destrüktif ne demek / Soykütüğü - Vikipedi

Destrüktif Ne Demek

destrüktif ne demek

kaynağı değiştir]

Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü kitabında “ahlaksal önyargılarımızın kökenini” sorgulama gayesindedir.[6] Nietzsche’nin merakı ve şüphesi, “iyi ve kötümüzün kaynağının aslında neresi olduğu sorusudur.”[7] Nietzsche, iyi ve kötünün kaynağını düşünürken can alıcı bir soru sormaktadır: “insanoğlu hangi koşullar altında yaratmıştı bu iyi ve kötü değer yargılarını?”[7] Nietzsche, bu kitabında esas olarak Hristiyan ahlakının oluşumuna odaklanmaktadır. Nietzsche’ye göre Hristiyan ahlakı, tarihsel süreç içerisinde tek bir merkezden – Hz. İsa’nın hayatı – beslenen bir ahlak yapısı değildir. Farklı olayların gelişimi ve bu gelişim esnasındaki olayların kesişimi sonucu ortaya çıkmaktadır. Ahlak’ın Soykütüğü kitabındaki bölümler bu kesişmelere tekabül etmektedir. Örneğin; Hristiyan ahlakı, iyi ve kötü kavramları, bellek oluşumu, borçlu ve alacaklı ilişkisi, çileci idealler, çileci rahip ve geçmişe körü körüne bağlılık gibi olayların kesişiminin bir sonucudur. Bu kesişimlerde farklı güçler birbirleriyle bir mücadele içerisine girmektedir ve oluşan çatışma sonucunda bir çıkış noktası meydana gelmektedir.[8] Ancak baskın güç diğer güçleri yok etmemektedir. Örneğin; Hristiyan ahlakını ve Hristiyanlıktaki mezhepleri – Katolik, Ortodoks, Protestan vb. – bu şekilde değerlendirmek mümkündür.[8] Nihayetinde bunlar, Hz. İsa’nın farklı yorum şekilleridir. Burada da farklı yorumların çatışması söz konusudur. Nietzsche, Hristiyan ahlakını irdelemesini üç bölümden oluşan Ahlakın Soykütüğü kitabında yapmaktadır. Kavramı daha anlaşılır kılabilmek ve bir soy bilim çalışmasını gözlemleyebilmek için kısaca kitaptaki önemli konulara değinmek ele almak şarttır. Nietzsche, ilk olarak ahlak soykütükçüleri olarak adlandırdığı İngiliz psikologlarının ahlakın kökenine dair görüşlerini eleştirmektedir.[9] Nietzsche’ye göre, “İngiliz psikologlarının ahlak soykütüğülerinin acemiliği, daha en başında, ‘iyi’ kavramının ve yargısının kökenini belirlemeleri sırasında açığa çıkmaktadır.”[10] Nietzsche, İngiliz psikologlarının iyi kavramını nasıl türettiklerini şu sözlerle eleştirmektedir: “Bencil olmayan eylemler, - diye buyuruyorlar - ilkin eylemin yöneltildiği, yani eylemin yarar sağladığı kişiler tarafından övülüp iyi olarak tanımlanmıştır; sonradan övgünün bu kökeni unutulmuş ve bencil olmayan eylemler, alışkanlık gereği hep iyi diye övülmüş olduklarından iyi olarak algılanmıştır – sanki tek başlarına iyi şeylermiş gibi.”[11] Nietzsche’ye göre iyi yargısı, eyleme maruz kalan “aşağı, adi ruhlu, bayağı ve avam”dan değil, eylemi gerçekleştiren “asil, güçlü, üstün ve yüce gönüllü” olanlardan kaynaklanmıştır.[12] Çünkü kendilerini asil, güçlü, üstün ve yüce gönüllü olarak tanımlayan efendiler ve aristokratlar, eylemlerden önce kendilerini bizatihi iyi olarak görmektedirler. Bu sebepten dolayı iyiye karar verme yetkisinin de kendi bünyelerinde olduklarını düşünmektedirler.[12] Bunun bir diğer sonucu da efendilerden başkasının iyinin ne olduğuna karar veremeyeceği düşüncesidir. Nietzsche’ye göre iyi, bencil olmayanla ilişkili olmayıp sürü içgüdüsü ile ilgilidir.[13] Efendiler, değerleri üretmenin yanında kendilerini hükmeden, güçlü, zengin, doğrucu olan gibi üstünlük belirtici kavramlarla kendilerini tanımlarlar.[14] Bunun bir sonucu olarak da ahlaki anlamda iyi olanı tanımlarken efendilere has doğrucu, asil, üstün gibi kavramlara başvurulmaktadır. Nietzsche, bazı kelimelerin etimolojik kökenini irdeleyerek bu savını kanıtlamaya çalışmaktadır.[15] Nietzsche, değer yaratan şövalye aristokrasisinin karşısında ruhban sınıfının olduğunu belirtmektedir.[16] Ancak ruhban sınıfını oluşturan rahipler, aristokrasi ile doğrudan bir çatışmaya girmemektedir. Nietzsche’ye göre rahipler, en büyük kincilerdir ve “rahip kininin aklı yanında başka hiçbir aklın sözü edilemez.”[17] Bu bağlamda Nietzsche, Yahudileri de “en akıllı öç alma edimi yoluyla intikam almayı bilmiş ruhban halk” olarak nitelendirmektedir.[17] Nietzsche, Yahudilerin yaptığını şu sözlerle ifade etmektedir: “Yahudiler olmuştur, aristokratik değerler eşitliğini (iyi=asil=iktidar sahibi=güzel=mutlu=tanrıların sevdiği) ürkütücü bir tutarlılıkla tersine çevirmeye cüret edenler ve bu ters çevrilmişliğe dipsiz bir kinin (aczin kininin) dişleriyle asılanlar, yani zavallılardır yalnızca iyi olanlar, yoksul, güçsüz, aşağı olanlardır yalnızca iyi olanlar, acı çekenler, yoksunluk içindekiler, hastalar, çirkinlerdir tek imanlılar, tek cennetlikler, sadece onlar kavuşurlar rahmete, - oysa sizler, siz asiller ve kudretliler, sizler sonsuza dek kötü, zalim, şehvetli, açgözlü, tanrısız olanlarsınız, sonsuza dek de, hayır görmeyenler, lanetlenenler ve kahrolanlar olacaksınız.”[17] Bu tersine çevirme, köle başkaldırısı olarak nitelendirilmektedir. Nietzsche’ye göre, bu köle başkaldırısı başarılı olduğu için kendi ahlakını üretmeye başlamıştır. Nietzsche’ye göre, “ahlakta köle başkaldırısı, hıncın yaratıcı hale gelmesi ve değerler üretmesiyle başlar: Bu, gerçek tepkiden, eylem tepkisinden yoksun olan ve kendilerini yalnızca, kurmaca bir öç yoluyla zarardan koruyan yaratıkların hıncıdır.”[18] Nietzsche, ahlakın bir olumlama ile başladığını ancak köle ahlakının kendinden olmayanı olumsuzlama ile ahlak ürettiğini ve bu olumsuzlamanın köle ahlakının yaratıcı edimi olduğunu belirtmektedir.[18] Efendiler, ahlak oluştururken başkasına değil de kendilerine bakarak ve kendilerinin bir olumlamasıyla ahlak üretirler. Ancak köleler, kendilerinin dışındakilere yani bir bakıma efendilere bakarak onların sahip oldukları özellikleri, kötü olarak nitelendirip yani olumsuzlayıp kendi iyilerini üretmenin peşindedirler. Nietzsche’nin yaratıcı edim ifadesi burada anlam bulmaktadır. Çünkü köleler, bu olumsuzlama ile kendi iyilerini oluşturmaya başlamaktadırlar. Diğer bir taraftan bakıldığında ise köleler, efendilerin sahip olduğu özellikleri kötü olarak nitelendirip kendilerinde olan değerleri iyi olarak tanımlamaktadırlar. Nietzsche, Roma ve Yahudilerin iyi ve kötüyü tanımlamak için devamlı bir savaşım halinde olduklarını belirtmektedir. Nietzsche’ye göre, “Roma Yahudiye’ye karşı, Yahudiye Roma’ya karşıdır: Bu savaşımdan, bu soruştan, bu amansız çelişkiden daha büyük bir olay olmamıştır şimdiye dek. Roma Yahudi’de doğaya aykırılığın ta kendisini, adeta kendi zıddı olan bir canavarı duyumsuyordu; Roma’da Yahudi, ‘insan soyuna nefret beslemek suçundan hüküm giymiş’ olarak görülürdü.”[19] Nietzsche’ye göre, Yahudiye hıncı Rönesans ile birlikte sekteye uğramış, Reform ile birlikte tekrar “hınç hareketi ve bunun zorunlu sonucu olarak kilise” yeniden kurulmuş ve son olarak Fransız Devrimi ile Yahudiye daha “can alıcı ve derin bir zafer kazanmıştır.”[20]

Daha sonra Nietzsche, bellek ve unutkanlık üzerinde durmaktadır. Ona göre “unutkanlık, yüzeysel olanların sandığı gibi basit bir vis inertiae (atalet) değildir. Etkin ve kelimenin tam anlamıyla da pozitif bir engelleme yetisidir daha ziyade.”[21] Nietzsche, insanın unutkanlık sayesinde neşeli, mutlu, umutlu vb. olabildiğini belirtmektedir.[22] İnsan, vaatte bulunulması zorunlu durumlarda unutkanlığı engelleyebilmek için bellek geliştirmiştir.[22] Bellek sayesinde insan, “zorunlu olandan rastlantısal olanı ayırmayı, nedensel düşünmeyi, neyin amaç, neyin araç olduğunu şaşmaz bir biçimde saptamayı, özetle hesap etmeyi, ölçüp biçmeyi öğrenmiştir.”[22] Bellek sayesinde insan, vaatte bulunabilmektedir. Çünkü rasyonel olarak belleği sayesinde sözlerini hatırlayacak konuma gelmiştir. Nietzsche, insanın bu kurallılığını ve hesaplanabilirliğini “görenek ahlakı” olarak tanımlamaktadır.[23] İnsan, bellek sahibi olduğunda ise unutkanlığını engellediği ve söz verebildiği için kendisini bunu yapamayanlardan üstün göremeye başlamaktadır.[23]

Nietzsche’ye göre “bir şeyin bellekte yer etmesi için o şey belleğe dağlanır: yalnızca acısı dinmeyen şey bellekte yer eder.”[24] Nietzsche, bu düşüncesini şu şekilde örneklendirmektedir: “İnsanın kendine bir bellek oluşturmayı gerekli görmüş olduğu hiçbir seferde kan, işkence, kurban eksik olmamıştır; en tüyler ürpertici kurbanlar ve kefaletler (ilk doğan çocuğun kurban edilmesi de buraya girer), en iğrenç sakatlamalar (örneğin iğdiş etme), tüm dini kültlerin en zalimce törenleri (kaldı ki tüm dinler en temelde birer zalimlik dizgesidirler) - bütün bunlar, bellek geliştirmenin en etkin yolunun ‘acı’ olduğunu sezinlemiş olan o içgüdüden kaynaklanır. Tüm çilecilik öğretisi de bir anlamda buraya dahildir.”[24]

Bellek oluşumu[değiştir kaynağı değiştir]

Bellek oluşturmanın en etkili yöntemi olarak ceza yasaları görülebilir. “Ceza yasalarının katılığı, insanlığın unutkanlığı yenmek ve toplumsal yaşamın birkaç ilkel gereğini bu anlık duygu ve ihtiras kölesinin kafasında canlı tutabilmek için ne denli çaba harcamış olduğunun bir ölçütüdür.”[25] Nietzsche, Almanların oluşturduğu katı ve acı verici cezalarla kendilerine bir bellek oluşturduklarını ve bu sayede toplumsal düzeni kurduklarını belirtmektedir.[25]

Nietzsche, suç kavramını ele alırken ahlak soykütükçülerinin “üç karışlık ve kendilerine has” bilgileriyle suçun kökenine inemeyeceklerini belirtmektedir.[26] “Bu ahlak soykütükçüleri, ahlakın temel bir kavramı olan ‘Schuld’un (suç), çok maddi bir kavram olan ‘Schulden’ (borç) kavramından kaynaklanmış olduğunu hayallerinden dahi geçirmişler midir örneğin?” [26] Nietzsche, ceza ile suç arasındaki ilişkinin suçlu olanın cezalandırılması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmadığını “zarara uğramışlığın öfkesini zararı verenden çıkarmak için cezalandırıldıklarını” ifade etmektedir.[27] Nietzsche’ye göre zarar ile acı arasındaki ilişki, “alacaklı ve borçlu arasındaki geçmişi ‘hak sahibi’ kavramının geçmişi kadar eski olan ve kökü de alım satımın, takasın, alışverişin temel biçimlerine dayanan sözleşme ilişkisinden” kaynaklanmaktadır.[27]

Borçlu ve alacaklı ilişkisinde borçlu verdiği sözü yerine getirmediği ve borcunu ödemediği takdirde alacaklı, borçlunun bedeni üzerinde tasarruf hakkını elde etmekteydi.[28] Örneğin, alacaklı borcuna karşılık borçlunun bedeninden bir parça kesebilirdi. Nietzsche’ye göre alacaklının alacağı karşısında eşdeğer bir şekilde hareket edilmesi gerekirken burada tatmin duygusu ön plana çıkmaktadır.[28] Burada alacaklının borçluya verdiği acıdan dolayı zevk alması ve kendisini efendi gibi hissetmesi söz konusudur.

Borçlu ve alacaklı ilişkisinin bir diğer sonucu ise, alacaklının alacağının bedelini kendisinin belirlemesidir. Nietzsche, borçlu ve alacaklının bedel belirlemesi konusunda ilk kez bir kişinin bir başka kişi karşısına çıktığını ve boy ölçüştüğünü ifade etmektedir.[29] Bedel belirleme, insanın diğerlerinden üstün olma duygusunu daha da pekiştirmiştir. Bedel belirme ilişkisi, adaletin en ilkel formu olan “her nesnenin bir bedeli vardır; her şey geri ödenebilir” düşüncesini de oluşturmaktadır.[30] Aslında bu aşamada, “tazminat yoluyla anlaşmak için gösterilen iyi niyettir.”[30]

Nietzsche, adaletin tepkisel nitelikte olmadığını, tepkisel olanın hınç sonucu oluşan intikam duygusu olduğunu belirtmektedir.[31] Kendisine zarar verene karşı adil olabilmek ise en üst ustalık ve yetkinlik örneğidir.[32] Nietzsche’ye göre hukuk, “tam da tepkisel duygulara karşı bir savaşımı, kuvvetlerinin bir kısmını tepkisel tutkunun taşkınlıklarını dizginlemek ve bir uzlaşıma zorlamak için kullanmış olan etkin ve saldırgan güçlerin bu duygulara karşı üstlendiği savaşı temsil eder.”[33]

Nietzsche, cezanın kökeninin ve amacının farklı olduğunu ileri sürmektedir. Bu konuda da ahlak soykütükçülerini eleştirmektedir: onlar, “arayıp tarayıp bir amaç buluyorlar cezada, sözgelimi öç ya da caydırma, sonra saf saf bu amacı, cezanın causa fiendi’si (asıl neden) başlangıca oturtuyorlar ve mesele halloluyor.”[34] Nietzsche’ye göre bir şeyin oluşum nedeniyle son kertede onun kullanım nedeni tamamıyla birbirinden ayrı şeylerdir.[35] Çünkü kavramlar ve kullanımları tarihsel koşullar içerisinde değişim göstermektedir. Bu bakımdan ceza kavramı da bu değişimden bağımsız düşünülemez.

Nietzsche, Schopenhauer’dan yola çıkarak filozoflar için çileciliğin anlamını sorgulamaktadır. Ona göre filozof için önemli olan kendisidir, çilecilik sadece bir araçtır.[36] Nietzsche, çileci idealin üç büyük sloganı olarak yoksulluğa, alçakgönüllülüğe ve iffete vurgu yapmaktadır.[36] Nietzsche, bu üç özelliğin filozoflarda görüldüğünü belirtmiştir. Filozof, “filozof olabilmek için çileci ideali temsil edebilmek, onu temsil edebilmek için ise ona inanmak zorunda kalmıştır.”[37]

Nietzsche için asıl önemli olan çileci rahiplerdir. Çünkü çileci rahipler, çileci idealleri var olmanın yegâne yolu olarak görmektedirler. Çileci rahip, yaşamı “girilmiş ama artık nerede başlamışsa oraya dek geri kat edilmesi gereken bir yanlış yol olarak ele alır.”[38] Bu durumda yaşam, çileciliğin vazgeçilmez bir yeri durumundadır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse çileci rahip, “yaşam düşmanıdır”.[39] Diğer yandan çileci rahip, yaşam içinde var olabilmek için çileye sarılmaktadır. Hem yaşama düşmanken hem de yaşamda var olabilmek için çileye sarılmak bir çelişkidir.[39] “Çileci rahip, ete kemiğe bürünmüş başka türlü olma, başka yerde olma arzusudur.”[40] Bu arzu çileci rahibi, nasipsizlerin, sıkkınların, talihsizlerin, kazazedelerin sürüsünün çobanı konumuna yükseltmektedir.[40] Çileci rahip bu sürüyü, güçsüzlüğünü güce dönüştürmek için kullanmaktadır. Sağlıklı insanlar için en büyük tehlike, hastalardır.[41] Toplumdaki hastalar ise “en başından kazaya uğramış olanlar, ezilmişler, yıkılmışlardır.”[42] Bu kişiler, yaşamı en çok baltalayanlardır. Çileci rahip, hastaları sağlıklılara karşı bir savaşa sürüklemektedir. Aynı zamanda “rahip, hıncın yön değiştiricisidir.”[43] Rahip, hıncın sürü düzenini bozmaması için hıncı bireylerin kendilerine yöneltebilmektedir. Bu şekilde bireyler, içsel olarak devamlı bir ıstırap halinde olmaktadır. Nietzsche, çileci rahibin hastanın hıncını yönlendirmesini şu sözlerle ifade etmektedir: “sen kedinsin yalnızca kendinin suçlusu.”[44] Nietzsche’ye göre çileci rahip bir doktor gibi görülmemelidir. Çünkü çileci rahip, acı çekmenin hoşnutsuzluğu ile savaşır acı çekmenin nedeni ile değil.[45] Yani çileci rahip, avutuculuk rolünü üstlenmektedir.[45] Nietzsche, insanın üzerine çökmüş olan lanetin acı çekmek değil de acı çekmenin anlamsızlığı olduğu belirtmektedir.[46] Çileci ideal ise, insana acı çekmenin bir anlamını sunmuştur. Bu anlam sayesinde insan kurtarıldığına inanmıştır. Son olarak Nietzsche, insanların atalarına saygı olarak yaptığı kurban etmelere üzerinde durmaktadır. İnsanların içinde bulundukları devletler ne kadar gelişirse kurbanlar da o derece artmaktadır. Böylece geçmişi daima yüceltme sorunu meydana gelmektedir. Nietzsche bu kitabında soy bilim çalışmasının güzel bir örneğini sunmaktadır. Nietzsche’nin burada yaptığı analiz edilirse soy bilime yönelik de ipuçlarına ulaşılabilir. Nietzsche, tarihte olayların ve kavramların oluşumun nedenlerini mevcut kullanımdan farklı bir bağlama oturtmaktadır. Bunun nedeni ise yoğunlaşma noktaları olarak da tanımlanabilecek kesişim noktalarını analiz etmesidir. Yoğunlaşma noktalarında kavramlar ve olaylar daha farklı kavramlar ve olaylarla bir etkileşim içine girmektedir. Bu etkileşim sonucunda kavramlar ve olaylar, birbirlerinden etkilenerek farklı seyirlerde devam etmektedir. Borçlu ve alacaklı ilişkisinde bunun güzel bir örneğini sunmaktadır. Aynı şekilde Nietzsche, birbirinin nedeni olduğu şeylerin aslında birbiriyle ilgisinin olmadığını da göstermektedir. Michel Foucault, Nietzsche’den etkilenip kendisinin de kullandığı soy bilim üzerine çalışmalar yapmış ve orada Nietzsche’nin kitabını da irdelemiştir. Genel hatlarıyla Nietzsche’nin argümanlarından sonra Foucault’a değinmek ve soy bilim yöntemini ele almak gerekmektedir.

Michel Foucault ve soy bilim[değiştir

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir