dualar ve zikirler mahmut sami ramazanoğlu pdf / Mahmud Sami Ramazanoğlu - PDF Free Download

Dualar Ve Zikirler Mahmut Sami Ramazanoğlu Pdf

dualar ve zikirler mahmut sami ramazanoğlu pdf

Dualar ve Zikirler Web Sitesi ve Uygulamaları

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Dualar ve Zikirler

X60a

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Kur’an’da Dua” bölümü…

Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor:

“Kullarım Sana, Ben’i sorduğunda (onlara haber ver ki): Ben çok yakınım. Bana duâ ettiği vakit duâ edenin duâsına karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime icâbet etsinler ve bana îman etsinler ki doğru yolu bulalar.” (el-Bakara, )

Fahr-i RâzîKâdı Beyzâvî ve Hâzin’in beyânlarına göre ashâb-ı kiramdan bazı kimselerin: “Ya Rasûlallah! Rabbimiz bize yakın ise hafif sesle yahut gizlice dûa edelim. Eğer uzak ise yüksek sesle duâ edelim” demeleri üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu mervîdir.

Başka bir rivâyette ise yahûdilerin: “Yâ Muhammed! –sallallahu aleyhi ve sellem– Sen yer ile gök arasını pek uzak haber veriyorsun. Rabbimiz duâmızı nasıl işitir?” demeleri üzerine nâzil olduğu mervîdir. Bu sebeb-i nüzüllere göre âyetin mânâsı şöyle olur:

“Ey Rasûlüm! Benim kullarım sana benim evsâfımdan suâl edip «Rabbimizin lutfu bize yakın mı, duâmızı gizlice kendi içimizden mi yapalım? Yoksa uzakta mı, duâmızı yüksek sedâ ile mi yapalım?» dediklerinde. Sen onlara Benim tarafımdan cevap ver.

Ben onların gizli duâlarını işitirim. Zira Benim ilmim onlara pek yakındır. Binâenaleyh onların işlerini bilip sözlerini işiterek hallerine muttalî olduğumdan duâ eden kimsenin duâsı ihlâs üzere olursa icâbet ederim. Şu halde onlar benden icâbet talep etsinler. Ben de onlara icâbet ederim.

Senin vâsıtan ile onları îmana davet ettiğimde derhal iman etsinler. Zîra ben onların duâlarına icâbet edince onların da benim dâvetime icâbet ve emrime itâat etmeleri vâciptir ve onlar dâvetime icâbetle doğru yolu muhakkak bulurlar.”

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Hadislerde Dua” bölümü…

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Büyük zorluklara dûçar olduğunuz zaman «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir» zikr-i cemîline devâm ediniz.” (Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî, Kıyâme, 8; İbn Hanbel, Müsned, I, )

“Cenâb-ı Hak duâda fazla ısrar edenleri sever.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Eğer bir kul, Cenâb-ı Hakk’a bir hususta duâ eder de icâbet olunmazsa onun yerine bir hasene, yani bir sevâb yazılır.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, II, 67/)

“Bir babanın oğlu için duâsı, bir peygamberin ümmeti hakkındaki duâsı gibi makbûldür.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“İyilik görenlerin iyilik gördükleri kimseler hakkında ettikleri hayır duâları REDDOLUNMAZ.” (Tirmizî, Birr 5)

“Ezân ile ikâmet arasında yapılan duâ müstecâbdır. Bu arada hemen dûa ediniz.” (Tirmizî, Salat, 44, Deavât, ; Ebû Dâvud, Salât, 35)

“Kaderden sakınmak kaderi defetmez. Lâkin sâlihlerin duâsı, nüzûl etmiş ve edecek olan elem ve musîbeti defetmeye ve kaldırmaya medâr olur. İş böyle olunca ey Allah’ın kulları, duâ ediniz.” (Tirmizî, Deavât, ; İbn Hanbel, Müsned, V/)

“Kur’ân-ı Azîmü’ş-şan her ne vakit hatmolunursa akabinde yapılan bir duâ müstecâbdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: Bkz. Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 33)

“Bir kimsenin sevdiği bir kimse aleyhinde olan duâsının kabûl olunmamasını Cenâb-ı Hakk’tan istirhâm eyledim.” (Keşfü’l-Hafâ, 1/ (Dârekutnî’den)

“Bir farz namazını huşû ile edâ eden kimsenin o namazın akabinde vâkî olacak bir duâsı mestecâb olur.” (Buhârî, Cihâd, ; Müslim, İman, 39; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Tirmizî, Zekât, 6; Dârimî, Zekât, 1; Muvatta, Da’vetü’l-mazlûm, 1; İbn Hanbel, Müsned, I, )

“Mazlumun bedduâsından sakınınız. Zirâ bir kıvılcım sür’atiyle semâya icâbete yükselir.” (Ali el-Müttakî, no: )

“Fâcir bile olsa mazlûmun duâsı makbûl olur. Onun kötülüğü ve günahları ise kendi aleyhinedir.” (İbn Hanbel, II, )

“Cenâb-ı Allah buyurmuştur ki: Kim bana duâ etmezse ona gadab ederim.”(İbn Mâce, Duâ, 1; İbn Hanbel, III, ) Zîrâ bu hal ya gafletten, yahut kibirden ileri gelir.

“Müslüman kardeşinin ayıp ve çıplak yerlerini setrederek onu dünyâda rüsvay etmeyen kimsenin ayıplarını Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde setreder.” (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58; Ebû Dâvud, Edeb, 28; Tirmizî, Birr; 19; İbn Mace, Mukaddime, 17; İbn Hanbel, III, 91, )

“Bir yerde yangın vukû bulduğunu gördüğünüz zaman «Allahü Ekber» diyerek tekrar tekrar tekbîr alınız. Zîra tekbir yangını söndürür.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Dünyânın geniş vakitlerinde, yani sıhhat, servet, asâyiş ve emniyet gibi esbâb-ı istirahat mükemmel olduğu bir zamanda Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ve tâat ile kendini takdîm et ki, muzâyakalı sıkıntılı bir zamanda seni lutf ile yâd edip gözetsin.” (İbn Hanbel, I, ; Tirmizî, Deavât, 9)

“Ana ve babaya iyilik ömrü artırır. Yalan söylemek rızkı noksanlaştırır, duâ kazâya siper olur.” (Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 5; Müslim, Îmân, ; Ebû Dâvud, Edeb, ; Tirmizî, Salât, 13; Nesâî, Mevâkît, 51; İbn Mâce, Edeb, 1)

“Kendisine ilticâ ile bir ricada bulunan kimsenin ricâsını kesip atanın duâ ve ricâsını da Allah kesip atar.” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, II, /)

“Bir kimsenin yanında mü’min kardeşi hakarete uğrar, zillete düşürülür de gücü yettiği hâlde ona yardım etmezse, Allah da onu kıyâmet günü herkesin huzûrunda zelil eder.” (İbn Hanbel, III, )

“Her kim duâlarının kabûlünü, gam ve üzüntülerinin def olup kaldırılmasını arzû ederse sıkıntıda bulunanların imdâdına yetişsin.”(Müslim, Müsakat, 32; İbn Hanbel, Müsned 3/32)

“İşlerde istihâre edenler, yani Allah’tan hayır dileyerek rızâsına muvafık hareket edenler zarar etmezler. İstişâre edenler de işin sonunda pişman olmazlar. İdâr-ı maîşetinde isrâf etmeyip i’tidal yolunu iltizâm edenler de fakr u zarûrete düşmezler.” (Heysemî, Mecmau’z-zevâid, II, )

“Bir işe başlamak istediğin zaman âkıbetini iyice tefekkür edip hayr u sevâbı mûcib ise devâm et, şerr ü ıkâbı mûcib ise ictinâb et!” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Hikmet on kısımdır. Dokuzu uzlette, diğeri de sükûttadır. Yâni (kişinin lisânını) mâlâyâniden/kendisini ilgilendirmeyen ve lüzûmsuz şeylerden hıfzeylemesindedir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Akâid-i fâside ve bid’at sâhiplerinin ibâdetini Cenâb-ı Allah kabul etmekten imtinâ buyurmuştur. Meğer ki tevbe edip ehl-i sünnet ve’l-cemaat îtikâdına rücû etsin.” (İbn Mâce, Mukaddime, 7)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh- der ki: Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle buyurmuşlardır:

“Her bir peygambere kabul edileceği vaad edilen bir duâ hakkı verilmiştir. Ben ümmetime şefaat olmak üzere duâmı âhirete bırakmak istiyorum.” (Müslîm, Îman, , vd. Buhârî, Deavât, 1; Tirmizî, Deavât, ; İbn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Rikak, 85; Muvatta’, Kur’ân, 26)

Ebû Hüreyre’den gelen diğer rivayette ise Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Her peygamberin mutlaka kabul edileceği vaad edilen bir duâsı vardır. Diğer peygamberler o haklarını bu dünyada kullandılar. Ben ise duâmı kıyamet günü ümmetime şefaat etmek üzere sakladım. Ümmetimden Allah’a şirk koşmadan ölenler inşaallah bu duâya nâil olacaklardır.” (Müslim, İman, )

Enbiyây-ı izamın her duâsının müstecâb olması kuvvetle umulur ise de, kat’î olmayıp yalnız bir duâlarının kesin olarak kabul edileceği kendilerine bildirilmiştir. O duâ, her bir nebîye Allah tarafından husûsî olarak verilen duâdır.

Ezcümle Hazret-i Âdem –aleyhisselâm– bu müstecâb duâsını tövbesinin kabul olması için; Hazreti Nuh –aleyhisselâm– kavmininin helâki ve beraberindeki mü’minlerin kurtulması için, Hazret-i İbrahim –aleyhisselâm– Mekke-i Mükerreme ve Beytullah için, Hazreti Musa –aleyhisselâm– Fir’avn’ın helâki için, Hazret-i Îsâ –aleyhisselâm– gökten bir mâide sofra indirilmesi için etmişler ve müstecâb olmuştur.

Hazret-i Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz ise, bu kesinlikle kabul olunacağı Allah tarafından te’min olunan duâsını, ümmetine şefaat için âhirete bırakmıştır. Ne mutlu O’nun sünnetine sımsıkı sarılan mü’minlere.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Peygamberimiz’in Dualarından Örnekler” bölümü…

Abdullah bin Abbas radıyallahu anhüma-’dan rivâyete göre Peygamber Efendimiz’in duâlarından biri şu duâ idi:

“Allah’ım! Kalbime büyük bir nûr ver; gözüme bir nûr, kulağıma bir nûr ver; sağıma bir nûr, soluma bir nûr ver; üstüme bir nûr, altıma bir nûr ver; önüme bir nûr, arkama bir nûr ver; bana büyük bir nûr ihsân eyle!” 

Diğer bir rivayette şu ilave vardır:

“Sinirlerime bir nûr, etime bir nûr, kanıma bir nûr ver; saçlarıma bir nûr, derime bir nûr ver!”

Rasûlullâh -sallallahu aleyhi ve sellem– duâsında bunları söylerdi. (Buhârî, Deavât, 9; Müslim, Müsâfirîn, )

Muğîre bin Şu’be’den rivâyet olunduğuna göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-’in duâlarından biri de şu idi:

“Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter. Allah’ım! Sen’in verdiğine mâni olacak yoktur, Sen’in menettiğini de verecek yoktur. Servet sâhiplerine Sen’in katında malları fayda vermez. (Ancak amel-i sâlihlerinden fayda görürler.)” (Buhârî, Ezân, , Deavât, 18; Müslim, Salât, ; Tirmizî, Salât, ; Muvattâ’, Kader, 8; İbn Hanbel, Müsned, III, 87)

Abdullah bin Abbas radıyallahu anhüma-’dan rivâyete göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-’e bazı kimseler gelip:

“– İnsanlar; yâni Ebû Süfyan ve arkadaşları sizinle muhârebe etmek için adam ve silâh toplamışlar, hazırlık yapmışlar. Onlara mukabele edecek derecede kudretiniz yoktur. Onlardan sakınınız” diye korkutmak istediklerinde, bu söz müminlerin yakînî îmânlarını ve cesâretlerini artırıp, Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz de:

“Allah bize kâfidir, o ne güzel vekîldir!” buyurdu. Mü’minler de böyle söylediler. (Buhârî, Tefsîr, 3/13; Vâhidî, Esbâbu Nüzûl, s. )

Enes bin Mâlik radıyallahu anh-’dan rivâyete göre: Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz çoğu zaman şöyle duâ ederdi:

“Allah’ım! Ey Rabbimiz! Bize dünyâda da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi cehennem azâbından koru!” (Buhârî, Tefsîr 38, Deavât 55; Müslim, Zikr 23, 26, 27; el-Bakara, )

Ebû Musâ el-Eş’ârî’den rivâyete göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle duâ ederlerdi:

“Allah’ım! Benim hatâlarımı, cehâletle yaptıklarımı, işlerimde haddi aşmamı ve benden daha iyi bildiğin kusurlarımı mağfiret eyle! Allah’ım benim lâtîfelerimi, ciddiyetimi, hatâen yaptıklarımı ve kasten yaptıklarımı mağfiret eyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim.” (Buhârî, Deavât, 60; Müslim, 70)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh-’dan rivâyete göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Her kim günde yüz kere:

“Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, sâdece O vardır. O tektir ve şerîki (ortağı) yoktur. Mülk O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O, her şeye kâdirdir/her şeye gücü yeter.” derse o kimse için on köle azâd etmiş sevâbı verilir, yüz hasene yazılır, yüz günâhı silinir, o gün akşam oluncaya kadar bu ona şeytana karşı siper olur. Hiç bir kimse ecir bakımından onu geçemez, ancak bunu ondan fazla söyleyen kimse müstesnâ.” (Buhârî, Ezân, ; Tecrîd-i Sarîh Terc. 2/)

“Allah’ım! Gaybı bilmen ve mahlûkât üzerinde sâhip olduğun kudret hakkı için, hayât benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, vefât etmek benim için hayırlı olduğunda da beni vefât ettir.

Allah’ım! Gizlide de açıkta da Sen’den korkmayı istiyorum, rızâ ve gadap hâlinde de hak sözden ayrılmamayı istiyorum, fakirlik ve zenginlikte de iktisatlı ve îtidâl üzere olmayı istiyorum.

Sen’den tükenmeyen bir nîmet (âhiret nîmetlerini) istiyorum. Sen’den sona ermeyen bir göz nûru (neslimin benden sonra güzel bir şekilde devâm etmesini, namazlarımı en güzel şekilde kılabilmeyi, muhabbeti, huzûr ve saâdeti) istiyorum.

Sen’den, tâyin ettiğin kadere rızâ gösterebilmeyi istiyorum. Sen’den, öldükten sonra huzûr ve sükûn içinde bir hayat istiyorum. Sen’den cemâline bakmanın lezzetini ve Sana kavuşma şevki istiyorum. Bütün bunları sabredilemeyecek bir zarar ve dalâlete düşürücü bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum.

Allah’ım! Bizi îman zînetiyle süsle ve bizi doğru yolda giden hidâyet rehberleri kıl!” (Nesâî, Sehv, 62; İbn-i Hanbel, IV, ; Hâkim, I, )

“Ey Ebû Bekr’in kızı! Sana diğer duâları da içinde toplayan bir duâ öğreteyim mi? Şöyle duâ et:

“Allah’ım! Ben hayrın her çeşidini; âcil olanını ve geç olanını, bildiğim ve bilmediğim her türlü iyiliği Sen’den istiyorum. Her türlü şerden; âcil olanından ve geç olanından, bildiğim ve bilmediğim bütün kötülüklerden de Sana sığınıyorum.

Allah’ım! Ben Sen’den, kulun ve Peygamberinin istediği hayrı istiyorum. Kulun ve Peygamberinin sığındığı şerden de Sana sığınıyorum.

Allah’ım! Ben Sen’den cenneti ve cennete yaklaştıran söz veya ameli diliyorum. Cehennem ateşinden ve cehenneme yaklaştıran söz veya amelden de Sana sığınıyorum. Benim için hükmettiğin her kaza (ve kaderi) de hayırlı kılmanı niyâz ediyorum.” (Bkz. İbn-i Mâce, Duâ, 4; İbn-i Hanbel, VI, ; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Sana bir kısım sözler öğreteyim mi ki, Allah Teâlâ kimin hayrını murâd ederse onları ona öğretir, sonra ebediyyen unutturmaz. De ki:

“Allah’ım! Ben zayıfım, zaafımı Sen’in rızâ-yı şerîfini kazanma husûsunda kuvvetlendir. Nâsiyemden tutarak beni hayra sevkeyle! İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl!

Allah’ım! Ben zayıfım, beni kuvvetlendir; insanlar arasında küçük görülüyorum, beni izzet sâhibi kıl! Ben muhtâcım, beni rızıklandır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Hâkim, el-Müstedrek, I, /)

“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılığın getirdiği tâkatsizlik ve bunaklıktan, kasvetten (katı kalplilikten), gafletten, yokluktan, zilletten, mal ve hayır azlığından, meskenetten (kötü hâlden) Sana sığınırım. Nefsin doymak bilmeyen ihtiyaç hissinden, küfürden, fâsıklıktan, hakka muhâlefetten ve ayrılıktan, nifaktan, süm’adan (amelleri insanların duyması için yapmaktan), riyâdan Sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, barastan ve her türlü kötü ve müzmin hastalıklardan Sana sığınırım.” (Buhâri, Tefsir, 16/1; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Hâkim, el-Müstedrek, I, /)

Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– duâsında şöyle buyururdu:

“Allah’ım! Beni, iyilik yaptığında sevinen, kötülük yaptığında ise hemen hatasını anlayıp istiğfâr eden kullarından eyle!” (İbn-i Mâce, Edeb, 57; Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

Ekseri duâları:

“Ey kalbleri çekip çeviren Rabbim! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl.”idi. (Tirmizî, Deavât, 85)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü…

Ebû Hüreyre –radıyallahu anh-’dan rivayete göre Hazret-i Peygamber –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Sakın sizden biriniz duâ ederken «Yâ Rabb, dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle» demesin. İstediğini sağlamca ve kat’ıyyetle istesin. Çünkü Allah’ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kudret yoktur.”(Buhâri, Deavât, 21)

Yine Ebû Hüreyre –radıyallahu anh-’dan rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Sizden herhangi biriniz «Duâ ettim de kabul olunmadı» diyerek acele etmedikçe duâsı kabul olunur.” (Tirmizî, Deavât, 21)

Duâ eden duâsında ısrar etmeli, devam etmelidir. Her halde er veya geç müstecâb olur.

Bir de dünyâda müstecâb olmasa bile kul bunu yine kendi lehine bilip Allah’tan ümidini kesmemelidir. Duâ büyük bir ibâdet olduğu için âhirette de bir ecir ve sevabı olur.

DUA ADABI

Duânın âdabı pek çokdur. Bu cümleden olarak:

  • Evvelâ abdestli bulunmak,
  • Bir namazdan sonra yapılmak,
  • Tevbe ve istiğfarını ve kemâl-i ihlâsını arzeylemek,
  • Kıbleye yönelmek,
  • Duâdan evvel Allah’a çokça hamd ü sena etmek,
  • Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri’ne çokça salât ve selâm
    eylemek,
  • Duânın nihayetini âmin ile bitirmek,
  • Duâda yalnız kendisini düşünmeyip bütün sâlihleri ve bütün mü’minleri duâya katmak,
  • Bir hâcetini isterken ellerini semâya kaldırıp avuçlarını açarak duâ etmek,
  • Kıtlık; umumî sıkıntı ve felâketlerin def’i için ise ellerinin dışını semâya çevirerek duâ etmek ve Allah’a sığınmak,
  • Celb-i menfaat için yapılan duâların nihâyetinde ellerinin avuçlarını yüzüne mesh eylemek. Def’-i mazarrat için yapılan duâlarda mesh edilmez.
  • Duânın asıl anahtarı ise helâl lokma yemektir.

Ebû Musa el-Eş’arî radıyallahu anh-’dan rivayete göre Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri Hayber Gazâsı’na giderken maiyyetinde bulunan ashâb-ı kiram bir vadiye vardıkta yüksek sesle tekbîr ve tehlîl ederek bağıra bağıra zikrullah etmeye başladılar. Rasûlullah -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- Hazretleri:

“– Kendinize rıfk u merhamet ediniz. Zîra siz ne sağıra, ne de gâibe duâ ediyorsunuz. Ancak her şeyi hakkıyle işiten ve size sizden yakin olan Allah’a duâ ediyorsunuz. Ve Allahü Teâlâ Hazretleri siz nerede olursanız berâberinizdedir” buyurdu. (Buhârî, Cihâd, ; Müslim, Zikir, 44)

Yani; öyle kendinize bu derece bağırmakla zahmet vermenize hacet yoktur. Cenâb-ı Hakk’a nisbetle hafî ve cehrî yapılan zikir müsâvidir.

Ebû Musa diyor ki: O esnada ben, Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretlerinin hayvanının arkasında Zât-ı risâletpenâhîleriyle birlikte beraberdim.

Ve lisânımla لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِااللّٰهِ diyordum. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem-Hazretleri bana hitaben:

“– Ey Abdullah bin Kays” buyurdu. Ben de icabetle:

“– Lebbeyk yâ Rasûllallah” dedim. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri bana hitaben:

“– Ben sana cennet-i a’lânın hazînelerinden bir hazîneye delâlet edeyim mi?” buyurunca ben hemen:

“– Babam ve anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Evet irşâd ediniz” dedim. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri:

“Ma’sıyetten sakınmak ve tâat ve ibâdetlerde kuvvet ve kudret ancak Allah Teâlâ Hazretleri’nin tevfık-i Rabbâniyyesi ve irâde-i Sübhâniyyesiyledir.” buyurdu. (Buhârî, Megazi, 38)

Yâni “Cümle âlemin müdebbir-i hakîkisi ve mutasarrıfı, hepsinin hâlıkı olan Allah -sübhânehû ve teâlâ- Hazretleri’dir” demektir.

Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz’e ve ehl-i Beyt’ine salât ve selâm da duânın en mühim âdabındandır.

Hadîs-i şerîfte:

“Yapılan bir duâda, Muhammed -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm- ve Ehl-i Beyt’ine salât ve selâm edilmedikce o duâ, makam-ı icâbete vâsıl olamaz.” buyurulmuştur. (Suyûtî, el-Câmi, no: )

Duâ eden kimse, duânın başında, ortasında ve sonunda Peygamber Efendimize salât ve selâmı tekrar etmeli. Hulûs-i kalb, nezâfet, tahâret, istikbâl-i kıble, izhâr-ı tezellül, tazarru, enbiyâ ve evliyâ ile tevessül, günâhkâr ve mücrim olduğunu ikrar ile tevbe ve istiğfar edip haram lokmadan ictinâb etmelidir. Bu sûretle yapılacak hayır duâların kabûlü hakkında şüphe etmemelidir.

Şunu da ilâve edelim ki:

Nâsın bâzısı her ne kadar Cenâb-ı Hakkın kazâ ve kaderine rızâ gösterip sükût eylemeyi duâya tercîh etmişlerse de, muhakkık âlimlerin ekserisi, dünyâ ve âhiret işlerinin esbâbdan müretteb olduğunu, müstecâb duâların ise sebeblerden biri bulunduğunu beyân ile, duâyı terketmek, kazâya rızâ göstermek fikriyle bir şey yememek, şiddetli kışta elbise giymemek, hasta olunduğunda ilâç, muharebede silâh kullanmamak gibi bir takım meşrû olmayan hareketleri irtikâb etmek gibidir, demişlerdir.

Husûsiyle duâ izhâr-ı ihtiyâc, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ olduğundan müstakıllen bir ibâdet makamına kâim olacağından, şu halde lisânen duâ eylemek ve kalben tazarrûda bulunmak gerekmektedir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “Duânın Kabûlünün Şartları” kısmı…

Duânın kabûlünün şartları:

  • Kazâya muvâfık olmak, yani sünnetullaha uygun bulunmak,
  • O kimse hakkında duânın kabûlü hayırlı olmak,
  • İstenilen şey muhal olmamak.

Duânın kabulü için âdabına ve şartlarına riâyet etmek lâzımdır. Bu şartların cümlesi mevcud olduğu bir durumda kabul olunma ciheti gâlib ise de kabul olunması yine meşiyyet-i ilâhiyyeye bağlıdır. Binâenaleyh Allah, dilerse kabul eder, dilemezse etmez. Fakat kul, âdabına riâyet ederek duâyı bırakmamalıdır.

Duânın kabûlünün âni olmasına kullar umûmiyyetle tahammül edemiyecekleri için, istenilen şeyin bir müddet sonra verilmesi me’mûl olduğu gibi duâsı mikdarı o kimsenin üzerinden bir şerrin def’ine sebeb olmak veyahud bilmediği bir cihetten duâsının eseri hâsıl olmak ihtimâline binâen duâya kabul olunmadı nazariyle bakılmamalı ve “duâm kabul olunmuyor”denilmemelidir.

Allah Teâlâ Hazretleri icabet husûsunu, istimrara; yâni geniş zamana delâlet eden muzârî sîgasıyle beyan buyurmuştur ki, bir zamanla mukayyed değildir, demektir. Kulun hakkında hayırlı olan bir zamanda kabul eder.

Yine âyet-i celîlede:

“Rabbiniz size: «Bana duâ edin ki duânızı kabul edeyim» dedi. O kimseler ki bana kulluk etmeğe büyüklendiler; pek yakında zelil ve hakîr olarak cehenneme girerler.” (Gâfir [Mü’min] sûresi, 60)

Duâ, Cenâb-ı Hak’tan, insanların muhtaç oldukları şeyleri tazarrû ve niyaz ederek kemâl-i tevazû ile istirham edip istemeleridir. Kulların Allah’a olan ihtiyaçlarını arz eylemeleridir.

Duânın kabulünün en mühim şartlarından biri de duâ esnasında Allah Zü’l-celâl Hazretlerin’den gayri hiç bir şeye güvenmeyerek teveccüh-i tâm ile ve kat’î sûretde Hak Teâla Hazretlerine yönelmektir.

Duâda iki haslet aranır;

Birincisi: İzzet-i rubûbiyyeti bilmek,

İkincisi: Ubûdiyyetten olan zilleti idrâk edip Rabbinin himayesine ilticâ ve ihsanından müstefîd olmasını arzu eylemektir.

“Ey müşrîkler! Sizin âciz ma’bûdlarınız mı hayırlıdır, yoksa muztar olan kimse duâ etdiğinde onun duâsına icabet eden ve istediğini veren ve o muztar kalan kimseye isabet eden kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzünün halîfeleri kılan Allah Teâlâ mı hayırlıdır? Allah’la beraber bunları îcâd ve kullarının ihtiyâcını def eden bir ma’bûd var da ona mı ibâdet edersiniz? Düşünceniz ne kadar az ve kısadır. Zîra Kâdir’i bırakıp âcize ibâdet edersiniz.” (Neml sûresi, 62)

Yâni, Ey müşrikler! Sizin Allah’a ortak koştuğunuz putlar mı hayırlıdır, yoksa musibetlerden bir musîbete veya fakîrlik ve hastalık gibi derd ve elemlerden muztar kalıb halâsına çâre arayan bir kimse duâ ettiği zaman duâsını kabul edib musîbeti âfiyete ve fakrini gınaya ve hastalığını sıhhate tebdîl etmekle sâhil-i selâmete çıkaran Kâdir ve Kayyum mu hayırlıdır?

Elbette kullarının ihtiyâcını def eden ve duâsını kabul edip istediğini veren Allah Teâlâ Hazretleri bunlardan hiç birine kâdir olamayanlardan hayırlıdır. Binaenaleyh ma’bûd bi’l-hakk O’dur. O’ndan gayri ibâdete lâyık yoktur. Ve Allah Teâlâ Hazretleri size yeryüzünde tasarrufa kudret verendir. Dolayısıyle Zât-i Ecell ü A’lâya ibâdetiniz lâzımdır.

Allah’la beraber başka bir ma’bûd var mı ki gayre ibâdet edersiniz ve siz her ân arkası arkasına gelen ni’metlerin kimden geldiğini düşünmeniz gayet az olduğundan Azîz ve Kavî Allah’ı bırakıp âciz ve zelîle ibâdet edersiniz.

Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurmuşlardır ki:

“Bir kimse zâhir ve bâtınını tanzîf ve tathîr ile kırk gün hâlisan Cenâb-ı Allah için amel ve ibâdet ederse kalbi menba-ı hikmet olup lisânından zülâl-i mârifet cereyan etmeye başlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Kul ıhlâs ile  لَا إِلٰهَ اِلَّا اللّّٰهُ «Başka ilâh yok, ancak Allah vardır!» dedikçe hiç bir hicâb onu geri çevirmeksizin bu zikri, Allah’a yükselir. Allah’a vâsıl olunca Allah bu kelimeyi söyleyene nazar eder. Allah’ın nazar ettiği her bir muvahhid kulunu rahmeti içine alması O’nun hakkıdır.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Helâlliğinde ve haramlığında şüphe bulunan nesneyi terk eyle ve helâl olduğu muhakkak bulunan şeyleri kabul et.” (Buhârî, Büyû’, 3; Tirmizî, Kıyame, 60)

Bu hadîs-i şerîf, insanın bâtınını haramdan korumak için kemâl-i ihtiyat üzere bulunmasının lüzûmu hakkında îrâd edilmiş ise de diğer işlerine, sözlerine ve sâir muâmelâtına da tatbîk için bir kâide-i külliyye tarzında bulunmuştur.

“Niyet eylediğin bir iş için kalbinde havf ve tereddüd olursa o işi yapma.” (İbn Hanbel, V, , )

“Haramlardan sakın, insanların en âbidi olursun.” (Tirmizî, Zühd, 2; İbn Hanbel, II, )

“Haram lokmadan neşv ü nemâ bulan bir vücûda lâyık olan cehennem ateşidir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Ebû Nuaym, Hilye, I, 31)

  • Cebrail (as) Öğretti İki Dua

“Cibril bana ne zaman geldiyse şu iki duâyı emretti:

«Ey Rabbim! Bana temiz rızık ver ve sâlih amel nasîb et.» (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Allah Teâlâ buyuruyor: Kulum, beni yalnız iken zikrederse ben de onu yalnız zikrederim. Beni bir topluluk içinde zikrederse onu ondan daha hayırlı ve daha büyük bir topluluk içinde zikrederim.” (Müslim, Zikr, 3, 18, 19, 21; Buhârî, Tevhîd, 15, 43; Tirmizî, Deavât, ; İbn Mâce, Edeb, 53, 58; İbn Hanbel, III, )

  • Allah Sizden Üç Şeyi İstemiyor

“Allah sizden üç şeyi istemiyor: Kur’ân okurken yahud okunurken ileri geri konuşmayı, duâ ederken sesinizi yükseltmeyi, takat getiremiyeceğiniz kadar kendinizi namaza zorlamanızı.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Gizlide yapılan bir duâ, açıkta yapılan yetmiş duâya bedeldir.”

“Sıkıntılı zamanlarında Allah’ın kendisine icabet etmesini isteyen kimse rahatlık zamanında duâyı çok yapsın.” (Tirmizî, Deavât, 9)

“İnsanların en âcizi duâdan da âciz olan, insanların en cimrisi selâmı da kıskanan kimsedir.” (Heysemî, VIII, 31)

«Ey Rabbim! Şükrünü edaya, Sen’i zikretmeye ve Sana güzel ibâdet etmeye bana yardım et!» diyen bir kimse mükellef bir duâ yapmış olur.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Vitr, 26/)

“İyiliğin her çeşidi ibâdetin yarısıdır. Diğer yarısı ise duâdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Duâ mü’minin silâhı, dînin direği, göklerin ve yerin nûrudur.”(Hâkim, I, /)

“Zaîflerinizin duâları ve ihlâslarından başka bir şey hürmetine mi nusrete nâil oluyorsunuz?” (Buhârî, Cihâd, 76; Nesâî, Cihâd, 43)

Çünkü Allah’ın huzurunda zayıflığını, aczini ve fakrını idrâk ederek ve dünyevî arzulardan kalben alâkasını keserek duâ edenlerin ihlâsları kuvvetlidir. Bu da rızık ve nusret sebeblerinin en büyüklerindendir.

  • Beş Gece Vardır Ki Dua Reddolunmaz!

“Beş gece vardır ki duâ reddolunmaz: Receb’in ilk gecesi, Şa’ban’ın onbeşinci gecesi, Cum’a gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı gecesi.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Rikkat hâliniz geldiği zaman duâyı ganimet biliniz. Çünkü bu hal rahmettir.”(Ali el-Müttakî, II, /)

“Mü’min bir kul Allah’a duâ eder. Bu esnada Allah Teâlâ Cibrîl’e: «Bunun duâsına hemen icabet etme, çünkü sesini işitmek istiyorum.» buyurur. Bir fâcir de duâ edince Allah Teâlâ Cibrîl’e emreder: “Hemen ver şunun istediğini! Çünkü sesini işitmek istemiyorum.” buyurur. (Ali el-Müttakî, II, 85/)

“Kâfir bir kul Allaha duâ eder, hâcetini ister, derhal yerine getirilir. Mü’min Allah’a duâ eder, icâbeti geciktirilir. Melekler buna üzülürler. Bunun üzerine Allah Teâlâ buyurur ki: «Kâfirin duâsına hemen icâbet edişimin sebebi bana bir daha duâ etmemesi ve beni hatırlamaması içindir. Çünkü onu sevmediğim gibi sesini de sevmiyorum. Mü’minin duâsına da hemen icâbet etmiyorum, beni unutmayıp devamlı zikir etmesi için. Çünkü onu da seviyorum, tazarru’unu da seviyorum.» (Ali el-Müttakî, II, 86/)

  • Dört Yerde Semânın Kapıları Açılır Ve Duâya İcâbet Olunur

“Dört yerde semânın kapıları açılır ve duâya icâbet olunur:

1- Allah yolunda saf bağlandığı zaman,

2- Yağmur yağarken,

3- Namaz kılınırken,

4- Kâ’be görüldüğü zaman.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

  • Duanın Kabul Olduğu İki Vakit

“İki vakit vardır ki, semânın kapıları açılır. Bu vakitlerde duânın reddolunduğu çok azdır. Biri namaza kalkıldığı zaman, diğeri Allah yolunda saff-ı cihâd bağlandığı zaman.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

  • Dört Dua Vardır ki Reddolunmaz

“Dört duâ vardır ki: reddolunmaz:

1- Dönünceye kadar hacının duâsı,

2- Evine gelinceye kadar gazinin duâsı,

3- İyileşinceye kadar hastanın duâsı,

4- Bir de kardeşin kardeşine gıyabında ettiği duâ.

Bunlardan en çabuk kabul olunan duâ kardeşin kardeşine gıyabında etdiği duâdır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağir, no: )

  • Allah’ın (c.c) Dualarını Reddetmediği Üç Kişi

“Üç kişi vardır ki Allah onların duâlarını reddetmez:

1- İftar edinceye kadar oruçlunun duâsı,

2- Mazlumun duâsı,

3- Adaletli devlet reisinin duâsı.” (Tirmizî, Deavât, 48; İbn Mâce, Duâ, 11)

  • Kabulünden Şüphe Duyulmayan Üç Dua

“Üç duâ vardır ki kabul olunacağında hiç şübhe yoktur:

1- Babanın, evlâdına duâsı,

2- Misafirin duâsı,

3- Mazlumun duâsı,” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/; Tirmizî, Birr 7/, Daavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)

  • Allah (c.c) İle Arasında Perde Olmayan İki Kişinin Duası

“İki duâ vardır ki, Allah ile bu iki duâ arasında hicâb yoktur:

1- Biri mazlumun duâsı,

2- Diğeri kardeşin kardeşe gıyabında duâsı.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Üç kimse vardır ki duâ ederler de icâbet olunmaz:

1- Nikâhı altında kötü ahlâklı bir kadın bulunup da onu boşamayan erkek,

2- Bir başkası üzerinde emânet mal bulundurup da şâhidle onu tesbît etmeyen,

3- Malını sefih bir kimseye veren adam. Çünkü Allah Teâlâ “Mallarınızı sefih (beyinsiz) kimselere vermeyiniz” buyurmuştur.” (en-Nisâ, 5; Hâkim, II, /)

“Duânın efdali, kulun: «Ey Rabbim, Muhammed ümmetinin cümlesine umûmî bir rahmet ile rahmet eyle!» demesidir. (Ali el-Müttakî, II, /)

“Duânın efdali dünyâ ve âhirette Rabbinden af ve afiyet istemendir. Çünkü bu ikisi dünyâda sana verilir, sonra âhirette de verilirse muhakkak felah bulursun.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Kulun «Ey Rabbim, Ümmet-i Muhammed’in cümlesine umûmî bir rahmetle merhamet et» diye duâ etmesinden daha sevimli bir duâ yoktur Allah katında.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

«Beni, bütün mü’minleri ve mü’mineleri mağfiret et ey Rabbim» diyen kimseye her bir mü’minin hasenesinden nasîb verilir.” (Bkz. Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Ali el-Müttakî, II, /)

“Kişinin, kardeşine onun gıyabında ettiği duâ müstecâbdır. Kulun başucunda vazifeli melek bekler ve duâsına âmin der. Kul kardeşine her bir hayır duâ ettiğinde: «Âmin, sana da aynısı olsun,» der. (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

“Kul, ana ve babasına duâyı unuttuğu zaman rızkı kesilir, yani bereketi gider.” (Ali el-Müttakî, no: )

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “ Tevbe ve İstiğfar” kısmı…

Hâris bin Süveyd anlatıyor: Abdullah ibni Mes’ud –radıyallahu anh– bize iki hadis rivayet etti. Bunlardan biri Hz. Peygamber –aleyhissalâtu vesselâm-’dandı, diğeri de kendisinden. Dedi ki:

“Mü’min günahını şöyle görür: O, sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür.”

İbni Mes’ud bunu söyledikten sonra eliyle, “şöyle” diyerek, burnundan sinek kovalar gibi yapmıştır.

Sonra dedi ki: “Ben Rasûlullah –aleyhissalâtu vesselâm-’ın şöyle buyurduğunu işittim:

«Allah, mü’min kulunun tevbesinden, tıpkı şu kimse gibi sevinir: Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başını yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: «Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım» der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri. İşte Allah’ın, mü’min kulunun tevbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden daha fazladır.»

Müslim’in bir rivayetinde şu ziyâde var:

“Sonra adam sevincinin şiddetinden şaşırarak şöyle dedi: «Ey Allah’ım, sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim.»” (Buharî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 3; Tirmizî, Kıyamet, 50)

Ebû Bekri’s-Sıddîk radıyallahu teâlâ anh-Hazretleri:

“– Yâ Rasûlallah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta’lîm buyur” dedikte Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

“Şöyle duâ et:

“Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafur ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhamet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur. Şüphesiz Sen Ğafûr ve Rahîm’sin, yâni çok affeden ve çok merhamet edensin.” (Buhârî, Ezân, ; Deavât, 16)

Büyükler demişlerdir ki: Bu duâ namazda gerek tahiyyattan sonra ve gerekse namaz dışında edilecek duâların en şümullülerinden ve en güzellerindendir. Zîra cehennemden halâs olup cennet ve cemâle kavuşmayı istemek duâların hulâsasıdır.

“Mecnûn ancak o kimsedir ki tevbe ve nedamet etmeyip ma’sıyyette devam ede.” (Ali el-Müttakî, no: )

“Sizin hastalığınızın ve şifânızın ne olduğunu söyleyeyim mi? Hastalığınızın günâhlar, ilâcınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Meclisin (oturmanın veya oturulan yerin) keffareti, kulun şöyle demesidir:

“Seni hamdinle tesbîh ederim ey Rabbim! Senden başka bir ilâh bulunmadığına ve yalnız Sen olup şerîkin olmadığına şehâdet eder, Senin mağfiretini diler, sana tevbe ederim.” (İbn Hanbel, II, )

“Gıybetin keffareti, gıybet etdiğin kimse için istiğfar etmekliğindir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Yeryüzündekilerden herhangi bir kimse,

derse hatalarına keffaret olur. Bu hataları deniz köpükleri kadar da olsa.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Duânın hayırlısı istiğfar, ibâdetin hayırlısı da kelime-i tevhîddir.” (Ali el-Müttakî, I, /)

“Ya Ali, sana bir duâ öğreteyim mi ki zerreler adedince günâhın olsa sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur. Şöyle söyle:

“Allah’ım, Sen’den başka ilâh yoktur. Sen Halîm ve Hakîm’sin, hayır ve bereketi çok olansın. Sen’i tenzih ederim, Sen yüce Arş’ın Rabbi’sin.” (Taberânî, Kebîr, V, /)

“İstiğfar, mü’minin sahife-i a’mâlinde nur gibi parlar.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: ; Ali el-Müttakî, I, /)

“Günâhdan tevbe eden kimse günâh işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan istiğfar, diğer taraftan günâhtda ısrar eden ise -el-iyâzü billah- Cenâb-ı Hakk ile istihza eden kimse gibi olur.” (Beyhakî, Şuabu’l-îman, V, )

“Bir kimse kalbi ve kalıbı ile istiğfara devam ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin gamlarını feraha ve sıkıntılarını genişliğe tebdîl ederek hiç ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 30)

“Tevbe ve istiğfar ile büyük günâhlar af olunduğu gibi mükerreren irtikâb edilen küçük günâhlar da, büyük günâhlar arasına dâhil olur.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Kalbinde nedâmet olmadığı halde yalnız lisânen edilen istiğfar, yalancıların tevbesidir.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, , no: )

“Cenâb-ı Hakk’a tevbe ediniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa Cenâb-ı Allah’a tevbe ederim.”(Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn Hanbel, Müsned, II, )

“Ne mutlu o kimseye ki defter-i a’mâlinde çokça istiğfar bulur.” (İbn-i Mâce, Edeb, 57)

“Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah’a tevbe ediniz.” (İbn Mâce, İkame, 78)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “Seyyidü’l-İstiğfâr” kısmı…

Şeddad bin Evs radıyallahu anh-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir:

«Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lutfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.»”

Rasûl-i Ekrem Efendimiz sözlerine devamla şöyle buyurur:

“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.”(Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, )

Bu duânın hulâsa-i meali: Ya Rabb, ben cürm ü kusurlarımı i’tirâf eylerim, tevbe ve istiğfar ederim, ni’metlerinin şükründen âcizim, beni afv ü mağfiret eyle, demektir.

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Duâ Âdâbı” bölümü başlığı altında yer alan “İstiaze” kısmı…

İstiaze, bir işe başlarken ve herhangi bir münasebetle “Euzü billahi mine’ş-Şeytani’r-racîm”, yani; “Kovulmuş (iyilikten uzaklaştırılarak, lânetlenmiş) olan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım ” cümlesini söylemek.

Ebû Hüreyye radıyallahu anh-’ın rivayet eylediğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– buyurmuşlardır ki:

“Allah’ım! Kabir azâbından sana sığınırım. Cehennem azâbından Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnelerinden sana sığınırım. Deccâlin fitnelerinden sana sığınırım.” (Buhârî, Ezan, )

Sa’d bin Ebî Vakkas radıyallahu anh-’dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri şöyle istiâze ederlerdi:

“Allahım! Cimrilikten sana sığınırım. Korkaklıktan sana sığınırım. Erzel-i ömre2 bırakılmaktan sana sığınırım, dünyâ fitnesinden: Yani Deccal fitnesinden sana sığınırım, kabir azâbından sana sığınırım.” (Buhârî, Tefsîr, Sûre: 16)

Peygamberimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-: “Ve sizden erzel-i ömre bırakılanlar da vardır” (Nahl sûresi, 70) mealindeki âyet-i celîle nazil olduktan sonra Allah’a erzel-i ömürden de sığınmaya başladı.

Hazret-i Aişeradıyallahu anha’dan rivayet olunduğuna göre Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle istiâze ederlerdi:

“Allahım, tenbellikten, bunaklık vâkî olacak derecede ihtiyarlıktan, ihtiyarlık çöküntüsünden, ma’sıyet mahallerinde bulunmakdan, borçluluktan, kabir fitnesinden, kabir azâbından, cehennemin fitnesinden, cehennemin azâbından ve zenginlik fitnesinden sana sığınırım. Fakîrliğin fitnesinden de sana sığınırım. el-Mesîhu’d-Deccâl’in fitnesinden de Sana sığınırım. Allah’ım hatâlarımı kar ve dolu suyu ile yıka. Beyaz bir elbiseyi kirlerden temizlediğin gibi kalbimi de hatâlardan temizle. Benimle hatâlarımın arasını, maşrıkla mağribin arasını uzak kıldığın gibi uzak kıl.” (Buhârî, Deavât, 39)

Buhârî’nin İbn-i Abbas –radıyallahu anhüma-’dan rivayet ettiğine göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle istiâze etmişlerdir:

“Ya Rabb! Senin îzzet ve kudretine sığınırım ki, senden başka hiç bir ilâh yoktur. Ve sen ölmezsin. Cin ve insanlar ise ölürler.” (Buhârî, Eymân, 13; Tevhîd, 7; Müslim, Zikr, 68)

Cabir radıyallahu anh-dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz:

Kur’ân’dan:

“Ey Habîbim de ki Allah Teâlâ Hazretleri sizin üzerinize Nuh tufanı ve Kavm-i Lût’a taş yağdırdığı gibi sizin de üzerinize bir azâb göndermeğe kâdirdir.” (En’âm sûresi, 65) meâlindeki âyet-i celîle nâzil olduğu zaman:

اَعُوذُ بِوَجْهِكَ “Yâ Rabb! Böyle bir azâbdan zât-ı pâk-i ülûhiyyetine sığınırım!” buyurdu.

“Altınızdan, âl-i Fir’avn’in boğulması ve Karun’un yere geçirilmesi gibi size azâb etmeye kadirdir” (En’âm sûresi, 65) mealindeki nazm-ı celîlin kırâetinde yine:

اَعُوذُ بِوَجْهِكَ “Yâ Rabb! Böyle bir azâbdan zât-ı pâk-i ülûhiyyetine sığınırım!” buyurdu.

“Yahud Fırkalar ihtilâfıyla mukatele ve muharebe zaruretlerine ve biriniz diğerinizin kılıncıyla katlolunmasına kâdirdir’ (En’âm sûresi, 65) mealindeki nazm-ı celîlin kırâetinde هٰذَا اَهْوَنُ اَوْ اَيْسَرُ “İşte bu bir dereceye kadar ehvendir, yahud biraz daha kolaydır” buyurdu.” (Buharî, Tefsîr, 6/2)

Başka bir hadîs-i şerîfde Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Hazretleri:

“Ben Allah Teâlâdan ümmetimden dört şeyin kaldırılmasını istedim. Allah Teâlâ Hazretleri ikisini kaldırdı, ikisini kaldırmadı. Ümmetimi kavm-i Lût gibi semâdan taş yağdırarak ve Karun’a yaptığı gibi yere geçirmekle helak etmemesi için duâ ettim. Cenâb-ı Hak bu iki duâmı kabul buyurdu. Fakat fırkalar ve hizibler ihtilafıyla aralarında mukatele ve muharebe ihtilâfının ve yekdiğerinin kılıncıyle katil ve helak edilmeleri cihetinden de ref’ ve izâlesi için duâ ettim, kabul buyurmadı” demişlerdir. (Bkz. Ali el-Müttakî, XI, /)

Yani insanlar arasında ilâ yevmi’l-kıyam fırkalar ihtilafıyla veya ecnebi düşmanların tasallutuyle aralarında muharebe ve mukatele eksik olmayacak demekdir.

“İblîs yeryüzüne inince Allah’a şöyle dedi;

– Ya Rabbi, beni yeryüzüne indirdin ve kovulmuş birisi yapdın. Öyle ise bana bir ev ver. Allah Teâlâ:

– Hamam, dedi.

– Bana bir de meclis ver, dedikde;

– Çarşılar ve yol kavşakları, dedi.

– Bana içecek ver, dedi.

– Her sekir veren şey, dedi.

– Bana müezzin ver, dedikte:

– Çalgıcılar, dedi.

– Kitap ver dedikte:

– İnsanların vücudlarına yaptırdıkları dövmelerdir, dedi.

– Bana bir söz ver, dedikde:

– Yalan sözler senin sözlerindir, dedi.

– Bana bir peygamber ver dedikte;

– Kâhinler, dedi.

– Tuzak ver, dedikde:

– Kadınlardır” dedi. (Râmûzû’l-ehâdis, s. )

“İblis’in, köpeğin hortumu gibi bir hortumu vardır. Onu Ademoğlunun kalbine sokar ve durmadan şehvetleri, lezzetleri hatırlatır ve Rabbi hakkında şüpheye düşürmek gayretiyle vesvese verir. Kul:

deyince şeytan kalbinden hortumunu çeker.” (Ali el-Müttaki, I, /)

Süleyman bin Surad -radıyallahu anh- şöyle dedi:

Bir gün Nebi –sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı. Bunu gören Rasûlullâh –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle buyurdu:

“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hâli geçer. Eğer o:

«İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım» derse, üzerindeki hâl kaybolur.”

Oradakiler Nebî –sallallahu aleyhi ve sellem-’in ona “İlâhî rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu ilettiler… (Buhârî, Bed’ü’l-halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr )

“Şöyle de: «Ey Rabbim! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve menimin şerrinden sana sığınırım.” (Neseî, İstiâze, 4)

“Gecenin evvelinde ve gündüzün evvelinde şu duâ ile duâ eden kulu Allah Teâlâ İblîs ve askerlerinden korur:

“Şânı yüce, burhanı büyük, kudreti şiddetli Allah’ın adıyla. Allah ne dilerse o olur. Şeytandan Allah’a sığınırım.”(Ali el-Müttakî, II, /)

“Belânın sizi ezmesinden, şekavetin çukuruna düşmekten, kötü kazaya uğramaktan ve düşmanların şamatasından Allah’a sığının!” (Buhârî, Kâder, 13)

“Cehennemden Allah’a sığınınız. Kabir azâbından Allah’a sığınınız. Mesîh Deccâl’in fitnesinden Allah’a sığınınız. Hayatın ve ölümün fitnesinden Allah’a sığınınız.” (Râmûzû’l-ehâdis, s. )

“Allah’a sığınanların sığınma vâsıtalarının efdalini söyleyeyim mi? Felâk ve Nâs sûreleridir.”(Râmûzû’l-ehâdis)

“Şu yaptığım tavsiyeyi işitmene hiç de bir mâni’ yokdur: Sabah ve akşama çıktığında de ki:

“Ey Hayy u Kayyum olan Rabbim! Rahmetine tevessül ederek bana yardım etmeni istiyorum. Benim her hâlimi ıslâh eyle. Göz açıp yumuncaya kadar da olsa beni kendime (nefsime) bırakma!” (Hâkim, I, /)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Besmele” bölümü…

Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bilcümle semavi kitâbların anahtarı «Rahman, Rahîm Allah adı ile» dir; yani besmeledir.” (Râmûzû’l-ehâdîs, , Suyûtî, el-Câmiûs-Sağir, no: )

“Meşrû işlerin hangisi olursa olsun besmele-i şerîfe ile başlanmazsa hayrına ve tamamına nâil olunamaz, bereketsiz kalır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no: )

“Bir vartaya düştüğün vakit:

«Rahman, Rahîm Allah adıyla. Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak yüce ve Azîm olan Allah’ın tevfik ve yardımıyladır.» demeye devam et. Zira Cenâb -ı Allah bunların hürmetine belâ ve musibetlerin nicelerini def eder.” (Suyûtî, el-Camius-Sağir, no: ; Râmûzü’l-ehâdis, 66)

İbn-i Mesʻûd (r.a) şöyle buyurur:

“Cehennemin başlıca me’murları olan ondokuz zebânînin azâbından necat bulmak isteyen kimse Besmele’ye devam etsin.”(İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, )

Zira besmele ondokuz harftir.

“Sizden biriniz evine girmek istediği zaman şeytan onu ta’kîb eder. O kimse evine girdiği zaman besmele ile girerse şeytan der ki: Bu evde bana girecek yer yok.” (Müslim, Eşribe, ; el-Ezkâr, 26)

“Her günün sabahında ve her gecenin akşamında:

«Allah’ın adıyla ki, O’nun adı sayesinde ne semâda, ne yeryüzünde, hiç bir şey zarar veremez. O her şeyi işiten, her şeyi hakkıyle bilendir» diyen ve bunu üç defa tekrarlayan kimseye hiç bir şey zarar veremez.” (Ebû Dâvud, Edeb, ; İbn-i Mâce, Duâ, II; İbn Hanbel, I, 62, 66, 72)

“Allah’ın adı anılmadan yenilen her yemek ancak hastalıktır, onda bereket yoktur. Bunun keffâreti, eğer sofra ortada ise Bismillah diyerek devam etmekdir. Eğer sofrayı kaldırdı isen yine Bismillah deyip parmaklarını yalamandır.” (bk. en-Nevevî, el-Ezkâr, vd.)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Hamdele” bölümü…

Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Meşrû işlere Allah’a hamd ile başlanmazsa hayır ve bereketi kesilir.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 19; Ebû Dâvud, Edeb, 18)

“Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerine hamd ü senâ, insanı nîmetin zevâlinden emîn kılar.”(Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Allah’a hamdetmek şükrün başıdır. Allah’a hamdetmeyen bir kul O’na şükür etmemiştir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Cenâb-ı Hakk’ı sena için elhamdülillah demek, yahud Allah’a hamd etmek zikirlerin efdalidir.”(İbn-i Mâce, Edeb, 55)

“Cenâb-ı Hakk’a en çok şükür edeniniz, insanlara teşekkürde kusur etmeyeninizdir.” (Ebû Dâvud, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 35)

“Sözlerin Allah’a en sevimlisi, kulun:

سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِdemesidir.” (Buhârî, Tevhîd, 58; Müslim, Salât, ; Ebû Dâvud, Edeb, , Tirmizî, Mevakît, 79)

“Hiç bir tarafı müstesna olmamak üzere bütün dünyâ ümmetten sâdece bir adama verilse ve sonra bu kimse «Elhamdülillah» dese, muhakkak ki bu «Elhamdülillah» bütün hepsinden daha kıymetli, daha efdal olurdu.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Kim her gün bir defa:

derse cennetteki makamını görmedikçe ölmez, yahud ona gösterilmedikçe ölmez.” (Ali el-Müttakî, II, /)

 

“Kim «Hamd ederim Allah’a ki, her şey O’nun azameti önünde boyun eğmiştir. Hamdederim Allah’a ki her şey O’nun izzeti karşısında zelîldir. Hamd ederim Allah’a ki her şey O’nun mülk ü saltanatına boyun eğmiştir. Hamd ederim Allah’a ki, her şey O’nun kudretine teslîm olmuştur» derse ve bunu ancak Allah’ın indindekini taleb ederek söylerse, Allah ona bin hasene yazar, derecesini bin kat yüceltir, kıyamet gününe kadar ona istiğfar etmeleri için yetmiş bin melek vazifelendirir.” (Ali el-Müttakî, II, /)

İbrâhîm –aleyhisselâm– Rabbine suâl edip:

“– Ey Rabbim, sana hamdedenin mükâfatı nedir?” Allah Teâlâ cevaben buyurdu ki:

“– Hamd, şükrün anahtarıdır, şükür onunla beraber Rabbü’l-âlemînin Arşına yükselir.” İbrâhîm tekrar suâl edip:

“– Ey Rabbim! Seni tesbîh edenin mükâfatı nedir?” Allah Teâlâ cevaben:

“– Tesbîhin aslının ne demek olduğunu âlemlerin Rabbi Allah bilir.” (Ali el-Müttakî, I, /)

Mahmud Sami Ramazanoğlu -hazretlerinin- “Dualar ve Zikirler” adlı kitabında ki “Salvele” bölümü…

Peygamber Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem– buyurmuşlardır ki:

“Cenâb-ı Hakk’a yarın rızâya ermiş olarak mülâki olmak arzusunda bulunanlar bana çokça salât göndersinler.” (Ali el-Müttakî, I, /)

Tahkîkan sizden bana en yakın olan kimse beni çokça salât ve selâmla yâd edenlerdir.”(Tirmizî, Vitr, 21/)

“İhtiyâcı bulunan bir şeyi te’minde zorluğa düşen bir kimse bana çokça salât ve selâm göndersin. Tahkîkan salât ve selâm gam ve kederleri izâle eyler, rızıkları bollaştırır ve müşkilleri halletmek için yegâne bir vesiledir.”(Kenzü’l-İrfân, 5)

“Muhakkak ki insanların en ziyâde cimri olanı yanında ismim anılıp da bana salavât ve selâm göndermeyen kimsedir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Bir kimse yanında ismim zikrolunur da bana salât ve selâm göndermezse o kimse şakîdir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Bize olan muhabbetinden dolayı Allah Teâlâ Muhammed -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm-ı lâyık olduğu şekilde mükâfatlandırsın.” diyen kimse yetmiş kâtibi bin sabah yormuş olur. (Ali el-Müttakî, II, /)

Yani bundan hâsıl olacak sevabı yetmiş kâtib bin gün müddetle yazmakla zor bitirirler, demektir.

Peygamber –aleyhisselâm-’a salât edilinceye kadar her duâ yolda bekler, gitmez, kalır.” (Tirmizî, Vitr, 21)

“Allah’ın ismi zikrolunmaksızın ve bana salavât gönderilmeksizin başlanan bir iş kesilir kalır, batar. Bütün bereketlerden mahrum olur.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, no: )

“Allah Teâlâ bana ümmetim için iki emân indirdi. Bunlar şunlardır:

“Sen onların içinde bulunduğun müddetçe Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfara devam ettikleri müddetçe de Allah onlara azâb edici değildir.” (Enfal sûresi, 33)

Ben gidince onların arasında kıyamete kadar istiğfarı bıraktım.” (Tirmizî, Tefsir, 8/)

Günün Belli Zamanında Okunacak Duâlar

Ebû Hüreyre radıyallahu anh-’den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı sırada dünyâ semâsına nüzûl eder ve şöyle buyurur: “Bana duâ eden var mı, duâsına icâbet edeyim? İstediğini vereyim. Bana istiğfar eden var mı, onu mağfiret edeyim?”(Buhârî, Teheccüd, 14)

Bu hadîs-i şerîf, gecenin son üçte birinin vakt-i icâbet olduğuna büyük müjdelerle berâber delâlet etmektedir.

“Gece yarısında semânın kapıları açılır ve bir münâdî şöyle seslenir: «Hiç duâ eden var mı, icâbet olunsun, bir şey isteyen var mı verilsin, bir sıkıntıda olan var mı kurtarılsın.» Her hangi bir duâ ile duâ den hiç bir müslüman yoktur ki Allah Teâlâ ona icâbet etmiş olmasın. Ancak şehveti için koşan zinâkâr kadınla ayyaş ve işret ehli müstesnâ.” (İbn Hanbel, IV, , III, 34, 43, 94)

“Gecede bir saat vardır. Müslüman bir kulun dünyâ ve âhiret işinden istediği her hangi bir hayır varsa ve duâsı o saate gelirse muhakkak Allah ona dileğini verir. Bu her gece vardır.” (Tirmizî, Vitr, 16; Neseî, Mevâkit, 35)

“Saatlerin efdali gecenin son kısmıdır.” (İbn-i Hanbel, IV, )

  • Şeytanın Şerrinden Muhafaza Edilen Üç Kişi

Üç kişi vardır ki onlar İblis’ten ve askerlerinin şerrinden masûndurlar:

  1. Gece ve gündüz Allah’ı çok zikredenler,
  2. Seher vakitlerinde istiğfar edenler,
  3. Allah’ın haşyetinden ağlayanlar.” (Ali el-Müttakî, XV, /)

İbn-i Abbas radıyallahu anhüma-’dan rivâyet olunduğuna göre Nebiyy-i Ekrem, gece teheccüd için kalktığında şöyle derlerdi:

MAHMUT SAMİ RAMAZANOĞLU’NUN HAYATI VE TASAVVUFİ GÖRÜŞLERİ Mehmet Ali Topkaya Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Bolu Abant İzzet Baysal University, Faculty of Theology Bolu, Turkey seafoodplus.info Öz Bu makalenin konusu, Cumhuriyet dönemi sonrası mutasavvıflarından Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun hayatını ve tasavvufi bakış açısını ele almaktır. Yaşadığı dönemde yaptığı irşad faaliyetleriyle birçok insanın hidayetine vesile olan Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun hayatı ve hayata karşı tasavvufi bakışı bizler için hem örnek hem önem arz etmektedir. Bilindiği üzere tasavvuf, kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiyesidir. Yani gönül terbiyesidir, ruh temizliğidir. İnsanın Allah’a ulaşma çabası, O’na aşık olma arzusudur. Bu noktaya ulaşmak için gönül adamlarının buldukları çarelere, gösterdikleri yollara başvurmak gerekir. Cumhuriyet sonrası dönemde yani yakın zamanımızda yaşamış olan Mahmut Sami Ramazanoğlu da bu yolları kat ederek bir gönül adamı olmuş ve gönüllere dokunabilmiştir. Bu makalenin yazılma amacı da din ve kültür tarihimizin nadide bir değeri olan Mahmut Sami Ramazanoğlu’nu tanıtmak ve örnek olması açısından onun tasavvufi bakış açılarını ortaya koymaktır. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Ahlak, İrşat, Kalb-i selîm, Tezkiye, Seyr-u sülûk Abstract Main subject of this article is handling Ramazanoglu’s, one of the post-Republic sufis, life and approach to Islamic mystıcısm. Ramazanoglu’s, who helped many people to be Muslim by his faith and ability to spread Islam in his era, life and how he approach mystically to life propounds us not only importance but also a sample. As it is known, Islamic Mystıcısm means morally improvement of heart, purification of nafs, the soul’s clearance and man’s will to reach the Allah, fall in love with sake of Allah. To be able to reach that point, one must use those cures and ways that have been found by sufis. Ramazanoglu, who lived in Post- Republic era which is near to present, used those cures and ways to reach his current grade in Islamic mysticism. By that way, he managed to be a sufi and touch souls of many people. The reason of this subject to be written is that to present Ramazanoglu ,rare model of our cultural and religious history, and his mystical approach in order to help him seen as a sample person. Keywords: Islamic Mysticism, Mahmut Sami Ramazanoglu, Moral, Propound of Islam, Model Person, Purifying, Advancing Spiritually GİRİŞ Hakikatte Allah dostlarının insanlar tarafından övülmeye, senâ edilmeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü yüce Mevlamız Rabbü’l-âlemin Hazretleri onları sevmiş, derecelerini âlî eylemiş; onları seveni de kendisini seviyor saymıştır. Bu sevilenlerden birisi de Sultanü’l-ârifîn Mahmut Sami Ramazanoğlu kuddise sirruh hazretleridir.1 Gündelik hayatın peşinden gitmeden Hak ve batıl ayrımında aydınlıktan yana saf tutup, sarsılmaz bir iman kaidesi üzerinde yükselmiş ve tevazu ile tasavvufu aynı kapta yoğurarak hayatını idame eden Mahmut Sami Ramazanoğlu bugün ne yazık ki toplumumuzun yalnızca belirli bir kısmı tarafından tanınmış, çoğu kimselerin böyle değerli bir şahsiyetin varlığından dahi haberi olmamıştır. Makalemizin yazılma amacı da bu meseleye mütealliktir. Tasavvufi hayatı yalnızca geçmişe hasredenler böyle bir yaşantının daha mevcut olamayacağını, zühd, zahid, sufi gibi terimlerin geçmişte kaldığını ileri sürerek yakın tarihimizden ne yazık ki bî-haber yaşamışlardır. Zira yakın tarihimizde öyle abide şahsiyetler mevcuttur ki her biri yola ışık tutan fener misali fertlere, cemiyetlere yol göstermişlerdir. Nice fertler ve cemiyetler bu ışık vesilesiyle hidayete ermiş, hakikat yolunun yolcusu olmuştur. Mahmut Sami Ramazanoğlu da o yola ışık tutan abide şahsiyetlerden biridir. Haliyle (yaşayışıyla) ve kâliyle (sözleriyle) talebelerine en güzel örnek olan bu Allah dostu evvela gönüllere sevgi tohumları ekerek İslam kardeşliğini kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Bunun için sohbetlerinde İslam’ın en güzel hasletlerini öğreterek edepli, hürmetli, sevgili, saygılı, şefkatli, merhametli, sehavet sahibi, sâdık, salih, samimi, îsâr ehli müstakim nesiller yetiştirmeye gayret etmişlerdir.2 Biz de makalemizi Mahmut Sami Ramazanoğlu’nu, hayatı ve yukarı da bahsi geçen tasavvufi görüşleri nisbetinde ele almaya çalışacağız. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır. 1 Musa Topbaş, Sultânü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu, 1. Baskı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), 5 2 Mustafa Eriş, Mahmud Sâmî Efendi’den Hatıralar seafoodplus.info, 1. Baskı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), 6 seafoodplus.info Adana’nın Tepebağ Mahallesinde Müctebâ Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelen Sâmi Efendi’nin şecereleri Ramazan Oğulları’ndan Nûreddin Şehîd yoluyla Hâlid bin Velîd (r.a.) Hazretleri’ne dayanıyor. Sâmi Efendi Hazretleri’nin dünyaya gelişiyle ilgili şöyle bir menkıbe nakledilir: Sâmi Efendi Hazretleri’nin dünyaya gelişiyle ilgili şöyle bir menkıbe nakledilir: Bir gün Hızır -aleyhisselâm-, evlerinin kapısına gelerek, hizmetçi kadın vâsıtasıyla muhtereme vâlideyi (Sâmi Efendi’nin annesini) kapıya çağırır. Her ne kadar vâlide hanım; “–Kızım, ne isterse ver!” tembihinde bulunsa da ziyaretçi; “–Hayır muhakkak kendisi ile görüşmem lâzım!” diye ısrar edince, mecbûren kapının arkasına gizlenerek: “–Buyurun!” der. Hızır -aleyhisselâm-: “–Kızım, hâmile olduğunu biliyor musun? Senin vâsıtanla büyük bir insan dünyaya gelecek ve sol eğe kemiği üzerinde büyükçe bir ben bulunacak, uzun müddet İslâm’a hizmet edecek. Bu müddet zarfında haram ve helâle dikkatli ol ve ismini de «Mahmud Sâmi» koy!” müjdesini verir ve teberrüken bir gömlek ister. Gömlek getirilinceye kadar ortadan kaybolur.3 Mahmud Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh- ilk ve orta mektep tahsilini memleketi Adana’da tamamladı. Yüksek tahsil için İstanbul’a geldi. Dâru’l-Fünûn (İstanbul Üniversitesi) Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Çok başarılı bir talebe idi. Yüzündeki melâhat ve güzellik, davranışlarındaki nezâket ve edep, derslerindeki üstün başarısı ile hocalarının takdirlerine mazhar olmuşseafoodplus.infoi devam ederken Sarıyer’de ikàmet ettiği ev, bir sel baskınına uğramış ve daha talebe olan Sâmi Efendi’nin kitaplarından bir kısmı selde zâyî olup gitmişti. Gençliğinden itibâren her şeye ibret ve hikmet nazarıyla bakan Sâmi Efendi g bu hâdiseyi de farklı okumuş, bunu ilâhî bir îkaz olarak kabûl edip; “Gâlibâ bu meslekten nasîbimiz olmayacak!..” diye yorumlamıştı. Gerçekten de üniversiteyi “pekiyi” derece ile bitiren Sâmi Efendi Hazretleri, kul hakkı endişesiyle, geçimini hukuk alanından değil, bir ticarethânenin muhâsebesini tutarak temin etmiştir.4 3 Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, seafoodplus.infoı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), 4 Topbaş, Altın Silsile, Yüksek tahsilini tamamlayıp, memleketi Adana’ya dönmek arzusunda olan Sâmi Efendi - rahmetullahi aleyh-, Bayezid meydanında bir Allah dostuyla karşılaşır. Bu zât Sâmi Efendi’ye, nereli olduğunu, İstanbul’da ne ile meşgul olduğunu sorar. Hazret, yüksek tahsilini tamamladığını ifâde ederek durumunu arz eder. Bu Allah dostu ona: “–Sizi yeni bir tahsile başlatmama müsâade eder misiniz?” der ve onu Koca Mustafa Paşa semtinde bulunan Kelâmî Dergâhı’na götürür. Yolda sohbet ederken o Allah dostu, Sâmi Efendi’ye der ki: “–Evlâdım! Senin bu zâhirî tahsilin kâfî değil! Sana, kişiyi iki cihan saâdetine götürecek esas tahsili tavsiye edeyim. Bu yeni başlayacağınız irfan mektebinin ilk dersi kimseyi incitmemek’tir; son dersi de aslâ incinmemek… Yani Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış tarzı kazanarak -ne hâl olursa olsun- hiç kimseye kırılmamak! Affedebilme olgunluğunun zirvesine erebilmek…”Dergâhın mürşidi olan, zamanın Meclis-i Meşâyıh Reisi Es‘ad Efendi - rahmetullahi aleyh-, genç Sâmi Efendi ile yakînen ilgilenir: “–Evlâdım! Hastalık nerede ise tedâviye oradan başlamak icâb eder. En mühim uzvumuz kalp’tir… Bu sebeple, zâhirî nâfile ibadetlerden önce kalbimizi ihyâya başlayacağız. Kalp zikrine ehemmiyet vereceğiz!” der ve Sâmi Efendi için yeni bir hayat başlar.5 Artık Sâmi Efendi, dergâhın genç bir hizmet eridir. Bahçe tanzimi, ayakkabıların tertibi, gelen ziyaretçilerin sıraya konulması, onlara yapılan ikramlar, Pîr Hazretleri’ne gelen mektuplara cevaplar, hep bu genç mürîdin uhdesindedir. Dergâhta bulunan kadîm müridler bile ona hayran olurlar. Zira o çok az uyur, akşamları yatakları serer, herkesle beraber yatağına girer, insanlar uyuduktan sonra sessizce kalkar, yeniden abdest alır, seccâdesi üzerinde uzun müddet tesbih, tehlil, zikrullah ve tefekkürle meşgul olurdu. İmsaktan evvel, bahçeden odun getirip kazanı yakar; gusül ihtiyacı olanlar için sıcak suyun hazır olduğunu haber verirdi6 Dergâhtaki bu umûmî hizmetlerin yanında, daha husûsî hizmetler gerektiğinde de, yine genç Sâmi Efendi ilk koşanlardan olurdu. Yaşlı müridler, hasta ihvan, hep Sâmi Efendi’nin candan hizmetleriyle perverde oluyorlardı. Es‘ad Efendi’nin müridleri arasında, mânevî derecesi çok ilerilerde olan Cide Müftüsü Hüseyin Efendi de bulunmakta idi. Hayli yaşlanmış olan müftü efendi hastalanmış, bakımı da çok güç hâle gelmişti. Dergâhta bu yaşlı zâtın memleketine, evlâtlarının yanına gönderilmesi istenince Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh-: 5 Topbaş, Altın Silsile, 6 Topbaş, Sultânü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu, 73 “–Müsâade edilirse bu mübârek zâtın bakım ve hizmetini yapmak isterim!” dedi ve bu hizmeti de büyük bir edep ve hassâsiyetle îfâ etti. Bu hâlis niyet ve nâzik hizmetin karşılığı olarak da müftü efendinin şu duâsına mazhar oldu: “Allâh’ım! Bu yaşıma kadar bu kuluna ikram ettiğin mânevî lûtuf ve ikramların hepsini aynen bu genç evlâdımıza da ikram eyle…”7 Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh- dergâhta îfâ ettiği samimî hizmetler ve tasavvuf yolunda gösterdiği ciddî gayretler neticesinde nâil olduğu mânevî kemâlât ile de mürşidinin gözde bir talebesi oldu. Öyle ki memleketi Adana’ya gittiğinde, mürşid-i kâmili Es‘ad Efendi Hazretleri, onun gecikmeden İstanbul’a dönmesini arzu etti. Bu arzusunu da buram buram muhabbet ve hasret kokan şu mektupla kendisine bildirdi: “Muhterem evlâdım! Arzu ve iştiyâkım sabır ve tahammül çemberini çok fazla zorlamakta olduğundan, kışın şiddetine mukàvemet edemeyen bu ihtiyar pederinizi o güzel sîmânız ile bahtiyar ederseniz çok memnun olurum… Şâh-ı Nakşibend Efendimiz Hazretleri’nin; «Bizim tarîkımız sohbet iledir.» şeklindeki hikmetli sözünü şüphesiz duymuşsunuzdur. Ömrünüzün baharının ter ü tâzeliği ihtiyarlık hazânı ile târumâr olmadan, yüce tarîkatin füyûzât çiçekleriyle rûhunuzu ve kalbinizi kokulayıpgüzelleştirmek, bendenizin biricik arzu ve emelidir. Allah sizi muvaffak eylesin…”8 Üstâdının bu nâzik dâveti üzerine İstanbul’a dönen Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh-, sonraki zamanlarda da günlerini kâh Adana’da pederi Müctebâ Efendi’nin yanında, kâh Kelâmî Dergâhı’nda kendisini ikmâl etmekle geçirdi.Sâmi Efendi Hazretleri’nin dergâhta kısa zamanda ulaştığı muvaffakıyeti yakînen takip eden Es‘ad Efendi -rahmetullahi aleyh-, ona bir icâzetnâme takdim ederek hilâfet verdi. Es‘ad Efendi Hazretleri, bu icâzetnâmeyle, aynı zamanda Sâmi Efendi Hazretleri’ni târif etmektedir. İşte mürşidinin gözüyle Sâmi Efendi Hazretleri: “Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm. El-Hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. Emmâ ba‘d:İhvân-ı dîn ve erbâb-ı sıdk u yakîne arz ve ifâde olunur ki: Hâmil-i varak-pâre-i dervişânemiz Sâmi Efendi veled-i mânevîmiz, eyyâm-ı şebâbını şerîat-i mutahharanın dâire-i necâtbâhiresinde geçirmiş ve Tarîkat-i Aliyye-i Nakşbendiyye’ye hizmet 7 Hasan Kamil Yılmaz, Altın Silsile, 1. Baskı (İstanbul: Erkam Yayınları), 8 M. Es’ad Erbili. Mektûbât, 1. Baskı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), ve o yolda sarf-ı mesâî ve ibrâz-ı ciddiyette bulunmuş olmakla beraber, usûl ve kavâid-i mer’iyyeye tevfîkan ve hazarât-ı hâcegânın muâmelâtına tatbîkan, evvelâ letâif-i hamse-i âlem- i emri tasfiye ve sâniyen letâif-i hamse-i âlem-i halkı tezkiyeye gayretle hamden lillâhi Teâlâ âsâr-ı muvaffakıyet nâsiye-i hâlinde zâhir ve inâyet-i Samedâniyye letâif-i aşeresinde bâhir olarak usûlüne vusûl için mahsûl-i mârifeti olan arzusunu sâdık, şecere-i tevhîdin semeresini iktitâf için mürğ-ı himmetini âlî ve fâik görmüş olduğum gibi bir zaman dahî nefy ü isbât ve murâkabât gibi zât u sıfâtını tezyîn etmekte bulunduğunu gördüm. Binâenaleyh zülâl-i saâdetten tâlib-i reşahât ve vâdî-i selâmetten râğıb-ı nefehât olan, yani Tarîkat-i Aliyye-i Nakşbendiyye’ye temessük ve intisâb arzusunda bulunan ihvân-ı dîne de tâlîm-i âyîn-i tarîkat ّ ‫ت تُؤدُّواْ أهن يهأ ْ ُم ُر ُك ْم‬ için kendilerini me’zûn eyledim. Kàle Tebâreke ve Teâlâ: ‫للاه إِن‬ ِ ‫أ ه ْه ِل هها إِلهى األ ه همانها‬ Cenâb-ı Hak ve Hâdi-i Mutlak -celle celâlüh- Hazretleri’nden istirhâm ederim ki: Şerîat-ı mutahhara ve tarîkat-i münevverenin icrâ-yı ahkâmındaki şevk ve şetâretini bir kat daha tezyîd ve ol vechile birtakım ricâl-i muvahhidîni kàl ve hâlinden müstefid buyursun! Âmîn! ‫ارة ت ُ ْل ِهي ِه ْم ّل ِر هجال‬ ‫ للاِ ِذ ْك ِر هعن بهيْع هو هّل تِ هج ه‬âyet-i celîlesinin ahkâmına vâkıf olan ihvân-ı kirâma arz edebilirim ki, tasfiye-i bâtın ve tezkiye-i nefse tâlib olanlar ve daha doğrusu silsile-i celîle-i Nakşbendiyye’den ahz-i füyûzâta râğıb bulunanlar, mûmâ ileyhin musâhabesine devam ve beyân eyleyeceği âdâbın riâyetine ihtimam sâyesinde nâil-i merâm olacakları şüphesizdir. Bu icâzetnâmenin sâdeleştirilmiş hâli şöyledir: “Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm, Efendimiz Hazret-i Muhammed’e, bütün âline ve ashâbına olsun! Bundan sonra: Din kardeşlerime, sadâkat ve kuvvetli îman sahibi kişilere arz ve ifâde olunur ki: Bu dervişâne icâzetnâmemizi taşıyan Sâmi Efendi evlâdımız, gençlik günlerini nezih dînimizin kurtarıcı dâiresi içerisinde geçirmiş, yüce Nakşibendiyye yoluna hizmet etmiş, bu hususta bütün gayretini sarf etmiş ve bu yoldaki ciddiyetini açıkca ortaya koymuştur. Bunun yanında usûlüne uygun olarak ve Hacegân Hazarâtı’nın usullerini tatbik ederek letâifini tasfiye ve tezkiyeye gayret etmiştir. Allâh’a hamd olsun, muvaffakıyeti sîmâsında ve hâlinde zâhir olmuştur. İlâhî inâyet, letâifinde açıkça tezâhür etmiştir. Onun vuslat arzusunun sağlam ve sâdık, tevhid ağacının meyvelerini elde edebilmek için gerekli olan himmetinin de fevkalâde yüksek olduğunu gördüm. Bütün bunların yanında bir müddet de nefy ü isbât ve murâkabelere devam ederek zâtını ve sıfatlarını da tezyîn ettiğini gördüm. Bu sebeple saâdet pınarının tatlı suyundan içmek ve selâmet vâdisinden serinletici nefesler almak isteyen, yani yüce Nakşibendiyye yoluna bağlanma ve intisâb etme arzusunda bulunan din kardeşlerimize bu yolun âdâb ve erkânını tâlim etmesi için kendilerine izin verdim. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: «Muhakkak ki Allah Teâlâ, emânetleri ehline vermenizi emreder!.. » (en-Nisâ, 58) Cenâb-ı Hak’tan niyâz ederim ki; tertemiz şerîatin ve nurlu tarîkatin hükümlerini yerine getirmekteki şevk, şetâret ve neşesini bir kat daha artırsın! Ve birtakım tevhid ehli kimseleri söz ve hâlinden istifâde ettirsin! Âmîn! “Öyle erler vardır ki onları ne ticaret ne de alışveriş Allâh’ın zikrinden alıkoyabilir…” (en-Nûr, 37) âyet-i kerîmesinin hükümlerine vâkıf olan kıymetli kardeşlerime şunu arz edebilirim ki; kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesi yapmak isteyenler, daha doğrusu Nakşibendiyye silsilesinden feyz almayı arzu edenler, Sâmi Efendi’nin musâhabesine (sohbetlerine ve onunla beraber olmaya) devam eder, beyân ettiği âdâba titizlikle riâyet ederlerse, muradlarına nâil olacakları şüphesizdir.«Bu, Allâh’a göre zor bir şey değildir. » (İbrâhîm, 20) Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve tâate kuvvet bulmak, ancak yüce ve azîm olan Allâh’ın yardımıyladır. Allah Teâlâ, Efendimiz Hazret-i Muhammed’e, O’nun âline ve ashâbına salât ü selâm eylesin! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.”9 Bu icâzetnâmedeki duâların da bereketiyledir ki Sâmi Efendi Hazretleri’nin ibadet ve hizmet hayatında son demlerine kadar büyük bir şevk ve neşe müşâhede edilmiş, hâl ve kàliyle de tevhid ehlinin yetişmesine vesîle olmuştur… Sâmi Efendi Hazretleri’nin 39 yaşında olduğu senesinde, mürşidi Es‘ad Efendi - rahmetullahi aleyh- şehîd edilmiştir. Artık onun omuzlarında büyük bir irşad emâneti bulunmakta, ancak gerek dergâhların kapatılmış olması, gerekse yeni ictimâî vasat, bu emânetin îcaplarını tam mânâsıyla îfâya müsâit değildir… Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh-, geçmişte Hâris Muhâsibî, Alâüddîn Attâr ve diğer bâzı Hak dostlarının yaptığı gibi, âileden kalan büyük mîrasa el sürmemiş, hukuk sisteminin değişmesi sebebiyle de o alanda çalışmaya yönelmemiş, maîşetini Adana’da bir kereste ticarethânesinin muhâsebesini tutarak temin etmeye başlamıştır. Bir taraftan da hâl diliyle etrâfını irşâda devam etmişseafoodplus.info işine gidiş ve gelişindeki dakiklik ve disiplin; şahsî hayatındaki sehâvet/cömertlik ve nezâket; ibadet hayatındaki huşû, huzur ve edep; toplum içindeki hâl ve tavırları, kendisini tanıyan herkes tarafından gıpta ve hayranlıkla seyredilmiştir… Uzun bir aradan sonra senesinde hacca gitmeye müsâade dilince, Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh- ilk kâfileyle yola çıkarak hac farîzasını îfâ etti. Bu sebeple de Hacı Sâmi Efendi diye tanınmaya 9 M. Es’ad Erbili. Mektûbât, 1. Baskı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), başladı. İlk hac yolculuklarının Sûriye üzerinden yapılması sebebiyle de Hicaz yolu üzerindeki bilhassa Halep ve Şam ulemâsı tarafından kendisine büyük hürmet ve alâka gösterildi. Bu iki beldenin sâlihleri ve âlimleri, Sâmi Efendi Hazretleri’nin sohbetlerinden feyizlenmek için hasretle yolunu gözlerlerdi… Sâmi Efendi Hazretleri’ni dergâh günlerinden tanıyan ve irşadla salâhiyetli olduğunu bilen sevenleri, kendisiyle buluşabilme imkânları genişleyince ziyaretlerde bulunarak feyz almaya başladılar. Civardan ziyaretçileri günbegün artarken, Sâmi Efendi Hazretleri de fırsat ve imkânlar açıldıkça önce İç Anadolu’daki yakın şehirlere giderek irşad sohbetlerine başladı. Sonra da sevenlerinin talebi üzerine İstanbul’a taşındı. Takrîben 30 sene kadar İstanbul’da ikàmet etti.Sâmi Efendi -rahmetullahi aleyh-, ticârî hayatın merkezi olan İstanbul’un Tahtakale semtinde bulunan bir işyerinde, bir taraftan muhâsebe ile meşgul oluyor, diğer taraftan da irşad hizmetine devam ediyordu. Kendisini tanıyanlar Anadolu’dan kâh işleri için, kâh mânevî istifâde için gelip onu bu işyerinde ziyaret ediyor ve büyük değişiklik ve feyizlerle memleketlerine dönüyorlardı. Sâmi Efendi Hazretleri de bu ziyaretleri karşılıksız bırakmıyor, müsâit olan ve taleb edilen şehirlere mukàbil ziyaretlerde bulunarak oralara ilim-irfan, takvâ ve hizmet tohumları ekiyordu. Zamanla İstanbul’da ve Anadolu’da, bilhassa ticaret ve sanayi erbâbından, esnaftan, ilim ehlinden, kendisine intisâb eden seçkin bir halka oluştu. 10 Sâmi Efendi Hazretleri, hayatı boyunca devamlı Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’nin izlerini takip etmişti. Bu hassâsiyetin bir tezâhürü olarak da son günlerini Allah Rasûlü - sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nurlu beldesinde, O’nun mânevî huzûrunda geçirdi. Üstad Hazretleri’nin son günlerini evlâd-ı mânevîsi ve hayru’l-halefi Mûsa Efendi - rahmetullahi aleyh- şöyle anlatır: “ yılının sonbaharı idi. Muhterem Üstad Hazretleri’nin Erenköy’deki devlethânelerine giderek hem ziyaret etmek hem de zamanın gönlümüze bıraktığı keder ve sıkıntıları onun feyizli nazar ve sohbetleri sâyesinde izâle ederek huzura kavuşmak arzusu duymuştum. Güler yüzle huzurlarına kabûl buyurmuşlardı. Hiç ziyaretçi yoktu. Münferid olarak bâzı nasihatlerini müteâkip, kapalı olan odanın kapısına bakarak -kapıya bakmak mahrem işareti idi-: «–Medîne-i Münevvere’ye hicret göründü, bir daha dönmemek şartıyla! Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın!» buyurdular. 10 Topbaş, Altın Silsile, Aradan altı ay kadar bir vakit geçmişti. Aynı arzularını muhtereme vâlidemize ve hâne halkına tekrarlamışlardı. Hicret için bir taraftan âile fertlerini iknâ etmişler, bir taraftan da tahakkuku için Allâhu zü’l-celâl ve’l-kemâl Hazretleri’ne duâ ve niyazda bulunmuşlar ve çıkış muâmelelerinin tâkibi için de lüzumlu yerlere mürâcaatta bulunmuşlardı. Bu hicret haberini duyan, İstanbul ve Anadolu’daki sevenleri, için için üzülüyorlar, yanıp yakılıyorlardı. Ama elden ne gelir, ne yapsınlar, karar kat’î idi. Kader çerçevesi böyle çizilmişti. Ayrılık, muhabbet ehli için dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâldir. Haklı idiler. Asırların yetiştirdiği bu gönül sultânından ayrı, uzak kaldıkları müddetçe o nurlu, o güzel, melâhatli yüzünü temâşâ edemeyecek ve dertlere derman olan o lâhûtî, ulvî, mânevî sohbetlerinde bulunamayacaklardı. Ancak Allah dostlarının sık sık tekrarladıkları «Yemen’deki yanımda, yanımdaki Yemen’de!» sözü ile mütesellî olabiliyorlardı. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin nusreti ile arzuları semere vermiş, bir buçuk sene sonra Medîne-i Münevvere’ye, Belde-i Tayyibe’ye, bütün âile efrâdı ile vâsıl olmuşlardı. El-hamdü lillâh, Muhterem Üstad -rahmetullahi aleyh-, arzuları tahakkuk etmiş olduğu cihetle çok mes’ut ve seafoodplus.info-onbeş gün kadar bir istirahatten sonra, az sayıda olmak şartıyla ziyaretçi kabûl ediyorlardı. Ve sohbetleri arasında bu mukaddes Belde-i Tayyibe’de gâyet edepli, tâzimkâr olmak îcâb ettiğine işaretle, şâir Urfalı Nâbî’nin meşhur; «Sakın terk-i edepten kûy-i Mahbûb-i Hüdâ’dır bu!» naatini irticâlen sonuna kadar okuyorlardı. Böylece seneler birbirini takip ediyor, Muhterem Üstad -rahmetullahi aleyh- tam bir inzivâya varıp vakitlerini devamlı duâ, zikir, murâkabe ve istiğfarla geçiriyorlardı.Rahatsızlıkları da günden güne artıyordu. Tıbbî müdâhale ve ihtimamlar semere vermiyor, zâten pek nâzik ve nahif olan bedenleri adetâ eriyordu. Tansiyonları sık sık yükseliyordu. Bu ağrı ve ıztıraplara rağmen bir defa olsun; «Vücudumda şöyle bir rahatsızlığım var, başım ağrıyor…» gibi en ufak bir şikâyette bulunmuyorlardı. Hattâ gözlerindeki zaafiyet ziyâdeleşmiş, göremez hâle gelmişlerdi. Bu hâlini sezen bir yakını tarafından hâzık bir doktor celbedilerek ameliyat edilmiş ve görmeye başlamışlardı. Bu gâile ve rahatsızlıklarında bile dâimî olarak duâ ve istiğfâra devam etmişseafoodplus.infoeri yirmi beş sene kadar evvel, Eyüb Sultan Hazretleri’nin kabristanında kendileri için bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan Muhterem Üstad Hazretleri: «–Bizim reyimizi sorarsanız, gönlümüz Cennetü’l-Bakî’yi ister!» buyurmuşlardı. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin bu has, lekesiz kulu son günlerini yaşıyordu.Şâirin «Fahru’l-Urefâ, Bedr-i Hafâ Hazret-i Sâmi» diye tesmiye ettiği insân-ı kâmil ve asırların yetiştirdiği Mürşid-i Mükemmil Hazretleri’nin, nur hazinelerinden olan rûh-i muazzezleri, «Sen Rabbinden, Rabbin de senden râzı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir!» (el-Fecr, 30) âyet-i kerîmelerine imtisâlen, 10 Cemâziyelevvel / 12 Şubat sabaha karşı saat dört buçukta, «Allah Allah» kelime-i tayyibesini zikrederek a‘lâyı illiyyîne tayerân etmiştir. Yani fânî dünyadan ebediyet âlemine intikal etmiştir. Gasl ve tekfînini müteâkib cenâze namazları Mescidi Nebevî’de edâ edildikten sonra, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bu has evlâdı, Türbe-i Saâdet önünden geçirilerek büyük bir sessizlik içinde güzîde, sâlih bir topluluğun elleri üzerinde, ileriden beri cân u gönülden arzu ettikleri Cennet-i Bakî’de Osman Zinnûreyn ve Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallahu anh- Hazretleri’nin kurbundaki mukaddes toprağa seafoodplus.info haberi kısa zamanda dünyanın her yerinde duyulmuş ve gıyâbî cenâze namazları kılınmıştır. O büyük Allah dostu, uzun hayatı boyunca kendini İslâmiyete vakfetmiş, büyük fedakârlıklarla, mâneviyâta susamış olan gönülleri tenvîr etmiştir…”11 seafoodplus.infoUFİ GÖRÜŞLERİ Ehl-i Sünnet Yoluna İttibâ Mahmud Sami Ramazanoğlu her şeyden evvel ehl-i sünnet yoluna ittiba edilmesi gerektiğini belirterek eserinde bu hususu şöyle nakleder: “Öğütlerin hulâsası ve nasihatlerin özü şudur: Dindar ve İslâmî hükümlere hassâsiyetle riâyet eden kişilerle ünsiyet kurarak beraberliği temin et! Dindarlık ve şerîate bağlılık da ancak Ehl-i Sünnet yoluna tâbî olmaya bağlıdır. Zira kıyâmet günü kurtuluşa erecek olan grup onlardır. Bu gibi istikametteki mü’minlere tâbi olmadan kurtulmak imkansızdır Dini İlimleri Tahsil Tasavvuf ilimsiz olmaz. İlim olmadan irfan muhaldir. Bu husus bir nevi tasavvufun temelini oluşturur. Tasavvuf tarihine baktığımızda mürşidlerin önce muhaddis, müfessir, müctehid olduğu, bu kimliklerden sonra mutasavvıf kimliğine büründükleri görülür. Mahmud Sami Efendi de bu konudaki hassasiyetlerini eserlerinde belirtmiştir. Mesela:“Ey birâder! Vakit âhir zamandır. Din zayıflamış, Sünnet terk edilmiş, bid’atler ise her tarafa yayılmıştır. Böyle karanlık bir devirde, en mühim şey olan akāidi ve diğer dînî ilimleri tahsil etmeye gayret eylemek zarurîdir.”13 11 Topbaş, Sultânü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu, 12 Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe, seafoodplus.info, seafoodplus.infoı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), 13 Ramazanoğlu, Musâhabe,, “Her belde ve her kabîlede dînî meseleleri tâlim edecek bir âlimin bulundurulması farz-ı kifâyedir. Eğer bulundurulmazsa oradaki halkın hepsi günahkâr olur. Fakat her mü’minin ilm- i hâlini, yani kendini ilgilendiren dînî hükümleri öğrenmesi de farz-ı ayn olduğundan, bunları öğrenmeyen kimse günahkâr olur. Çünkü İslâm diyârında cehâlet, mâzeret sayılmaz.”14 Buyurarak bu yola baş koyanların geçmesi gereken yolları bildirmiştir. İstikamet Tasavvuf, insanı doğru yola getirme çabası olduğu gibi o yolda sarsılmadan durabilmeyi de hedefler. Bu sağlam duruş istikamettir. Mahmud Sami Efendi de bu mühim vazifeyi belirtirken bir misalle açıklar: “İstikâmet sahibi, dağ gibi müstakîm olmalıdır. Çünkü dağın dört alâmeti vardır: 1) Sıcaktan erimez, 2) Soğuktan donmaz, 3) Rüzgârdan devrilmez, 4) Sel alıp götürmez.”15 Bu vasıflara sahip bir dağ gibi ayakların yere sağlam basılması gerektiğini bu misalle açıklamıştır Sami Efendi. Kalb-i Selîm Tasavvuf kalp işidir. Kalbin temizliği tasavvufun amaçlarından biridir. Ahirette Allah Teala’nın bedenlere değil kalplere bakacağına dair Hz. Peygamber’in hadisi vardır Bundan dolayı kalbin selîm olması esastır. Mahmud Sami Efendi de eserlerinde kalbin selîm olması için riayet edilmesi gereken esasları belirtmiştir.“Ehl-i hikmete göre gönlün rûhâniyet ve hikmetle müzeyyen hâle gelebilmesi, yani mükerrem insan olabilmek için şu beş esâsa riâyet şarttır: 1) Sâlih ve sâdıklarla beraber olmak, 2) Mânâsını düşünerek çokça Kur’ân-ı Kerîm okumak ve namaz kılmak, 3) Oruç tutmak, az yemek, açlığa ağırlık vermek, 4) Devamlı zikir hâlinde olmak, 14 Ramazanoğlu, Muhâsabe, 64 15 Mahmud Sami Ramazanoğlu, İbrahim,Yusuf,Yunus ve Hud Sûreleri Tefsiri, seafoodplus.infoı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), 16 Müslim, “Birr”, 33 5) Seher vakitlerinde tazarrû ve niyazda bulunmak.”17 “Kalb-i selîm sahibi; dîninde cehâletten, kötü ahlâktan, mal ve evlâdın şerrinden sâlim ve pâk olarak huzûr-i ilâhîye gelen kişidir. Malını hayır yollarına sarf eden, evlâdına dînî hükümleri öğreten ve yaşatan; kalbî hastalıklar, kötü ahlâk ve cehâletten sâlim olarak âhirete giden kişiler, mal ve evlâdından menfaat göreceklerdir.” Buyurarak kalb-i selimin nelerin önünü açtığını belirtir. Mahmut Sami Efendi eserlerinde kalb-i selimin alametlerinden de bahseder. Ona göre kalb-i selîmin üç alâmeti vardır: 1) Hiç kimseye eziyet etmemek, 2) Hiç kimseden incinmemek, 3) Bir kimseye iyilik yaptığında ondan bir karşılık ve mükâfat beklememek.”18 “İnsan bedeni, türâbîdir, toprağa mensuptur. Yemek içmek, uyumak ve şehvet gibi işler îtibârıyla diğer mahlûkât ile aynıdır. Ama rûh itibârıyla da nûrânîdir, Allâh’a mensuptur. İnsanda nefsânî arzular gâlip olursa, Allah’tan uzaklaşır, rûh âlemi incelik, zarâfet ve derinliğini kaybeder, kalp kararır… Fakat insanda rûhânî hayat gâlip olursa, Allâh’a yaklaşır, kalbi de, bedeni de nurlanır. Bunun için kalbi tasfiye ve tezkiye etmek, yani nurlandırmak lâzımdır. Kalp temizlenmedikçe nurlanamaz ve bu hâlde insan aslâ kalbî hastalıklardan kurtulamaz…Bir ağacın kökünde çürüklük varsa, onun alâmeti dallarında ve yapraklarında belli olur, meyvesinde görülür. Kalpte de hastalık, çürüklük olursa bedenin her uzvunda ve her işinde onun eseri ve zararı görülür. Onu tedâvi etmek lâzımdır. Kalbin tedâvisi, rûhun mensub olduğu Allâh’ı zikretmekle yapılır. Kalbin hastalığı, zikrullâh ile temizlenir.”19 Tasavvuf Yukarıda belirtilen huşulardan sonra sıra tasavvufa gelir. Yani tasavvuf içine direkt girilecek bir deniz değildir, önce yüzmenin öğrenilmesi sonra suyun üzerinde dayanılması, en son denize girilmesi gerektiğini belirtir bize Mahmud Sami Efendi. “Tasavvuf, şerîatin âdap ve erkânının kaynağıdır. Tasavvuf, Allâh’a karşı kuvvetli bir muhabbet duymak ve neticesinde benlik dâvâsını terk etmektir. Tasavvuf, zikr-i dâimîde bulunarak Allah’tan başka her şeyden gönlü temizlemektir.”20 17 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 13 18 Topbaş, Altın Silsile, 19 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 20 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 13 Tarikat ve Seyr u Sülûk Tasavvuf, insanın iç dünyasının güzelleşmesi ve neticede Allah’a aşık olmasıdır. Bu noktaya yükselebilmek için gönül adamlarının buldukları çarelere, gösterdikleri yollara tarikat adı verilmektedirKendileri de Nakşî tarikatına müntesip olan Mahmud Sami Efendi eserlerinde tarikatin ne olduğunu belirterek önemini ve gerekliliğini bildirir:“Tarîkat, şerîatin hâdimidir. Abdest, temizlik ve tahâret namaza hazırlık olduğu gibi, tarîkat da kalbi temizleyip huzûra hazırlar.”22 “Tarîkat-i aliyyede feyz ve terakkînin en mühim sebebi, muhabbet ve râbıtadır. Bu da mürşidinin teveccüh, nazar ve himmetini kazanmak sûretiyle olur. «Muhabbetin şartı, muvâfakattir.» Yani mürşidin sevdiğini sevmek, sevmediğini sevmemektir.”23 “Bedenî hastalıklardan şifâyâb olmak için bir tabîbin teşhis ve tedâvisine ihtiyaç olduğu gibi; kibir, haset, dünya sevgisi gibi kalbî hastalıkların tedâvisi için de bir mânevî tabîbin tedâvisine daha fazla ihtiyaç olduğu hakîkatinden gaflet edilmemelidir.”24 Tezkiye “Hakîkî îmânı elde edebilmek için kalbî hastalıkların izâle edilmesi zarurîdir… Bunun için de tezkiye-i nefs zarurîdir… Nefsin emmârelikten kurtulması, ancak onu tezkiye ederek mutmainne makâmına çıkarmakla mümkündür. O zaman îmânın hakîkati zuhûr eder ve kuvvet bulur. Bu seviyede îman, vicdânî olur ki, bu kısım îman zevâlden korunmuştur… Bir kişi zâhirî ve cismânî hastalığını tedâvi etmek için gayret ettiği hâlde, kalbin giriftar olduğu mânevî hastalıklarla ilgilenmez ve gâfil davranırsa, bu, nâdanlıktan başka bir şey değildir.”25 “Hakîkî mânâda İslâm’a girebilmek, nefs-i emmâreyi bertaraf etmeye ve ilâhî emirlere tâbî olmaya bağlıdır. Binâenaleyh, nefs-i mutmainne’ye ermeden evvel, yalnız kalbî tasdîk ile meydana gelen İslâm’a, «İslâm-ı mecâzî» derler. Nefs, mutmainne makâmına erdikten sonra olan îmâna da, îmân-ı hakîkî denir.”26 “Nefs-i emmâreye hizmet eden kişi, huzûr-i Bârî’ye vardığında Cenâb-ı Hak’tan mükâfat taleb edemez. Zira dünyadayken Cenâb-ı Hakk’ı unutarak nefs-i emmâreye hizmet etmiştir.”27 21 Mustafa Kara, Günümüz Tasavvuf Hareketleri, seafoodplus.infoı (İstanbul: Dergah Yayınları, ), 16 22 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 23 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 24 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 25 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 26 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 27 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, Cihad Mahmud Sami Efendi yaşadığımız çağda anlamını yitirmeye yüz tutmuş bir meseleyi de eserlerinde ele alır ki bu mesele cihaddır. Zira cihad kavramı günümüzde anlaşılması gereken en önemli meselelerdendir. Mahmud Sami Efendi seafoodplus.infober’in (sav) cihad ile ilgili söylediği hadislerden28 mülhem ile cihad kavramının mahiyetini açıklar:“Cihad iki kısma ayrılır: 1) Küçük cihad: Küffâr ile yapılan mücâhede ve muhârebedir. 2) Büyük cihad: Nefse karşı cihâd etmektir ki gönül âlemini ıslah etmekten ibârettir. Muhârebe, zâhirin ıslâhıdır. Gönül âlemini ıslah ise zâhiri ıslahtan daha zor ve uzundur. Küçük cihâdın gâyesi, Cennet ve rahmete nâil olmak; büyük cihâdın gâyesi ise Hak Teâlâ’yı ve cemâl-i ilâhîyi müşâhedeye vâsıl olmaktır. Küçük cihâdın gâyesi şehâdet, büyük cihâdın gâyesi sıddîkıyettir. Sıddîkların derecesi ise şehîdlerin derecesinden üstündür.” 29 “Nefisle mücâdelede muvaffak olmak için zikre devam ve teslîmiyet şarttır. Nefisle cihad en büyük cihaddır. Çünkü o, ardı arkası kesilmeyen ve ölünceye kadar devam eden bir mücâdeledir. Düşmanla mücâdele, muayyen bir vakitte olup biter. Nefisle cihâd ise her zaman olacaktır. Nefisle cihad, hem zikirle, hem teslîmiyetle, hem ibadetle, hem de Kur’ân ve Sünnet’in ahkâmını hayatın her safhasında yaşamakla mümkün olur.Bütün düşmanlar iyilik edince dostluğa döner, fakat nefs aslâ dost olmaz! Ona ne kadar iyilik edersen et, o daha çok azar ve azılı düşman olur, onunla cihad ve mücâdele de gittikçe zorlaşır. Bu sebeple nefisle cihad, en büyük harptir ve bu hepimize farz-ı ayndır.”30 Zikir “Zikrin hakîkati ve kemâli, zikir ânında zikredilenden başka her şeyi unutabilmektir. Hak yolunun yolcusuna gereken de, en büyük gâye olan zikr-i hakîkîye ulaşmaktır.”31 “Hasenâtın en güzeli, tâatlerin en fazîletlisi, Allah hakkında ilim sahibi olmak, O’nun tevhîdinin yolunu bilmek ve nefsin hevâsına muhâlefet etmektir. Kul, zikrullâh ile günahlardan arınır. Tezkiye-i nefse de ancak zikrullâh ile nâil olabilir. Tasfiye-i kalbin de yegâne medârı, zikrullâh’a çokça devam etmektir. Zikrullâh ile kul, Allâh’a ibadete kuvvet kazanır, şeytanın hîle ve tuzaklarından 28 Tirmizi, “Cihad”, 2 29 Mahmud Sami Ramazanoğlu, Fatiha ve Bakara Sureleri Tefsiri, seafoodplus.infoı (İstanbul: Erkam Yayınları, ), 30 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 31 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, 95 kurtulur.”32 “Akıllı insan, Allâh’ı çok çok zikretmelidir. Zira zikir, iç dünyanın temizlenmesine sebep olduğu gibi kalbin cilâlanmasını da sağlar.”33 İnfak “Kul, elindeki malın en güzelini Allâh’a verdiği gibi Allah da ona kendi nezdindeki nîmetlerin en güzelini verecektir. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: «İyiliğin mükâfatı ancak iyilikten başka bir şey midir ki?!» (er-Rahmân, 60)”34 “İnfak, insanların derecelerine göre farklı farklıdır. Avâmın infâkı yalnızca malını vermektir ki, mükâfatı Cennet’tir. Havâssın infâkı malını infâk etmekle beraber nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye etmektir ki, ecri kıyâmet gününde Cemâlullâh’ı müşâhede nîmetine nâiliyettir. Bu sebeple mü’mine yakışan, malını infâk ederken nefsini de temizlemek ve kalbini Allâh’a tahsîs etmektir. Kalbinde mal ve dünya sevgisi bulunan bir mü’min, îmânın zevkine ve kemâline eremez. Cimrilikten sakınmak ve elinde bulunan mal nisbetinde cömert olmaya çalışmak da mü’minliğin şiârındandır.”35 “Sâil (muhtaç), Cenâb-ı Hakk’ın bir hediyesidir. Sâili boş çevirmek; «Cenâb-ı Hakk’ın hediyesine ihtiyacım yok!» demektir. Verecek bir şeyiniz yoksa onu tatlı bir sözle gönderiniz! Husûsiyle akşam namazından sonra gelen sâillere dikkat etmek lâzımdır.”36 SONUÇ Tasavvuf bizden güzel bir mü’min olabilmemizi, bu yolda başta nefsimiz olmak üzere önümüzdeki engelleri aşmamızı, Allah’a karşı güzel bir kul, O’nun kutlu peygamberi Hz. Muhammed’e karşı güzel bir ümmet, O’nun indirdiği dine karşı gönülden bağlı kalmamızı ister. Bütün bunların olabilmesi için de insanoğlunun yol gösteren rehberlere ihtiyacı vardır. Bu rehberler, kutsal kitaplar, peygamberler, Allah’ın sâdık ve velî kullarıdır. Kutsal kitaplar ve peygamberler belli aralıkla gönderilmiş, üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmişlerdir. Allah’ın velî kulları ise her dönemde mevcuttur ve onlar da üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmeye çalışmışlardır, çoğu zaman tanınmasalar da bilinmeseler de. Biz de Allah’ın velî bir kulu olduğuna inandığımız Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun hayatını ve tasavvufi görüşlerini yansıtmaya çalıştık. İstifade edenlerden olmamızı Allah’tan niyaz ediyorum. 32 Ramazanoğlu, İbrahim,Yusuf,Yunus ve Hud Sûreleri Tefsiri, 33 Ramazanoğlu, Fatiha ve Bakara Sureleri Tefsiri, 34 Ramazanoğlu, Fatiha ve Bakara Sureleri Tefsiri, 35 Ramazanoğlu, Fatiha ve Bakara Sureleri Tefsiri, 36 Ramazanoğlu, Musâhabe seafoodplus.info, KAYNAKÇA Erbilî, Mehmed Es’ad. Mektûbat. seafoodplus.infoı. İstanbul: Erkam Yayınları, Eriş, Mustafa. Mahmud Sâmî Efendi’den Hatıralar. seafoodplus.infoı. İstanbul: Erkam Yayınları, Kara, Mustafa. Günümüz Tasavvuf Hareketleri. seafoodplus.infoı. İstanbul: Dergah Yayınları, Ramazanoğlu, Mahmud Sami. İbrahim,Yusuf,Yunus ve Hud Sûreleri Tefsiri. seafoodplus.infoı.İstanbul: Erkam Yayınları, Ramazanoğlu, Mahmud Sami. Fatiha ve Bakara Sureleri Tefsiri. seafoodplus.infoı. İstanbul: Erkam Yayınları, Ramazanoğlu, Mahmud Sami. Musâhabe, seafoodplus.infoı. İstanbul: Erkam Yayınları, Topbaş, Musa. Sultânü’l-Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu. 1. Baskı. İstanbul: Erkam Yayınları, Topbaş, Osman Nuri. Altın Silsile. seafoodplus.infoı. İstanbul: Erkam Yayınları, Yılmaz, Hasan Kamil. Altın Silsile. 1. Baskı. İstanbul: Erkam Yayınları, ?

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir