el fatiha denince hangi dua okunur / FATİHA SURESİ OKUNUŞU - Elham Duası Türkçe Anlamı, Fazileti ve Faydaları (Diyanet Meali & Tefsiri)

El Fatiha Denince Hangi Dua Okunur

el fatiha denince hangi dua okunur


Sual: Her namazda okuduğumuzFatiha sûresinin mânası nedir?
CEVAP
Ümm-ül-Kur’an
da denilen Fatiha-i şerifenin meali şöyledir: (Rahman ve rahim olan Allahü teâlânın ism-i şerifini okuyarak başlıyorum. Hamd ve senanın en üstünü, bütün âlemleri yaratan, [bir nizam üzere birbirine bağlayan] Allahü teâlâya mahsustur. Allahü teâlâ, dünyada ve âhirette kullarına çok merhamet edicidir. Kıyamet gününün mâliki [ve hâkimi] yalnız Odur. Biz, ancak sana ibadet ederiz [Senden başka ibadete layık ve müstahak olan hiçbir şey yoktur] ve ancak senden yardım isteriz. Bizi [itikadımızda, fiillerimizde, sözlerimizde ve ahlakımızda, ifrat ve tefrit arasında, orta yol olan] doğru yolda bulundur! [Bu yolda bizi sabit eyle!] Bizi kendilerine [fazlınla ve ihsanınla] nimet verdiğin kimselerin [enbiyanın, evliyanın ve sıddıkların] yolunda bulundur! [Hakkı kabul etmeyip] senin gazabına uğrayanların [Yahudilerin] ve sapıkların [Hristiyanların] yolunda bulundurma! [Âmin].)

Fatiha-i şerifenin önemi hakkında birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Fatiha ve Âyet-el kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez, nazar değmez.) [Deylemi]

(Hayrı en çok olan sûre Fatiha’dır, her derde şifadır.) [Beyheki]

(En faziletli sûre Fatiha’dır.) [Hâkim]

(Fatiha sûresi Allahü teâlânın gazabını önler.) [Şir’a]

(Fatiha sûresi zehirlere şifadır.) [Ebu-ş-şeyh]

Bir sahabi, Fatiha sûresini okuduğunu söyleyince Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Yemin ederim ki, Allahü teâlâ, ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkan’da, o sûrenin benzerini indirmemiştir. O, namazlarda tekrar edilen yedi âyet olup, bana verilen Kur’an-ı azimdendir.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, Cebrail aleyhisselamla otururken bir melek gelip dedi ki:
(Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen, sadece sana verilen iki nurla seni müjdeliyorum. Bunlar Fatiha sûresiyle, Bekara sûresinin son âyetleridir. Bu ikisini okursan, istediğin mutlaka verilir.) [Müslim]

Eshab-ı kiramdan biri, yılan sokan bir kabile reisine Fatiha sûresini okuyunca, Allahü teâlânın izniyle hasta şifaya kavuştu. Kabile reisi, 30 koyun hediye etti. Sahabi, caiz olup olmadığını bilmediği için Peygamber efendimize sordu. Resulullah, (Ne okudun?) buyurdu. O da, Fatiha sûresini okuduğunu bildirince, ona buyurdu ki:
(Fatiha’nın şifa olduğunu nasıl bildin? O koyunları, yanınızdakilerle paylaşın ve bana da bir hisse ayırın!) [Buhari]

Dua okuması bildirilen yerlerde, Fatiha okumak daha iyidir. Fatiha sûresi, duaların en iyisini bildirmek için nazil oldu. İmam, el-Fatiha dediği zaman, herkesin sessizce okuması iyi olur, çünkü duaların sonunda hamd etmek müstehabdır. Hamd etmenin en iyisi de, Fatiha okumaktır. (Berika)

Fatiha Suresi Okunuşu - Fatiha Suresi T&#;rk&#;e Anlamı, Fazileti ve Faydaları (Diyanet Meali & Tefsiri)

Haberin Devamı

Fatiha Suresi Şifa İçin Okunur mu?

Alimlerin aktardıklarına göre Kur'an’da şifa için sürekli okunması gereken sureler Fatiha ve Ayetel Kürsi'dir. Fatiha, hastaların şifa bulmasına hikmet olur. Kişinin daha kolay iyileşmesine sebep olur. Şifa için okunması önemlidir.

Fatiha Suresi Uzun Bağışlama Duası

Fatiha Suresi okunduktan sonra bazı bağışlanma duaları okunabilir. Ancak Fatiha Suresinin başlı başına bir dua olduğu unutulmamalıdır.

'Ey yerleri ve gökleri yaratan Allah'ım. Sen ki tüm kainatın yaratıcısısın. Allah'ım, bize verdiğin her nimet için sana şükürler olsun. Verdiğin dertler için sana çok şükür ey Allah'ım. Senden geldik sana döneceğiz. Bizi affet, bizi bağışla ey Allah'ım. Sen isminle, gücünle, her şeyi bilen ve işitensin. Kimsenin gücünün yetmediği şeylere gücü yetersin. Ol dersin olur. Bizi günahkarlardan eyleme Allah'ım. Bizi Hazreti Peygamberin ümmeti olmaya layık imkan eyle ey Allah'ım. Amin.'

Fatiha Suresi Üzerinde Taşımak

Fatiha Suresi üzerinde taşımak isteyen kişiler, bunun durumu hakkında bilgi almak isteyebilirler. Alimler, Fatihayı taşımanın faziletinin büyük olduğunu hikmet ederler. Kişinin bu ağırlığı taşıması halinde, taşıdığı Fatiha Suresi kendisine kalkan olur. Hastalıklardan uzak kalmasına imkan tanır. Onun zor durumlardan kurtulmasına imkan verir. Allah'ın sözü olduğu unutulmamalı, buna göre davranılmalıdır.

Fatiha Suresi Ne Zaman Okunmalı?

Fatiha Suresi sabah kalkarken, gece uyurken her vakit okunabilir. Mezarların önünden geçildiğinde rahmet amacı niyetiyle okunabilir. Ayrıca namaz içerisinde Fatiha okunur. Bunun dışında Fatiha Suresi şu vakit okunmalı, hayrı daha fazla demek mümkün değildir.

Namaz harici okunduğunda en az 11 kez okunmasının daha hayırlı olacağı ifade edilir. Fatiha Suresi her dakika, saat ve zaman diliminde mümkün olduğunca okunmalı ve okunması tavsiye edilmelidir.

Fatiha Suresi Tefsiri (Diyanet)

“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A‘râf 7/).

Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En‘âm 6/). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/). 

Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü” çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.

Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır. Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü’minûn 23/).

Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir. 1. Sûrelerin başında bulunan besmele cümlelerinin, Kur’ân-ı Kerîm’in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı dönemde Kur’an’a dahil olmayan hiçbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine görüşler bulunmasına rağmen– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin âyet sayılarına dahil olmayan ayrı bir âyet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhçılarının görüşleri de böyledir (Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 12)

İmam Şâfiî Fâtiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir âyet olarak kabul etmiştir. Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı görüş nakledilmiş, her sûreye dahil bir âyet sayılması görüşü –ona ait olması yönünden– daha sahih bir rivayet olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre besmeleler sûrelerin başında ayrı âyetler olduğu için namazda yalnızca Fâtiha’dan önce sessiz olarak okunur, Fâtiha’yı takip eden ve zamm-ı sûre denilen sûre ve âyetlerden önce ise besmele okunmaz.

Besmele dilimize genellikle “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklinde çevrilmektedir. Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan “ okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum” gibi bir yüklem vardır. “Allah’ın adıyla yemek, okumak” ifadesinden Türkçe’de “yenen ve okunanın Allah’ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu” anlaşılır. Bu mâna kastedilmediğine göre maksadı doğru anlatabilmek için besmeleyi “Rahmân ve rahîm olan Allah adına, adını anarak, Allah’tan yardım dileyerek ” şekillerinde çevirmek de uygun olur.

Kul herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce eûzü çekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak “kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve gücün ancak Allah’tan gelebileceğini, Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O’nun mülkünde, O’nun adına tasarrufta bulunduğunu, asıl mâlik ve hâkim olan Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını” peşinen kabul etmekte ve bundan güç almaktadır. Burada tevhid cümlesinin mânası da üstü kapalı olarak mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cümlesinde “lâ ilâhe” denilerek önce bütün sahte tanrılar zihinlerden siliniyor, sonra da “illallah” ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzü besmele çekildiğinde de önce kulluk ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar açılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.

Allah yerine “tanrı”, rahmân yerine “esirgeyen”, rahîm yerine de “bağışlayan” kelimelerinin kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla lâyık olan “tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden uzak, varlığı zaruri (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez” olan yüce zâta mahsustur, bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bazı nitelikler yükledikleri mâbudlara tanrı denebilir. Başka bir deyişle tanrı kelimesi Allah için de kullanılabilir, halbuki Allah ismi O’ndan başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır.

Kur’an dilinde rahmân sıfat-ismi de Allah’a mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahmân “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden” demektir. Rahmân, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm “çok merhametli, rahmeti bol” demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahîm sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.

Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça’da medih ve şükür kelimelerinin hamd kelimesine yakın mânaları bulunmakla birlikte bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme (övme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliği sebebiyle övüldüğü gibi cömertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayı da övülür. Halbuki hamd ancak irade ve istekle hâsıl olan iyilik ve güzellik karşısında yapılır.

Şükür ve teşekkür “isteyerek yapılmış (ihtiyarî) bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka şekillerde uygun mukabelede bulunmak”tır. Bu, hem Allah’tan hem de insanlardan gelen iyilikler karşılığında yerine getirilmesi beklenen ahlâkî bir ödevdir. Hamdetmek de dil ile yapılır; “hamdolsun, elhamdülillâh” denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Bu mânada hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü başkalarına ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kâmil mânasıyla onların isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah’ın da iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla bu mânada hamdin tamamı Allah’a mahsustur, O’na aittir.

Âlem maddî ve mânevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve âhirette Allah Teâlâ’nın yarattığı her şeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara “mülk ve şehâdet âlemi”, madde ötesi varlıklara da “gayb ve melekût âlemi” denilir. Gayb ve melekût âleminin tek sahibi Allah’tır. Mülk ve şehâdet âleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri de olabilir.

Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehâdet ve mülk âlemi, gayb ve melekût âlemine nisbetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır. Günümüze kadar insan bilgisinin ulaşabildiği uzay akıllara hayret verecek büyüklüktedir. Fakat bu büyüklük gayb âleminin yanında bir kum tanesi kadar kaldığına göre gayb âleminin azametini akıl terazisi çekemez. Konuya bu açıdan bakıldığında evrenin büyüklüğüne ve ondaki düzenin inceliklerine dair ulaşılan her yeni bilgi, Allah’ın insana bahşettiği aklın nerelere kadar ulaşabileceğini ortaya koymasının yanında, erişeceği sırların enginliğini tasavvur edebilmesi için bir ölçü de oluşturmaktadır. Şu halde gayb âleminin bu büyüklüğü iman ve irfanla kavranmakta, oradan da bütün âlemlerin rabbi (sahibi, mâliki, takdir edip yaratanı, koruyanı, geliştireni) olan Allah’ın azamet ve büyüklüğü karşısında kula yakışan hayret haline ulaşılmakta; bu azamet karşısında kul secdeye kapanınca onun hayret hali, “huzur, güven, sevgi, yakınlık ve tatmin”e dönüşmektedir.

Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca “Allah” kastedilir, O’nun güzel isimlerinden biridir, “sahiplik ve terbiye edicilik” özelliğini ifade eder. Bu kelime “rabbü’d-dâr” (ev sahibi) gibi tamlama şeklinde başkaları için de kullanılır.

Rahmân ve rahîm.

“Ödül ve ceza (din) gününün hâkimi” diye çevirdiğimiz tamlamada geçen mâlik “malın, mülkün sahibi” demektir. Kıraat âlimlerince “hükümdar, iktidar sahibi” anlamında “melik” şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için kullanıldığında mâlik ile melik arasında güç, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır. 

Mal ve mülkün sahibi (mâlik) kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen hükümdar (melik) ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Allah Teâlâ hakkında mâlik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman mâna çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem âlemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O’nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik O’nun zâtına, mâlik ise fiiline ait sıfatlardır.

 “Ödül ve ceza (din) günü”nün âhiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü olduğu, bunu açıklayan başka âyetlerden anlaşılmaktadır (meselâ bk. İnfitâr 82/).

Allah Teâlâ bütün zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hâkim, sahip, melik ve mâliktir. Ancak Allah Teâlâ dünya hayatında, imtihan için kullarına da sahiplik ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler –zaman zaman da olsa– Allah’ın sahipliği ve iktidarının bilincinde olmaya özen göstermemişler; imanı olmayanlar ise bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp inkâr etmişlerdir. 

Âhiret âleminde kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidarı da ortadan kalkacağı için Allah’ın melik ve mâlik sıfatı bütün azametiyle ortaya çıkacak, belli olacaktır. Bunun için âhirette O, gerçekte ve görünürde “melik ve mâlik”tir.

Besmeleden buraya kadar kendisi ve sıfatları, kulları ve kâinat ile kesintisiz ilişkisi, dünya hayatının sonu ve hesap günü hakkında önemli açıklamalar yapan Allah Teâlâ, bunları iman içinde dinleyip anlayan ve şuuruna yerleştiren kullarında hâsıl olacak duygu ve düşünceye, davranış biçimine tercüman olarak “Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz” buyuruyor. Şu halde yukarıda sıralanan eşsiz ve benzersiz sıfatlar Allah’a mahsus olduğuna göre ibadetin ve yardım dilemenin O’na özgü kılınması da –kul açısından– tabii hale gelmektedir.

İbadet “kulluk ve tapınma” olarak anlaşılmıştır. Bu kavramın içinde kâmil mânada “sevgi, korku ve boyun eğme” vardır; bu üç tavır ve duygunun birlikteliği ibadetin temelini oluşturur. İnsanların yaratılış gayesi ibadettir; ancak onlar buna mecbur tutulmamışlardır; yani terim anlamıyla ibadet, iradeye bağlı olmayan hareketler ve oluşlar gibi hâsıl olmamakta; ilâhî emri kul, –dünya hayatında bir imtihan olarak– serbest iradesiyle yerine getirmekte veya ihmal etmektedir. 

Dünyanın bütün nimetleri ve imkânları insanın, insanca (yalnız Allah’a kulluk ederek) yaşaması için verilmiş araçlardır. Bunları amaçlarına uygun olarak kullanmayanlar nimetin kıymetini bilmemiş ve israfa sapmış olurlar. İnsanın sınırlı gücü ve iradesi her zaman maddî ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamaya ve kendisinden beklenenleri yerine getirmesine yeterli olmamaktadır. Bu sebeple insanlar hem diğer insanlardan hem de insan üstü güçlerden yardım istemeye ve almaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir. Fakat onların bu iki kaynaktan yardım istemek ve almak için tuttukları yollar, benimsedikleri sistem ve usuller, ilâhî irşada kulak asmadıkları zamanlarda şirke ve bedbahtlığa düşmelerine sebep olmuş; dolayısıyla birçok bâtıl din, işe yaramaz sistem ortaya çıkmıştır.

Bu âyet, ibadet ederken ve yardım isterken yöneleceğimiz doğru adresi bize göstermekte ve tevhidi (bir Allah’a ibadeti, sığınmayı ve yönelmeyi) getirmektedir.

Âyette “ederim, dilerim” yerine “ederiz, dileriz” şeklinin seçilmiş olması tevhid ehli müminlerin bir bütün teşkil ettiklerini, bu sebeple “Sen ben değil, biz varız” ilkesi doğrultusunda hareket etmelerini, ferttoplum arasındaki dengeyi korumalarını işaretlemektedir. Burada “biz”i oluşturan bağ imandır, bir Allah’a kulluktur; “Allah’ın kulları! Kardeş olun” (Buhârî, “Nikâh”, 45; Müslim, “Birr”, 23, ) meâlindeki hadis de bu mânaya açıklık getirmektedir.

Müminler kardeşçe yardımlaşırlar, fakat kimin elinden gelirse gelsin gerçekte her nimetin Allah’tan geldiğini, O dilemedikçe kimsenin bir şey veremeyeceğini bilirler.

İnsanlar maddî ve mânevî hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar; hatalı, çıkmaz, saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir. 

“Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O’na dönecektir)” (Alak 96/). “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda rabbin, kullarına bir irşad ve uyarısıdır; eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Yaratıcı bu tâlimatı verdiğine göre kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için O’nun tarafından sağlanan imkânları gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol” (sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allah’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm’dır. Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile cebir, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü ancak İslâm’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir. Hadiste yer alan bir örnekle açıklanacak olursa dosdoğru bir yol, yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda açılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir çağırıcı var ve o, “Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıp parçalanmayınız!” diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek istediğinde yukarıdan bir başka çağırıcı sesleniyor: “Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan girer gidersin!” (Müsned, IV, ; Şevkânî, I, 20). Bu örnekteki yol İslâm’dır, duvarlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun başındaki çağırıcı Allah’ın kitabıdır, yukarıdaki çağırıcı ve uyarıcı, her müminin kalbindeki ilâhî öğütçüdür. Böylece İslâm’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Burada tarihe bir atıf yapılarak yolun doğrusu ve eğrisi hakkında bir başka ölçüt ve delil daha verilmektedir. İslâm yalnızca Allah kitabında böyle buyurduğu için doğru yol değildir, aynı zamanda tarih boyunca ilâhî irşadı reddedenlerin tecrübeleri de doğru yolun İslâm olduğunu göstermektedir. Bu sebeple doğru yolu arayanlar ve üzerinde bulundukları yolun sağlamasını yapmak isteyenler, dönüp tarihe bakmak, gerçek mutluluğu bulanlarla sapanlar ve Allah’ın gazabına uğrayanların yol ve yöntemlerini incelemek durumundadırlar. Tarihte hem örnekler hem de ibretler vardır. Örnekler, peygamberlerin izlerinden giden fert ve ümmetlerde, ibretler ise onlara cephe alan ve Cenâb-ı Hakk’a meydan okuyanlarda görülmektedir. Bazı rivayetlerde sapanların “hıristiyanlar”, ilâhî gazaba uğrayanların da “yahudiler” olarak açıklanması (meselâ bk. Müsned, IV, ; Tirmizî, “Tefsîr”, 2), yalnızca zaman ve mekân itibariyle yakın birer örnek olmalarından dolayıdır. 

Müslim’in rivayet ettiği bir kutsî hadiste (bk. “Salât”, 38) Allah Teâlâ’nın, “Namazı (Fâtiha’yı) kulumla kendi aramda yarı yarıya paylaştım ve kulum dilediğini alacaktır” buyurduğu ifade edildikten sonra şöyle devam edilmiştir: Kul (namazda Fâtiha’yı okurken) “Hamd âlemlerin rabbi Allah’a mahsustur” deyince Allah, “Kulum bana hamdetti” buyurur.  Kul “rahmân ve rahîm” deyince Allah, “Kulum beni övdü” der. “Ceza gününün tek sahibi” deyince “Kulum benim yüceliğimi dile getirdi” der. “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” deyince “Bu, kulumla benim aramda ortak olan kısımdır ve istediği kulumun olacaktır” buyurur. Kul “Bizi dosdoğru yola ilet; nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil!” deyince Allah, “İşte bu, yalnızca kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir” buyurur.  

“Duamızı kabul buyur, böyle olsun, bizi eli boş çevirme” mânasına gelen “âmin” sözü, dilleri ne olursa olsun bütün müslümanların, hatta semavî din mensuplarının ortak ifadeleri haline gelmiştir. Bu cümle Fâtiha sûresine dahil olmadığı gibi âyet de değildir. Birçok hadiste Resûlullah’ın Fâtiha’dan sonra “âmin” dediği ve böyle denilmesini öğütlediği ifade edilmiştir (meselâ bk. Müslim, “Salât”, ). Namazda veya namaz dışında Fâtiha’yı okuyan veya dinleyen kimse, sûrenin sonunda “âmin” deyince aynı zamanda meleklerin de “âmin” dedikleri, hem şehâdet hem de gayb âlemlerinde aynı anda dile getirilen bu duanın Allah tarafından kabul buyurulacağı hadislerde açıklanmıştır (bk. Buhârî, “Ezân”, ; Müslim, “Salât”, ). Yine sahih hadisler, Fâtiha sesli okunduğunda “âmin” duasının da sesli yapılacağı bilgisini getirdiği için fıkıh mezheplerinin çoğu bunu benimsemişlerdir (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, II, ). Hanefîler’e göre bu cümle namazda daima sessiz söylenir.

Kaynak linkler:

Diyanet 1

Diyanet 2

Ezberlemek İsteyenler için Namaz Sureleri

İhlas Suresi

Felak ve Nas Suresi

İnşirah Suresi

Yasin Suresi

Vakıa Suresi

Ayetel Kürsi

Kadir Suresi

Fil Suresi

Kafirun Suresi

Mülk Suresi

Dua sonunda el fatiha denilince ne okunur?

İçindekiler:

  1. Dua sonunda el fatiha denilince ne okunur?
  2. Fatiha Suresi hangisi?
  3. Taziye yerinde hangi dualar okunur?
  4. Dua ettikten sonra neden Fâtiha okunur?
  5. Ezan okunduktan sonra Fatiha neden okunur?
  6. Ölen bir kişinin ardından neden el fatiha okunur?

Dua sonunda el fatiha denilince ne okunur?

El-Fatiha” sözün duyunca önce Peygamber Efendimize salavat getirmek sonrasında ise FatihaSuresi'ni okumak gerekir. Salavat bir çok şekilde getirilebilir. En kısa şekli ile salavat: “Âllâhümme salli alâ Muhammed” Anlamı: “Allâh'ım, Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, salatu selam eyle.” demektir.

Fatiha Suresi hangisi?

FatihaSuresi (Arapça: سورة الفاتحة), Kur'an'ın ilk suresidir. Sure7 ayetten oluşur.

Taziye yerinde hangi dualar okunur?

"Elhamdülillahillezi kale fi kitabihil kerim. Küllü nefsin zaikatülmevti, sümme ileyna türcaun. Vessalatü vesselamü ala rasuline Muhammedin kale fi şanihi; İnneke meyyitun. Ve ala elihi ve sahbihillezine ize esabethüm musibetün kalu inne lillahi ve inna ileyhi raciune." Meali, "Yarabbel alemin!

Dua ettikten sonra neden Fâtiha okunur?

Cevap: FatihaSûresi 7 ayettir. Böyle olmasına rağmen sevap bakımından Kur'an-ı Kerim'deki en büyük sûredir. Namaz kılarken okunmazsa namaz namaz olmaz. Fatihadedikten sonraduamızı vahiyle gelmiş makbul bir duaile bitirmiş oluyoruz.

Ezan okunduktan sonra Fatiha neden okunur?

İslam alimlerinden birisi ezan okunduktan sonraMüslümanın bu duayı okuması, şeytanın vesveselerinden kurtulması için gerekli olduğunu söyler. Yine eğer bu dua okunamazsa, fatiha okunmasıtavsiye edilmiştir. Allah, Kur'anda okunacakduaların Müslümanı şerden ve sıkıntıdan kurtaracağını söyler.

Ölen bir kişinin ardından neden el fatiha okunur?

Ölülere Kur'an okuyup ruhlarına sevabını göndermenin hükmü Fatihaiçin de geçerlidir. Mezar taşlarında ruhuna el-Fatihayazılması, o mezarı ziyaret edenlerin Fatihasuresini okumalarına vesile olmak içindir. Kuran'ın en faziletli suresi Fatihaolduğu gibi, en faziletli ayeti de Bakara Suresindeki Ayetülkürsi'dir.

Fatiha Suresi Okunuşu: El Fatiha Suresi'nin Arapça Yazılışı, Anlamı, Meali, Tefsiri ve Okunuşu

Kur'an-ı Kerim'in ilk suresi olan Fatiha suresi, Mekke döneminin ilk yıllarında tamamı bir defada inmiştir. 7 ayettir. Fatiha suresi, Kur’an’ın ilk suresi olduğu için adını “başlangıç” anlamına gelen Fatiha kelimesinden almıştır. Fatihayı Şerife ve Elham duası olarak da bilinir. Birçok kaynakta, Fatiha suresi duası faziletleri, faydaları, anlamı, özellikleri ve meali ile ilgili önemli bilgiler yer alır. Fatiha suresi, “Ummu’l Kitaptır; yani, Kur’an’ın esasıdır. Farz ve sünnet namazlarında okunduğu için Fatiha suresi okunuşu bilmek önem arz eder.

FATİHA SURESİ OKU

Fatiha suresi okunuşu sık sık yapılmalıdır; çünkü bu surenin faziletleri ve faydaları olduğuna inanılır. Ezberlemek ve tamamını dinlemek isteyenler için Fatiha suresi anlamı (meali), Arapça yazılışı ve Türkçe okunuşu, fazileti ile dinle seçeneği hakkında bilgiler içeriğimizde yer alıyor

FATİHA SURESİ ARAPÇA OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim

  1. Elhamdulillâhi Rabbi’l-âlemîn
  2. Er-Rahmâni’r-Rahîm
  3. Mâliki yevmi’d-dîn
  4. İyyâke na’budu ve iyyâke neste’în
  5. İhdine’s-sırâta’l-mustakîm
  6. Sırâta’l-lezîne en’amte aleyhim
  7. Ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve le’d-dâllîn.

FATİHA SURESİ YAZILIŞI

FATİHA SURESİ DİNLE

FATİHA SURESİ TÜRKÇE ANLAMI (DİYANET MEALİ)

  1. Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla
  2. Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
  3. O, rahmândır ve rahîmdir.
  4. Ceza gününün mâlikidir.
  5. (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
  6. Bize doğru yolu göster.
  7. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! Âmin.

FATİHA SURESİ NUZÜL

Fatiha suresi, mushafta birinci, nüzûl sıralamasında 5. sûredir. Hz. Muhammed’in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke’de nâzil olduğu hususunda ittifak vardır. Kaynaklarda nüzûl sebebiyle ilgili özel bir olay yoktur. Kur’an’ın hem bir mukaddimesi hem de özeti gibidir. Ayrıca her müminin kıldığı namazın bütün rek‘atlarında rabbi ile konuşurcasına okuması ve bu sayede O’na yaklaşması murat edilmiştir

FATİHA SURESİ KONUSU

Bu sûre ilâhî kitabın bütün amaçlarını; getirdiği mâna, bilgi ve hükümleri özet halinde ihtiva etmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in gönderiliş amacı insanların dünya hayatını düzene koymak ve iyi (ilâhî irade, rızâ ve düzene uygun) bir dünya hayatından sonra ebedî saadeti sağlamaktır. Bu amaca ulaşabilmek için: 1. Emir ve yasaklara ihtiyaç vardır. 2. Bu emir ve yasakların hayata geçmesi, bunların kaynağının “yaratıcı, varlığı zaruri, kemal sıfatlarına sahip, her çeşit eksiklik ve kusurdan uzak bulunan Allah” olduğunun bilinmesine bağlıdır. 3. Bu imanı, bu bilgi ve şuuru desteklemek üzere de mükâfat ve ceza vaadi gerekir. Sûrenin başından “yevmi’d-dîn”e kadar birincisi, “müstak^m”e kadar ikincisi ve buradan sonuna kadar da mükâfat ve ceza vaadi ile –konuları desteklemek, canlı bir şekilde tasvir etmek ve geçmişten ibret alınmasını sağlamak üzere verilen– Kur’an kıssalarının özü veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’in bilgi, irşad ve tâlimatla ilgili bütün muhtevası “bilinmesi ve inanılması gerekenler” ve “yapılması gerekenler” diye ikiye ayrılabilir. Birincisinde Allah, peygamberlik, gayb âlemi hakkında bilgiler, öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır. İkincisinde ise ibadetler, hayat düzeni gibi amelî, ahlâkî hükümler ve öğretiler vardır. Fâtiha sûresi bütün bunları ya sözü veya özüyle ihtiva etmektedir ya da bu konularda aklın önünü açarak ona ışık tutmaktadır.

“Hamd Allah’a mahsustur” cümlesi Allah Teâlâ’nın kendisini hamde (övgü, yüceltme) lâyık kılan bütün yetkinlik sıfatlarını; “âlemlerin rabbi” ifadesi diğer yaratma ve fiil sıfatlarını; “rahmân ve rahîm” isimleri Allah’ın insanlara rahmet ve merhametinden kaynaklanan din kurallarını; “ceza ve hesap gününün sahibi” nitelemesi kıyamet hallerini ve âhiret âlemini; “Yalnız sana kulluk ederiz” kısmı iman, ibadet ve sosyal düzeni; “Yalnız senden yardım dileriz” cümlesi amellerde ihlâsı (ibadetlerin yalnızca Allah rızâsı için yapılmasını) ve tevhidi (O’ndan başkasına kul olarak boyun eğilmemesini, Tanrı’ya mahsus sıfat ve etkilerin O’ndan başkasına tanınmamasını) ifade etmektedir. “Bizi doğru yola ilet” cümlesi ibadet, nizam, düşünce ve ahlâk çerçevesini, “nimete erdirdiklerinin yoluna” kısmı gelip geçmiş örnek nesilleri, millet ve toplulukları; “gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil” bölümü ise kötü örnek teşkil eden ve hallerinden ibret alınması gereken geçmiş toplulukları içine almaktadır.

Denebilir ki besmelenin başındaki “bi” edatından başlayarak besmeleye, sonra Fatiha’ya ve devamında bütün Kur’an’a doğru ilâhî sırlar perde perde açılmakta; yoğunlaştırılmış dar hacimden, yoğunluğu gittikçe hafifleyen geniş hacimlere doğru yansıyan ilâhî irşadın ışığı âlemlere yayılmaktadır. “Bi” edatındaki “musâhabe” (beraberlik) ve “ istiâne” (yardım dileme) mânaları, kul ile Allah ilişkisinin ve dolayısıyla dinin amacının bütününü ihtiva etmektedir. Besmelenin geri kalan kısmı ile Fâtiha, bu ilişkiyi daha da açarak devam etmekte, diğer sûre ve âyetler de bunları, aralarında bir bütünlük oluşturarak her kabiliyet ve zihin seviyesine uygun üslûplar içinde açıklığa kavuşturmaktadır.

FATİHA SURESİ FAZİLETİ VE SIRLARI

Gerek yalnızca “elhamdülillâh” vb. şeklinde ifade edilen hamdin ve gerekse bütünüyle Fatiha suresinin değeri ve müminin dinî hayatındaki yeri hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır: “Zikrin en üstünü ‘lâ ilâhe illallah’, duanın en yücesi ‘elhamdülillâh’tır” (Tirmîzî, “Duâ”, 9). “Allah’a hamd ile başlamayan her önemli işin sonu güdüktür” (İbn Mâce, “Nikâh”, 19). Allah’ın resulü, Ebû Saîd b. Muallâ isimli sahâbîye, Kur’an-ı Kerîm’deki en büyük sûreyi mescidden çıkmadan bildireceğini ifade buyurmuş, sonra da bunun Fâtiha olduğunu açıklamıştır (Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’an”, 9).

Yine birçok sahih hadiste Fatiha suresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Buhârî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 9).

“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler.

Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A‘râf 7/). Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En‘âm 6/). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/).

Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü” çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.

Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır.

Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü’minûn 23/). Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir.

FATİHA SURESİ TEFSİRİ (KUR’AN YOLU)

Sûrelerin başında bulunan besmele cümlelerinin, Kur’an-ı Kerîm’in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı dönemde Kur’an’a dahil olmayan hiçbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine görüşler bulunmakla birlikte– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin âyet sayılarına dahil olmayan ayrı bir âyet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhçılarının görüşleri de böyledir (Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 12). İmam Şâfiî Fâtiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir âyet olarak kabul etmiştir. Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı görüş nakledilmiş, her sûreye dahil bir âyet sayılması görüşü –ona ait olması yönünden– daha sahih bir rivayet olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre besmeleler sûrelerin başında ayrı âyetler olduğu için namazda yalnızca Fâtiha’dan önce sessiz olarak okunur, Fâtiha’yı takip eden ve zamm-ı sûre denilen sûre ve âyetlerden önce ise besmele okunmaz. Yukarıda verilen bilgiler istikametinde besmele bu sûrenin ilk âyeti olarak tefsir edilmiştir.

Besmele dilimize genellikle “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklinde çevrilmektedir. Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan “ okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum” gibi bir yüklem vardır. “Allah’ın adıyla yemek, okumak” ifadesinden Türkçe’de “yenen ve okunanın Allah’ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu” anlaşılır. Bu mâna kastedilmediğine göre maksadı doğru anlatabilmek için besmeleyi “Rahmân ve rahîm olan Allah adına, adını anarak, Allah’tan yardım dileyerek ” şekillerinde çevirmek de uygun olur.

Kul herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce eûzü çekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak “kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve gücün ancak Allah’tan gelebileceğini, Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O’nun mülkünde, O’nun adına tasarrufta bulunduğunu, asıl mâlik ve hâkim olan Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını” peşinen kabul etmekte ve bundan güç almaktadır. Burada tevhid cümlesinin mânası da üstü kapalı olarak mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cümlesinde “lâ ilâhe” denilerek önce bütün sahte tanrılar zihinlerden siliniyor, sonra da “illallah” ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzü besmele çekildiğinde de önce kulluk ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar açılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.

Kur’an dilinde rahmân sıfat-ismi de Allah’a mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahmân “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden” demektir. Rahmân, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır.

Rahîm “çok merhametli, rahmeti bol” demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahîm sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.

ÜÇ İHLAS BİR FATİHA

Fatiha suresi namaz haricinde okunduğunda genellikle İhlas Suresi de üç defa tekrarlanır. Bu dörtlemeye halk arasında genellikle "üç Kulhü bir Elham" denir.

Fatiha ve İhlâs surelerinin beraber okunması suretiyle İslam'daki Allah kavramı ana hatlarıyla özetlenmiş olur.

FATİHA SURESİ NE ZAMAN VE NEREDE İNMİŞTİR?

  • Fatiha suresi, Mekke döneminde inmiştir.
  • Mekke devrinin ilk yıllarında tamamı bir defada inmiştir.
  • Mushafta birinci, nüzûl sıralamasında 5. sûredir.

FATİHA SURESİ KAÇ AYET?

  • Fatiha suresi, 7 ayetten oluşmaktadır.

FATİHA SURESİ KAÇINCI SAYFA VE CÜZDE YER ALIYOR?

  • Fatiha suresi, Kur'an-ı Kerim'in ilk cüzünde bulunuyor. Fatiha suresi, ilk sure olduğu için ilk sayfada yer almaktadır.

FATİHA SURESİ KONUSU NEDİR?

Surenin içeriği teoloji (ilahiyat) ve Allah’ın sıfatları, salih kulların sıfat ve göstergeleri, hidayet ve sırat-ı müstakim (doğru yol) konusunun dua kalıbında açıklanması, sapkınlık ve delaletten nefret edilmesiyle ilgili konuları kapsamaktadır.

Temel içeriği tevhit ve sonra Allah’tır. Fatiha Suresi'ni iki bölüme ayırabiliriz:

  • Birincisi, Allah’a Hamd-ü Sena ile başlayan ilk bölüm;
  • İkincisi ise, kulun ihtiyaçlarını gündeme getiren ikinci bölüm.

Allah Resulü (s.a.a) bir hadisi şerifinde, Allah-u Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Ben Fatiha Suresi'ni kendim ve kulum arasında bölmüşümdür; Fatiha Suresi'nin yarısı benim ve diğer yarısı da kulumundur."

FATİHA SURESİ GÜNDE KAÇ DEFA OKUNMALI?

Fatiha suresini seher vakti 41 defa okumayı adet haline getirene Allah rızık genişliği verir, işlerini kolaylaştırır. Hayır için veya bir musibetten kurtulmak için günde defa okunur veya 3 günde defa okunur.

FATİHA SURESİNE NEDEN BU İSİM VERİLMİŞTİR?

  • Fatiha suresi adını, “başlangıç” anlamına gelen “Fatiha” kelimesinden almıştır.

FATİHA ANLAMI NEDİR?

  • Fatiha kelimesi, “açmak, açıklığa kavuşturmak, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak” anlamındaki feth kökünden türemiş bir isim olup hatimenin zıddı olarak “bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş” manasında kullanılır.

FATİHA SURESİ NE İÇİN OKUNUR?

Kur’an-ı Kerim’de bulunan bütün sureler ve dualar gibi, “Fatiha suresi ne için okunur, neye iyi gelir?” sorusu da sık sık araştırılır. Fatiha suresi ne için okunur ve neye iyi gelir sorusunun cevabı şöyledir:

Fâtiha’nın Kur’an’daki en büyük sûre olduğu, Tevrat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara sûresinin son âyetleriyle birlikte “iki nûr” diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair hadisler vardır (bk. Müsned, III, ; Dârimî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 12; Buhârî, “Tefsîr”, I/1, 15/3, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 9, “Ṭıb”, 34; Müslim, “Selâm”, 66; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 19; Nesâî, “İftitâḥ” 26).

Fatiha suresinin fazileti ile ilgili rivayetlere hadis mecmuaları yanında tefsir kitaplarında da geniş yer verilmiştir. Bu sûrenin her türlü hayırlı faaliyetlerin başında veya sonunda, çeşitli vesilelerle tertip edilen meclislerde, merasimlerde, kabirlerde vb. yerlerde dua niyetiyle okunması zamanla Müslümanlığın en köklü şiârlarından biri haline gelmiş, ayrıca hemen bütün tekke ve tarikatların ezkâr ve evrâdı içinde mutlaka Fatiha suresinin de yer alması hususu tasavvuf geleneğinde kesintisiz olarak sürdürülmüştür.

FATİHA SURESİ NE ZAMAN OKUNMALIDIR?

Fatiha suresinin İslam âlimlerine göre çok sayıda sırrı bulunur. Fatiha suresi ne zaman okunmalıdır sorusunun yanıtı şu şekildedir:

Fatiha Suresi'ni öğrenmek, düzgün okumak, farz ve müstehap namazların birinci ve ikinci rekâtlarında okumak her mükellef için farzdır.

Namaz kılan şahıs, namazın üçüncü ve dördüncü rekâtlarında, Fatiha Suresi veya Tesbihat-ı Erbaa’yı okumak arasında seçme hakkına sahiptir. Namazın üçüncü ve dördüncü rekâtlarında, Fatiha Suresi'nin mi yoksa Tesbihat-ı Erbaa’nın mı okunmasının daha iyi olduğu noktasında, farklı görüşler bulunmaktadır.

Namazın birinci rekâtında Fatiha Suresi'ne başlamadan önce ‘‘Euzu billahi mineş-Şeytanir-Racim’’ demek müstahaptır; fakat namazdayken Fatiha Suresi'nin sonunda ‘‘Âmin’’ demek, haramdır ve aynı zamanda namazın da batıl olmasına sebep olmaktadır.

Nafile ve müstahap namazlarda eğer özel bir surenin okunması istenilmemişse, sadece Fatiha Suresi'nin okunması caiz ve yeterlidir.

Fatiha Suresi'nin birçok yerde, özellikle de farz namazlardan sonra veya hastanın yattığı yatağın başı ucunda veyahut da ölünün kabre koyulduğu esnada ve İmam Hüseyin’in (a.s) Türbesi ve etrafından türbet (toprak) alırken okunması müstehaptır.

FATİHA SURESİ ÖLÜLER İÇİN OKUNUR MU?

Fatiha Suresi'ni birçok yerde, özellikle de farz namazlardan sonra veya hastanın yattığı yatağın başucunda yâda ölünün kabre koyulduğu esnada okumak müstahaptır.

Müslümanlara özgü örf bu geleneklerde oldukça yaygın bir şekilde okunur. Özellikle de ölülerin günahlarının bağışlanmasını talep ettiklerinde veya ölüleri anmak ve yâd etmek istediklerinde her daim Fatiha Suresi okunur.

FATİHA SURESİ ABDESTSİZ OKUNUR MU?

Vakıa suresi, ayette “Temizlenmiş olanlardan başkası ona el süremez.” şeklinde emredilir. Bu nedenle, cünüp olan ya da abdestsiz birisinin Kur’an-ı Kerim’e el süremeyeceği gibi herhangi bir ayeti de okuyamaz.

Özetle, abdesti olmayan birisi, Kur’an-ı Kerim’e el dokundurmadan ezberinden bildiği ayet ve sureleri okuyabilir. Bu caizdir; ancak abdestsiz olan birisi Kur’an’a dokunarak Fatiha suresini okuyamaz. Ayet el-Kürsi, Fatiha ve İhlas gibi ayet ve sureleri okumak isteyen kimse, bunları dua niyetiyle okursa caizdir. (Elmalılı Hamdi YAZAR, Tefsir, Vakıa ayet in izahı; Celal Yıldırım, İslam fıkhı, IV/)

Keza, başörtüsü olmadan da Fatiha suresi okunabilir; ancak Kur'an'a saygıdan dolayı başörtülü olmak daha iyidir.

FATİHA SURESİ ADETLİYKEN OKUNUR MU?

  • Fatiha suresinin adetliyken Kur'an-ı Kerim'den ya da ezberden okunması caiz olmamaktadır.

EZBERLEMENİZ İÇİN DİĞER DUALAR VE SURELER

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir