Tövbe ve istiğfar duası okumak isteyen binlerce Müslüman, Kadir Gecesi tövbe etmenin anlamını ve önemini araştırmaya devam ediyor. Müslüman alemi için büyük bir önemi olan Kadir Gecesi'nde ibadetlerini yerine getirecek vatandaşlar için Tövbe ve İstiğfar duasının anlamı, Türkçe okunuşu, tefsiri ve fazileti haberimizde
KADİR GECESİNDE TÖVBE ETMENİN VE TÖVBE DUASI OKUMANIN ÖNEMİ NEDİR?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadisinde, "Her namazdan sonra, üç kere "Estağfîrullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etebü ileyh" okuyanın bütün günahları affolur" buyurmuştur. Bunun anlamı, "Bu ana gelinceye kadar benim elimden, dilimden, gözümden, kulağımdan, ayağımdan ve elimden bilerek veya bilmeyerek meydana gelen bütün günah ve hatalarıma tevbe ettim." demektir.
İstiğfârlardan en bilineni, Peygamberimizin (s.a.v.) bildirdiği, "Estagfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüverrahmanirrahîm el-hayy-ül-kayyûmüllezî la-yemûtü ve etûbü ileyh Rabbiğfir lî" şeklinde okunur.
TÖVBE DUASI ARAPÇA OKUNUÅU
"Estağfirullah. Estağfirullah. Estağfirullahe'l-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyhi, tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ. Ve es-elühü't-tevbete ve'l-mağfirete ve'l-hidâyete lenâ, innehû, hüve't-tevvâbü'r-rahîm."
TÖVBE DUASININ TÜRKÇE ANLAMI
"Ya rabbi! Bu ana gelinceye kadar benim elimden, dilimden, gözümden, kulağımdan, ayağımdan ve elimden bilerek veya bilmeyerek meydana gelen bütün günah ve hatalarıma tevbe ettim, pişman oldum. Küfür, şirk, isyan, günah ve kusur her ne türlü hâl vaki oldu ise, cümlesine tevbe ettim, pişmanlık duydum. Bir daha yapmamaya azm ü cezm ü kast ettim. Sen bu tevbemi kabul eyle. Nefsime uyup, şeytana tabi olup da aynı günah ve kusurları bir daha tekrar etmeme imkan verme, yâ Rabbi. Bir daha iman ve ikrar ediyorum ki, Peygamberlerin evveli Âdem Aleyhisselâm, ahiri ise Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm, bu ikisi arasında her ne kadar peygamber gelip geçtiyse, Bunların cümlesine inandım, iman ettim, hepsi de haktır ve gerçektir. Bütün peygamberlere, onlara gönderilmiş olan İlâhi kitaplara ve içindeki emirlere şeksiz ve şüphesiz iman ettim, dilimle ikrar, kalbimle tasdik ediyorum ve yine iman ve ikrar ediyorum ki en son kitap Kur'ân-ı Azimüşşân ve en son Peygamber de Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'dır."
TEVBE Ä°STÄ°ÄFAR DUALARI
Tevbe istiğfar duaları, günahlarımızın kusurlarımızın affı için Allah'a yakarış olarak bilinmektedir. Bu yüzden bu duayı ederken günah ve kusurlarımız için pişmanlık duyarak üzülerek samimi bir şekilde yapılması önceliklidir.
Peygamber Efendimiz (SAV) bir Hadis-i şerifte, "İstiğfâre devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, derdlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızklandırır" diye buyurarak istiğfar etmenin önemine işaret etmiştir. Âyet ve hadîslerde dua teşvik edilmiştir: "Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim)" (Mü'minûn, 23/60).
NASIL TÖVBE EDİLİR?
İslam âlimleri bu ve benzeri âyetlerle hadislerden hareketle tövbenin geçerli olması için gerekli şartlar olduğunu vurgulamaktadır. Buna göre, edilen tövbenin makbul olabilmesi için:
Kul hakkından kurtulmak, ihlal edilen hakkı, sahibine veya varislerine iade etmekle ya da affını istemekle olur.
TEVBE SURESÄ°NÄ°N FAZÄ°LETÄ° NEDÄ°R?
DiÄŸer sûrelerden farklı olarak bu sûrenin başında "besmele"nin olmaması ÅŸu iki sebeple açıklanmaktadır: a) Bu sûrenin, aralarındaki anlam ve içerik yakınlığı itibariyle Enfâl sûresinin devamı olma ihtimali. Hz. Peygamber'den bu sûrenin Enfâl veya baÅŸka bir sûrenin parçası olduÄŸuna dair bir açıklama nakledilmiÅŸ olmadığı için bu ihtimal zayıf bulunmuÅŸtur. Bu görüş ÅŸu açıdan da eleÅŸtirilmiÅŸtir: EÄŸer sebep bu olsaydı sadece Enfâl sûresinden bu sûreye geçerken besmele okunmaması gerekirdi, oysa bu sûreye baÅŸlarken de besmele okunmaz (Elmalılı, IV, ). b) Sûrenin müşriklere ağır bir ihtarla ve –âyetin tefsiri sırasında açıklanacak sebeplere binaen– onlarla yapılmış antlaÅŸmanın bozulup savaÅŸ ilân edilmesi tâlimatıyla baÅŸlaması. Bu izaha göre, besmele güven ve rahmetin ifadesi olduÄŸundan iki zıt ifadenin birlikte okunması uygun görülmemiÅŸtir. BaÅŸka bazı sûrelerin de savaÅŸ buyruÄŸu içerdiÄŸi (Derveze, XII, 66) veya "yazıklar olsun" gibi ifadelerle baÅŸladığı (Âlûsî, X, 61) gerekçesiyle bu izah eleÅŸtirilmiÅŸse de, baÅŸka bir sûrenin başında böyle ÅŸiddetli bir uyarı ve ahdi bozma ifadesi yer almamaktadır.
Bu konudaki izah farklılıkları bir yana, Ä°slâm âlimleri bu sûrenin başında besmelenin yazılmaması ve okunmaması gerektiÄŸi hususunda fikir birliÄŸi içindedirler. Bunun herkesçe kabul edilen ortak sebebi Resûlullah'ın bu sûrenin başında besmeleyi yazdırmamış olmasıdır. Bu durum, Kur'an'ın hiçbir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸratılmaksızın, aynen Hz. Peygamber'den öğrenildiÄŸi biçimde sonraki nesillere aktarılması konusunda sahâbenin büyük bir titizlik gösterdiÄŸini ve bu ulvî emanetin nesiller boyu özenle korunduÄŸunu açıkça ortaya koyan kanıtlardan biri sayılmalıdır (Râzî, XV, ; Mevdûdî, II, ). Åu hususa da iÅŸaret edilmelidir ki, Tevbe sûresinde besmele çekilmemesi bu sûrenin başıyla ilgilidir. Åayet Kur'an okumaya bu sûrenin başından baÅŸlanacaksa sadece "eûzü" çekilir; daha sonraki bir âyetinden baÅŸlanacaksa eûzü ile birlikte besmele de okunur. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçilirken ise eûzü-besmele okumaksızın kıraate devam edilir.
TEVBE SURESÄ°NÄ°N DÄ°YANET TEFSÄ°RÄ°
İnsanî ilişkilerin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesinde ve toplumsal düzenin tesisi ve korunmasında antlaşma ve sözleşmeler çok önemli bir yere sahiptir. Sözleşmelerin güvenilir olması ve işlevini ifa edebilmesi de ahde vefâ ilkesinin korunmasına bağlıdır. Kur'an gerek insanın kendisini yaratan Allah'a verdiği söz, gerekse başka insanlarla yaptığı sözleşmeler anlamında ahid kavramı üzerinde önemle durmuş ve değişik vesilelerle ahde vefâ ilkesine vurgu yapmıştır (Bakara 2/40; Mâide 5/1, 7). Daha peygamberlik öncesi dönemde yakın çevresi tarafından güvenilir, sözünde durur bir kişi olmasıyla tanınan Hz. Muhammed de peygamberliği süresince karşılaştığı bütün zorluklara rağmen bu ilkeden ödün vermemiş ve bu konuda çevresindeki müminlere iyi bir örnek olmuştur. İşte yaklaşık yirmi iki yıllık bir süre içinde İslâmiyet'in amansız düşmanları olan Mekke putperestleriyle ilişkilerinde bile sözünde durma ve ahde vefâ konusunda titiz davranan ve ashâbı tarafından bu husustaki duyarlılığı çok iyi bilinen Resûlullah'ın daha önce yapılmış bir antlaşmayı yok sayıp birdenbire sahip olduğu gücü ön plana çıkarması beklenemezdi. Fakat içten içe yıkıcı faaliyetlerde bulunarak müslümanları birbirine düşürmeye çalışan ve bunu temin için münafıklarla iş birliği yapan müşriklerin mevcut antlaşma hükümlerini fiilen bozmaları karşısında, içi boşaltılmış bir antlaşmayı istismar etmelerine de müsaade edilemezdi.
Müşriklerin antlaşma hükümlerini sinsice ihlâl etmeleri ve hıyanet içinde bulunmaları karşısında Resûlullah'ın da bu antlaşmaları bozabileceği Enfâl sûresinde bildirilmiş (8/58) ve bu konuda müslümanların fikrî bir hazırlık içinde olmaları sağlanmıştı. Tebük Seferi'nde yaşanan birçok olay da müslümanlarla birlikte hareket ediyor görünen kişilerin gerçek yüzlerini açığa çıkarma açısından onlara önemli tecrübeler kazandırmıştı. Nihayet Tebük Seferi'ni takiben bu bildirimin yapılması zamanının geldiği Resûlullah'a vahyedildi: Müslümanların antlaşma yaptığı müşrikler artık bu antlaşmanın geçersiz olduğunu bilmeliydiler! Peygamber'in bizzat bulunmayıp emîr olarak Hz. Ebû Bekir'i görevlendirdiği hac esnasında bu duyuru yapılacak ve buna bağlı sonuçlar kendilerine hatırlatılacaktı.
Türkçe'de "berat" şeklinde telaffuz edilen berâe, sözlükte, "bir işten veya sorumluluktan sıyrılmak, kötü bir durumdan uzaklaşmak, katışık halden çıkıp duru hâle gelmek" gibi anlamlara gelir. Borçlu için "berî oldu" denince borçtan, hasta için "berî oldu" denince de hastalıktan kurtulduğu ve aslî durumuna döndüğü kastedilir. "Berâet-i zimmet asıldır" şeklindeki hukuk kaidesinde geçen berâet kelimesi suçsuz ve borçsuz olmayı ifade eder. Bu kelimenin bir de toplumlar arası ilişkiler ve savaş hukuku bakımından ifade ettiği bir anlam vardır ki, o da taraflar arasında dostluk ilişkisinin kopması, dokunulmazlık ve güven ilkesinin geçerliliğine son verilmesi, daha önceki taahhütlerin sorumluluğundan kurtulma, kısaca ilişki kesmedir.
1. âyette geçen "berâe" kelimesini yapılan bildirimin içeriği dikkate alınarak ve bunun şiddetli bir ihtar olduğunu belirtmek üzere "ültimatom" şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat milletlerarası ilişkiler terminolojisinde bu kelimenin kullanıldığı anlam ile âyetteki berâe kelimesinin tam olarak örtüştüğü söylenemez.
Âyette bildirimde bulunan taraf Allah ve resulü, bildirimin yapıldığı taraf ise müslümanların kendileriyle antlaşma yaptıkları müşrikler şeklinde ifade edilmiştir. Burada şöyle bir anlatım inceliğinin bulunduğu görülmektedir: Müşriklerle muahede konusunda "kendileriyle antlaşma yaptığınız" ifadesi kullanılarak yüce Allah'ın böyle bir antlaşmaya taraf olamayacağı, sadece belirli şartlarda müslümanların bu tür bir akdin tarafı olabilecekleri ima edilmiş olmaktadır (Râzî, XV, ). Hz. Peygamber'in bu akde taraf olması ise Allah'ı temsilen değil müslümanların temsilcisi ve yöneticisi sıfatıyladır. Nitekim bu duyurunun ne zaman yapılacağını bildiren 3. âyette Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir bağının bulunmadığı ayrıca ifade edilmiş ve Hz. Peygamber de müşriklerin bulunabileceği hicretin 9. yılındaki bu hacda bulunmamıştır. 7. âyette de bu ince mânayı koruyan bir ifade kullanıldığı görülmektedir. Resûlullah'ın sefere gönderdiği kumandanlara şu meâlde bir tâlimat vermesi de bu yorumu güçlendirici niteliktedir: Bir kaleyi kuşatıp da oranın ahalisi senden Allah ve resulü adına antlaşma yapmanızı isterse bunu kabul etme, kendin ve arkadaşların adına antlaşma yap; zira kendinin veya arkadaşlarının taahhüdünü ihlâl etmen Allah ve resulünün taahhüdünü ihlâl edilmiş hâle düşürmekten iyidir. Yine, bir kaleyi kuşatıp da oranın ahalisi senden kendileri hakkında Allah'ın hükmünü vermeni isterlerse, bunu kabul etme, kendi hükmünü ver; çünkü onlar hakkında Allah'ın hükmünü isabet ettirip ettiremeyeceğini bilemezsin (Müslim, "Cihâd", 3).
Muhatapların hiç süre verilmeksizin, âniden antlaÅŸmaya son verildiÄŸi ve böylece haksızlığa uÄŸratıldıkları iddiasında bulunamamaları için 2. âyette kendilerine dört ay süre verildiÄŸi bildirilmiÅŸtir. Bu âyetteki "serbestçe dolaşın" ÅŸeklinde çevrilen "sîhû" emrinin masdarı olan "siyâha(t)", Arap dilinde sıradan bir gezintiyi deÄŸil, gerekli hazırlıklar yapılarak çıkılan planlı yolculuÄŸu ifade eder. Böylece kendi aykırı davranışları sebebiyle antlaÅŸmaları feshedilen müşriklere, güven içinde dolaÅŸarak kendilerini korumak için her türlü önlemi alabilecekleri, diledikleri gibi hareket edip geleceklerini güvenceye alma yollarını araÅŸtırabilecekleri hatırlatılmakta, hatta emir kipi kullanılarak kendilerine tanınan bu imkândan sonra artık sorumluluÄŸun da kendilerine ait olacağı ima edilmektedir (Elmalılı, IV, ). Bununla birlikte âyetin devamında müşriklerin Allah'ı asla âciz bırakamayacakları ve Allah'ın inkârcıları rüsvâ edeceÄŸi yönünde bir uyarı yapılmaktadır. Müteakip âyetlerle birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, burada müşriklere ÅŸu hususlar bildirilmiÅŸ olmaktadır: Verilen süreden sonra artık antlaÅŸma güvencesinden yararlanamazsınız. Åayet eski tavırlarınızda ısrar ederseniz ve Ä°slâm'ın müslümanlar için en kutsal mekân ilân ettiÄŸi Kâbe'nin çevresinde varlığınızı ve egemenliÄŸinizi sürdürmeye çalışırsanız müslümanlara karşı savaÅŸ açmış sayılırsınız ve bunun sonuçlarına katlanırsınız. Fakat biliniz ki bu ÅŸekilde süre verilmesinin sebebi âcizlik deÄŸil, size düşünüp taşınma ve tövbe etme imkânı saÄŸlamaktır; yine biliniz ki Allah'ın iradesini aÅŸamazsınız, O'nu âciz bırakamazsınız ve rezil rüsvâ olmayı göze almış olursunuz; eÄŸer tövbe ederseniz bu sizin için daha iyi olur (Râzî, XV, ).
Burada verilen dört aylık sürenin baÅŸlangıcı ve bitimi hakkında tefsirlerde farklı açıklamalar yer almaktadır (Taberî, X, , ; ZemahÅŸerî, II, ; Râzî, XV, , ). Bazı müfessirler Tevbe sûresinin Åevval ayında indiÄŸi bilgisinden hareketle bu sürenin Muharrem ayının sonunda bitmesi gerekeceÄŸini ileri sürmüşlerdir. Fakat âyetin, Hz. Ebû Bekir'in hac için gönderilmesini takiben indiÄŸi, burada antlaÅŸmanın feshini takiben belirli bir müddet tanınmasının amaçlandığı ve bunun hac esnasında (Zilhicce ayının 9 veya günü) tebliÄŸ edildiÄŸi dikkate alınınca, dört aylık bu sürenin Zilhicce'nin 10'undan Rebîülâhir'in 10'una kadar olduÄŸunu kabul etmek gerekir. Nitekim Taberî, süre verilen tarafın bunu bilmesi gerektiÄŸi ilkesine ve bu bildirimin de hac esnasında yapıldığı olgusuna dikkat çekerek anılan görüşü eleÅŸtirmektedir (X, 66). Bununla birlikte, o yıl Zilhicce'nin onu sayılan hac gününün gerçekte Zilkade ayına tesadüf ettiÄŸi rivayeti esas alındığında, bu süre 10 Rebîülevvel'de sona ermiÅŸ olmaktadır; zira o sırada henüz müşriklerin "nesî" âdeti kalkmamıştı ve aylar Resûlullah'ın haccında yerine oturmuÅŸtu ("nesî" hakkında bilgi için bk. âyet 37).
Âyette belirtilen dört aylık sürenin ilgilileri hakkında birçok izah yapılmıştır. Bu izahlar ile 4 ve 7. âyetlerde ahidlerine sadakat gösterenler için getirilen istisnalar birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde, buradaki süre ile müşriklerle yapılmış antlaÅŸmaların süreleri arasındaki iliÅŸkiyi şöyle açıklamak uygun olur: AntlaÅŸmalarına sadakat gösterenler bakımından daha önce belirlenmiÅŸ süreye uymak gerekir; burada belirlenen süre antlaÅŸma hükümlerini çiÄŸneyenler hakkındadır. Bunlardan müddeti âyette belirtilenden daha fazla kalmış olanlar hakkında bu süre kısaltılmış, daha az kalmış olanlar ile süre tayin edilmeden antlaÅŸma yapılanlara ise bu kadar süre verilmiÅŸtir (Taberî, X, , ,77; Râzî, XV, ). Åu var ki Taberî, buradaki "dört ay"ın müslümanlarla aralarında antlaÅŸma bulunan, 5. âyetteki "haram aylar"ın ise müslümanlarla aralarında antlaÅŸma bulunmayan müşrikler hakkında olduÄŸu kanaatindedir. Buna göre, süresiz antlaÅŸması bulunan veya süreli olmakla beraber ahdini bozmuÅŸ bulunan müşriklere o yılın hac gününden itibaren dört ay (10 Rebîülâhir'e kadar) müddet tanınmış, antlaÅŸması bulunmayan müşrikler bakımından ise verilen süre muharrem ayının sonunda (yapılan bildirimden elli gün sonra) bitmiÅŸ olmaktadır (X, 66). Fakat 5. âyetteki "haram aylar"ın Ä°slâmî terminolojide "eÅŸhür-i hurum" diye bilinen (bk. âyet 36) aylar ÅŸeklinde anlaşılması ve böylece antlaÅŸması bulunmayan müşriklere iki aydan az bir süre tanındığı sonucunun çıkarılması bu sûre ile getirilen düzenlemenin ruhu ile baÄŸdaşır görünmemektedir. Zira antlaÅŸmasını bozan müşriklere bile dört ay güvence ve düşünme fırsatı veren bir düzenlemede, –antlaÅŸması bulunmayanlar sürekli savaÅŸ halinde kabul edilse dahi– hiç deÄŸilse ahdi bozmuÅŸ durumda bulunmayan bu kesim için diÄŸerine göre çok kısa bir süre tanınması anlamlı görünmemektedir.
3. âyetin "büyük hac günü" diye çevrilen kısmıyla ne kastedildiği hususunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan birine göre Hudeybiye Antlaşması'ndan sonra yapılan umreye hacc-ı asgar (küçük hac) dendiği için, İslâm'da ilk defa hicretin 9. yılı yapılan bu hacca da onun mukabili olmak üzere hacc-ı ekber (büyük hac) denmiştir. Taberî'nin de tercih ettiği bu yoruma göre âyette geçen "büyük" sıfatı sırf o yılın haccına özgü değildir, umre mahiyetinde olmayan hac ilk defa o yıl başladığı için böyle anılmıştır ve daha sonraki bütün haclar için bu sıfat geçerlidir (X, ). Bazı âlimler bu haccın böyle nitelenmesinin sebebini, o yıl müslümanların ve müşriklerin bir arada bulunmaları ve haccın bir Ehl-i kitap bayramına tesadüf etmesi şeklinde açıklamışlar, gerek daha önce gerekse daha sonra böyle bir durumun benzerine rastlanmadığını belirtmişlerdir (Taberî, X, 75; Zemahşerî, II, ). Bazı âlimler de inkârcıların bayramının Allah'ın hoşnut olmadığı günlerden olduğu gerekçesiyle bu yoruma karşı çıkmışlardır. Râzî bu eleştiriyi isabetsiz bulur ve burada maksadın, bütün bu inanç gruplarınca o günün büyük telakki edildiğini belirtmek olduğunu kaydeder (XV, ). Diğer bir yorum da şöyledir: Âyette o yılın haccı için böyle niteleme yapılması, İslâm'ın başarı ve üstünlüğünü, putperestliğin zelil hale düştüğünü ilân eden hac olması sebebiyledir. O yılın haccı bu açıdan özel bir önemi haiz olmakla beraber, müslümanlar nezdinde en yüce değere sahip hac kuşkusuz Resûlullah'ın ertesi sene yaptığı Vedâ haccıdır ve âyetteki niteleme bunu da kapsamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber kendi bulunduğu hac hakkında "Bu en büyük hac günüdür" buyurmuşlardır. Bu sebeple âyetteki hacc-ı ekber tabirini, ilânın yapıldığı hac günü açısından hicrî 9. yılda yapılan hac diye, bu ilânın sonuçlarının tam olarak gerçekleşmesi açısından ise Vedâ haccı diye anlayanlar olmuştur. Bazı müfessirlere göre ise buradaki "büyüklük" vasfı, o yılki haccın başka haclarla veya ibadetlerle karşılaştırılması anlamını içermemekte, hac ibadetinin en büyük kısmına işaret etmektedir; bu anlamıyla büyüklük bütün hacların o önemli kısmı hakkında geçerlidir. Âyette önemli kısım yevm kelimesiyle ifade edilmiştir. Arapça'da yevm kelimesi hem "vakit" hem de "gün" anlamına geldiği için burada belirli bir günün değil hac vaktinin tamamının kastedildiğini ileri sürenler olmuştur (Taberî, X, 74). Fakat burada bir süre tanıma hükmünün bulunduğu ve sürenin başlangıcının muayyen olması gerektiği için bunu belirli bir gün olarak anlamak bağlama uygun düşer. Bu günün ise arefe veya bayram günü olabileceği söylenmiştir. Gerek haccın tamam olmasını sağlayan fiiller gerekse bu âyet uyarınca yapılan duyuruya ilişkin tarihî bilgiler (Zemahşerî, II, ) dikkate alındığında, buradaki maksadın bayram günü olduğu görüşü daha kuvvetli görünmektedir (Taberî, X, ).
Âyette sözü edilen duyuru, sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken açıklandığı üzere, Hz. Ali tarafından yapılmıştır. Bunu, konuyla ilgili bazı rivayetler ve o günkü Arap âdetleri ışığında Hz. Ali'nin Ehl-i beyt'ten olması ile izah etmek mümkündür (Elmalılı, IV, ). Fakat bazı Åiîler'in yaptığı gibi bu rivayetleri ve olayı ön yargılı bir yoruma tâbi tutarak bundan Allah'ın elçisine gelen vahiyleri tebliÄŸ görevinin, dolayısıyla halifelik hakkının Hz. Ali'ye ait olduÄŸu sonucunu çıkartmak tamamen mezhep taassubuna dayalı bir yaklaşımdır (Åiî tefsirlerinde tebliÄŸ görevinin Ebû Bekir'e verildikten sonra ondan alınıp Ali'ye tevdi edildiÄŸi hususuna vurgu yapılır, bk. Tabersî, V, ). Bu tür saptırılmış yorumlarla her ikisi de ilk müslümanlardan ve Ä°slâm büyüklerinden olan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali'nin karşı karşıya getirilmesi, Resûlullah'ın önemi üzerinde ısrarla durduÄŸu birlik beraberlik ruhuyla ve tarihî verilerle baÄŸdaÅŸmaz. Hz. Peygamber'in Hz. Ebû Bekir'i hac emîri olarak görevlendirdiÄŸi ve hac esnasında tebliÄŸ edilecek bu âyetlerin, onun yola çıkmasından sonra nâzil olduÄŸu ortadadır. Böyle bir durumda Hz. Ali'nin bu iÅŸ için görevlendirilmesi gayet normaldir. Zira –onun diÄŸer vasıfları yanında– Hz. Ebû Bekir'e göre daha genç olduÄŸu, tebliÄŸ iÅŸinin ise gür bir ses istediÄŸini göz ardı etmemek gerekir. Yine unutmamak gerekir ki, bu âyetler indiÄŸinde onları Resûlullah'tan öğrenip ezberleyen Hz. Ali'dir. Hz. Ebû Bekir'in bunları Hz. Ali'den öğrenip tam olarak ezberlemesi ve halka duyurması yerine doÄŸrudan Hz. Ali'nin tebligatı yapması daha mâkuldür. Kaldı ki hadis kaynakları da, duyuru esnasında Hz. Ali yorulunca buyrukları Hz. Ebû Bekir'in tebliÄŸ ettiÄŸini haber vermektedir (AteÅŸ, IV, 32).
Siyer kaynakları incelendiğinde, müslümanların putperestlere bu bildirimi yapabilecek duruma gelinceye kadar ne büyük haksızlıklara mâruz kaldıkları ve dayanılmaz acı ve eziyetlere katlandıkları açıkça görülür. Böyle bir mücadelenin sonunda büyük bir başarı elde eden tarafın, bütün beşerî istek, eğilim ve zaaflarını yenip karşı tarafa yeni fırsatlar tanıması kolay bir iş değildir. Fakat İslâmiyet'in temel hedefi insanlığı hidayete ve aydınlığa eriştirmek olduğu için Kur'an hemen bu muhtemel zaafların önüne set çekip karşı tarafa tövbe imkânı verilmesini istemektedir. Ardından, müşriklere tövbeye yanaşmadıkları takdirde müslümanlara savaş açma iradesi ortaya koymuş olacakları, fakat asla Allah'ı âciz bırakamayacakları tekrar hatırlatılmaktadır.
İnkârcıların azabın dünyadakinden ibaret olmayıp asıl şiddetli azabın âhirette olduğunu bilmeleri için ve onların dünya görüşünü hafife alan bir üslûpla âyetin sonunda "İnkârcıları elem veren bir azapla müjdele!" buyurulmuştur (Râzî, XV, ).
4. âyette ahde vefâ ilkesinin önemine yeni bir vurgu yapılarak 2. âyette verilen genel sürenin ahdi bozanlarla ilgili olduğuna işaret edilmekte, müslümanlarla yaptıkları ahidlerine tam olarak riayet etmiş ve müslümanlar aleyhine başkalarına destek vermemiş olan müşriklere antlaşmadaki süre doluncaya kadar mühlet verilmesi istenmektedir. Sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken belirtildiği üzere Hz. Ali tarafından özellikle ilân edilen dört husustan biri şu idi: Verilen söz tutulacak. Resûlullah'ın tâlimatına binaen yapılan duyuru âyetteki bu hüküm hakkında duyarlı davranılmasını ve antlaşmayı bozanlarla ahdine vefâ gösterenlerin bir tutulmamasını sağlamayı hedefliyordu. İbn Abbas'tan nakledildiğine göre, kalan en uzun süre Kinâne kabilesine bağlı bir kol ile yapılan antlaşmada yer alıyordu ve bu sürenin dolmasına dokuz ay kalmıştı (Râzî, XV, ; bu konuda ayrıca bk. âyet 7); bu müddet tamam olunca Arap yarımadasında özel antlaşması bulunan hiçbir müşrik kalmamış oldu. Âyetin sonunda Allah'ın müttakileri (sakınanlar) sevdiği belirtilerek ahde vefânın takvânın icaplarından olduğu da hatırlatılmaktadır.
5. âyette, haram aylar çıkınca artık müşriklerin sıkı bir takibe alınmaları gerektiği bildirilmiştir. Zira süre verilerek yapılan bildirimden sonra karşı tarafın ilân edilen yasak bölgede müşrik sıfatıyla varlığını sürdürmeye çalışması savaşı tercih etmiş oldukları anlamına gelecektir. Onlara bu aşamada toleranslı davranılması ise, inançlarının icaplarını yerine getirmelerine müsaade etme, dolayısıyla tevhid inancının sembolü olarak inşa edilen Kâbe'yi tekrar putperestliğin eline teslim etme sonucunu beraberinde getirirdi. Bu sebeple âyetteki buyruğa göre onların takibi konusunda asla gevşek davranılmayacak, geçit başlarını tutup gözetleme, muhasara altına alma, esir alma ve gerektiğinde öldürme dahil, Kâbe çevresinin müşrik varlığı ve egemenliğinden ebedî olarak arındırılması için lüzumlu her tedbir alınacaktı. Resûlullah'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan dinden dönme hareketleri de, bu kesin tavır ve köklü icraatın ne kadar isabetli olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Fakat aynı âyete göre, onlara tövbe yolu açık tutulacak, namazlarını kılar ve zekâtlarını verirlerse, yani en azından dış dünyaya yansıyan davranışları itibariyle müslüman kimliği sergilerlerse onlara dokunulmayacaktır. Çünkü Allah'ın bağışlamasına ve rahmetine sınır yoktur.
Râzî (XV, ) âyetin bu kısmında ince bir mâna bulunduğunu belirtip bunu şöyle açıklar: Yüce Allah bu kimselerin lehine olan yolları daraltıp onları ağır cezalara müstahak saydıktan sonra, inkârlarından vazgeçerek tövbe edip namazlarını kılmaları ve zekâtlarını vermeleri halinde dünyada bütün bu felâketlerden kurtulmuş olacaklarını ifade etmiştir. O'nun engin lutfuyla âhirette de durumun böyle olacağını umarız. Zira tövbe, kişinin fikrî potansiyelini cehaletten, namaz ve zekât ise davranış potansiyelini insana yaraşmayan eylemlerden arındırması demektir. Bu da, tam anlamıyla mutluluğun bunların gerçekleşmesine bağlı olduğunu gösterir. Yani onlar tövbenin ve sayılan amellerin hakkını verirlerse karşılığı dünyadaki kurtuluşla sınırlı kalmaz, Allah'ın lutfuyla âhirette de kurtuluşa erip kâmil anlamda mutluluğu yakalayabilirler.
Burada dikkat çeken bir husus müşriklerin takibine iliÅŸkin tedbirlerin mahiyeti ile ilgilidir. Âyette sayılan önlemlerin kendi içinde tutarlı olabilmesi için "öldürme" son çare olarak düşünülecektir. Zira önce öldürme cihetine gidildiÄŸinde diÄŸer önlemlerin bir anlamı kalmamaktadır. Düşmanı öldürme zaten savaÅŸ sürecinin tabii sonuçlarından olduÄŸuna göre, burada öldürmenin özellikle tasrih edilmesi ise –muhtemelen– diÄŸer önlemler göz ardı edilerek bu yola gidilmemesini hatırlatmak içindir. Nitekim müteakip âyette hemen tövbe edip Ä°slâm'a girmemekle beraber Ä°slâm'ı müslümanların içinde görüp öğrenmek, üzerinde düşünmek için fırsat ve bunu saÄŸlayacak bir güvence verilmesini isteyen müşriklere bu imkânın tanınması istenmiÅŸtir. Bu anlayış Kur'an'ın öldürme konusundaki diÄŸer ifadelerine de uygun düşmektedir. Zira Kur'an'da "öldürmek" anlamına gelen katl kökünden türetilmiÅŸ kelimelerin defa kullanıldığı, fakat müslümanlara yöneltilmiÅŸ emir kipi olarak "uktulû" (öldürün) ÅŸeklinde sadece üç sûrede (burada, Bakara 2/'de ve Nisâ 4/89, 91'de) geçtiÄŸi, bunların da doÄŸrudan öldürmeye yöneltme anlamında olmayıp karşı saldırı ve savaÅŸ baÄŸlamında yer aldığı görülür.
"Haram aylar" (el-eşhürü'l-hurum) tamlaması ile bu sûrenin âyetinde sözü edilen vuruşmanın yasaklandığı haram ayların kastedildiği kanaatini taşıyan âlimler bulunmakla beraber (Taberî, X, , 78), 2. âyetin tefsirinde açıklandığı üzere, burada maksadın 2. âyette verilen dört aylık süre, yani duyurunun yapıldığı hac gününden itibaren dört aylık müddet olduğu şeklindeki yorum (Râzî, XV, , ; Mevdûdî, II, ) bu sûrenin getirdiği hükümlere ve ifade akışına daha uygun düşmektedir (Zemahşerî de bunu "ahdini bozanlara dolaşmaları için verilen süre" şeklinde açıklamakta ve onun Taberî'den farklı düşündüğü anlaşılmaktadır, bk. II, ).
Genellikle müfessirlerce bu âyetin seyf (kılıç) âyeti olarak nitelenmesi ve müşriklerle iliÅŸkilerde tolerans ve kolaylık gösterme veya kendi hallerine bırakma buyruÄŸunu içeren bütün âyetleri yürürlükten kaldırmış olduÄŸuna hükmedilmesi, çağımızdaki bazı müellifler tarafından eleÅŸtirilmiÅŸtir. Bunlardan Derveze, Taberî'nin bu âyetin antlaÅŸması bulunan ve bulunmayan bütün müşrikleri kapsadığı kanaatinde olmasını yadırgayarak zikreder ve Kur'an'ın bu konudaki baÅŸka âyetleri ışığında âyete bu mânanın yüklenemeyeceÄŸini savunur. Ona göre buradaki müeyyideler sadece antlaÅŸmalarını bozmuÅŸ olan müşrikler hakkında söz konusudur ve müslümanların ahidlerini bozmadıkları veya hıyanet sayılacak davranışlarda bulunmadıkları sürece müşriklerle yeni antlaÅŸma yapmaları veya mevcudu uzatmaları için bir engel bulunmamaktadır. Âyette müşriklerin serbest bırakılmalarının, ÅŸirkten tövbe edip namaz kılma ve zekât vermelerine baÄŸlanması ise, antlaÅŸmalarını bozmaları ve müslümanlarla savaÅŸ haline girmeleri neticesinde ikinci defa antlaÅŸma haklarını kaybetmelerinden ötürüdür ve bu durumda müslümanların onlardan bunu talep etme hakları doÄŸmaktadır; yoksa bu, dine girmeleri için zorlama anlamında deÄŸildir. Hatta müslümanların yararına olacağı kanaatine varılırsa ahdini bozanlarla ikinci bir antlaÅŸma yapılmasına da mâni yoktur (XII, ). Bu âyetten, bundan böyle müşriklerle iliÅŸkilerde diÄŸer âyetlerde yer alan hüküm ve ilkelerin tamamen yok sayılmasının istendiÄŸi anlamının çıkarılamayacağı noktasında yazara katılıyoruz. Fakat kanaatimizce burada –yukarıda açıkladığımız amaç doÄŸrultusunda– Kâbe çevresinin müşrik varlığı ve egemenliÄŸinden temizlenmesi için özel bir düzenleme yapılmış olduÄŸundan, âyetteki müeyyide müslümanlarla aralarında antlaÅŸma bulunmayan müşrikleri de kapsamaktadır. Bir baÅŸka anlatımla, bu sûrede yapılan bildirim Ä°slâm tebliÄŸi bakımından bir dönemeç noktası oluÅŸturmakta, müslümanlar için en kutsal mekân olan Beytullah çevresi müşriklere yasaklanmaktadır. Tevbe sûresinin tarihî çerçevesine dair bir makale kaleme alan Hüseyin Mûnis de bu sûrenin Ä°slâm mesajının ilk muhatapları olan müşrik Araplar bakımından yeni bir dönemin baÅŸladığının habercisi olduÄŸu, artık Câhiliye anlayışına baÄŸlı ve putperest kalarak Kâbe'ye girmenin serbest olmadığı bir döneme geçildiÄŸinin bildirildiÄŸi kanaatindedir ("el-Ä°târu't-târîhî li-sûreti Berâe", Mecelletü Mecmai'l-luÄŸati'l-Arabiyye, LXVII, , ). Bununla beraber ahde vefâ ilkesinin Ä°slâmiyet'te çok önemli bir yeri bulunduÄŸundan, antlaÅŸması olanlara –antlaÅŸmalarını çiÄŸnemiÅŸ bile olsalar– belirli bir süre tanınmakta, bu süreden sonra hangi gruptan olursa olsun müşriklerin bu mekândan uzaklaÅŸtırılmaları istenmektedir. Nitekim bu sûrenin âyetinde bu husus kesin bir kurala baÄŸlanmıştır ve Derveze de bu âyetin hükmünü –önceki âyetlerle baÄŸlantısına dikkat çekmeye çalışmakla beraber– farklı yorumlamamaktadır (XII, ).
Åu var ki, bu âyetlerde anılan amaç doÄŸrultusunda kapsamlı bir düzenleme yapılmış olmasına raÄŸmen, Resûlullah'ın herkes için rahmet olduÄŸu gerçeÄŸi ve Ä°slâm'ın hoÅŸgörü anlayışı böyle kesin tavır almayı gerektiren bir durumda dahi hemen dikkat çekmektedir; zira 6. âyette Hz. Peygamber'den, verilen sürenin tamamlanmasından sonra bile olsa bir müşrik kendisinden himaye ve güvence isterse ona güvence verilmesi istenmiÅŸtir. Bu buyruÄŸun 5. âyetin sonundaki yüce Allah'ın bağışlama ve rahmetine sınır bulunmadığını belirten ifadenin hemen ardından gelmesi manidardır. Âyetten anlaşıldığına göre böyle bir güvence saÄŸlanmasının amacı, yeterli bilgi sahibi olmayan putperestlerden isteyenlere Allah'ın dinini daha yakından tanıma ve üzerinde düşünme fırsatı vermektir. Böylece 5. âyetin yanlış anlaşılması da önlenmiÅŸ olmaktadır. Zira böyle bir imkân tanınmasa, 5. âyette bir dayatmanın söz konusu olduÄŸu ve sırf canını kurtarmak amacıyla tövbe etmiÅŸ görünmeye, dolayısıyla Müslümanlığın icaplarını sadece görüntüde yerine getiren riyakâr ve münafık insan tipinin geliÅŸmesine kapı aralandığı yorumu yapılabilirdi. Ayrıca bu âyetten, verilecek güvencenin her türlü baskı ve kaygı ihtimalini ortadan kaldıracak biçimde olması gerektiÄŸi de anlaşılmaktadır. Çünkü âyete göre güvence verilen kiÅŸinin sadece Allah'ın sözüne muttali olması, yani Ä°slâm dinini tanıması saÄŸlanacak, asla baskı yapma yoluna gidilmeyecektir. Åayet bu imkân saÄŸlandıktan sonra o kiÅŸi kendi tercihiyle baÅŸ baÅŸa kalmak istiyorsa sadece serbest bırakılmakla yetinilmeyecek, güvende olacağı yere kadar ulaÅŸtırılacaktır. Ä°slâm'ın mahiyetini ve hakikatini bilmeme mazeretini ortadan kaldıran bu aÅŸamadan sonra ise bu kimseler artık yaptıkları bilinçli tercihin sonuçlarına katlanmayı göze almış sayılacaklar; ya yukarıda açıklanan gerekçeyi dikkate alarak kutsal bölgeden uzaklaÅŸacaklar veya müslümanlara savaÅŸ ilân etmiÅŸ kabul edileceklerdir. Bu husus, bulundukları yerde öldürülecekleri hükmünün belirli bir bölge ile sınırlı olduÄŸunu ve onun ötesinin –kural olarak– güvenli sayılacağını da göstermektedir.
Ä°slâm âlimleri bu âyetten, müslümanların, –kendilerine savaÅŸ açtıkları bir topluluÄŸun üyesi bile olsa– Allah'ın birliÄŸi ve Hz. Muhammed'in peygamberliÄŸi konusunda delil gösterilmesini isteyen bir gayri müslime bunu açıklamakla ve Allah'ın dinini öğrenmek isteyenlere bu hizmeti vermekle yükümlü oldukları sonucunu çıkarmışlardır. Yine bu âyetin yanı sıra Resûlullah'ın söz ve uygulamalarından, ister Ä°slâm dinini yakından tanıma amacıyla isterse ticarî, turistik veya diplomatik bir amaçla Ä°slâm ülkesine güvence alarak girmiÅŸ kimseye (müste'min) verilen teminat hükümlerine titizlikle riayet edilmesinin farz olduÄŸu hükmüne ulaşılmıştır (Elmalılı, IV, ).
Âyetteki "Allah'ın kelâmını işitme" anlamına gelen ifadeden hareketle bazı müfessirler Allah'ın sözünün mahiyeti konusundaki tartışmalara yer verirler (bk. Râzî, XV, ; bu konuda bir değerlendirme için bk. Giriş).
Estafurullah kelimesi Türkçede de en çok kullanlan kelimeler arasnda yer alr ve slami açdan da önemli bir yeri vardr. stifar kelimesinden türeyen estafurullah kelimesi Arapça kökenlidir. Kuran' Kerim'de istifar ve tövbe etmek ile ilgili birçok ayet mevcuttur. stifar kelimesi "Allah'tan, suçlarnn balanmasn dileme" anlamna gelir. Nisa Suresi'nde "Ve Allah'tan balanma dile. Gerçekten Allah, balayandr, esirgeyendir." ayeti yer alyor. Yusuf Suresi'nde "lerde sizin için Rabbimden balanma dilerim. Çünkü O, balayandr, esirgeyendir." ayeti vardr. Günlük yaam içinde birçok anlama gelen estafurullah kelimesi kimi zaman bir övgüye karlk, kimi zaman ise dua ederken kullanlyor. Estafurullah ne demek, ne için kullanlr ve estafurullah fazileti ile ilgili bilgileri sizler için derledik.
Estafurullah kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmitir. stifar kelimesinden türemitir. Türk Dil Kurumu'nun sözlüünde estafurullah-estafirullah kelime anlam "övgü veya teekkür karsnda alçak gönüllülük ve nezaket ifadesi" olarak yer alr. Ayn zamanda "asla, hiçbir zaman" anlamnda ret sözü olarak da kullanlr. Dua ederken de kullanlan bir kelime olan estafurullah dini anlam "Allah'tan af ve mafiret dilerim" demektir.
Günahlarn affn isteyerek estafurullah demek; günahlarn affna sebep olan iyilikleri yapmak, istifar etmek demektir.
Estafirullah zikrinin fazileti pek çoktur. "Her sabaha çktmda mutlaka Allah Teala'ya yüz defa istifar ederim" buyurmu olan Peygamber Efendimiz istifara devam etmi ve ümmetini de istifar etmesi için tevik etmitir. Namazlarn ardndan istifar etmek sünnettir. Peygamber Efendimiz selam verip namaz bitirmesinin ardndan üç kere "estafirullah, estafirullah el-azîm ve etûbu ileyh" veya buna benzer bir sözle istifarda bulunur "Allahümme ente's-selâm ve minke's-selâm" derdi. (Müslim, Mesâcid, ; Tirmizî, Salât, ).
Namazn peinden istifar ederek namazdaki eksiklikler için Allah Teala'dan balanma dilenmi olur, namazn ardndan "estafirullah" denmesi sünnete uygun bir davrantr.
Tövbe Estafurullah duas Arapça okunuu u ekildedir:
"Estafirullah. Estafirullah. Estafirullahe'l-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüve, El-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyhi. Ve nes-elühü't-tevbete ve'l-mafirete ve'l-hidâyete lenâ, innehû, hüve't-tevvâbü'r-rahîm. Tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüûrâ."
Arapça olarak okunan dualarn anlamlarn bilmek çok önemlidir. Balanmay dileyerek edilen, istifar anlam tayan bu duann Türkçe anlam ise u ekildedir:
Mafiretini talep ediyorum Allâh’m! Balaman diliyorum Rabbim! Kusur ve günahlarmdan beni tertemiz klman istiyorum Yüce Mevlâm!
(Bir aciz kul olarak ben) Kerîm olan, kendisinden baka hiçbir ilâh olmayan, dâimâ diri (el-Hayy) ve her eyin kendisiyle ayakta durduu ve varln sürdürdüü (el-Kayyûm) Yüce Rabbimin mafiretini (balamasn) niyaz ederim. O’na yönelir ve Yüce Zât’ndan bizlere tevbe, mafiret ve hidâyet lutfetmesini talep ederim. Zira tevbeleri kabul eden ve kullarna son derece merhametli olan O’dur. Kendi nefsine zulmeden ve ölmeye de, hayatta kalmaya da, yeniden dirilmeye de kendi iktidâr olmayan aciz bir kul olarak Rabbime tevbe ederim.
Peygamber Efendimizin istifarlarn en güzeli, en üstünü olarak niteledii Seyyidü'l stifar duas:
"Allahümme ente Rabbî lâ ilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene âlâ ahdike ve va’dike mesteta’tü eûzü bike min erri mâ sana’tü ebûu leke bi-ni’metike aleyye ve ebûu bi-zenbî fafir lî feinnehû lâ yafirü’z-zünûbe illâ ente."
Seyyidül stifar Duas Anlam:
“Ey Allâh’m! Sen benim Rabbimsin. Sen’den baka ilâh yoktur. Beni Sen yarattn ve ben Sen’in kulunum. Ve ben îmân ve ubûdiyetimde/kulluumda gücüm yettii kadar Sen’in ahd ü misâkn üzereyim. Yâ Rabbi! Yaptklarmn errinden Sana snrm. Sen’in bana ihsân ettiin nimetleri ikrar ve îtirâf ederim. Kendi kusur ve günahlarm da ikrar ve îtirâf ederim. Yâ Rabbi! Sen beni af ve mafiret eyle. Zira Sen’den bakas günahlar af ve mafiret edemez.” (Buhârî, Deavât, 2, 16)
Kelime anlam yönelmek ve geri dönmek olan tövbe, ilenen günahlardan vazgeçmeyi ifade eder. lenen günahn suç olduunu bilerek ve o günah iledii için pimanlk duyarak terk etmek anlamna da gelir. Yaplan davrann çirkin olduunu bilmek ve ondan bunu bilerek vazgeçmek tövbe için önemlidir.
Tövbe ederken af dilemek için yaplan duaya da istifar denir. nsan kötü davranlardan vazgeçmekle kalmayarak kusurlarn telafi edebilmek amacyla ibadet etmeli, Allah Teala'nn rzasn kazanmaya çalmaldr. eytana yaklatrarak Allah'tan uzaklatran yollar terk ettii için tövbe eden kii takdire ayandr.
nsan ölümlü bir varlktr ve ölümün ne zaman gelecei belli olmad için ilk frsatta tövbe etmek gerekir. Bu nedenle tövbe etmenin belli bir zaman yoktur. eytana uyarak tövbe etmeyi geciktirmemek gerekir.
Tövbe etmek kulluun bir göstergesidir ve Hz. Adem ile balamtr. Bir tövbenin makbul olmas için, ilenen günah terk etmek ve o günah ilediine piman olmak ve ayn günah bir daha ilememeye söz vererek buna uygun davranmak gerekir. Günah kul hakkyla ilgiliyse, hak sahibi ile helallemek ve Allah'tan af dilemek gerekir. Peygamber Efendimiz "Günahlarndan samimi olarak tövbe eden kimse hiç günah ilememi gibidir." buyurmutur.
Rabbin emirlerine herkesten çok uyan Peygamberimiz, ayet-i kerimelerdeki tövbe emirlerine uyarak, bir gün içinde yetmi defadan fazla tövbe ederdi. Peygamber Efendimiz "Benim de kalbime gaflet çöküyor. Ben de Allah'a günde yüz kez istifar ediyorum" buyurmutur.
Bütün günahlardan münezzeh olan yüce Peygamberimiz, gelmi geçmi tüm günahlar affedildii halde sürekli tövbe ve istifarda bulunmutur. Kulun en önemli görevinin, her an Allah' zikretmek ve O'na ibadet etmek olduunu bilen Peygamberimiz her frsatta tövbe ve istifar ederdi. Yüce Peygamberimiz ümmeti namna da tövbe ve istifar ederdi.
Yüce kitabmz Kur'an- Kerim'de 60 küsur yerde tevbe kelimesi, 20 küsur yerde istifar kelimesi geçer. Kur'an- Kerim'de iledii günahlardan dolay pimanlk duyarak tövbe ve istifar eden kiiler övülmütür.
Bakara Suresi, ayet: Derken Adem, Rabbinden (birtakm) kelimeler ald. Bunun üzerine (Allah da) tevbesini kabul etti. üphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Bakara Suresi, ayet: Hani Musa, kavmine: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzay (tanr) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, kusursuzca Yaratan(gerçek lah)nza tevbe edip nefislerinizi öldürün: bu, Yaratcnz Katnda sizin için daha hayrldr" demiti. Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. üphesiz O tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Bakara Suresi, ayet: "Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmu (Müslümanlar) kl ve soyumuzdan Sana teslim olmu (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. üphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin."
Bakara Suresi, ayet: Ancak tevbe edenler, (kendilerini ve bakalarn) düzeltenler ve (indirileni) açklayanlar(a gelince); artk onlarn tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.
Bakara Suresi, ayet: Oruç gecesinde kadnlarnza yaklamak size helal klnd. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi balad. Artk onlara yaklan ve Allah'n sizin için yazdklarn dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayrt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayn. Mescidlerde itikafta olduunuz zamanlarda onlara (kadnlarnza) yaklamayn. Bunlar, Allah'n snrlardr, (sakn) onlara yanamayn. te Allah, insanlara ayetlerini böylece açklar; umulur ki saknrlar.
Bakara Suresi, ayet: Sana 'kadnlarn ayba halini' sorarlar. De ki: "O, bir rahatszlk (eza)dr. Ayba halinde kadnlardan ayrln ve temizlenmelerine kadar onlara (cinsel anlamda) yaklamayn. Temizlendiklerinde, Allah'n size emrettii yerden onlara gidin. üphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever."
Bakara Suresi, ayet: ayet böyle yapmazsanz, Allah'a ve Resulüne kar sava açtnz bilin. Eer tevbe ederseniz, artk sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmi olursunuz, ne zulme uratlm olursunuz.
Al-i mran Suresi, ayet: Ancak bundan sonra tevbe edenler, 'salih olarak davrananlar' baka. Çünkü Allah, gerçekten balayandr, esirgeyendir.
Al-i mran Suresi, ayet: Dorusu, imanlarndan sonra inkar edenler, sonra inkarlarn arttranlar; bunlarn tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. te bunlar, sapklarn ta kendileridir.
Al-i mran Suresi, ayet: (Allah'n) Onlarn tevbelerini kabul etmesi veya zalim olduklarndan dolay azaplandrmas iinden sana bir ey (sorumluluk ve görev) yoktur.
Nisa Suresi, ayet: Sizlerden fuhu yapanlarn, her ikisine eziyet edin. Eer tevbe ederler de slah olurlarsa artk onlardan vazgeçin. üphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Nisa Suresi, ayet: Allah'n (kabulünü) üzerine ald tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanlarn, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). te Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandr.
Nisa Suresi, ayet: Tevbe; ne, kötülükleri yapp-edip de onlardan birine ölüm çatnca: "Ben imdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için deil. Böyleleri için ac bir azap hazrlamzdr.
Nisa Suresi, ayet: Allah, size açklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nisa Suresi, ayet: Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; ehvetleri ardnca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanz isterler.
Nisa Suresi, ayet: Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'n izniyle kendisine itaat edilmesinden baka bir eyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde ayet sana gelip Allah'tan balama dileselerdi ve elçi de onlar için balama dileseydi, elbette Allah' tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlard.
Nisa Suresi, ayet: Bir mü'mine, -hata sonucu olmas dnda- bir baka mü'mini öldürmesi yakmaz. Kim bir mü'mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüüne kavuturmas ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onlarn (bunu) sadaka olarak balamalar baka. Eer o, mü'min olduu halde size düman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüe kavuturmas gerekir. ayet kendileriyle aranzda andlama olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüe kavuturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüü için gereken imkan) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmaldr. Bu, Allah'tan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nisa Suresi, ayet: Ancak tevbe edenler, slah edenler, Allah'a smsk sarlanlar ve dinlerini katksz olarak Allah için (halis) klanlar baka; ite onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir.
Maide Suresi, ayet: Ancak, sizin onlara güç yetirmenizden önce tevbe edenler baka. Bilin ki, üphesiz Allah balayandr, esirgeyendir.
Maide Suresi, ayet: Ancak kim iledii zulümden sonra tevbe eder ve (davranlarn) düzeltirse, üphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, balayandr, esirgeyendir.
Maide Suresi, ayet: Bir fitne olmayacak sandlar, körletiler, sarlatlar. Sonra Allah, tevbelerini kabul etti, (yine) onlardan çounluu körletiler, sarlatlar. Allah yapmakta olduklarn görendir.
Maide Suresi, ayet: Yine de Allah'a tevbe edip balanma istemeyecekler mi? Oysa Allah balayandr, esirgeyendir.
En'am Suresi, ayet: Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazd ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük iler sonra tevbe eder ve (kendini) slah ederse üphesiz, O, balayandr, esirgeyendir."
Araf Suresi, ayet: Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuunca: "Rabbim, bana göster, Seni göreyim" dedi. (Allah:) "Beni asla göremezsin, ama u daa bak; eer o yerinde karar klabilirse, sen de Beni göreceksin." Rabbi daa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa baylarak yere dütü. Kendine geldiinde: "Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim" dedi.
Araf Suresi, ayet: Kötülük ileyip bunun ardndan tevbe edenler ve iman edenler; hiç üphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette balayandr, esirgeyendir.
Tevbe Suresi, 3. ayet: Ve büyük Hacc (Hacc- Ekber) günü, Allah'tan ve Resûlü'nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müriklerden uzaktr, O'nun Resûlü de Eer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayrldr; yok eer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah' elbette aciz brakacak deilsiniz. nkar edenleri ac bir azapla müjdele.
Tevbe Suresi, 5. ayet: Haram aylar (süre tannm dört ay) syrlp-bitince (çknca) mürikleri bulduunuz yerde öldürün, onlar tutuklayn, kuatn ve onlarn bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eer tevbe edip namaz klarlarsa ve zekat verirlerse yollarn açverin. Gerçekten Allah, balayandr, esirgeyendir.
Tevbe Suresi, ayet: Eer onlar tevbe edip namaz klarlarsa ve zekat verirlerse, artk onlar sizin dinde kardelerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açklarz.
Tevbe Suresi, ayet: Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Tevbe Suresi, ayet: Bunun ardndan Allah, diledii kimseden tevbesini kabul eder. Allah, balayandr, esirgeyendir.
Tevbe Suresi, ayet: Allah'a and içiyorlar ki (o inkar sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkar sözünü söylemilerdir ve slamlklarndan sonra inkara sapmlardr ve eriemedikleri bir eye yeltenmilerdir. Oysa intikama kalkmalarnn, kendilerini Allah'n ve elçisinin bol ihsanndan zengin klmasndan baka (bir nedeni) yoktu. Eer tevbe ederlerse kendileri için hayrl olur, eer yüz çevirirlerse Allah onlar dünyada da, ahirette de ac bir azapla azaplandrr. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardmc yoktur.
Tevbe Suresi, ayet: Dierleri günahlarn itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir baka kötüyle kartrmlardr. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç üphesiz Allah, balayandr, esirgeyendir.
Tevbe Suresi, ayet: Onlar bilmiyorlar m ki, gerçekten Allah kullarndan tevbeleri kabul edecek ve sadakalar alacak olan O'dur. üphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur.
Tevbe Suresi, ayet: Dier bir ksm, Allah'n emri için ertelenmilerdir. O, bunlar, ya azaplandracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Tevbe Suresi, ayet: Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (slam urunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyilii emredenler, kötülükten sakndranlar ve Allah'n snrlarn koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele.
Tevbe Suresi, ayet: Andolsun Allah, Peygamberin, muhacirlerin ve ensarn üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onlarn tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (kar) çok efkatlidir, çok esirgeyicidir.
Tevbe Suresi, ayet: (Savatan) Geri braklan üç (kiiyi) de (balad). Öyle ki, bütün geniliine ramen yeryüzü onlara dar gelmiti, nefisleri de kendilerine dar (skntl) gelmiti ve O'nun dnda (yine) Allah'tan baka bir snacak olmadn iyice anladlar. Sonra tevbe etsinler diye onlarn tevbesini kabul etti. üphesiz Allah, (yalnzca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
Tevbe Suresi, ayet: Görmüyorlar m ki, gerçekten onlar her yl, bir veya iki defa belaya çarptrlyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öüt alp (ders çkarp) düünmüyorlar.
Hud Suresi, 3. ayet: Ve Rabbinizden balanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, ad konulmu bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandrsn ve her ihsan sahibine kendi ihsann versin. Eer yüz çevirirseniz gerçekten Ben, sizin için büyük bir günün azabndan korkarm.
Hud Suresi, ayet: Ey kavmim, Rabbinizden balanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten saanak (yamurlar, bol nimetler) yadrsn ve gücünüze güç katsn. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin."
Hud Suresi, ayet: Semud (halkna da) kardeleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan baka lahnz yoktur. O sizi yerden (topraktan) yaratt ve onda ömür geçirenler kld. Öyleyse O'ndan balanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. üphesiz benim Rabbim, yakn olandr, (dualar) kabul edendir."
Hud Suresi, ayet: "Rabbinizden balanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir."
Hud Suresi, ayet: Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduun gibi dosdoru davran. Ve aztmayn. Çünkü O, yaptklarnz görendir.
Nahl Suresi, ayet: Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük ileyen, sonra bunun ardndan tevbe eden ve slah olanlar(la beraberdir). üphesiz Rabbin bundan sonra balayandr, esirgeyendir.
Meryem Suresi, ayet: Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onlarn dndadr); ite bunlar, cennete girecekler ve hiçbir eyle zulme uratlmayacaklar.
Taha Suresi, ayet: Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doru yola erien kimseyi üphesiz balaycym.
Taha Suresi, ayet: Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doru yola iletti.
Nur Suresi, 5. ayet: Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah, balayandr, esirgeyendir.
Nur Suresi, ayet: Eer Allah'n sizin üzerinizde fazl ve rahmeti olmasayd ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasayd (ne yapardnz)?
Nur Suresi, ayet: Mü'min kadnlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçndrsnlar ve rzlarn korusunlar; süslerini aça vurmasnlar, ancak kendiliinden görüneni hariç. Ba örtülerini, yakalarnn üstünü (kapatacak ekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarndan ya da babalarndan ya da oullarndan ya da kocalarnn oullarndan ya da kendi kardelerinden ya da kardelerinin oullarndan ya da kz kardelerinin oullarndan ya da kendi kadnlarndan ya da sa ellerinin altnda bulunanlardan ya da kadna ihtiyac olmayan (arzusuz veya iktidarsz) hizmetçilerden ya da kadnlarn henüz mahrem yerlerini tanmayan çocuklardan bakasna göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarn yere vurmasnlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."
Furkan Suresi, ayet: Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan baka; ite onlarn günahlarn Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok balayandr, çok esirgeyendir.
Furkan Suresi, ayet: Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmi olarak Allah'a döner.
Kasas Suresi, ayet: Ancak kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artk kurtulua erenlerden olmay umabilir.
Ahzab Suresi, ayet: Çünkü Allah, (sözüne bal kalp doru olan) sadklar sadakatlerinden dolay mükafaatlandracak, münafklar da dilerse azaplandracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. üphesiz Allah, çok balayandr, çok esirgeyendir.
Ahzab Suresi, ayet: undan ki: Allah, münafk erkekleri ve münafk kadnlar, mürik erkekleri ve mürik kadnlar azaplandracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadnlarn tevbesini kabul edecektir. Allah çok balayandr, çok esirgeyendir.
Mü'min Suresi, 3. ayet: Günah balayan, tevbeyi kabul eden, cezas pek iddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan baka lah yoktur. Dönü O'nadr.
Mü'min Suresi, 7. ayet: Ar' yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mafiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakmndan hereyi kuatp-sardn, tevbe edenler ve Senin yoluna tabi olanlara mafiret et ve onlar cehennem azabndan koru."
ura Suresi, ayet: Kullarndan tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve ilediklerinizi bilen O'dur.
Ahkaf Suresi, ayet: Biz insana, 'anne ve babasna' iyilikle davranmasn tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle tad ve onu güçlükle dourdu. Onun (hamilelikte) tanmas ve sütten kesilmesi, otuz aydr. Nihayet güçlü (erginlik) çana erip krk yl (yan)a ulanca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiin nimete ükretmemi ve Senin raz olacan salih bir amelde bulunmam bana ilham et; benim için soyumda salah ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanm."
Hucurat Suresi, ayet: Ey iman edenler, bir kavim (bir baka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayrldrlar; kadnlar da kadnlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayrldrlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadrgayp-küçük düürmeyin ve birbirinizi 'olmadk-kötü lakablarla' çarmayn. mandan sonra fasklk ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, ite onlar, zalim olanlarn ta kendileridir.
Hucurat Suresi, ayet: Ey iman edenler, zandan çok kaçnn; çünkü zannn bir ksm günahtr. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini aratrmayn). Kiminiz kiminizin gybetini yapmasn (arkasndan çekitirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeinin etini yemeyi sever mi? te, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-saknn. üphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.
Mücadele Suresi, ayet: Gizli konumanzdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü? Çünkü yapmadnz, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. u halde namaz dosdoru kln, zekat verin ve Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat edin. Allah, yaptklarnzdan haberdardr.
Tahrim Suresi, 4. ayet: Eer sizler (Peygamberin iki ei) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz erilik gösterdi. Yok eer ona kar birbirinize destekçi olmaya kalkrsanz, artk Allah, onun mevlasdr; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar) da. Bunlarn arkasndan melekler de onun destekçisidirler.
Tahrim Suresi, 5. ayet: Belki onun Rabbi, -eer o sizi boayacak olursa- ona yerinize sizlerden daha hayrl Müslüman, mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eler' verir.
Tahrim Suresi, 8. ayet: Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altndan rmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düürmeyecektir. Nurlar, önlerinde ve sa yanlarnda koar-parldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bala. üphesiz Sen, hereye güç yetirensin."
Müzzemmil Suresi, ayet: Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiinde, yarsnda ve üçte birinde (namaz için) kalktn bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluun da (böyle yaptn bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamyacanz bildi, böylece tevbenizi (O'na dönüünüzü) kabul etti. u halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduunu, bakalarnn Allah'n fazlndan aramak için yeryüzünde gezip-dolaacaklarn ve dierlerinin Allah yolunda çarpacaklarn bilmitir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namaz dosdoru kln, zekat verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayr olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiiniz eyleri daha hayrl ve daha büyük bir ecir (karlk) olarak Allah Katnda bulursunuz. Allah'tan mafiret dileyin. üphesiz Allah, çok balayandr, çok esirgeyendir.
Buruc Suresi, ayet: Gerçek u ki, mü'min erkeklerle mü'min kadnlara ikence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; ite onlar için, cehennem azab vardr ve yakc azap onlaradr.
Nasr Suresi, 3. ayet: Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mafiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
Al-i mran Suresi, ayet: Ve 'çirkin bir hayaszlk' iledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah' hatrlayp hemen günahlarndan dolay balanma isteyenlerdir. Allah'tan baka günahlar balayan kimdir? Bir de onlar yaptklar (kötü eylerde) bile bile srar etmeyenlerdir.
Al-i mran Suresi, ayet: Allah'tan bir rahmet dolaysyla, onlara yumuak davrandn. Eer kaba, kat yürekli olsaydn onlar çevrenden dalr giderlerdi. Öyleyse onlar bala, onlar için balanma dile ve i konusunda onlarla müavere et. Eer azmedersen artk Allah'a tevekkül et. üphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.
Nisa Suresi, ayet: Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'n izniyle kendisine itaat edilmesinden baka bir eyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde ayet sana gelip Allah'tan balama dileselerdi ve elçi de onlar için balama dileseydi, elbette Allah' tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlard.
Nisa Suresi, ayet: Ve Allah'tan balanma dile. Gerçekten Allah, balayandr, esirgeyendir.
Nisa Suresi, ayet: Kim kötülük iler veya nefsine zulmedip sonra Allah'tan balanma dilerse Allah' balayc ve merhamet edici olarak bulur.
Maide Suresi, ayet: Yine de Allah'a tevbe edip balanma istemeyecekler mi? Oysa Allah balayandr, esirgeyendir.
Enfal Suresi, ayet: Oysa sen içlerinde bulunduun sürece, Allah onlar azaplandracak deildir. Ve onlar, balanma dilemektelerken de, Allah onlar azaplandracak deildir.
Tevbe Suresi, ayet: Sen, onlar için ister balanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmi kere balanma dilesen de, Allah onlar kesinlikle balamaz. Bu, gerçekten onlarn Allah'a ve elçisine (kar) nankörlük etmeleri dolaysyladr. Allah fasklar topluluuna hidayet vermez.
Tevbe Suresi, ayet: Kendilerine onlarn gerçekten çlgn atein arkadalar olduklar açklandktan sonra -yaknlar dahi olsa- mürikler için balanma dilemeleri peygambere ve iman edenlere yaramaz.
Hud Suresi, 3. ayet: Ve Rabbinizden balanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, ad konulmu bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandrsn ve her ihsan sahibine kendi ihsann versin. Eer yüz çevirirseniz gerçekten Ben, sizin için büyük bir günün azabndan korkarm.
Hud Suresi, ayet: Ey kavmim, Rabbinizden balanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten saanak (yamurlar, bol nimetler) yadrsn ve gücünüze güç katsn. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin."
Hud Suresi, ayet: Semud (halkna da) kardeleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan baka lahnz yoktur. O sizi yerden (topraktan) yaratt ve onda ömür geçirenler kld. Öyleyse O'ndan balanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. üphesiz benim Rabbim, yakn olandr, (dualar) kabul edendir."
Hud Suresi, ayet: "Rabbinizden balanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir."
Yusuf Suresi, ayet: (Çocuklar da:) "Ey babamz, bizim için günahlarmzn balanmasn dile. Biz gerçekten hataya düenler idik" dediler.
Yusuf Suresi, ayet: "lerde sizin için Rabbimden balanma dilerim. Çünkü O, balayandr, esirgeyendir" dedi.
Kehf Suresi, ayet: Kendilerine hidayet geldii zaman insanlar inanmaktan ve Rablerinden balanma dilemelerinden alkoyan ey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesi veya azabn onlar karlarcasna gelmesi(ni beklemeleri)dir.
Meryem Suresi, ayet: (brahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden balanma dileyeceim, çünkü, O, bana pek lütufkardr" dedi.
Nur Suresi, ayet: Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resûlü'ne iman edenler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir i üzerinde iken, ondan izin alncaya kadar brakp-gitmeyenlerdir. Gerçekten, senden izin alanlar, ite onlar Allah'a ve elçisine iman edenlerdir. Böylelikle, senden kendi baz ileri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan balanma dile. üphesiz Allah, balayandr, esirgeyendir.
Mü'min Suresi, 7. ayet: Ar' yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mafiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakmndan hereyi kuatp-sardn, tevbe edenler ve Senin yoluna tabi olanlara mafiret et ve onlar cehennem azabndan koru."
Mü'min Suresi, ayet: u halde sen sabret. Gerçekten Allah'n va'di haktr. Günahn için mafiret dile; akam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.
Fussilet Suresi, 6. ayet: De ki: "Ben ancak sizin benzeriniz olan bir beerim. Bana yalnzca, sizin lahnzn bir tek lah olduu vahyolunur. Öyleyse O'na yönelin ve O'ndan mafiret dileyin. Vay haline o müriklerin."
ura Suresi, 5. ayet: Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayp-parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlara mafiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten Allah, balayan ve esirgeyen O'dur.
Fetih Suresi, ayet: Bedevilerden geride braklanlar, sana diyecekler ki: "Bizi mallarmz ve ailelerimiz megul etti. Bundan dolay bizim için mafiret dile." Onlar, kalplerinde olmayan eyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: "imdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a kar kim herhangi bir eyle güç yetirebilir? Hayr, Allah yaptklarnz haber alandr."
Zariyat Suresi, ayet: Onlar, seher vakitlerinde istifar ederlerdi.
Mümtehine Suresi, 4. ayet: brahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardr. Hani kendi kavimlerine demilerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'n dnda taptklarnzdan gerçekten uzaz. Sizi (artk) tanmayp-inkar ettik. Sizinle aramzda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir dümanlk ve bir kin ba göstermitir." Ancak brahim'in babasna: "Sana balanma dileyeceim, ama Allah'tan gelecek herhangi bir eye kar senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten Sana yöneldik.' Dönü Sanadr."
Mümtehine Suresi, ayet: Ey Peygamber, mü'min kadnlar, Allah'a hiçbir eyi ortak komamak, hrszlk yapmamak, zina etmemek, çocuklarn öldürmemek, elleri ve ayaklar arasnda bir iftira düzüp-uydurmamak (gayri meru olan bir çocuu kocalarna dayandrmamak), ma'ruf (iyi, güzel ve yararl bir i) konusunda isyan etmemek üzere, sana biat etmek amacyla geldikleri zaman, onlarn biatlarn kabul et ve onlar için Allah'tan mafiret iste. üphesiz Allah, çok balayandr, çok esirgeyendir.
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed, tövbe ve istifar etmenin önemini pek çok kez dile getirmitir. Kusursuz olmayan insanolu hatalarnn farkna vardnda vakit geçirmeden tövbe etmeli ve o hatay tekrar yapmamaldr. nsan gücü yettiince tövbe etmelidir.
Kulunun tövbe etmesi yüce Rabbimizi honut eder, sevindirir. Tövbe kaps günein batdan doduu görülene kadar açktr ki zaten günein batdan domas büyük kyamet alametleri arasnda yer alr. O gün geldiinde güne batdan doduunda insann imtihan bitmi olur, Allah'a inanmayan kalmaz. mtihan devam ederken tövbe etmek gerekir.
Tövbe ve istifar ile ilgili baz hadis-i erifler u ekildedir:
“Ey insanlar! Allah’a tövbe ediniz. Zira ben O’na günde yüz defa tövbe ediyorum.” (Müslim, Zikir, Ayrca bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 26; bni Mâce, Edeb, 57)
“Allah Teâlâ gündüz günah ileyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah ileyenin tövbesini kabul etmek için de gündüz elini açar. Güne batt yerden douncaya kadar bu böyle devam edip gider.” (Müslim, Tevbe, 31; Ahmed, IV, , )
“Kim, güne batt yerden domadan önce tövbe ederse, Allah onun tövbesini kabul eder.” (Müslim, Zikir, 43)
“Bir kul can çekimeye balamad sürece, Allah Teâlâ onun tövbesini kabul eder.” (Tirmizî, Deavât, 98/ Ayrca bkz. bni Mâce, Zühd, 30)
“Bir kimse istifâr dilinden düürmezse, Allah Teâlâ ona her darlktan bir çk, her üzüntüden bir kurtulu yolu lûtfeder ve ona ummad yerden rzk verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/; bni Mâce, Edeb, Ayrca bkz. Ahmed, I, ; Hâkim, IV, /)
“Allah Teâlâ ümmetim için bana iki emân indirdi:
«Sen aralarnda olduun müddetçe Allah onlara (umumî bir) azap vermeyecektir. Onlar istifara devam ettii müddetçe, Allah onlara azap etmeyecektir.» (Enfâl 8/33)
Ben aralarndan ayrldmda, (Allah’n azâbn önleyecek ikinci emân olan) istifâr kyâmete kadar aralarnda brakyorum.” (Tirmizi, Tefsir, 8/)
“(Kyâmet günü) amel defterinde çokça istifâr bulan kimselere müjdeler olsun!” (bni Mâce, Edeb, 57)
“stifârn efendisi ve en üstünü öyle demendir:
«Allah’m! Sen benim Rabbimsin. Senden baka ibadete lâyk hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattn. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiince durmaktaym. lediim kusurlarn errinden sana snrm. Bana lûtfettiin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günahm îtirâf ederim. Beni affet, üphe yok ki günahlar senden baka affedecek kimse yoktur.»”
Resûlullah sözlerine öyle devam etti:
“Her kim, bu Seyyidü’l-stifâr sevâbna ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akam olmadan ölürse, o cennet ehlindendir. Yine her kim, sevâbna ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse, o kii de cennet ehlindendir.” (Buhârî, Deavât, 2, Ayrca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, ; Nesâî, stiâze, 57/; Tirmizî, Deavât, 15/)
ANASAYFAYA DÖNMEK ÇN TIKLAYINIZ
Güncelleme Tarihi:
LinkedinFlipboardE-postaLinki KopyalaYazı Tipi
Kuran’da Mümin suresinin ayetinde “bana dua edin, size icabet edeyim.” Buyrulmuştur. Bakara suresinin ayetinde de “Allah, çok tevbe edenleri ve temizlenenleri kabul eder.” Buyruluyor. Bu nedenle, “benim günahım büyük, Allah affetmez”, kuşkusuna kapılmayın. Günahınızdan tevbe ederek, bol bol istiğfar duası edersiniz, imanınız kuvvetlenecek, ibadet sevabı kazanacaksınız.
Seyyidül İstiğfar Duası Türkçe Okunuşu
Allahümme ente Rabbî lâ ilahe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve vâ’dike mes’tetâtü eûzü bike min şerri mâ sanâtü ebû’ü leke bi-nîmetike aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfıruz-zünûbe illâ ente.
Tövbe ve istiğfarda bulunacaksanız en üstün ve faziletli duadır. Peygamber Efendimizin, Seyyidül İstiğfar duasının fazileti ve önemi üzerinde durmuştur. İsiğfarı en iyi şekilde yapmak istiyorsanız yukarıdaki şeklinde dua etmenizi buyurmuştur.
Kısaca bu duanın meali şöyledir; “Ya Rabbi! İşlediğim bütün günahlarımı itiraf edip, tevbe ve istiğfar ederim. Nimetlerinin şükründen acizim. Beni affet, mağfiret eyle.”
Seyyidül İstiğfar Duası Arapça Okunuşu
اللَّهُمَّ أَنْتَ رَبِّى ، لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ ، خَلَقْتَنِى وَأَنَا عَبْدُكَ ، وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ وَأَبُوءُ بِذَنْبِى ، اغْفِرْ لِى ، فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ
Seyyidül İstiğfar Türkçe Anlamı ve Meali
Diğer dualar gibi, tevbe-istiğfar duası da Arapça yazılmıştır. Fakat duanızı mutlaka Arapça okuyacak ve söyleyeceksiniz diye bir şart bulunmuyor. Duanızı Türkçe de yapabilirsiniz.
"Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben Senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla Senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden Sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü Senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz.) (Buhârî, Deavât, 2)"
Duayı Arapça söylemekte zorluk çekiyorsanız veya yanlış yapmaktan korkuyorsanız, Türkçe mealini okuyabilirsiniz. Bir kağıda yazıp ya da cep telefonunuza indirip, istediğiniz zaman okuyabilirsiniz.
Seyyidül İstiğfar Duasının Fazileti
Peygamber Efendimiz, Seyyidül İstiğfar duasının faziletini şu sözleriyle belirtmiştir; “Kim, seyyidül istiğfar duasının faziletine inanarak gündüz okursa, gece olmadan öldüğünde cennetlik olur. Aynı şekilde gece okuyup, sabah olmadan ölürse yine cennetlik olur.”
Bu duayı anlamına ve faziletine inanarak okumaya devam ederseniz, günahlardan arınıyorsunuz. İbadet sevabı kazanıyor, melekler sizin için dua ediyor. Bilerek veya bilmeyerek işlediğiniz günahlarınız için sürekli af dileyip, yükümlülüklerinizi yerine getirmelisiniz. Bununla birlikte seyyidül istiğfar duasını okuduğunuzda cennetle müjdeleniyorsunuz.
Tövbe Duası
Seyyidül İstiğfar haricinde de tövbe duası bulunuyor. Kısa olarak okuyacağınız gibi uzun olarak okunan tevbe duası da bulunuyor. En çok bilinen ve okunan dua şöyledir:
"Estağfirullah. Estağfirullah. Estağfirullahe'l-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyhi, tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ. Ve es-elühü't-tevbete ve'l-mağfirete ve'l-hidâyete lenâ, innehû, hüve't-tevvâbü'r-rahîm.".
İsterseniz bu uzun tövbe duasının yerine, bu duanın ilk cümlesini de okuyabilirsiniz. Tevbe duasının yanı sıra Kuran’de bulunan Tevbe suresi de vardır. Namazlarınızda ve dualarınızda bu süreyi de sık sık okuyabilirsiniz.
Peygamber Efendimizden nakledildiğine göre; “ kim Tevbe suresini okumaya devam ederse, kıyamet gününde ona şefaatçi olacağı” buyrulmuştur. Tevbe suresini okuyan kişi, münafıklıktan uzak durur, melekler, o kişiye ölene kadar istiğfarda bulunurlar.
Hem Arapça'da hem de Türkçe'de sıklıkla kullanılan kelimelerden biri olan Estağfirullah, Allah'a tövbe etmek için kullanılan en güzel zikirlerden biridir. Peki hangisi doğrusu: Estağfurullah mı, Estağfirullah mı? Estağfirullah zikrinin faziletleri:
Toplum içerisinde daha çok insanlarla diyalog halindeyken tevazu, teşekkür ve alçakgönüllülük manasını taşıyan bir kelime olan 'Estağfirullah', köken olarak baktığımızda Arapça'dır. Arap dilinde “Allâh’tan af ve mağfiret dilerim” demek olan Estağfirullah, TDK'ya çevrildiğinde Türkçe'ye 'Estağfurullah' olarak geçmektedir. Gündelik yaşantımız içerisinde insanlarla iletişimdeyken kullandığımız 'Estağfirullah', yapılan bir işe karşılık teşekkür mahiyetinde, bir şey değil ve rica ederim anlamını taşımaktadır. Arap dilinde 'Estağfirullah' kelimesinin kökü istiğfardan gelir. İstiğfarın kelime anlamı ise “Allah’tan, suçlarının bağışlanmasını dileme, tövbe.” demektir.
ESTAĞFİRULLAH ÇEKMENİN FAZİLETLERİ! EN GÜZEL TÖVBE ZİKİRLERİ
Estağfirullah zikri
Allah'ı anmanın en güzel yollarından biri olan tesbihte çekilen Estağfirullah zikrinin fazileti ile ilgili hadis-i şerifte şöyle geçmektedir: "Her sabaha çıktığımda mutlaka Allah Teala'ya yüz defa istiğfar ederim" buyuran Sevgili Peygamber Efendimiz (SAV) devamlı istiğfar etmiş ve ümmetinin de istiğfar etmesini tavsiye etmiştir. Farz namazlardan sonra istiğfar getirmenin sünnet olduğunu buyuran dinimizde Efendimiz (SAV), selam verip namazı bitirmesinin sonrasında üç kere "estağfirullah, estağfirullah el-azîm ve etûbu ileyh" ya da buna benzer bir sözle istiğfarda bulunur "Allahümme ente's-selâm ve minke's-selâm" derdi. (Müslim, Mesâcid, ; Tirmizî, Salât, ).
TÖVBE İÇİN EN GÜZEL TÖVBE ESTAĞFİRULLAH DUASI:
Estağfirullah çekmenin fazileti
"Estağfirullah. Estağfirullah. Estağfirullahe'l-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüve, El-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyhi. Ve nes-elühü't-tevbete ve'l-mağfirete ve'l-hidâyete lenâ, innehû, hüve't-tevvâbü'r-rahîm. Tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ."
FARKLI BİR TÖVBE DUASI ZİKRİ
“Estağfirullah. Estağfirullah. Estağfirullahe’l-azîm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûmü ve etûbü ileyhi, tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ. Ve es-elühü’t-tevbete ve’l-mağfirete ve’l-hidâyete lenâ, innehû, hüve’t-tevvâbü’r-rahîm.”
PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)'İN TÖVBE İSTİĞFAR DUASI:
Türkçesi: “Allahümme ente Rabbî lâ ilahe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve vâ’dike mes’tetâtü eûzü bike min şerri mâ sanâtü ebû’ü leke bi-nîmetike aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfıruz-zünûbe illâ ente”
SEYYİDÜL İSTİĞFAR DUASININ FAZİLETİ:
En güzel tövbe şeklinin 'Seyyidül İstiğfar' olarak ifade edildiği bu dua ile ilgili Peygamber Efendimiz (SAV)'in şöyle bir hadis-i şerifi vardır: “Her kim, bu Seyyidü’l istiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse Cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse Cennetlik olur.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, )