden oluşan bir sinema filmi olan Aşk Üzerine Söylenmemiş Her Şey adlı filmde rol almıştır. yılında hiçbir filmde rol almayan oyuncu, yılında bir yıllık bir sürenin ardından Mektup ve Antika Talanı adlı iki filmde oynamıştır. senesinde tekrar hiçbir filmde rol almamıştır. yılında ilk olarak Hayal Kurma Oyunları adlı filmde Ayşegül Aldinç ile başrol oynamıştır. Ardından aynı sene oynadığı ikinci ve son film olan Eylül Fırtınası adlı filmde Zara, Nejat İşler, Hazım Körmükçü (oyuncu, ), Kutay Özcan ve Deniz Türkali'nin oynadığı Atıf Yılmaz'ın yönettiği darbesini bir aile üzerindeki etkisini anlatan filmde oynadı. ve yılları arasında oyunculuğa ara veren oyuncu, yılında tekrar beyaz perdeye geri döndü. İlk olarak Gülüm adlı filmde oynadı, daha sonra Abdülhamid Düşerken adlı, kadrosunda büyük oyuncuların yer aldığı ve Yeşilçam tarihinin 1 milyon doları aşan bütçesiyle o zamana kadar çekilmiş en pahalı filminde oynadı. Ardından TRT 1'de yayınlanan oynadığı ikinci ve Türkiye'nin en iyi gençlik dizilerinden birisi olan Koçum Benim adlı dizide başrol oynadı. Dizi yayınlandığı dönem çok konuşulmuş ve reyting rekorları kırmıştır.

Koçum Benim adlı dizisi devam ederken, yılında çekilen Vizontele adıbda klasik olmuş olan filmin, yılında çekilen ikinci filmi Vizontele Tuuba adlı filmde "Güner Sernikli" adlı karakteri canlandırmıştır. Aynı yıl Koçum Benim adlı dizisi bittikten sonra Gece Yürüyüşü adlı televizyon dizisinde oynadı fakat dizi fazla sürmemiştir. yılında Ankara Cinayeti adlı filmde oynamıştır. Aynı yıl dördüncü televizyon dizisi olan Ahh İstanbul adlı dizide oynamıştır, fakat bu dizisi de fazla sürmemiştir. Oyunculuğa iki yıl ara veren Tarık Akan, yılında Şerif Sezer ile birlikte Yol filminin ardından Deli Deli Olma adlı sinema filminde oynamıştır. Film iyi bir hasılat elde etmiştir. Filmde Akan'ın gençliğini büyük oğlu, Barış Zeki Eregül oynamıştır.

Özel Hayatı

yılında Yasemin Erkut ile evlenen oyuncunun aynı yıl Barış Zeki Eregül adlı oğlu dünyaya gelmiştir. İki yıl sonra, yılında Yaşar Özgür Eregül ve Özlem Eregül adındaki ikiz çocukları dünyaya gelmiştir. Oyuncu, evlendikten dört yıl sonra yılında boşanmıştır. yılında, Acun Günay ile birlikte yaşamaya başlamıştır ve birliktelikleri hala devam etmektedir. Akan'ın, ilk çocuğu olan Barış Zeki Eregül yılında Tarık Akan'ında oynadığı "Deli Deli Olma" adlı filmde babasının gençliğini oynayarak oyunculuk hayatına atılmıştır. Akciğer kanseri olan Akan, yaşamını yitirdi.

Siyasi görüşü ve darbesi

Tarık Akan, solcu bir görüşe sahip. kısmen de olsa, yılından itibaren mesaj vermeye yönelik ağırlıklı filmlerde rol almaya başladı. Özellikle, Yılmaz Güney'in projeleri olan Sürü ve Yol filmleri ile her tür filmde oynayabileceğinin başarısını göstermiştir. "27 Mayıs ve 28 Şubat darbe değildir. Birincisi önümüzü açtı, yeni düşüncelerle tanışmamızı sağladı. Çünkü laik Cumhuriyet'ten uzaklaşmamızın önünü kapattı. darbe teşebbüsü ve Darbesi faşist darbelerdir. Türkiye'yi bugünkü noktaya taşıyan hareketler. son vuruştur emperyalizm için. TSK bu ülkenin her şeye rağmen en önemli kurumu." demiştir.[2] yılında yapılan Gezi Parkı protestoları destek vermiştir. Tarık Akan, darbesinin olduğu dönemlerde hapise girer. 31 Mart ’de beraat eder. Daha sonra yılında İzmir'de Nazım Hikmet'in doğum yıl dönümüne katılmak ve Barış Derneği’ne üye olmak suçlarından yine yargılanır. Spor salonunda yapılan o doğum yıl dönümüne binlerce insan katılmışken bir tek Tarık Akan'a dava açılmıştır. Fakat, yılında davadan beraat etmiştir.

Kitap

Tarık Akan 12 Eylül Darbesi'nin hemen ardından başlarında Almanya'da yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklanmış ve aylar boyunca tutuklu kalmıştı. Akan, bu uzun tutukluluk ve yargılanma sürecini kitaplaştırmıştı. Dönemin önemli olaylarına da değindiği anı kitabı ilk kez 'de yayımlanmış ve daha sonra da onlarca yeni baskıları yapılmıştı. Kitabın bir bölümünde de Yol filminin yapım öyküsüne yer verilmiştir.
"Anne Kafamda Bit Var"(12 Eylül Anıları), Tarık Akan, Can Yayınları, İstanbul,

İşte Tarık Akan'ın Türk sinemasına damga vuran filmleri


Mürüvvet mi Derman mı?

“Bir şehir, bir sokak, bir ev var,
ahşap bir ev, uzak mı uzak.
Yağdı, bütün gece yağdı kar
yıldızlarla aydınlanarak.” (Nazım Hikmet)

Mürüvvet mi Derman mı? 1 – Derman posterSeyrettiğimi düşündüğüm ancak çok kısa bir an dışında hiçbir şey hatırlamadığım Şerif Gören filmi Derman’ı () birkaç gün önce izledim. Gerek eşimin ısrarının gerekse zamansız yitirdiğimiz Tirebolulu hemşerim Yaman Okay’ın filmin oyuncuları arasında olduğunu zannetmem, filmi izlemeye karar vermemde etkili oldu. Zorlu doğa koşullarını, insanın kıstırılmışlığını ve çaresizliğini başarıyla anlatan ancak eğer sansüre takılmamışsa, asıl derdi olan aydınlanma, çağdaşlaşma ve ilerici-gerici çatışmasını aynı cesaretle perdeye aktarmakta zorlanan ve Şerif Gören’in Yılmaz Güney’e bir selamı olarak görülebilecek filmin, eksiklerine karşın Türk sinemasının kalburüstü yapımlarından olduğunu söylemeliyim.

Arapça nur kökünden türetilmiş olan münevver, aydınlatılmış, ışıklı, nurlu anlamlarına gelir. Münevver geçmişte entelektüel anlamında kullanılmış “dişil” bir kelimedir. Ne var ki günümüzde değerinin bilinmemesi ve yerini “eril” kökten türeyen aydın kelimesine bırakmış olması acı vericidir. İnsanca davranma, insanlık yapma anlamında kullanılan mürüvvet, kadın adı olarak kullanılıyor olsa da, Arapça erkek kökünden türetilmiştir. Aydın nedir, aydın kimdir, gerici aydın olur mu, ilerici aydın var mıdır vb. tartışmaları ülkemizde hiç bitmeden sürmesine karşın “kadınlar” bu tartışmanın dışında bırakılmıştır. Bütün modernleşme ve çağdaşlaşma iddialarına karşın münevver’in aydın’a dönüşümü, erkek egemen zihniyetin baskın çıkışının ve aydınlanma kavramının ataerkil yapının etkisi altında kaldığının ispatıdır. Bu kapsamda, köylere “derman” olmak ve insanca davranmak isteyen ebenin adının eril bir kökten türetilmiş “mürüvvet” ismiyle simgelenmesi, atalarımızdan bile geriye düştüğümüzün göstergesidir.

Batı’nın toplumsal gelişme şeması, feodaliteden burjuvaziye, ümmetten millete, köyden kente, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi öngörür. Bu sürecin sonunda, temelinde dinin yer aldığı feodal kültür yerine, laikliğin başat unsur olduğu ulusal kültürün ortaya çıkması beklenir. Başka medeniyetleri yok sayan ve kendisini evrensel ilan eden bu şema kusurlu olmasına karşın Batı’da işler böyle yürümüştür. Bu şemayı izlemeyi kendine hedef edinmiş ülkemizde ise feodal yapı çözülmesine karşın bir sonraki aşama olan sanayileşmeye geçilemediği için Batı’daki anlamda şehirleşme mümkün olmamıştır. Bu çözülmeyle birlikte köylerinden ayrılmalarına karşın ne işçi olabilmiş, ne köylü kalabilmiş, ne de burjuvazinin saflarına geçebilmiş insanlar lümpenleşerek şehirlerin çevresini saran geniş gecekondu mahallelerini oluşturmuşlardır. İzlenecek “şemanın” ilk aşaması gerçekleştirilmiş olsa da devamı getirilememiş, belki de gelmesi istenmemiştir. Batı’nın sömürge haline getirdiği ülkelerin, gelişmelerini engellediği bilinir ancak bu engelleme dışardan yapıldığında dikkati çekeceğinden, ilerleme adı altında içerden yapılması daha tehlikelidir.

Bu şemadaki “sanayileşme” sağlanamayınca, ülkemiz aydınları, gelişmenin ekonomik yönünü göz ardı ederek, gözlerinin önünde gerçekleşen bu olguyu bir kültür sorunu olarak ele almayı tercih etmişlerdir. Sanayileşme değil de sanayileşmiş Batı toplumlarının kültürlerini aktarmak gelişme zannedilmiş ancak bunun taklitçilik olacağı ve yabancılaşmaya yol açacağı fark edilmemiş, edilmişse de umursanmamıştır. Attila İlhan’ın deyişiyle “Mustafa Kemal döneminin, o çok kısa süren ulusal tarih, ulusal dil, ulusal sanat heyecanı bir yana bırakılırsa, Cumhuriyet&#;in “ilerleme” anlayışı üstyapısal bir kültür kopyacılığıdır ve İnönü&#;nün devr-i saltanatında, Yunan/Latin kültür tabanı önerilmiş ve kabul edilmiştir.”

“Âdem Ata, Şeytan&#;ın hilesine aldanıp, Cennet&#;teki yasak ağacın meyvesinden yiyince Cennet&#;ten kovulur. Kovulmadan önce üstündeki giysileri, başındaki tacı düşüp, çıplak kalır. Âdem Ata utanıp, avret yerlerini kapatmak için ağaçlardan yardım arar. Ancak hiçbir ağaç yapraklarından vermez. Sadece incir ağacı dayanamayıp dört beş tane yaprağını verir. Âdem Ata incir ağacının verdiği o yaprakları kapanıp Cennet&#;ten çıkar. Allah incir ağacına: &#;Sen neden benden habersiz ona yardım ettin? Sen benim gazabımdan korkmadın mı?&#; diye sorar. O zaman incir ağacı Allah&#;a: &#;Ben senin gazaplı olduğunu biliyorum. Fakat onunla birlikte merhametli olduğunu da biliyorum” der. Allah, incir ağacının cevabını makul bulup: &#;Ben senin günahını affediyorum ancak bundan sonra çiçek açmadan meyve vereceksin” der.” (Alimcan İnayet-Didar Annaberdiyev, Türkmen Efsanesi)

İncirler, incir arısı olmadan türlerini devam ettiremez. Bu Türkmen hikâyesinde de görüleceği gibi incir ağacı çiçek açmaz. İncir, erkek ve dişi olmak üzere, farklı ağaçlarda yetişir. Yediğimiz incir “dişi” olan, yenilmeyen ve tozlaşmayı sağlayan incir ise “erkek” olandır. Çiçek açmayan incirin döllenmesi incir arısı vasıtasıyla sağlanır. İncirin döllenmesi için erkek incirler bir torba içerisinde dişi incir ağaçlarına asılır. Bu erkek incire “ilek” denir ve ilekten çıkan incir arısı, dölleme işlemini yapar. Her bir arı ancak tek bir dişi inciri döller ve akabinde ölür. Kendi haline bırakılmış bir incirin meyve vermesinin ne kadar zor hatta imkânsız olduğunu hatırlatmak isterim. Buradan hareketle diyebilirim ki, kaderine terk edilmiş Türk köylerinin durumu ile incir arasında özdeşlik kurabilmek mümkündür. Türk aydını ve sanatçısı –istisnaların kaideyi bozmayacağını unutmayalım- hiçbir zaman halkın acısını ve gelişmesini dert edinmemiş ve bir “ilek inciri” kadar bile faydalı olmamıştır. O Yunan/Latin kültürünü benimsemiş, Batı’dan gelen her şeyi koşulsuz kabullenmiş, Batılı doğmadığı için büyük acılara düşmüş ve bütün uğraşı Batı’nın gözüne girebilmek olmuştur. Geçtiğimiz günlerde izlediğim Article 15 () isimli filmde duyduğum bir hikâyeyi anlatmanın tam sırası olduğunu söylemeliyim.

“Yüce Rama, Ayodhya&#;ya dönerken onu karşılamak için köylerde tüm ışıklar yakılmış. Ama bir köy karanlıkmış. Yüce Rama bunu fark etmiş. Arabasından inmiş ve köylülere sormuş: “Neden ışıklar yanmıyor? Neden karanlık?&#; Köylüler cevap vermiş: &#;Biz de ışıklarımızı yakmıştık. Birden fırtına çıktı ve tüm lambaları söndürdü. Burası karanlık olunca sarayınızın daha da parladığını gördük. O yüzden köyü karanlıkta bıraktık.” (Article 15)

Sarayın ışıklarının daha iyi görülmesi için koca bir köyün karanlıkta kalmaya razı olması insanın içini nasıl da acıtıyor, değil mi? Bu hikâyeyle birlikte, Atatürk’ün ölümünün ardından “muasır medeniyet” seviyesini “Batılaşma”ya indirgeyen ve yalnız kendilerinin Batılı olmaya layık olduklarını iddia eden sözde aydınları, elitleri ve hazineden geçinmelileri hatırladım. Bu ülkede doğmuş olmaktan dolayı utanan ve “kimsesizlerin kimsesi” Cumhuriyeti yozlaştırarak, ülkenin asıl sahibi oldukları iddiasındaki bu kesimin, yalnız kendilerinin “batılı” olduklarını gösterebilmeleri için aynı zamanda halkı aşağılamaları gerekiyordu. Böylece halk eğitimsiz, kaba ve cahil kaldıkça kendilerinin seçkinliği garanti altına alınmış olacaktı. Yani birileri karanlıkta kalmalıydı ki, birilerinin ışığı daha net gözüksün.

“Kültür endüstrisi bir ideoloji üretir. İdeoloji sayesinde bireylerde var olan eleştirel bilinç kısa sürede yerini uyuma bırakır.” (Theodor W. Adorno-Max Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği)

Kültür endüstrisi ürünleri sinemada, televizyonda, dergide vb. aynen tekrarladığı gündelik yaşamın sürdürülmesini kolaylaştırmakta ve başka türlü bir yaşam olabileceğini düşünmenin yollarını tıkamaktadır. Yaratıcılık için hiçbir alan bırakmayan ve mevcut düzenin “biricik” olduğunu söyleyerek sömürüyü gizlemek için hareket eden sermayenin hizmetindeki kültür endüstrisi türüne, dünyaya ve doğaya yabancılaşmış, ideallere göre değil “kurallara uyarak” yaşaması istenen ve bilinçlenmesinden korkulan kitleleri kontrol etmek için “gerici” bir dünya oluşturur. Gerek Mürüvvet’in “can sıkıntısını” geçirmek için okuduğu ve “hayatın anlamını” bulduğu dergiler, kitaplar, fotoromanlar gerekse radyo yayınlarının kültür endüstrisi ürünleri olduğu çok açıktır. Elektrikleri olmayan, yolları kapalı, aydınlatma için kullanıldıkları gazyağları bile kısıtlı bu ücra köylerde radyodan duyulan programlar aydının halkına yabancılaşmasının göstergesidir. Boğaziçi’ndeki yalılar, o yalılardan görülen mehtap, Macar resim sergileri, Batı’nın müzikleri vb. çağdaşlaşmayı kültür taklitçiliğine indirgeyen aydınların tutumuna güçlü bir eleştiri olarak görülmelidir.

Mürüvvet mi Derman mı? 2 – Derman 01

Kitlelerin, kendisine sunulanları denetleme ve belirleme olanağının bulunmadığı, ticari maksatla seri olarak üretilen ve dağıtılan her şey kültür endüstrisi ürünüdür. Kürküne zarar vermeden tilki avlamanın en iyi yolu, üzerine kan sürülmüş bir bıçağın, ağzı yukarı gelecek şekilde sapının toprağa gömülmesiyle yapılır. Bir av yöntemi olarak bundan daha acımasız ve alçakça bir “yöntem” duymadığımı söylemeliyim. Özellikle kış aylarında sık kullanılan bu yöntemde, karnı aç ve bitkin hayvan, bıçağın üzerindeki kanı yalarken bir süre sonra dilinin kesildiğini ve yaladığı kanın kendi kanı olduğunu bilmeden iştahla bıçağın üzerindeki kanı yalamaya devam eder. Kan kaybından ölünce de zarar verilmeden “postu” çıkarılır. Kültür endüstrisi ürünleri de benzer bir amaca hizmet eder. Her insanda bulunan merak duygusunu kışkırtan, yozlaştıran, sömüren ve yabancılaştıran kültür endüstrisi ürünlerinin çekiciliğine kapılan kitleler, bıçağın keskin ağzını yalayan tilki misali, kendi sonlarını hazırlamakta olduklarının farkına varmazlar bile.

Ağrı’nın bir köyüne atanan Mürüvvet’e sorulan ilk soru “Kura çekecek yer bulamadın mı” olur ve ardından eklenir “Bu dağlar hayırsızdır.” Kendisini devlet okuttuğu için devlete borçlu olduğunu, insanlara hizmet etmesi gerektiğini düşünen Mürüvvet hayalleri olan idealist bir ebedir. Ne var ki yağan kar yolları kapattığından görev yerine gidemez ve bir köyde mahsur kalır. Mürüvvet, radyosu, ucuz romanları ve moda dergileri ile can sıkıntısını atmaya çalışır. Köylülerin bu denli zor şartlara niçin katlandığını kavrayamayan Mürüvvet, onların yaşamak için çaba göstermelerini de anlayamaz. Tahsin’in karısına “canınız sıkılmıyor mu” diye sorması, bu düşüncesini açığa vurur. İnsanlara yardım etmek için yola çıkmış olmasına karşın onların belki de birer hayvan gibi amaçsızca yaşadıklarını düşünen, film boyunca köydeki çaresizliği yaşayan, zorlu doğa koşullarını gören, zaten az olan yiyeceklerini, içeceklerini, sevgilerini hiç tanımadıkları biri için seferber eden hatta ölüme bile giden kanaatkâr insanları tanıyan Mürüvvet’in dönüşümü de sağlanır. Yanında getirdiği ucuz romanların kültür endüstrisi ürünleri oldukları Mürüvvet’in onları sobaya atıp yakmasıyla simgelenir. Can sıkıntısı ve varoluş demişken Schopenhauer’dan küçük bir alıntı yaparak devam edelim.

“İnsan hayatı bir tür hata olmalı. İnsanın tatmini güç ihtiyaç ve zorunlulukların bir toplamı olduğu hatırlanırsa eğer, bunun doğruluğu yeterince açık hale gelir; kaldı ki, (ihtiyaçlarının) tamamı tatmin edildiğinde de, tüm elde ettiği, geriye ona can sıkıntısından başka bir şey bırakmayan, bir acısızlık halidir. İşte bu, varoluşun kendinde hiçbir değere sahip olmadığının doğrudan kanıtıdır; çünkü ‘can sıkıntısı’ dediğimiz şey, yaşamın boşluğuna (değersizliğine) dair bir histen başka nedir ki? Eğer varlığımızın en temel arzusu olan bu yaşam gerçekten müspet bir değere sahip olsaydı, ‘can sıkıntısı’ diye bir şey de hiç olmazdı: salt varoluş bizi kendisiyle tatmin eder ve başkaca hiçbir şey istemezdik.” (Arthur Schopenhauer, Parerga ile Paralipomena)

Niyazi Berkes, yılında Ankara’nın bazı köylerinde çok değerli bir araştırma yürütür. Bu köylerde elektrik olmadığı gibi suyun da olmadığı, kadınların kova kova su taşıdıkları hatta çoğu köylünün toprağının bile olmadığını görürüz. Köylülerin çocukların birkaç tanesinin nasıl olsa öleceğine adeta bir zaruret gibi baktıklarını ifade eden Niyazi Berkes “küçük çocuğun ölümünde bir sebep veya mesul aramak âdeti yoktur. Çocuğu Allah verdiği gibi onu geri de alabilir. Köyde kadınların, beş altı çocuklarının olması gerektiğine, nasıl olsa çoğunun öleceğine inandıklarını” yazar.

Orhan Türkdoğan’ın yılında Erzurum’da, şehir merkezine yakın köylerde yaptığı bir araştırmadan da söz etmek istiyorum. Şehir merkezine en yakın olan bu köylere henüz elektriklerin girmediği ve köylerin hayli yoksul olduğu görülüyor. Bana çarpıcı gelen, bu köylerde yaşayan yaklaşık kişiye sorulan şehirde mi yoksa köyde mi yaşamak istersiniz sorusu olduğunu söylemeliyim. Köylülerin yarısı köyde kalmayı tercih ederken, diğer yarısı şehre gitmek istediğini söylemiş. Şehre gitmek isteyenlerin yaklaşık yüzde 40’ının, “niçin” sorusuna “rahatlık” yanıtı vermesini hayli üzücü bulduğumu söylemeliyim. Bu soruya yanıt verenlerin kaçının kadın olduğu belli değil, böyle bir ayrım yapılmamış. Ben çoğunluğun erkek olduğunu düşünüyorum. Köylerde, erkekler kadınlara göre daha rahat yaşarlar. Asla çamaşır yıkamayan, çocuğa bakmayan, yemek yapmayan vb. erkeğin daha fazla rahatlık uğruna şehre gitmek istemesini manidar bulduğumu ifade etmeliyim.

Mürüvvet mi Derman mı? 3 – Derman 02

Üzerinden yıllar geçmesine karşın filmde işlenen imkânsızlık ve çaresizliğin günümüzde halen devam ediyor olması üzüntü verici değil mi? Yine de bunları yalnızca Doğu’ya özgü görmemek gerekiyor. Karadeniz köyleri de pek farklı değildir, Ege köyleri de. Birkaç yıl önce Çanakkale’de bir deprem olmuş, birkaç köy yerle bir olmuştu. Televizyonlara yansıyan görüntülere baktığımızda ülkemizin en batısındaki köylerin bile sefalet içinde olduğu açık bir şekilde görülüyordu. Anadolu’da ne varsa Selçuklular döneminde yapılmış, Osmanlı döneminde hep ihmal edilmiş, özellikle “büyük kaçgunluk” denilen Celali İsyanları’ndan sonra ise halk paramparça olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında köye doğru adımlar atılmaya başlanmışsa da, Atatürk’ün ölümünün ardından, her şeyden vazgeçilmiştir. Köylüler o kadar üşümezken, şehirden gelen Mürüvvet’in çok üşümesi buna işaret eder. Mürüvvet bu çabayı gösterirken çıkarlarını korumak isteyen gerici güçler Sabri Ağa karakterinde temsil edilmiştir. Ebe ideal olanı temsil eder ancak ağa hayli karikatürize çizilmiştir. Böyle olmasında sansür etkisi yok ise, hayli kötü ve eksik işlendiğini düşünüyorum.

Bir doğuma çağrılan Mürüvvet’in elindeki şırınga, ilerici-gerici çatışmasını simgeler. Köyde, belki de ebe eliyle ilk doğum gerçekleşmiştir. Çocuğun adını deftere kaydeden ve yüzyıllardır ihmal edilmiş bu insanlar için faydalı bir iş yaptığını düşünen Mürüvvet köyde kalmaya karar verir. Elbirliğiyle ona bir ev hazırlayan köylülerin “hastayım derdime derman ararım” türküsünü söylemeleri çaresizliklerine göndermedir. Bütün iyi niyetli davranışlarına karşın, Münevver’in çocuklarla birlikte yaptıkları kardan adam, put olarak görülür ve ihtiyarlar tarafından yıkılır. Bu sahne, insanların içinde yaşadığı cehaleti ancak bunu ortadan kaldırmak için hiçbir çaba gösterilmediğini gösterir. Hasan Rıza Soyak, henüz Atatürk’ün sağlığında bile inkılâpları yurdun her bucağına yaymak ödevini yerine getirmesi gereken aydınların ve inkılâpçı gençlerin üstüne düşeni yapmadığını şu sözlerle dile getirmiştir.

“Atatürk, bir yurt gezisinde çevresindekilere yaptıklarının hangilerini beğenmediklerini sormuş ve “Sizden ciddi ve samimi tenkit bekliyorum” demişti. Herkes, tereddüt içinde susarken, Asım Kültür isminde bir genç “Başardığınız inkılâplardan bazıları hâlâ, yüksek dağların tepelerinden esip vadilere inemeyen büyük rüzgârlara benziyor. Ben çok yakın bir geçmişte bir şoföre rastladım; şeyh olduğunu söyleyen bir yobazın kerametine inanmıştı. Onu gitmek istediği yere bedava götürmüştü. Görülüyor ki içimizde hâlâ bu tür şeylere inanan cahiller var. Hâlbuki biz inkılâplarımızın fikir tohumlarını bir bereket rahmeti gibi, yurdun her bucağına yağdırabilseydik, şeyhin kerameti, softanın nefesi, bu memlekette, tesirini ve itibarını, çoktan kaybederdi. Bugün kendisini istediği yere bedava götürecek gafiller bulabiliyorsa, o yobaz yarın bu gibileri peşinden sürükleyebilir” der. Bu hadiseden birkaç gün sonra Balıkesir halkevinde etrafını saran gençlere sorar. “Köylere gidiyor, köylülerle temas ediyor musunuz? Onlara inkılâpların manasını anlatmaya çalışıyor musunuz?” Bir genç kekeleyerek cevap verdi: “Gitmek, temas etmek istiyoruz ama gidemiyoruz, çünkü tahsisatımız yok.” Arkadaşları ile beraber devrimleri yurtta kökleştirmekle ödevli bulunan gencin bu cevabı, Atatürk’ün canını sıkmıştı. “Ne demek?” dedi. “Yobazın tahsisatı mı var?” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar)

Şehmuz, karların içinde yalnız başına koşturan bir atın yıllardır ölen sahibini aradığını söyler ve bu konudan hareketle Mürüvvet’e “sahibi olup olmadığını” sorar. Kadın soruyu anlamaz. Şehmuz bu kez, daha açık bir şekilde “evli olup olmadığını” sorar. Evli olmadığını öğrenince, bu defa sevgilisi olup olmadığını sorar. Kadının “bir doktor arkadaşım var” sözleri, Şehmuz’un hayallerini yıkar. Başını eğer, uzaklara bakar ve bir şey demeden kalkar gider. Ayıdan kurttan korkmayan Şehmuz’un “Eskiden korkmazdım ama seni gördüğüm günden beri korkarım. Ölümden korkarım; ölürsem seni bir daha göremem diye korkarım” sözleri âşık olduğunu gösterir. Ne var ki, Münevver’in kendisine “sevda” duymayacağını anlayan Şehmuz’un “seni kendime has bacı seçtim” sözü gerçek yiğitliği ortaya koyar. Yeri gelmişken, Allah insanı yaratırken, onun çamuruna “aşk” katmamış olsaydı, Âdem bu uğurda, cenneti bir elma tanesine feda etmezdi diyen Aziz Mahmud Hüdai’nin mısralarını hatırlayalım.

Tıynet-i âdemde evvel konmasa sevda-yi aşk
Cenneti bir daneye satmazdı ol dana-yi aşk (Aziz Mahmud Hüdai)

Her iki erkeğin de Mürüvvet’e âşık olması ve Mürüvvet’in tokalaşmak için uzattığı eli havada bırakan Tahsin’in bir süre sonra aşkını ilan etmesi acıklıdır. Tahsin’in, doğumu yaklaşan karısına “güzel kokuyorsun” demesi aslında Mürüvvet’e duyduğu arzuyu gösterir. Karısının, “benden güzel mi?” diye sormasından bunu anladığı ancak ses çıkaramadığı tahmin edilebilir. Bir sonraki sahnede Mürüvvet, eli kesilen adama müdahale ederken ömründe ilk kez “şehirli” bir kadınla bu denli yakınlaşan adam, acısını bile hissetmez. Tahsin, ele ele olduklarını anlayınca odadan kaçarken, elinde tezek dolu leğenle karısı içeri girer. Bu sahnenin, filmdeki en çarpıcı sahnelerden birisi olduğunu söylemeliyim.

Erkek egemen zihniyet, kadını bir çocuk makinesi ve tatmin nesnesi olarak görür. Kadın, erkek doğurdukça ve erkeği mutlu ettikçe değerlidir. Filmde de, doğan bebeğin erkek olması bunu doğrular. Kendi kadınlarına benzemeyen başka bir kadının ulaşılamaz oluşu, eğitimi, kendi ayakları üzerinde durması, temizliği, kokusu vb. bu erkeklere çekici gelmiştir, diyebiliriz. Oysa evi çekip çeviren, çocukları büyüten, hayvanlara bakan, yemeği yapan, bulaşığı yıkayan ve erkeğin canı çektikçe yatmak zorunda olan zavallı kadının elinde tezek leğeniyle gelmesi hayli üzücüdür. Kadının perdenin aralığından dışarı bakıp “kar durdu, artık gidersin” sözleri içinde hem bir umudu hem de acıyı barındırır. Şehirli kadınla baş edemeyeceğini bilen kadının tek umudu onun köyden gitmesidir. Karısına belki bir tanecik çiçek koparıp getirmemişken, aşkını ispatlamak uğruna Mürüvvet’e gazyağı getirmek için tipiyi göze alıp yola çıkan Tahsin’in bu tutumu ikiyüzlüdür. Bu noktada, roman yazsa muhteşem bir yazar olacağından hiç kuşku duyulamayacak Karl Marks’ın karısına yazdığı şu mektup Tahsin’in ikiyüzlü tutumuna bir yanıt olarak okunmalıdır.

“Dünyada çok kadın var, kimileri de çok güzel ama ben, her bir hattı hatta her bir kırışığı bana hayatımın en büyük ve en tatlı anılarını hatırlatan bir yüzü daha nerede bulabilirim.” (Karl Marks)

Şehmuz Mürvet’e armağan etmek için bir yaban keçisi vurmuştur. Cana can denilerek her doğumdan sonra kendisine canlı hayvan hediye edilmişken, Şehmuz’un hediyesinin ölü bir hayvan olması Kabil ile Habil’in kurban hikâyesine indirgenebilir belki de. Kabil ile Habil hikâyesinde de, iki kardeşin sunduğu kurbanlardan biri tarım, diğeri ise tarım toplumu öncesi yani avcı-toplayıcı toplumu simgeler. Batı toplumlarına özgü şema üzerinden değerlendirirsek köylülerin tarım, Mürüvvet’in tarım sonrası, Şehmuz’un ise tarım toplumu öncesini simgelediği söylenebilir. Onun hediyesinin ölü olması avcı-toplayıcı toplum yapısına uygundur. Bu göndermelerle köylerin hayli uzun zamandır ihmal edildiği ortaya çıkar.

Karısı ve çocuklarını bırakıp “sevdalandığı” kadın uğruna gaz almaya giden ve ölen Tahsin’in ikiyüzlülüğü, köylünün kıstırılmışlığı ve çaresizliği, aydınların ve yöneticilerin ihmali, kültür endüstrisi ürünlerinin her yanı sarması karşısında Mürüvvet neye derman olmuştur acaba? Belki de hiçbir şeye derman olamadığını göstermek için filme bu isim konmuştur, bilemeyiz. Mürüvvet, yazımın başlığında da dediğim gibi kimselere derman olamayan bir çabadır aslında. Niyazi Berkes’in araştırmasının üzerinden kırk yıl geçmiş, Derman filmi çekilmiştir. Peki, ne değişmiştir? Derman filminin üzerinden kırk yıl geçmiştir. Peki, ne değişmiştir? O günleri görür müyüm bilemiyorum ama kırk yıl daha geçecektir. Peki, ne değişecektir?

Öteki Sinema için yazan: Salim Olcay

Derman filmi ne zaman, nerede çekildi? Derman filminin konusu ne, oyuncuları kimler?

 

Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Hülya Koçyiğit'e Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazandıran Derman filmi bugün TV ekranlarında seyircisi ile buluşuyor. 

DERMAN FİLMİNİN KONUSU NEDİR?

Film, görevini yapmak üzere Ağrı’nın bir kasabasına giden ebe Mürvet’in yaşadıklarını anlatır. Mürvet görev yerine giderken kar fırtınasına yakalanır. Bunun üzerine kendisine rehberlik eden Tahsin ve ailesinin evinde misafir edilir. Mürvet gördükleri karşısında köy halkının kendisine kasabadakilerden daha çok ihtiyacı olduğunu görür. Kasabaya gitmek yerine köye yerleşme kararı alır. Şehmuz ve Tahsin’in yardımlarıyla da köylünün her türlü sağlık sorununa derman olur. Ancak Tahsin’in Mürvet’e sevdalanması kötü olayların başlangıcı olur. 

DERMAN FİLMİ NE ZAMAN NEREDE ÇEKİLDİ?

yılında vizyona giren Derman filminin yapımcılığını Selim Soydan yapmıştır. Derman filminin çekimleri Ağrı'da gerçekleştirilmiştir.

seafoodplus.info

Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Hülya Koçyiğit'e Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazandırmıştır.

seafoodplus.info

DERMAN FİLMİNİN OYUNCULARI KİMLER?

Hülya Koçyiğit - Mürvet

Tarık Akan -Şehmuz

Talat Bulut - Tahsin

Nur Sürer - Bahar

Sırrı Elitaş - Rıfat Ağa

Mehmet Reşit Doğan
 

Türk Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden biri olan Zeki Ökten’in imzasını taşıyan yapımı “Pehlivan” da, Vize&#;li Bilal Pehlivan’ın Kırkpınar&#;a hazırlanışı anlatılıyor. Türkiye’sinin toplumsal koşullarının arka planı oluşturduğu “Pehlivan”, ailesini geçindirmek için Libya’ya işçi yazılmış, köy, kasaba dolaşarak baba mesleği pehlivanlığı sürdürmeye çalışan, babayiğit bir delikanlının öyküsüdür.

Sürü, Düşman, Faize Hücum filmlerindeki başarılarını bu filmde de tekrarlayan Ökten, bu kez Bilal Pehlivan’ın geçim sıkıntısını aktarıyor beyazperdeye. Karısı (Meral Orhonsay), iki çocuğu ve yaşlı babasını geçindirmek için yaşam kavgası veren Bilal (Tarık Akan), işinden çıkarılır. Amacı Libya’ya gitmektir. Fakat kolay değildir bu. Sıra gelinceye dek, sarılabileceği tek umudu kalır Bilal’in. Baba mesleği pehlivanlık. Bilal, Libya’ya gitmek için sırasını beklerken, o bölgede yaşayan cazgır Mestan dayı (Erol Günaydın) ‘ın teşvikiyle baba mesleği olan pehlivanlıkta şansını denemek ister.

Bir süre köy güreşlerinde kazandıklarıyla yetinen Bilal, giderek Kırkpınar’a soyunmayı amaçlar. Kırkpınar&#;da yapılan büyük ödülü elde ettiğinde tüm maddi sıkıntılarından kurtularak rahat bir nefes alacağını düşünür. Şampiyon olup büyük ödülü aldığında durumunun düzeleceğinden, gelirinin artacağından emindir. Mestan Dayı ve ustası Tevfik&#;in (Yaman Okay) yardımlarıyla, Kırkpınar’daki yağlı güreşlere katılmak üzere hazırlıklara başlar. Kırkpınar’da ise yağlı güreşlerde pehlivanlık mesleğinin giderek yozlaştığını ve hile karıştığını görür. Ne güreş izleyicisi, ne de güreş sporu eskisi gibi değildir. Bilal Pehlivan, güreş meydanlarında haksızlıklara, hilelere şahit olur ve acı gerçekle yüzleşir.

Gerçekçi bir tavrı benimseyen Pehlivan filmi, mekan, .çevre gibi sinemamızın pek alışık olmadığı inceliklerle örülü, durağan tempolu ama dengeli bir yapıt. Film; folkloru, gelenekleri, Kırkpınar’ı, Hıdrellez’i ile kendi kültürüne yabancılaşmakta olan toplumumuzdan kesitler sunuyor. Muskalardan ve posası çıkmış bir şekilde Almanya’dan dönmüş eniştelerden medet uman insanların hüzünlü öyküsü, kimi sahnelerin tekdüzeliğine karşın, izleyiciye apaçık mesaj veren klişe kahraman ucuzluklarına düşülmeden, dengeli bir biçimde anlatılıyor. Zeki Ökten üslubunun özellikle seyirciyi gitgide içine alan iç mekân sahnelerinde tümüyle yansıtıldığı “Pehlivan”, 80’li yılların ödül rekortmeni filmlerindendir.

Pehlivan filmi, sezonu projesidir fakat Tarık Akan, &#;de &#;Derman&#; filmi için Ağrı&#;ya gitmesi nedeniyle proje &#;e kalıyor. Tarık Akan’ın film için özel olarak 9 aylık bir çalışması olmuş. Bu süre içinde haftada 10 saat vücut geliştirme çalışıp kilo almış. Üç ay boyunca da hiçbir film teklifini kabul etmeden sadece bu filme hazırlandığını da ekleyelim. Filmden önce kıspet giyip yağlanarak bir çok pehlivanla güreşti, yağlı güreşi pehlivanlardan öğrendi. Filmin çekimleri ise Kırklareli&#;nin Vize ilçesi ve Edirne Kırkpınar&#;da gerçekleştirildi. Zaten filmin büyük bölümü Kırklareli&#;nin Vize ilçesinde çekilirken Kırkpınar bölümü ise Edirne&#;de çekildi. O yıl sü gerçekleştirilen Kırkpınar Yağlı Güreşleri sırasında kıspet giyip er meydanında rol gereği güreş tutan Tarık Akan’a bazı pehlivanlar meydan okuyup gerçekten güreşe davet ettiler. Filmin çekimleri ise 45 gün sürdü.

Tarık Akan, filmin yönetmeni Zeki Ökten ve Şerafettin Gür ile &#;Şeref Film&#; şirketini kurup filmi bu şirket adına çekti. (&#;Pehlivan&#;, Tarık Akan&#;ın, &#;Maden&#; filminden sonra yapımcısı olduğu seafoodplus.infoir.) Filmde ise Tarık Akan’ı yakın dostlarından olan ve dublajlarında en çok beğendiği isim olan Kâmran Usluer seslendirdi. Filmin adı ise ilk başta “Tutsak” olarak düşünüldü. Daha sonra “Tutsak Pehlivan” fikri ön plana çıktı. En son ise “Pehlivan&#; isminde karar kılındı. Filmin senaryosunu yazan Fehmi Yaşar, aynı zamanda filmde Zeki Ökten’e asistanlık da yaptı. Pehlivan filmi için Tarık Akan, Zeki Ökten ve senarist Fehmi Yaşar bir yıl boyunca film üzerine çalıştı.

Tarık Akan, film çekimleri esnasında Video Sinema Dergisi’ne verdiği röportajda “Neden Pehlivan?” sorusuna şu yanıtı veriyor;

TARIK AKAN:Biz meseleye pehlivanlığı fon olarak kullanıp baktık. Fondaki görüntü, filmin ana yapısını meydana getirir. Pehlivanlık, şimdiye kadar Türk Sineması’nda işlenmemiş bir konu. Bunu tüm detaylarıyla ve görsel malzemesiyle anlatmaya çalışıyoruz. Zaten filmde insanı anlatıyoruz. Tutkuları, daha çok ekonomik durumları ön planda. Ekonomisi düzensiz bir toplumda sporun yaşayamayacağı, ileri toplumlarla rekabet edemeyeceğini anlatan bir hikaye.”

Filmde Bilal Pehlivan’ın babasını oynayacak kişi ise çekimler başlarken rahatsızlandı ve role uygun kişi bulunamadı. “Kör Himmet” rolü için Zeki Ökten ve Tarık Akan, Vize’de bir kahvede amatör oyuncu olan Ahmet Kayışkesen’i buldu. Bu onun hayattaki ilk ve son filmi oldu ve filmden kısa süre sonra vefat etti. Filmdeki dublajını ise Müşvik Kenter yaptı.

pehlivan

Tarık Akan, Meral Orhonsay, Erol Günaydın, Yaman Okay, Yavuzer Çetinkaya, Tuluğ Çizgen, Ahmet Kayışkesen ve Orhan Çağman’ın rol aldıkları filmin görüntü yönetmeni ise Hüseyin Özşahin. Filmde 3 ayrı kamera ile çekim yapıldı.

Filmin özgün müziklerini ise Tarık Öcal besteledi.

Pehlivan, yurtiçi ve yurtdışında aldığı ödüller dışında Yeşilçam’ın spor filmleri içerisinde de en başarılı filmi kabul edilmektedir. Film aynı zamanda amatör sporcuların hayatlarındaki zorlukları da gösterir.

Edirne’de kaldığı süre içinde halktan büyük ilgi ve yakınlık gören Tarık Akan, Geleneksel Kırkpınar Güzellik Yarışması’na da jüri üyesi olarak davet edildi.

Senarist Fehmi Yaşar’la hikaye üzerine çalışmaya başladığı anda Tarık Akan, ödülü de kafasına koymuştu. Pehlivan, gösterime girdikten sonra yurtiçi ve yurtdışında büyük ilgi gördü. Tarık Akan, &#;Pehlivan&#;la hem &#;Antalya Altın Portakal Film Festivali&#;nde &#;En İyi Erkek Oyuncu&#; ödülünü hem de &#;Berlin Film Festivali&#;nde &#;En İyi Oyuncu Jüri Özel Ödülü&#;nü aldı. Tarık Akan, Berlin Film Festivalinde &#;En İyi Oyuncu, Mansiyon / Jüri Özel Ödülü&#;nü alan Türk Sinemasındaki ilk ve tek oyuncudur. (Tarık Akan, 26 Şubat ’te, Berlin Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü&#;nü kazandı. Ancak, Barış Derneği davasından dolayı kendisine yurtdışına çıkış yasağı konuldu ve pasaport verilmedi. Bu nedenle ödülünü almaya gidemedi. Bu konuyu sonraki yazılarda detaylı olarak anlatacağım.)

Filmin aldığı ödüller ise şöyle;

  • * Berlin Film Festivali (), &#;Jüri Özel Mansiyon, En İyi Erkek Oyuncu&#;, TARIK AKAN
  • * Antalya Altın Portakal Film Festivali (), &#;En İyi Erkek Oyuncu&#;, TARIK AKAN
  • *İtalya seafoodplus.infoo Spor Filmleri Festivali, &#;En İyi Film&#;
  • *Fransa Rennes Spor Filmleri Festivali, &#;Uluslararası Olimpiyat Komitesi” Ödülü
  • *Kültür ve Turizm Bakanlığı, &#;Sinema Başarı Ödülü&#;
  • *Uluslararası İstanbul Sinema Günleri (), “Üstün Başarı Belgesi” ZEKİ ÖKTEN
  • * Sinema Yazarları Ödülleri, “En İyi Film”, “En İyi Erkek Oyuncu” TARIK AKAN

Sinematik Yeşilçam için yazan: Murat Hattatoğlu (Tarık Akan Official)

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir