evrim teorisini çürüten ayetler / Darwin ve Evrim Teorisi - Dinimiz İslam

Evrim Teorisini Çürüten Ayetler

evrim teorisini çürüten ayetler

Evrimci yaratılış görüşünün tutarsızlığına dair ayetler var mı?

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle, insanın topraktan yaratılış merhalelerini bildiren ayetler evrim teorisi aleyhinde gözükmektedir. Her ne kadar diğer canlıların yaratılış merhaleleri tafsilatlı bir şekilde anlatılmasa da Kuran’da insanın yaratılış merhalelerinin tafsilatlı bir şekilde anlatıldığını görüyoruz. Bu ayetleri şöyle sıralayabiliriz:

“Sizi topraktan yarattıktan sonra beşer olarak yeryüzünde yayılmanız da O’nun ayetlerindendir.” (Rum, 30/20)

“Sizi çamurdan yarattı” (En’am, 6/2)

“İnsanı süzülmüş çamurdan yarattık.” (Mü’minûn, 23/12)

“Onları yapışkan bir çamurdan yarattık.”(Saffat, 37/11)

“Gerçekten biz insanı kara çamurdan oluşmuş kuru balçıktan yarattık.” (Hicr, 15/26)

“İnsanı kiremit gibi sertleşmiş balçıktan yarattı.”(Rahman, 55/14)

Görüldüğü üzere bu ayetlerde insanın yaratılış safhaları tafsilatlı bir şekilde ifade edilmektedir. Buna göre insanın yaratılışı toprakla başlamış, çamur, süzülmüş çamur gibi merhalelerden geçmiş, sonra kiremit gibi sert bir yapıya kavuşmuştur. Bu merhalelerde anlatılanın ilk insanın yaratılışı olduğu açıktır. Nitekim bu nevi ayetlerin bazılarının devamında bu yaratılıştan sonra meleklerin Âdem’e secde etmeye davet edilmelerinin zikredilmesi de bu kanaati desteklemektedir.

İlk ayette insanın topraktan yaratıldığı ifade edildikten sonra yeryüzünde yayıldığının belirtilmesi, yeryüzünün muhtelif bölgelerine yayılmış çeşitli ırkların topraktan yaratılmış olan Âdem’in soyundan geldiğine işaret etmektedir. Nitekim bir hadis-i şerifte de Hz. Âdem’in yeryüzünün çeşitli bölgelerden alınan bir kabza topraktan yaratıldığı, bundan dolayı Âdemoğullarının çeşitli renklerde olduğu ifade edilmektedir. (bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Tirmizî, Tefsîr, 2/1; Müsned, IV, , )

Bu tür ayetlerde çoğul kipinin kullanılması, yani “sizi topraktan yarattı” ifadesinin kullanılması evrimci yaratılışı savunanlar tarafından, kastedilenin Hz. Âdem değil de bütün insanlar olduğu, çünkü hepsinin menşeinin toprağa dayandığı şeklinde yorumlanmıştır.

Hâlbuki “sizi topraktan yarattı” ifadesinden kastedilen, Hz. Âdem’in topraktan yaratılmış olmasıdır. Çünkü Âdem (a.s) topraklan yaratılınca diğer insanlar da dolaylı olarak topraktan yaratılmış sayılırlar. Dolayısıyla “sizi topraktan yarattı" ifadesindeki "sizi", “babanız Âdemi” manasındadır. Böyle bir üslup yani insanları atalarının yerine koyarak onlara hitap etmek, atalarının yaptıklarını onlar yapmış gibi ifade etmek veya atalarına verilen nimetleri onlara verilmiş gibi zikretmek Kur’an’da sıkça karşılaşılan bir durumdur. Örneğin,

“Ey İsrailoğulları, Allah’ın size olan nimetini hatırlayın…”(Bakara, 2/40, 47, ),
“Su kabarınca sizi gemide taşıdık.”(Hâkka, 69/11)

ayetlerindeki “siz” ifadesinden maksat, aslında o dönemdeki insanların atalarıdır. Ataları için yapılanlar, onlar için yapılmış gibi anlatılmaktadır.

Gerçi diğer insanlar da menşe itibariyle topraktır. Çünkü insan bitki ve hayvanlardan gıdalanmaktadır. Etini yediğimiz hayvanlar da bitkiler vasıtasıyla beslenmektedir. Bitkiler ise gıdalarını topraktan almaktadır.

Dolayısıyla toprak üzerindeki diğer canlılar gibi bizler de dolaylı olarak topraktan yaratılmaktayız. “Toprak üzerindeki her şey topraktır.” sözü de bu gerçeğe işaret etmektedir.

Ancak burada dikkat edilmesi, gözden uzak tutulmaması gereken önemli bir nokta var. Eğer insanın yaratılışıyla ilgili ayetlerde sadece toprak (turab) kelimesi kullanılmış olsaydı, o zaman bu ayetlerle böyle bir mananın kastedilmesi (yani sadece Hz. Âdem değil de bütün insanların toprak menşeli olarak yaratıldığının kastedilmesi) de ikinci bir ihtimal olarak düşünülebilirdi. Hâlbuki yukarıda takdim ettiğimiz ayetlerde görüldüğü gibi, insanın yaratılışı anlatılırken sadece toprak değil, çamur, süzülmüş çamur, yapışkan çamur, sertleşmiş çamur ifadelerinden de bahsedilmektedir.

Dolayısıyla bu ayetlerde ilk insan olarak yaratılan Hz. Âdem’in topraktan nasıl yaratıldığının ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı açıktır. Diğer ilahi kitaplarda anlatılanlar ve sahih pek çok rivayet de bu durumu desteklemektedir.

Bu ayetlerde toprağın çeşitli merhalelerinin zikredilişi evrimci yaratılış anlayışına, yani Hz. Âdem’in doğrudan topraktan değil de maymunsu varlıklardan geldiğini savunan anlayışa ters düştüğü içindir ki, bu merhaleler (çamur, sertleşmiş salsal gibi ifadeler) tekellüflü yorumlarla tevil edilmeye çalışılmıştır. (Örnek olarak bk. İslamoğlu, , vd.)

“İnsan’ı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini hakir bir sudan yarattı.” (Secde, 32/)

ayetinde ilk insanla diğerlerinin yaratılışı arasında ayrım yapılıyor. Bu ayette, “insan”dan maksadın Âdem, “neslehu”(onun nesli) ifadesinden maksadın da onun neslinden gelen diğer insanlar olduğu açıktır.

Allah’ın “Âdem’e secde edin!” emrine karşılık, İblis’in “çamurdan yarattığın bir kimseye mi secde edeceğim” (İsra, 17/61) diyerek secdeden imtina etmesi de, Hz. Âdem’in doğrudan çamurdan yaratıldığı, bunun için İblis tarafından hakir görüldüğü ve çamurdan yaratılan kişinin Hz. Âdem olduğu konusunda açık bir delildir.

“Sizi bir tek kişiden (nefs-i vâhideden) yarattı, ondan da eşini yarattı.”(A’râf, 7/)

ayetinde de Yüce Allah insanlara hitaben onları bir tek kişiden (nefs-i vâhide’den) yarattığını haber vermektedir.

Bütün tefsirler bu nefsin (kişinin) Hz. Âdem olduğu ve ondan yaratılan eşinin de Hz. Havva olduğu konusunda ittifak halindedirler. Hz. Âdem’in yaratılışıyla ilgili hadis-i şerifler bu manayı ifade ettiği gibi, bu konuda Tevrat’taki ifadeler de müfessirlerin yorumlarını desteklemektedir.

Ayetin manası böyle olmakla birlikte, “nefs” kelimesi Türkçeye geçtiği, yani Türkçeleştiği için meallerde aynen kullanılmakta, “sizi bir tek nefisten yarattı” diye mana verilmekte, bazen de “sizi bir tek özden yarattı” şeklinde tercüme edilip bu nefse öz, cevher gibi manalar verilmektedir.

Böylece ayetin manası kapalı hale gelmekte nefs, öz veya cevher ile ne kastedildiği net olarak anlaşılmamaktadır.

Ayrıca bu durumda ayetin manası “Sizi bir tek özden yarattı ve o özden de eşini yarattı”  gibi bir hal alır ki, bu durumda -Hz. Âdem zikredilmemiş olacağından-“özün eşi” gibi bir anlam oluşmakta, “eş”in zikredilmesinin bir anlamı kalmamaktadır. Bizce bu ayetteki nefs-i vâhidenin “bir kişi” manasında olduğu açıktır.

Keza bu kelimeye “tek veya aynı cins / tür” manası vermek (bu tür yorumlar için bk. Mustafa Öztürk, Kur’an ve Yaratılış, , s. vd.) de tutarlı değildir. Çünkü bu durumda da ayetin manası “Sizi bir türden / cinsten yarattı ve o türden / cinsten de eşini yarattı.” olur ki, bu durumda da ayetin manası anlaşılmaz, kapalı bir hale dönüşmektedir. Ayrıca bu durumda ayete “sizi yarattık” diye başlanınca devamında “zevcehâ / eşini” değil de “ezvâceküm / eşlerinizi” denilmesi beklenirdi.

Dolayısıyla ayetin manası da yukarıda zikrettiğimiz üzere “Sizi bir tek kişiden yarattı, ondan da eşini yarattı.” şeklindedir.

Nitekim “Sizin yaratılmanız ve yeniden diriltilmeniz ancak nefs-i vâhidenin (bir tek kişinin) yaratılıp diriltilmesi gibidir.”(Lokman, 31/28) ayetinde nefs-i vâhidenin “bir tek kişi” manasında olduğu gayet açık olduğu gibi, bu ayetteki nefs-i vahideden maksadın bir tek kişi olduğu da o derece açıktır. Ve bu bir tek kişi ilk insan olan Âdem’dir.

Nisa suresindeki benzer ayette devamla “… ve o ikisinden (minhumâ) pek çok erkek ve kadınlar yaratıp yeryüzüne yaydı.”(Nisâ, 4/1) ifadesi de bu ayette belirtilenlerin iki kişi (Âdem ve Havva) olduğunun ve Âdem ve Havva’nın bütün insanların ebeveyni olduğunun ayrı bir delilidir.

“Allah katında İsa’nın misali Âdem gibidir. Onu topraktan yarattı sonra 'Ol!..' dedi, o da oluverdi.”(Al-i İmran, 3/59)

ayeti de Âdem (a.s)’ın ilk insan olduğunun ve doğrudan topraktan yaratıldığının en açık ve önemli delillerindedir. Çünkü bu ayette Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya gelişine inanmayan, böyle bir şeyin imkansız olduğunu iddia eden Yahudilere ve İsa (a.s)’nın babasız olarak dünyaya geldiğinden hareketle, onu ilahlaştıran ve Allah’ın oğlu olduğunu iddia eden Hristiyanlara karşı cevap olarak Yüce Allah, bundan daha ilginç bir yaratma örneği zikrederek Hz. İsa’nın yaratılışının Hz. Âdem gibi olduğunu söylüyor. Yani, böyle bir şeyi aklınız almıyorsa, işte size bunun daha ilginç bir örneği olan Âdem, Allah onu hem annesiz hem de babasız olarak direkt topraktan yarattı, ona ol dedi, o da oluverdi denilmiş oluyor. 

Âdem nasıl ki bir baba olmaksızın topraktan yaratılıp Allah’ın kün (ol) emri neticesi hayat kazanıp insan olmuşsa, Hz. İsa’nın durumu da öyledir. Onu ana-babasız yaratan bunu da babasız yaratabilir deniyor.

Böylece bu ayet Hz. İsa’nın babasız olarak mucizevi bir yaratılışla yaratılmasını, daha hayret verici bir durumla yani hem anne hem de babasız olarak Hz. Âdem’in topraktan yaratılmasıyla anlattığı gibi, bir taraftan da Hz. Âdem’in yaratılışının da Hz. İsa’nın yaratılışı gibi mucizevi olup ani ve def’i bir surette topraktan meydana getirildiğini belirtmiş oluyor.

“Ben sizin için çamurdan bir kuş yapar ve ona üflerim, Allah’ın izniyle derhal bir kuş oluverir”(Al-i İmrân, 3/49)

ayeti, Hz. İsa’nın eliyle Allah’ın kuş şekli verilmiş bir çamur parçasına hayat verişini anlatırken, bu işin ne kadar kolay ve çabuk olduğunu da gösteriyor. Böylece canlıların nasıl yaratıldığına dair ipuçları veriliyor.

Keza, bu çamur parçasının kuşa dönüşmesi için milyonlarca yıl beklenmediği tam aksine bir anda gerçekleştiği gibi, Âdem’in de çamurdan insan haline geçmesi için (evrimci yaratılışçıların iddialarının aksine) milyonlarca yıla gerek olmadığı açıkça anlaşılır.

“Ve Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti”(Bakara, 2/31),
 “Rahman, insanı yarattı, ona beyanı öğretti.”(Rahman, 55/)

ayetleri de ilk insanın bizler gibi konuşmayla mücehhez yaratıldığını gösteriyor. Keza, İsa (a.s)’ın daha kundaktaki bir bebek halindeyken annesinin işareti üzerine “Ben Allah’ın kuluyum” diye söze başlayarak konuşması gösteriyor ki, Âdem (a.s) da yaratılması tamamlandıktan sonra derhal konuşabilir. Konuşması için uzun devirlere ihtiyaç yoktur.

“Ademoğlunu mükerrem kıldık ” (İsra, 17/70),
“İnsanı en güzel kıvamda yarattık.” (Tîn, 95/4)

gibi, insanın değerli bir varlık olduğunu bildiren ayetler, insanın başka türlerden değil, ayrı bir surette müstakil olarak yaratıldığını, maymun vs. hayvanlarla uzak-yakın bir akrabalığının bulunmadığını göstermektedir.

Nitekim Allah’ın emirlerine karşı gelmekte ısrar eden İsrailoğullarından bir gruba “Aşağılık maymunlar olun!” (A’râf, 7/) dedik ifadesindeki, hâsiîn (aşağılık kimseler) ifadesi gösteriyor ki, maymun Allah nezdinde insana nispetle aşağı bir mahlûktur. Şu halde insanı ayrıca yaratmak kendisi için çok kolay bir iş olduğu halde, Allah’ın insanları maymun veya maymun benzeri canlılarla akraba kılması düşünülemez.

“Yarattığı her şeyi güzel yarattı”(Secde, 32/7),
“Her şeyi mükemmel yaratan Allah’ın sanatı” (Neml, 27/88),
“Rahman’ın yarattığında / mahlukatında bir kusur / düzensizlik göremezsin”(Mülk, 67/3)

gibi ayetlerde, kainattaki varlıkların ve canlıların en mükemmel bir surette yaratıldığı, kusursuz oldukları bildirilmektedir.

Bu durum da evrim teorisi aleyhine açık bir delildir. Çünkü bu teoriye göre canlıların organları yavaş yavaş gelişmiş, çevreye ayak uydurmuştur. Yani mükemmel bir canlı yoktur, sürekli değişen ve gelişen canlılar vardır. Halbuki hakikatte her varlık ve canlı mükemmeldir. İlkel, basit zannedilen canlılar dahi mükemmel ve kusursuzdur. Nitekim İslâm âlimlerinin ifade ettiği gibi, “لیس فی الإمکان أبدع مما کان” yani “imkân dairesinde var olandan daha mükemmeli yoktur.” Yani varlıklar en mükemmel suret üzere yaratılmışlardır. Daha mükemmeli ileri sürülemez. İnsanoğlu hiçbir varlık için "Şöyle olsaydı, daha iyi ve güzel olurdu." diyemez. Kusurlu, noksan gördüğü şey hakikatte kendi bakış açısındadır.

Sonuç olarak, Kur'an ayetlerinde evrimi destekleyen bir ifade olmayıp, aksine bazı ayetlerin türlerin müstakil olarak yaratıldığına işaret ettiğini, ilk insan olan Âdem’in topraktan yaratıldığı hususunun ise, sarih ifadelerle belirtildiğini söyleyebiliriz.

Bu konuda aksi görüşler ileri sürenlerin ellerinde kat’i bir delil olmayıp, delil olarak ileri sürdükleri şeyler, kendi görüşleri istikametindeki yorum ve tahriflerden başka bir şey değildir. Başka bir ifadeyle onlar ancak zanna tabi oluyorlar.

Zanna tabi olmak ise, bilimsel bir yaklaşım olamaz. Ayette ifade edildiği gibi,

 “Zan hakikat adına bir şey ifade etmez.”(Necm, 53/28)

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

Prof. Teoman Duralı: Evrim teorisi İslam'la çelişmez

Gençler arasında deizmin yaygınlaştığı iddiası gerçek mi? Evrim teorisinin Milli Eğitim müfredatından kaldırılması doğru mu? Evrim teorisi İslam’la çelişir mi? Felsefe ile İslam arasında bir uyuşmazlık var mıdır? Geçtiğimiz hafta ODTÜ Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yasin Ceylan ile bu sorular etrafında yaptığımız röportaj, büyük ilgi uyandırdı. Bu hafta benzer soruları, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Teoman Duralı’ya yönelttim. Prof. Duralı, biyoloji ve felsefe ihtisası yapmış, biyoloji ve evrim üzerine makaleler kaleme almış, aynı zamanda yıllarca Malezya İslam Üniversitesi’nde dersler vermiş özel bir isim. Özellikle İslam, ahlak ve deizm konularında, “Biricik dostum” diye bahsettiği Prof. Yasin Ceylan’dan çok farklı düşünüyor

Teoman Bey, sizin hem evrim hem de biyoloji üzerine çalışmalarınız var. Ayrıca işin felsefi ve İslami boyutunu da biliyorsunuz. Milli Eğitim müfredatından evrim teorisinin kaldırılmasını nasıl karşıladınız?

Evrimin çok tartışmalı bir konu olması, onun salt bilimsel bir teori olmanın ötesinde ideolojik bir sorun olarak da karşımıza çıkmasına neden oluyor. Evrim yeni bir olay değil, 2 bin küsur yıllık bir geçmişi var. Antik Yunan’da Empedokles ile başlayan bir fikir jimnastiği olduğunu söyleyebiliriz. İslam medeniyetinde de önemli bir yer tutar.

Evrim teorisi ile İslam çelişir mi?

Hayır, evrim teorisiyle İslam çelişmez. Felsefe-bilim ile dinin hiçbir yanı çelişmez. Evrim, İslam’da çok işlenmiştir ve pek bir tepki de çekmemiştir. ve yüzyıllarda, en başta İbn Miskeveyh evrim olayından bahseder. Hatta öyle şeyler söyler ki Darwin bile burada soluk kalır. Türlerin değişmesinden söz eder, hatta bitkiler ile hayvanlar arasında ve hayvan ile insan arasında geçiş türleri olduğundan bahseder.

Bu, İslam’ın yaratılış ilkelerine aykırı değil midir?

Gazzali, “Allah, her şeyi bir anda bilendir” diyerek bunun en güzel cevabını veriyor. Ben böyle bir bilgiye sahip değilim. Benim bilme istidadım yataydır. Yatay gördüğünüzde olayların sıralanışı vardır, art ardadır. Evrim de art arda gelen bir olaydır. İnsanlar, “Falanca türün benzeri filanca türdür, niye bunlar benziyor?” diye sormuşlar. “Herhalde o B türü, A türünden çıkmıştır” diye yanıtlamışlar. Nasıl ki bir çocuk annesine, babasına benziyorsa ve onların arasında bir rabıta varsa, türler arasında da böyle rabıtalar var. Allah’ın nasıl yarattığını bilmiyoruz. Adem ile Havva ayrı bir konudur. Dinde mecazlar çok fazladır. Adem, insan olma bilincini yaşayan ilk kişi. İlk insan değil ama ilk insan olma bilincini taşıyandır. Çünkü insan iki katlı bir varlıktır. Bir, tümüyle biyolojik olan bir yanımız var; bu bizim beşer tarafımızdır. Bu, canlılarla olan akrabalığı- mızı verir. Ama bir de bunun üstünde, açıklayamadığımız, maneviyat diye belirlediğimiz bir yanımız var. Bu bizim dirimsel tarafımızdan mı gelmektedir, yoksa apayrı bir yapılanmanın sonucu mudur, tartışma buradadır.

Bir makalenizde, “Canlılık bizi ister istemez ilahiyata sevk eder” diyorsunuz

Evet, kişisel olarak bunu savunuyorum. İnsanın dirimsel yanı var ve o tarafını açıklarken evrimi göz ardı edemezsiniz. Orada bir biyolog olarak evrime başvurmak mecburiyetindesiniz. Ama bir de inkâr edemediğimiz manevi tarafımız vardır. O manevi tarafa evrimi işletemiyorum. Manevi yönümüzün en belirgin göstergesi, Peygamber’in “Utanmadıktan sonra ne yaparsan yap” lafıdır. Utanma duygusu insani yakamızın merkezidir. Bunun eşini başka varlıklarda bulamıyoruz, çünkü bu irademize dayalı bir şey, içgüdüsel değil.

Ama psikolojik bazı eğilimleri de evrim üzerinden anlatan bilim insanları var.

Biyoloji bana kalırsa bir bilimdir ama belli yörelerinin bilim olma durumu su götürür. Mesela, davranış biyolojisindeki açıklamalar çok sulandırılmıştır. Bir şeyin bilimsel olmasının en önemli göstergesi, her an iddianızı kanıtlayabiliyor olmanızdır. Geçmişteki olayların tekrarı mümkün değildir. Ama evrim geçmişi anlatan bir olaydır. Bu bakımdan zayıftır. Evrimin bilim teorisi çok çürüktür.

Evrim olmadan biyoloji anlatılabilir mi?

Anlatılamaz.

O zaman bu bize evrimin güçlü bir teori olduğunu göstermiyor mu?

Göstermiyor. Eğitim anlamında güçlüdür ama bilim teorisi açısından güçsüzdür. milyon yıl öncesinin şartlarını bugün olduğu gibi tekrarlayamıyoruz.

Ama evrim devam etmekte olan bir şey değil mi?

Evrimin kullanılmayacağını söylemiyorum. Biyoloji yapıyorsak evrimi kullanmak mecburiyetindeyiz. Evrimi ele almadan işleyebileceğimiz tek biyoloji konusu anatomidir. Fizyoloji, genetik mutlaka evrime dayanır.

Peki, müfredattan çıkarılması hatalı mıdır?

Bir bilim konusunun ortaöğretimde enine boyuna okutulmasına lüzum yok. Nasıl ki özel ve genel relativite teorilerini, kuantum mekaniğini ortaöğretimde ayrıntısıyla göstermiyorsak, ortaöğretimde biyolojinin özel bir konusu olan evrimi de anlatmaya lüzum yok. Ama “Biyolojide böyle bir teori de geçmektedir” diye bahsedersiniz.

EVRİM İLE DARWİNİZM AYRI ŞEYLERDİR’

Evrim ile Darwinizm’i ayırdığınız doğru mu?

Evet, ikisi ayrı şeylerdir. Darwin evriminin en tehlikeli yanı, en uygun bireyin ve türün yaşaya kalması ilkesidir. Doğal ayıklanma kadar tehlikeli ve dine aykırı olan bir şey daha yoktur. Dini inkâr etmenin en açık göstergesi tesadüfçülük, rastlantıcılıktır.

Neden?

“Altta kalanın canı çıksın” der de ondan! Sadece bitkilerde, hayvanlarda kalsa amenna ama önünde sonunda insana gelecek. Spencer adlı filozof, bunu alıp insana getiriyor. İnsanla birlikte yeni bir ideoloji ortaya çıkıyor. Nasyonal sosyalizm olağanüstü derecede ilgi çekici bir ideolojidir. Darwin kapitalizmin klasik döneminde yetişiyor. Tamamen sermayeci bir kafayla düşünüyor. Marx, Darwin’de manevi hiçbir şey olmadığı için ona hayrandır. İçyüzünü ya görmüş görmezlikten gelmiş ya da görmemiş.

İçyüz derken, “Kapitalizme hizmet etmek için uydurdu mu” diyorsunuz?

Evet. Ben evrimi değil evrimciliği yargılıyorum, reddediyorum. Evrim biyolojinin bir koludur, canlıların bilimsel anlamdaki açıklanışlarıdır. Genetikle iç içe bağlantısı vardır. Ama evrimcilik temelden hareketle insanı ve insanın oluşturduğu toplumsal yapıyı yargılamaktır. İnsanı ve toplumu biyolojik bir varlık olarak ortaya koymaktır. İnsan ilkece manevi bir varlıktır. Maddi, biyotik esaslardan insanı açıklayamayız.

Peki sizce ruh var mı?

Bana göre var.

Kanıtlanabilir mi?

Hayır, bir inançtır.

Bilim insanı olarak bunu söylediğinizde bilime ters düşmüş olmuyor musunuz?

Hayır, düşmüyorum. Bilim açısından ruhu açıklamıyorum. Bilimde ruha dayalı hiçbir açıklamada bulunamam. Bu yüzden de benim gözümde toplum bilimleri bilim değildir. Sosyoloji, psikoloji falan bilim değildir. Fizik, kimya, biyolojinin de kimyaya, fiziğe bitişik olan kesimleri bilimdir.

FELSEFEYLE UĞRAŞMAK DİNE AYKIRI DEĞİLDİR’

Meslektaşınız Prof. Yasin Ceylan, “Felsefe ile uğraşan dinden uzaklaşır” diyor. Felsefe ile uğraşmak İslam’a aykırı mıdır?

Hayır değildir. Avrupa’da dört zaman dilimi tespit edilmiştir. İlk çağ, eski çağ, orta çağ, yeni çağ ve beşincisi de çağdaş medeniyettir. Bütün kültürler, istisnasız dinden ortaya çıkmışlardır. Medeniyetleşmiş kültürler de gene din temeline dayanırlar. Din ile kültür iç içe olmuştur. Fakat ’lerin ikinci yarısından itibaren yeni çağ Avrupa medeniyetiyle karşılaşıyoruz. Bu medeniyet, ortaçağ Hıristiyan Avrupa medeniyetine bir başkaldırıdır, ona kılıç çekmiştir. Yeni çağ Avrupa medeniyeti dinden kendisini sıyırmış ve temele felsefe bilimi almıştır. Felsefe bilimin ana yöntemi diyalektiktir. Felsefede şüpheden hareket ediyoruz. Şüphe bilgi üzerine inşa edilir. Bana bildirilen bilgi, kanıtlanabilir cinsten verilen cevap gerçekten kanıtlanabiliyor mu, kanıtlanmıyor mu, şüphe budur. İman bununla tamamıyla ilgisizdir. Benim ilk inanç nesnem kadındır. Annemdi, ondan sonra da sevdiğim, evlendiğim kadındır. Onun bana bildirdiklerinden, onun yaşayışından, tavrından, davranışından ilkece şüphe etmiyorum. Şüphe etmeye başladığım andan itibaren yaşayamam.

Peki, şüphe ettiğiniz andan itibaren imanınız sarsılır mı?

Sarsılır, biter.

Öyleyse neden, “Felsefe ve İslam arasında gerilim yoktur” dediniz.

Hiçbir dinde, dinin koyduğu ilkeler soru konusu kılınamaz.

O zaman felsefe ve İslam arasındaki sınır nerede başlar, nerede biter?

Aralarında sınır yoktur. Din orada bir yerdedir, felsefe burada bir yerdedir. Arada koskocaman bir açıklık var, o açıklık hayattır. Din bizi yaşatır, hayat verir. Felsefenin öyle bir görevi yoktur. Felsefenin annesi ‘bilgelik’te vardı. Ama bilgeliğin evladı olan felsefe, annesinden bu yaşatıcılık yönünü almamıştır.

Bir Müslümanın felsefe ile ilgilenmesi, bu tür şüpheler duyması ve felsefi çerçevede İslam’ı sorgulaması İslam’a aykırı mıdır, değil midir?

Hayır, değildir. Çünkü felsefede sorulabilir sorular vardır, sorulmayacak sorular vardır. Din, “Allah tektir, eşi menendi yoktur” diyor. Bunun kanıtlanabilir bir yanı var mı? Buna ya inanırsınız ya inanmazsınız. Kur’an, Allah’ın kelamıdır ve O, Resul-ü Muhammed’e bunu bildirmiştir. Bunu nasıl kanıtlarsınız? Felsefe bilimin şüphesini hayata sürdüğünüz takdirde, bırakın dini, yaşayamayız.

O noktada mı inanca ihtiyaç duyuluyor?

Gayet tabii. Din bunu sağlıyor.

Gazali’nin felsefecilere kızmasına ne diyorsunuz?

Kızmakta haklı, kanıtlanamaz olayları felsefeye dâhil ediyorlar. “Madde ezeli midir, değil midir?” bunu tartışıyorlar. Bunu tartışamazlar kardeşim. “Yaratılmış mıdır, yaratılmamış mıdır?” Ya inanırsın ya inanmazsın, bitti. Bunun kanıtı yok. Ona kızıyor. Aristoculara tokat atarken, o tokat Aristo’ya da gidiyor. Aristo’nun bir kabahati yok.

AHLAK DİNDEN KAYNAKLANIR’

Felsefeyle uğraşan pek çok insanın ateizme yöneldiğini biliyoruz. Bir felsefeci olarak siz inancınızı nasıl korudunuz?

Olabilir. Din duygusu eğitimin sonucudur. Müslüman bir toplumda dünyaya gelmeseydim, Müslüman olmazdım. İkincisi, Müslümanlığın öbür dinlerde olmayan bir şartı vardır; akıl baliğ olduktan sonra Müslüman olup olmadığınıza kendiniz karar veriyorsunuz. Bu kişisel bir karardır. Bu İslam’ın ana ilkesidir, biz buna niyet diyoruz. Nitekim her ibadet niyete bağlıdır. Bu da bize şekilce yapılmıyor olduğunu gösterir.

Meslektaşınız Prof. Yasin Ceylan, “Din bize bu dünya için değil, öteki dünya için çalışmayı emreder. Bu dünyada mutluluğu tadamayan insan, mutsuz insan ahlaklı olamaz. Ahlaklı olmayan insanın da dünyada bir medeniyet kurması mümkün değildir” diyor.

Burada birbiriyle çelişen olaylar var. İslam’da bu dünya için yaşıyoruz.

İslam’da ahiret hayatı daha ön planda değil midir?

Dini hükümler karşılıksızdır ve bize bunu en iyi bildiren kişi Immanuel Kant’tır. “Ben şunu yapıyorum, karşılığında bunu bekliyorum” diye bir şey dinde yoktur. Ama cenneti vaat ediyor, çünkü bu söylediğimi anlayabilecek kafa yapısında insanlar bir avuç kadardır.

Cennet diye bir şey var mıdır sizce?

Bilmiyorum. Cennete gitmek için görevimi yerine getirmiyorum.

Neden getiriyorsunuz?

Görevdir diye getiriyorum. Ders vermek benim ödevimdir. Benim maaşımı da kesseler yine de ders vermeye devam edeceğim. Ders sırasında annemin ölüm haberi geldi. Dersimi kesmedim, devam ettim. Çünkü karşımdaki insanların annemin ölmesiyle bir ilgisi yoktur. Tiyatrocuların, “Oyun devam etmelidir” diye bir lafı vardır. Dinde hak yoktur. Hakkı, yeniçağ Avrupa medeniyeti çıkarmıştır. O zihniyetten sermayeci, kapitalist ideoloji ortaya çıkmıştır.

Din yalnızca görev olarak yaşanırsa, o inanan mutlu olabilir mi?

Din mutluluk sağlama kurumu değildir ve bunu Peygamber çok açık bir biçimde bildiriyor, “Mümine dünya hayatı cehennemdir” diyor. Mutluluk geçici bir şeydir, kalıcı bir tarafı yoktur. Hayatta kalıcılığı aramak zorundayız. Aristoteles, “Ödevini yerine getirerek ölen insan son nefesini verirken mutlu ölür” diyor. Henüz ölmediğim için bilmiyorum.

Mutsuz insan ahlaklı olabilir mi?

Ahlaklı olmak zorundadır ve ahlak dinden kaynaklanır. “Dinsiz insanlar ahlaklı değil midir?” diye soracaksınız. Gençlik yıllarımda eski komünistlere “Eski tüfek” derlerdi. Babamdan sonra gördüğüm en tutarlı ahlaklı adamlar bunlardı.

Demek ki imansız insanlar da ahlaklı olabiliyor.

Ama onlar dini, bir ihtimalle Tanrı’yı inkâr ederken yetiştikleri ortam din ortamıydı. Osmanlı çocuklarıydı.

Ama bugün anne babası ateist olan, en başından itibaren ateist olarak yetişen pek çok ahlaklı insan var. Bunu nasıl açıklayacaksınız?

Acaba öyle mi? Onlar da o ahlaklı insanların yetiştirdiği çocuklardı. Torunların torunları dinsiz bir ortamda yetişmişlerse o dedelerinin, ninelerinin ahlakını sürdürüyorlar mı, bilmiyorum. Çünkü zorlayıcı bir neden yoksa niye bu eziyete katlanalım? Dünyada en zorlayıcı etken Allah’ın her an, her durumda teftiş ediyor olmasıdır.

Ama tam da böyle bir cezaya uğrama duygusu olmadan ahlaklı olmak daha erdemli bir şey değil midir?

Bir aykırı iş yapacağım, çok canım çekti. Mesela, benim hastalığım kitaptır. Kitap rafından kaç kere içimden, “Şunu çekip götürsem” diye geçmiştir. Benim o kitabı oradan aşırmamı önleyen bir kuvvet var. “Tamamen Tanrı’ya inanmıyorum ama yine de almıyorum” düşüncesi, derin bir devlet gibi derin bir Tanrı fısıldayışıdır.

Ama insanlığın ortak çıkarına ve bir tür mantıksal iyi insan olma güdüsüne bağlı olamaz mı?

Neden iyi insan olayım? İyi insan olmanın ne lüzumu var?

Mutlu, huzurlu olabilmek için

Huzuru bana o sağlamaz. Çünkü ben her türlü pisliği yapan, zulmü işleyen canavar mesabesinde insanlar tanıdım. Gözünü kırpmadan çocukları öldürüyorlardı.

DEİZM GEÇERLİ BİR GÖRÜŞ DEĞİLDİR’

Peki ya deizm? Prof. Yasin Ceylan, “Gençler arasında deizmin yaygınlaşması normal” diyor

Biricik dostum Yasin’e (Ceylan) ben burada katılmıyorum. Deizm geçerli bir görüş değildir. Dinden bağımsız Tanrı görüşü olmaz. Deizmi dinden bağımsız olarak geliştiremezsiniz. Tanrı fikrini bize din veriyor. Din olmadan Tanrı’yı bilemem. Bana Tanrı’yı bildiren dindir.

Yasin Bey, “Bir itici, yaratıcı güç var ama bunun ne olduğunu açıklayamıyoruz, semavi dinlerin anlattığı Tanrı bunu karşılamıyor” diyor

İslam bize Tanrı’yı anlatmıyor, Tanrı’nın ne olduğuna dair bir tasvirde bulunmuyor. Tanrı, felsefi anlamda tamamıyla bilinmez bir sahadır. Bırakın bilinmeyi, düşünülmez bir sahadır. Çünkü mantıkça saçmadır. Madem düşünme kabiliyetimin dinamosu akıldır, madem dince akıl Allah’ın yarattığıdır; yaratılandan hareketle yaratanı yakalamaya imkânım yoktur.

Dinin bugünkü temsillerinin dünyaya getirdiği kötülüğü gerekçe göstererek insanların dinden soğumasına ne diyorsunuz?

Kötü öğretimin sonucudur. Böyle öğretmeyen okullar, çevreler de var. İlle yobaz dediğimiz çevreler dinin tek örneği değil. Dini böyle öğretmeyen yığınla çevre gösterebilirim.

İSLAM ATEİSTLERİN ÖLDÜRÜLMESİNİ EMREDER Mİ?

Cihatçı Selefiliğin İslam’da yeri var mı? DEAŞ, “Kâfirleri öldürüyoruz çünkü Kuran’da bu emrediliyor” diyor

Ama Kuran’da kâfirin tarifi vardır. Öldürdükleri insanlar o tarife uyuyor mu bakalım? Kâfir demek, hakikati topyekûn inkâr eden insan demektir. İslam’dan farklı bir hakikate inanıyor olabilirim. Budacı, Mecusi olabilirim.

Ya ateistseniz?

O zor bir soru. “Tanrı yoktur” demek küfür olur ama bir fakihin Tanrı’yı inkâr eden kişiyi idama mahkûm edip etmeyeceği de şüphelidir.

Peki bir Müslüman bir ateisti din adına öldürebilir mi?

Hayır, onu siz öldüremezsiniz. Mahkeme etme yetkisine sahip olan bir kurum, idamına ya da başka bir cezaya karar verebilir. Ben ölüm cezasına karşıyım. Din, İslam bana bu kadar hareket etme yetkisini veriyor. Kişi cezalandırılır ama ille idam gerektirmez. Zina etmiş kişiler taşlanır. Koskoca Osmanlı tarihinde sadece iki kere taşlama, recm vardır.

GÜNÜN İHTİYAÇLARINA CEVAP VERECEK BİR DİN ÖĞRETİSİ LAZIM’

İslam’ın şu anki meselesi yeniden kaynaklara dönüş mü yoksa kaynaklardan kopuş mu?

İkisi de kaynaklarını konuşturarak günün şartlarına, sorularına cevap getirmesi gerekiyor. Müslümanlık dünya işlerine doğrudan doğruya müdahale etmez. Müslümanlığı dikkate alarak bir öğreti inşa edilmesi lazım. İslamcılığın en büyük hatası, suçu “Doğrudan İslam’a dayanarak dünyaya şekil veriyorum” demesidir. Yani dini siyasete alet etmek “Allah otoritesini kullanarak insanlara çekidüzen veriyorum” demektir. Dini siyasete alet ettiğinizde son dayanağınız son başvuru merciiniz olan dini mahvediyorsunuz, ayaklar altına alıyorsunuz. Dinden hareketle dinin kaynaklarını kullanarak günün ihtiyaçlarına cevap verecek bir öğretinin kurulması lazım. Bu insan elinden çıkar.

Peki bu anlamda İslam’ın aydınlanma çağı yaşandı mı yoksa yaşanmalı mı?

Yaşanmadı, yaşanmalıdır. Biz yaşamadık. Avrupa’da yaşanan da insanlığın iyiliğine yönelik bir aydınlama değildi. Kapitalizmin iyiliğine yönelikti.

Evrim Aldatmacası

Adnan Oktar (Harun Yahya) Geride bıraktığımız yüzyıl, belaların, acıların, katliamların, sefaletin, büyük yıkımlar getiren savaş ve çatışmaların yüzyılıydı. Milyonlarca insan bir hiç uğruna, sapkın ideolojilere hizmet adına öldürüldü, katledildi, açlığa ve ölüme terk edildi, bakımsız, evsiz barksız, korumasız bırakıldı. Milyonlarcası, hayvanlara bile reva görülmeyecek, insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Tüm bu acıların ve belaların altında ise hemen her zaman despotların ve diktatörlerin imzası oldu: Stalin, Lenin, Trotsky, Mao, Pol Pot, Hitler, Mussolini, Franco… Bu isimlerden kimi aynı ideolojiyi paylaşırken, kimi de birbirine ölümüne düşmandı. İdeolojilerinin birbirlerine karşı olması nedeniyle kitleleri çatışmaya sürüklediler; kardeşi kardeşe düşman ettiler; savaşlar çıkarttılar; bombalar attırdılar; arabaları, evleri, dükkanları yakıp yıktırdılar; mitingler düzenlettiler; ellerine silah vererek hiç acımadan gençleri, yaşlıları, kadınları, çocukları, erkekleri öldüresiye dövdürttüler; kurşuna dizdirdiler… Sırf başka bir fikri savunuyor diye bir insanın yüzüne silah doğrultup, gözlerinin içine bakarak öldürebildiler; başını ayakları ile ezebilecek kadar acımasızlaşabildiler; kadın, çocuk, yaşlı demeden insanları evlerinden, yurtlarından sürdülerGeçtiğimiz yüzyılın belalar tablosu özetle böyledir. Karşıt fikirleri savunan birkaç ideoloji ve bu ideolojilerini savunmak uğruna insanlığı acıya ve kana boğan insanlar…. İnsanlığa karanlık günler yaşatan bu ideolojilerin başında faşizm ve komünizm gelir. Bunlar birbirine düşman ve birbirini yok etmeye çalışan fikirler olarak görülür. Ne var ki, ortada son derece ilginç bir gerçek bulunmaktadır: Bu ideolojilerin hepsi tek bir fikri kaynaktan beslenmekte, o kaynaktan güç ve destek almakta ve o kaynak sayesinde kitleleri ikna ederek kendi saflarına çekebilmektedirler. Bu kaynak, ilk bakışta kesinlikle dikkat çekmemiş, bugüne kadar hep perdenin arkasında kalmış, insanlara hep masum görünen yüzünü göstermiştir. İşte bu kaynak materyalist felsefe ve onun tabiata uyarlanmış hali olan DARWINİZM'dir. Sümerler'den ve Eski Yunan'dan kalma bir efsanenin, yüzyılda Charles Darwin isimli amatör bir biyolog tarafından tekrar şekillendirilmesiyle ortaya çıkan Darwinizm, o tarihten bu yana, insanlık için ne kadar zararlı ideoloji varsa, onların hepsinin fikri altyapısını oluşturdu. Sözde bilimsel bir görünüm çizerek, bu ideolojilere ve taraftarlarının uygulamalarına sahte bir meşruiyet kazandırdı. Bu sahte meşruiyetle evrim teorisi, kısa bir sürede biyoloji ve paleontoloji gibi bilim dallarının dışına çıkarak, insan ilişkilerinden tarihin yorumlanmasına, politikadan toplum hayatına kadar birçok alanda etkili olmaya başladı. Darwinizm'in özellikle bazı iddiaları, yüzyılda hareketlenmeye ve şekillenmeye başlayan birçok fikir akımını desteklediği için bu çevrelerden geniş bir destek aldı. Özellikle doğada canlılar arasında bir "yaşam mücadelesi" olduğu ve bu mücadelenin sonucunda "güçlü olanların yaşadıkları, diğerlerinin ise ezilerek yok edildikleri" fikri, insan davranışlarına ve düşüncesine de uygulanmaya çalışıldı. Darwinizm'in "doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu" iddiası toplumlara ve insanlara uygulandığında Hitler'in üstün ırkı oluşturma saplantısı, Marx'ın "insanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir" iddiası, kapitalizmin "güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmelerini" öngörmesi, üçüncü dünya ülkelerinin İngiltere gibi emperyalist ülkeler tarafından sömürülmeleri, insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, zencilerin hala ırkçı saldırılar ve ayrımcılıkla yüz yüze olması meşruiyet kazanmış oluyordu.

evrim teorisi kuran'da yazıyor

  • süleyman ateş; darwin&#x;e karşıyım ama bilimde sansür olmaz. kuran&#x;a göre insan bir evrim geçirmiştir. ama darwin&#x;in dediğin gibi insan maymundan gelmiş değildir. kuran&#x;da insanın henüz halife olmazdan önce, yani yeryüzünde allah&#x;ın temsilcisi olmazdan önce barbar, kan dökücü bir canavar gibi olduğu söyleniyor. ama akıl potansiyeliyle insan olgunlaşıyor ve yeryüzündeki varlıklara hakim olacak duruma geliyor. bu allah&#x;ın bir lütfu sayesinde oluyor. bakara suresinin ayetlerinde buna işaret edilmektedir. insan suresinde ise insan kendisinin hiç anılmadığı uzun zamandan geçmedi mi diye buyurulmaktadır. yani insan daha insan değildi ama insan olma yönüne yönlendirilmişti.

  • eger evrim teorisi bilimsel bulgularla reddedilmesi zor hale gelecek olursa, zaten bu söz söylenecektir.

    bilimsel bulgular, ortaya ciktigi dönemlerde her zaman dinler tarafindan reddedilmis, ne zaman ki deliller ve deneylerle yüksek düzeyde dogrulanmaya baslanmis, dinler tarafindan "bak, zaten kitapta var idi. celismiyor bu dinimiz ile" söylevi edilerek sahiplenilmistir.

    evrim teorisi icin de durumun farkli olacagini kimse düsünmesin. cunku bu teori, oldukca saglam dayanaklara, delillere ve köklü bir gecmise sahip. sadece daha fazla calisilmasi ve somut elle tutulur güclü delillerle desteklenmeye ihtiyac duyuyor. zaten teoriyi hakkıyla bilenler, karsi cikilamaz hale gelmesine fazla vakit kalmadiginin da farkinda

  • (bkz: darwin e sordum haberler iyi dedi)
    (bkz: sipeyşıl tenks to ahsen unakıtan)

  • (bkz: evrim teorisi islam ile celisir mi)
    (bkz: evrim teorisini kabul eden muslumanlar)

  • (bkz: senin adamin gol diyo)

  • bütün doğa olaylarını kuran'ı kılavuz alarak yorumlayan zihniyetin sarfedeceği sözdür. bu tiplere göre kanunların,teorilerin pek çoğu kuran'da zaten yazmaktadır. sadece doğa bilimleri için değil sosyal bilimler için bile bu jargondan konuşurlar. sonra da bilime pek de ihtiyaç yok biz olayları zaten kuran'a göre yorumluyoza getirirler.

    (bkz: bu zaten kuran'da yazıyo ki)

  • (bkz: #)

  • (bkz: oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır)

  • teorisi değil ama evrimin kendisi tesadüfü reddetmek ve allah'ın müdahalesini kabul etmek şartıyla bir çok yerde kur'an da yazmaktadır. tabii ki allah daha doğrusunu bilir. insanın adem olmadan önceki halinde de aşamalardan geçtiği, bütün canlıların sudan yaratıldığı, evrenin aşamalardan geçerek yaratıldığı değişik ayetlerde anlatılır. zaten söylenir ki meleklerin insanın halifeliğine yani adem'e isimlerin yüklenmesindeki itirazları adem yaratılmadan önce de insan türlerinin olduğunu kanıtlar ki bu biyolojik olarak insanın atası olmakla birlikte ontolojik olarak adem oğulları ayrı bir tür gibidir.

    o küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. her canlı şeyi sudan oluşturduk. hâlâ iman etmeyecekler mi? (bkz: enbiya suresi) ayet

    allah, tüm canlıları sudan yarattı. onlardan kimileri karnı üzerinde yürür, kimileri iki ayak üstünde yürür, kimileri de dört ayak üstünde. allah dilediğini yaratıyor, allah her şeye kadirdir. (bkz: nur suresi) ayet

    insan üzerinden, henüz anılan bir şey olmadığı bir süre geçmedi mi zamandan? (bkz: insan suresi) 1. ayet.

    onun ayetlerinden biri de sizi, topraktan yaratmış olmasıdır. sonra siz bir insan türü oldunuz, her tarafa yayılıyorsunuz. (bkz: rum suresi) ayet

  • (bkz: tanrının bir gün durduk yere zenciyi yaratması)

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir