Aklımızın bizi rüzgârın estiği yere götürmesi, rota neyim bilmememiz bundandır.. Hele bir rüzgâr essin harmanı nereye savuracağımızı biliriz, bize uygun bir hayat politikasıdır.. O yüzdendir ki dünyanın en akil adamları gelse aklımızı kategorize edemez..
Dünkü risalemde İzmir’de yaşanan “zekâ kavgası” üzerine gidip, sosyal bir konuya cila atmıştım..
“Üstün Zekâlılar Özel Okulu”na tepki gösterip, hani “Bizim çocuklarımız gerzek mi?” feryadını basıp, olayı mahkemeye götüren veliler vardı..
Onların halleri üzerine yazmıştım..
Ana fikir “Çocuğun sana benziyorsa zekâsı tartışmaya açıktır..” şeklindeydi..
Sonra kendi kendime “Acaba haksızlık mı ediyorum?” diye düşündüm..
Yazdığımdan kuşkuya düşmekte haklıyım.. Çünkü bizim ahalide bilimsel kategorilere girmeyen zekâ türleri var..
***O zekâ bazen internet üzerinden “Düksüyon dersi verilir..” ilânı verir..
Bazen fötr şapkadan şanzıman yatağı yapıp, ellerinin altında milyonlarca euroluk araştırma fonları bulunan Mercedes’in mühendislerini şoka sokar..
Bazen girişimcidir.. Kurduğu şirkete “Öz Japonlar Firması” adını verir, tabelanın yanına Türk bayrağı asar..
Bazen hiç ihtiyacı yokken gider en pahalı cep telefonunu alır.. O telefonu annesinin ördüğü yün kılıfın içine koyup, cebinde öyle taşır..
Bizim ahalimizin aklının seyir hali badem ağacının seyri gibidir..
Her iklim değişikliğinde o akıl tohumcukları çatlar, fikirler çiçek açar..
TRAFİĞE ÇAREO yüzden de bizim ahalinin en ahmağına bile tarife uyduramazsın.. İdiot, embesil, debil gibi tıbbi teşhisler bile çoğu zaman geçerli değildir..
Çünkü karşısındakini sürekli şaşırtır.. Şaşmayan tek şey, o aklın hayata tutunma konusunda gösterdiği akıl almaz uyumdur..
Bizim gazetenin binası Gayrettepe’de..
Ön cephe caddeye bakıyor ve o cadde iş saatlerinde her daim kalabalık, günün yarısı tıkanık..
Hiç şaşmıyor.. Saat akşam üstü altıya yirmi kala ile on kala arasında bir can kurtaran acı acı siren çalarak geçiyor ..
İnsanız elbet.. Başkasının hayati bir tehlike içinde olduğunu işaret eden o siren seslerini duydukça “Allah yardımcısı olsun!” diye geçiriyoruz içimizden..
Bir iki.. Üç beş.. On beş yirmi..
Bre arkadaş, demeye başladım içimden.. Kalp krizi, beyin kanaması, yaralanma.. Hep aynı saate mi denk gelir.. Niye altıyı beş on geçe değil de hep altıya beş on kala..
Sonunda bu işin bizim zeki ahalimizin bir icraat türü olabileceği kuşkusu düştü içime..
Biraz kurcaladık, haklı çıktık.. Kimileri bu trafik deliliğini yarıp geçmek için parayı bastırıp ambulans kiralıyormuş..
Sireni öttüre öttüre evine gidiyormuş..
Bunu yemin billahla anlatanlar da akıllarında en temel trafik kurallarını bile tutamayan taksiciler..
Buyurun buradan yakın!
Böyle bir tedbir, ortalama IQ’su bizimkilerden on beş puan fazla olduğu iddia edilen bir Hollandalı’nın aklına gelir mi? Tövbe gelmez..
Şu sıralarda Tıp Fakülteleri’nde rotasyon yapılıyor..
Kars’taki fakülte YÖK’ten üç tane plastik cerrahi hocası istemiş.. Öbür okulun akil adamları “Karslılar ne yapacak üç plastik cerrahı?” diye feryada durmuşlar..
Alın size bir zekâ bulmacası..
Benim insanım bir şeyi ısrarla istiyorsa bir bildiği vardır? Neyi bildiğini de normal akıl yürüterek keşfedemezsin..
Gidip konuşman lazım..
***Sarıkamış doğumluyum.. Yazacaklarım doğum yeri ile övünüyor anlamına gelmesin ama bizim oraların ahalisinin memleketin diğer yörelerindekilere göre burun fazlası vardır..
“Birlik beraberlik hassasiyeti” yüzünden etnik bir sıralama yapmıyorum.. Sizler nasıl olsa tahmin edersiniz..
Yerli ahali arasındaki yöresel rekabet burun olayıyla başlar.. Kazanç da burun farkıyladır..
Seyyahın “Gezdim Urumu, Kırımı.. Görmedim böyle burunu.. Mübarek Moskof fırını..” dediği kadar vardır..
Benim doğum yeri hemşerilerim deniz kıyısına gittiklerinde sörf yapmak isterlerse yelkene ihtiyaç duymazlar..
Sörf tahtası yeterlidir.. Burun hem yelken hem dümen yerine geçer..
Bu bilgileri verdikten sonra isterseniz “Kars’ta üç plastik cerraha ne ihtiyaç var?” konusunu bir kez daha tartışın..
CEVABI SAKLI..Batıda zekâ eğitimle birlikte şekillendirilir, sosyal hayatın kuralları ile disipline edilir..
Bizde ise zekâ daimi nadasa bırakılır..
Eğitimimizde zekâ gerekli bir şey değildir.. Ezber daha önemlidir.. O yüzdendir ki insanımızın zekâsı hayata atıldıktan sonra parlamaya başlar.. Çiçeklerini açar..
Tabii bu arada meslek yanlış seçilmiş, nikâha alınan kadın yanlış seçilmiş olur..
Varsın olsun.. Politikamız zararın neresinden dönülürse şeklindedir..
Kimse bana Atatürk’ün “ahalimiz zekidir..” vecizesini hatırlatmasın..
Çünkü o lafın bir şeyin icabı olarak söylendiğini inananlardan biriyim..
***Gazi Paşamız da ahalinin hallerini en iyi bilenlerdendi..
Sofrasında keyiflendiği zaman arada bir yanında çalışan hizmetlileri çağırır şakalaşırmış..
En eğlendiği şey de Birinci Dünya Savaşı’ndan beri hizmetinde olan Bekir Çavuş’u matematikten imtihan etmekmiş..
“Çağırın gelsin Bekir Çavuş” dermiş..
Bekir Çavuş gelince de “Bak bu beyler okumuş yazmış adamlar, göster bakalım kendini..” dedikten sonra sorarmış..
“Beş kere beş kaç eder..”
Bekir Çavuş derhal esas duruş gösterir:
“On beş eder paşam..” cevabını yapıştırırmış.. Atatürk her seferinde kahkahayla güler, yanındakilere “Gördünüz mü benim insanımın zekâsını..” diye konuşurmuş..
Beş kere beşin kaç ettiği öğrenilmeyecek, akılda tutulmayacak şey değil..
O sofranın müdavimleri Bekir Çavuş’un gerçekten cevabı bilip bilmediğini asla öğrenememişler..
Acaba Atatürk kendileri ile mi eğleniyordu Bekir Çavuşla mı?
Belki de Bekir Çavuş bu cehalet gösterisiyle sofranın sahibini mutlu edip, Köşk’teki varlığını koruyordu..
İnsanımızın zekâsını tartışmak da böyle bir şey işte.. Cevabı belli olmayan sorularla dolu..