Türkiye’de mülteci sorunu giderek büyüyor. Muhalefet ve halkın çoğunluğu ülkenin demografik yapısını değiştirecek olan bu durumdan son derece rahatsız.
Muhalefet partilerinin konunun üzerine yoğun bir şekilde gitmesinden rahatsızlık duyan AKP Genel Başkanı, “biz muhacirlik ve ensar olmanın ne demek olduğunu iyi biliriz” çıkışıyla şöyle bir açıklama yaptı: “Ülkemize hicret eden ama Suriye ama Afganistan ama Irak, İran, fark etmiyor; biz muhacirlik ve ensar olma kabiliyetinin ne olduğunu en iyi bilen bir kültürün mensuplarıyız. Muhacir nedir, ensar nedir bunu anlamayan, bunu bilmeyenlerle bizim işimiz yok. Suriye’den savaştan çıkıp ülkemize sığınan bu kardeşlerimize sonuna kadar sahip çıkacağız. Arzu ettikleri zaman vatanlarına dönebilirler. Ama biz onları asla bu topraklardan kovmayız ve kovmayacağız.”
Biz de “ensar” ne demekmiş, “muhacir” ne anlama geliyormuş bir araştıralım dedik.
Ensar kelimesi Arapça kökenli olup şu anlama gelmektedir: Hz. Muhammed’e hicret zamanında yardım eden Medineliler. (TDK)
İslam Ansiklopedisi’nde “yardım etmek” anlamında kullanılan ensar kelimesinin, Hz. Muhammed’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak suretiyle onlara büyük yardımda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) Müslümanlar için kullanıldığı belirtiliyor.
Muhacir kelimesi ise şöyle tarif ediliyor: Göçmen. Hz. Muhammed’e uyarak Mekke’den Medine’ye göç edenler. (TDK)
Muhacir ya da dilimizdeki söylenişiyle mâcir, Türkçeye “Mekke’den Medine’ye göç eden” anlamındaki Arapça sözcükten geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonlarından itibaren uzun süre yaşadıkları Balkanlardan mecburi göç yaşayıp Anadolu’ya gelen Türk ve Müslümanlara genel anlamda “muhacir” denilmektedir. Osmanlı-Rus Savaşı ve Kafkasya Savaşı sırasında Kafkasya’dan göçenler de muhacir olarak adlandırılmıştır. Müslümanlar ve Türkler değişik milletlere bağlı Hristiyan milletler tarafından göçe zorlanmışlar hatta katliama uğramışlardır.
Bir de “hicret” var. Yine TDK’ ya bakalım. Hicret, göç anlamına geliyor. Hz. Muhammed’in (selam olsun) Mekke’den Medine’ye göç etmesinibaşlangıç yılı kabul eden takvim ise Hicrî takvim olarak biliniyor. Ayrıca Hz. Muhammed’in izin, tavsiye ve yol göstermesi ile bir grup Müslüman’ın baskı ve zulümden kaçarak Mekke’den Habeşistan’a göç ettikleri de bilinmektedir. Kaynaklarda bu kişilerin birkaç ay sonra Mekke’de ortamın yumuşadığına dair söylentiler çıkması üzerine geri döndükleri yer almaktadır.*
Hz. Muhammed ve Mekkeli muhacirler, şartlar oluşunca ülkelerine geri döndüler. Mekke’ye geri dönen Hz. Muhammed’i Müslümanlar büyük bir coşkuyla karşılamış ve o sevgili Nebi, Kâbe’de bulunan putları birer birer yıkmıştır.
Toparlayacak olursak; ensar, Hz. Muhammed’e yardım edenler; muhacir, Hz. Muhammed’in talimatıyla Mekke’den Medine’ye göç eden Müslümanlar ki, bu insanlar daha sonra ülkelerine geri dönüyorlar. Bizdeki “mâcir” kavramı ise soydaşlarımızın Osmanlı zamanında göç ettikleri/ettirildikleri topraklardan Osmanlı dağıldıktan sonra tekrar anavatana dönmeleri, hicret de bir yerden bir yere göç etme olayıdır.
Suriyeli mülteciler Beşar Esad, Afganlı mülteciler ise Taliban zulmünden kaçıyor. Pakistan ve diğer ülkelerden gelenlerin ortak sorunu ise uzmanlara göre ülkelerinde yaşanan yoksulluk.
Mekke’den Medine’ye göçenlerin sorunu ile Suriyeli ve Afganlı mültecilerin sorunu bir yerde örtüşüyor; zulüm ve baskı. Buraya kadar tamam
Peki, Türkiye’ye neredeyse dünyanın dört bir yanından akın akın gelen sığınmacı olayıyla İslam tarihinde yaşanan göç olayları aynı mı?
Kim ensar, kim muhacir?
Bizde ülkesine geri dönen Suriyeli ya da Afganlı gördünüz mü? Üstelik Esad, genel af ilan etmişken… Bir başka konu da; burada mültecilere “yardım” eden AKP iktidarı mensupları kendilerini “ensar” olarak tanımlıyorlar. Ancak Afganların, Türkiye’ye gitmeleri konusunda ABD ve İran tarafından yönlendirildikleri biliniyor. Afganları bizzat İran, Türkiye sınırına getiriyor. İran da Müslüman olduğuna göre onlar neden “ensar” görevini üstlenmek istemiyorlar? Ayrıca Hz. Peygamber döneminde göç eden Müslümanların çok küçük bir grup olduğu biliniyor. Bugün ise Türkiye’ye “göç eden Müslüman” sayısı milyonlarla ifade ediliyor.
İçişleri Bakanı’nın 13 Nisan Çarşamba günü Göç İdaresi Başkanlığı’nın 9. kuruluş yıldönümünde yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de 5,5 milyon yabancı uyruklu insan yaşıyormuş. Genelkurmay Başkanı ise “Ülkemiz, 9 milyon Suriyelinin insani ihtiyaçlarını karşılamaktadır.” diyor yani sayılar da çelişkili.
Biz Genelkurmay Başkanı’nın açıklamasına göre düşünürsek; örneğin bir Avusturya, Belarus, Belçika, Bulgaristan ve de Çekya; hatta Finlandiya ve Hırvatistan’ı birlikte besliyoruz. Böyle bir yükü hangi ülke kaldırabilir?
Mültecilerin doğurganlığı da hız kesmiyor! Nitekim İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener bir açıklamasında şöyle diyor: “Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de kalması halinde bu doğum hızında yılında Türkiye’nin nüfusunun 35 milyonu Suriye kökenli insanlardan oluşacak.”
Bu durum tam da ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in yılında sarf ettiği; “Ortadoğu’da Türkiye de dâhil 22 ülkenin sınırları değişecek” cümlesiyle bire bir örtüşmüyor mu? Bugün Güneydoğu’daki Kürt hareketleri ve Suriyelilerin Kilis, Şanlıurfa, Gaziantep ve Hatay’daki nüfus yoğunluğuna bakılacak olursa, Türkiye’nin en az üç eyalete bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerçeğini kim inkâr edebilir?
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Göç Uygulamaları ve Politikaları Merkezi uzmanlarından Dr. Hidayet Sıddıkoğlu, “Düzensiz göçün başı belli ama sonu asla belli değildir. Son nokta Türkiye olarak gelmiyor, iş buldu mu kalma imkânı doğunca duruyor.” dedi.
Geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda bayramlaşma ziyareti yapmak için ülkelerine gitmelerine izin verilmemesini de düşünecek olursak; Sanki birileri Suriyelilerin ülkelerine geri dönmelerini istemiyor gibi… Bunun neresi muhacirlik?
Göç İdaresi Başkanlığı sitesinde: “Bir yılda Türkiye’ye giriş çıkış yapan yabancı sayısı 40 milyona yaklaşmış, ülkemizde ikamet eden yabancı sayısı 5 milyonu geçmiştir… Göç yolları düşünüldüğünde, Türkiye coğrafi konumu itibariyle yabancılar için Doğu ile Batı’yı birleştiren doğal bir köprü konumundadır. Bir diğer sebep ise, Türkiye’nin artan ekonomik gücü ve sahip olduğu siyasi istikrardır.” açıklaması yer alıyor. Acaba öyle mi? Gerçekten de yabancılar Türkiye’nin ekonomik gücünün cazibesine mi kapılıyorlar? Ve devam ediyor Göç İdaresi Başkanlığı; “Göç hareketleri açısından Türkiye’nin ‘geçiş ülkesi’ konumu son yıllarda değişime uğramış ve ülkemiz aynı zamanda bir ‘hedef ülke’ konumuna gelmiştir.”
Belki de Göç İdaresi Başkanlığı sorunun cevabını bir şekilde vermiş oluyor; hedefteki ülke Türkiye…
Elbette komşuda yangın varsa söndürmek için elimizden geleni yapacağız ancak burada durum çok farklı boyutlara ulaşıyor. Türkiye’nin toplumsal nüfus yapısı değişiyor. Buna paralel olarak kültürel özellikleri, maddi ve manevi değerleri yozlaşıyor. Her şeyden önemlisi ise üst kimlik ve dil birliği bozuluyor. Ülkede Türkçenin yanı sıra Kürtçe ve Arapça dilleri de hâkim olmaya başlıyor. Dil birliğinin bozulması demek ulusal yapının da bozulması demek. Prof. Oktay Sinanoğlu’nun deyimiyle, “Türkçe giderse Türkiye gider.”
Yakın zamanda “Türkçe öldü” diyen ve İmam Hatip okullarında Türkçe konuşmayı yasaklayan bir zât, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı yapılmadı mı?
Tüm bu yaşananlara bakılacak olursa; içinde bulunduğumuz mülteci sorununun küresel bir siyasi oyun olduğu, geçmişte yaşanan ensar ya da muhacir kavramıyla benzerliği olmadığını düşünüyoruz.
Burada hedef, Türkiye’dir.
Göçmenler, iş dünyası tarafından “ucuz iş gücü”, iktidar tarafından “oy deposu” olarak görülmektedir. Bunların hepsiyle başa çıkılabilir ancak asıl tehlike, Türk milletinin kendi ülkesinde “azınlık” durumuna düşürülmesidir. Bu durum ABD ve AB’nin, Osmanlı’nın son yüzyılından itibaren sürdürdükleri “Türkleri Avrupa’dan atma ve topraklarına hâkim olma” planıyla birebir örtüşmektedir. Bu planın önü, Mustafa Kemal Atatürk tarafından kesilmiş, tarihin akışı değişmiştir. Bugün yapılmak istenen; topla, tüfekle yok edemedikleri, kardeş kavgalarıyla birbirine kırdıramadıkları Türk milletini kendi topraklarında asimile ederek yok etmeye çalışmaktır. Bugün mülteci sorunu Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir beka sorunu haline gelmiştir. İktidarın ne yazık ki görmediği ya da görmek istemediği; “ensar” ve “muhacir” sosuyla bir şekilde gözlerden kaçırmaya çalıştığı işte bu tehlikedir.
Burada, bir Türk vatandaşı olarak uyarma hakkımızı kullanıyoruz: Çok geç olmadan mültecileri ülkelerine geri gönderin! İnsanların yığınlar halinde Türk sınırlarından geçmelerine izin vermeyin! Türkiye, Avrupa’nın göçmen bekçisi değildir.
AB Türkiye Delegasyonu Başkanı’nın “Suriyeli mültecilerin onurlu geri dönüş koşulları şu an yok” demesi bizi bağlamıyor. Avrupalı rahat edecek diye bu kadar insanın maliyetine katlanmak zorunda değiliz.
Sınır, namustur. Namusumuzu koruyun!
Mekkeli muhacirler ülkelerine geri döndüler. Eğer gerçek anlamda mültecileri muhacir, kendinizi de ensar olarak görüyorsanız, tarihteki uygulamaları gerçekleştirin ve ülkemizdeki göçmenlerin geri dönüş şartlarını oluşturun. İşte o zaman ensar ne demek muhacir ne demek tüm dünya öğrensin.
Tülay Hergünlü
İstanbul, 17 Mayıs
*seafoodplus.info
Detaylı Açıklamalar;
Ensar, kendilerine ayet bildirilene kadar savaşmayan, uzun bir süre düşmanlarına karşılık vermeden şehit olmuş, Allahın iznini içeren ayet kendilerine bildirilince de İslam için savaşmışlardır.
Hicret
Müşriklerin zulümleri sebeyile Mekkede Müslümanlar çok fazla zulüm görür hale gelmişlerdi. Bu sebeple 2inci Akabe Biatinde Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanların Medineye hicretleri kararlaştırıldı. Peygamberimiz Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi diyerek Müslümanların Medineye hicretlerine izin verildi. İkinci Akabe Biati, Peygamberliğin yılının son ayı olan Zilhiccede yapılmıştır. yılın ilk ayı Muharremde Temmuz Medineye hicret başladı.
Mekkenin fethine Mekkenin Fethi sayıca az olan ilk Müslümanların müşriklere karşı imanlarını korumak ve yaymak maksadıyla hicret ettikleri Mekkeyi, on yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu halinde geri dönüp fethetmeleri. Hicretin altıncı yılında Peygamber efendimizle Hudeybiye Antlaşmasını yapan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devamı için Müslümanlara yapılan yeni tekliflere de uymadılar. Peygamber efendimizin hazırladığı İslam ordusu, hicretin onuncu yılında müşriklerdeTümünü oku (yeni pencerede açılır) kadar geçen süre içinde, dini uğruna, evini-barkını, malını-mülkünü, ailesini, kabilesini, akrabasını, bütün varlığını Mekkede bırakarak Peygamberimizin izniyle Medineye göç eden Mekkeli Müslümanlara Muhacirler adı verilmiştir.
TARIHTE HICRET: HZ. IBRAHIM (A.S)IN HICRETI:
Hz. Ibrahim, kendi kavmine Allahin dinini anlatmada hiç bir engel tanimamis, Nemrutun zorbaligina boyun egmemis, bir bir iskencelere maruz kalmasina ragmen yolundan dönmemistir. Fakat Onun bütün gayretleri bir netice dogurmamis ve toplumunu küfür batakligindan çekip almamistir. Artik netice belli olmustur; kavmi kendi dogrultusunda gitmektedir. Hz. Ibrahim de tevhid üz ere yoluna devam etmektedir.
Hz. Ibrahim kavminin iman etmesine imkân ve ihtimal kalmadigini anlarinca, sapiklik ve küfür diyarindan uzak kalmak amaciyla, her seyiyle yalniz Allaha kulluk edebilmek için hicret etmistir (Elmalili Muhammed Hamdi Yazir, Hak Dini Kurân Dili, II, ).
Hz. Peygamber (s.a.s) de söyle buyurmustur: Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittigi yer bir kars i yer de olsa Cennette Ibrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadasi olur.
Ensar, Mekkeden Medineye hicret ettikleri zaman (M. ) Peygamber efendimiz (s.a.s.) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli müslümanlar demektir. Ensar lügatta “yardımcılar, yardım edenler” manasına gelen Arapça bir isimdir. Daha çok Peygamberimize ve Mekkeli müslümanlara yakınlık gösterip, yardım eden, onlara yurt ve yuvalarını açan, fedakâr ve kahraman Medineli müslümanlara verilen bir isimdir. Ensar denildiğinde onlar anlaşılırdı.
Mekkeden Medineye hicret eden sahabelere verilen Muhacir ismi lügatta “hicret eden, yerleşmek için başka bir yere giden, göçen” demektir. Diğer bir ifade ile Muhacir, dinleri ve inançları uğruna, Mekkeden Medineye göç eden Müslümanlara denir. Muhacir kelimesinin çoğulu muhacirundur. Istılahta, İslâm devletini kurup tebliğin yeni bir veche kazanmasını sağlamak için Rasulullah (s.a.s) ile Mekkeden Medineye göç eden Sahabiler topluluğuna Muhacirûn denilmektedir.
Şeref ve itibarları çok yüksek olan Ensar, Kuran ve hadislerle övülmüş kimselerdir. Yüce Allah Enfal suresinde: “Onlar ki (O Ensar ki) muhacirlere yer gösterip yardım ettiler. İşte hakikî müminler onlardır. Onlar mağfirete nail olurlar ve pek ulvî lütfulara kavuşurlar” buyurmuştur.
Peygamberimiz de: “Eğer muhacir olmasaydım, ensardan olmak isterdim” buyurmuştur.
Medineli müslümanlar çoğalıp kuvvetlenince, Mekkede binbir sıkıntı içinde bulunan, akla hayale gelmez işkencelerle uğrayan Peygamberimiz ve arkadaşlarını Medineye davet ettiler. Onlara kucaklarını açıp yurt ve yuvalarında barındırdılar. İslâmın yücelmesi için her türlü fedakârlığa katlandılar. Mekkeden Medineye hicret eden müslümanlar yani muhacirler ensarla kardeş oldular. Bu büyük yardım ensarın şeref ve itibarını artırmıştır. Muhacirlerden sonra insanların en üstün topluluğu ensardır. Bütün savaşlarda Peygamberimizin yanında yer almış ve İslam tarihinde çok önemli bir rol oynamışlardır.
Sahabelerden muhacir olanlar, yani Allah için, bütün mülk ve varllklarını geride bırakarak, müşriklerin zulmünden kaçıp Mekkeden Medineye göç edenler, insanların Peygamberimizden (sav) sonra en efdal ve en şerefli olanlarıdır. Onlar hem İslâmı ilk kabul eden, hem bu uğurda akıl almaz eziyetlere katlanan seçkin insanlardır. Allaha ve Onun Peygamberlerine înandıkları için kırbaçlanmış, kumlarda sürünmüş, alaylara alınmış, bin-bir işkenceye uğratılmış fakat imanlarından dönmemişlerdir, peygamberimizin (sav) çevresinde pervaneler gibi dönmüş, can ve mallarını İslâm uğruna sebil etmişlerdir. Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde Cennete ilk girecek zümrenin Muhacirler olduğunu bildirmişlerdir. Yüce Allah da Hac suresinde: “Onlar ki (O Muhacirler ki) Rabbimiz Allahtır dedikleri için, haksız yerlerinden yurtlarından çıkartılmaşlardı” buyurarak muhacirleri övmüştür.
Ensar Muhacir Kardeşliği
Mekkeyi terkederek Medineye hicret eden müslümanlar tamamen parasız pulsuz ve elleri boş olarak gelmişlerdi. Aralarında zengin ve servet sahibi olanlar vardı ama Mekkeyi gizlice terkettikleri için yanlarında bir şey getirememişlerdi.
Her ne kadar Mekkeden gelen muhacirler için, Medinenin yerli müslümanlan olan ensânn evleri birer misafirhane idiyse de kendi başlarına bir düzen kurulması gerekiyordu. Muhacir müslümanlar hayatlarını bağış ve hayırlarla geçirmek istemiyorlardı. Kendi nzıklannı kazanmaya alışık insanlardı. Ama tamamen parasız pulsuz kaldıklarından ve bir hurma tanesine bile muhtaç olduklarından Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onları ensârla kardeş yapmayı düşündü. Mescidin inşası tamamlanmak üzereyken ensârı çağırdı. O sırada on yaşında olan Enes b. Mâlikin evinde toplandılar. Muhacirler kırkbeş kişiden ibaretti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ensâra hitap ederek: Bunlar sizin kardeşlerinizdir buyurdu. Muhacir ve ensârdan birer kişiyi çağırarak onlara: İkiniz kardeş oldunuz buyuruyor, onlar da artık hiçbir ayrıcalığı olmayan, gerçek kardeşler oluyorlardı. Ensârdan olan müslümanlar kardeş oldukları muhacir müslümanlan yanlarına alarak evlerine gidiyor, eşyalarını ve servetlerini göstererek: Yarısı senin, yarısı da benim diyorlardı.
Abdurrahman b. Avf (ra) kardeşi olan ensârdan Sad b. Rebfnin iki hanımı vardı. Abdurrahmana: Birini boşayayın> datmunla evlen dedi. Ama Abdurrahman (ra) bunu nezâketle geri çevirdi. Ensârın bütün servetleri hurmalıklarından ibaretti. Zaten o devirde para, pul pek bulunmuyordu. Ensâr, Hz. Peygambere gelerek bu hurma bağlarını yeni edindikleri kardeşleriyle aralarında paylaştırmasını istediler. Muhacirler ticaretle uğraşan kimselerdi. Toprakla, bağ-bahçeyle uğraşmadıklarından zirâatın nasıl yapıldığını bilmiyorlardı. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem muhacirler adına bunu geri çevirdi. Bunun üzerine Ensâr: Bütün işi biz yapıp bitireceğiz, ele geçen mahsûlün yarısı bizim, yarısı da bu kardeşlerimizin olacak deyince, muhacirler bunu kabul ettiler.
Bu kardeşlik gerçek bir kardeşliğe dönüştü. Ensârdan biri öldüğünde mirası ve bıraktığı bütün mallar muhacir kardeşine geçiyor, diğer öz kardeşleri mirastan mahrum kalıyordu. Bu hüküm, şu ilâhî buyruğun uygulanmasından ibaretti:
iman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve -muhacirleri- barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velileridir. (Enfâl, 8/72)
Bedir savaşından sonra muhacirlerin yardıma ihtiyaçları kalmayınca şu âyet nazil oldu:
Allahın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine -mirasçı olmaya- daha uygundur. (Enfâl, 8/75)
Bu âyet geldiği andan itibaren eski sistem kalktı. Bu husus hadis ve tefsir kitaplarında açık bir şekilde anlatılmıştır. Hicretin 4. yılında Benî Nadîr yahudileri sürgün edilip de topraklan ve hurmalıkları ele geçirilince Hz. Peygamber (as) ensân çağırarak: Muhacirler yoksuldur, onların hiç bir şeyleri yok. Razı olursanız yeni ele geçirilen yerler, sadece onlara verilsin, siz de eski hurmalıklarınızı geri alın buyurdu. Ensâr: Hayır! Bizim hurmalıklarımız kardeşlerimizde kalsın. Yenilerini de onlara verin dediler.
Bütün dünya müslümanlan ensânn bu fedakârlığı ile övünecek, insanlık âlemi bu eşsiz davranışa hayran kalacaktır. Bir de muhacir müslümanların yaptığına bakmak gerekir.
Sad b. Rebî (ra) Abdurrahman îbn Avfa eşyalarını teker teker göstererek yarısını almasını isteyince Abdurrahman, ona: Bütün bunlan Allah sana hayırlı etsin, sen bana pazarın yolunu göster dedi. Sad b. Rebî ona, Kaynuka yahudilerinin ünlü pazarını gösterdi. Abdurrahman b. Avf biraz yağ, biraz peynir satın aldı. Akşama kadar alışverişle uğraştı. Bir kaç gün içinde evlenecek kadar para biriktirdi. Zamanla Abdurrahmanın ticareti öyle gelişti ki ticaret mallarını deve ancak taşıyabiliyordu. Kervanı Medineye girerken şehir yerinden oynardı. Elimi toprağa atsam, altın oluyor derdi. Sahabeden bazıları dükkân açtılar. Hz. Ebu Bekirin dükkânı Senih denen yerdeydi. Orada kumaş ticareti yapıyordu. Hz. Osman Kaynuka pazarında hurma ticareti yapıyordu. Hz. Ömer de ticaretle uğraşmıştı. Onun ticaret kervanının gidiş mesafesi İrana kadar da ulaşmış olabilir. Diğer sahabîler de büyük küçük ticaret işi yapmaya başlamışlardı.
Sahîh-i Buhârfde anlatıldığına göre Ebu Hureyrenin çok hadis rivayet etmesine karşı çıkıp da: Diğer sahabîler bu kadar hadis rivayet etmiyor dediklerinde şöyle derdi: Bunda benim ne kusurum var. Diğerleri çarşı pazarda ticaretle uğraşırken ben gece gündüz Hz. Peygamberin yanında duruyor, dizinin dibinden ayrılmıyordum.
Hayber fethedildikten sonra bütün muhacirler hurmalıkları ensâra geri verdiler. Sahîh-i Müslimin Cihâd babında şöyle bir rivayet vardır:
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hayber savaşını bitirip de Medineye döndükten sonra muhacirler, ensârın ikram olarak verdikleri hurmalıkları geri verdi.
Muhacirler için ev ayarlaması şöyle yapıldı: Ensâr evlerinin etrafında boş duran arsaları onlara verdiler. Arsası olmayanlar ise, kardeş edindikleri muhacirlere, kendi evlerinin bir kısmını vermişlerdi. Herkesten önce Hz. Harise b. Numân (ra) kendi arazisini takdim etti. Benî Zühre Peygamber mescidinin hemen arkasına yerleşti. Abdurrahman b. Avf burada bir köşk —şato demek daha doğru olur— yaptırdı. Zübeyr b. Avvâmın (ra) eline geniş bir arsa geçmişti. Ensâr, Osman (ra), Mik-dâd (ra) ve Ubeyde (ra) kendi evlerinin yanlarında arsalar verdiler. Aralarında kardeşlik bağı kurulmuş olan kişilerden bazılarının adlan şöyledir:
Hz. Ebu Bekir (ra) Hârice b. Zeyd el-Ensârî (ra)
Hz. Ömeı (ra) Utbân b. Mâlik el-Ensarî
Hz. Osman (ra) Evs b. Sabit el-Ensârî (ra)
Ebu Ubeyde el-Cerrâh (ra) Sad b. Muâz (ra)
Zübeyr b. Avvâm (ra) Selâme b. Vahş (ra)
Musab b. Umeyr (ra) Ebu Eyyûb el-Ensârî (ra)
Ammâr b. Yâsir (ra) Huzeyfe b. el-Yemân (ra)
Ebu Zerr el-Ğıfârî (ra) Münzir b. Amr (ra)
Selmân-ı Fârisî (ra) Ebud-Derdâ (ra)
Bilâl (ra) Ebu Rudeyha (ra)
Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebîa (ra) Abbâd b. Bişr (ra)
Sad b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (ra) Ubeyy b. Kab (ra)
Ensâr ile muhacirler arasında bu şekilde kurulan kardeşlik sadece evsiz barksız kalan muhacirleri yerleştirmek gibi geçici bir düzenleme sanılmaktadır. Gerçekte bu hareket islâmın yüce amacını gerçekleştirmek ve insanlar arasına oluşturacağı eşitlik ve huzuru temin etmek için atılan en önemli adım olmuştur.
İslâm, ahlâkı güzelleştirmenin, duygulan yüceltmenin ve erdemleri en üstün noktaya ulaştırmanın ilâhî devleti ve saltanatıdır. Bu devletin yöneticilere, ordu komutanlarına ve her türden yetenekli insanlara ihtiyacı vardı. Hz. Peygamberin huzurunda bulunmanın ve Onun sohbetlerini dinlemenin feyz ve bereketi sayesinde muhacirler içinde bu yeteneklere sahip bir topluluk yetişmişti ve bunlar arasında diğer kimselerin ders alıp yetişecekleri, feyiz alıp üstün meziyetler elde edebilecekleri nitelikler oluşmuştu. Bu yüzden kardeşlik bağları kurulurken Hz. Peygamber, gerek ensâr, gerekse muhacirlerden olanlar arasında karakter, yetenek ve duygu birlikteliğini gözönünde bulundurmuştu. Bu şekilde onların, başkalarını da aynı Ölçüler içerisinde yetiştirmelerini planlamıştı. Geniş ve derinden incelendiği zaman görülecektir ki kardeş yapılan kişiler arasında duygu ve karakter benzerliği gözönünde tutulmuştu. Medineye hicret edeli kısa bir süre geçmişken, bu kadar kısa bir zaman içerisinde yüzlerce insanın karakter ve huy benzerliğini tam ve sağlam bir şekilde ölçmek imkânsızdı. Bu kadar kusursuz ve başarılı bir tanıma ve teşhiste bulunarak tam uyumlu bir kardeşlik kurulması, kabul edilmelidir ki peygamberliğe ait özelliklerden biridir.
Saîd b. Zeyd (ra) cennetle müjdelenen on kişidendi. Babası Zeyd, Hz. Peygam-berin Peygamber olarak gönderilmesinden önce İbrahim dinine tabi olmuştu. Bir bakıma, islâmın öncü birliğindendi. Saîd (ra) Onun eğitiminden geçmiş, Onun terbiyesi altında yetişmişti. Bu yüzden İslâm adını duyar duymaz, Lebbeyk dedi. Annesi de onunla birlikte veya ondan önce müslüman oldu. Ömer (ra) onun evinde ve onun teşvikiyle İslâma yöneldi. Hz. Ömerin eniştesiydi. İlim ve fazilet bakımından Sahabe-i kirâmın üstün nitelik taşıyanları arasındaydı. Kendisi Übeyy b. Kab ile kardeş yapılmıştı. Übeyy b. Kab, onun sayesinde Hz. Ömerin kendisini seyyidül-müslimîn (=müslümanların önderi) diye çağırdığı bir makama erişmişti. Hz. Peygamberin vahiy katibliğini ilk üzerine alan kişi Übeyy b, Kabdı. Kurân kıraatinde en büyük hüccet oydu.
Ebu Huzeyfe (ra), Kureyşin en büyük liderlerinden olan Utbe b. Rebîanm oğluydu. Bu niteliğinden dolayı, Eşhel kabilesinin reisi olan Ubbâd b. Bişrin kardeşi yapıldı.
Hz. Peygamberin, eminü1-ümme (=Ümmetin mutemedi) unvanını verdiği Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) ileride Suriye fatihi olma yeteneğini taşıyordu. Diğer taraftan İslâm karşısında babalık ve oğulluk duygularının kendisi üzerinde hiç bir etki yapamadığı bir kimseydi. Nitekim Bedir savaşında babası karşısına çıkınca önce babalık haklarını gözetti. Ama sonunda babasını İslâma feda etmek zorunda kaldı. Onun eğitim ve Öğretimi altında yetişmesi için Evs kabilesinin büyük lideri Sad b. Muâz ile kardeş yapıldı. Onda da işte bu feda^etme ve vefakârlık niteliği açıkça göze çarpmaktadır. Kureyza oğulları yahudîteri, Sad b. Muazın yeminli dostuydu. Araplar arasında yeminli dostluk bağı, kardeşlik ve babalık bağına eşitti. Buna rağmen Benî Kureyzâ gazvesinde mesele İslâmı ya da diğerini tercih etmeye gelince, yeminli dostunu islâma feda etti. Bilâl (ra) ile Ebu Rudeyha (ra), Selman-ı Fârisi (ra) ile Ebud-Derda (ra), Ammâr b. Yasir (ra) ile Huzeyfe b. e-Yemân (ra) ve Musab b. Umeyr ile Ebu Eyyûb el-Ensarî (ra) Hazretleri arasında öyle bir birlik ve kaynaşma olmuştu ki onun sayesinde sadece talebe hocasından değil, hatta hocası talebesinden etkilenebiliyordu. Abdurrahman b. Avı Medineye geldikten sonra başının üstüne peynir kabını koyarak satmaya gidiyordu. Ama çok zengin olan Sad b. Rebînin eğitimi altında bulunup onun görgüsü altında yetişmesi, yukarıdan beri anlatageldiğimiz derecede servet ve zenginliğe ulaşmasını sağlamıştı.
Tarih, ensârın muhacirlere gösterdiği kardeşlik ve fedakârlık duygularının bir benzerini göstermekten acizdir. Bahreynin fethi sırasında Resûl-ü Ekrem ensân çağırtarak oradaki arazileri aralarında bölüştürmek istediğini söylemişti. Ama ensâr hep bir ağızdan: Önce muhacir kardeşlerimize verilsin, hissemizi onlardan sonra alırız demişlerdi.
Bir keresinde aç biri Hz. Peygamberin huzuruna gelmiş ve: Çok açım, bana yiyecek birşeyler ver demişti. Hz, Peygamber evine haber göndererek yiyecek bir-şeyler varsa gönderilmesini istedi. Sudan başka bir şey olmadığı bildirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanındakilere hitaben: Bu adamı evinde misafir edecek var mı? buyurdu. Ebu Talha (ra): Ben varım dedi ve onu alıp evine götürdü. Ama orada da durum aynı idi. Hanımı sadece çocukların yiyeceğinin olduğunu söyledi. Karısına lambayı söndürmesini ve o yiyeceği getirip misafirin önüne koymasını söyledi. Üçü birlikte sofraya oturdular. Kan-koca aç durdular ve sanki yiyormuş gibi ellerini getirip götürerek hareket ettirdiler, yemeği o aç misafirin yemesine fırsat verdiler. Bu olay üzerine şu âyet nazil olmuştur:
Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. (Haşr, 59/9)
Muhacir İle İlgili ayetler
Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla
Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Ondan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, )
Andolsun Allah, Peygamberin, muhacirlerin ve ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, )
Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir. Rahim sahipleri (akrabalar) de, Allahın Kitabında birbirlerine öteki müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak dostlarınıza maruf üzere yapacaklarınız başka; bunlar Kitapta yazılmış bulunmaktadır. (Ahzab Suresi, 6)
Ensar İle İlgili ayetler
Rahman ve Rahim olan Allahın adıyla
Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Ondan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, )
Andolsun Allah, Peygamberin, muhacirlerin ve ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Tevbe Suresi, )
Kendilerinden önce o yurdu (Medineyi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)