çemberimde gül oya türküsü hikayesi / Çemberimde Gül Oya | Davetsiz Misafir

Çemberimde Gül Oya Türküsü Hikayesi

çemberimde gül oya türküsü hikayesi

 Çemberimde Gül Oya türküsü Çanakkale yöresine ait bir türküdür. Türkünün sözleri Kamil Nizam Bigalı tarafından yazılmış ve Ahmet Yamacı tarafından derlenmiştir.

Türkünün hikayesi sonu hasretle, hüzünle biten bir aşk hikayesidir. Zaten aslında türküyü büyük yapan da aşıkların kavuşamamalarıdır. Çanakkale, Biga ilçesinde yaşayan Zarife ve Ümit bu aşk hikayesinin baş aktörleridir.

Zarife ve Ümit birbirlerini çok sevseler de, Zarife'nin ailesinin siyasi görüşleri ile Ümit'in görüşlerinin uyuşmaması onlar için büyük bir engel oluşturmuştur. Zarife'nin babası evlenmelerine karşı çıkmıştır.

Zarife, ailesi ile sevdalısı arasında bir seçim yapmak zorunda kalmış ve ailesinin yanında kalmayı seçmiştir. Ama aralarındaki aşk hiç bir zaman azalmamıştır.

Zarife evde sürekli sessiz şekilde oturmakta ve oya işlemektedir. İşlediği oyalarla da sitemini, aşkını, hüznünü, özlemini ailesi ve çevresindekilere yansıtmaya çalışmıştır.


Ümit'in siyasi olaylar sebebiyle hapishaneye düşmesi ile kavuşmaları artık neredeyse imkansız hale gelmiştir. İşte bu türkü de kavuşamayan bu iki aşığın, birbirlerine duydukları hasret üzerine Zarife'nin hislerini işlediği oyalardan esinlenip yazılmıştır.

Türkünün sözleri:

Çemberimde gül oya,

Gülmedim doya doya.

Dertlere karıyorum, günleri saya saya

Al beni kıyamam seni.

Pembe gül idim soldum,

Ak güle ibret oldum.

Karşı karşı dururken, yüzüne hasret kaldım

Al beni kıyamam seni.

Avlu dibi beklerim,

Vay benim emeklerim

Dümbeleği çala çala, yoruldu bileklerim

Al beni kıyamam seni.

Kategoriler

&#;Altyazı Sinema Dergisi&#;nin Eylül sayısında yayımlanmıştır.&#;

Pembe gül idim soldum&#;
Türk sinemasında son dönemin öne çıkan başarılı isimlerinden Çağan Irmak’ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği Çemberimde Gül Oya’nın ilk görüntüleri yılının Eylül ayında KanalD ekranlarına yansıdığında herhalde kimse bir dizinin bu kadar tartışma yaratacağını, beğenen beğenmeyen milyonları ekrana bu denli bağlayacağını beklemiyordu. seafoodplus.infoBazen göz ucuyla atılan bir bakışta, bazen televizyonun karşısında pür dikkat kesilmiş bir çoğunluğun tahakkümüne zoraki bir boyun eğişte yakalamıştı bu dizi bizleri. Daha ilk anda bir şeylerin farklı olduğu, sıradışı bir şeylerin sıradışı bir biçimde anlatılmaya çalışıldığı seziliyordu.
Hikaye 70’lerin sonunun 80’lerin başının hikayesiydi. Daha doğrusu, bu yılları 20’li yaşlarında yaşamış ve bugün 40’larının sonuna merdiven dayamış Yurdanur’un, yani bugün içinde yaşadığımız toplumun en başat kuşağının bir temsilcisinin, kendi gençliğini ve geçmişini bugünden bakıp nasıl gördüğünün anlatısıydı Çemberimde Gül Oya. Her tarih anlatısı gibi aslında bugünden bakarak kurulan bir geçmişin, yani şu anın hikayesiydi bir yandan da. Diziyi izleyen bizlerden, 70’li yıllarda yaşananları kendi bakış açısından kaleme alıp romanlaştıran Yurdanurla beraber geçmişin peşine düşmemiz ve bir anlamda o zamanların aşklarına, umutlarına, devrimlerine ve dostluklarına vefa borcunu ödememiz bekleniyordu hiç şüphesiz. Çağan Irmak da bu diziyi toplumsal idealleri için mücadele etmiş ve acı çekmiş olanlara adadığını söylemiş, verdiği ropörtajlarda unutulmak istenen bir geçmişi ekrana getirmeyi arzuladığını sık sık vurgulamıştı zaten. Kısacası, büyük sıkıntılar çekmiş bir kuşağı bir türlü kabul edemediği geçmişiyle yüzleşmeye çağıran iddialı bir yapımdı Çemberimde Gül Oya.

Dizinin ana dekor’u Yurdanur’un 20’li yaşlarında yaşadığı, içinde birbirinden çok farklı kesimlerden gelen sakinlerini bir arada barındıran Madam’ın Konağı’ydı. Genç ve varlıklı Yurdanur bu konağa, muhafazakar babası fabrikatör Dinçer Bey’in evinden bir ‘anarşik’e, üniversitede tanıştığı devrimci bir genç olan Mehmet’e kaçarak gelin gelmişti. Konağın tüm sakinleriyle dostluklar kurmuş, ne var ki, 80’lerin başında konağın satılmasıyla beraber herkes bir yana dağılmıştı. Oysa konak ‘evim’ denebilecek ve tüm farklılıklara karşın varolmanın ve yaşıyor olmanın ortak paydasında buluşan sakinlerinin tüm zorlukları birbirlerine yaslanarak aşabildiği gerçek bir evdi. Yurdanur, konağın sakinlerini ’li yıllardaki halleriyle tekrar bulup ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Elbette, peşine düştüğü sadece kaybettiği dostları değildi. Çemberimde Gül Oya, aynı zamanda kaybedilen evin, kaybedilen aşkın, kaybedilen inancın, kaybedilen vefanın arayışının romanıydı. Ama Çemberimde Gül Oya asla geçmişe dair bir bozgunun ve bir yıkımın umutsuz ve karanlık anlatısı değildi. Tam tersine, içinde bugüne dair bir olasılığın özlemini ve umudunu taşıyordu. Çağan Irmak’ın da dediği gibi dizi, aslında 70’li yılları yaşamış olanlardan ziyade 80 sonrası kuşağı kendine hedef seçmişti. Hikaye de aslında Yurdanur’un değil onun bugün 20’li yaşlarına basmış kızı Feriha’nın hikayesiydi.

Ak güle ibret oldum&#;
Yıl Çatışmalar, yoksulluk, sıkıntılar diz boyu. Üniversitelerde, sokaklarda, meydanlarda eylemler, boykotlar, protestolar var. Bunlar yaşananların tanıdık hikayesi elbette. Ne var ki, bize pek tanıdık gelen bu hikaye ‘Çemberimde Gül Oya’da hiç de tanıdık olmadığımız bir dille söze dökülüyor. Ve bu defa tüm yaşananlar bugüne değin sözünü dinlemeye pek alışık olmadığımız tarafın, yani devrime, yani insanlığa, yani daha güzel ve daha iyi bir dünyaya inananların; doya doya gülmek, doya doya sevmek için yola çıkanların, sık sık tökezleyen, bocalayan, yere düşen, birazcık silkinen, nihayet toparlanan, sonra birbirlerine yaslanarak yeniden ayaklananların ve yine yenilenlerin ve yeniden dirilenlerin, kısacası sıradan insanların gözünden anlatılıyordu. Bu hikayede umut vardı, inanç vardı, mutluluk vardı. Acılar da sevinçler kadar ortaktı. İnsanlar dost, kardeşti. Tüm sıkıntılara karşın herkes bir arada yaşıyor, hep birlikte gülüyor, hep birlikte ağlıyor ve canla başla, şevkle hayata tutunuyordu.

Oysa ders kitaplarında, okullarda, televizyonlarda ve gazetelerde bize öyle mi öğretilmişdi? 70’ler kapkaranlık, kasvetli, korku dolu bir çağ değil miydi? Herkes mutsuz, herkes tedirgin , herkes küskün değil miydi? Anarşi ve terör ülkeyi kana ve karanlığa boğmamış mıydı? Ve çok şanlı ve şerefli bir o kadar da şevkatli ve tabii pek yüce ordumuz bizi aydınlığa ve esenliğe kavuşturmamış mıydı? Ah o ordumuz, tankımız, topumuz, anarşiklerin, namussuzların tepesine binmeseydi bugün canımız ve malımız güven içinde olur muydu? Allah ordumuzdan, polisimizden ve bilcümle güvenlik neferimizden razı olmasın mıydı?

Çemberimde Gül Oya’da ak ve kara birbirine karışmış, anlatıla gelen hikaye tersine dönmüştü anlaşılan. Bunca yıllık başrol oyuncuları şüpheli zanlılar oluvermiş, bu arada başrole de o pek çekinilen korkunç ‘anarşikler’ geçivermişti. Ne var ki, bu kez hiç de canavar gibi gözükmüyordu bu ‘anarşikler’. İki kolu, iki bacağı, üzerinde bir kafası, bir hayli insan suretinde, gülen, ağlayan, sızlayan bizden insanlardı onlar da. Ve bu diziyi izleyenler bu bizden insanların, ‘anarşiklerin’ acılarıyla ağlayıp, onların canını acıtanlara öfke duyacak, onlarla beraber haykıracaktı.
Ne sahneler mi görmedik, ne sahnelerde ne olmadık tepkiler mi vermedik dizinin bölümleri boyunca: Dizinin başkahramanları Mehmet ve Yurdanur polisten kaçan devrimci arkadaşlarını odalarında sakladığı sırada, polis evi basıp da onları götürünce konağın tüm sakinleriyle beraber biz de milyonlarca seyiriciye katılıp tutukluları çıplak ayakla yürümeye zorlayan polisin insanlıkdışı davranışına lanet okumadık mı? Yurdanur’un ders verdiği ilkokulda okuttuğu “Küçük Kara Balık” kitaplarını okulun faşist müdürü çocukların ellerinden toplayıp yaktırdığında hepimiz Yurdanurla beraber ağlamadık mı? Kimbilir kaçımız gidip de kitapçılarda “Küçük Kara Balık” var mı diye sormadı mı? Mehmet’e işkence yapan polis şefini Mehmet ve arkadaşları yakalayıp onu yaptıklarına pişman ettiğinde hepimiz “oh olsun!” demedik mi? Mehmet’in çırağı polisler için hazırladığı köfte ekmeği faşizmi kınayan bir bildiriye sarıp da onlara verdiğinde yüzümüzde bir tebessüm belirmedi mi? Yurdanur’un babası fabrika patronu Dinçer Bey işçilerin grevini kırmak için türlü tehditler savurduğunda ona öfkelenmedik mi? İşadamlarının parasını ödeyip satın aldıkları silahlı faşist çapulcular bir kahvede oturan grevcilerin üzerine ateş açtığında oracıkta can veren taksi şöförü ve Zarife’nin sevdiceği Ümit için dizinin tüm izleyenleriyle beraber biz de haftalarca yas tutmadık mı? Ve en nihayetinde ve en önemlisi, dizinin sondan bir evvelki bölümünde, yani 12 Eylül gününde, yakılan kitapların bacalardan yükselen kara dumanını görüp de bir ülkenin geleceğinin nasıl karartıldığını, mutlulukların ve umutların nasıl silahla, kanla, korkuyla bastırıldığını gören ve en başta kucağındaki küçük kızı için endişelenen Yurdanur gibi biz de geleceğimiz için endişe duymadık mı, bizim de içimiz daralmadı mı? Ve askeri bir müdahalenin bu ülkeyi aydınlık ve esenliğe kavuşturmadığını, bilakis bu toprakların üstüne karanlık bir gölge gibi çöktüğünü tüm kalbimizle hissetmedik mi?

Karşı karşı dururken&#;
Bazıları tüm bu gerçeklerin zaten bilindik şeyler olduğunu söylediler. “Bunları zaten biliyorduk, burada yeni ne var?” dediler. Bir yere kadar haklılardı. Sonra bu hikayenin Türkiye’nin en zengin patronlarından birinin kanalında gösterilmesine içerleyenler de oldu. Bu yine tartışma götürür bir mezvuydu. Bir de tüm bu yaşananları televizyon ekranlarından göstermeyi geçmişin çarpıtılması ve kirletilmesi olarak değerlendirenler, bu diziyi geçmişte bu uğurda mücadele edenlere hakaret addedenler çıktı. İşte onlar bence haksızlardı. Kimsenin, geçmişin temiz, pür-i pak mirasçısı olma, devrimin mülkiyetini elinde tutma ayrıcalığını kendinde görmeye hakkı yok. Devrim tasavvurunu ve geçmiş yaşantıları mülk edinmeye çalışan, bunu yaparken de kendileri dışında kalan herkesi hor görenler, belki de Çemberimde Gül Oya ve benzeri yapımların popülerleşmesiyle beraber devrim hakkında son sözü söyleme iktidarları sarsılacağı için paniğe kapılanlar olsa gerek.
Evet, Çemberimde Gül Oya belki toplumun belli bir kesimi tarafından çok iyi bilinen bir hikayeyi anlatıyordu. Hem de bir dolu eksiklikleri, yanlışlıkları, kusurlarıyla beraber. Ne var ki, bu aynı zamanda unutulan, unutturulmak istenen ve artık pek de dile gelmeyen bir hikayeydi. Bunu gözden kaçırmamak lazım. Hele ki, bir dönem marjinal topluluklar tarafından dahi ağza alınmaya çekinilen böylesi bir söylemi, ilk defa okul kitapları ve resmi devlet propagandasıyla rekabet edebilecek denli popüler bir medya aracıyla ifşa etmek Türkiye için çok yeni ve azımsanamayacak bir işti. Çemberimde Gül Oya, yayınlandığı dönemde kısa zaman içinde ülkenin en çok seyredilen, takip edilen ve tartışılan televizyon dizisi haline geldi.
Evet dizide nostalji vardı, romantizm vardı, geçmişin bazen biraz fazla idealize edilmesi, masumlaştırılması, çocuklaştırılması vardı. Ama gerçek hayatta da bu yok mu? Dizinin ve ülkenin hikayesi 78’lerden ’lere uzanırken bir yandan da genç Yurdanur’un büyümesine tanık olduk hep birlikte. Onun da her insan gibi çocukluğuna, gençliğine duyduğu özlem hepimizin tanıdık olduğu hislerdi. Ve dizinin sonlarında Yurdunur’un Zarife’ye söylediği gibi “büyümek zor, hem de çok zor”du. Çemberimde Gül Oya belki de bizleri büyümeye davet ediyordu. Ölümleri, işkenceleri, hem bedenlerimizi hem ruhlarımızı yıkıma uğratan hala üzerimizden atamadığımız faşist darbenin sancılarını unutmak yerine onunla yüzleşmeye, tüm zorluğuna karşın büyümeye çağırıyordu bizleri. Evet darbeciler yargılanmalıydı. Çemberimde Gül Oya belki de her hafta televizyon ekranları aracılığıyla ulaştığı evlerde, kimsenin cesaret edemediği bu görevi, milletin gönlünde darbeyi yargılama görevini üstlenmişti. 12 Eylül günü yaşananların can güvenliğini ve huzuru korumak şöyle dursun canımıza, cananımıza, tüm umut ve hayallerimize vurulmuş bir darbe olduğunu gösterebilmek, ne olursa olsun askeri darbe olmamalıydı diyebilmek, bu kadar yaygın bir mecra aracılığıyla bu kadar açık bir şekilde kimse tarafından söylenmemişti daha önce. Oysa 12 Eylül günü kucağında yeni doğmuş çocuğuyla sokakta tanklarla karşılaşan genç Yurdanur’un bizlere bakışı, küçük bebeğini umutların değil tahakküm ve sıkıyönetimin boyunduruğunda yetiştirecek olmanın buhranı her şeyi o kadar açık anlatıyordu ki.

Yüzüne hasret kaldım&#;
Evet, bu satırların yazarı bendeniz de bir sıkıyönetim günü dünyaya gelmişim. Geçmişi, bu ülkenin başına gelenleri, neler olup bittiğini üniversiteye gelene kadar hep tek yanlı anlatılardan dinlemişim, yani aslını bilmemişim, kimse anlatmamış, ya korkmuş, ya unutmak istemiş, ya da sadece susmuş. Dolayısıyla Çemberimde Gül Oya’yı seyretmek benim de canımı acıttı fazlasıyla. Ama bu acı, geçmişi ve o yılların acılarını öğrenmekten/hatırlatmaktan kaynaklanan bir acı değildi sanırım. Bundan ziyade, bugün onlar gibi olamamanın verdiği bir acıydı. Bu acı, beni, bizleri bugünün olasılıklarını, devrimin, dönüşümün, yeni mücadelelerin olananaklılığını yeniden düşünmeye davet ediyor. Geçmiş veya o geçmişe dair kurgu, bizi ancak cesaretlendirebilir ve bize ilham verebilir. Dolayısıyla, 70’lerin umutlarını, acılarını, aşklarını ve özlemlerini bizlere yeniden yaşatan Çemberimde Gül Oya, hiç de azımsanmayacak bir iş yapıyor.

Çemberimde Gül Oya, yaz döneminde yeniden yayınlanmaya başlandı. Dizi yeni hayranlar kazanırken, eski izleyicilerini de yeniden ekrana bağladı. Dolayısıyla bu diziyi değerlendirmeye çalışan bu yazı da yeniden güncel hale gelmiş oldu. Aslında Çemberimde Gül Oya’nın maksadı da, hem bu yazıda hem de dizide anlatılanların hep gündemde kalması değil mi zaten? Genç Mehmet’lerin, genç Yurdanur’ların ve onlarla beraber isyan eden, ayaklanan, doya doya gülmek, doya doya sevmek için çırpınan, her yenilginin ardından yeniden ümid etmekten yılmayanların hep varolması değil mi niyet?
Tam da bu niyet yüzünden Çemberimde Gül Oya çok ama çok dokunaklı bir dizi. Geçmişimize ve bugünümüze, bize, yaşamlarımıza en zayıf yerimizden dokunuyor. Onu yabancı macera dizilerinden, fantastik kurgusal yapımlardan, bizlerden çok uzaklarda geçen öykülerden farklı kılan da bu sanırım. Çok tanıdık, çok yakın bir geçmişi konu alan hikayesinde Çemberimde Gül Oya hala kanayan, hala bastırılan, gündelik hayatımızda bizleri derinden etkileyen özlemlerimize, umutlarımıza dokunuyor zira. Dokunduğu yerde bedenimizin ve gönlümüzün sınırlarını bazen yeniden çizmeye zorluyor bizleri. Belki de o yüzden bazen o kadar acıtıyor, bazen de o kadar gıdıklıyor ama en nihayetinde dönüştürüyor onu izleyenleri.

Çemberimde Gül Oya, doya doya gülememiş, doya doya sevememiş, çok arzuladığı aşkına ve devrimine bir türlü kavuşamamış bir kuşağın bozgununu anlatmıyor asla. Çemberimde Gül Oya doya doya güldüğü, doya doya sevdiği, değiştiği, dönüştüğü günleri an be an ümit edip yaşayan, devrimi ve aşkı için mücadele etmekten asla vazgeçmeyen bir kuşağın şarkılarını, türkülerini, acılarını, mutluluklarını, dayanışmasını ve yaşam gücünü ekrana taşıyor. Ve o ruh, karşı karşı dururken, devrimin, özgürlüğün, sevginin, aşkın, mutluluğun ve umudun yüzüne hasret kalan 80 sonrası kuşağın gençliğine sesleniyor en sonunda: “Al beni, kıyamam seni!”

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

İlgili

AltyazıSinema, ütopya, belgesel, devrim, TV-Dizisi

Merve A. Tokyay

Her şey bir zincirle başlar. Anadolu’da yaşlarına gelen kız çocuklarının eline önce iplik verilir, iğne ya da tığ. O tığı eline alır ve başlar zincirin ilk halkası. İğne oyasına heves ettiyse zürafa denilen, oyanın en basit adımını atar. Zincirler ve zürafalar uzun süre meşgul eder kız çocuğunu… ‘Anne bak, yaptım.’ demek yetmez. Israrla, uzatmalıdır zinciri. Gözü kapalı çekebilmelidir. Ezberlemelidir. Hatasız gitmelidir. Sonra zincirle konuşmalıdır. Konuşmalıdır ki oya da konuşsun. Oya da kızsın, oya da çiçek açsın, oya da sevinsin, ağlasın ve gülsün. Anadolu kadını pek konuşmaz. Lakin bu onu ifadesiz yapmaz. Kendisini ifade edebileceği alanlar yaratmıştır kendine. Küsken erkenden uyumak, yemeği kötü yapmak, çamaşırları geciktirmek gibi… Bir de oyalar vardır. O oyaların da bir dili…

oya

Türk el sanatları, özelde oya ve dantel kültürü bu toprakların binyıllar boyunca ve hâlâ da devam ettirdiği özel bir uğraş. Evlenen her genç kızın bir çeyiz sandığı vardır. İçinde de oya ve dantellerle süslenmiş yatak örtüleri, tülbentler, mendiller, havlular… Kullanılmasa bile o sandıkta durması için yapılan el işleri. Büyük şehirlerde artık önemini yitirse de Anadolu şehir ve köylerinde çeyiz mefhumunun bir genç kız için ıskalanması asla söz konusu değildir.

oya

Oya biraz da edeple ilgilidir. Oya yapan kız, bir köşede oturur. Bazen sohbete eşlik eder oya, bazense sohbetin ta kendisi olur. Eskiden kocaya darılmak, kaynanayla tutuşmak ya da eltilerle atışmak edebe aykırıydı. Susardı Anadolu kadını. Konuştuğu biri vardı, o da elindeki şaheser. Doğada açan çiçekler kadınların ellerinde açarlar. Anadolu kadını, bıraktığı oyanın elinde kuruyacağından korkar da hızla başladığı işi bitirme gayretine girer.

Oya nedir, kültürümüzin neresinde durur, tarihçesi nedir,  ama en çok da hangi oya ne anlama gelir? Bu soruların cevaplarını bulmak için bir yazı hazırladık. Onların geçmişten getirdikleri sesleri dinleyebilme, duyabilme ve anlayabilme umuduyla dosyaya da ’Oyaların Dili’ dedik, dinle ey okuyucu&#;

oya

Oya Nedir?
El sanatlarının zarif örneklerinden olan oya, değişik kaynaklarda: ’Oya ince bir dantel olarak tarif edilebilir.’ Oya, kadın çamaşır ve esvaplarının vesair bazı şeylerin (boy yemenilerinin, çevrelerin) kenarlarına iğne ile yapılan veya yapılmış hazır alınarak dikilenipek veya iplikten örgü, oymalı süs’’, ’Renkli bir ibrişimden iğne ile çiçek veya yaprak şekillerinde örülen işlemenin adı’, ’Oya; bir tür dantel. Türkiye’ye özgüdür. Normal dantelin iki boyutluluğuna karşılık, oya üç boyutlu biçimde de örülebilir. Kumaşlara kenar süs olarak işlenir.’ ’Oya, süslemek ve süslenmek ihtiyacı ile yapılan ve tekniği örgü olan bir sanattır.’’ Şeklinde tanımlanıyor. Bu tanımlardan hareketle kısaca oyayı; İğne, mekik, tığ, firkete gibi aletlerle, ipek pamuk vb. ve bazen pul, boncuk vb. Yardımcı malzemeler de kullanılarak yapılan bir el sanatıdır diye tanımlamak mümkün. Anadolu kadını duygularını renklere ve oyaya dönüştürür.

Oyalarımız, bölgeden bölgeye değişen zevke göre biçimlenir ve özgün isimler alırlar. İsimleri yöreden yöreye değişmekle birlikte şehirden şehre dolaşan, anonim oyalar ortak isimler alırlar.

oya

Dünya literatürüne &#;Türk danteli&#; olarak giren iğne oyalarımız, ilk bakışta dantelle benzerlik gösterse de, bir alan oluşturan ve mutlaka bir eşyaya dikilmek üzere yapılan iki boyutlu dantelden, üç boyutlu yapısı ile başlı başına bir süsleyici olması ile ayrılır. İğne oyalarının malzemesi genellikle ipektir. İğne oyasının gelişmesindeki en büyük etken ise Anadolu’nun İpek Yolu üzerinde olması ve ipek üretimi yapılmasıdır.

oya

Oyanın Tarihçesi
Oya; çiçekle örgü sanatının birleşmesinden doğmuş süslemek, süslenmek amacıyla yapılan ve ayrıca taşıdıkları mesajlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılan ve tekniği örgü olan bir dantel türüdür. Örücülük sanatının, ilk kez nerede, nasıl ve kimler tarafından başlatıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, insanların örtünme ihtiyacını hissettiği zamanla başladığı zevk, beğeni ve yaratıcılık yeteneklerinin artmasıyla gelişme gösterdiği düşünülebilir.

Dünya literatürüne &#;Türk Danteli&#; olarak girmiş olan iğne oyalarının Anadolu’da çok eskilere dayanan belgeleri bulunmuştur. Avrupa ise iğne oyası ile yüzyılda tanışmıştır. Kökeni araştırıldığında bazı örgü adlarının Ege masallarında geçtiği, ’de Menfiz kazılarında bulunan eski örneklerden de bu sanatın başlangıcının M.Ö yıllarına kadar uzadığı tespit edilmiştir. Diğer kaynaklarda ise iğne ile yapılan bu oyaların yüzyılda Anadolu’dan Balkanlara oradan da İtalya yoluyla Avrupa’ya yayıldığı sonucuna ulaşılmaktadır. Ayrıca batı ülkelerinin daha eski kaynaklarında iğne oyası benzeri bir örgüye rastlanmamakla beraber, bu ülkelerin dillerinde &#;oya&#; sözcüğünün karşılığı da bulunmamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun her döneminde saray içi, dışı ve Anadolu’da yapılan geleneksel örgü ve oyalara çok önem verilmişseafoodplus.infoiyet döneminde ise yeteri kadar ilgi görmemekle birlikte, oyalar günümüze kadar geleneksel yollarla gelebilmiştir.

oya

İğne Oyaları Nerelerde Kullanılıyor?
İğne oyaları eskiden para ve tütün kesesi, gözlük, tespih, cep saati (köstek) kılıfı, mendil kenarı süsleri olarak erkeklere özgü eşyalarda, kadının erkeğine verdiği değeri sergilemiştir. Sandık, sehpa, semen, tepsi, ayna örtüleri, duvar panoları ve bu gibi şekillerde hazırlanarak evleri süslemede kullanılmıştır. Yatak takımları, bohçalar, başörtüleri, yemeniler, grepler, mevlit bezleri ve seccade kenarları gibi yerlerde kullanılarak çeyizler için hazırlanmıştır. Elbise ve geceliklerin kol ve yaka kısımlarında, saç tokası, fular, yaka süsü olarak da süslenmek amacıyla kullanılmıştır. Gelinler için de farklı özelliklerde çeşitli çiçek motifleri yapılarak hotoz süslemelerine ayrı bir özellik kazandırmıştır.

Batı Trakya’da kız ve erkek çeyizlerinde mutlaka bulundurulması gereken sandık eşyalarının başında iğne oyaları gelir. Bunların ağır işli olanları erkek veya kız tarafına verilmek üzere daha özenle seçilerek işletilir. Çeyizlerde bulunan oyaların ağır olması da bir övünme meselesidir.
Bugünse birçok tasarımcı iğne oyalarını takı olarak kullanıyor. Bazı tatil beldelerinde ise köylü kadınlar oyayı, küpe ya da kolyeye iliştiriyorlar.

oya

ASLINDA…
Mor sümbül: Kızın aşık olduğunu,
Pembe sümbül: Kızın nişanlı olduğunu,
Beyaz sümbül: Sadakat ve bağlılığı,
Badem baharı: Kızın sevdiği kişi ile evleneceğini,
Acı biber oyası: Kadının eşine çok kızdığını,
Arpa çiçeği oyası: Kadının eşinin ilgisizliğinden şikayetçi olduğunu,
Müjde oyası: Genç kadının bebek beklediğini,
Yabani gül oya: Eşi başka şehirde çalışan kadınları,
Papatya oyası: Temizliği ve saflığı,
Kır menekşesi: Yalnızlığı ve çekingenliği,
Sarı nergis: Ümitsiz, aşka düşüp; gönül acısı çekmeyi anlatır.
Çayır çimen oyası: Evlenecek olan gelinlerin, kayınvalidelerine hediye ettikleri bu oya, aralarının çayır çimen gibi huzurlu ve ferah olması anlamını taşıyor.
Kıllı kurt oya: Kenarında kıllı kurt oyası, yemeni takan bir kadının hayatından memnun olmadığını anlatmak istiyordur.
Mezar taşı oyası: Gelin ve kayınvalide arasında anlaşmazlık varsa ‘Aramızdaki bu soğukluk mezara kadar’ sürecek anlamı taşıyan mezar taşı oyası kullanılıyor.
Biber oyası: Yine kocası ya da kayınvalidesiyle arası iyi olmayan gelinlerin tercihi…
Çınar yaprağı oyası: Özellikle Mudurnu yöresinde yapılan bu oya, çınar gibi uzun ömür ve bilgelik temennisi taşıyor.
Portakal çiçeği oyası: Meyvesi ve çiçeğinin aynı dalda, aynı anda yer aldığı tek çiçek olan portakal çiçeği; oyalarda da doğumla ölümü, gençlikle ölümü, ümitle geçmişi bir arada tutmayı ifade ediyor.
Zilli maşa oyası: Anonim bir oya çeşidi. Halk arasında kavgacı, geçimsiz, eli maşalı insanları simgeliyor. Kötü ruhları kovaladığına inanılıyor.
Çarkıfelek oyası: Mutlu olamayıp, eşinden ayrılan kadınlar tarafından işleniyor ve kullanılıyor.
Kütüle oyası: Adana’da yapılan bir oya. Nikâhtan sonra gelin, eltisine kütüle oyası veriyor ki; aramız çiçek gibi olsun diye.
Sümbül oyası: Umudun, aşkın ve bekâretin sembolü olarak Tokat’ta yapılıyor.
Kaynana dili oyası: Acı ve çok konuşan kaynanaları ifade ediyor.

 

oya

Bir Oyanın Anlattığı
Kaynana yumruğu oyasını duymuş muydunuz? Bu oyanın adı kadar, hikâyesi de ilginç. Adını &#;kaynanasının sardığı bir tencere baklalı yaprak dolmayı yiyen gelinden&#; alan oyasını hikâyesi şöyle: Akşam gelecek misafirler için bir tencere yaprak dolması saran kaynana, tencereyi ocağa koyarak komşuya gider. Evden çıkmadan önce de gelinine ocaktaki dolmayı kontrol etmesini söyler ve evden ayrılır. Ocakta pişen yaprak dolmasının kokusu, hamile olan ve aşeren gelinin burnuna öyle güzel kokar ki; gelin dayanamayıp birer ikişer yer. Öyle ki tencerede dolmanın bittiğini bile fark etmez. Akşam eve gelen kaynana tencerenin kapağını açınca; sabah sardığı dolmaların yerinde yeller estiğini görür geline çıkışır. Gelin: “Bir tek bir tek aldım, tükenmeyecek sandım&#; der. Kaynana ise, gelinin bu sözlerine: &#;Ekşiliymiş, mayhoşmuş diyerek gelin; Bir tencere dolmayı nasıl yedin? şeklinde karşılık verir. Ve o sinirle gelinine bir sille atar. Gelinse, her şeyi sinesine çekip odasına gider. Odasında sessiz sessiz ağlarken; duygularını iğne ve iplikle oyalara döker: &#;Yumruk&#; şeklinde yaptığı oyaya da &#;Kaynana Yumruğu&#; adını verir.

Babaannem ömrünün son yıllarında alzheimer hastalığına yakalanmıştı. Fakat unutmadığı bir şey vardı, o da hayatı boyunca elinden düşürmediği iğne oyasıydı. Elinde iğne ya da iplik yoktu ama elleri oya yapıyordu. Bunu sanıyorum hiç unutamam. Hepimizin böyle hikâyeleri vardır. Artık bizlerin oya yapacak kadar zamanı yok, hepimiz bir şeyin tasarımcısıyız. Ama keşke artık tasarlamayı bıraksak da yitip gitmekte olanları yaşatmaya baksak.

Türküler ve Maniler
Kültürümüzün önemli bir parçası oyalar, tıpkı türkü ve manilerimiz gibi. Anadolu’da adını bilmediğimiz pek çok ozanımız vardır, mani okurlar, türkü çığırırlar, atışırlar&#; Bu ozanların arasında elbette kadınlar da var. Onların isimleriyse ya hiç anılmadı ya da biz tamamen unuttuk. Aslında bu türküler ve oyalar da birlikte bir kültürü oluşturuyor; Anadolu. Biz dinleyip de duymasak bile oyalar da birçok mani ve türküye de konu olmuş; yar, sevgili deyince bir sonraki dizede mutlaka oya da geçmiş. Duygular motif motif oyaya işlenirken, türküyü de es geçmemiş.
“Çemberimde gül oya / gülmedim doya doya’’
“Sarı yazma yakışmaz mı güzele / sarardı gül benzim de döndü gazele’’
“Ağlama yar ağlama, mavi yazma bağlama’’
“Başında yazması var / burnunda hızması var / al yanak gamzesi var / beni öldüren esmer’’
“Yemenimin oyası / rengi de rengine / körolası anan beni vermedi beni dengi dengine’’
“Al yazmanın oyası / alnıma vurdu boyası / alicen diye kandırdı / Allah’ından bulası’’
“Oyalı da yazma başında / oyaları kaşında / yeter beklettiklerin / çeşmelerin başında’’
“Başına bağlamış karalı yazma/ Alırım sevdiğim ağlayıp gezme/ Çıkıp pencereye kendini üzme/ Uzat başörtüsünü çıkam yanına’’
“Al önlüklü mavi yazma /Gey karşımda salın dilber/ Yalın ayak yere basma/ Geyin altın nalın dilber’’

Karacaoğlan
“Başına bağlamış oyalı yazma /Yazarsan mektubun gahirli yazma’’
Not: Yazı hazırlanırken TC Kültür Bakanlığı / Türk Oyaları Kataloğu’ndan yararlanılmıştır.

Filmler Özel Klipler - Çemberimde Gül Oya Türküsü

Engelli bir çocuğun can dostu bildiği arkadaşı ile büyük dayanışması… Bir ayağı aksasa da hayata sağlam adımlarla basmasını bilen Asım’ın azmi ve kararlılığını anlatan “Başarmalısın” adlı TV Filmi HD kalitesiyle seafoodplus.info'da.

Asım tek dostu Cemil'in de okula başlamasına yardımcı olur. Canan öğretmeni ile konuşan Asım, Cemil'in durumunu anlatır ve bu sayede Cemil'de okula başlar sınıf arkadaşı olurlar.

Başarmalısın TV Filmi Yönetmeni: Burak Gülgen

Başarmalısın TV Filmi Yapımcı & Senarist: Ayfer Özgürel

Uygulayıcı Yapımcı: Belgin Baştürk

Başarmalısın TV Filmi Oyuncuları: Batuhan Bükülmez, Emircan Çal, Yelda Alp,  İzzet Başlak, Müge İnan, Sertaç Ekici, Cem Gürleyen, Demir Parscan, Feyha Çelenk, Yurdaer Tosun, Canan Özer, Hakan Tepe, Nalan Olcayalp, Erçin Aslan, Çetin Özkan, Gündüz Sezgin, İlkay Çelik, Yıldız Ekmekçioğlu, İnan Ülkü, Emre Üçtepe, Gülgün Özkan, Fatih Korkmaz, Nehir Tecer, İlknur Rabia Şaşmazer, Metin Tanılmış

Yardımcı Yönetmen: Çiğdem Girgin

Görüntü Yönetmeni: Fatih Türker

Kurgu: Emre Altınok

Başarmalısın TV Film Müziği: Tamer Süerdem, Mutlu Ödemiş

Yapım Sorumlusu: Murat Bayar

Yapım:

İzle

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir