diyarbakır suzan suzi hikayesi / Suzan Suzi Türküsü Hikayesi – Diyarbakır Türküsü | Lafmacun

Diyarbakır Suzan Suzi Hikayesi

diyarbakır suzan suzi hikayesi

Suzan Suzi Türküsü ve Kırklar Dağı Hikayesi

Suzan Suzi Türküsünü bir çok kişi bilmektedir. Ve bu türküyü dinleyenler genellikle Suzan Suzi hikayesini de merak etmektedirler. Bizler de Suzan Suzi Türküsü ile Kırklar Dağı hikayesini merak edenler için yaptığımız araştırmalar neticesinde Suzan Suzi Türküsü ve Kırklar Dağı Hikayesi başlıklı bir yazıyı sizle paylaşmak istedik. Bu yazımızda Kırklar Dağının hikayesi, Suzan Suzi türküsü nereye ait gibi pek çok soruya cevap bulabileceksiniz.

İçindekiler:

Kırklar Dağı Hikayesi

Dicle Nehri’ni bir gerdanlık gibi süzüldüğü, On Gözlü Köprüsü’nün hemen üst tarafından yükselen, Diyarbakır’ı bir tepsi içinde gösteren, ismine şarkıların, ağıtların yakıldığı Kırklar dağındaki 40 rakamı gizemini koruyor. Türkülere, efsanelere ve aşklara sahne olan Kırklar dağı, yapılan ucube yapılar sayesinde gündeme gelmişti. Daha sonrasında Bu ucube yapıların yıkım kararı ile yine gündeme gelen Kırklar dağında yıkım çalışmaları aralıksız olarak devam ederken ve sonrasında yıkılması ile gündeme gelen Kırklar dağının adı neden Kırklar dağı? Kırk sayısının önemini derinlemesine araştıran araştırmacı, yazar Mehmet Ali Abakay, bu sorunun yanıtını yıllar boyunca aradı.

“Kırk sayısı olgunluğun yaşıdır, Hazreti Peygamberimiz 40 yaşında peygamber olmuştur, Celal Güzel’in yaş destanında 40 rakamı yaşlılığın alametlerini, Müslümanların yayıldığı dönemde eli silah tutan Müslüman sayısı 40 kişi olunca Mekke’yi tavaf etmiştir. Hıristiyanlar kiliselerine genellikle 40’lar sıfatını verirler, Aleviler ise 40’lar Meclisi sıfatı vardır. İnsanlar vefat edilmelerinde 40 gün kavramı vardır. Kürçe Çılle yani 40 denilir toprağa düşen ve daha birçok Kırk efsanesi vardır. Neden bir akıllının attığı taşı kuyudan 40 akıllı çıkartamıyor gibi sorular sorulabilir veya 40’ı bir kereden maşallah sözünün gizemi çözülememiştir.” diyor araştırmacı, yazar Mehmet Ali Abakay.

40 sayısının önemine ve gizemine değinen Abakay, özelde Diyarbakır genelde Türkiye’de 40 sayısının ayrı bir öneminin olduğuna vurgu yaparak araştırmalarını şöyle özetledi:

Kırk Sayısı Neden Önemlidir?

“Diyarbakır’da kırk sayısı üzerine söylenegelen efsanelerin başında Kırklar Dağı gelir. Bahse konu olan dağ değil, tepedir, aslında. Dicle Nehri’ne gerdanlık vazifesini gören On Gözlü Silvan Köprüsü’nün hemen üst tarafından yükselen, Diyarbakır’ı bir tepsi içinde görünür halde gösteren, ismine şarkıların, ağıtların yakıldığı bir tepedir, Kırklar Dağı. Kırk sayısının gizemine kendisini kaptıran anlayışın, kendisine yakın duyduğu söylenceleri bu tepeyle beraber anmasının kendince sebepleri de vardır. Süryanî Geleneği’nde Kırklar Dağı’nda yapılan kiliseye gidip gelmek için On Gözlü Silvan Köprüsü inşa edilmiştir.

Burada kırk Hıristiyan azizin kemikleri kilisede mahfuzdur.  Dünyanın yönetimini sağlayan Kırk Ermiş İnsanı’nın buluştuğu yerdir, bu tepe. Öncelikle söylemek gerekir ki Horepiskopos Aziz Günel’in Türk Süryaniler Tarihi isimli eserinde savunduğu köprünün kiliseye gidiş ve geliş amaçlı yapıldığı ifadesi, köprünün yapılış amacını ortaya koymamaktadır. Dicle’ye vurulan bu gerdanlığın banîsi Roma’dır. Köprü inşâ edilirken kilise yoktu, o dönemin kentinde İsevî inanç yoktu, Hazreti İsa(a), dünyaya gelmemişti. Kırk Sayısı ve Kırk Aziz İnancı Silvan Kalesi için dillendirilir, Mardin’deki Kırklar Kilisesi, bu değer üzerinden kurulmuştur.

Diğer şehirlerde de Kırk Aziz İnancı, kiliselerde ve diğer alanlarda mutlaka kullanılmaktadır, öyle bilmekteyiz. Bu nedenle kimi söylencelere dayanarak, kırk Azizin veya Kırklar Meclisi’nin ya da Kırklar Kilisesi’nin bu alanda bulunduğunu iddia etmek, mantık sınırlarını zorlamaktan öteye geçmeyen iddiadır. Bu Kırklar Kilisesi’nin bizde mevcut fotoğrafı, tepede değil, tepe eteğinde yer alışı, denildiği gibi büyük olmayışı, köprünün bu kilise için yapılmayışı söz konusudur.”

Kırk Sayısının İslamdaki Yeri

“Kırk Sayısına dair öne sürülen birçok husus vardır, gerek yazılı gerek sözlü kaynaklar açısından. İsteyen inanç değerlerini kutsar isteyen kültürel değerlere dikkat çeker. Bazen kırk sayısı, daha farklı biçimler alır: Kırk haramiler, Müslümanların sayısı kırka ulaşınca İslam’ın açıkça yaşanması, Ölünün kırkıncı günü, Ağaca kırk gün güneşin vurması, Kırk yaşından sonra insanın takatinin azalması, cemrenin kırk günde düşmesi, Kırkından sonra saz çalmak, Kırk düğmeli yelek, Kırk direkli mağara, Kırk erenler, Kırk sene beklemek gibi. 

İnsanımızın kırk sayısına yüklediği mana, inançları ile paraleldir. Bu Hıristiyanlıkta da vardır, diğer düşünce anlayışlarında da. “Kırk sayısı, olgunluğun işareti bilinir.” Bu sebeple kırk yaşına gelen insan, her şeyi muhakeme eden, doğruyu yanlıştan ayırabilen insandır. Kırk sayısı, Hazreti Muhammed(a)’in peygamberlik yaşıdır. Kırk yaşında peygamber olma, bir gizeme sahiptir. Olgun bir kişiliğin işaretidir. “Kırk gününü ibadetle zikirle geçiren insanın bu sürede farklı bir hale gelmesi söz konusudur.” İtikâf’a giren insan, kırk gün içinde sadece Hakk’ı zikredecek, Hak’la ilgili insana düşen görevi düşünecek ve kırk günden sonra hayata çok farklı bakacak.”

Müslüman Sayısı 40 Olunca Mekke&#;ye Girildi

“Müslümanlar, sayıca çoğalırken, güçlü-kuvvetli kırk kişi ile inançlarını dışa vurmuştur, Mekke’de.” Artık, İslam açıkça ilan edilmiş, gizlilik ortadan kalkmıştır. Mekke şerlileri ile aralarında bir mesafe oluşturulmuştur. Bir konuda kırk bir kere Mâş-Allah demek, hayırsızlıkları defeder, insanı kötü gözlerden korur. İfade kırk rakamının bir kere söylenmesidir, yoksa ‘kırk bir kere’ değildir. Kırk kez sabah namazına kalkan kişinin, namazı terki söz konusu değildir. Kişi, kırk sabah, erken vakitte sabah namazını kılarsa, ömür boyunca devamlılık sürer. Sabah erken kalkmanın, vücuda kazandırdığı zindelik, işe-güce zamanında gitme, ticaretin bereketini artırır.

Bir çocuğun kırkı çıkmadıkça yıkanmaz. Annenin lohusalık dönemi kırk gündür.  Çocuk, bu süre zarfında kirlilikten uzaktır. Zengin insanlar kırk gün kırk gece düğün yapar, sevinçlerini bu şekilde dile getirir. Düğünün kırk gün ve kırk gece olması, zenginliğin işaretidir. Bu zaman zarfında fakire, yoksula, yaşlıya, ihtiyaç sahiplerine, yetime, öksüze yardımlar devamlı yapılır, doyurulur, giydirilir.

Ölünün kırkıncı gününde hayır hasenat yapılır, dualarda bulunulur. Örfte olan bu husus, kırk sayısına saygının, kutsallığın işaretidir. Bir insan yalanını kırk kere tekrar ederse, yalanına kendisi inanır.  Kişinin psikolojik açıdan, olmayan kimi durumları tekrar ede, ede, kendi yalanına kendisini inandırmasının ne derecede kötü olduğuna dikkat çekmek için ne gibi zor durumlara düşeceğine işaret etmek istenir. Kırk sayısı insan ömrü için artık yaşlanmaya gidiştir. İnsan yapısının gelişiminin en son noktası, kırktan sonra bedenin artık kemalden zevale gidişatını belirlemek istenmiştir.

Bana Bir Harf Öğretenin Kırk Yıl Kölesi Olurum Sözü

“Bir harf öğretene kırk sene köle olma, bilgiyi yüceltmenin ifadesidir. Hazreti Ali’ye isnat edilen sözde kırk sayısı, sonradan eklenmiştir. Okumanın önemine dikkat çekmek için kırk sayısı eklenmiştir. Kırk katır, kırk satır, zorbalığın hükmüne sahip olana karşı alınacak intikamın ifadesidir, zulmün karşısında olmanın işaretidir. Kimi olumsuz davranışlarına devam edenlerin, yaptıkları haksızlıkların önüne geçmek için kendilerine verilen cezanın iki şıkkı da kırk ile başlar. Kılı kırk yarmak, konunun ciddiyetinin fevkinde olan insanın titizliğini gösterir. Özenli davranan, işinde itinalı olanın, her türlü olumsuzluklara karşı tedbir almak için, karşılaşılacak eksiklikleri ortadan kaldırma amaçlı çalışmalar yürütenler için söylenir.

suzan suzi türküsü ve kırklar dağı olayı

suzan suzi türküsü ve kırklar dağı efsanesi

Kırk kere söyle bir kez dinle, insanın doğruları daima dile getirmesinin gerekliliğini vurgular. Kişinin konuşmasından çok dinlemesini ve kendisini eğitmesini, nefsinin esiri olmamasını öğütler, bu söz. Kırklara karışmak, fanî dünyaya işaret eder. Kişi, ölümlüdür. Öldükten sonra gerçek hayat başlar. Diğer akılda kalan kırkla başlayan sözlerin örneklerini çoğaltmak mümkündür. Kırkından sonra saz çalmak, akla uygun davranışların sergilenmemesidir, Kırklar divanı, Kırkların hayır, duası, Bir delinin kuyuya bir taş atıp, kırk akılının bu taşı çıkaramaması gibi.

Bir araştırmacı olarak, bu tarz ifadeleri, deyimleri olduğu gibi aktarmamızın amacı, kırk sayısının kendi içinde bir gizeminin olduğunun insanımız arasında yaygın inanıştan geldiğini vurgulamaktır.”

Suzan Suzi Türküsü Hikayesi

Diyarbakır etrafında dağlar var diye bir türkü var ya işte o dağlardan biride meşhur Kırklar Dağı’dır. Kırklar dağı kırklar ziyareti ve Suzan Suzi ile bilinir. Her insan zamanı geldiğinde, eline alıp sevebileceği nur topu gibi, melek kokulu bir kız çocuğu olsun ister.

Kırklar Dağı Efsanesi

Allah bu, kiminin kucağına verir kiminin kucağına vermez. İşte eskiden çocuğu olmayanlar direk kırklar dağının eteklerinin altındaki kırklar ziyaretine gidip adak adar “Yarabbi bizimde bir çocuğumuz olsun diye dua ederlermiş”

Zengin mi zengin atları develeri olan top atsan yıkılmaz bir Süryani ailesinin de çocuğu olmuyormuş.

Kiliselere mumlar mı dikmemişler, fakir fukaranın karnını mı doyurmamışlar, sabahlardan akşamlara kadar istavrozlar mı çıkarmamışlar ne yapmışlar ne etmişlerse çocukları olmamış.

En son kadın, kocasına aman Abrahom Efendi kulun kölen olayım gel de şu kırklar ziyaretine adak adayalım demiş.

Ama neticede orası Müslüman ziyareti adam önceleri direnmiş sonra çocuk sevgisi ağır basmış mecburen kabul etmiş. Karı koca kırk gün kırk gece kırklar ziyaretine kırk kurban kesmişler. Kırk birinci gün kadın hamile kalmış.

Kırklar Dağında Dilekleri Tutmuş

Allah bu çifte nur topu gibi bir kız evlat vermiş. Abrahom ve Madam Maryam sevinçlerinden develer kestirmiş. Ekşili meftuneler, kaburga dolmaları, mumbarlar, içli köfteler yaptırmış.

Hatta Diyarbakır’ın meşhur büyük 50 60 kilo ağırlığındaki devasa buz gibi karpuzlarından kestirmiş. Davullar zurnalar çalınmış. Halaylar şemmameler oynanmış.

Bu eli açık Süryani ailesi kızlarına Suzan adını vermiş, kısaca Suzi diye çağırıyorlarmış. Hani biz Selahattin’e selo deriz ya onun gibi bir şey.

El bebek gül bebek evlatlarını büyütmüşler. Annesi her doğum gününde Suzan’ı süsler püsler Kırklar Dağı ziyaretine kurban kesmeye götürürmüş, bir nevi minnettarlık nişanesi olarak. Bunu adet edinmişler.

Yıllar yılları kovalamış aylar ayları gel zaman git zaman Suzan Genç kız olmuş, o kadar güzel olmuş ki dillere destan olmuş. Yüreklere kor düşüren cayır cayır yakan bir afet olmuş.

Ziyarete giderken gelirken derken gel zaman git zaman bir gün yakışıklı kelimesinin yakışıksız kaldığı Müslüman komşularının oğlu Adil’e aşık olmuş.

Adil zaten 3 yaşından beri Suzi’ye aşıkmış. Bu iki genç gizli gizli görüşmeye aşklarını yaşamaya başlamışlar. Yaklaştıkça birbirlerine bağlanmışlar. Bir tek Suzan ile Adil birbirlerine dokunmamışlar.

Sen sus gözlerin konuşsun felsefesini şiyar edinmişler.

Ah be Adil, ateşle barut yan yana durmaz derler ya, neticede Suzan pamuk gibi gencecik bir kız dolayısıyla ateşle pamukta yan yana durmamış.

Suzan genç oldukça anası yaşlanmış. Ayakları tutmaz olmuş gene de sözünden dönmemiş, bu defa hizmetçileriyle Suzan’ı kırklar dağına kurban kesmeye göndermiş.

Yine bir doğum gününde, hizmetçiler kurban kesme telaşındayken, Suzan ile Adil kırklar dağının arkasına dolanmış.

Eller ellere selam çakmış, gözler gözlere göz kırpmış, güneş bulutların arkasına kaçmış. Vücutlar birbirine yaklaştıkça tazecik ciğerler vermiş birbirlerine nefesi, nefesler nefeslere karışmış, terler tanıdık olmuş, tenler tanıdık olmuş, göz bebeklerinde birbirlerini görmüşler, başkada kimse görmemiş.

Kırklar Dağı Ziyaret Çarptı Bizi

Suzan o günden sonra bir acayipleşmiş Dicle nehri beni çağırıyor, balıklar bana el sallıyor gitmem lazım der olmuş. Kimse hiç bir şey anlamamış. Bir gün sabah tan yeri ağarırken Suzan on gözlü köprünün orada boynundaki kolyesini kuma kendisini Dicle’nin sularına bırakıvermiş. Nice ana kuzularını yutan Dicle Suzan’ı da yutmuş. Sevdiğinin boynundaki altın haçı kumlarda gören Adil, yeri göğü yırtmış, ciğerleri yettiği kadar bağırmış, gözyaşları Dicle’yle yarışmış. Sevdiği ile kırklar ziyaretinde kırk düğüm oldukları aklına gelmiş. Pişman olmuş, ziyaret çarptı bizi demiş. Atmış kendini kumlara, ağlaya ağlaya delirmiş. Kırklar dağı kırk gün yas tutmuş, Dicle nehri kırk gün kırk gece gözyaşı akıtmış. Ziyaret çarpmış onları.

Suzan Sizi Türkü Sözleri

Kırklar dağının düzü
Karanlık bastı bizi
Kör olasın zalim Suzan, zalim Suzan, zalim Suzan
Ziyaret çarptı bizi

Köprü altı kapkara
Ana gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu, kumlar doldu, kumlar doldu
Tarağ getir de tara

Gazi köşkü serindir
Dicle suyu derindir
Ağlama sen garip anam, garip anam, garip anam
Kadir mevlam kerimdir.

Yöre: Diyarbakır
Kaynak kişi: Hafız Celal (Celal Sevimli)
Derleyen: Bedri Ayseli


Kaynak : Özdiyarbakır Gazetesi, Diyarbekirde

Suzan Suzi

Diyarbakır şehrinin güneybatısında, Dicle Nehri kenarında, Kırklardağı vardır. Kırklardağı'nın arkasında "Kırklar Ziyareti" mevcuttur. Çocuğu olmayanlar, Kırklar Ziyareti'ne gelip dilekte bulunurlar.

Bir Süryani varlıklı ailenin de çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti'ne gidip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı olmuş ve ismini Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi Suzi'yi süsler, giydirir ve Kırklar Ziyareti'ne götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüp, güzel ve alımlı bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil ile birbirlerine aşık olmuşlar. Yine bir doğum gününde, annesi Suzi'yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar'a yollamış. Peşlerinden haber vermeden Adil de gitmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil ile beraber, dağın arkasına gitmişler ve orada sevişmişler. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği affetmemiş ve ziyaret Suzi'yi çarpmış. Suzi "On Gözlü Köprü" nün orada, Dicle nehrinde boğularak ölmüş. Suzi'nin ölümünden sonra, Adil de aklını kaybetmiş.

Suzan Suzi hikayeti değişik hikayetler bulunur. Aşağıdaki ilk hikaye daha çok kabul edilen hikayedir :


Müslüman olmayan (Süryani, Yezidi veya Ermeni) Suzan (Suzi) ile müslüman olduğu tahmin edilen (Müslüman olmaya da bilir) Adil, Suzan'ın ailesinin Kırklar Dağı ziyareti sırasında kimseden habersiz sevişirler ve birlikte olurlar. Bu birliktelik belirli bir süre devam eder. Daha sonraki günlerde Suzan dicle nehrinde boğulur. Suzan'ın ölümüne yazılan bu türkü , Kırklar ziyareti sırasındaki sevişme nedeniyle çarpıldıklarından bahsetmektedir. Çok daha eskiden, Suzan'ın annesi de çocuk sahibi olabilmek için Kırklara adaklar adamış ve Suzan bu adaklardan sonra dünyaya gelmiştir. Bu sebeble Kırklar'ın Suzan'ı çarptığına inanılır. Daha sonra Adil'in de aklını kaybettiği ve Dicle'de boğulduğu söylenmektedir.


Diğer hikaye ise şu şekilde özetlenebilir :


Müslüman olmayan (Süryani, Yezidi veya Ermeni) Suzan (Suzi) ile müslüman olduğu tahmin edilen (Müslüman olmaya da bilir) Adil, Suzan'ın ailesinin Kırklar Dağı ziyareti sırasında kimseden habersiz sevişirler ve birlikte olurlar. Bu birliktelik belirli bir süre devam eder. Bir gün Adil uykuya dalar. Dicle taşar ve Adil boğulur. Adil'in annesi de bu türküyü yakar. Adil'in ölümünden (Körolasın zalım Suzan satırındaki gibi) Suzan'ı sorumlu tutar

Suzan Suzi şarkısı Diyarbekir’e dair olandır. Şehrin hikâyesidir. Sadece sahici olan, şehrin geçtiğimiz yüzyılının belleğinde olan değil. Efsane olanın hikâyesinde de yeri olandır. E, zaten şarkının kendisi güzel, alıp götüren hasrete, kavuşamamaya, yitip gidene, özlenene, gönül konulanana değil mi!

Ama işin aslını yazmaya ihtiyaç var. Çünkü asli, yani yaşanmış olup da bilinen ve bir yerlerde duruveren var iken, nedense “kullanışlı olan” medyatik olana ilgi duyulur. Bu adeta bir kuraldır.

’li yılların başında bir özel televizyon kanalında “Ekmek Teknesi” diye epey izleyicisi olan bir dizi vardı. Dizinin kahvede hikâye anlatıcısı karakteri olan “Herodot Cevdet” bölümlerden birinde anlatmıştı “Suzan Suzi Efsanesi”ni. Abartıda tavan yaparak hem de!

Malum ve kullanışlı olan hikâyelerden. Hani ne hikmetse hikâyede hep bir Ermeni ya da Süryani güzel kız (kadın) vardır. Bir de ona âşık olan Müslüman erkek. Nedense Ermeni ya da Süryani kız bu tip hikâyelerde hep “millet” olarak telaffuz edilir; Müslüman erkek ise “dini” üzerinden dillendirilir. Müslüman’ın milleti yokmuş gibi, bu da ayrı gariplik. Kürt mü, Türk mü. Arap mı, yoksa başka milletten mi, bilinmez.

Efsanede bu; Suzan, Süryani Abraham Efendi ile Mariam hanımın kırklar ziyareti üzerine adaklarla dünyaya gelen kızları. (Tabi Kırklar ziyareti bir Müslüman türbesi, şehirde Meryemana Süryani Kadim Kilisesi var. Süryani ve çok zengin bir aile niye Müslüman türbesine gidip çocukları olsun diye adak adar, o da ayrı bir tuhaflık). Suzan, yetişkin bir kız olunca Müslüman Adil’e abayı yakar. Bir gün Kırklar Dağının sota bir köşesinde halvet olurlar. Bu böyle bir süre devam eder. Sonra bu mesele duyulunca Suzan köprüden atlayıp intihar eder, Adil de peşinden. Ve bu hikâye anonim bir şarkı olur.

Bu efsane tabii şehrin şeceresinde var ve kayıtlı. Hatta Muhsine Helimoğlu Yavuz’un yıllar evvel derlediği Diyarbakır Efsaneleri kitabında da kayıt altına alındığını biliyoruz.

Şimdi gelelim işin aslına, yani sahici olanına. Diyarbakır’ı bilenler bilir. Şehrin (şehir derken kasıt tarihi suriçidir) güneye açılan Mardinkapısından çıkıldığında hemen sol yanında Hewsel Bahçeleri vardır. Bahçelerle hikâyesi olan Kırklar Dağını, birbirinden ayıran Dicle Nehri de orta yerde. İki üç kilometre kadar ilerisinde de tarihi kadimden zeyl Ongözlü Köprü durur.

Şimdi yaşanmış hikâyeye gelelim. yılı ile birlikte bir dizi sözlü ve yerel tarih çalışmaları yaptım. Sonra o çalışmalar peşpeşe üç kitap olarak İletişim Yayınlarında çıktı. (Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, İsyan Sürgünleri ve Amidalılar Sürgündeki Diyarbekirliler).

İlk kitabın anlatıcısı olarak 97 yaşında iken yılında öte yakaya göçen rahmetli Abdülsettar Hayati Avşar Suzan Suzi şarkısına konu olan hikâyeyi anlatmıştı.

“Nakif, ilkokuldan arkadaşımdı. Komiser Hicabi Efendinin torunu, Hakkı Efendinin de oğlu olur Nakif. Ortaokulu bitirdikten sonra Eskişehir’e gidip okumuş hava pilotu olmuştu. Orada bir kızı sevmiş. Kullandığı pırpır uçağıyla voleybol sahasının ağını havaya kaldırmış. Günün olmadık saatlerinde sevdiği kızın evinin balkonunun yanı başından alçaktan uçuşlar yapmış. Bir sürü şikâyet gidince işinden olmuş. Diyarbekir’e gelip Toprak Mahsulleri Ofisi’nde ambar memuru olarak işe girmişti. Sene Nakif çok savruk biriydi. Berbere gider, bir lira tıraş parası öder, ikibuçuk lira da bahşiş verirdi. Her gece garda vagonlu restoranda arkadaşları ile içer çok para harcardı. Öldüğünde on küsür milyon lira zimmetine geçirip yediği para çıktı.

“İşte o yıllarda Nisan Mayıs ayları Dicle Nehrinin çok coştuğu aylardı. yılı Mayıs ayıydı. O gün mukaddes bir gündü, ya Miraç ya da Kandil günüydü. (Not: Diyanetin yılı kutsal günler takvimine baktım. Mayıs Regaip Kandili ve Üç Ayların başı olarak gözüküyor). O gün Kolordudan arkadaşları ile birlikte yedi kişi, aralarında yüzbaşının eşi ve baldızı Suzan’la birlikte Nakif’in Ford marka büyük arabasıyla Gazi Köşkü olarak da bilinen Sem’anoğlu Köşkünün yakınına kadar çıkıyorlar. Pamuk Köşkünün sahibi Nihat Bey de o gün bahçe işleriyle uğraşıyor. Sofralarını kuruyor ve ‘amca gel sen de iç’ diyorlar. Nihat Bey; ‘Ben ömrümde rakı içmedim. Bugün de mukaddes bir gündür. Siz de içmeyin’ diyor. Bir süre orada oturup sonra arabaya binerek Kırklar Dağına doğru gidiyorlar. Epeyce yiyip içip eğleniyorlar. Dönüş yolunda Dicle’nin suyu epeyce kabarmış. Nehir neredeyse on gözlünün gözelerinin üstüne gelip dayanmış. Köprünün Kırklar Dağına taraf olan kısmında yol nerdeyse yarıdan itibaren dardır. Nakif o dar dönüşü alamayınca araç sulara gömülüyor. Ve Nakif’le, Suzan’la birlikte araçta olan yedisi de boğuluyorlar.

“İşte hikâyesi böyle. Nakif’in mezarı, Mardinkapı Mezarlığ’ında Şeyh Muhammed Düzlüğünde Gülşenilerin büyüğü Şeyh Muhammed ül Amidi’nin dört köşe türbesinden 15 metre ilerdedir. Onu mezara indirip defin eden de benim. Ha, Suzan Suzi’ye gelince o olaydan sonra bu şarkı çıktı. Hatta o şarkının bir kıtası daha var ve nedense onu hiç okumazlar, o da şudur.

“Köprünün orta gözü

Sular apardı bizi

Nakif gözün kör olsun

Öldürdün hepimizi…”*

Hazır hikayenin asli olanını yazmışken! Ve kullanışlı olan efsaneye dayalısının daha geçer akçe olduğuna da değinmişken on yıl kadar önceki bir kitap çalışmasından da söz edip bitireyim.

Kentin tarihini, kültürünü, hikayelerini, folklörünü anlatan kurumsal bir kitap çalışması yürütülüyordu. Bana da baskıdan önceki son halini okuyup düşüncelerimi paylaşmam için yolladılar. Okuduğumda o çalışmada da aynı popüler efsaneye ilgi gösterildiğini fark edince kurumun başındaki şahsiyete işin aslını yukarıda yazdığım gibi anlatmıştım. “Boşver, hikâyesi güzel. Öyle kalsın” deyivermişti.

İşin doğrusu tabii ki şehir efsaneleri hoştur. Yararlanılmalı, kullanılmalı, değerlendirilmeli. Ama aslı varken ve biliniyorken ve de birinci ağızdan tanıkları konuşturulmuş, yazılı metne dökülmüşken neden ötelenir. Asıl mesele orda… (ŞD/EKN)

* Şeyhmus Diken, Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, 1 baskı , 5. Baskı İstanbul

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir