* Görsel: Fotoromandan bir sayfa.
Deniz Gezmiş'in hayatını anlatan "Aşk Olsun Çocuk" her hafta binlerce okur tarafından cep telefonu ekranlarında okunuyor ve paylaşılıyor.
Kitap, ismini şair Can Yücel'in Deniz Gezmiş için yazdığı "Mare Nostrum" (Bizim Deniz) şiirinden alıyor.
Deniz Gezmiş'in idam edilmesiyle biten fotoromanın son bölümü 28 Ağustos Pazar günü yayımlanacak.
Kitabın yazarı ve görsel sanatçı Ali Cabbar, çalışmanın kendi türünün ilk örneği olduğunu söylüyor:
"Çevrimiçi medyada her zaman elektronik kitap bulunabiliyor ama her hafta devam eden, canlı yayın gibi yazılıp paylaşılan, eski deyişle 'tefrika' bir fotoroman örneği 'Aşk Olsun Çocuk' dışında yok. Üstelik ücretsiz ve reklamlarla kesilmiyor! Ölümünün yılında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını bu sıradışı eserle anmak ve tüm 68 kuşağı gençlerine selam göndermek istedim."
Kitapta Deniz Gezmiş'in hayatı anlatılırken Türkiye ve dünya tarihinden referanslarla kitaba canlı bir anlatım kazandırılıyor.
Kitapta, Deniz Gezmiş'in ilk gençlik yıllarındaki politik anlatıların yanı sıra, Gezmiş ilkokul sıralarındayken 'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) süt yardımı kapsamında süt tozunun suyla karıştırılıp öğrencilere içirilmesi gibi bilgilere de yer veriliyor.
Kitapta Deniz Gezmiş'in politik mücadelesine ait daha önce yayımlanmamış bazı bilgiler de yer alıyor. Bu ise Deniz Gezmiş'in yakın arkadaşı olan bir grup 68'linin, yazar Ali Cabbar'a gönüllü danışmanlık yapması sayesinde gerçekleşiyor.
Fotoromanın yeni ve eski sayılarının tamamınını okumak için tıklayın.
(TY)
imdiye kadar bu sayfada, gerek hazrlk gerek uygulama bakmndan birkaç saati amayan etkinlikler paylatk. Bu sefer ise kütüphane enlikleri, dönem ya da ylsonu gösterileri, veli günü gibi vesilelerle bir sunumla taçlanabilecek, daha kapsaml bir ön çalma gerektiren, genç okurlarn bizzat hazrlayaca çok keyifli bir okumay tevik etkinliiyle karnzdayz.
Yazan: Suzan Geridönmez
Ya grubu: 12 +
Süre: 1 ay +
Malzeme: Dijital kamera, deiik rollere bürünmek için (eski) kyafet, sunum programnn yüklü olduu bilgisayar, yazc
Amaç: Bir eserin (öykü ya da roman) farkl sanatsal biçimlerle uyarlanarak yeniden yorumlanmas. Orijinal eserin farkl bir bak açsyla, özgürce yorumlanabilmesini olanakl klan derinlikli bir okumann gerçekletirilmesi.
Hazrlk: Seçilen eserin snfça okunmas. Edebiyat/Türkçe öretmeninin yönlendirmesiyle kitabn ana karakterlerinin, olay örgüsünün, tarihsel, psikolojik ve sosyal arka plannn, kurgusunun, gizli ya da açk mesajlarnn vb. çözümlenmesi.
Uygulama: Derinlemesine bir tahlile tabi tutulan eserin fotoromana dönütürme amac örencilere açklanr. Bundan sonra örencilerin özgür ve bamsz çalabilmesi için hazrlk aamalar tanmlanr:
“Eseri fotoromana uyarlarken yeniden yorumlamak (örnein günümüze adapte etmek, feminist bir bak açsyla ele almak, mizahi bir boyut kazandrmak) istiyor muyuz? Bunu nasl yapabiliriz?” sorularna yant aramak.
“Hikâyenin akn, can alc sahnelerini yaklak kaç fotoraf karesine sdrabiliriz?” 30’dan az 50’den fazla olmamas gereken karelerin önden tasarlanmas. Mimikler, dekor ve kostüm ihtiyaçlar, sahnelerin nerede çekilecei gibi noktalarn belirlenmesi, not edilmesi.
Farkl karakterleri canlandracak örencilerin seçilmesi. Rollerin datlmas.
Grup çalmasyla hazrlk evresini tamamlayan örenciler pratik uygulama aamasna balar. Bunun için projeyi yöneten öretmenin gözetiminde:
Fotoromann banda karakterleri tek tek tantmak amaçl fotoraflar çekilir.
Önceden saptanan, not edilen sahne, rol alan örencilerce canlandrlr. Her sahneden sonrasnda en uygun, beenilen kareyi seçmek üzere fotoraf çekilir.
Çekim sonras nihai fotoraf karelerinin seçimi yaplr. Gerektii takdirde baz sahneler yeniden çekilir.
Metin çalmas: Sahneler için alt yazlar ve konuma balonlar hazrlanr. Bunlarla birlikte balk, kapak ve iç kapakta yer alan yazlara karar verilir. Varsa önsöz, içindekiler ile birlikte daktilo edilip, bilgisara aktarlr.
Hepsi bir bilgisayar sunumuna dönütürülür.
Sunum: Fotoromann sunumu örenciler tarafndan özel bir günde yaplabilecei gibi, ek ya da alternatif olarak fotoromann uygun bir metin – grafik programyla düzenlenmesi, basl hale getirilmesi, ciltlenmesi ve okul kütüphanesine balanmas da düünülebilir.
Show More
DUVAR - Bir söz vardr, “Yiit nâmyla anlr!” Ondan bahsedildi mi, adndan çok nâm söylenir: Fotoroman Kral. Sanki adnn önüne bu unvan eklenmezse onu kimse tanmayacakm gibi. Onu tanyanlar için Halûk Durak deil, “Fotoroman Kral Halûk Durak”tr. Moda’da muhtelif saatlerde ona tesadüf edebilirsiniz. Uzun boyunun tadnn çkarr gibi, ar ve edâl yürür. Kartpostallarda fotoraflarna baktm. Ara sra dilimizin ucuna gelen bir eyler olur, bir türlü hatrlayamayz. te, “o ey” onun gözlerinde ldyor. Akamüstü oturduk bir kahveye, bural rüzgârlar esiyor… Halûk Bey’i görünce selâm verenler, selâm alanlar… O da hemen herkesi tanyor. Fotoroman Kral marur… Gelip geçenlerden birini bana gösteriyor. “Bak” diyor, “Bu giden adam çok önemli bir insan: Çetin Tunca! Bizim ‘Gelincik’ filmini de çeken, ödüllü bir görüntü yönetmenidir. Nereden geliyor biliyor musun? Her gün saat 11’de tramvaya biner, iskeleye iner. Vapura binip, Beyolu’na geçer. Beyolu’nda sinema camiasndan eski arkadalarnn topland bir yer var. Bu yanda bile her gün oraya gider. Bu insanlar bu ülkenin gizli öhretleridir”. Çetin Tunca’dan konumak, uzak bir ehir görüntüsünden konumak gibi. Halûk Bey, umulmadk zamanlardan söz açyor. Anlar, geçip giden bir gölgede aydnlanyor.
Halûk Durak, Elazl bir ailenin olu. lkokul, ortaokul ve liseyi Elaz’da bitirir. ylnda, üniversite okumak için stanbul’a gelir. Kadköy Rhtm’daki Kadköy Mühendislik ve Mimarlk Özel Okulu’nun Mimarlk Bölümü’ne kaydolur: “Rahmetli babam, okula yakn olsun diye Moda’da, Elif Pastanesi’nin karsnda bana bir ev tuttu. Moda hâlâ sayl semtlerimizden biridir ama o yllarda daha farklyd. Bilim, sanat, siyaset dünyasnn önde gelen isimleri Moda’da yaard. Örnein Fenerbahçe takmnn üç yöneticisi de Modal’yd: Faruk Ilgaz, Tahsin Kaya, Metin Ak… Beiktal olmama ramen bu bana gurur verirdi. Mesleimin zirvesinde olduum yllard. Haldun Taner ile mahalleden tanyorduk. Benim ya grubu Modallarn ‘aabey’ diye hitap ettii biriydi. Haldun Taner, o dönem Milliyet Gazetesi’nde yazyordu. Gazetenin spor servisine sk sk urar; Can Bartu, Altan Erbulak, Namk Sevik, ansal Büyüka gibi isimlerle sohbet ederdim. O günlerin birinde, Ziya engül'le yemee çkacaktk. Aramzda da hararetli bir tartma sürüp gidiyordu. Ziya engül'e ‘Ziyacm eninde sonunda’ dedim. Arkadan bir ses: "Modal!
‘Eninde sonunda deil, önünde sonundadr o. Bir daha duymayaym!’ dedi. Bu sesin sahibi Haldun Taner Usta'yd. Buna bugün dahi dikkat ederim. O yerleik semt kültürü bana kendimi hiç ‘yabanc’ biriymiim gibi hissettirmedi. Mahalle muhakkak bir köesinden sizi kucaklard. Parklar, bahçeler, deniz kenarlar, sokaklar derin ve anlamlyd”. Fakir ama gururlu yllardr, pikaplardan sokaklara krkbeliklerin sesi taar, Kadköy sokaklarndan “Mavi Iklar” geçer. Hey dergisinden artist fotoraflar biriktirilir, aile çay bahçelerinde gazoz içilir. Kalbin kadar temiz bir sayfa açlr, büyüklere “cansz bir hatra” gönderilir. Babalarn kula radyonun ajans haberlerindeyken, genç kzlar srlarn “Güzin Abla”ya anlatr. Nian kz taraf yapar, düün merasimlerinde Dario Moreno’nun “Deniz ve Mehtap” arks çalar. Demirelci ve Karaolanc aileler bu merasimde birlikte elenir. Örenci evlerinde Ruhi Su “longplay”i dinlenir, “Arkada”lara “Hasretinden Prangalar Eskittim” hediye edilir, “Demirbank iyi günler diler” .
Banliyo trenlerinin camndan dünyaya bakan delikanl, Orta Atlas’ta gezinen ellerinin yardmyla yeni bir hayat kurmay düler. Naslsa bulunur onu alp götürecek bir rüzgâr. Öyle de olur. Bütün ilginç hikâyelerde olduu gibi, onun da hayat Beyolu’nda deiir. Beyolu… Henüz haritas çkarlmamtr. Olsa olsa bir su birikintisi, bir ara sokak ahidiniz olur. Çakmak, tütün tabakas, cep aynas, çak satan tezgahlar, k gecelerinde soba yaklan figüran kahveleri, film eritleri, senaryo taslaklar, film afileri dolu çöp kutular, sigara kokusu sinmi hanlar yerli yerindedir. Halûk Durak, bir gün Yeilçam’a girer, yllarca çkamaz: “stiklal Caddesi serüvenler vaat ederdi. Burann birbirine benzeyen tek bir günü olmamtr. Benim hayatm da orada deiti. Okulum bitmi, mesleime balamtm. Arkadalarla bir kahvede oturuyorduk. Otuzlu yalarnda bir bey yanma yaklat. ‘Ben fotoroman yönetmeni Alev Akakar. Günaydn Gazetesi’nin Saklambaç ekine fotoroman yapyorum. Sizinle de bir fotoroman çekmek isterim’ dedi. ardm, bir an ne diyeceimi bilemedim. Çok hzl karar vermem gerekiyordu. Bir an da ‘Olur tabii’ deyiverdim. Alev Bey, Erman Han’daki Çiçek Film’in adresini verdi. Ben tabii o piyasadan kimseyi tanmyorum. Ertesi gün çekinerek gittim. Erman Han, adeta Yeilçam’n kalbiydi. Her katnda en az iki tane yapm irketi vard. Katlar çkyorum: Er Film (Berker nanolu), Özer Film (Enver Özer)… Nihayet Çiçek Film’i buldum. Sahibi Arif Keskiner’di (Çiçek Arif). Kardei Abdurrahman Keskiner'in (Apo Garda) irketi Umut Film ile yazhaneleri müterekti. Kapnn üstünde iki isim yazyordu: Çiçek Film-Umut Film. Sol taraf Arif Keskiner’in odas, sa taraf Abdurrahman Keskiner’in odas. Alev Akakar ile sözletiimiz gibi bulutuk. Ei, sinema sanatçs Nükhet Egeli ile birlikte bir fotoromana baladk. Biter bitmez Saklambaç’n orta sayfasnda yaymland. Böylece hayat hikâyemde bir fotoroman sayfas açld. Çekimler stüdyo ile snrl kalmyordu. stanbul’un her yerindeydik.
Her ey yolunda gidiyordu. Lâkin Sansür Kurulu fotoromanlar da denetlerdi. Bunun da yolunu bulmulard. Senaryoya sansürden geçecek bir ekil verilir, Ankara’ya gönderilir, sonra yönetmen yine bildiini çekerdi. Benden önce de fotoromanlar çekiliyordu ama benimle birlikte yeni bir devir balamt. Örnein Kadir nanr benden önceki dönemdendir, fotoroman çkldr. Fotoromanlar zengin-yoksul, iyi-kötü, kadn-erkek, güzel- çirkin vb. gibi kartlklara dayanan hikâyelerden üretilirdi. Fotoromanda oynamann kriteri yakkl veya güzel olmakt! Görsellik çok önemliydi. 'Cumartesi Saat Dörtte', senaryosu fotoroman için yazlm ilk fotoromand, ondan öncekiler bir filmden uyarlamayd. Örnein Türkan oray’n Can Gürzap ile oynad ‘Metres’ adl film, Bulvar Gazetesi’nde fotoroman olarak yaynlad. Rekor krmt. Gazetelerin tiraj fotoroman ile artard. Ben Bulvar ve Yeni Asr Gazeteleri, Saklambaç ve Renk ilavelerinin fotoromanlarnda oynadm. Türkiye’de en çok fotoroman olan benim. Benim yer aldm bütün fotoromanlar özgün senaryolar üzerine kuruluydu. Senaryolarn çounu Safa Önal yazard. Ben o kadar anslym ki ülkemizde fotoromann duayenleri ile çaltm. Bunlarn banda, Artun Yeres, rfan Tözüm, Samim Deer gelir. Tabiî bu yönetmenlerin yan sra, hatra binaen oynadm fotoromanlar da vard. Nazan Saatçi ile barolünü paylatm 'Sevgim Asla Ölmeyecek' sanrm son fotoromanlarmdand”.
Halûk Bey, ksa sürede fotoromanlarn aranan yüzü olur. Hayatnn deimeye baladnn farkndadr ama bunun tadn çkaracak hiç zaman yoktur. Öyle ki bir seferinde ayn sette, ayn anda iki fotoroman birden çeker, yapmcya söz vermitir, her ikisi de yetimek zorundadr: “Çok zordur fotoroman çekmek. Yönetmenin anlk görüntüyü almas lazm. Sinemada bir bak kaçrsan bile, öbür bakta telafi etme ansn var. Fotoromanda ise o an o konuma balonuna uyman gerekiyor. Bir de insann yüzü öleden sonra oturur. Naçizane tavsiyem sabah –ölen aras stüdyoda fotoraf çektirmeyin. Oysa biz çekimlere çok erken balardk. Sabah 8’de sette olmam lazmd. Delikanllk çamz, gece en erken 1’de yatyoruz. Çekimlere yetimek için Kadköy skelesi’nden kalkan ilk vapura atlardm. Tek tük insan olurdu. Cigarasn yakmaya çalan iskele görevlisi, tezgahtar kzlar, hamallar, fabrika içileri, kaptanlar… Bir de artistler! Örenciler bir sonraki vapurun yolcusuydular. afak vaktinin stanbul’u emekçilerindi. Dünyann hiçbir yerinde bu kadar uykusuzu bir arada göremezsiniz. Bu saatlerde hepsi birbiriyle dost, halden anlayan bir tavr kuanrd.
Youn çalrdk… Bir fotoroman ortalama be-yedi gün aras biterdi. rfan Tözüm bir sinema filmi çeker gibi titiz davranrd. O kadar çok insanla beraber oynadm ki! lk aklma gelenler… Dii eytan’da ehnaz Dilan’la oynadm. Artun Yeres’in yönettii fotoromanlarda Maksim Gazinosu’nda sahneye çkan Pnar Hanze ile beraberdim. Nilgün Sarayl ve kardei Bahar Öztan ile beraber çok çaltk. Sibel Turnagöl, o zamanlar çok genç, on yedi-on sekiz yalarndayd. rfan Tözüm’ün çektii bir fotoromanda benimle birlikte bu camiaya admn att. Sonra dierleri gibi sinemaya geçti. Fotoroman çok rabet gören, çok talep edilen bir sektördü. Tannmak için, halkn seni benimsemesi için iyi bir vitrindi. Türkiye’nin her yerinde hayranlarm vard. Mektup yazan m ararsn, iir yollayanm m ararsn… Bir gün hiç unutmam, k mevsimi. Karanlk bir hava. Rumeli Caddesi’nde çekim yapyoruz. Ac bir fren sesi duyduk. Genç bir kz, bana doru komak için arabann önüne atlm. Kotu, boynuma sarld! Birden neye uradm ardm”.
Halûk Bey’in yldz parlar. Mimarlk mesleini brakr, hayatn fotoromandan kazanmaya balar. Fotoroman oyunculuu ona baka kaplar açlmasna vesile olur: “Çekimlere baladktan bir hafta sonra Çiçek Film’den arandm. ‘ManAjans’tan seni aryorlar’ dediler. Ben de o zamanlar piyasay hiç bilmiyorum. ‘Hayrdr?’ dedim, ‘Bunlar da fotoroman ii mi yapyorlar?’ ‘Yok yahu, buras reklam ajans. Seninle görümek istiyorlar. Bir hanmefendi telefon numaras brakt’ dediler. Hemen aradm. Hanmefendi beni ajansa davet etti. Ertesi gün Esentepe’ye ManAjans’a gittim. çeri bir girdim ki… Karlatm manzara beni çok mutlu etti. Kocaman bir pano ve o panoda benim fotoromanlardan kesilip tutturulmu en az on fotorafm!” Onlar görünce çok mutlu oldum. Reklam filminde fotomodellik teklif ettiler. ‘Reklamn türü ne?’ dedim. ‘Türkiye’de tantmn ilk defa sizin yapacanz Derby tra bça!’ dediler. Hemen reklam çekimlerine baladk. Bana teklif edilen ücret aklmn ucundan bile geçmezdi. Böylece reklam dünyasna adm atm oldum. Bir anda hem fotoromanda hem de reklam filmlerinde oynamaya baladm. Aranan bir fotomodel oldum. Tra bçandan sonra KP’in reklamnda oynadm: ‘Erkekler çin Erkekçe Giyim’. Sonradan Haydarabad Nizam’nn kars olarak oldukça ünlü ve varlkl bir insan olan Manolya Onur, o yllarda gencecikti. Ankara’dan yeni gelmi bir güzellik kraliçesiydi. Nianta’nda pansiyonda kalrd. Onunla Eros ç Çamarlar’nn reklamlarnda oynadm. Slogann da unutmam: ‘Kadnda Güzellik, Erkekte Eros’. Televizyon reklamlar da çektik. En son 90’lar banda Eti Bank reklamnda oynadm”.
Halûk Bey artk reklamlarn aranan yüzü, fotoromanlarn “kral”dr. Yüzü tarada yollar, yolculuklar düleyen kadnlarn ezberindedir. Genç kz odalarndaki endam aynalarnda sureti asl kalr. Bununla da yetinmez. Krmz-mavi kapl harita metod defterinin arasnda kartpostallar biriktirilmeye balanr: “Kartpostallar o dönem çok önemliydi. Bu sektörde rahmetli Tark Akan ile baa baa giderdik. Çidem bilir ile çok kartpostalmz vard. O da sonradan sinema oyuncusu oldu. Bayram, ylba vs. öncesi ajanslara sipari gelirdi: ‘Bize Halûk Durak’l kartpostal gönderin’. Müthi satlrd. Hiçbir ii küçümsemeyin. Bu iin de geri plânnda youn bir emek vard. Çok ciddi prodüksiyonlar, set çalanlar hatrlyorum. Bir dönem gelin –damat konseptinde kartpostallar çok tuttu. Serpil Çakmakl, sinemaya adm atmadan öce ilk çalmasn benimle yapt. Kartpostallarda yan yana pozlar verdik. Sanrm on yedi yalarndayd. Üç sene önce Moda Caddesi’ndeki As Sinemas’nn (Günümüzde Moda Sport Universe) oradan yürüyorum. Biri arkamdan sesleniyor: ‘Halûk Beeey, Halûk Beyyy… ‘ Yeri gelmiken unu da söylemekte fayda var. Bizim kuan ünlüleri hayranlarn asla krmazd, tanmadn belli ama buna ramen o kiiye saygyla yaklamak, sanki tanyormusun gibi davranmak kabul görürdü. ‘Buyrun’ dedim… ‘Sizi görünce çok heyecanlandm. 80’li yllarda, Güneydou’da askerdim. Bayramda bana bir kartpostal geldi, Serpil Çakmakl ve siz vardnz. Hâlâ evimin baköesinde durur' dedi. Çok duygulandm, nerelere gittim… “
’lerde stiklal Caddesi’nde, srtnda yakas kalkk bir ceket, cebinde imzalad artist fotoraflaryla bir “kral” dolar. Kadnlar kalplerinin en genç kz köesini ona ayrr. Beyolu tarihinde fiyakal bir sayfa daha açlr: “Bu arada sinemadan teklif geldi. Çok youndum, sinemaya fazla zaman ayramadm. Bir gün Uur Film’nden beni aradlar. Uur Film, Memduh Ün ve erif Gören’in irketiydi. erif Gören, ‘Gelincik’ diye bir film çekecekmi. Cüneyt Arkn, Fatma Girik ve benim oynamam istiyormu. Çekimler için Side’ye gittik. Aa yukar yirmi gün Side’de kaldk. Cüneyt Arkn ailesi ile birlikte geldi: ei Betûl Hanm, oullar Murat ve Kaan. Cüneyt Arkn ailesine çok dükündü. Fatma Girik, ‘çekimin olmad bir gün denize gidelim’ dedi. Fatma, Türk sinemasnn en farkl karakterlerindendir. nsan sevgisinin yan sra hayvan dostuydu. Levent’teki evinde dört cins köpek beslerdi. Köpek sevgisinin youn olduunu biliyordum da bu kadarn tahmin etmemitim. Fatma ile beraber bir koya gittik. Havlularmz serdik oturuyoruz, kimse yok. Baktm, bize doru babo bir sokak hayvan geliyor. Takibe aldm. Fatma köpei görünce çok sevindi, sevmeye balad. Anszn köpek Fatma’y srd. Ben çok korktum. ‘Hadi, doktora gidiyoruz’ dedim. Fatma, gayet sakin… Gitti, elini deniz suyuna soktu. ‘Birazdan kan durur’ dedi. Sonra da çantasndan çkard bir fular ile elini sard. Hiçbir ey olmam gibi de denize girdi, çkt. Bunu hiç unutmam”.
Halûk Bey, zaman içinde sinema dünyasndan hemen herkesle tanr, dost olur. Artk Beyolu’nun “yerli”si saylr. Öyle ki iskambil oynayan kabadaylar, vatmanlar, Karaköy rhtmnda barbut atanlar, kasketi yana ykk serserilerle de iyi geçinmesini örenir. Set içilerine, emekçilerine sahip çkar. Beyolu o zamanlar bir sinemalar semtidir: “Filmi çektik, bitti. Pazartesi günü Atlas Sinemas’nda vizyona girdi. O yllarda sinemalarda ‘fener’ dedikleri bir kl afi hazrlanrd. Çok gösterili olurdu. Pazartesi gününü iple çektim, heyecanla Beyolu’na çktm. O fenerde, Cüneyt Arkn, Fatma Girik, Halûk Durak adn görünce bir keyiflendim ki. Elmada’a kadar yürüdüm. Divan Oteli’nin karsnda an Sinemas vard. Orda da gösterimdeydi. Ne yllard… Düünsenize bir gecede üç reklam filmim birden oynuyor, yüzlerce kartpostaldaym, sinema salonlarnda filmim oynuyor. O yata bir insan daha ne ister?”
Ksa sürede öhret olmasna ramen, yol göstereni yoktur. Kendi yolunu kendisi bulur. Rüyada gezer gibi, el yordamyla… Derken bir film teklifi daha gelir: "Kanun Gücü": “Yine Cüneyt Arkn’la beraber oynuyoruz, üstelik bu filme Cüneyt Arkn yönetmenlik yapyor. Karl k günlerinde, Pera Palas Oteli’nde çalyorduk. Cüneyt, senede on iki film çekiyordu. Karateciydi. Modal Hakk Koar’dan ders almt, siyah kua vard. Havada parende atard! Cüneyt Arkn çok deerli bir sinema oyuncudur. Asla dublör kullanmamtr! Filmi keyifle çektik. lerleyen süreçte arkc-türkücü filmleri furyas balad. Sinema sektöründe birtakm skntlar ba gösterdi. Gelen tekliflere kendimi kapattm”.
O vakitlerde Beyolu daha çok sinemaclarndr. Mekânlar müdavimleri ile birlikte anlr. Erman Han’n alt katndaki Papirüs Bar’da, pazartesi ve cuma günleri sinema, tiyatro, edebiyat dünyasnn isimleri toplanr: “Yaar Kemal bütün ekibin bayd, masalara tatl tatl satard. Rak içilirdi. O gürültü patrtnn içinde, Safa Önal da senaryo yazard! Papirüs’ten çkar, Taksim Sanat’a giderdik. Papirüs, Çiçek Bar’n öncüsüydü. Çiçek Bar, balangçta Çiçek Film’in yazhanesiydi. Bir gün Tark Akan, yakn dostu Çiçek Arif’e, ‘Yahu biz senin yazhanene gelip, içki içiyoruz. Sen iyisi mi buray bara çevir. Hem sen para kazanrsn hem de bizim gibi insanlar bir mekân kazanr’ demi. Arif’in de aklna yatm ki oray bar yapm. Ben ömrümde Çiçek Arif kadar entelektüel seviyesi yüksek, her kesimden insan tanyan, herkes tarafndan sevilen bir insan görmedim”.
Zamanlar geçer… Türkiye için 70’ler tarihin ve toplumun vicdannda derin yaralar açar. 12 Mart Muhtras, Deniz Gezmi ve arkadalarnn idam, Mara Katliam, Kanl 1 Mays, saysz hak ihlali ve tutuklamalar toplumsal bellekten silinmez. 12 Eylül Darbesi’nin biçimlendirdii 80’li yllarn bedelini de gencecik insanlar öder. Toplumdaki siyasi ve ekonomik sarsntlar, kaçnlmaz biçimde kültür-sanat dünyasna da yansr. Halûk Bey de yava yava fotoroman-kartpostal-sinema sektöründen çekilir. Onun da bir parças olduu dönemin popüler kültürü masumiyetini yitirmitir. Gelen teklifleri reddeder. Renkli televizyonlarn yaygnlamas fotoroman devrini kapatr. lk mesleine döner, mimarlk ofisinde çalmaya balar. Yllar önce Moda Plaj’nda gördüü, o incecik genç kz, Nesime’sini hiç unutmaz. Büyük bir tutkuyla baland Nesime (Kadrgan Durak) hanmefendi ile evlenir. imdilerde dinmi bir saanak gibi, sar okul defterinde sakl.
Görsel sanatçı Ali Cabbar, Deniz Gezmiş’in anısına onun yaşadığı 25 yılı dönemin olayları çerçevesinde anlatan 25 bölümlük bir “politik fotoroman” yaptı, fotoroman web sitesinden bölümler halinde çevrimiçi yayınlanıyor. Hem içerik, hem de format olarak orijinal bir yayın ve ücretsiz olarak herkesin erişimine açık. Aşk Olsun Çocuk, Deniz Gezmiş’in doğduğu ’den idam edildiği ’ye kadar farklı dönemlerin koşullarını gözlerimizin önüne seriyor.
\n\nBu sene Deniz Gezmiş’in idamının yıldönümüydü. Her zamankinden biraz daha fazla gündemimize girdi. Deniz Gezmiş’in, Nâzım Hikmet’in yaygın anılması, kimlerin nasıl andığı beni hep düşündürür. Çünkü bu insanların hayatı darmadağın edilirken, gençler asılırken ortalık ayağa kalkmamış. En azından olanları değiştirecek kadar kitlesel bir itiraz olmamış. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı, 48 “ret” oyuna karşılık “kabul” oyu ile Meclis tarafından onaylanmış. Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş “kabul” oyu kullananlar arasında. (Yayında daha o yıllara gelmedik.) Alpaslan Türkeş veya Süleyman Demirel’i överek anmak benim için bir hassas bir konudur. Olayların gerçek içeriği hafızalardan silinince bir serbestlik geliyor herkese. Örneğin, aynı kişi hem selvi boylum diyerek Deniz Gezmiş güzellemesi yapabiliyor hem de Süleyman Demirel’i sevecen, ‘baba’, entelektüel bir siyasetçi olarak anabiliyor. Üstüne bir de Nâzım şiiri okudunuz mu tamam. Alpaslan Türkeş’in anılması konusuna girmiyorum bile, icraatlarını bilen biliyor zaten. ‘Şeylerin’ içinin boşaltılması.
\n\nYanlış anlaşılmasın, Deniz Gezmiş’lerin veya Nâzım Hikmet’in anılmasına karşı değilim. Söylemeye çalıştığım şey, çok da gecikmeden yanlarında durmayı becermeye dair, biraz taraf olmaya dair. Durduğunuz yerin bir rengi olmalı. Hem idam edileni hem edeni aynı coşku ve tarafgirlikle anamazsınız. Günümüzde de benzer şeyler yaşanıyor. Bugünün gençlerinin önünü kapayanlar, geçmişin gençleri için anmalar düzenliyorlar. Bundan on yıllar sonrası, Gezi olaylarında hayatını kaybedenleri, Gezi davasında yargılananları ‘anlamak ve desteklemek’ için çok geç olacak. Özgürlüklerini kaybettiler, hayatları sekteye uğradı, bugün zindanlarda güzelim günlerini heba ediyorlar. Adaletsizliğe adaletsizlik demek ve bunu zamanında yapmak lazım. Geri döndürülemeyecek şeyler var, 25 yaşında bir genci asmışsın, daha ne! Kim inanır artık söylenenlere, giden geri dönemez bir şekilde gitmiş. Anma ile politik duruş arasındaki bağlantı kopmuş gibi. Bu kopukluk, Deniz Gezmiş’i ve onun katledilmesine ferman veren kişileri aynı hafiflikle anma imkânı sunuyor.
\n\nAli Cabbar’ın kitabı işte bu nedenle beni çok heyecanlandırdı, hem geçmişimiz hem bugünümüz açısından. Çağrışımlar, benzetmeler… Umarım sizler de benim gibi heyecan duyarsınız. Bugünle derdi olanın geçmişe dönüp bakması kaçınılmaz. Nereden baktığımız ise çok önemli.
\n\nBu kitap, bildiğimiz kitaplara benzemiyor: Her şeyden önce bir e-kitap. Ayrıca yazar, kitabı bitirip bir kenara çekilmiş değil. Yayın ve çalışma devam ediyor, günden güne artan okuyucular yorumlarını yazara iletiyorlar. Kitap sanki yaşıyor. Bir okuyucu olarak ben kitabı bitirip kapağını kapattığım zaman kendime sorarım, bu kitapla ilgili ne düşündüm diye. Benim kendi ‘okuyucu deneyimi ezberimi’ de bozdu bu kitap. Son sayfayı okuyup kapatacağım kapak yok, hissedeceklerim henüz bitmedi! Kitabın hikâyesini Ali Cabbar’dan dinleyelim şimdi.
\n\n\n\nAşk Olsun Çocuk fikri nasıl doğdu; neden Deniz Gezmiş’in hayatı?
\n\nBildiğin gibi, 6 Mayıs , Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin yıldönümüydü. İstanbul Belediyesi bile büyük anma etkinlikleri düzenledi. doğumlu Deniz yaşıyor olsaydı, bu yıl 75 yaşında olacaktı. Geçen Aralık ayında, onun üzerine az sayfalı bir sanatçı kitabı yapma fikrim vardı ama çalışmaya başlayınca proje çok gelişti, dallanıp budaklandı ve bugünkü şeklini aldı. Altı aydır üzerinde çalışıyorum.
\n\nDeniz Gezmiş her zaman benim tek çocukluk kahramanım oldu. Onun ve arkadaşlarının yaptığı eylemlerin, polisleri atlatmayı becerdikleri her günün ve yargılanmalarının gazetelerde tefrika halinde yayınlandığı ’li yılların başında 14 yaşında bir yatılı okul öğrencisiydim. Ona hayranlığımdan ben de devrimci oldum. Ayrıca çok şanslıydım, çünkü Deniz’in yakınında olan, Mamak Askerî Cezaevi avlusunda birlikte fotoğraf çektirdiği, birlikte yargılandığı arkadaşlarından bazıları benim de yakın arkadaşım oldu.
\n\n\n\nAli Cabbar
\n\nAşk Olsun Çocuk’u çizgi roman değil de politik fotoroman olarak tanımlıyorsun. Neden?
\n\nBir görsel sanatçı olarak haliyle görsel bir kitap yaptım ve belgesel bir özellik taşısın istedim. Belgesel derken, “light” bir belgesel demek istiyorum. Tarih kitabı yazmak gibi bir kaygım olmadı. Aşk Olsun Çocuk’u “politik fotoroman” olarak tanımlamamın sebeplerinden biri, kitabın görsel malzemesini internet kazılarında bulduğum düşük çözünürlüklü fotoğrafların oluşturması. Ayrıca, fotoroman tarzı kitaplar ilk kez Deniz’in doğduğu yıl İtalya’da yayınlanmaya başlamış. TikTok çağından geriye bakınca pek öyle durmasa da, o döneme göre ileri bir mecraydı. ’lardan ’lere kadar Türkiye’de çok popülerdi. O yıllarda bazı gazetelerin fotoroman ekleri vardı. Bağımsız fotoroman dergileri, kitapları yayınlanıyordu. Türkan Şoray ve Yılmaz Güney gibi büyük yıldızlar bile fotoromanda “oynardı”. Ama bu çalışmayı o dönemin romantik fotoromanlarından ayırmak gerekiyor. Aşk Olsun’un “jönü” çok politik!
\n\nBu fotoroman sadece Deniz Gezmiş’e dair değil. Türkiye ve dünyayı eş zamanlı olarak anlatıyorsun, onun hayatını dönemin olayları içine oturtuyorsun. Kennedy’den bile bahsetmişsin. Döneme bu bütünsel bakış, zamanın koşullarını hatırlatarak ve belki öğreterek –gençleri kastederek böyle diyorum–olan biteni gözlerimizin önüne seriyor. Bunların bir kısmı belki bildiğimiz şeyler ama bir arada olunca, bütüne tekrar bakınca çarpıcı bir etki yaratıyor. Bu bütünlük bana çok etkileyici geldi. Biraz bu konuda dinlemek isterim seni.
\n\nDeniz’i ve ‘68 kuşağını anlamak için onların yaşadığı dönemi anlamak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından dünyaya gelen o kuşak, ABD ile SSCB’nin süper güçler olarak ortaya çıktığı yeni bir dünya düzenine doğdu. ’ların ikinci yarısında Japonya’dan Meksika’ya, Amerika’dan Türkiye’ye, öğrenci eylemleri dünyayı kasıp kavuruyordu. ABD’de siyahlar sivil hak arayışı içerisindeydi. Vietnam Savaşı’na karşı gösteriler yapılıyordu. Küba’da iki kahraman liderin, Fidel ile Che’nin önderlik ettiği bir devrim yaşanıyordu. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada değişim isteği vardı. Deniz’in nasıl şekillendiğini anlamak açısından bu olaylardan bir çerçeve kurmak gerektiğini düşündüm.
\n\nDeniz’in doğduğu ’de başlayıp idam edildiği ’ye kadar süren Aşk Olsun Çocuk, onun yaşadığı her yıla karşılık gelen 25 bölümden oluşuyor. Yılları kendimce önemli bulduğum olayların çerçevesinde anlatıyorum. Bunlar sadece politik olaylar değil, sadece Türkiye’ye dair de değil. O yüzden Kennedy ve Kruşçef kadar Zeki Müren ve Beatles’dan da söz ediyorum.
\n\n\n\nAşk Olsun Çocuk'tan bazı alıntılar. En solda , ortada , sağda yılından ikişer kare.
\n\nDikkatimi çeken başka bir konu da süreklilik. Eski ama tanıdık durumlar. Türkiye çok hızlı değişiyor. Bir sokağa iki yıl ara ile gidiyorsun, sokağı tanıyamıyorsun. Ama bir taraftan da istikrarlı bir şekilde aynı kalan şeyler var; kaybedilen yaşamlar, toplu kıyıma benzeyen iş kazaları, kararı önceden verilmiş, hatta sipariş edilmiş yargılamalar Mesela kitapta bahsettiğin Nâzım Hikmet davasında isimleri değiştir, günümüze uyarlamış olursun…
\n\nNâzım Hikmet ’de hapsediliyor ve 12 yıl yatırılıyor. Neden dersin? Çünkü şiirleri elden ele dolaşıyor ve Deniz Kuvvetleri’ndeki askerler arasında çok okunuyormuş! Ve hatta onları isyana teşvik ediyormuş! Yargılamayı Marmara Denizi’nde gezinen askerî bir gemide subaylar yapıyor. Şaka gibi! Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi Davalarındaki keyfi uygulamalara bakınca sanki tarih tekerrür ediyormuş gibi geliyor.
\n\nFotoromanı hazırlarken çok kitap okudum, saatler boyu internette gezindim, birçok akademik çalışmaya göz attım ve görsel araştırması yaptım. Benim için çok öğretici bir deneyim oldu. Türkiye’de bazı şeyler değişirken bazı şeylerin nasıl da değişmemiş olduğuna şaşırdım. Hikmet Kıvılcımlı 69 yıllık hayatının üçte birini içerde geçiriyor. Suçu kitap yazmak ya da parti kurmak. Aziz Nesin sadece yazdıklarından dolayı onlarca kez tutuklanıyor. O zamanın solcuları, evlerinin karşısındaki elektrik direğine yaslanmış sigara içen bir “sivil” ya da simitçi görünümündeki bir polis tarafından sürekli izleniyor. ’da aranırken Deniz Gezmiş’in evinin karşısına dikilen Kemal isimli polis, ara sıra ısınmak için Denizlerin evinin kapısını çalar, içeri davet edilir ve çay içermiş. Deniz’in babasıyla sohbet edermiş. Garip ama gerçek!
\n\nZaman büyük bir toz bulutu ile kaplıyor her şeyi, unutturuyor. Örneğin artık Türkiye’de gençler 12 Eylül’de yaşananları neredeyse hiç bilmiyorlar. Ama özlenen gerçek değişimin yakınlarda ve gençlik sayesinde olacağına inanıyorum. Ben gençleri beğeniyorum; farklılar, çok akıllılar ve onların önlerini açmak boynumuzun borcu. AşkOlsunÇocuk bence böyle zihin açıcı bir yaklaşıma sahip.
\n\nBırakın gençlerin 12 Eylül’ü bilmiyor oluşunu, o süreci yaşamış olan bizlerin bile hafızasından biraz silindi. Aşk Olsun Çocuk’un kahramanının idam edildiği 12 Mart ise bir on yıl daha uzakta kaldı.
\nBu kitabı yazarken hem biraz hafızaları tazelemek hem de genç kuşakların, eğer yaşasaydı bu yıl 75 yaşında olacak Deniz’i ve onun kuşağını bir parça tanımasını istedim. Deniz Gezmiş adını herkes biliyor, ama 12 Mart’ta, yani ’lerin başında ve o döneme gelene kadar neler yaşandı, pek bilmiyoruz. Bu bilgi günümüz Türkiyesi’ni anlamayı kolaylaştırabilir.
\nDevrimleri her zaman gençler yapar. Normal olanı da bu zaten. Günümüz gençlerinin gündemi daha farklı. Önlerindeki çözülmesi gereken politik sorunlara, Denizlerin zamanında farkında olunmayan çevre sorunları da eklendi. O zamanlar sanayileşmek, ülkelerin kendi kömür ve maden kaynaklarını sınırsızca sanayide kullanması ve üretimin artırılması, ilerlemenin bir parçası olarak görülüyordu. Ama gereksiz tüketim ve aşırı kâr hırsı dünyayı giderek yaşanmaz bir hale getirdi. Gelecek kuşağın Denizleri silahlarının yanında bir de gaz maskesi taşımak zorunda kalacak.
\n\nAşk Olsun Çocuk, bizlerin yaşayarak gördüğü adaletsizliğin ağır tekrarını resimli bir hafiflikle anlatıyor. Her şeyden önemlisi, bunu humor ile yapıyor. Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron’un karısı Eva (Evita) Peron için sağlığı düzelsin diye İstanbul’da mevlit okutulması, Evita’ya telgraf ile haber iletilmesi, sonra İstanbul’da bir Eva Peron Kupası düzenlenmesi kısmı beni çok gülümsetti. Daha önceden hiç duymamıştım bu konuyu. Humor için kitaptan verilebilecek en iyi örneklerden biri. Resmî bir tarih kitabında göreceğimiz bilgi değil, popüler bir haber, zamanın gazetelerinden alıntı.
\n\nEva Peron mevlidini ben de ilk kez araştırmalarım sırasında duydum. Tam da senin tepkini gösterdim. Bu ne absürd bir durum diye düşündüm. Yani bir film senaryosuna eklesek, mutlaka yapımcılar itiraz eder, olmaz böyle şey, çok abartmışsınız der. Ama benzer tuhaflıklara Türkiye’de bugün de rastlıyoruz. Sosyal medya paylaşımları bu tür garipliklerle dolu. Bence bu bilgiler toplumun karakterini ve Türkiye’de nelerin değişip nelerin değişmediğini anlamak açısından çok önemli. Ayrıca, bir nevi hareketsiz bir film olan fotoroman anlatımının akıcılığı için de gerekli. Biraz önce söylediğim ve kitabın önsözünde de belirttiğim gibi, amacım tarihsel bir kitap yazmak olmadı. Bir sanatçı olarak şimdiye kadar açtığım sergilerde konuları ele alış ve sunuş tarzım genelde “kara mizah” olarak yorumlanıyor. Sanırım kitap için konuları seçerken bu karakterim devreye giriyor.
\n\n\n\nKitabın arasındaki bölümleri Deniz Gezmiş’in çocukluk yıllarına rastlıyor, dolayısıyla ondan çok fazla bahsedemiyorum. O nedenle bu tür bilgilerle o yılların genel havasını vermeye çalışıyorum, böyle bir ortamda büyüyen çocukları nasıl etkileyeceği konusunda okuyucuları düşünmeye teşvik ediyorum. Şu sıralarda Denizlerin yakalandığı yılını yazıyorum. O kadar çok olay var ki, eğer Eva Peron mevlidi aynı yıl olsaydı kitaba bu kadar geniş giremezdi.
\n\nBu tür naiflikler ve bizi gülümseten mizahi öğeler, geçmişte olan biten her şeyi affetme, hoş görme gibi bir eğilime yol açar genellikle. ‘Nerde o eski zamanlar’ nostaljisi. Hafifliğin bu türlüsüne düşmekten korkmadın mı, ya da nasıl bir yöntem düşündün?
\n\nEsas olarak fotoromanın bütünlüğünü düşünerek, farklı toplumsal gruplarda yaşananlardan örnekler vermek istedim. Deniz Gezmiş’in çocukluk yıllarının manzarasını bu şekilde çıkardım. O zamanları yaşayan kişilerde nostalji uyandırıyor olabilir, ama o dönemleri olumluyor anlamına gelmiyor. Şimdiye kadar çok fazla yorum yapmadım ama seçtiğim konularda bilinçli bir “yönlendirme” var. Mesela Küba Devrimi’ne çok yer ayırdım, çünkü Denizler büyüdüğünde yaptıkları birçok eylemin referansı ve ilham kaynağı olacak. Yine çok sözünü ettiğim Demokrat Parti hükümeti ve onu destekleyen oy potansiyeli, neredeyse aynı oy oranlarıyla önce Adalet Partisi’ne, sonra ANAP’a ve bugün AKP’ye kaydı. Bugün ortaya çıktığını zannettiğimiz birçok sorun 70 sene öncesinde de mevcut.
\n\n\n\nTürkiye’de çizgi biyografi çok fazla yok. Müjdat Gezen’in Çizgilerle Nâzım Hikmet’i sanırım ilk örnek. Türkçeye çevrilmiş çok sayıda Rius var. Senin esinlendiğin/izlediğin isimler var mı?
\n\nÇizgi roman çok sevdiğim bir tür. Çok şanslıyım, çünkü çizgi roman cenneti Belçika’da yaşıyorum ve kitaplığımda minik bir koleksiyonum var. ’lerde aldığım, Milliyet gazetesinin çıkardığı Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ları, baskı kalitesi olarak diğerlerinin epey gerisinde olmasına rağmen hâlâ raflarımda yerlerini koruyor. Tekrar tekrar okuyorum. Türkiye’deki biyografik çizgi romanlar üzerine bir bilgim yok, ama en son Camus’nün hayatını anlatan çeviri bir çizgi roman görmüştüm.
\n\nDeniz Gezmiş üzerine o kadar çok kitap yazılmış ki, araştırma yaparken farkına vardım ve şaşırdım. Bunların çoğunda karizmasından dolayı –yazarların elinde olmadan– Deniz efsaneleştiriliyor. Aşk Olsun Çocuk’ta çizgi kullanmaktan bilinçli olarak uzak durdum. Bunu bir de çizgiyle sunarsam efsane duygusu katlanacak diye düşündüm. Çünkü çizgi roman farklı bir gerçeklik algısı yaratıyor. Deniz Gezmiş’i anlatırken, çizgi romanda Amerikalıların “Hero” dedikleri türden bir kahraman yaratmak yerine, onun isyankâr kişiliğine dikkat çekmek istiyorum. Ortaya çıktığı haliyle sonradan “politik fotoroman” olarak adlandırdığım bu tarz, kitabın kahramanına bence daha çok yakıştı. Ayakları gerçeğe basan bir anlatım oldu. Okurların tepkisinden hissettiğim kadarıyla çok beğenildi.
\n\nKitabın 25 bölümden oluşacak, her hafta birkaç bölüm çevrimiçi yayınlanıyor, yani bir tür tefrika. Dizi filmlerin bütün bölümlerinin aynı gün seyredildiği günümüzde fotoroman çok eskilerde kalmış bir format değil mi? İlginç bir sentez gibi görünüyor: Tamamen dijital ortamda, fotoroman tefrikası!
\n\nYayın şekli ve formatı tamamen zorunluluktan ortaya çıktı. Aslında A4 boyutlu bir kitap olarak tasarlamaya başladım. Amacım, Denizler’in ölüm yıldönümü olan 6 Mayıs ’ye basılmış kitap olarak yetiştirmekti. Fakat bitiremedim. Bunun üzerine, güncelliğini kaybetmemesi için bitirdiğim bölümleri tefrika halinde, çevrimiçi yayınlamaya karar verdim ve herkesin cep telefonlarında kolay okuyacağı, yeni bir formata dönüştürdüm. Çok da iyi oldu, çok olumlu tepkiler aldım. Ayrıca hem yeni ekran alışkanlıklarına hem de orta yaş grubunun “nostalji” alışkanlığına karşılık verdi.
\n\nTefrika olmasını, yayına başladıktan sonra çok sevdim. Arkası yarın gibi. Her bölümü okuması üç-dört dakika sürüyor. Şimdiye kadar yayınladığım bölümlerde bebek ya da ilkokul öğrencisi olduğu için Deniz Gezmiş’ten fazla bahsedemedim. 10 Haziran’da yayınladığım bölümlerle ’ların başına ulaştık; asıl heyecan birkaç hafta sonra başlayacak! ’ten sonra ise Deniz’i kimse tutamayacak.
\n\nKitap şimdiye kadar yayımlanan bölümleriyle kaç kişiye ulaştı?
\n\nRakamları tam olarak bilmem imkânsız. İlk hafta PDF dosyası olarak kendi mail listemdeki kişilere gönderdim, sosyal medyada paylaştım. Gönderdiğim kişilerin birbiriyle paylaşması sonucu okuyucu sayısı tahminimin üzerinde arttı, Amerika ve Kanada’da yaşayan Türk okurlardan ileti almaya başladım. Okur sayısı konusunda spekülatif bir rakam vermek istemem. Ama şundan eminim; eğer kitap olarak basılsaydı bu kadar okunmazdı. Çevrimiçi yayıncılık konusunda ufkum açıldı.
\n\nKendi mail listemde bile olsalar, okumak istemeyenleri ileti kirlenmesine uğratmamak için ikinci hafta abonelik sistemini başlattım. Sadece okumak isteyenlere, hatırlatma yapmak için her hafta yeni sayının linkini gönderiyorum. Kitabın dosyası giderek büyüyor, yani sayfa sayısı artıyor. Yeni sunum biçimleriyle abonelere kolay ve keyifli bir okuma sunmaya çalışıyorum. İsteyen sadece son yayınlanan bölümleri, isteyen de tüm bölümleri topluca okuyabiliyor. Abone derken yanlış anlaşılmasın, ücret talep etmiyorum. Tamamıyla ücretsiz. Aşağıdaki linke tıklamak yeterli.
\n\nseafoodplus.info
\n\nTikTok çağının çocukları ve gençleri nasıl buldu politik fotoromanı, birinci elden bir tecrüben var mı?
\n\nGençler arasındaki yayılımı konusunda bilgim yok. Geri dönüşlerden hissettiğim kadarıyla okurların yaş ortalaması 40 üzeri diyebilirim. Yayın ağustos sonuna kadar sürecek, dolayısıyla yeni abonelerle birlikte okuyucuların yaş ortalaması düşebilir ama şu anda gençlere ulaştığını pek zannetmiyorum. Belki bir sosyal medya “influencer”ı sorunumuzu çözebilir!
\n\n\n\nTamamlanınca kitap olarak basmayı düşünüyor musun?
\n\nOkurlar da aynı soruyu soruyorlar. Elbette kitap olarak da basılmasını isterim. Ama baskı maliyeti, özellikle döviz kurlarındaki yükselme yüzünden ciddi bir miktar oluşturuyor. Baskı masrafını kişisel olarak karşılamayı düşünsem bile, bu kez de dağıtım büyük sorun olarak ortaya çıkıyor. Bir yayınevinden çıkmayan kitabı dağıtmak, yani kitapçılarda satılmasını sağlamak neredeyse imkânsız. Şu anda bitirmem gereken son iki bölüm, yani Deniz Gezmiş’in ve Türkiye’nin en çalkantılı yılları üzerinde çalışıyorum. Tamamlanınca sonrası için karar vereceğim. Artık kitap mı olur, sergi mi olur, bilemem.
\n\nBiz seni sanatçı, illüstratör ve tasarımcı olarak tanıyoruz. Aşk Olsun Çocuk şimdiye kadar yaptığın işlerin hepsinden çok farklı. Bu fark üzerinde biraz durmak isterim; senin için de yeni bir deneyim olmalı…
\n\nEn çok da biraz önce söylediğim gibi çevrimiçi yayıncılık konusunda büyük bir deneyim oldu. Yoksa yayın dünyası benim için yeni değil. ’dan beri içindeyim; Türkiye, Avustralya ve Belçika’da gazetelerde, dergilerde çalıştım. Hatta Melbourne’da ek olarak kendi haftalık gazetemi çıkardım. Ama sanat pratiğim açısından değişik bir çalışma olduğu doğru. Amerikalı sanat editörü bir arkadaşım, yazılanları anlamasa dahi, kitabı “yeni bir güncel sanat tarzı” olarak değerlendirdi. Tarif etmek zorunda kaldığımda kendimi hep “politik sanatçı” olarak tanıttım. Ama politik mesajı “bağırmayı” sevmiyorum.
\n\nSon olarak; bundan sonra bu tarzda devam etmeyi düşünüyor musun? Üzerinde yoğunlaşmayı düşündüğün başka bir kişi ya da dönem var mı? Neşet Ertaş, Gezi, 12 Eylül, Osman Kavala?
\n\nBöyle bir yayını hazırlamak okunduğu kadar hızlı olmuyor. Toplamda en az dokuz ayımı alacak. Bundan sonra sırada 12 Eylül döneminde Metris Cezaevi’nde yatarken iki küçük çocuğa gönderdiğim çizgi mektuplar var. Onları yayınlamayı, yayıncı bulamazsam yine bu şekilde çevrimiçi olarak paylaşmayı düşünüyorum.
\n\n\nALİ CABBAR
\n\n