doğu ikaz gidiyorum bu şehirden / Doğu Ikaz Rap mp4 3gp flv mp3 video indir

Doğu Ikaz Gidiyorum Bu Şehirden

doğu ikaz gidiyorum bu şehirden

Medeniyetin Beşiği T&#;rkistan'ın D&#;n&#;-Bug&#;n&#; Dr. Mehmet Can Mihnetkeşler Mustafa Necati Sepet&#;ioğlu T&#;rkistan’da İslam&#; T&#;rk Edebiyatı Prof. Dr. Emine Terzi T&#;rkistan'da İslam Harfleri İle T&#;rk K&#;lliyatı Prof. Dr. Osman Kemal Kayra Putin, Kenesarı Han'ın Kafatasını Verecek mi? Meryem Aybike Sinan Doğu T&#;rkistan Davası Kimlere Kalmış? Meryem Aybike Sinan T&#;rkistan Tektir Meryem Aybike Sinan Kızıl Emperyalizmin Sinsi oyunları seafoodplus.info Arvasi İbn Batt&#;tanın Kaleminden Harizm İbni Batt&#;ta Tanc&#; Stalin'in T&#;rk Aydını Katliamı Dr. Mehmet Can Orta Asya’nın G&#;zden Irak T&#;rk &#;lkesi: Tacikistan Meryem Aybike Sinan Tarih&#; Alaş Kala M. Aybike Sinan Talas Savaşı Meryem Aybike Sinan Sovyetlerin T&#;rkistan'ı Ruslaştırma Politikası Meryem Ayb&#;ke Sinan TDT’nin D&#;nyaya A&#;ılan Kapısı: T&#;rkiye Prof. Dr. S&#;leyman Kızıltoprak Hızır Bek Gayretullah Meryem Ayb&#;ke Sinan Kazakistan'daki Kaosun Sebebi Numan Aydoğan &#;nal Rus Cephesinden Alman Esir Kamplarına Prof. Dr. Ahat Andican Ve Tataristan’ın &#;zel Stat&#;s&#; Alındı! Meryem Aybike Sinan T&#;rk D&#;nyasında K&#;lt&#;r Diplomasisi! Meryem Aybike Sinan Ge&#;mişten G&#;n&#;m&#;ze T&#;rkmenistan Sefermurat T&#;rkmenbaşı Sovyet Rusya'nın T&#;rkistan'daki Sinsi K&#;lt&#;rel Asimilasyon Politikası Dr. Mehmet Can Yassıada Kazakistan İ&#;in Neden &#;nemli? Meryem Aybike Sinan Rusların Kazan Katliamı Meryem Aybike Sinan T&#;rk Birliği Ve Alfabe Yavuz B&#;lent B&#;kiler T&#;rk Tarihi’nin Şahaseri: Orhun Abideleri Prof. Dr. Muharrem Ergin İslami Tefekk&#;r Merkezi: M&#;ver&#;&#;nnehir Prof. Dr. Osman Kemal Kayra T&#;rkistan’da Altıng&#;l Anne! Meryem Aybike Sinan T&#;rkistan’da &#;ld&#;r&#;len T&#;rk Şairleri Dr. Baymirza Hayit T&#;rk D&#;nyasının Manevi Başkenti YESİ (T&#;rkistan) Yeniden Şahlanıyor Meryem Aybike Sinan İstiklalinin Yılında T&#;rk D&#;nyası M. Aybike Sinan Taşkent’te T&#;rkiye Gazetesi S&#;rprizi Meryem Aybike Sinan Buhara-i Şerif Meryem Aybike Sinan Rusların T&#;rkistan'ı İşgali ve T&#;rk Lejyonları Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci Kazakistan’da “Manevi Uyanış” Hareketi! Meryem Aybike Sinan T&#;rkistan Birliği Necip Yıldırım Numan Aydoğan &#;nal Abi'den Bir T&#;rkistan Hatırası Muammer Erkul &#;&#; Efendi’den Biri: İsa Yusuf Alptekin! M. Aybike Sinan “Kızıl Kırgın” ve Ahmet Baytursun! Meryem Aybike Sinan T&#;rkistan’ın B&#;y&#;k Dava Adamı Dr. Baymirza Hayit’in Hazin Vatan Ziyareti seafoodplus.info Ayfer Kaynar T&#;rkistan'a (Yesi'ye) U&#;uyoruz M. Aybike Sinan Ahmet Yesevi'deki Hazreti Peygamber Sevgisi Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Sovyetlerin Sinsi Propaganda Planları Nasıldı? İsa Yusuf Alptekin T&#;rkistanlı M&#;sl&#;manların Osmanlı’ya Muhabbet Ve İtaati Ali Bademci Dr. Baymirza Hayit’in &#;ok Az Bilinen Bir Dostu “H&#;seyin İkram Han” Prof. Dr. Nurettin Gemici İkinci D&#;nya Savaşında T&#;rkistanlı Askerler seafoodplus.info &#;elik Doğu T&#;rkistan ve İsa Yusuf Beğ Ayşe G&#;kt&#;rk Tunceroğlu Doğu T&#;rkistan'da Kom&#;nistlerin Hakimiyet Yolu Dr. Baymirza Hayit Abd&#;lhamid S&#;leyman &#;olpan ( – ) Dr. Baymirza Hayit T&#;rkistan Kandilleri Meryem Aybike Sinan Sovyetlerin T&#;rkistan’da İslamiyet’i Yok Etme Hareketi Dr. Baymirza Hayit Kazakistan B&#;y&#;kel&#;isi Saparbekuly: Ortak T&#;rk Tarihi stratejik &#;nem taşıyor! Meryem Aybike Sinan Bunlar ikiy&#;zl&#;! Meryem Aybike Sinan Sovyetlerin İslam’a ve Din Adamlarına Zulm&#; Dr. Baymirza Hayit T&#;rkistan’ın B&#;y&#;k Dava Adamı : Dr. Baymirza Hayit İrfan &#;zfatura T&#;rkistan’dan T&#;rkiye’ye Manevi K&#;pr&#; Kuran Alperenler, &#;lim Ve Veliler Numan A. &#;nal T&#;rklerin İsl&#;miyeti Kab&#;l&#; Prof. Dr. Nesimi Yazıcı Bozkırdaki Bilge: Abay Kunanbay Meryem Aybike Sinan Ruslar'ın T&#;rkistan'ı İşgalinin Sebepleri ve Vahim Neticeleri Numan A. &#;nal Kırgızlar Arasında Yavuz B&#;lent Bakiler Nakşibendiliğin T&#;rkistan'dan Anadolu'ya Yayılması Prof. Dr. A. Ahad Andican Tarihte Rusların T&#;rk Katliamları İrfan &#;zfatura Rus Cephelerinde T&#;rkistanlı Askerler Prof. Dr. A. Ahad Andican Ulu T&#;rkistan’da Aydın Katliamı Dr. H. Ahmet Şimşek Doğu T&#;rkistan Dramı Rahim Er Anadolu İrfanını Yoğuran Ahmed Yesevi Hazretleri Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci İsa Yusuf Alptekin ve Doğu T&#;rkistan D&#;v&#;sı seafoodplus.infoin Kukul Japonya'da Bir T&#;rk Abd&#;rreşid İbrahim Orhun &#;bideleri Rahim Er T&#;rkistan Milli M&#;cadelesinin Hazin Sonu Dr. Baymirza Hayit Doğu T&#;rkl&#;ğ&#; Neden Geri Kaldı? Prof. Dr. Mehmet Saray Hindistan Fatihi B&#;y&#;k T&#;rk H&#;k&#;mdarı Bab&#;r Şah ve Bab&#;rl&#; Devleti Numan Aydoğan &#;nal Orta Anadolu'da Bir Kazak K&#;y&#;: Altay &#;.Serdar Akın Medeniyetten Zulmete: Şarki T&#;rkistan Prof. Dr. Hilmi Demir Medeniyetten Zulmete: Şarki T&#;rkistan Prof. Dr. Hilmi Demir Orta Anadolu'da Bir Kazak K&#;y&#;: Altay &#;.Serdar Akın Abd&#;rreşid İbrahim'in Kaleminden Rus İşgalindeki Almata Vilayeti Abd&#;rreşid İbrahim T&#;rkistan’da Ramazan Dr. Ahmet Şimşek Ruslar'dan T&#;rkistan T&#;rkleri'ne K&#;lt&#;rel Asimilasyon Prof. Dr. Ala&#;ddin Yal&#;ınkaya Sultan Muhammed Alparslan’ın Şeh&#;deti Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Doğu T&#;rkistan'ın As&#;l M&#;c&#;hidi: İsa Yusuf Alptekin Dr.&#;mer Kul II.D&#;nya Savaşında T&#;rkistanlı Esir Askerler Numan Aydoğan &#;nal T&#;rkistan Kadınlarının Yesev&#;cilik Ananesi Dr. Baymirza Hayit II. D&#;nya Savaşı'nda T&#;rk Esirler Do&#;. Dr. Ali Satan Ulu T&#;rkistan Dr. H. Ahmet Şimşek T&#;rkler İslamın Bayraktarı Prof. Dr. Erc&#;ment Kuran Devletin Doğu T&#;rkistan Siyaseti Rahim Er Emir Timur’a Sovyetler Neden Karşı? Dr. Baymirza Hayit İkinci D&#;nya Savaşında “Milli T&#;rkistan Birlik Komitesi”nin Hizmetleri Zuhriddin Mirza Abid T&#;rkistan&#; Şark&#; T&#;rkistan'ı İhmal Edemeyiz Rahim Er T&#;rkistan Tarihine Işık Tutacak &#;nemli Bir Kitap: T&#;rkistan İsyanı &#;zerine Yeni Belgeler Prof. Dr. Alfina Sibgatullina T&#;rkistanlı M&#;nevverlerin Hicret Yılları Zuhriddin Mirza Abid Cengiz Aytmatov Diyor ki Edit&#;r Stalin Devrinde Kazan T&#;rklerine Yapılan K&#;lt&#;rel Asimilasyon Prof. Dr. Erdal Şahin İkinci D&#;nya Savaşında T&#;rkistan ve Kafkasyalı T&#;rk Askerlerinin B&#;y&#;k Dramı Fatih G&#;rmez Doğu T&#;rkistan Lideri İsa Yusuf Bey Diyor ki: S. Ahmet Arvasi "Ordusuz Olmaz" Yavuz B&#;lent Bakiler Sovyetlerin Kırgızistan’da Yaptığı Atabeyt Katliamı Ufuk Tuzman Cengiz Aytmatov'un D&#;nya Literat&#;r&#;ne Armağan Ettiği Kavram: Mankurtlaşma D. Mehmet Doğan Kazakistan’da Kızıl Kırgın Kurbanları Ufuk Tuzman Doğu T&#;rkistan'ın Geleceği Dr. &#;mer Kul Stalin D&#;neminde Kazak M&#;nevverlerinin Tasfiyesi Do&#;. Dr. G&#;lhanat Ercilasun T&#;rk D&#;nyasının Yıldızı Meryem Aybike Sinan T&#;rk Birliği ve D&#;nya Hakimiyeti Prof. Dr. Ramazan &#;zey Yesi'de T&#;rk&#;e Ş&#;leni D. Mehmet Doğan Sovyetlerin Kazakistan’da Sebep Olduğu Tarihin En B&#;y&#;k A&#;lık Faciası Ahmet &#;am T&#;rkiye T&#;rk D&#;nyasının Direğidir Dr. Mehmet Can Sovyetler T&#;rkistan Aydınlarını Katlettiler İrfan &#;zfatura Pamir'den Ulupamir'e Ay&#;a &#;rer Timur Han’ın Vasiyeti ve &#;l&#;m&#; Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Sel&#;uklular Devrinde Merv T&#;rkistan'ın İlim ve İrfan Merkezi İdi Prof. Dr. Mehmet M. S&#;ylemez Yahşılık Ahmet Murat Şark&#; T&#;rkistan’ın Yirminci Asrı Nevzat K&#;soğlu T&#;rkler ve T&#;rk D&#;nyası Prof. Dr. Ramazan &#;zey Emir Timur T&#;rk Oğlu T&#;rk't&#;r! Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil Kan&#;ni Devrinde Bir Osmanlının T&#;rkistan ve Uzak Doğu Seyahatnamesi Serkan Acar T&#;rk D&#;nyasının En &#;ok Şiir Yazan T&#;rk Şairi: Alişir Neva&#; Rıza Nur Bir Avrupalı G&#;z&#;yle Semerkand () Jules Joseph Leclercq T&#;rklerin Misafir-Perverliği Prof. Dr. Osman Turan Sovyet Ruslar Afganistan’da Neden Mağlup Oldu? Mahmut Osmanoğlu Kaşgar’daki Kaybolan Tarihi Camii Ve Medreseler Hayrullah Efendigil Rusya’nın T&#;rkistan’ı İşgalinden Sonra Yaptığı S&#;m&#;rgecilik Zulm&#; Prof. Dr. Mehmet Alpargu 'lardan Sonra T&#;rk D&#;nyası Prof. Dr. Mehmet Alpargu Afganistan T&#;rkleri Esedullah Oğuz T&#;rkistan T&#;rklerinin Osmanlı Sevgisi Dr. Yusuf Gedikli T&#;rkistan’ı T&#;rkiye T&#;rklerine Tanıtan İki İdealist T&#;rk Kadını Numan A. &#;nal Abd&#;lkerim Satuk Buğra Han ve T&#;rklerin M&#;sl&#;man Olması Yılmaz &#;ztuna II. D&#;nya Savaşında T&#;rkistanlı Askerler Dr. Baymirza Hayit Sovyetlerin T&#;rkleri K&#;lt&#;rel-Etnik Asimilasyon Politikası Prof. Orhan Kavuncu Anadolu’nun Mayası: Hoca Ahmet Yesevi Prof. Dr. Muhittin Şimşek Ger&#;ek Lider ve M&#;şfik Baba İsa Yusuf Alptekin’den Bir Hatıra Do&#;. Dr. &#;mer Kul Osmanlı Devleti İle T&#;rkistan Hanlıkları Arasındaki M&#;nasebetler Prof. Dr. Mehmet Saray Timur Han’ın Huzurunda Pişmanlık G&#;z Yaşları A. Fıtrat T&#;rkistan Tarihinde Korkun&#; Bir Sayfa: Hive’nin İşgali Prof. Dr. Mehmet Saray İslam’da Siyasi Liderliğinin T&#;rklere Ge&#;işi ve Tuğrul Bey İsmail Hami Danişmend Yakın Tarihin Hazin H&#;disesi: Sovyetler’in Afganistan'ı İşgali seafoodplus.info Mehmet Saray

N

üfusunun mühim bir kısmını Türklerin teşkil ettiği Afganistan ile Türkiye arasında tarih ve kültür bakımından pek çok müşterek taraflar bulunmasına rağmen, maalesef, memleketimizde Afganistan hakkında ciddi bir araştırma yapılmamıştır. 
XIX. asrın başlarında Çarlık Rusya'sının bir taraftan Kafkaslarda, diğer taraftan da Orta Asya Türk illerinde yayılmaya başlaması, güneyde Hindistan'a hakim olan İngilizleri büyük bir telâşa düşürmüştü. İngilizler, Hindistan'a karşı kuzeyden gelen bu Rus tehlikesini mümkün olduğu kadar uzaklarda durdurmak ve bu arada, Orta Asya'dan Hindistan'a inen tarihi istila yollarının üstünde bulunan Afganistan'ı Rus nüfuzundan korumak için büyük gayretler sarfetmişti. 
Hatta, Afganistan'ı kendi nüfuzlarında tutmak için bu ülkeyi birkaç defa istilâ etmekten de çekinmemişlerdi. Fakat bu istilâlar, Afganistan'da büyük tahribâta yol açmış, ülke ve millet bütünlüğünü fevkalâde sarsmış idi. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, İngilizler, Hindistan'ı müdafaa için stratejik ehemmiyetine  inandıkları ve meşhur Hayber Geçidi'ni de içine alan Afganistan'ın güney eyaletlerini işgal ederek, bu bölgenin kendi kontrollerinde kalmasını sağlayan andlaşmaları, ve 'de zorla Afganlara imzalatmışlardı. 
Böylece, Afganistan'ın ve Afganların bir kısmı, bir daha birleşmemek üzere, anavatan'dan zorla, koparılmışlardı. Bu parçalanmanın sonuçları, bilâhıre Afganistan'ın istikhâline kötü bir şekilde tesir etmiştir. Kendi menfaatleri için Afganistan'ı işgal etmekten ve parçalanmaktan çekinmeyen İngilizlerin, bu devrede, yegane faydası, bu ülkeyi kendi nüfuzlarında tutarak Rus işgaline fırsat vermemek olmuştur. 
Bu arada, İngilizlerin, II. Dünya Harbi'nden sonra Hindistan yarımadasından ayrılırken işgal ettikleri Afgan topraklarını Afganistan'a geri vermeleri ve Batı'nın yeni lideri Amerikalıların da bu hususta hatâlı politika takip etmeleri, ülkeyi zorla Sovyetlerin kollarına itmiştir. 
Çâresiz kaldılar 
Çaresizlik içinde kalan Afganistan, 'den sonra, Sovyetler yanaşırken, Afgan liderleri, komünizmi ülkeleri için bir tehlike olarak görmüyorlardı. Onlara göre, komünizmin yerleşme ve yayılma şartları henüz Afganistan'da yok idi. Ekonomik gelişme ve bilhassa endüstrileşme sonucu ortaya büyük işçi kitleleri ile, geniş insan kalabalıklarının toplandığı kozmopolit şehirler ve nihayet halkından kopmuş ve meselelerin altından kalkamadığı için kompleks içine düşmüş ve gûya yüksek sınıfı meydana getiren entellektüeller grubu Afganistan'da bulunmuyordu. 
Bundan başka, İslamiyete gayet bağlı olan Afgan halkı, komünizm gibi bir dikta rejimine tahammül edemiyecek kadar hürriyetlerine düşkün idiler. Ne var ki, Sovyetler, komünizmin Afganistan'da yayılması hususunda Afgan liderleriyle aynı görüşü paylaşmıyorlar; Afganistan'a yapacakları ekonomik yardımların ve geliştirecekleri kültürel münâsebetlerin, sonunda komünizm için müsait bir ortamı kolaylıkla meydana getirebileceklerine inanıyorlardı. Nitekim öyle de oldu. 
Sovyetler, bir taraftan yaptıkları ekonomik yardımlarla Afganistan'ın gelişmesine yardımcı olurlarken, diğer taraftan da sivil ve asker, Afgan talebelerinin Sovyet askeri akademilerinde ve üniversiteleri’nde okumalarına yardımcı olmuşlar ve bu gençlerin aynı zamanda Marksist ideolojiyi benimsemelerini sağlamışlardır. 
Nihayet, yaptıkları yardımlarla Afgan ordusunu ve ekonomisini kendilerine bağımlı hâle getiren Sovyetler, Afganistan'daki kendi taraftarlarını işbaşına getirmek için harekete geçtiler. Sovyetler Birliğinde birer ihtilâlci Marksist olarak yetiştirip gönderdikleri Afgan subayları vasıtasiyle Afganistan'da darbe yaptırarak komünist bir rejimi kurdurdular.
Fakat, Afgan halkının büyük tepki göstermesi üzerine Sovyetler, komünist Afgan yönetimini müdafaa etmek mecburiyetinde kaldılar. Bu ise, Afgan halkını tamamiyle isyana sevk etti. Bunun üzerine, Sovyetler, hem kendilerini ve hem de komünist Afgan yöneticilerini müdafaa etmek için, milletler arası hukuku hiçe sayarak, Afganistan'ı istilâya başladılar. 
Doğu T&#;rkl&#;ğ&#; Neden Geri Kaldı? Prof. Dr. Mehmet Saray

B

ir zamanlar sinesinden cihangir hükümdarlar, yenilmez ordular çıkaran Türk’ün anayurdu Orta Asya’da neler oluyordu? Bir sûkut (çöküş) mu vardı? Yoksa buraların etnik bünyesi mi değişmişti? Büyük bir değişme olduğu muhakkaktı. Timur ve oğullarından sonra, Orta Asya tam bir keşmekeş içindeydi. Ruslar bu kadar hazırlıklarla üzerlerine gelirlerken Başkırlar, Kazaklar, Kırgız ve Özbekler birbirlerine karşı mânâsız bir mücadelenin içindeydiler. Bu keşmekeş maalesef Buhara, Hokand ve Hive Hanlıkları kurulduktan sonra da devam ettiğinden, onları, kudretli olanın etrafında toplanarak, gelmekte olan müstevliye karşı bir cephe kurma düşüncesinden alıkoydu. Böyle bir birliği kurmağa teşebbüs edenleri, Ruslardan önce, kendileri arkadan vuruyorlardı. Doğu Türklüğü, aynı zamanda, değişen dünya şartlarından, teknikten, ilimden ve onların nimetlerinden habersizdi. Almanların rehberliği ile medenileşen Rusların mükemmel ateşli silahları, askerlik san'atına uygun savaşan orduları karşısında birbirlerini ifnâ etmekle meşgul Hanların ve Beğlerin ellerinde, kılıçları, okları ve çakmaklı tüfekleri ile askeri disiplinden uzak yüzbinlik yığınlar vardı. XVI. asrın başlarında Azerbaycan'da Türkmen unsuruna dayanarak bir devlet kuran Şah İsmail'in Şiiliği resmi devlet dini haline getirmesi ve hâkim olduğu yerlerde Şiiliği kabul ettirmek için Sünniliği şiddetle takib etmesi, başka bir ifade ile Şiiliği İran'ın milli bir asabiyeti (ideoloji) haline getirmesi, bu ülkeyi İslam dünyasından tecride ve dolayısıyla doğu ve batı Sünni Türklüğünün birbirinden kopmasına yol açtı. Esâsen, kuruluşunun asıl umdesi (gayesi) olan «gazâ» an'anesi Osmanlı Türklüğünü şarktan ziyade garbe meylettirdi. Bu meyil de esâsen gevşek olan doğu - batı bağını büsbütün kopardı. Orta Asya Türklüğünü çökerten faktörlerden biri, Timurlular hakimiyetinin sonlarında zuhûr eden çapulcu bir kavim Kalmuklar olmuştur. Bunların Türk illerinde yaptıkları yağma ve tahrib o kadar büyük oldu ki, Türk boyları kuzeyden gelen bu vahşetten kurtulabilmek için yurtlarını terk ederek daha güneye inmek zorunda kaldılar; bu göç de bütün Orta Asya'yı alt üst etti. Kalmuklar Türk illerine doğru indikçe onlardan boşalan yerlere de Çarlar Rus köylülerini yerleştirdiler. Tam bir ikiyüzlülükle hareket eden Kalmuklar, bâzan Türklerle dost geçindi ve çoğu zaman onlara karşı Ruslarla birleşme yoluna gitti, iktisadî ve ticari durumun meydana getirdiği güçlükler ve imkânsızlıklar, Doğu Türk illerinin gerilemesinin en mühim sebebini teşkil eder: Kazan ve Astrahan, Rus işgaline düştükten sonra, Türklerin bu iki şehir üzerinden yaptıkları ticaret de durmuştu. Ticari hayatın durması ile büyük bir sıkıntıya düşen Türk illeri, ticaretin yeniden başlaması için, Moskova'ya elçiler göndermeğe mecbur oldular. Güneydeki hayat şartlarının da, Rus emperyalistleriyle aynı metodu kullanan Avrupalı müstemlekeciler tarafından ortadan kaldırılmasıyla, sıkıntılar büsbütün arttı, Asya Türklüğü yoksul düştü. Sovyetler Milliyet duygusunu Yok Etmeye &#;alıştılar seafoodplus.info Saray

R

uslar idâreleri altındaki milletlerin milliyet duygularını yok etmek ve Ruslaştırmak siyâsetini tâ Çarlık Rusyası devrinden beri, sistemli bir şekilde yürütmektedirler. Bu siyâsetin muvaffakiyeti için bilhassa müşkül zamanlarda, icabında Çarlık Rusyası siyaseti yerden yere vurulmuş, fakat sonunda Sovyet idarecilerinin yaptıkları Çarlık devrini de gölgede bırakmıştır. 
Katliâmlar faslı bittikten veya yavaşladıktan sonra Ruslar, Türkistan'ı ekonomik ve endüstri yönünden güya kalkındırmak gayesi ile yüzlerce Türk’ü başka yerlere sürerek, onların yerine de mütehassis eleman sıfatı ile yüz binlerce Rus göçmeni getirmişlerdir. 
Ayrı devirlerde bu hususta yapılan hareketlerden yalnız iki tanesini misal olarak gösterebiliriz: 
Türkistan cumhuriyetlerinden Kazakistan'da sayımına göre nüfus iken, bu rakam ’da 'e düşmüştür. Artış şöyle dursun, azalan bir milyona yakın insanın ne olduğuna dâir Rus resmi makamları hâlâ susmaktadırlar. On üç yıl zarfında bu kadar büyük bir nüfusun yok olmasının elbette sebepleri vardır. Bu devrede ellerinden arazi ve malları alınarak kolhoz hayatı ile endüstri sahalarında çalışmağa zorlanan Kazak Türklerinden bir kısmı açlıktan ölmüş, bir kısmı da  başka yerlere göç etmeye mecbur olmuş veya sürülmüştür. Diğer taraftan devamlı getirilen Rus  göçmen kafilelerinin en kalabalıklarından kişilik büyük kitle Turksib hattı üzerinde yerleştirilmiştir. 
Mayısında demiryolu ve sanayi tesisleri inşaatında çalıştırılmak üzere İdil - Ural ve Türkistan'dan  Sovyetlerin şimal bölgeleri ile Sibirya'ya binlerce okul öğrencisi genç sevkedilmiştir. Aynı zamanda da  Sovyetler Birliği Komünist Partisinin emriyle ile kadar genç kız - erkek Ukrayna ve Rusya'dan Türkistan ve İdil Ural'a gönderilmiştir. 
Senelerden beri devam etmekte olan bu keyfiyet, iskan politikasının hedeflerini, Rus olmayan milletleri göç ettirme, milliyetlerini kaybettirme işini kuvvetlendirmek ve hızlandırmak gayesini güttüklerini açıkça göstermektedir. Ana yurdundan sürülen, ana dilindeki okulunu, kendi milli çevresini kaybeden, yabancı bir kültür ve dilin etkisi altında bulunanların, kendi milliyetini ister istemez kaybedeceği ve netice itibariyle Ruslaşacağı plânlanmakta ve gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır. Zira, karma ahalinin bulunduğu yerlerde Rus dilini ve kültürünü okumak mecburiyeti vardır. 
Milli hisler ve milliyetçilik hususları Sovyetler Birliği Komünist Partisi programında şöyle yorumlanmaktadır:

"Milliyetçilik dar kafalılıktır. Mesela bazı kimselerin, müttefik cumhuriyetler arasında kadro mübadelesinin genişletilmesinin ilerici önemini kavrayıp değerlendirmelerine, nüfusun enternasyonal bir terkibe doğru derinleştirme lüzumunu kavramalarına engel olmaktır. Sovyet milletleri arasında kadro mübadelesi, bu milletler arasında kaynaşmayı ve birbirlerine yardımı sağlayacak en yüksek şekillerden ve yollardan biridir. Her türlü milli özellik ve eğilim belirtilerine yer yoktur ve olamaz da." 
'de toplanan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Kongresinde Kruşçev, Sovyet siyaseti üzerinde şunları söylemiştir: 
«Elbette milli ayrılıkların ortadan silinmesinden şikayetçi olan kimselere de rastlanmaktadır. Onlara cevabımız şudur: “Komünistler millî ayrılıkları muhafaza etmeyecek ve ebedileştirmeyeceklerdir.  Hatta milli kalıntıların en ufak belirtisinin bile kökü tam bir Bolşevik uzlaşmazlığı ile kurutulacaktır”. &#;ağdaş T&#;rkistan Şiirinde T&#;rih&#; Temalar &#;ağatay Ko&#;ar

T

arih akışı içinde uzun ömürlü olmak isteyen milletler, nesilleri arasındaki bağların kuvvetli ve kesintisiz olmasına bilhassa dikkat etmek zorundadırlar. Dün, bugün ve hatta yarın arasındaki kültürel ve târihî münasebetler mutlaka kurulabilmeli, millî hayatın ezelden ebede doğru bir nehir gibi akışı, geçmiş, hâl ve gelecek bağlantısı içinde bir bütünlük arzetmelidir. Çünkü, “değerler tarih içinde gelişir”. Millî varlığımızı en güzel ve gerçek taraflarıyla tarihin aynasında görebiliriz.

Çağdaş Türkistanlı bâzı yazarlar ve şairler bunun idraki içindedirler ve onlara göre, tarih, her yeni hamlenin kaynağı sayılır. Onlar târihî sanat haline getirmek ve onu şiirlerinde sanatkârane yansıtmak suretiyle, milletin mânevî varlığına en büyük hizmetin yapılacağına inanmaktalar. Çünki, târihî böyle bir anlayış ve kavrayışla yorumlayan Türkistanlı bâzı şairler yeni nesli “Ruslaşmaktan” korumaya çalışmaktadır. 

Çağdaş Türkistan edebiyatında târihî konularda romanlar ve şiirler yazmak günümüzde en önemli hususlardan biri sayılır. Türkistanlı şairler, yazarlar Türkistan’ın târihî, büyük devlet adamları, âlimleri, önemli târihî ve içtimaî olaylarını eserlerinde yansıtarak halkın mânevî hislerini, Ruslaştırmaya karşı canlı tutmayı birinci vazife olarak kabul etmekteler. 

Onun için onlar bu konularda sık sık eserler yazmaktalar. Çağdaş Türkistanlı bâzı şairlerin pek çok şiirlerinde millî geçmişe hayranlık ve hasret hisleri ağır basar. Türkistan’ın târihinin parlak devirlerine hayran olan şairler, geçmişe çok sıkı bağlıdırlar. Onların işledikleri konular daha çok târihi ve içimaî karaktere sahiptir. 

Çağdaş Türkistanlı bâzı şairler, bu gerçeği görerek tarih akışı içinde bütün benlikleri ile geçmişi günümüze taşımaya ve ne kadar târihî değerli şeyler varsa onun ışığında hareket etmeye çalışmaktalar. O şairler geçmiş yüzyılların insanları ile karışarak, gelecek yüzyılların insanlarına geçmişten haber götüren bir vasıta rolünü oynamaktalar. 

Geçmişe Hasret Duygusu

Çağdaş Türkistanlı bâzı şairlere göre, “içinde yaşanılan dünya ve bugüne intikal eden herşey mâziden kaynaklanır.” Onlar muhtelif asırlar içinde, bugün ve yarın için bir kıymet ifade eden unsurların, olayların ve başarıların peşindedirler ve onlara hayrandırlar. Her aydın gibi çağdaş Türkistanlı bâzı şairler de kendi milletinin geçmiş zamanlarla ilgili oluş ve buluşlarıyla alâkalı olarak bir takım duygu, düşünce ve hayallere sahiptirler. 

Günümüzün Türkistanlı bâzı aydınları geçmişe hasret duygusunu, eski şanlı ve güzel günleri eserlerinde tasvirleyerek yeni nesile atalarının vatanı korumak için nasıl kahramanlıklar gösterdiğini, ilme, medeniyete, kısaca insanlığa nasıl hizmet ettiklerini hatırlatmaya çalışmaktalar. Bu yol ile yeni kuşağın Ruslar karşısında ümitsizliğe düşmesinin önünü almaktalar. Çağdaş Türkistanlı bâzı şairler bu hisleri çeşitli şekil ve sembollerle ifade etmeye çalışmaktalar.

Meselâ, Semerkand şehrinin kuruluşunun Yıldönümü münasebetiyle Türkistan’ın Kazak boyunun şairlerinden Sabit Mukan (ov) Semerkand ve onun târihî hakkında, “Semerkand-benzersiz şehir, o kendisinin ışık saçan târihî ile değil, belki cihana yetiştirdiği büyük kişi ve âlimleri ile tanınır ve bunun için de buraya kutsal şehir demek doğru olur” der.

Türkistanlı şairler eserlerinde Türkistan’ın târihî, onun şairleri, edibleri, âlimleri, ressamları, mimarları, hükümdarları hakkında bilgi verirler. Bilhassa Türkistan halkının büyük devlet adamı ve âlimî Mirza Uluğbek’in astromomi, matematik ve başka sahalardaki hizmetleri ve şu arada Semerkan’da kurduğu rasathane ve târihî eserlerini tasvir eden Türkistan’ın Özbek boyunun şairi Polat Momin,

Tarihini söylesem şimdi,Uluğbek büyük babam hemGökyüzü ilmini doğruSu gibi içmişlerdir,Yenilik açmıştılar.Şunu da söyleyim önce,Hazırlamıştırlar “gökyüzü çetveli.”Kurdular rasathane Asyada yegane.
İslamiyet Tataristan'a Nasıl Ulaştı? seafoodplus.info Doğan Hicret’in senesinde, miladî takvimle yılının 12 mayısında, Halife’nin elçilik heyeti Bulgar Hanı tarafından karşılandı… Bu gün Tataristan’da hâlâ bir bayram olarak kutlanıyor. İşte bugün Bulgar şehrini ziyaret günü… İslâmın Tataristan topraklarında devlet olarak varoluşunun bin yüzüncü yılına 7 sene kaldı…

Eğer bugün bir Tatar halkı varsa, bu halkın kimliği müslümanlık olmaksızın tanımlanamaz. Tatarlar İtil Bulgar hanlığından sonra Altın Ordu döneminde varlıklarını sürdürmüşler, Timur’un Altınordu devletini yıkmasından sonra Kazan, Kasım, Astrahan hanlıklarını kurmuşlar. Tabii bu parçalanma Rusların işine yaradı ve Altınordu hanlarına bağlılıklarını arz eden Rus knezleri (dükaları) devri geride kaldı. yılında Kazan’ı ele geçirdiler ve böylece Tatarlar için zor dönem başladı. 

Rus istilasının zararlarına en fazla muhatap olan Tatarlar buna rağmen kimliklerini koruyarak bugüne kadar geldiler. Bunda din kadar dilin de önemli rolü var. Nitekim, başka bir Bulgar topluluğu farklı bir kimliğe bürünerek bugünlere gelebildi. 7. yüzyılda Kubrat Han, Kuban’dan Don nehrine kadar olan bölgede Büyük Bulgar hanlığını kurdu. Kubrat’ın ölümüyle bu devlet oğulları arasında paylaşıldı. Oğullarından biri olan Asparuh Tuna’yı geçerek Tuna Bulgar krallığını kurdu. İki asır sonra Bizans’ın tesiriyle Hristiyanlaşmaya başladılar ve bugün İslav kültür dairesinde bir kavim Bulgarlar… 

Tatar varlığında dinin dilden önce geldiğini, en azından bugün böyle olduğunu söyleyebiliriz. Tataristan’da Rusça öğretimde esas. Gerçi ilk ve orta öğretim Tatarca, yüksek öğretim ise tamamen Rusça. Yönetimde ve günlük hayatta da Rusça’ya sıkça başvuruluyor. Buna karşılık dine vurgu çok daha güçlü görünüyor. 

Bunun en fazla belirgin olduğu yer Bulgar şehri… Tatarların İslâmî geçmişine olan vurgu burada en yüksek seviyeye çıkıyor. Deli Petro zamanında burada Bir kilise-Manastır kuruluyor. Temelinde Bulgar mezarlarının hece taşları olan bir manastır… Bir süre halen ayakta olan bir türbe binası Aziz Nikola kilisesi olarak kullanılıyor. Rus rahipleri epey gayret sarfediyorlar ama sonuç hasıl edemeyince şehri terk ediyorlar. 
İslâmî devir harabelerinin şimdi çok azı ayakta… Bilhassa Ulu camiin yıkık duvarları ve temelleri ile minaresi bunlar arasında. Harap halde bulunan minare yeniden yapılırcasına onarılmış. Bir hayli mesafeden görünen minare şehrin tarihe şahitlik eden en önemli sembolü. Eğer bu minare, Halife’nin Bağdat’tan gönderdiği ustalar tarafından yapıldıysa, o zamanki mimari uslübu hakkında bazı görüşler öne sürülebilir. 

Bizim gözümüzle Selçuklu ve Osmanlı minarelerine benzerlik hayli fazla. Camiin yakında bulunan iki türbe de yine Selçuklu ve Osmanlı mimarisine yakın. Minareyi ayağa kaldıran Tatar yönetimi, son yıllarda türbe mimarisi tarzında yüksek kubbeli bir bina inşaa etmiş. Minareden sonra en fazla dikkati çeken yapı o. Bir hayli uzaklardan hem parlak kubbesiyle hem de hilâli bir hayli büyük alemiyle görülebiliyor. Binanın alt katı yazma ve basma Kur’an nüshaları ve resim sergisi halinde. Ana mekânı ise, dünyanın en büyük basma Kur’an’ının teşhir edildiği bir yer…

Rus istilası sırasında yıkılan Kul Şerif camii de yılında yeniden yapılmış. Bu cami de dört minaresiyle şehrin silüetini değiştirmiş durumda. Çok cemaat çekebiliyor mu, bunu bilmiyoruz ama bir hayli ziyaretçisi olduğuna şahit olduk. Yanlış anlaşılmasın: Kul Şerif Camii, gördüğüm yeni yapılmış camilerin en güzellerinden. Uzaktan görünüşü de hayli etkileyici…
Kazakistan Milli Parasına Nasıl Kavuştu? Nursultan Nazarbayev Sovyetlerin dağılması neticesinde kurulan Kazakistan Cumhuriyet’inin ilk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev milli paraları “Tenge”ye nasıl geçtiklerini şöyle anlatıyor: yıllarında, bir sistemden yenisine geçiş sırasında, iki başlı bir hal meydana geldi. Başkanlık sistemi, Komünist Parti ve Sovyet yönetimiyle birlikte yaşadı. Ekonomide de aynen böyle oldu. Bazı önemli meseleleri yol alırken çözmek zorunda kalışımıza bir örnek vereyim: Milli parayı tedavüle sokarken yürütülen işler, milletlerarası şartlara uygun planlandığı gibi yapılamadı. Ben “Ruble Alanı’nı” korumaya çalıştım. Bunun iki sebebi vardı: Birincisi, o alanın bozulması BDT ülkelerinden uzaklaşmayı hızlandırırdı. M. Gorbaçov, yılında, Rusya federal Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin serbest finans sistemi kurulmasına dair kararının durdurulması hakkındaki Başkanlık Kararnamesi’ni imzalamadı. Finans sisteminin ortadan kaldırılması devletin ortadan kaldırılması demekti. İkincisi, doğruyu söylersek, biz hazır değildik. Ancak beklenmedik bir durumda pişman olmamak için, o andan itibaren milli paranın tedavüle sokulması hazırlığına giriştik. Rusya’da, yılında, fiyatlar serbest bırakıldı. O anda işe başladık. Ben, Kazakistan milli parasının tedavüle sokulması için hazırlanan gizli Kararname’ye imza attım. Toplantıda bulunanlardan, bu belgeyi sızdırmamaları için teminat aldım. Paranın tasarım işleri, Timur Süleymanov yönetimindeki ressam gruba yüklendi. Milli para konusundaki çalışmalar, birçok zorluklar getirmekle birlikte, komik şeyler de oldu. İlk olarak, benim resmimin çizildiği kupürlerin taslağı getirildi, ben kabul etmedim. Bir yüzüne ulu atalarımızın, öbür yüzüne kültürel ve doğal abidelerin çizilmesine karar verdik. Batılı uzmanlar, bunun sahte para üretimini zorlaştıracağını söyledi ve bizim tercihimizi destekledi. Buna göre üretilen klişeler İngiltere kasalarında saklandı. Kasaların anahtarı ve paranın ilk örnekleri bana getirildi. Yapılması gereken yapılmış ve kimse tarafından bilinmiyordu. Moskova’da Ruble Alanı’nın korunamayacağından, çünkü cumhuriyetlerin gelişme seviyesinin farklı olduğundan söz edilmeye başlandı. Bunun, işi nereye götüreceğini derhal anladım. Her ihtimale karşı, tedavüle sokulacak paranın % 20’sini yılında bastırdık. İngilizler de, biz de, operasyonun gizliliğine eksiksiz riayet ettik. Paranın bastırılması yeterli değildi. Hangi değerlerde ve ne kadar kupür gerektiğinin de doğru olarak yapılmış matematik hesaplarına ihtiyaç vardı. Para değişimi nasıl gerçekleşecek, değeri nasıl belirlenecek, yabancı muhataplarımızla ilişkilerimiz nasıl etkilenecek? Bütün bunların bilinmesi gerekiyordu. Bu, çok zorlu bir ekonomik, mali ve siyasi meseleydi. Bu çalışmaları yürütmesi için, genç iktisatçılardan oluşan özel bir ekip kuruldu. Onlar, şimdi Milli banka ve Maliye Bakanlığı’nda çalışıyor. Uluslararası finans kurumlarından da yardım gördük. Dünya Bankası, Eurobank ve başka kurumlar, çalışmalara katılması için kendi uzmanlarını gönderdi. Bu ekip, şehir dışındaki bir yazlık evde çalışıyordu. Ben her akşam onları ziyaret ettim. Biz, kendi paramıza ad koyma konusunda da çok tartıştık. Bana “altın” ismi hoş geliyordu. Bu isim BDT halklarının hepsi tarafından anlaşılırdı. Bu kelime bütün Slav ve Türk dillerinde vardı. Batı’da kullanılan Avrupa Para Birimi (ECU) gibi, BDT ülkelerinin çabuk kavrayacağı değişim birimi olarak “altın” adını teklif ediyordum. Sonuçta “tenge” adına karar verdik. Rusya, 26 Temmuz tarihinde, birdenbire yeni parasını tedavüle soktu. Kazakistan Milli  Bankası’na, o gün, ülke için gereken paranın basılması emrini verdim. Tedavülden kalkan eski para, ülkemize yığılmaya başladı. Vagonlarla getiriliyordu… Havaalanlarında ve tren garlarında bu yükleri durdurmak için özel polis ekipleri görevlendirmek zorunda kaldık. O zaman el konulan paralar, hala Petropavlov’da duruyor. Rusyalılara alıp götürmelerini söylemiştik, nedense götürmüyorlar. Kendi devletinizi kurmuş iken, kendi paranızı çıkarmamanız olmaz. Er veya geç çıkarılması gerekliydi. Fakat ben, Rusya’nın bizimle olan ekonomik ilişkilerini böyle birdenbire koparacağını sanmıyordum. Para ekonominin can damarıdır. Hiç değilse, bizdeki Rus nüfusun çokluğunu, para birimi aynı olmazsa onların Rusya’daki akrabalarıyla münasebetlerinin zorlaşacağını, dikkate alacaklarını düşünmüştük. Para değişikliğine giderken de önce anlaşacağımıza inanıyorduk. Kazakistan’ın Rusya gibi, dost ve ekonomik açıdan güçlü bir ortağa ihtiyacı varsa, Rusya’nın da ekonomisi gelişmiş güçlü, demokratik bir Kazakistan’a o kadar ihtiyaç duyacağından hiç şüphe duymuyordum. Bundan sonra kimseyle haberleşmedim. 7 milyon dolar bulup, paramızın geri kalan kısmını da bastırmak için ödedik. Dört tane İL uçağı kiralayıp paramızın %60’nı getirttik. Bu çok gizli bir operasyondu. Evraklara “Devlet Başkanı’nın köşkü için gerekli eşya” diye yazıldı. Bu arada, eyaletlerde yer altı depoları yaptırılmıştı. Dört uçak, bir hafta, Londra-Ural ile eyaletler arasında 18 sefer yaptı. Ben, 12 Kasım tarihini, paranın değiştirilme günü olarak açıkladım. 20 gün gibi az bir vakit kalmıştı. Milli Güvenlik Komitesi yöneticilerinin hepsinin bu operasyonun gerçekleştirilmesine katılmasını sağladım. İşin zor tarafı, parayı; bütün eyaletler ile illerdeki bütün bankalara ulaştırmaktı. Bu iş, 18 gün içinde gerçekleştirildi. Belki de, dünyanın başka bir yerinde yeni paraya geçiş operasyonu, böylesine hızlı ve başarılı icra edilmemiştir. S&#;y&#;mbike Hatun &#;. Serdar Akın Süyümbike Hatun, son Kazan hânı Safa Giray'ın eşidir. Safa Giray ölünce yerine oğlu Ötemiş Giray, hân ilan edilir, fakat henüz 2 yaşında oluşundan dolayı hanlığı annesi Süyümbike idare eder. Ruslar o dönemde Türk beyleri arasındaki ihtilaflardan faydalanarak bölgeyi yavaş yavaş kontrolleri altına alır. Süyümbike Hatun, Rus çarı Korkunç İvan'ı her seferinde bozguna uğratır. Bunun üzerine Ruslar Zuye Çayı'nın İdil nehrine döküldüğü yere bir hisar yaparlar ve bölgeyi tam kontrol altına alırlar.  Bu durumdan ürken bazı beylikler Ruslara yakınlaşırlar, Rusların tek isteği vardır. Her defasında kendilerine kan kusturan bu yiğit Süyümbike Hatun'u ve oğlu Ötemiş'in kendilerine teslim edilmesini isterler. Bu beyler, tatlı canları ve dünyalık hırslarından dolayı bu yiğit kadını ve oğlunu teslim ederler. Süyümbike Hatun Rus gemisine bindirilip giderken Kazan'a bakarak dudaklarından şu ibretlik sözler dökülür: "Kan dolu şehir, sana kaygı ve haset olsun. Başından tacın düştü. Efendi iken köleliğe düştün. Şöhretin bitti, hâlsiz kaldın ve yere serildin. Nerede senin sultanların ve onların meclisleri. Şehrin içinde o zaman bal nehirleri akardı, şimdi ise su gibi kan akıyor" Birçok taviz vererek hayatlarını sürdüreceklerini sanan beyler, yanıldıklarını çok geç anlamışlardır ama iş işten geçmiştir. Çok geçmeden toprakları Rus istilasına uğrar. Ruslar, de Kazan'a girdiklerinde çok ilginçtir, her yeri yakıp yıkarlar fakat Süyümbike Minaresi'ne dokunmazlar. Süyümbike hatun sürgünde 26 yaşında vefât etmiştir.Süyümbike Minaresi isimli şiir aşağıdadır:Her binadan büyük olup, göklere çıkmış başın,
Ben biliyorum belli etmesen de, akar gözden yaşın,
Bu hâlinden şikayet etti senin her bir taşın,
Kalbimi bin parça etti şu güzel Han Mescidi!  Bir zamanlar sende namaz kılanlar han idi,
Kavmi Tatar ve Türk'ün meskeni Kazan idi,
O vakti tasvir etsek, ne güzel zamandı öyle!
Kalbimi bin parça etti şu güzel Han Mescidi!  Hep kilise ortasında yalnız kaldın, niçin?
İltifatın biz Tatar'dan sen, bina, aldın niçin?
Ehl-i İslâm gönlüne sen hasreti saldın niçin?
Kalbimi bin parça etti şu güzel Han Mescidi!  Bir zamanlar sende yaşardı ehli İslâm askeri
Şevketin bitti bugünde, kalmadı binde biri,
Başkalarının yeri oldu bugün İslâm yeri,
Kalbimi bin parça etti şu güzel Han Mescidi!  Sen ümid kessen de bizden, biz ümidi kesmedik,
Zahiren dayansak da bizler, gönlümüzden sabredemedik,
Câhil olduğumuz bir zamanda kıymetini bilmedik,
Kalbimi bin parça etti şu güzel Han Mescidi!                                                          Mecid Gafuri T&#;rkistan Halk Edebiyatında Ninniler &#;ağatay Ko&#;ar

T

ürk dünyasının folklor yönünden bir çok zenginliklere sahip olduğu yapılan araştırmalarda görülmekte. Bilhassa Türk halk edebiyatında ne zaman ve kimin tarafından söylendiği veya ortaya çıkarıldığı bilinmiyen, halkın zekâsının mahsülü olan mânileri, türküleri ve ninnileri araştırdığımızda Türk milletinin ahlâki, felsefi ve estetik duygu, düşüncesinin ne kadar derin ve zengin olduğunu görürüz. Aynı zamanda bir ortak duygu, düşünceye de sahip olduğunu görmek mümkündür. Türk milletinde evlât sevgisinin ne kadar ulv'i ve ne kadar büyük bir yer tuttuğunu ninnilerdeki ahenkli sözlerde görülmektedir. Ninniler çoğunlukta annelerin ve büyükannelerin çocuklarını torunlarını uyutmak, avutmak veya istikballeri ile ilgili güzel arzu, istekler için ezgili olarak söyledikleri mâni, türkü niteliğindeki halk şarkılarıdır. Ninnilerde Türk kadınının ruh inceliğini, düşünce zenginliğini, ezgi ile söylendiklerinden müzik kabiliyetini bulabileceğimiz gibi Türk dünyasının ortak düşünce özelliklerini de bulabiliriz. Bu küçük şiir parçalarında nice ulvi dilekler, nice umutlar dile getirilmiştir. Dünyaya gözünü yeni açmış çocuğun kulağına okunan ezandan sonra, annesi yanık sesiyle ninniler söylemeye başlar. Bu yanık sesle söylenen küçük şiir parçalarının içerisinde anne, bilerek veya bilmiyerek bir takım telkinlerde bulunur. Ninnilerin konusunu çocuk teşkil eder. Sağlıklı doğmadan gelen sevinç, fizik güzellik, soy - sop, iyi huy, sünnet, öğrenim, nişan, gelin olma, evlenme gibi geleceğe âit dilekler; yalnızlık, gurbette kalan baba, koruyucu melekler, veliler, madde, tem, motif ve merasimler ninnilerin muhtevâsında belli başlı unsurlardır. Beşik, salıncak içinde, kolları arasında, bacakları üstünde bebeğini sallayarak uyutan Türk anneleri eski ninni güfteleriyle yetinmezler, özel durumlarına, o günkü ruh hallerine göre yeni ninni güfteleri düzenlerler. Ninniler yapı bakımından mânilere benzer. Anlamları daha çok büyükleri, ritimleri ise çocukları etkileyecek niteliktedir. Ninnilerin çok eski zamanlardan beri söylenip gelindiği herkes tarafından bilinmekte. Bunu tarihi kaynaklardan da öğrenmekteyiz. Büyük Türk filozofu ve tıp âlimi Ali İbn-i Sina; "Bebeğin vücudunu geliştirmek için iki şey gerekli: Birincisi onu yavaş kımıldatarak sallamak, ikincisi ise - anne şarkısı, yani anne ninnisi. Birincisi bebeğin vücudunun gelişmesi için, ikincisi manevi yönden gelişmesi için gerekli sayılır," der. Büyük kilim Kaşgarlı Mahmud'un "Divanü Lügat-it-Türk"ünde Türk anaların çocuklarını uyutmak için makamla "bilü bilü" dedikleri belirtilir. Türk dünyasının değişik bölgelerinde ninnilere türlü isimler verilir. Anadolu Türkçesinde "Ninni", Azeri Türkleri "Laylay", Kerküklüler "Leyley", Kazan Türkleri "Bişik Cin", Türkmenler "Hû-di, Huvdu", Özbekler "Alla", Kazak Türkleri "Eldiy, Besik Cırı", Kırgız Türkleri "Aldey, Beşik Irları" adını verirler. Bugün Türk dünyasının her yerinde anneler çocuklarına ninni söyleyip gelmekteler. Türkistan'da da anneler, büyükanneler çocuklarını, torunlarını uyutmak, avutmak ve onların gelecekleri ile ilgili düşünceleri ezgili şekilde ninniler halinde söyleyip gelmekteler. Fakat Türkistan'da bugün ne yazık ki annelerin çocuklarına ninni söyleyecek vakitleri olmadığı hususunda orada yayınlanan gazete ve mecmualarda yazılan makalelerden öğrenmekteyiz. Mesela, Taşkent'te yayınlanan gazetelerin birinde: "Ben bir şeye çok üzülürüm. Daima düşünüp gezerim. Niye annelerimiz, kadınlarımız çocuklarına masal, bilmece, ninni söylemeyi unutmaktalar? Bu neyin sonucu? Bizim fikrimize göre, anneler ninni söylemeyi unutmamaları gerek. Bizim annelerimizin ninni söylemesini isteriz.” Diye üzüntüsünü belirtmeye çalışır yazar biz bu husus üzerine fazla durmadan Türkistan’daki Türk boylarında söylenen ninnilerden örnekler vermeye çalışalım:Özbekçe AslıAlla - ya, alla, canım balam-a, alla.
Uhla kozım alla - ya, şirin kızım alla.
Alla balam, uhlab kala-a alla,
Kuçağımda aram al, alla
Tağlardagi şunkarım - ey alla,
Beşikdagi koçkarım - ey alla.
Yigitlarnı sardarı bol, camma,
Yüragimnı madarı bol alla.
Ak uy - ala bargaklarda canıma,
Yanıb turgan grağınısan alla.Anadolu TürkçesiNinni, canım yavrum-a, ninni,
Uyu kuzum ninni, şirin kızım ninni.
Ninni yavrum, uyu kal ninni,
Kuçağımda huzur bul, ninni.
Dağlardeki yırtıcı kuşum - ey ninni,
Beşikteki koçum - ey ninni.
Yiğitlerin serdarı ol, canıma,
Yüreğimin kuvveti ol ninni.
Ak ev elâ dallarda canıma,
Yanıp duran çırağımsın ninni. D&#;nyanın Unuttuğu Memleket; Doğu T&#;rkistan.. Rahim Er Bizde "Doğu Türkistan" dense de resmi adı "Şarki Türkistan"dır. Şarki Türkistan, Asya’nın doğusunda Kazakistan'ın güneyinde ata yurdu bir ülke. Toprak genişliği olarak Türkiye'nin iki katından fazladır. Nüfusu 30 milyon civarında. Yurt dışındaki Uygurlarla beraber bunun milyonu bulması mümkün. Şundan dolayı kesin ifade kullanamıyoruz. Nüfus sayımı yapılmadığı gibi Çin burada nüfus kaydırmaları ve asimilasyon uygulamaktadır. Çin'e göre adı "Özerk Sincan Bölgesidir".

Türkistan eskiden yekpâre iken, Ruslar batı tarafını, Çinliler de doğu tarafını işgal ettiler. Lenin, batı Türkistanlı Müslüman kavimlere kendisine yardımcı olurlarsa devrimden sonra hürriyet vereceğini söyleyip onları yanına çekti. Fakat, Kızıl İhtilalden sonra Rus işgali aynen devam etti. Tâki SSCB yıkılana dek. Yıkılınca da Batı Türkistan, ayrı ayrı küçük devletler halinde istiklallerine kavuştular.

Şarki Türkistan'a gelince; hem imparatorluk, hem de Mao döneminde hep esaret altında kaldı. Mao'dan evvel bir ara Şehzade Abdülkerim Efendi'nin Şarki Türkistan’ın başına geçmesi mevzubahis oldu. Ancak şüpheli bir şekilde öldü. Buranın üzerinde emelleri olan Japonlar tarafından zehirlendiği beyan edildi.

Doğu Türkistan, çok zengin yer altı ve yer üstü kaynaklara sahiptir. Bu sebeple o da en azından komşusu Moğolistan kadar istiklale layık iken bundan mahrum bırakılıyor. Bir otonom idare hürriyetine de sahip değildir. Mao rejiminden yurdumuza sığınan Doğu Türkistan eski "Başvekil"i  merhum İsa Yusuf Alptekin'in ömrü Şarki Türkistanı anlatmakla geçti.

Kendimizi bildik bileli Uygur Türkleri, her türlü insani ve medeni haklardan mahrum bırakıldığına şahit olmaktayız. İnsafsız dünya, onları Çin'in insafına terk etmiş, yok saymakta. Uygurlar, işkencelerden işkence beğenmek zorunda kalmaktalar. Hakikaten anlamak zor. Porselen, çini, tezyinat gibi sanatlarda o kadar zevkli bu insanlar, sıra işkenceye gelince nasıl gaddarlaşabilmekteler?

Türkçedeki "uygar" kelimesi Uygur'dan gelir. Uygur Müslümanları, terbiyeli, görgülü, nazik insanlardır. Bir çok keşifte ilklere imza atmışlardır. Bugün Türk diyarı olup da İslam elifbasının kullanıldığı tek yerdir Şarki Türkistan'ın tamamı Hanefi Maturididir. Bu gelenekte isyan yoktur. Terör asla yoktur. Buna rağmen birazcık hürriyet isteyene Pekin, terörist muamelesi yapmaktadır.

Son senelerde Çin mezalimi yine arttı. Geçen ramazanda yaptıklarını bu defa daha da şiddetlendirdiler. Namaz yasak, oruç yasak, örtünme yasak. Karşı gelen yüz kadar Uygur şehid edildi. Bunlar ne ilk ne de son. Çünkü 30 milyonluk bir ülke, 1 buçuk milyarlık kıyas kabul etmez bir devâsâ kütlenin karşısında kimsesiz ve çâresizdir. İsrail, Filistinlilere ne kadar insani davranıyor, ne yapıyorsa Çin de Uygur Müslümanlarına aynısını yapmaktadır. İsrail, Amerikan vetolarıyla kınanamıyor. Çin'in kendisi zaten  BMGK daimi üyesi. Kazaen bile olsa aleyhine bir satır bir karar çıksa hemen veto etmektedir.

Aynı Çin şimdi, İblisi dahi hayrete düşürecek yeni oyunlar peşinde. Hatırlanacağı gibi İngilizler, I. Dünya Harbinde Hind Müslümanlarını "Halife, esir onu kurtarmaya gidiyoruz!" diye kandırarak Çanakkale’ye getirmiş ve Türklerle çarpıştırmaya başlamışlardı. Ne vakit ki Türk siperlerinde sabah ezanını duyunca yalanı anladılar. Çin de şimdi Doğu Türkistan'da benzer bir faaliyet içinde. Şehirli Uygulara "Batıya taşınacaksınız!" diyerek, köy ve kasabalarda olanlara da "size yeni bir vatan veriyoruz; orada dininizi, âdetlerinizi hür bir şekilde yaşarsınız!" diyerek insan tacirleriyle de iş birliği yapıp Suriye’ye götürerek Esat askerlerinin yanında Türkmenlere karşı mevzilendiriyorlarmış. Böylece Uygurlar, hiç fark etmeden soydaş ve dindaşlarıyla çarpışmaktalar.

Bunlar olurken ne BM, ne AK, ne AB, ne AP, ne AİHM, ne o ne işe yaradığı meçhul İİT'dan ve "ileri" ve "medeni" denen devletlerden tek kelime bile sözlü müdahale işitilmiyor.

Şarki Türkistan. Doğu Türkistan. Bu asırda korkunç Çin zulmü işkencesi altında hep batı emperyalizmden, batı sömürgeciliğinden bahsederiz. Bir kirli batı var Fakat en az onun kadar kirli bir de kirli doğu, Çin var. Uygurlar, Çin'in Kızılderilileri perişanlığına düşmeden Ankara, dünyayı ayağa kaldırmalıdır. 

Denecek ki "Ankara hangi birine yetişsin?" Doğru; ama, "Büyük Türkiye" olmak da bu demektir. Devleti yönetenler, Filistinli mazlumu da Urumçili mağduru da görecektir. Onların ve daha nice mağdur ve mazlumun başka sığınağı yok. Kazan’ın Son Şanlı M&#;dafaası Prof. Dr. Faruk S&#;mer Yaptığı zulümlerle “korkunç” lakabını kazanmış olan IV. İvan () başa geçer geçmez Kazan üzerine sefere çıktı ise de bir netice elde edemeden geri döndü. ’de büyük bir ordu ile yine Kazan’a hücum etti; fakat müthiş bir hezimete uğradı. Şâir Şerîfi’nin bir rapor halinde Zafer-nâme’de tesbit edip İstanbul’a gönderdiği bu zafer, Osmanlı başkentinde ve bütün Türk ülkelerinde sevinçle karşılandı. Ertesi sene IV. İvan daha kuvvetli bir ordu ile tekrar Kazan önüne gelip şehri her tarafından kuşattı. Kazanlılar için ölüm kalım mücadelesi başlamıştı. Bu öyle bir mücadele idi ki, nesillerden nesillere göz yaşları ile nakledilecek olan büyük kahramanlıklarla dolu bir vatan müdafaası idi. Bu şanlı müdafaayı yapanlar yalnız Kazanlılar olmamış, bütün Türk illerinden gelen gönüllüler de müdafaada yer almışlardır. Hele bunların içinde Çura ve Kolunçak adlı kahramanın destanı, bugün daha Kazakistan, Dobruca ve Eskişehir dolaylarında söylenir. Çura’nın karısı, Kolunçak’ın nişanlısı olan kızkardeşi, Kazan müdafaasına onlarla beraber gitmek isterler, istekleri reddedilince de; “Al götür beni kahraman, al götür,
Atının yelesine koyup, al götür:
Savaşta müşkül hale düşecek olursan,
Önünde sarı bataklıklara yolunu keserse,
Arkandan düşman taburları gelirse,
O vakit azkı canını kurtarmak için,
Allaha niyaz ederek beni kurban edersin” diye yalvarırlar. Bütün muhasara devamınca Kazan’ın fedakâr müdâfileri, gece baskınları yaparak Rusların kullandığı Alman toplarının bir kısmını ıslatılmış keçelerle tıkayarak, bazısını çivileyerek tesirsiz hâle getirmeye çalışmışlardır. Fakat, İvan’ın yanında çalışan İskoçyalı mühendis Butler’in Kazan’ın surları ve yolları altına barut fıçıları koydurarak surları uçurtması üzerine Ruslar, 2 Ekim ’de şehre girerek tüyler ürpertici katliâma girişmişlerdir. O devrin bütün kaynaklarında zikredilen bu katliâma dair, M. Khodıakov’un Kazan Hanlığı hakkında yazdığı eserden şu satırları nakille iktifâ edeceğiz: “Zaptedilen Kazanın yerli ahalisini korkunç suretle kesmek, Rus tarihinin en ağır yapraklarını teşkil etmektedir. İsa muhibbi muhariplerin Kazanlılara karşı olan Haçlı seferi, işte bu gibi hesapsız insan kurbanları salhanesiyle son ermiştir. Kıyılan canlardan, dökülen göz yaşlarından, çekilen felâketlerden başka 2 Ekim günü birkaç nesil tarafından biriktirilmiş olan maddî servetlerin, medenî-hayatî kıymetlerinden yok edilmesini de mucip olmuştur. Bunlar muhafaza edildiği yerlerden amansızca çıkarılıp kızılmış, bozulmuş ve yok edilmiştir. Epeyce bir maharet ve san’at eseri olan kıymetli şeyler, kuyumculuk eserleri, mensucat vs. hep tahrip edilmiştir. Halkın servetine öyle dehşetli bir darbe indirilmiştir ki, bundan sonra onların belini doğrultmak pek güç olmuştur. Büyük ve mamur bir şehir asker yağmasına kurban olmuştur.” Kazan’ın düşmesinden sonra, önünde hiçbir engel kalmayan Ruslar, sonlarına doğru Astrahan önlerine gelip şehri muhasara ettiler. Astrahan Kazan’a nisbetle daha zayıf olduğu için kısa zamanda Rusların eline düştü. Yukarıda kısaca izah edilen Rus mezalimi Astrahan’da da tekrar edildi.  &#;arlık Rusyası’nın M&#;sl&#;manları Hristiyanlaştırma Politikası Prof. Dr. Alaeddin Yal&#;ınkaya Batılılaştırma, modernleştirme, medenîleştirmenin Rusya’daki uygulama şekli Ortodokslaştırma, Ruslaştırma veya Hıristiyanlaştırmadır. Rusya'nın Türkistan'daki bu fonksiyonuna atıfta bulunan Avam Kamarası zabıtlarına muhtelif vesilelerle temas ettik. Bu ad altında genel olarak Müslüman toplulukların kendi inanç, ibâdet ve hayat tarzlarını değiştirmeleri yönündeki propaganda ve baskılara karşı koyma, bir adım sonrası, sömürgeci ülkelerin açık sömürülerine karşı koyabilecek inanç, irâde ve toplum dinamiğini canlı tutma gayretlerinin Oryantalist literatürdeki adının, genellikle bu ülke halkların' suçlar tarzda verildiğini belirtelim. Kazan ve Astrahan hanlığının alınmasından sonraki dönemlerde, Çarlık hükümeti Rusya'da Hıristiyan olmayan Türk beylerinin asâlet ünvanlarının kaldırılarak toprak ve  serf sahibi olamayacakları hakkında kararlar alınca bazı Türk ve Müslüman ileri gelenleri topraklarını ve imtiyazlarını, kaybetmemek için Hıristiyanlığı kabul ettiler çarlık Rusyası'nda Hırıstiyanlığı kabul eden Türk beyleri Rus prensleri gibi asâlet ünvanlarını, imtiyazlarını ve toprak mülkiyetini muhafaza edebiliyorlar ve her türlü devlet hizmetine girebiliyorlardı. Bu suretle Hıristiyan olan Türk beyleri dinleri ile birlikte milli ananelerini, âdetlerini ve örflerini unuttular. Çarlık devirlerinin son zamanlarına kadar menşe itibariyle Türk hanlarından ve beylerinden pek çok aile vardı. Volga havzasındaki Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma hareketi, en çok zengin, üst tabaka arasında etkisini göstermiştir. Daha sonra köylülere de yayılmakla beraber bunlar da fazla etkili olmamıştır. Ruslar netice elde ettikleri bu kişilere «Hıristiyanlaştırılmış Tatarlar» adını vermişlerdir. Ancak bunlar, dinleri değişmiş olmakla beraber yine de dillerine ve geleneklerine bağlı kalmışlar, gizli de olsa islâmiyete olan ilgilerini ve inançlarını muhafaza etmişlerdir. Çariçe II. Katherine 'de verdiği bir emirle Müslümanlara daha geniş haklar verilmesini emretti. Yeni camilerin inşası hızlandı ve yapılan reformlardan sonra mollalar yüksek eğitimlerini sadece Buhâra'da değil, İstanbul, Kahire ve Medine gibi yerlerde de görmeye başladılar. Rusların baskısı ile Hıristiyanlığı kabul etmiş gibi görünen Tatarların bir kısmı ihtilalinden sonra tekrar İslâmiyete dönmüşlerdir. yüzyıldan itibaren üç asır devam eden ve benzeri pek görülmeyen Tatarları Hıristiyanlaştırma politikasına karşı Tatarların direnişi, bazı yazarlara göre bir Tatar Rönesansı'nı çıkarmış ve aşağıda ele alacağımız Cedit hareketinin zeminini oluşturmuştur. İslami gelenekler, aile yapısı ile bir bütün olarak toplum düzeni, köklerini genellikle dinden almaktadır. Birçok geleneksel kurumlar İslâmileşmiştir. Bunlardan dolayı Ruslaştırma etkisini gösterememiş, İslami hayat aile içinde hayatiyetini devam ettirebilmiştir. Aileyi ise devlet kontrol altına alamamıştır. Bununla beraber, eğitim sistemindeki gücü ile, ailelerin çocuklarını kendi inanç ve gelenekleri doğrultusunda yetiştirmelerini önlemek için devlet her tedbiri almıştır. Rus İlminsky’nin T&#;rkleri Farklı bir Asimilasyon Metodu seafoodplus.info Alaeddin Yal&#;ınkaya Türkistan ve genel olarak Rusya’daki Türklerle ilgili, işgâl sonrası Rus politikasında en önemli isim, Nikolay İvanoviç İlminsky’dir (). Kazan dil akademisinde profesör olan İlminsky, Türklerin Kril alfabesi kullanmasını, Arap harflerini bırakmalarını ve Türkçe’deki Arapça, farsça kelimelerin öz Türkçe olanlarla değiştirilmesi gerektiği söylemiştir. Daha önce katı bir şekilde uygulanmak istenen kültürel Ruslaştırma politikası tepkilere sebep olmuş, Müslümanların daha şuurlu bir şekilde dinlerine ve kültürlerine sahip çıkmasına yol açmıştı. Bunun üzerine ’lerde İlminsky’nin olgunlaştırdığı yeni bir politika tatbikat sahasına konulmak istenmiştir. Bu politika yeni bir Tatar (Türk) aydını oluşturmayı hedefliyordu. Bunlar Ortodoksluğu kabul edecek, fakat Türkçe konuşup yazacaktı. Dinsiz Rus oluşturmaktansa, gayr-i Rus Ortodoks oluşturma projesi daha kabul edilebilirdi. bu politika ile kısa zamanda büyük başarı elde edildi. ile arasında yaklaşık Tatar Hıristiyan oldu. Bununla beraber proje bu yönüyle daha fazla ileriye gidemedi. Çünkü Rus kilisesi böyle bir projeye muhâlifti. Kısmî başarıya rağmen, kilise ancak bir Rus’un tam bir Ortodoks olabileceğini söylüyor ve kutsal törenlerin Tatarca olarak yapılmasının, hazmedilmesi zor bir uygulama olduğunu söylüyorlardı. İlminsky metodunun Çarklık döneminde uygulamaya konulan, fakat asıl Bolşevik ihtilâlinden sonra neticesi alınan tarafı, ayrı Türk boylarını millet haline getirme projesidir. Her Türk boyunun Türkçesi, tabiatıyla diğerleri ile az çok fonetik ve diğer özellikleri bakımından farklılıklar taşımaktaydı. Matbaa, gazete ve diğer toplu iletişim araçlarının olmadığı dönemde bu farklılıklar tabi sınırları içerisinde belli bir seviyeye kadar gelişmiş olmakla birlikte, Türkistan ve Rusya’daki Türklerin birbirlerini rahatlıkla anlayabilmesi bir yana, Balkanlardan giden bir Türk dahi Türkistan’ın her bölgesinde anlaşabilmekteydi. N. Devlet’in İhtilâli sonrası gelişmeleri hakkında tesbit ettiği aşağıdaki hususların başlangıcı işgâl sonrası dönemdir: “seafoodplus.info Türk boyu için ayrı fonetik ve orfografik özelliklere sahip alfabeler teşkil ederek Türk boylarını eski eserlerini okuma ve inceleme imkânından mahrum etmiş, onların birbirleriyle eskisi gibi rahatça anlaşmalarına set çekmiş oldu. Hatta birbiriyle tamamen kaynaşmış olan İdil-Ural bölgesinin sâkinleri Tatar ve Başkurt boyları hem siyâsî hem kültür yönünden parçalanmış, değişik alfabeler kullanma mecburiyetinde kalmışlardı. Çarlık devrinin, Gürcü, Ermeni gibi başka azınlıkların değil de, Türklerin soyadlarının sonuna Rus dilinin ses uyumuna, dilbilgisi kaidelerine uygun olarak takılan –ev, –ov, –ski, –n gibi hava verme eğilimi Sovyet devrinde de aynen muhafaza edilmişti. Bunun dışında Sovyet devrinde ana-babalar çocuklarına “enternasyolanalizm” adına yabancı, bilhassa Rusça adlar takmağa teşvik edilmişti.”  İlminsky ile başlayan süreç, bölgenin hâkim ırkı ve kültürünü temsil eden Türklere kendi dillerini, kültürlerini, tarihlerini unutturma yönündedir. Böyle bir metod, Rus işgâli ile Türk ve İslâm kültürünü ve toplumunu eritme süreci arasında önemli bir bağlantı vardır. Fergana Vilayeti Abdurreş&#;d İbr&#;h&#;m Bir zamanlar ilim ve irfan merkezi olan Fergana Vilayeti'ni ziyaret eden meşhur seyyah Abdurreşîd İbrâhîm ()’in, “Alem-i İslam” ismi ile neşredilen hatıralarında, Fergana'nın Rus işgali zamanındaki durumunu anlatan bir bölümü aşağıda sunuyoruz: … Semerkant’tan Fergana vilayetine doğru yola çıktım: Hokant, Namangan, Mergılan, Endicanı gezdim. Bunların hepsi önceden de bahsettiğim gibi iki belde ve mahalleden ibarettir: Rus mahallesi, Müslüman mahallesi. Hokant’ta nüfus doksan beş bin olup, bundan ancak üç bini Rus olduğu halde Rus mahallesi gayet muntazam, Müslüman mahallesi ise gezilecek/yürünecek bir halde değildir. Bütün Türkistan’da ilim hususunda Hokant ikinci derece bulunuyor. Birinci Buhara, ikinci Hokant. Burada Hanlar zamanından kalma gayet büyük medreseler görülür. Bunlardan başka nefis İslâm eserlerinin numunesi olarak “Hudâyâr Han Sarayı” adında yüksek bir saray vardır ki bugün asker kışlası yapılmıştır. Bu saray bundan otuz beş sene evvel bir İslâm padişahının saltanat sarayı olduğu halde, bugün Rus askerî kışlası olmuştur. Bundan kırk-elli sene evvel muazzez ve mükerrem olarak içi ve dışı ayetlerle bezenmiş bulunan bir İslâm sarayı, bugün lisân-ı hal ile feryat ediyor: “Rezil oldum, fısk ve fücur yeri oldum. Bundan kırk sene evvel içimde zikir, tesbih ve Kur’ân tilavet olunurken bugün türlü türlü fücur icra olunuyor, çirkin sözler söyleniyor. Ağza söven, ana-babaya küfreden sarhoşlara, edepsizlere mesken oldum…” diyor. Bu rezaletler her Hokantlının gözü önünde yapılıyor. Hokantlılar bugün kan ağlasalar azdır; fakat insan esarete çabuk alışırmış. Hokant’ta gayet âlim ve fâzıl adamlar var; edipler var; şairler var; fakat hamiyyet yok; gayret yok; himmet yok; kavmiyet yok; milliyet yok. İşte bunun için İslâm padişahının saray-ı hümayunu Rus askerine kışla olmuştur. Mergılan, Nemengan, Oş, Ços ve saire bütün Fergana beldelerinin halkı Özbek’tir; gayet sade ve kabiliyetli bir millet olduğu halde, cehalet hasebiyle esarete mahkûm olmuştur. Ben Fergana’dan tekrar Sirderya vilayetine, Taşkent’e döndüm, burada tekrar on beş gün kadar ikamet ettim; ardından Çimkent, Evliya Âta, Peşpak, Tokmak yolundan hayvan ile, kilometre mesafe katederek Yedisu vilayetinde Almaâtâ şehrine geldim. Asıl vatanım olan Târâ beldesinden buraya kadar katetmiş olduğum mesafenin toplamı kilometreye yakın bir mesafe olup; bunun kilometresi hayvan ile gidilir; geri kalanı hep demir yoludur. Buralarda oturan halkın büyük kısmı Müslümandır. Özellikle “Sirderya; Fergana, Semerkant vilayetleri tamamıyle Müslümandır”.Desek caizdir, fakat bu son senelerde Ruslar yerleştirilmeye başlamıştır. Özellikle bu senelerde iç Rusya’dan büyük miktarda göçmen Türkistan’a gelmektedir. Rusya’nın eskiden beri takip ettiği yol budur ki: Bir memleketi istimlak etmeyi murad edince, her şeyden evvel orasını Rus unsurlarıyla asimilasyon yapmaya (Ruslaştırmaya) çalışır. Bu sebebe mebni, Rusları Türkistan Yedisu vilayetlerine yerleştirmek için, hükümet milyonlar sarfeder. Fakat asimilasyonun olup olmayacağı (Ruslaştırmanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği) meselesi ağırdır. İç Rusya’da Ufa, Kazan, Nijni ve diğer vilayetlerin tümünde Tatarlar asırlarca Ruslar ile karışık, vilayetlerin çoğunda, Ruslar da çok olmakla beraber, Ruslaşmak şöyle dursun, gittikçe Tatarların milliyet ve taassubu kabarmış ve kabarmaktadır; hatta bir aralık Ruslar “Tatar” kelimesini gayet çirkin tabirler ile hakaret manasında kullanmışlar, bir aralık Tatar cahilleri arasında “Tatar” kelimesini “mecusî” manasında kullandırmışlar. Hatta biçare Tatarlar bu iltibası (karışıklığı) gidermek için, Mecusîlik’in hatıra gelmemesi için, “Tatar” yerine “Müslüman” derlermiş, günümüze kadar da Tatarlar, “Tatar lisanı” diyecekleri yerde, “Müslüman dili” derler. Bununla beraber, “Ruslaşmak (asimilasyon) eseri bugüne kadar gerçekleşmedi” diyebiliriz.  Amasya’dan-T&#;rkistan’a Bir Eserat Hatırası Metin Tekin Nuri, Amasya’nın Akyazı köyünde doğdu. Birinci Cihan Harbinde asker oldu. Savaş esnasında Ruslara esir düştü. Ruslar binlerce Türk esiri ile birlikte Nuri’yi de Sibirya’ya gönderdiler. Nuri, esir kampında çok sevildiği gibi kampın dışında tanıştığı birçok insan tarafından da sevilmiş. Özellikle bölgede bulunan Türkistanlı görevlileri tarafından. Bunlardan biri de, Nuri serbest kaldığında memleketine dönüyormuş, yol arkadaşı olmuşlar ve ciddi bir sıkıntı yaşamadan beraberce Sibirya’dan Özbekistan’ın Nemengan şehrine gelmişler. Oradaki Türklerle tanışmış. Nemenganlılar, Nuri’yi çok sevmişler.  “Kal, bizim çocuklara İstanbul Türkçesini öğret” demişler. Nuri o güzel insanların hatırlarını kırmamış; burada üç sene kalmış. O üç sene boyunca Türkçe öğretmenliği yapmış. Nemengan’da iken, Ege Bölgesinde Türk-Yunan savaşları yapılıyormuş. Nemenganlılar, yardım ekipleri kurmuşlar. Nuri de bu ekiplerin çalışmalarına katılmış. Nemengan’da Nuri’ye bir belge verilmiş. Bu belge, öğretmen olduğuna dair “Şahadetname”imiş. Belgenin aslı, oğlu Cemal Uludağ tarafından unutulmaz bir hatıra olarak saklanmaktadır. Nuri, Nemengan’dan ayrıldıktan sonra, Hazar Denizi sahiline geliyor. Gemi ile Bakü’ye geçiyor. Tiflis üzerinden Batum’a varıyor. Batum’dan, vapurla, Samsun’a varıyor; Samsun’dan da adım-adım Amasya’ya. Nuri'nin Amasya’ya geldiğinden köylüler haber almış. Karşılamaya çıkmışlar. Hayatta olduğundan emin olmadıkları Nuri’nin böyle birden gelişi, hem çok heyecanlandırmış, herkesi çok sevindirmiş. Nuri, bakmış karşılayanlar arasında simasını çıkardığı erkekler yok denecek kadar az. Yaşıtlarından, çocukluk arkadaşlarından ise, birkaç kişi var. On seneyi aşkın bir süreyi görmediği, koca bir delikanlı olmuş. Nuri, başında kalpağı, üzerinde Kafkas elbiseleri ile adeta, geldiği yerin adresini veriyordu. “Anlaşıldı, benim ilk önce uğramam gereken yer belli oldu” dedi. Ve kendisini karşılayan kalabalıktan ayrılarak, mezarlığa doğru yürüdü. Ne kadar hissettirmek istemese de ayakta durmakta zorlandığı belli oluyordu. Ağlayıp rahatlaması için peşinden varan olmadı. Nuri, mezarlıktan içeri girdi ve duvarının bir yerine yaslanarak, ellerini semaya doğru kaldırdı. Gözleri dolu dolu, orada ve yurdun her bir yerinde yatan, can ciğer yakınlarına, Fatihalar okudu, dualar etti. Sonra da, baba ocağının yolunu tuttu Nuri Uludağ’a Nemengan’da verilen muallimlik belgesinde şunlar yazılı:  
Can ve kan kardeşlerine fedakarca yaptığı hizmetlerinden dolayı “Nemangan Muallimler Cemiyeti” bu Efendiye (Alim zata) fevkalade teşekkür ve minnetlerini ifade eder. Sürekli gönüllerinden çıkarmayıp hatırda tutacaklarını beyan ederler. Türkün kudsi vazifesini elden bırakmayıp en iyi şekilde faaliyetlerinde devamı için sözümüz şudur: Sağolasın Nuri Efendi (Allah uzun ömürler versin)
Hem de bıkmadan-usanmadan halkını mutlu etmek için kudsi vazifesinde gösterdiği başarıdan dolayı Nemangan Maarif Cemiyeti işbu belgeyi Nuri Eyyubi Efendi’ye bir yadigar olmak üzere takdim eder.        Nemengan Muallimler CemiyetiİmzalarNemengan Muallimler Cemiyeti’nin Reisi: Muhammed MuradovFazlullah Muhammed Nasreddin KadiriGafur KasımNureddin KaşifOsman EkremMirza Nimet Ağabekov (Cemiyet Başkatibi)Bazı Eğitim Görevlileri: Hacı Gafur MirzaoğluÖksüzler Mektebi’nin Muallimi: Ridvan Semerkant Ve Timur Han’ın Kılıncı İrfan &#;lk&#;
Çok eski bir Arap atasözünde "Görmeden asla ölme!" denilen, Emir Timur'un büyük Çağatay imparatorluğunun başkentliğini yapmış Semerkant’ta, "Gur-u Emir" olarak bilinen hakanın görkemli türbesine giriyorum. Güneşli, sıcak bir gün. Semerkant baharda yazı yaşıyor. İri Semerkant gülleri hızla açıyorlar. Siyah başlı, kara gözlü bülbüller ağaçlarından inip tur atmaya çıkmışlar yollara. Şehir binbir gece masallarının gizemi içinde pazarları, meydanları, camileri ve altın kubbeleriyle güneşte pırıl pırıl Sanki semanın örtüsüyle kardeş o turkuaz çinilerle işlenmiş devasa türbenin önünde başörtülü bir kadın yolumu kesiyor: – "Nereden geliyorsunuz siz?""Türkiye'den."– "Alınız şunu." Elime tutuşturduğunun ne olduğunu bakmaya fırsat bile bulamadan Gur-u Emir’in kapısında kaynaşan kalabalığa karışıp kayboluyor gözden. Avucumu açtığımda verdiği şeyin küçük bir resim olduğunu görüyorum. Yıpranmış, buruşmuş. Belli ki tören sırasında yakaya takılmak üzere dağıtılan kızıl rozetlerin yerini almış kağıt rozetlerden biri. Üzerindeyse Emir Timur’un resmi var. İçeri pirince o kadını arıyor gözlerim. Ama ona benzeyen, rengarenk, ince kadife ve basmadan mahalli elbiseler giyen onlarcası var emirin türbesinde. Saygıyla dua ederek tavaf ediyorlar. Coppanlarıyla uzak köylerden, kasabalardan gelmiş sakallı Özbekler, öğrenciler Sanki türbe ziyaretinden çok savaşmaya hazırlanan bir ordunun askerlerini andırıyorlar. Timur'un eşleri, şehzadeleriyle birlikte büyük saygı beslediği hocasının ayakucuna gömülmüş ebedi uykusunu uyuduğu zemin katındaki, alçak tavanlı asıl mezar bölümünde mermer sandukaların başında hafızların okuduğu Kur'an duyuluyor. Kadınlı-erkekli küçük dua orduları emirlerinin ruhuna fatihalarla hediye gönderiyorlar. Babası da kendisi de Nakşibendiye tarikatından olan Timur'un türbesinde "Görmeyi bilen gözler için şu an Özbekistan'ın nabzı atıyor" diye düşünmeden edemiyorum. Sanki emir, buradan mezarından ülkesine, Orta Asya'ya yön veriyor. O yeryüzünü sarsmış müthiş tarihin mimarinin sırları hala aydınlanmamış iktidarının gölgesinde Özbekistan ve bütün Türkistan yeni bir hedef arıyor. Semerkant'ta Gur-u Emir'in bulunduğu meydan bizzat Cumhurbaşkanının sık sık şehre gelerek denetlediği çalışmalarla genişletilmiş. Çevresindeki, gereksiz binalar yıkılarak anıt-mezar beş yıl süren restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmalarıyla yeniden onarılarak ziyarete açılmış. Kendisi de Semerkantlı olan İslam Kerimov, kentin girişine Timur'un bağdaş kurmuş, elinde kılıç olan büyük, devasa bir tunç heykelini diktirmiş. Semerkant'a girerken dörtyol kavşağının ortasında onunla karşılaşıyorsunuz. Kılıncım bende uyandırdığı ilgi başka bir hikayeyi çağrıştırıyor. Taşkent' te bağımsızlık ilanının ilk yıllarında dinlediğim hikayeyi: Onu bana anlatan, Doğu'nun muammalarından birinden bahsedercesine "Eski efsaneler özellikle de kılıç efsanelerindeki tılsım bizde çok daha anlamlıdır" demişti: "Moskova’nın İvanovo semtinde, gözlerden uzak kalmış bir eski Sovyet müzesinde Taşkent'teki bir adamın hemen her gece düşlerine giren bir kılıç var. Kimi zaman hiç bir ziyaretçinin uğramadığı tenha müzenin salonlarından birinde cam muhafazalığı içinde fazla dikkat çekmeyen altından kılıcın sahibi Emir Timur'du. Bütün zamanların en büyük Türk hakanı Her savaşın da belinde taşıdığı, ön saflarda bizzat döğüşerek düşmanlarını öldürdüğü bu kılıca Özbekistan yeniden sahip olmak istiyor. Ancak Rus hükümeti nezdindeki girişimler şimdilik sonuçlanmadı. Özbekistan ülkesinde halk hatta yöneticiler arasında yaygın inanca göre, bu kılıcı burada kim yeniden kuşanırsa büyük hakana açılan doğu, batı, kuzey güney yolları onada açılacak. Şu kurduğumuz devlet Çağatay devletinin yüzyıllar sonra ilk varisi değil mi? Tam bilmiyorum ama Moskova'daki kılıç, Rus arkeologları onun Sermerkant’taki mezarını açıp ruhunu rahatsız ettikleri zaman diğer bazı eşyalarıyla birlikte Moskova'ya götürülmüş, bir daha geri verilmemiş." Ruslar, Moskova'yı tam bir yıl işgal altında tutan Emir Timur'un kılıcını İvanovo'daki müzede tutmakla onun saltanatının yeniden dirilişini önlemek istiyorlar herhalde diye düşünüyorum. Özbekler'deki inancı bildiklerinden kılıcı iade etmek işlerine gelmiyordur belki de. Geniş, uzun parkları, sarı yüzeyiyle çelişki oluşturan ağaçları, tek tük turist kafilelerini çekmeye başlayan yeni otelleriyle bir zamanlar "Cihanın merkezi" diye anılan Semerkant İslam'ın beş kutsal şehri arasında sayılıyor. Diğerleri Mekke, Medine, Şam ve Buhara Sonra akşam iniyor, usul bir rüzgar kuşların kubbelerin üzerinde attıkları turları yavaşlatıp, ağırlaştırıyor. Timur'un başkenti, gece ebedi yıldızların altında yeniden doğuyor. Anlatılmaz bir huzur, belki de herşeyden bir vazgeçiş anının büyüsünü yaşıyorum. İşte o zaman yıldızlara bakıyorum Registan meydanından geçerken. Burada onlar hem geçmişi hem de geleceği işaret edercesine bir başka parlıyorlar… S&#;zde Ulusalcıların Kırım ve Doğu T&#;rkistan’a Bakışı Y&#;cel Tanay
Bir Türk milliyetçisi olarak ulusalcı geçinen bazı sözde ulusalcıların, ulusalcılığı sadece Türkiye'yle sınırlıdır. Onların ulusalcılığı esaret altında yaşayan Türk yurtlarına kapalıdır. Onların acılarını duymazlar. Türk Milliyetçiğini, Marksizm, Maoizm kalıplarına sokamayız bu iki ideolojide Türk dünyasının en büyük düşmanlarındandır. Maoizm, Yeni Çin Milliyetçiliğinin Marksizm sosuna batırılmış halidir. 
Sözde ulusalcıların tutarsızlığına en iyi örneklerden biride Kırım Rus emperyalistleri tarafından işgalidir. Bugün bazı sözde ulusalcılar tarafından desteklenen Kırıma Rus milliyetçiliğinin müdahalesi özellikle, Putin’in ordusu uluslar arası hukuku hiçe sayarak ve Türk modernleşmesinin ve aydınlanmasının da ana rahimlerinden birisi olan ve çilekeş ahalisi Tatarlardan oluşan Kırım; Stalin sürgünlerinde kıyıma uğramış bir Türk yurdunu Ruslar işgal ediyormuş…Zerre kadar umurlarında değil! Olsa, olsa, yayılmacı Rusya'nın gönüllü 5. kolu olur bu sözde ulusalcılar. 
Sovyet Komünizmi döneminde Sovyetçiydiler, bugün Komünizm yıkıldı Putin adlı Rus milliyetçisi bir Çar var, yine Rusçular eski hastalık galiba, Çin kapitalist oldu. Çin'de kapitalizm, komünizm Çin Han milliyetçiliği karışımı Çin milliyetçisi bir yönetim var yine; ama bizim sözde ulusalcılar bugün Çin milliyetçisi oldular, yine Çin'i destekliyorlar. 
Çin ve Rusya komünizm döneminde kendi ırklarının milliyetçisiydiler, bizim ulusalcılar enternasyonalizm adı altında Çin ve Rus milliyetçisi. 
Türk milliyetçileri emperyalizmin her türlüsüne karşıdır. Emperyalizmin iyisi, kötüsü olmaz, emperyalizmin amacı sömürü ve kolonizasyondur. 
Türk Dünyasının tarihi iki düşmanı vardır. Çin ve Rusya; dün öyleydi, bugün de öyle değişen bir şey yok. 
Evet, Amerika Çin’e karşı Doğu Türkistan ve Tibet kartlarını kullanabilir. Fakat bu Doğu Türkistan'ın Çinin işgali altında Çin sömürgesi bir Türk yurdu olduğu; Çin emperyalizmin bağımsızlık mücadelesi verdiği gerçeğini değiştirmez. 
Bir Türk, Doğu Türkistan için Çince "Xiang"(Yeni kazanılmış toprak, sömürge) ismini kullanırsa onun Türklüğünden şüphe etmek gerekir. O … ulusalcı, Kemalist değil Çincidir. Doğu Türkistan bağımsızlık hareketiyle, Türkiye'deki Kürtçü ayrılıkçı hareket arasında bağlantı kurmak isteyen sahte ulusalcılar şunu unutmasınlar, Çin sömürgeciliğinin yıldan fazla tarihi geçmişe sahip olan dünya kültür mirasında yer alan tarihi Türk şehri Kaşgar'ı neden yıkıp han Çinli göçmenlerle meskûn yeni bir Kaşgar şehri inşa etmek istemektedir? 
Bugün Doğu Türkistan'ın birçok şehrinde üniversitelerde Uygur Türkçesiyle eğitime son verilmiştir, Eğitim tamamen Uygur gençlerini asimile etmek için Çince yapılmaktadır. Hani sahte ulusalcıların Öve öve bitiremedikleri azınlıklara kendi dillerinde eğitim hakkı ve kültürel özerklik vardı.. Türkiye'de Ulusalcıların bir kısmı Ruslar ve Çinlilerle Avrasya birliği savunuyorlar fikirleri o kadar çelişkilerle doludur ki. 
Rusya'yla Avrasya birliğini savunurken Ermenistan'ı destekleyen en büyük gücün Rusya olduğunu Karabağ'da, Hocali'de, Şuşa'da Azerbaycan Türklerini katleden Rus mekanize tugayının askerlerinin, Rus askeri oldukları bilmeyecek kadar ahmaklar mı..? Yoksa Ermenistan'ı Türk toprakları üzerinde kurdurtan gücün Rusya olduğunu bilmiyorlar mı? 
Bugün kadim Türk yurdu Kırımı işgal eden ve Tatarlara soykırım ve sürgün politikası uygulayan Rusya değil midir, Kırıma Rus göçmeni yerleştirerek demografik yapısını; Ruslar lehine değiştiren güç hangisidir acaba? 
Ya Çin! Doğu Türkistan'ı işgal edip ismini ve demografik yapısını değiştirerek kadim Türk yurdu Doğu Türkistan'ı sömürgeleştiren güç 
İster Türk milliyetçisi diyelim, ister ulusalcı, Türk Dünyasının bağımsızlık hareketine Türk bakış açısıyla bakmalıyız. Çin'in Rus'un bakış açısıyla Türk dünyasına bakanlar, Çin ve Rus Emperyalizminin gönüllü ajanlarıdır. 
Kaynak: Doğu Türkistan'ın Sesi
Abs&#;rd Bir Tutsaklık Hik&#;yesi ve Kan Ağlayan &#;lke: Doğu T&#;rkistan Fuat Uğur

P

atricio Henriquez çektiği belgesellerle tanınmış bir yönetmen. Doğma büyüme Şilili ama Pinochet rejiminden kaçtığından bu yana Kanada’da yaşıyor.

Halil Mahmut, Abu Bekir ve Ahmet Abdulahat

Onlar Çin’in Sincan-Uygur bölgesinden üç genç adam.

Ruşen Abbas; Amerikalı ama O da Uygur kökenli bir iş kadını.

Hepsinin de yolu Guantanamo’da kesişti.

Çok acayip bir hikâyenin sonucunda tutuklanarak Guantanamo’ya getirilen bu üç genç, Şilili Patricio Henriquez’in “Uyghurs: Prisoners of Absurd” (Uygurlar: Saçma Bir Tutsaklık) adlı son belgeselinin kahramanları oldular.

Henriquez adaletsizliğin dünya üzerindeki hâkimiyetine dikkat çeken güçlü bir belgesele imza attı.

Halil Mahmut, Abu Bekir ve Ahmet Abdulahat’in hikâyesi Çin’in egemenliği altındaki Doğu Türkistan’da yılında yaşanan halk ayaklanmasından sonra başladı. Çin mezaliminden rejiminden kaçarak aileleriyle beraber Afganistan’a sığındılar. Ancak bu üç gencin hayatı 11 Eylül sonrasında, Amerika’nın Afganistan’ı işgali ile birlikte hiç beklemedikleri bir şekilde değişti. Tamamen saçma sapan bir çatışmanın ortasında kendilerini bulmuşlardı ve hiçbir yere ait olmadıkları halde “El Kaide bağlantılı savaşçılar” denilerek Amerikalılara satılmışlardı. Çünkü Amerika’ya 11 Eylül’ün “sorumlusu” gerekiyordu. Üç genç kendilerini Guantanamo’da bulduklarında her seferinde suçsuzluklarını haykırdılar. Ama hayat bu kez karşılarına Ruşen Abbas adlı Uygur kökenli, Amerikalı bir iş kadınını çıkardı. İtibarlı bir girişimci olan olan Ruşen Abbas Amerikan ordusundan gelen sürpriz teklif üzerine bu genç adamların çevirmeni olmayı kabul etti.

Ruşen Abbas önceleri El Kaide bağlantıları olduğuna inandığı bu üç Uygur mahkûma mesafeli davrandı. Ancak hukuksal süreç işlemeye ve hikâyelerini dinlemeye başladığında büyük bir haksızlığa ve kumpasa maruz kaldıklarını düşünerek insan hakları örgütlerini bu durumdan haberdar etti.

İnsan hakları kuruluşlarının devreye girmesinden sonra Patricio Henriquez, Ruşen Abbas’ı tanıdı. Ondan hikâyeyi dinledikçe çok etkilendi ve belgesel fikri böylece ortaya çıktı.

Üç Uygur genç, altı yıl sonra suçsuzlukları kanıtlanmış olarak serbest kaldı ama uzun süre Guantanamo’dan ayrılamadılar. Çünkü Amerika dâhil hiçbir ülke suçsuz yere hayatları çalınmış bu insanları kabul etmek istemiyordu. Sebep ekonomik ve askeri olarak dünyanın süper güçlerinden biri haline gelen Çin ile ilişkilerini bozmak istememeleriydi. Sonunda iki ülke; Bermuda ve Arnavutluk onları kabul etti.

Ruşen Abbas geçen hafta ATV’deki Avrupa’da Gündem programında konuğumdu ve bu belgeselin gerçekleşme sürecini tüm çarpıcı detaylarıyla anlattı.

Bu belgeselin Çin’in baskısı altında eziyet gören Uygurların da sesini duyurması için bir fırsat olduğunu söylüyor Ruşen Abbas. Çünkü Çin rejiminin Uygurlar üzerindeki baskısına, asimilasyon politikalarına, en ufak bir itiraza kanlı katliamlarla karşılık vermelerine tüm dünya gözlerini ve kulaklarını kapattı.

Çünkü bu dünyada acılar bile parsellendi. Hepsinin marka değeri, uluslararası farkındalıkları var.

Bir Batılı kaç Afrikalı, kaç Ortadoğulu ya da uzakdoğulu eder öğreniyoruz hep birlikte.
Uygurlar da bu standartlar ve çıkarlar dünyasının kurbanı.

Geçen hafta Kayseri’de düzenlenen bir mitingde gördüğüm pankarttaki  “Doğu Türkistan kan ağlıyor, haberin var mı?” sözlerinin etkisi altındayım kaç gündür. Doğu Türkistan, Çin işgali altındaki Sincan-Uygur bölgesinin işgal öncesindeki adı.

Evet kan ağlıyor Doğu Türkistan.

’dan itibaren komünistleri iktidara gelmesiyle birlikte Sincan-Uygur bölgesinde milyonlarca insan katledildi. ’da etnik çatışma süsü verilerek binlerce Uygur’un canına kıyıldı. Cezaevlerinde 20 binden fazla Uygurun tutuklu olduğu bildiriliyor. İlham Tohti adlı bir profesör bölücülük suçlamasıyla ömür boyu hapse mahkûm oldu. 1 Ocak ’den itibaren oruç da namaz da yasak. Halk bir köyden diğerine gitmek için bile resmi kurumlardan “güvenlik belgesi” almak zorunda. Okullarda Uygurca da yasaklandı artık.
Evet, kan ağlıyor Doğu Türkistan.
Prof. Dr. Zeki Velidi Togan'ın Babası Rus Ordusunda Nasıl &#;avuş Oldu? Prof. Dr. Zeki Velidi Togan Aslen Başkurdistanlı olan meşhur Türk tarih profesörü Zeki Velidi Togan, babasının Rusça'yı neden oğluna öğretmek istediğini hatıralarında şöyle dile getiriyor: Ben daha altı-yedi yaşlarında Arapça ve Farsça ile birlikte Rusça öğrenmeye başladım. Bu üç dili bu kadar erken öğrenmem hayatımda bana çok vakit kazandırdı. Bana büyüdükten sonra, vaktimi bu dilleri öğrenmekle uğraşmak yerine, başka mevzularla uğraşmak imkanını bahşetti. Neden Rusçaya bu kadar erken başladım? Bunun sebebi var. Babam askerlikte Rusça bilmediğinden çok çekmiş ve oğlu olursa, ona her şeyden evvel Rusça öğrettireceğine karar vermişti. Babam bunu şöyle anlatırdı: Müslümanlıkta "ihtilâm" vaki olursa boy abdesti "gusül" alınır; babamın başına da askerlikte bu hal gelmiş. Fakat geceleyin "gusül" yaparken nöbetçi subay tarafından yakalanmış. Askerî doktorun talebi üzerine, bölük kumandanı olan subay babamı hapsetmiş ve saatlerce kum torbası altında bulundurmak suretiyle cezalandırmış. Babam, üzerindeki kum torbasının acısına dayanamayarak ah çekerken, Dağıstanlıların Rus ordusu mensubu olan ve "Şamhal" denilen beyleri kalın üniformaları ile babamın yanından geçerken; - "Bu nedir?" diye genç Rus subayından sorar. Kumandan da hâdiseyi anlatır. Şamhal da kumandana: - "O halde bu er cezasını benim yanımda çeksin" diye kendi kıt'asına götürür. Rusça bilmeyen babam onunla Arapça konuşunca Şamhal çok memnun kalmış ve ceza müddeti geçip babamı bölüğüne iade ederken Rus kumandanına; - "Bu iyi gençtir, sen bunu çavuş yap" der, böylece babam çavuş olur, ama Rusça bilmediğinden bu çavuşluk ona çok ağır gelir, çok dayak yer. Asya'nın Kalbi Doğu T&#;rkistan H&#;seyin &#;zt&#;rk Türk tarihinin başlangıç noktası ve Uygur Türklerinin öz vatanı olan Doğu Türkistan’a, “Asya’nın Kalbi” denilir. “Asya’nın Kalbi” kuzeyde Rusya; batıda Batı Türkistan’ı teşkil eden,Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan; güneyde Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Tibet; doğuda Çin ve İç Moğolistan eyaletleri ile kuzey-doğuda Moğolistan ile çevrilidir.  Yaklaşık 40 milyon Uygur Türk’ünün yaşadığı ve kilometrekare yüzölçüme sahip olan Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’dir. Diğer şehirleri de Kaşgar, Aksu, Hoten, Sayram, Turfan, Urumçi (Beşbalık),Kumul (Hami), Yarkent, Gulca’dır. Doğu Türkistan, Dede Korkut masallarının dile geldiği, Kutadgu BiligDivan-ı Lügâti’t-Türk ve Atabetü’l Hakayık’ın yazıldığı coğrafyadır.  Doğu Türkistan adı Çin-Mançu istilasından sonra yılında Şin-ciang (yeni toprak) bizdeki deyişiyle “Sincan” olarak değiştirilir. yılında Mao önderliğinde komünistlerin Çin’in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar geçmişe göre daha da artarak; “din ve dil soykırımı” şiddetli şekilde sürer. Katledilen Müslüman sayısı korkunç boyutlara ulaşır. yılları arasında; 2 milyon bin. arasında; 3 milyon bin. yılları arasında; 6 milyon bin.  yılları arasında; 13 milyon bin kişi, Çin ordusu tarafından katledilir, bir kısmı da rejimin doğurduğu “kıtlık” sonucu dünyanın haberi olmadan ölüme terk edilir. Maocular bununla yetinmezler, yılları arasında uyguladıkları“kültür devrimi” (!)adı altında, camileri yıkarlar, ibadetleri yasaklarlar, Kur’an kurslarını kapatırlar ve bölgeye yerleştirilen Çinlilere, Müslümanları sürekli taciz ettirirler. Doğu Türkistan’da otuz yılda dört defa alfabe değiştirilir. Kültür devrimine rağmen Çin alfabesine hiç dokunulmazken, Uygur alfabesi İslam harflerinden “Kirilce’ye” çevrilir. Bu alfabe bir müddet kullanıldıktan sonra Latin harflerine geçilir. Bu sefer Türkiye ile irtibat kuruluyor diye tekrar İslam harflerine dönülür. Düşünsenize bizim alfabemizle bir kere oynandı, şarapnel yemiş adam halinden hâlâ çıkamadık. Kim bilir Uygurların hali nicedir. Harf imhasıyla birlikte Doğu Türkistan’ı Çinli sürüsü basar. yılında bölgede %75 Müslüman, %6 Çinli yaşarken, bu oran yılında %53 Müslüman, %40 Çinli olur. yılına gelindiğinde ise Doğu Türkistan’ın nüfusu, %40 Müslüman, %53 Çinli’dir. Bu da yetmez, Çin yönetimi nükleer denemelerini Doğu Türkistan’da yapar. İlk olarak 16 Ekim tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden, bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanır ve 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Müslüman sayısının bini bulduğu, binlerce insanın sakat kalması veya kansere yakalanması, Doğu Türkistan’ın başka bir dramdır. Bugün de durum geçmişten farklı değildir. Doğu Türkistan’ı yalnız bırakmamalıyız. D&#;nya Sussa, Biz Susmayalım Batuhan &#;olak Mo­dern­le­şen bir dün­ya var­mı­ş… O dün­ya­nın in­san­la­rı, de­mok­ra­siy­le yö­ne­ti­lip, sağ­lık­lı bir ha­yat sü­rü­yor, bir­bir­le­ri­ni da­ha çok se­vi­yor­lar­mı­ş… Kü­re­sel güç­ler, kü­re­sel eko­no­mi­nin ak­tör­le­ri böy­le söy­lü­yor­la­r…­Da­ha çok yi­ye­lim, da­ha çok tü­ke­te­lim di­ye­… Te­le­viz­yon­lar­da çi­zi­len mut­lu ai­le tab­lo­la­rı, gü­len, tü­ke­ten ve tü­ke­nen in­san­la­r… Bu “su­ni mo­dern­leş­me­”nin ay­nı an­da yüz bin­ler­ce in­sa­nı öl­dü­ren si­lah tek­no­lo­ji­si ge­liş­tir­me­si, pet­rol ih­ti­ya­cı için be­bek­le­ri bi­le bom­ba­la­ya­cak ka­dar acı­ma­sız­laş­ma­sı ise kim­se ta­ra­fın­dan gö­rül­mü­yor, gö­rül­mek is­ten­mi­yor. Üç may­mu­nu oy­na­yan yön­len­di­ri­ci güç­le­rin ref­leks­le­ri bi­rey­le­re de yan­sı­mış du­rum­da.  Eğer pat­la­ma­lar­da ölen, ya­ra­la­nan var­sa, mi­de­miz bu­lan­ma­sın di­ye san­sür­lü­yor, gör­mez­den ge­li­yo­ruz. Ha­ber bül­ten­le­rin­de ver­mi­yor, pa­pa­ğan gi­bi ay­nı me­tin­le­ri tek­rar­la­yan­la­rın kav­ga­la­rıy­la gün­le­ri­mi­zi tü­ke­ti­yo­ruz. Son­ra­sın­da ra­hat­la­yan vic­dan­la­rı­mız­la uyu­yor, uyu­yor ve uyu­yo­ruz. An­cak ba­zı­la­rı­mız bu ka­dar ra­hat, bu den­li uy­ku­da de­ğil, uyu­ya­mı­yor, ra­hat­la­ya­mı­yor ve tü­ke­te­mi­yor! Sun’i gör­sel­le­rin esi­ri ol­mu­yor, yüz­le­ri gü­le­mi­yo­r… Yi­ne o ba­zı­la­rı­mız; Su­ri­ye­li ço­cu­ğun oto­büs eg­zo­zun­da eli­ni ısıt­ma ça­ba­sı­na üzü­lür­ken, Do­ğu Tür­kis­ta­n’­da­ki Çin zul­mü­ne kah­ro­lu­yor. Se­be­bi­miz ba­sit, ru­hu­muz acı­yor, vic­da­nı­mız el ver­mi­yor. On­lar, Müs­lü­man ol­duk­la­rı için iba­det et­me­le­ri­ne izin ve­ril­me­yen­le­r… On­lar, Türk ol­duk­la­rı için asi­mi­le edi­len, dö­vü­len, öl­dü­rü­len ay­nı so­yun ço­cuk­la­rı­… Biz on­la­ra Uy­gur Türk­le­ri di­yo­ru­z… İyi­yi ve gü­ze­li gös­te­ren TV’­le­rin, ga­ze­te­le­rin gör­me­di­ği bir dram ya­şı­yor­la­r…­ Hem de yıl­lar­dı­r… Ra­ma­zan­da oruç tu­tan­lar so­kak or­ta­sın­da dö­vü­lü­yor, ai­le­le­ri­ni Çin Hü­kü­me­ti­’nin su­bay­la­rın­dan ko­ru­yan, kol­la­yan ba­ba­lar kur­şu­na di­zi­li­yor, öl­dü­rü­lü­yor, şe­hit edi­li­yor. Böl­ge­den gö­rün­tü­ler ge­le­mi­yor, böl­ge­ye ulus­lar ara­sı tem­sil­ci­ler, göz­lem­ci­ler, ba­sın men­sup­la­rı gi­re­mi­yor.  Bil­gi akı­şı ta­ma­men tek ta­raf­lı, acı­ma­sız bir kit­le ile­ti­şim yö­ne­ti­mi var. Böy­le­si bir tab­lo­da ne­fes al­mak için bi­le bü­yük bir ça­ba ge­re­ki­yor. Do­ğu Tür­kis­ta­n’­ın çe­kik göz­lü öz be öz Müs­lü­man Türk ço­cuk­la­rı. Ar­tık da­ya­na­cak ta­kat­le­ri, güç­le­ri kal­ma­dı­… Bin­ler­ce yıl­dır ya­şa­dık­la­rı top­rak­lar­dan “en azın­dan di­ni­mi­zi ya­şa­rı­z” di­ye­rek kaç­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar, esir düş­mek, hat­ta öl­mek pa­ha­sı­na­… Ku­cak­la­rın­da ço­cuk­la­rıy­la, ka­dın­la­rı, yaş­lı­la­rı, genç­le­riy­le­… San­ki Kur­tu­luş Sa­va­şı­’n­da cı­lız be­den­le­riy­le çır­pı­nan, sa­va­şan Ana­do­lu in­sa­nı gi­bi­… En bü­yük si­lah­la­rı umut­la­rı­… Ha­yal­le­ri ise Tür­ki­ye­… Evet, Do­ğu Tür­kis­ta­n’­da­ki me­za­lim­den Tür­ki­ye­’ye kaç­mak için yo­la çı­kan Uy­gur Tür­kün­den bah­se­di­yo­ru­z…­Ha­ni Tay­lan­d’­da esir tu­tu­lan, ka­fes­le­re ko­nu­lan Türk­le­r… Sa­yı­la­rı ye­ni do­ğan ço­cuk­la­rıy­la bir­lik­te art­mış du­rum­da ve Tür­ki­ye­’ye ge­ti­ril­me­le­ri bek­le­ni­yor­duBir in­sa­nın ha­ya­tı bo­yun­ca unu­ta­ma­ya­ca­ğı gün­ler ge­çir­di­ler ve ge­çi­ri­yor­la­r…­Ba­zı­la­rı ise ha­ya­tı­nı kay­bet­ti.  Umut­la­rı ar­tık yok. Tür­ki­ye­’ye gön­de­ril­me­le­ri bek­le­nir­ken, Çi­n’­e ia­de edil­me­le­ri­ne ka­rar ve­ril­di. Bu ka­rar şu an­la­ma ge­li­yo­r…­ Çin Hü­kü­me­ti eğer is­ter­se “te­rör ör­gü­tü üye­si­” di­ye bu in­san­la­rı idam ede­bi­lir ya da ne­re­den gel­di­ği bel­li ol­ma­yan kur­şun­lar­la dö­nüş yo­lun­da şe­hit ede­bi­li­r… Ar­tık sus­ma­ya­lım, tek umut­la­rı Ana­do­lu top­rak­la­rı olan bu in­sa­nı, Müs­lü­man kar­de­şi­mi­zi, soy­da­şı­mı­zı sa­hip­siz bı­rak­ma­ya­lım.  Gün­lük po­li­tik he­sap­lar­la, ida­rey­le, den­ge po­li­ti­ka­sıy­la ra­hat­la­ya­cak­sa vic­da­nı­mız üç may­mu­nu oy­na­ma­ya de­vam ede­lim. Hiç­bir den­ge, hiç­bir ya­şam­dan üs­tün de­ğil­dir. İn­san hayatı ön­ce­lik­li­dir di­yen mo­dern dün­ya sus­sun, biz sus­ma­ya­lım. Gü­zel Tür­kis­tan sen­ge ne bol­du
Se­bep va­kit­siz gül­ler­ning sol­du
Çe­men­ler ber­bad kuş­lar her fer­yad
Hem­me­si mah­sun bol­maz mı dil şad
B&#;y&#;k T&#;rk Devlet Adamı Sultan Sencer ve Sel&#;uklular Necdet Bayraktaroğlu Selçuklular, İslam dünyasının çoğuna ve fethettikleri Anadolu’ya sahip olduktan sonra güçlü bir siyasi birlik oluşturarak, hâkimiyetlerindeki topraklarda yaptırdıkları camiler, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, zaviyeler, kervansaraylar ile buralara ve mensuplarına yapılan vakıflar sayesinde bir ilim ve kültür ordusu yetiştirerek, askeri ve siyasi güçlerini artırmışlardır. Bir taraftan bu medreseler vasıtasıyla ilmi ve âlimi koruyarak yükseltmiş, bir taraftan da yetiştirdiği irfan ordusunu da İslam dünyasına, Anadolu’ya göndermiştir. Selçuklu Sultanları, Hatunları, Melikleri ve Beyleri âlimlere, din adamlarına, şair ve sanatkârlara çok büyük ilgi gösterirlerdi. Onlar için kurdukları müesseseler ve yaptıkları ihsan ve yardımlar o kadar fazla idi ki hayrete düşürecek kadardı. Âlimler ve din adamları karşısındaki tevazuları ve saygıları çok yüksek derecede idi. Fethettikleri yerlere girdiklerinde ilk işleri âlimleri ve din adamlarını ziyaret eder veya kabul ederlerdi. Âlim, riyaziyeci, tabip, sanatkâr, edip ve şairlerin çoğu Selçuklu saraylarında bulunmuş, himaye görmüş, kurulan vakıf ve medreseler de yetişmelerine yardımcı olunulmuştur. Selçukluların ilmi, dini ve hayri yaptırdıkları müesseseler, İslam ve Türk dünyasında destan olmuştur. Âlimlere, vaizlere, şairlere, sanatkârlara hilatlar (süslü kaftan) giydirilir, hediyeler verilir, görülmemiş ayin ve şenlikler yaptırırlardı.  Sultan Sencer’in sarayı ve çevresi âlim, din adamı, edip, şair, tabip ve filozoflarla dolu idi. “Bunlara bir defa beş gün zarfında onlara yaptığı ihsanlar yedi yüz bin dinar nakit, bin atlas elbise, pek çok at ve sair kıymetli eşya olup kendisinin ve devletinin haşmeti ile münasipti. Hazinedarı kendisine hazinenin boşalacağından bahsettiği zaman tekrarbenim hakkımda mala meyletti denilmesi çirkin olur; bu atlas elbiseleri de emirlere dağıt’ cevabını verdi.”[1] Medeniyet tarihinde ilk defa Selçuklular devrinde ilim ve tahsil, bu derece önem görmüş, himaye edilmiş, yayılmıştır. İslam dünyasının ve Anadolu’nun her tarafı cami, medrese, kütüphane, tıp merkezi, hastane, imaret, zaviye ve kervansaraylarla doldurulmuş, bunların korunması ve yaşaması, devam etmesi içinde vakıflar kurmuşlardır. “Filhakika bir ilim ocağı olarak medreselerin devlet eli ile teşkilatlanması, tahsilin vakıf sureti ile meccani olması ve İslam dünyasına yayılması Selçukluların eseridir.” [2] Sultan Sencer’in uzun süren saltanatında pek çok âlim ve din adamı, edip, şair, tabip, sanatkâr yetişmiştir. Sencer, Sultan Melikşah’ın oğlu olup yılında Sincar’da doğmuştur. Küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim ve terbiye almış, devlet idaresini öğrenmiştir. Devlet idaresinde bulunarak fetihlerde başarı göstermiş, isyanları bastırmıştır. ’da Selçuklu Sultanı olup birçok fetihler yaptı, zaferler kazandı. Gazne, Irak, Azerbaycan, İran, Harez, Afganistan ve Kaşgar üzerinde hâkimiyetini kurdu. Saltanatı döneminde devlet düzenini yeniden tanzim etti ve kendisine Sultan-ül Azam unvanı verildi. Sultan Sencer din adamlarına, âlimlere, şairlere, sanatkârlara çok önem verirdi. Sarayında eksik etmezdi. Allah dostlarının yanında bulunmasından hoşlanırdı. Onların nasihatlerine çok önem verir, can kulağıyla dinlerdi. Hata yaptığında uyarılmasını ister, kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler, adaleti yerine getirirdi. Sultan Sencer zamanında sultanın desteği ve teşvikiyle Horasan, bütün İslam âlemine, Anadolu’ya din ve ilim adamı gönderen bir merkez olmuştu. Daha hayatta iken yaptırdığı türbesi, devrinin medeniyeti hakkında fikir veren şaheser bir sanat eseridir yaşında 29 Nisan yılında vefat etti ve Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi. Sultan Sencer devrinin en büyük âlimi, şöhreti günümüze kadar devam eden İmam-ı Gazzali hazretleridir. İmam-ı Gazali hazretleri (H. ) yılında Horasan’ın Tus şehrinde doğdu, 55 yaşında vefat etti. O kadar çok kitap yazdı ki, ömrüne bölünce her güne 18 sayfa düşmektedir
[1] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, , s [2] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, , s Mazlum Doğu T&#;rkistan H&#;seyin &#;zt&#;rk Bu bir soykırımdır, binlerce Uygur Türküne vatandaşlık vererek idamlardan kurtardık. Medeniyetimizin ve inancımızın kökü nerelere kadar uzanıyorsa oralarla ilgilenmek bizim vazifemizdir.” R. Tayyip Erdoğan/Cumhurbaşkanı. “Ben Çinlilerin altın, gümüş, ipekleri, tatlı sözleri ve diğer değerli hediyelerine aldanmadım. Biz; birçok Türklerin onlara aldanıp, yok olup gittiklerini ve kulluğa maruz kaldıklarını hiç unutmadık. Ben Allah’ın yardımına sığındım ve ben Türklerin hakanıyım.” Bilge Hakan. “Çinliler dünyanın en tehlikeli milletidir, acıma nedir bilmezler.” Doğu Türkistan davasının liderlerinden merhum İsa Yusuf Alptekin. Evet, ana yurdumuz Orta Asya’nın ortasında, Müslüman bir toplum, dünya Müslümanlarının gözleri önünde seyredile seyredile Çin zulmü altında inim inim inliyor. Türkiye dışında, Türkiye’de de hükümet dışında, İslam dünyası ve insanlık dünyası ise seyrediyor. İşin garibi Doğu Türkistan’ın yanındaki Müslüman ülkeler de seyrediyor. Gerçi onlar da Rus zulmünden ve kısmen Çin zulmünden kurtulalı şurada 25 yıl oldu. Kendilerini ancak toparlıyorlar ama yine de bu kadar sessiz kalmaları düşündürücüdür. Soykırımın ne demek olduğunu, yer kürede Müslüman ülkelerin hepsi bir şekilde yaşamıştır ve iyi bilir. İnsanlık tarihi boyunca Müslümanlardan başka soykırıma uğramış başka milletler yoktur. Filistin, Suriye, Myanmar, Arakan, bir dönem Balkanlar, halen Afrika’nın önemli bir kısmı, yıllardır soykırım yaşamaktadır. Nasıl bir anlayış ve inançtır ki, soykırım yapanların yandaşları kadar, soykırıma uğrayanların yandaşları seslerini çıkaramıyorlar. Dünya liderleri arasında Çin zulmüne “soykırım” diyen tek lider Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Allah ondan razı olsun. Üstelik bu soykırım dün değil, yıllardır en akıl almaz bir şekilde devam ediyor. Biz Müslümanların bir gariplikleri de şu; Efendimiz (aleyhisselam) ve  Sahabelerden sonra İslam’ı yayan tüccarlar ile büyük İslam âlimleri ve tarikat önderleri bu coğrafyadan çıkmıştır. Bunların hiç mi hatırı yok, bu mübarek âlimler hatırına da mı sesimiz, soluğumuz çıkmaz. Tuzu kuru ehli dünyalar gibi “haa, hiii, hooo” diyerek,“anı kurtarma” kurnazlığından ne zaman kurtulacağız. “Asırlardır İslam toprağı olan Doğu Türkistan; Karahanlıların, Gaznelilerin, Selçukluların, Bâbürşâhîlerin idaresi altında mesut devirler yaşayan bir güzel diyardır. İşte bu İslam coğrafyasının sahibi masum Doğu Türkistanlılar, Çin soykırımının altında bağımsızlık sevdasıyla yanıp tutuşmakta, İslâm âlemi de seyretmektedir. Dünyanın, daha doğrusu İslam âleminin dürbünün tersiyle izlediği Doğu Türkistan gerçeği, samimi şekilde iman eden her mümini rahatsız etmelidir. Maalesef Müslüman âleminin önemli bir kısmı, yüz yılı aşkındır soykırım yaşayan; dinlerini, dillerini, canlarını, mallarını kaybederek hayatta kalma mücadelesi veren 40 milyon Müslümanın dramı karşısında, cılız ses çıkarmaktan öte bir şey yapamıyor. B&#;y&#;k T&#;rk H&#;k&#;mdarı Bab&#;r Şah’ın Nezri Reşit Rahmeti Arat Büyük Türk Sultan’ı Babür Şah, yakalandığı hastalıktan kurtulmak için yaptığı nezri Babürname isimli hatıratından aşağıda sunuyoruz: Cuma günü, ayın 23’ünde vücudumda bir hararet peyda oldu. O derecede ki, Cuma namazını mescide ızdırapla ödeyebildim. Öyle namazı ihtiyatını (Zuhr-i ahır) kütüphânemde, bir müddet sonra, zahmetle kılabildim. Harâret düştü. Pazar günü yeniden ateş geldi ve bir az titredim. Salı günü gecesi, Safer ayının yirmi yedisinde, hoca Ubeydullah (Ahrar) hazretlerinin “Vâlidiye” risâlesini nazma çevirmek hatırıma geldi. Hazretin ruhuna iltica edip, gönlümden: ‘Eğer bu manzume, o hazretin makbulü olur – nitekim Kasîde-i bürde sâhibinin kasidesi makbul olup, kendisi felç hastalığından kurtulmuştu – ve ben de bu hastalıktan kurtulursam, bu, nazmımın kabul olunduğuna bir delil olur’ – diye düşündüm. Bu niyetle Mevlâna Abdurrahman Câmi’nin Sübha’sı vezninde risâlenin nazmına başladım ve o gece on üç beyit tertip ettim. Bililtizam her gün on beyitten daha az tertip edilmezdi. Gâlibâ bir gün ara verildi. Geçen sene de bir defa böyle bir hastalık gelmiş ve en az bir ay veya kırk gün devam etmişti. Allah’ın inâyeti ve Hazretin himmeti ile, Perşembe günü, ayın yirmi dokuzunda, bir az hafifledi; sonra bu hastalıktan kurtuldum. Cumartesi günü, Rebiülevvel ayının sekizinde, risâlenin nazmı tamamlandı. Bir günde elli iki beyit yazıldı.” Orta Asya'ya A&#;ılmak Prof. Dr. İlber Ortaylı

M

arko Polo, Radloff, Wilheim Ludwig Thomsen, Yadrintsov, Willi Bang onun talebesi Annemarie von Gahain, Albert von de Coq. Karl Heinrich Menges, sonra Gyula Nemeth, onun selefi Arminius Vambery, Ligety, Raszony ünlü Alman şarkiyatçısı Georg Jacob, Avusturyalı Andreas Tietze onun talebesi lngebord Baldauf. Sonra Japonlar Masao Mori ve diğerleri. Sonra Fransız ekolü ve nihayet Taşkent'de Araştırma Enstitüsü açan Fransa, ABD ve Japonya sırada enstitü açıyorlar; kitap topluyorlar, uzmanlar geliyor. Biz hala bir araştırma istasyonu kuramadık. Diyanet Vakfı gibi kuruluşlar keseyi açmaya hazır ama bürokrasi gereken atılım, gösteremiyor. Her fırsat ve kuruluştan yararlanmak lazım. Reşid Rahmetî (Arat), Zeki Velidî (Togan), Saadet Çağatay gibi isimler istisna olarak kalıyor. Türk Tarih Kurumu atalar yurdunda iki hafriyatı bir süre önce desteklemeye başladı. Henüz Orta Asya arkeolojisi Türkiye'de ilmi bir branş olarak kurulmuş değil. Türkoloji bölümlerinde sınırlı dialektoloji dersleri dışında Orta Asya'ya adım atacak uzmanların yetiştirildiği söylenemez. Zira bu günün Orta Asyasına adım atan belki Rusça ile Türkiye Türkçesi ile işini görebilir; ama bu dünyanın içine nüfuz etmesi, o hayatı kavraması mümkün değildir. Orta Asya'ya adını atan Türk dilini bilmelidir. Türkiye'de 50 yıl önceki gazeteleri okuyamayan birinin Orta Asya'da kullanılan lugatçayı intibak etmesi mümkün değildir. Kaynak ülkeye giren, dilin ve kültürümüzün kaynağıyla olan uzaklığı kapatmalıdır. Rusça ve Farsça bu dünya insanının semantik ve kavramsal yapısını anlamak için lazımdır. Orta Asya insanının din duygularını, din anlayışını, milli-dini kimlik mekanizmalarını bugünkü Türkiye'nin İslamcı ve lâikçi yaklaşımı, kavram ve istilahat ve galatlarıyla kavramak mümkün değildir. Orta Asya tarihte ve şimdi Türk yurdudur; ama sadece Türklerin yurdu değildir. Bugün yerli kavim olarak Taciklerin dışında Türklük hâkimdir, ama mazide öyle değildi; Orta Asya Mavera'ün nehr ve Baktria denen saha tarihi çağlarda Türkleşmiştir. Dolayısıyla Türk akademi dünyası, Orta Asya'nın ilk ve ortaçağlarını Batılılardan daha iyi bilmelidir. Elli yıldır öldürmekte olduğumuz Fars tetkikleri ve Farsça branşını diriltmek bir yana, eski kan tetkiklerini kurup var gücümüzle geliştirmeliyiz. Çin tetkiklerini ciddiyetle yeniden ele almalıyız ve Orta Asya tetkikçileri için Rusça eğitimini düzenlemeliyiz. Orta Asya coğrafyasını bilmek büyük çevre problemleriyle kaderine terk edilmiş, kirlenmiş bu dünyanın kurtuluşu için gereklidir. Kimse kirlenen çevrenin kurtarılması endişesini Türkiye kadar taşıyamaz ve ilgilenemez. Ne var ki Anadolu coğrafyasında herhalde alman Tübinger atlas grubunun kağıda dökmesini bekleyeceğiz. Türkler Anayurtlarını kendileri öğrenmelidir. Orta Asya sosyal bilim ve hukuk alanındaki öğrencilerin öğrenim ve ilgi alanına alınmalıdır. Kağıt üzerinden ve televizyondan değil. Kısa süreli burslarla geziler ve tetkik seferleriyle bu dünya hayatımızın içine alınmalıdır. Bu tedbirler bugün tek taraflı uygulanıyor, talebe oradan buraya geliyor; ama buradan oraya öğrenmeye giden yok. Oradan gelen öğrencilerimiz ilk anda umutsuz görünüyor; ama kısa zamanda Türkçe yazmayı bazen buralılardan iyi öğreniyorlar. Sağlam bir eğitim var. Aslında Türk dünyası, sessiz sakin kaynaşıp yeni ilgi ve beceriler geliştirecek bir dünya. Elverir ki kültür ve eğitim politikaları Türk kültür dünyasının bütünlüğü gözönüne alınarak geliştirilsin. Bunun için eklenen Orta Asya Enstitüsü sadece, dil, coğrafya ve tarih tetkikleri değil ve fakat lisansüstü seviyede az sayıda öğrenciye eğitim verecek araştırma yaptıracak şekilde bol bütçeli ve bol imkânlı olarak kurulmalı. Öğretim kadroları sadece Türkiye'den değil her yerden celbedilmeli, önyargılardan kurtulmalıdır. Tarihin itmesi ve çalışkan bir halkın gayretiyle beynelmilel alana çıkan Türkiye'nin aydın, bilgin ve politikacıları halen çıktıkları meydanda şaşkın dikiliyor. Bunun çaresi beynelmilel seviyede bilim yapmak, bilgi toplamaktır. Bu da bizim kadroları aşar. Uzman, öğretmen talebe herkesi toplamalı ve her yere gitmeliyiz. Açılmak iş adamlarıyla olmaz. Kaldı ki Orta Asya'ya ticari alanlar olarak bakmak hem yanlış, yanlışın ötesinde ibtidai bir davranıştır. Orta Asya bizim kültürel idame sahamızdır. Müşterilerle değil ailemizin insanlarıyla yaşamak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Ahmet Yesevi Hazretleri'nin T&#;rbesinde Ağlayan Ahıskalı Muammer Erkul Yesi’de ağlayan kadın Güllü Ayazova

Tâa gençliğimden beri Türkistan sevdalısıyım. Öyle ki, taa o yıllarda “Taşkent, Semerkant, Buhara” der dua ederdik. Osman Yüksel Serdengeçti’nin Türkistan için yazdığı “Ağıt” şiirini göz yaşı ile okurduk…
Osman Yüksel Serdengeçti ne diyordu şiirinde:…
Yıllardır, yıllardır hayaller kurdum,
Seni anam gibi aradım durdum.
Ey benim sevgilim, ey ana yurdum!Nerde benim yaslı Tanrı dağlarım?
Akşam olur sabah olur ağlarım

Turan ellerinden haber gelmiyor,
Yarabbi derdimi kimse bilmiyor,
Dört asırdır Türk'ün yüzü gülmüyorAkşam olur sabah olur ağlarım,
Nerde benim Ural-Altay dağlarım? Koskoca bir alem göçmüş yıkılmış,
Türbelerin, camilerin yakılmış,
Meydanlara kara putlar dikilmiş!Buhara der, Semerkant der ağlarım
Nerde benim Ural-Altay dağlarım? 

Osman Yüksel Serdengeçti Komünizmin çöktüğünü, Sovyetlerin dağılıp, Türkistan Türklerinin esaretten kurtulduğu günleri göremedi. Merhum tam bir Türk dünyası sevdalısıydı. Şiirlerinde bu sevdayı çok güzel dile getirmişti. Ruhu şâd olsun. Son 20 yılda vaziyet öyle değişti ki elhamdülillah, komünizm çöktü ve bizler de o topraklara gitme imkânına kavuştuk.
İlk seyahatlerimden birisi Kazakistan’a oldu. Yesi’ye gittik. Yesi şehrinin adı şimdi Türkistan. Ruslar resmen bu Küçük şehre “Türkistan” diyorlar. Esasen  “Uluğ Türkistan”yani “Büyük Türkistan” isminin kullanılmasını yasakladılar. “Orta Asya” denilmesini mecbur ettiler. Maalesef Türkiye’de de Cumhuriyetten sonra “Orta Asya” denilmeye başlandı.  Özbekistanlı Türkolog Dr. Baymirza Hayit Orta Asya isminin kullanılmamasını, mutlaka “Uluğ Türkistan, Büyük Türkistan” denilmesini ısrarla ifade ediyor. 

Büyük Türk İslam Âlim ve Evliyası Ahmet Yesevî hazretlerinin türbesi de orada. Muhteşem bir yapı, böyle tepe gibi taa uzaklardan görünüyor. Etrafında külliye ve medreseler çokmuş zamanında. Sonra, komünizm döneminde bütün dinler yasak ya; uzun yıllar kapalı kalmış ve hiç kimse ziyaret edememiş orayı. Bakımsızlıktan harap olmuş. Sonradan Türkiye hükümetinin desteğiyle elden geçirilmiş, mükemmel şekilde restore edilmiş, yeniden  bir ziyaretgâh olmuş. Türkistanlılar  uzun yıllar hasret kalmışlar ya, devamlı ziyarete geliyorlar. Yüzlerce insan her gün ziyarete geliyor. Dikkat ettik, gelen insanlar dua da bilmiyorlar. Çünkü Sovyetler yıkılıncaya kadar hiç dua öğrenememişler. Bilenler ise ölmüş, insanlar Kur’an-ı Kerîm okumayı unutmuşlar. Fakat yine de, uzaktan yakından o mübarek makamı ziyarete geliyorlar birçokları sadece ellerini türbeye sonra yüzlerine sürüp gidiyorlar. İnsanın içi parçalanıyor!
- Burada bir şeyler okumak lazım, dedik…- Evet, duyduk ki “Fatiha” falan varmış aslında. Fakat biz komünist rejimde, iki üç kuşak boyunca hiç bir şey öğrenemedik. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Fakat Müslümanlar ellerini yüzlerine sürüyorlarmış. Biz de Müslümanız. Onun için buraya ziyarete gelip, ellerimizi böyle yüzümüze sürüyoruz, dediler.
Onlara baktım baktım, öylece donup kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim.*Ziyaretimi yaptıktan sonra, türbenin tam penceresinin önüne geldim. Baktım ki, içeride bir hanım var yaşlarında. Elinde bir cüz, Kur’an-ı Kerîm okuyor. Tesettürlü de… 

- Allah Allah, dedim. Bir tane de olsa, burada nasıl çıktı, hayret! Nerede öğrenmiş acaba? 

Döndüm bahçeye çıktım, türbe ön tarafta kaldı. Baktım ki o hanım da bahçeye gelmiş, bir erkekle bir kadında yanında duruyor. Yani üç kişi olmuşlar. Yanlarına varıp dedim ki: 

- Bacı maşallah, bir tek seni Kur’an-ı Kerîm okurken gördüm. Bir yandan da konuşmasına dikkat ettim, tam Anadolu lehçesi. 

- Yahu sen Ahıska Türklerinden misin? - He, dedi. Ahıskalıyım. - Ben Ahıska Türklerini çok seviyorum, dedim. Yaşadığınız sürgünleri, acı maceralarınızı çok dinledim. Son zamanlarda Türkiye’ye de çok Ahıskalı geldi. Bütün dedelerinizin çektiği büyük sürgünleri, dayanılmaz sıkıntıları çok yakinen dinledim. Sizlerin hayatınızı biliyorum. 

- Evet, dedi. Babam sürgün oldu buraya geldi. Bizler bu topraklarda doğup büyüdük. Ancak, babam “Ahh, ölmeden İstanbul’u bir görsem!..” Derdi hep. Derdi ama ona kısmet olmadı. İnşallah görmek bize nasip olur. *“Ahıska” denen bölge Posof’un karşısında yani Kars’ın hemen ötesinde, şimdiki sınırlarımıza çok yakın bir şehirdi. İkinci Dünya Harbi bittikten sonra Ruslar, aynen Kırımlılar gibi Ahıskalıların da tamamını, arkada hiçbir kimse kalmamak suretiyle trenlere bindirip meçhule doğru sürdüler. Kırgızistan’a, Kazakistan’a, Özbekistan’a, aklına neresi gelirse Sibirya’nın içlerine kadar sürdüler. Tamamen bir Türk yurdu olan Ahıska’da köylü-şehirli hiç kimse kalmadı… 
Zaten İkinci cihan savaşında Ruslar hepsinin kocasını, evladını askere almış, kırk bin kişi gitmişse otuz bini dönememişti. Cephelerde vurularak veya hastalanıp ölmüş çoğu… 

İşte bu insanları; kadın-çocuk-ihtiyar demeden vagonlara dolduruyorlar, yarısı yollarda ölüyor. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ,Tacikistan’da, Fergana Vadisi’nde ve taa Orta Asya’nın en ücra yerlerinde çok gördüm onları. Hala oralarda epeyce Ahıskalı nüfus var… Yani eski Sovyet cumhuriyetlerinin her tarafa dağılmışlar. Komünizm çöktükten sonra  doğudan, Asya topraklarından Azerbaycan’a geldiler. Türkiye’ye gelen de çok oldu. Onlar Osmanlı Türk’üdür. Aynen bizim gibi Türkiye lehçesi, Kars-Erzurum bölgesi insanları gibi konuşuyorlar. Çok temiz, asil insanlar. Memleketi, vatanı seven kimseler. Fakat büyük acılar çektiler. 
Bir nineden dinlemiştim o sürgünü. Şimdi vefat etti o kadıncağız, hepsine rahmet olsun: “Bizim kocalarımız askerdeydi, çoğu cephelerde öldü. Bir gün bizi vagonlara doldurdular. Dedik ki “Herhalde bizi Hazar Denizi’ne dökecekler.” Bizim itlerimiz vardı, ineklerimiz vardı. Bizi toplayıp götürürlerken onlar ağladılar… Köpek ağlar mı hiç? Ben köpeği ağlarken gördüm. Bunu gördüm! Dedi. *İşte, Ahmed Yesevî Hazretleri’nin türbesi başında gördüğüm hanıma;

-Maşallah sana, Kuran-ı Kerim’i okumayı biliyorsun. Peki nereden, kimden öğrendin? Demiştim ya, o da bana;- Komünizm çökünce Türkiye’den hocalar gelmişti, onlardan öğrendik, dedi.- Seni tebrik ediyorum, dedim. Ben Ahıska Türklerini çok seviyorum. Dilimiz de bir; güzel anlaşıyoruz. Onun için sizinle karşılaşmak benim için güzel hatıra seafoodplus.infoında gördüğüm karı - koca ise Adana’dan ziyarete gelmişler. Ayakta durmuş konuşurken, onlar da dikkatle dinliyorlar… 

O sıra ben elimdeki çantayı açtım, iki tane Rusça kitap vardı yanımda. Biri “Namaz Kitabı” bir de “İman ve İslam” kitabı.

-Sana bunları hediye edeyim, deyip kitapları kendisine uzattım. Aldı kitapları. Şöyle göğsüne bastırdı , yere çömeldi. Kitaplara sımsıkı sarılmış olarak hüngür hüngür ağlamaya başladı…

Tam o esnada, Adana’dan gelmiş olan iş adamı, parmağıyla onu göstererek;- Bunun duası kabul oldu, bunun duası kabul oldu, diye bağırmaya başladı… Hayret ettim tabii ki.

- Ne duası kabul oldu, ben de merak ettim, deyince o iş adamı şöyle dedi:- İki saat evvel “Sizler Türkiye’den geldiniz, dinî kitap getirseydiniz ya. Bizler İslâmiyeti bilmiyoruz ama öğrenmek istiyoruz” demişti. Şimdi sen çıktın geldin ve ona istediği kitapları verdin!..

- Yahu bacı, dedim. Sen var ya sen, inan ki aradığını buldun. Tam yerine kavuştun. Dilediğin kadar kitap iste. Ne kadar dersen o miktarda kitap göndereceğim, hem okuyacaksın hem dağıtacaksın…

Ve ona tabii ki çok kitaplar gönderdik. Türkiye’den Çimkent’e uçakta vardı. Biz gönderiyoruz,O da alıp dağıtıyordu. Orada dağıtılan kitapları okuyarak, İslamiyeti gayet güzel öğrenmiş kimselerin yazdığı mektuplar var şimdi arşivimde. Bir hanım diyor ki: “Biz dinimizden uzaklaşmıştık, bu kitapları okuyunca tekrar İslâmiyete döndük.” Böyle yazmış… 
Şimdi, o anda, yere çökmüş ve ağlamakta olan bu hanım, gözyaşlarını sildi ve dedi ki;

- "Size bir şey söyleyeceğim. Bizler, Peygamberimizin hayatını hiç bilmiyoruz. Acayip şeyler anlatıyorlar, fakat hep yabancılar anlatıyor, bizimkilerse hiç bilmiyor. Sevgili Peygamberimizin hayatını Rusçaya tercüme ederek, güzel bir kitap hazırlasanız çok büyük bir hizmet ve fayda olur" deyince, İçim coştu, göğsüm kabardı;

- Maşallah, dedim. Çok doğru söyledin, tebrik ediyorum seni. Hakikaten çok zaruret var buna.*Türkiye’ye geldikten sonra hiç vakit kaybetmeden Enver Abi’ye gidip arz ettim. Hiç unutmuyorum;

- Tabi kardeşim, tabii ki önce Sevgili Peygamberimizi öğreneceğiz ki Müslüman olacağız. Dedi.

- Efendim, Prof. Dr. Ramazan Ayvallı’nın “İki Cihan Güneşi Hazret-i Muhammed’in Hayatı” isimli kitabı var, bunu tercüme edelim, dedim.

Tercüme işi başladı. Ama o kadar zor ki; Rusça edebî bir dil. Dört sene uğraştık fakat mükemmel bir tercüme oldu. Bunu Türkiye ve Kazakistan’da basmaya başladık. İsteyene oradan da, buradan da gönderiyoruz. Ve şimdi on binlerce kitap bütün Rus coğrafyasına girdi, halen oralarda dağılıyor. 

Rusçadan sonra Özbekçe, Kırgızca, Kazakça, Azerice ve Uygurca da tercüme edilip basıldı. Aynı kitap daha sonra, Romence, Bulgarca, Lehçe, İngilizce, Boşnakça, ve hatta Japonca’ya da tercüme edildi.*Şimdi o hanıma, Güllü Ayazova’ya zaman zaman telefon açıyorum. - Güllü abla, diyorum. Sen öyle bir hayra vesile oldun ki, tahmin bile edemezsin Sen bizden Peygamberimizin hayatını istedin. Rusça bilen on binlerce kişi bu kitabı aldığı gibi, daha sonra pek çok dile tercüme edildi. İşte bunun sevabı sana yeter, inşallah Peygamberimiz sana şefaat eder, diyorum. *İlk konuştuğumuz zamanlarda demişti ki Güllü Ayazova:

- Biz sürgünle buraya geldik. Yine benim kocam da sürgünde trende doğmuş, adını o yüzden “Garip” koymuşlar. 

Yıllarca garip bırakılmış bir millet işte Ahıska Türkleri. Çok şükür ki artık eskiyle kıyaslanamayacak imkânlara kavuşabiliyor. En başta komünizm gibi bir rejimden kurtulmuşlar, yani hürler, seyahat edebiliyorlar, çocuklarına istedikleri ismi koyabiliyorlar, kitap okuyabiliyorlar, namaz kılabiliyorlar, daha ne olsun…

Bu hanımın ailesini Kazakistan’a sürüyorlar. Ahıska Türk’ü olan babasıyla annesi Çimkent’e yerleşiyor. Güllü orada doğuyor, orada okuyor. Üniversite mezunu şimdi, kültürlü bir hanım. Çocukları da okumuş, hepsi tahsilliler orada. Babası önce vefat etmişti, sonra bir gün telefon etti İstanbul’a:-Kocam vefat etti, dedi. …seafoodplus.info gittiğimde uğradım Çimkent’e. Hacca gidip gelmiş Güllü Ayazova. Evinin bahçesinde bize zemzem içirdi, hurma yedirdi.

Dedim ki kendisine; yaşı benden küçük biliyorum ama öyle söylüyorum… - Güllü abla, dedim. Sen var ya çok hayırlara vesile oldun. Bak Allahu teala sana ne büyük nimetler ihsan etti. Seni tebrik ediyorum… 
Şimdi de bazen telefon açıyorum: “Güllü abla nasıl gidiyor? Kitapların sevabı geliyor her taraftan, inşallah sana yeter ahirette, diyorum. Bunun sevabı kıyamete kadar gidecek, sadaka-i câriye işte budur. İslâma hizmet etmiş ve bize kadar ulaşmasına sebep olmuş Emevilerin, Selçukluların, Osmanlıların hizmetlerinin sevapları gibi, sen de bir güzel yol açtın, bir hizmet başlattın ve bundan da sevaplar kazanmaya başladın. Böyle diyordum. Ben çok sevindiğim için onu da sevindiriyorum. …seafoodplus.info gün de telefon ettim ona. Açıldı telefon.- Aloo, Güllü abla!.. Ses yok. - Alooo!.. Kimsin? Ben İslam, dedi… Oğlu yani.- Ha İslam, yahu Güllü abla nerede? Anaaaa!seafoodplus.info bekliyorum öyle, o telefon elinde, bağırıyor.- Anaaa… Anaaa… Gene ses yok. O zaman dedi ki;- Anam, namazda. Aynen Anadolu’daki gibi seafoodplus.infoetçi de çocuk, armasında bir “bozkurt” simgesi, dolanıyor oralarda. *Şimdi, Güllü ablanın orada Ahmet Yesevi Hazretleri’ni ziyaretinde, gözyaşıyla yapmış olduğu duanın neticesini görüyor musunuz? 
İşte bu, Ahmet Yesevi hazretlerinin kerametidir. Yesi’yi gezmeye gelen karı kocanın o sözü söylemesi, yani “bunun duası kabul oldu” demeleri. Değil mi, söylemeyebilirlerdi. O zaman bu irtibat kurulmayacak, belki de bunca hizmet olmayacaktı. Ondan sonra, o kitapların yanımda bulunması, ona verilmesi… 

Güllü Ayazova deyince, ben her zaman diyorum ki arkadaşlara:
“Güllü Ayazova bir çığır açtı. Bu hanım böyle canı gönülden isteyince Allahüteala ona ihsan eyledi. Ve bu kitap binlerce, on binlerce, halen Rus coğrafyasında dağılıyor,okunuyor … 


B&#;y&#;k T&#;rk H&#;k&#;mdarı Bab&#;r Şah’ın Oğluna Şefkat ve Merhameti Reşit Rahmeti Arat Büyük Türk Sultanı, Hindistan Gürganiye Devletinin kurucusu Muhammed Zahireddin Babür Şah, çok sevdiği oğlu Humayun Şah’ın yakalandığı hastalıktan kurtulması için kendisini nasıl nezr ettiğini Babürname isimli hatıratından aşağıya alıyoruz:  

Muhammed Humayun’a makarrı (karargah) olan Senbel’e gitmesine müsaade edildi. Altı ay kadar orada bulundu. Anlaşılan orasının suyu ve havası ona iyi gelmedi. Sıtma tutuyormuş. Git-gide bu uzun sürmeğe başlar. Bunu duyunca, mahir doktorlara gösterip hastalığını tedavi etmek üzere, onu Dehli’ye ve oradan da gemi ile getirmelerini emrettim. Birkaç günde nehir tarikı ile getirdiler. Tabiplerin bütün tedavilerine rağmen, iyileşmedi. Büyük bir adam olan Mir Ebülkasım: – Böyle hastalıkların ilacı şudur: Yüce Allah’ın sıhhat vermesi için, iyi şeylerden birini nezretmek lazımdır, diye arzetti.– Muhammed Humayun’un benden başka daha iyi bir şeyi yoktur; ben kendimi nezredeyim. Allah kabul etsin, diye hatırıma geldi. Hoca Halife ve değer yakınları:– Muhammed Humayun nasıl olsa iyileşir; siz bu sözü niçin ağzınıza alıyorsunuz. Bundan maksat, dünya malından iyi bir şey nezretmektir. Mesela İbrahim muharebesinde ele geçen ve Muhammed Humayun’a ihsan ettiğiniz elması[1] nezretmek lazımdır, diye arzettiler.– Ona mukabil dünya malı nasıl olur. Onun hali müşkül olduğu için, ben kendimi ona feda ediyorum. İş o derece vâhimdir ki, ben onun mecalsizliğine dayanamıyorum, dedim. O vaziyette girip, üç defa başucunda dönerek: ‘Ne derdin varsa, ben üzerime aldım’ dedim. Bunun üzerine ben ağırlaştım; o ise, hafifledi. O sıhhat bulup kalktı; ben ise, hasta olup, yıkıldım. Devlet âyânını ve memleket erkânını çağırıp, bi’at ellerini Humayun’un ellerine verip, onu yerime ve veliahdliğe tâyin ettim ve tahtı ona teslim ettim. Hoca Halife, Kanber Ali Bey, Terdi Bey, Hindu Bey ve bu kararda hazır bulunan diğer kimselerin hepsi kabul edip, bağlandılar.
[1] Agra’nın fethinde Babür’ün eline geçen ve oğlu Hümayun’a hediye edilen “Kuh-î nur” (Nur Dağı) denen kırat ünlü elmas. Alaüddin Halaç tarafından ganimet alınmış, sırası ile Delhi sultanlarına geçmişti. Bugün kırat halinde yeniden yontulmuş olarak İngiltere hükümdarının tacını süslüyor. (Yılmaz Öztuna)
 Babür Şah da hatıralarında bu elmas ilgili şöyle diyor:
“Bir ehli bunun hakkında bütün dünyanın iki buçuk günlük masrafı demiştir”. Doğu T&#;rkistan'da İnsan Hakları İhlalleri Prof. Dr. Burhan Kuzu Bölgede, yılından beri yoğun bir şekilde, insan hakları ihlali suçu işlenmektedir. İnsan hakkı ihlallerinin çoğunun baskıcı kanunlardan ve Çin hükümetinin resmi politikasından kaynaklandığı tesbit edilmiştir. Çin'deki göstermelik ekonomik yapılanma, ülkenin siyasi yapısına yansımış değildir. Çin'in büyük bölümü dünyadan kopuktur. İnsan hakları kuruluşlarının bölgede açık bir şekilde faaliyet göstermesi yasaktır. Sosyal eylemler, gereksizce ve insafsızca bastırılmaktadır. Çin hükümeti, "insan hakları" konusu gelince işbirliğinden adeta kaçmaktadır. Binlerce rejim muhalifi insan hakları savunucuları, din adamları, sadece düşüncelerini ifade ettikleri için, ceza evlerinde, askeri çalışma kamplarında, gayri sıhhi şartlar altında tutulmaktadır. Bu durum Uluslararası Af Teşkilatı raporlarında mevcuttur. Nitekim, Doğu Türkistan'da etnik gruplara mensup temel insan haklarının şiddetle bastırıldığı, çoğu zaman yargılanma olmaksızın tutuklandıkları, siyasi tutukluların ise uluslararası adalet standartlarında çok uzak yargılanmalar neticesinde uzun süre mahkum edildikleri, temerküz kamplarında orta çağdaki gibi kürek cezasına tabi tutuldukları, mahkumların toprak üstünde ya da bir parça saman üzerinde yatırıldıkları, hatta tuvalet ihtiyaçlarını bile yemek kaplarına yapmaya zorlandıkları ve her yıl yüzlerce Müslüman Türk'ün stadyumlarda şova dönüştürülerek idam edildikleri, uluslararası kuruluşların raporlarında belirtilmektedir. Uluslararası Af Teşkilatı resmi raporuna göre komünist parti kontrolündeki "yargı" tek celsede ölüm kararı verebilmektedir. Doğu Türkistan'da yoğun olarak uygulanan "ölüm cezası" ise halkı sindirmek için yaygın ve keyfi olarak infaz mangaları önünde geçekleştirilmektedir. Bu kararlar verilirken suçun tespiti cihetine gidilmemektedir. Bütün bunların dışında Türk Müslüman hamile kadınlar zorla evlerinden alınıp, gayri sıhhi şartlar altında tavuk kesercesine kısırlaştırma ve toplu kürtaj ameliyatları yapıldığı, kota fazlası doğan bebeklerin ana karnındayken veya doğar doğmaz öldürüldükleri tespit edilmiştir. Keza, infazı gerçekleştirilen mahkumların böbrek, kalp, kornea, göz gibi organlarının satılmak üzere operasyonla alındıkları, cesetlerin ise oracıkta veya belli fırınlarda yakıldıkları görülmüş ve bu hususlar İnsan Hakları Örgütlerince yerinde tesbit edilmiştir. Milletlerarası Platformda Neler Yapılabilir ? Bir defa yapılan zulmün her şeyden önce Çin Anayasası ve Özerklik Kanununa aykırı olduğu açıktır. Bu dile getirilebilir. Gerçekten Çin anayasası maddesine göre "Birkaç milliyetin birlikte yaşadığı özerk alanlarda, her milliyete uygun temsil hakkı verilmiştir." Aynı maddeye göre "Halk kongreleri ve devrim komiteleri; özerk bölgelerin, özerk illerin ve özerk ilçelerin özyönetim organlarıdır." maddeye göre "Yerel devlet organlarının yetki ve görevlerini de yerine getirir." Aynı maddeye göre "ulusal özerk alanlardaki özyönetim organları, milliyet ya da milliyetlerin kendilerine verilmiş alanlardaki politik, ekonomik ve kültürel özelliklerin ışığı altında özel düzenlemelerde yapabilirler. Özerk alanlardaki özyönetim organları görevlerini yerine getirirken, bölgedeki milliyet yada milliyetlerin çoğunlukla kullandıkları yazı ve konuşma dili veya dillerini kullanırlar." Anayasanın maddesine göre "Devletin daha yüksek yargı organları, ulusal özerk alanlardaki özyönetim organlarının, özerklik uygulamasını, tamamen güvence altına alır, çeşitli azınlık milliyetlerin subaylarının eğitimine gayret gösterir." Çin anayasası, aynca Temel Haklar ve Ödevler bölümünde madde 44 - 59 arasında insan haklarını sıralamıştır. Örneğin maddeye göre "Vatandaşlar; söz, haberleşme, basın, toplanma, dernek kurma, yürüyüş, gösteri yapma hürriyetine ve fikirlerini açıkça söylemek, yaymak, tartışmak, ve afiş asmak hakkına sahiptirler." Keza, madde de "Vatandaşlar, bir dine inanma özgürlüğü ve bir dine inanmaya ve bir tanrı tanımazlığı yayma hürriyetini kullanırlar." maddeye göre "Vatandaşların kişi ve konut özgürlüğüne dokunulmaz. Vatandaşlar, halk mahkemesinin kararı veya halk proküraturalarının onayı olmaksızın tutuklanamaz ve tutuklama ancak kamu güvenlik organlarınca yapılabilir." İşte Çin anayasasında mevcut bu hükümler milletler arası platformda yasal dayanaklar olarak kullanılabilir.  Başkurdistanlı Melek Haslet Bir T&#;rk Kadını Prof. Dr. Zeki Velidi Togan Aslen Rusya Federasyonuna dahil Başkurdistanlı ünlü Türk tarih profesörü Zeki Velidi Togan, hatıralarında annesinin yüksek asaletini şöyle dile getiriyor’de Orenburg’da Sovyetler ve ’te Türkiye’de İsmet Paşa tarafından hapse atıldığım, okunacak her şeyden mahrum edildiğim vakit en çok annemden öğrenmiş olduğum şiirleri ve Yesevi’nin “Şeb-i Yeldâ” ünvanlı münacatını okurken üzerimde annemin tesirinin ne kadar mühim olduğunu gördüm. hâdiseleri zamanında babamın hâtıraları çoktan unutulmuştu, fakat annemin hayali “hafıza ferişte”si denilen melek gibi yanımda bulunuyordu. Ben bazen memlekette yaptığım gibi, kendimi annemi kokluyormuşum gibi hissederdim. Onun cazibesi, şiirlerle dolu olan ahlâk telkinlerinde idi. Ben annemin, hayatında hiçbir vakit en küçük bir günah işlemediği ve bana karşı sonsuz samimi olduğu kanaatindeyim. Onun bana öğrettiği Farsça ve Türkçe şiirler yanız ahlâkî parçalardan ibaret değildi; bunların arasında edebî estetik şiirler de vardı. Onun bana Nevaî’den ezberlettiği “gazel”ler sonradan bu şairin külliyatını baştan sonuna kadar okuduğumda gördüm ki, seçme parçalardı. Anneme bunları kim öğretmiştir, bilmem. Çünkü “Divan”ın bu parçaları ihtiva eden kısımları bizde yoktu. Öte yandan öğrettiği ahlâkî şiir ve hikâyeler de bir “antoloji” şeklinde bir araya toplanmış şeyler idi, onların çoğu annemin hafızasında idi. Bunlar başlıca “Attâr’dan, Celâleddin rumî’den, Nevaî’den, Yesevi’den, Sufî Allahyar”dan derlenmiş parçalardı. senesi başında Pakistan’ın Lahor Üniversitesi’nin misafiri idim. Burada Fars edebiyatı profesörü olan dostum Muhammed Baqır’ın evinde yüzyılda Haydarabad Nizamı’nın ordu kumandanlarından aslen Buharalı Özbek olan birisinin de oğluna, aynı annemin bana okuttuğu kitapları ve şiirleri bizzat okutmuş olduğunu görünce bu talim programının yüzyıl Türkleri arasında dahi ne kadar yaygın olduğunu görerek hayret ettim. Bana öğretilen şiirlerin Farsça olanlarının kimlere ait olduğunu annemin bilmediğini zannederim, bunların seçme parçalar olduğunu, bunların annemden öğrendiğim telaffuzunun da düzgün olduğunu ancak sonradan öğrendim. Muasır İran hükümdarı Muhammed Reza Şah, iki defa huzurlarında bulunduğumda Farsçayı nerede öğrendiğimi sordu. “Annemden” deyince “Yoksa anneniz İranlı mı idi?” dediler. Çünkü Şehinşah benim telaffuzumun Buhara Tacikçesinden farklı olduğuna dikkat etmişlerdi. İhtimal ki babamın Arapçası gibi annemin Farsçası da Küzenoğulları ve Satlıkoğullarına daha asırda muallimlik etmiş olan Dağıstanlı üstadlar tarafından aşılanmış edebî Farsça idi. Namaz “niyet”

Yeni tekerlek çapı: mm
Boji dingil arası: / mm
Boji mafsalları arası: 12 mm (DE 24 )
Tampondan tampona uzunluk: 19 mm (DE 24 )
Azami hız: km/sa
Kalkışta azami cer kuvveti: kN (DE 24 )
Ağırlığı: t (DE 24 ); 80 t (DE 18 , DE 18 )
Dişli oranı:
Dizel motor: PielstickPA4-V VG (DE 24 ); PielstickPA4-V VG (DE 18 , DE 18 ), bir dönem Hedemora motor kullanılan 24 'ler de olmuştu.
Cer motoru: TC4 DC
Alternatör: AST,T
Toplam Üretim Adedi, İlk Üretim Yılı: , (DE 24 ); 3 + 20, (DE 18 ); 20, (DE 18 )
DE 24 ithaldi ancak daha sonra revizyon sırasında tümünde ELMS plaketi takıldı. DE 24 'ın orijinal kürsüleri yüksekti ve bu lokomotifler dinamik fren ile teçhiz edilmişti*
DE 18 Düşük dingil basınçlı Trakya hattı için DE 24 gövdesi ve DE 18 dizel motoru kullanlarak üretilmişti ve hattın dingil basıncı yükseltilince DE 24 'e çevrildi (söylentileri doğrulayan Emekli Depo Şefi Fevzi Şahin).
DE 18 düşük dingil basınçlı Ege Bölgesi hattı için DE 18 0'lardan farklı ama DE 24 'lerden küçük gövde ile üretilmiştir.


DE 24 lokomotif azami cer kuvvetinin hıza göre değişimi


DE 24 lokomotifin boji kesiti.

DE ve ile kısa bir kovalamaca
DE 18 ile Basmane-Afyon Seferi (Makinist A. Gani Evis)


DE 24 'un eski bir broşürden alınma fotoğrafı. Bu lokomotif ithal olan DE 24 'lerin sonuncusuydu ve DE 24 ile birlikte yerli üretim başlayacaktı*. DE 24 'lerin yuvarlak tamponlu ve DE 21 'ler gibi önleri çizgili olduğunu anımsıyorum.


DE 24 serisinin ilk makinası DE 24 numaralı lokomotif. Lokomotifin üzerinde görülen kutu dinamik fren. Daha sonraki modellerde (61'den başlayarak*) dinamik fren kullanılmadığı için yapılmamış, diğer lokomotiflerde de zaman içinde sökülmüştür (TÜLOMSAŞ, Türk Demiryollarında Yıl, , Ergin Tönük Koleksiyonu).


DE 18 lokomotiflerin TÜLOMSAŞ'ta üretimi (TÜLOMSAŞ, Türk Demiryollarında Yıl, , Ergin Tönük Koleksiyonu) (Bu lokomotiflerin DE 24 değil DE 18 olduğunu farkederek beni uyaran arkadaşım Derya Ferendeci'ye teşekkür ederim).


DE 18 lokomotiflerin TÜLOMSAŞ'ta üretimi (TÜLOMSAŞ, Türk Demiryollarında Yıl, , Ergin Tönük Koleksiyonu).


Bu fotoğrafta öndeki lokomotif DE (Ao1Ao' Ao1Ao') ile arkadaki DE 18 (Bo'Bo') arasındaki farklar görülebiliyor (Fotoğraf: Altan Ataman, Çamlık, ).


DE 18 Denizli Garında ( Ocak. , Oğuz Sertkaya)



DE 18 'ün arka bojisi ( Ocak. , Oğuz Sertkaya)


DE 18 (Ao1Ao'Ao1Ao') Menemen-Aliağa hattında elektrifikasyon çalışmaları sırasında henüz ismi olmayan bir istasyonda (sonradan Biçerova İstasyonu olduğunu öğrendim) manevra yaparken. DE 18 serisi lokomotifler düşük dingil basıncı elde etmek için DE 18 (Bo'Bo') motorları ve DE 24 bojilerinin orta cer motorları sökülerek elde edilmiş ( Ağustos. ).


DE 18 bir başka DE 18 makine ile ve fotoğrafın çekildiği treni de büyük olasılıkla bir başka DE 18 çekiyor (Edirne, Temmuz Colin Martindale).


DE 18 lokomotifin egzost ayrıntısı (4. Kasım. ).


DE 18 Halkapınar (İzmir) depoda. Arka yüzde bulunan ızgaralar DE 18 'lere has bir özelliktir ve DE 18 veya DE 24 'lerde bulunmaz ( Nisan. ).


DE 18 'ün çatısı. Bu makinelerde DE 24 'lerin (ki hemen ilerisinde duruyor) aksine tek fan ve tek egzost bulunur (Halkapınar Deposu, Nisan. ).


DE 18 Denizli Garında (3. Şubat , Fotoğraf Oğuz Sertkaya).


DE 24 ilk günlerinde. Numara plaketinin altındaki üç fişten iki kenardaki ikili kumanda kuplinleridir ama kullanılmadığı için bu fişler bazı makinelerde sökülüp yerine kapak takılmıştır. Ortadaki fiş ise furgon aydınlatması için elektrik beslemesidir. Bu lokomotiflerden bazılarına daha sonraları buhar veya elektrik şofajı da takılmıştır. (TÜLOMSAŞ Broşürü, Ergin Tönük Koleksiyonu).


Bazı lokomotiflerde çoklu kumanda fişlerine hala rastlanabiliyor (DE 24 , Marşandiz, 4. Kasım. ).


DE 24 'ün arkasındaki çoklu kumanda kuplinleri. Ortadaki kablolu fiş ise furgon aydınlatması için 72 V (8. Nisan. ).


Mavi treni çeken lokomotifler uzunca bir dönem mavi renkliydi. Ankara-Haydarpaşa mavi trenini çeken ilk nesil mavi lokomotiflerden DE 24 'un (ilk Mavi Tren lokomotifleri DE 24 ve 8'di, daha sonra "Gece Mavisi" ile DE 24 ve 9 da Mavi Tren lokomotifi oldular*) içinde tren ısıtması için buhar üreteci vardı. Ayrıca şehir içinde kullanmak için basınçlı hava ile çalışan buharlı lokomotif düdüğü de bu ilk nesil mavi lokomotiflere has bir özellikti. Türkiye'de o dönemin en hızlı ve prestijli yolcu treni olan Mavi Trenin lokomotifleri Marşandiz Garına (Ankara) bağlıydı ve üzerlerinde 2/17 yazardı. DE 24 sefere çıkmak üzere Marşandiz'den Ankara Garına gitmek üzere Hipodrom istasyonu doğusundaki Konya Devlet Yolu Köprüsünün altından çıkıyor ( Temmuz. ).


Mavi DE 24 tarafından çekilen mavi tren saat 'da Ankara'dan hareket ederdi. Trenin hızını kilometre yapabilmek için diziye bojisiz şofaj vagonu konmaz, lokomotifte bulunan şofaj kazanından kışın vagonlara buhar verilirdi. İlk nesil mavi tren lokomotifleri (DE 24 ve 8*) dinamik frene de sahipti (Ergin Tönük koleksiyonu, TCDD kartpostalı, fotoğraf büyük olasılıkla mavi trenin sefere konduğu yılında çekilmiş).


İki Mavi Trenin Bozüyük İnönü arasında şimdi hat güzergahının değişmesi nedeniyle artık bulunmayan, Gündüzbey istasyonunda buluşması. Mavi trenlerden birisi orijinal lokomotifinin arızalı olması nedeniyle kırmızı lokomotif tarafından çekiliyor (Mayıs , İhsan Alap, Gündüzbey İstasyonu ismi Altan Ataman).


Sayın İhsan Alap Eskişehir Garında mavi tren lokomotiflerinden DE 24 'nin üzerinde (Mayıs , İhsan Alap).


O dönem Mavi Trenin daimi şeftreni Bilecikli Osman Bey furgonun kapısında. Mavi tren ilk sefere başladığı dönemde şofaj tren dizisinin furgonundaydı, sonradan lokomotifie alındı (Mayıs , İhsan Alap).


'lerin ikinci yarısı. Rahmetli Babaannemin evinden karlı bir günde demiryolu manzarası. En sağda şimdi yerinde Etiler Orduevi olan askeri tesis ve Ankara Garından buraya gelen demiryolu, vagonlar. Ankara Garından henüz ayrılmış, DE 24 tarafından çekilen Ankara-Haydarpaşa Mavi Treni. Bu ilk nesil mavi tren lokomotiflerinde dinamik fren kutusu (fotoğrafta görülebiliyor) ve buhar şofajı bacası vardı. Uzakta Ankara Garı sisin içinde kaybolmuş.


yılının temmuz ayı. Figüranlar (soldan sağa) Handan Teyzem, annem ve kuzenim Duygu. Başrolde ise dinamik fren kutusundan DE 24 grubundan bir lokomotif Boğaziçi Ekspresini teyzem ve kuzenimle birlikte Haydarpaşa'ya götürmek üzere Ankara Garında birinci yolda hazır bekliyor.


Halen servisteki bazı DE 24 'lerde hemen kabinin arkasındaki bölmede şofaj için buhar üreteci ve çatısında egzosu bulunur (Ankara Loko Bakım Atelyesi, Ekim. ).


Bir dönem DE 24 'lerin bir bölümünde kullanılan Hedemora motor (Ankara Demiryol Fabrikası, 12 Kasım. ).


Hedemora motorun plaketi (Ankara Demiryol Fabrikası, 12 Kasım. ).


Hedemora motorun plaketi (Ankara Demiryol Fabrikası, 12 Kasım. ).


DE 24 'ün makinist kürsüsü ön paneli (Marşandiz Garı, Ekim. ).


DE 24 'ün makinist kürsüsü yan paneli (Marşandiz Garı, Ekim. ).


DE 24 'nin yan kürsüsü. Solda yüksete fren musluğu, alçakta sadece lokomotife kumanda eden moderabl musluğu. Hemen sağında düdük valfi. Yanındaki minik kol ilerigeri anahtarı. Solundaki simit valse. Fren musluklarının yanında fren ve türbo manometreleri, sağında ise ampermetre ve voltmetreler var. Soldaki ilk ampermetre cer motorlarının çektiği akımı, yanındaki çift yönlü ampermetre akü şarj ve deşarj akımını, yanındaki voltmetre ise akü gerilimini gösteriyor. Bu göstergelerin hemen altında motor devir göstergesi var. Yanındaki lambalar ikaz lambaları. Devir göstergesinin altındaki ve onun sağındaki lambalar birinci ve ikinci marş motoru ihbar lambaları. (8. Nisan. ).


DE 24 'nin kürsüsünün ön tarafı. Sağdaki dikey, büyük volan park freni. Kilometre saatinin yanındaki anahtarlar (üst sıra soldan sağa) marş anahtarı, arıza giderme, alternatör ikaz anahtarı (kırmızı), fan anahtarı, pürjör (lokomotif freni tahliye butonu), alt sıra soldan sağa kompresör direkt anahtarı (kompresör otomatiği bozulduğunda kompresörü devamlı işletmek için), markiz ışığı, gösterge tablosu ışığı, kumlama anahtarı, cam ısıtma anahtarı. Altta alüminyum panel üzerindeki ikaz lambaları soldan sağa SONPAT (patinaj), SONDL (motor herhangi bir sebeple stop ettiğinde), SONBA(batarya voltajı 65 'in altına düşünce yanıyor), SONQo (cer motorları ya da alternatörde kaçak olduğunda yanıyor), SONHN (trenin totmana kaçmak üzere olduğunu ihbar ediyor).Kilometre saati aks alternatöründen aldığı ikazla hızı ölçüyor. Saatte 44 ve 72 kilometre hızlara çıkıldığında şöntleme yapıyor. Üzerindeki zaman saati aracılığıyla hız, yol ve zaman bilgilerini sürat kontrol banına kaydeder. Valsenin önündeki (bardakların yanındaki) siyah anahtar yakıt pompası şalteri, yanındaki kırmızı anahtar ise ön ve arka projektör şalteri. (8. Nisan. ).


DE 24 'ün yeni kürsüsü (TÜLOMSAŞ, Haziran. ).



DE 24 'nin TCDD amblemli tavan havalandırması (8. Nisan. ).


DE 24 'nin kabin numara bilgisi (8. Nisan. ).


DE 24 'nin kabinindeki azami süat bilgisi (8. Nisan. ).


DE 24 'nin kabinindeki gabari uyarısı (8. Nisan. ).


DE 24 bir DE 22 tarafından sefere çıkmak üzere Ankara Garına götürülüyor (Marşandiz Garı, Ekim. ).


DE 24 Marşandiz Gar sahasında ( Ekim ).


DE 24 Erenköy İstasyonundan Haydarpaşa yönüne gidiyor (9 Eylül ).


DE 24 Kemer (İzmir) İstasyonunda hemzemin geçide girerken ( Ağustos. ).


Ankara Garında bir DE 24 DE 22 'e manevra yaptırıyor ( Aralık. ).


Sefere çıkmak üzere Marşandiz'den Ankara Garına giden bir DE 24 ( Mart. ).


Servis hattından (kuzey 3) anarya olarak Marşandiz'e giden bir DE 24 Gazi doğu girişinde ( Mayıs. ).


Ankara Garından batıya doğru hareket etmek üzere olan bir yük trenini çeken DE 24 ( Haziran. ).


Doğudan gelen ve bir DE 24 tarafından çekilen yük treni Ankara Garından geçiyor ( Ağustos. ).


Ankara'dan doğuya giden ve DE 24 tarafından çekilen bir yük treninin yine DE 24 arka ranforu. Önde Ankara Buharlı Lokomotif Müzesi var ( Ağustos. ).


Ankara Garı doğu makaslarında iş makinesi yüklü bir vagonu çeken DE 24 lokomotif. Önde bir bölümü görünen buharlı lokomotif TCDD Anakara Buharlı Lokomotif Müzesine ait ( Ekim. ).


DE 24 Marşandiz Garında (4. Temmuz. ).


DE 24 TÜLOMSAŞ tesislerinde bakımda ( Eylül. ).


DE 24 Haydarpaşa depoya gidiyor. Önde sergilenen bir lokomotif arkada ise A4 14 banliyö dizisi var ( Ekim. ).


DE 24 Haydarpaşa Depoda. Orijinali dinamik freni olan bu lokomotifin sonraki revizyonlarda üzerindeki dinamik fren kutusu sökülmüştür. Fotoğraf çekildiği dönemde yaşayan en küçük numaralı (yani en yaşlı) DE 24 ünvanına sahipti. (8. Haziran. ).


Haydarpaşa'da bekleyen feribot üzerindeki DE 24 Avrupa yakasına geçmeye hazırlanıyor (8. Haziran. ).


Sapanca civarında verdiğimiz kısa mola sırasında Alpergin'in gördüğü DE 24 tarafından çekilen bir yük treni (2. Haziran. ).


Bir DE 24 ve bir DE 33 birarada. Bu fotoğrafı daha da nadir yapan iki lokomotifin de çalışıyor (sıcak) olması. Büyük olasılıkla DE 33 üzerinde dinamik fren denemesi yapılıyor (Ankara Gar Doğu, Ağustos. ).


Bir DE 24 tarafından çekilen yük treni Ankara Garından doğuya doğru gidiyor ( Ekim. ).


İzmir'den gelen Dokuz Eylül Ekspresini çeken DE 24 Eskişehir'de katarı elektrikli lokomotife terk etmek üzere (6. Kasım. ).


Adana'da bölgesel tren çeken DE 24 'lerden birisi anarya (ters) olarak yolcu katarına bağlı (9. Aralık. ).


DE 24 anarya (ters) durumda batıdan bir yük trenini Eskişehir Garına sokuyor (8. Nisan. ).


Bir DE 24 lokomotifin çektiği yük treni Haydarpaşa Garına giriyor ( Ağustos. ).


Konya Garında jeneratör vagonuna bağlı DE 24 Sol arkada görünen ise 46 buharlı ekspres lokomotifi (8. Ekim. ).


Konya Deposundaki DE 24 'ler (8. Ekim. ).


DE 24 Konya Depoda bakımı yapılırken (8. Ekim. ).


DE 24 'lerde soğuk mevsimlerde radyatör meskesi hep kullanılmıştır. Bu maskelerin bir köşesinde ait oldukları depo mutlaka yazılı olurdu ( Şubat. , Marşandiz Garı).


DE 24 Marşandiz Garının doğusunda bulunan hemzemin geçide girmeden önce ( Haziran. ).


DE 24 Sabuncupınar İstasyonuna giriyor. Lokomotifin iki yanında İ-tipi mekanik emniyet tesisatına ait çıkış semaforları ile makas feneri görülüuyor (Sabuncupınar, Kasım. ).


Sabuncupınar İstayonunda karşılaşma. Demiryolunun hemen yanında İ-tipi mekanik emniyet tesisatına ait teller ve bu telleri taşıyan makaralı direkler görülüyor ( Kasım. ).


DE 24 tarafından çekilen bir yük treni Yenidoğan'ın batısında hızlı tren hattının üzerindeki köprüden geçiyor ( Haziran. ).


Bir DE 22 (soldaki) ve bir DE 24 Marşandiz Garına birbirine bağlı duruyor. DE 22 'in SA3 koşum takımındaki kroşenin DE 24 'in kancasında olduğu görülebiliyor (8. Şubat. ).


DE 24 'ün plaketleri (8. Şubat).


DE 24 Marşandiz Garında depoda duruyor (8. Şubat. )


DE 24 tarafından çekilen bir yük treni Yenişehir İstasyonunun doğusundaki demir köprüden geçiyor. Lokomotifin arkasında tren personelinin bulunduğu furgonun kaposo açık (8. Mayıs. ).



Bir DE 24 Sincan'da batıya hareket etmek için sinyal bekliyor. Turuncu kutu CTC telefonu (4. Ağustos. ).


Bir DE 24 Sincan'da batıya hareket etmiş (4. Ağustos. ).

DE 24 Konya Garında. Son yapılan revizyonla lokomotifin üzerine eklenen klima kutusu ve orta pencerelerin sileceklerinin yukarıya alınması ile "yüz ifadeleri" değişti ( Şubat. ).
 

Bu bilgileri temin eden Ankara'nın ilk CTC dispeçerlerinden birinin oğlu Sayın Mehmet Fahri Güresin'e teşekküürlerimizle

Ana Sayfaya

Avcon - Tam Vaktinde

Açıklama

Yükleyen:netd müzik

Yüklenme Tarihi: 15 Ocak -

Avcon'un, Çallı Müzik etiketiyle yayınlanan "Tam Vaktinde" isimli tekli çalışması, video klibiyle netd müzik'te.

Söz: Avcon
Müzik: Asp
Yönetmen: Mehmet Başak

"Tam Vaktinde " şarkı sözleri ile

Hangi biriniz öldü böyle
Hayat hanginizi kefenledi
Kime sorsan içme diyor tamam da hanginiz neden dedi
Anlamadım nedenleri günahkar bi bedendeyim
Sorma bana artık nasıl bir cehennemdeyim.
Düşüncelerim etrafımda dönüyor
Soğuk bir bedendeyim için yanıyor
Kapalı kapıların ardında
Sönük bir mum gibi duman alıyor
Kalıp öl yada kalkıp yaşa
Yürü yolları sapmadan sokak
Yaşarken öl oku be lanet
Doğacak güneş doğmadı sabah
Çıkış yolu aramıyorum artık
Arasamda bulamıyorum zaten
İçmeden duramam bir gün
İçmesemde bunalıyorum zaten
Yoruldum artık
Bir kez olsun yüzüme bak anlık
Sizi çekemem ruhunuz batsın
Berbat bir gün geçiyor tanrım
Yürür adımlarım ağır adımlar
Kafamda cevap vermediğim sorular
Yapamam onlar olmadan
Gecem ol!
Tüm ışıklar sönüyorken
Durma çocuk hızlan hızlan gaz ver
Maaşını bıraktığın mekanda bir poz ver
Gördüğün gibi kolay değil saçma poster
Sayıkladın ismini bilmediğin kişiyi boşver

Işıklar yandı bu gece Tam Vaktinde
Gökyüzü parıldadı artık Tam Vaktinde
(Tam Vaktinde - Tam Vaktinde ) Tam Vaktinde

Gidiyorum işten çıkıp evime kraliçeme doğru
Bütün gece şehir ve ışıklar benim üzerime kondu
Vaktinde herşeyi yoluna koyucağımı seziyordum
Ama son bulamıcak artık sonumu biliyordum

Bigi Ve Pac gibi yaşamayı tercih ediyorum her zaman
Notorious'un tepesinde parlayan bir yıldız daha
Sözüm var aileme bir yerlere gelmek için çırpınırken
Son kez daha diyip hedefime ramak kalıp takılırken

Işıklar yandı bu gece Tam Vaktinde
Gökyüzü parıldadı artık Tam Vaktinde
(Tam Vaktinde - Tam Vaktinde ) Tam Vaktinde

Işıklar yandı bu gece Tam Vaktinde
Gökyüzü parıldadı artık Tam Vaktinde
(Tam Vaktinde - Tam Vaktinde ) Tam Vaktinde

Etiketler:

Erhan Usta’ya bir tebrik ve bir ikaz!

İYİ Parti Grup Başkanvekili ve Samsun Milletvekili Erhan Usta, yoğun bakıma kaldırılan Nakşibendi Şeyhi, İsmailağa Cemaati’nin manevi lideri Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi’ye geçmiş olsun deyince laikçilerin harareti aniden yükseliverdi.

Usta’nın Twitter Mesajı gayet samimi ve gayet de insaniydi;

“Ömrünü İslam’a adamış bir isim Mahmut Ustaosmanoğlu… Allah’tan acil şifalar dilerim…”

Laikçi yobazlar buradan yüklendiler; laiklik mi elden gidiyor, irtica mı hortluyor, memleket şeyhler, dervişler, meczuplar ülkesi mi oluyor, her şey tozu duman…

Girişi unuttuğumuzu zannettikleri şu sözlerle yaptılar; “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz."

Düşünün ki, bir geçmiş olsun mesajıydı bütün bunlara sebep olan.

Ve düşünün ki bir Müslümana geçmiş olsun demek, sağlık ve şifa dilemek bile onları çıldırtıyor.

Erhan Usta’ya hakaretler tam gaz devam;

“İyi Parti'ye neden oy verilmez? İşte bu yüzden oy verilmez. Takiyeciler sizi”

“Türk sağının klasik reflekslerine bayılıyorum ya. Gerçek yüzleri çok çabuk ortaya çıkıyor. Memleketin laik, demokratik yapısını yıkmak için  tarikatını devlete dolduran adama saygı duruşuna geçti hepsi”

“Biz tarikatlardan kaçmak için düzen değişsin diye size sarılıyoruz, siz de aynısı çıkıyorsunuz ne yapacak bu ülkenin gençleri, hepimiz kaçalım mı?”

“İyi partiye oy vermeyi düşünen biri olarak asla vermeyeceğim. Bu konuda aklımı başıma getirdiniz teşekkürler”

Ve bomba soru;

“Siz neden Cumhur ittifakında değilsiniz ki?”

Ama helal olsun Erhan Usta’ya, tepkilere ve bunca hezeyana rağmen mesajını silmedi.

Ben Usta'nın bu tepkiler sonrası yeni bir muhasebe yapması gerektiğini düşünüyorum.

Çünkü Erhan Usta’ya en büyük tepki Meral Akşener’den…

Şöyle ki,

Akşener, 28 Şubat döneminde İçişleri Bakanıyken İstanbul Fatih’te bir ‘sarık harekatı’ başlatmıştı.

Çarşamba’nın göbeğinde, İsmailağa Cemaatinin merkezinde…

O günleri kayıt altına almış 14 Mart tarihli bir gazeteden okuyalım;

İlk uygulama Fatih’te… Sarık Harekâtı!

İçişleri Bakanı Akşener, Bakanlar Kurulu’ndan sonra MGK kararlarının uygulanması için harekete geçti.

Akşener devrim yasalarına aykırı kıyafetlerin yoğun olarak giyildiği Fatih Çarşamba’da sarık harekâtı yapılması için kolları sıvadı”

Akşener’in başlattığı sarık toplatma, sarık giyenlere para cezası, dönemin DYP’li muhafazakâr milletvekillerinin tepkisini çekmiş ve bu çirkin uygulamaya son verilmişti.

Devletin sarıkla, cübbeyle uğraşmaması gerektiğini belirten DYP Erzurum Milletvekili İsmail Köse, “Bu konuda çok tepki var. Rencide edici bu uygulamaya son verilmesi için İçişleri Bakanı uyarıldı” demişti.

Millet İttifakı’nın başından sonuna kadar İslami değerlerin karşısında olduğunu Yavuz Ağıralioğlu kadar Erhan Usta da pekâlâ biliyor.

Kendi partisinden Ağıralioğlu’nun şu sözleri bunun ispatıdır zira;

“CHP'ye rüyasında oy verdiğini gören sağcı gusül abdesti alır”

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir