fotoroman örnekleri / Sinema ve Edebiyatın Öksüz Çocuğu: Bir Fotokitap Olarak Fotoroman - Orta Format

Fotoroman Örnekleri

fotoroman örnekleri

* Görsel: Fotoromandan bir sayfa.

Deniz Gezmiş'in hayatını anlatan "Aşk Olsun Çocuk" her hafta binlerce okur tarafından cep telefonu ekranlarında okunuyor ve paylaşılıyor.

Kitap, ismini şair Can Yücel'in Deniz Gezmiş için yazdığı "Mare Nostrum" (Bizim Deniz) şiirinden alıyor.

Deniz Gezmiş'in idam edilmesiyle biten fotoromanın son bölümü 28 Ağustos Pazar günü yayımlanacak.

"Türünün ilk örneği"

Kitabın yazarı ve görsel sanatçı Ali Cabbar, çalışmanın kendi türünün ilk örneği olduğunu söylüyor:

"Çevrimiçi medyada her zaman elektronik kitap bulunabiliyor ama her hafta devam eden, canlı yayın gibi yazılıp paylaşılan, eski deyişle 'tefrika' bir fotoroman örneği 'Aşk Olsun Çocuk' dışında yok. Üstelik ücretsiz ve reklamlarla kesilmiyor! Ölümünün yılında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını bu sıradışı eserle anmak ve tüm 68 kuşağı gençlerine selam göndermek istedim."

Kitapta Deniz Gezmiş'in hayatı anlatılırken Türkiye ve dünya tarihinden referanslarla kitaba canlı bir anlatım kazandırılıyor.

Daha önce yayımlanmamış bilgiler

Kitapta, Deniz Gezmiş'in ilk gençlik yıllarındaki politik anlatıların yanı sıra, Gezmiş ilkokul sıralarındayken 'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) süt yardımı kapsamında süt tozunun suyla karıştırılıp öğrencilere içirilmesi gibi bilgilere de yer veriliyor.

Kitapta Deniz Gezmiş'in politik mücadelesine ait daha önce yayımlanmamış bazı bilgiler de yer alıyor. Bu ise Deniz Gezmiş'in yakın arkadaşı olan bir grup 68'linin, yazar Ali Cabbar'a gönüllü danışmanlık yapması sayesinde gerçekleşiyor.


Fotoromanın yeni ve eski sayılarının tamamınını okumak için tıklayın.

(TY)

Az nostalji çok eğlence: FOTOROMAN

&#;imdiye kadar bu sayfada, gerek haz&#;rl&#;k gerek uygulama bak&#;m&#;ndan birkaç saati a&#;mayan etkinlikler payla&#;t&#;k. Bu sefer ise kütüphane &#;enlikleri, dönem ya da y&#;lsonu gösterileri, veli günü gibi vesilelerle bir sunumla taçlanabilecek, daha kapsaml&#; bir ön çal&#;&#;ma gerektiren, genç okurlar&#;n bizzat haz&#;rlayaca&#;&#; çok keyifli bir okumay&#; te&#;vik etkinli&#;iyle kar&#;&#;n&#;zday&#;z.

Yazan: Suzan Geridönmez

Ya&#; grubu: 12 +
Süre: 1 ay +
Malzeme: Dijital kamera, de&#;i&#;ik rollere bürünmek için (eski) k&#;yafet, sunum program&#;n&#;n yüklü oldu&#;u bilgisayar, yaz&#;c&#;
Amaç: Bir eserin (öykü ya da roman) farkl&#; sanatsal biçimlerle uyarlanarak yeniden yorumlanmas&#;. Orijinal eserin farkl&#; bir bak&#;&#; aç&#;s&#;yla, özgürce yorumlanabilmesini olanakl&#; k&#;lan derinlikli bir okuman&#;n gerçekle&#;tirilmesi.
Haz&#;rl&#;k: Seçilen eserin s&#;n&#;fça okunmas&#;. Edebiyat/Türkçe ö&#;retmeninin yönlendirmesiyle kitab&#;n ana karakterlerinin, olay örgüsünün, tarihsel, psikolojik ve sosyal arka plan&#;n&#;n, kurgusunun, gizli ya da aç&#;k mesajlar&#;n&#;n vb. çözümlenmesi.
Uygulama: Derinlemesine bir tahlile tabi tutulan eserin fotoromana dönü&#;türme amac&#; ö&#;rencilere aç&#;klan&#;r. Bundan sonra ö&#;rencilerin özgür ve ba&#;&#;ms&#;z çal&#;&#;abilmesi için haz&#;rl&#;k a&#;amalar&#; tan&#;mlan&#;r:
“Eseri fotoromana uyarlarken yeniden yorumlamak (örne&#;in günümüze adapte etmek, feminist bir bak&#;&#; aç&#;s&#;yla ele almak, mizahi bir boyut kazand&#;rmak) istiyor muyuz? Bunu nas&#;l yapabiliriz?” sorular&#;na yan&#;t aramak.
“Hikâyenin ak&#;&#;&#;n&#;, can al&#;c&#; sahnelerini yakla&#;&#;k kaç foto&#;raf karesine s&#;&#;d&#;rabiliriz?” 30’dan az 50’den fazla olmamas&#; gereken karelerin önden tasarlanmas&#;. Mimikler, dekor ve kostüm ihtiyaçlar&#;, sahnelerin nerede çekilece&#;i gibi noktalar&#;n belirlenmesi, not edilmesi.
Farkl&#; karakterleri canland&#;racak ö&#;rencilerin seçilmesi. Rollerin da&#;&#;t&#;lmas&#;.
Grup çal&#;&#;mas&#;yla haz&#;rl&#;k evresini tamamlayan ö&#;renciler pratik uygulama a&#;amas&#;na ba&#;lar. Bunun için projeyi yöneten ö&#;retmenin gözetiminde:
Fotoroman&#;n ba&#;&#;nda karakterleri tek tek tan&#;tmak amaçl&#; foto&#;raflar çekilir.
Önceden saptanan, not edilen sahne, rol alan ö&#;rencilerce canland&#;r&#;l&#;r. Her sahneden sonras&#;nda en uygun, be&#;enilen kareyi seçmek üzere foto&#;raf çekilir.
Çekim sonras&#; nihai foto&#;raf karelerinin seçimi yap&#;l&#;r. Gerekti&#;i takdirde baz&#; sahneler yeniden çekilir.
Metin çal&#;&#;mas&#;: Sahneler için alt yaz&#;lar ve konu&#;ma balonlar&#; haz&#;rlan&#;r. Bunlarla birlikte ba&#;l&#;k, kapak ve iç kapakta yer alan yaz&#;lara karar verilir. Varsa önsöz, içindekiler ile birlikte daktilo edilip, bilgisara aktar&#;l&#;r.
Hepsi bir bilgisayar sunumuna dönü&#;türülür.
Sunum: Fotoroman&#;n sunumu ö&#;renciler taraf&#;ndan özel bir günde yap&#;labilece&#;i gibi, ek ya da alternatif olarak fotoroman&#;n uygun bir metin – grafik program&#;yla düzenlenmesi, bas&#;l&#; hale getirilmesi, ciltlenmesi ve okul kütüphanesine ba&#;&#;&#;lanmas&#; da dü&#;ünülebilir.

Show More

Suzan Geridönmez
’da Almanya’da doğdu. Öğrenimini İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde sürdürdü. Avusturya’da çağdaş kütüphanecilik eğitimi aldı. Geçmişte bir yayınevinde uluslararası ilişkiler sorumlusu olarak çalışan Geridönmez’in çoğu çocuk ve gençlik edebiyatı alanına giren 20’ye yakın kitap çevirisi bulunmaktadır. ’de Tarabya Çeviri Teşvik Ödülü’ne layık görülen Geridönmez çocuk ve gençler için hikaye ve roman yazıyor.

Fotoroman Kralı Halûk Durak: &#;Meğer hepsi bir yalanmış&#;

DUVAR - Bir söz vard&#;r, “Yi&#;it nâm&#;yla an&#;l&#;r!” Ondan bahsedildi mi, ad&#;ndan çok nâm&#; söylenir: Fotoroman Kral&#;. Sanki ad&#;n&#;n önüne bu unvan eklenmezse onu kimse tan&#;mayacakm&#;&#; gibi. Onu tan&#;yanlar için Halûk Durak de&#;il, “Fotoroman Kral&#; Halûk Durak”t&#;r. Moda’da muhtelif saatlerde ona tesadüf edebilirsiniz. Uzun boyunun tad&#;n&#;n ç&#;kar&#;r gibi, a&#;&#;r ve edâl&#; yürür. Kartpostallarda foto&#;raflar&#;na bakt&#;m. Ara s&#;ra dilimizin ucuna gelen bir &#;eyler olur, bir türlü hat&#;rlayamay&#;z. &#;&#;te, “o &#;ey” onun gözlerinde &#;&#;&#;ld&#;yor. Ak&#;amüstü oturduk bir kahveye, bural&#; rüzgârlar esiyor… Halûk Bey’i görünce selâm verenler, selâm alanlar… O da hemen herkesi tan&#;yor. Fotoroman Kral&#; ma&#;rur… Gelip geçenlerden birini bana gösteriyor. “Bak” diyor, “Bu giden adam çok önemli bir insan: Çetin Tunca! Bizim ‘Gelincik’ filmini de çeken, ödüllü bir görüntü yönetmenidir. Nereden geliyor biliyor musun? Her gün saat 11’de tramvaya biner, iskeleye iner. Vapura binip, Beyo&#;lu’na geçer. Beyo&#;lu’nda sinema camias&#;ndan eski arkada&#;lar&#;n&#;n topland&#;&#;&#; bir yer var. Bu ya&#;&#;nda bile her gün oraya gider. Bu insanlar bu ülkenin gizli &#;öhretleridir”. Çetin Tunca’dan konu&#;mak, uzak bir &#;ehir görüntüsünden konu&#;mak gibi. Halûk Bey, umulmad&#;k zamanlardan söz aç&#;yor. An&#;lar, geçip giden bir gölgede ayd&#;nlan&#;yor.

ELAZI&#;LI A&#;LEN&#;N YAKI&#;IKLI O&#;LU

Halûk Durak, Elaz&#;&#;l&#; bir ailenin o&#;lu. &#;lkokul, ortaokul ve liseyi Elaz&#;&#;’da bitirir. y&#;l&#;nda, üniversite okumak için &#;stanbul’a gelir. Kad&#;köy R&#;ht&#;m’daki Kad&#;köy Mühendislik ve Mimarl&#;k Özel Okulu’nun Mimarl&#;k Bölümü’ne kaydolur: “Rahmetli babam, okula yak&#;n olsun diye Moda’da, Elif Pastanesi’nin kar&#;&#;s&#;nda bana bir ev tuttu. Moda hâlâ say&#;l&#; semtlerimizden biridir ama o y&#;llarda daha farkl&#;yd&#;. Bilim, sanat, siyaset dünyas&#;n&#;n önde gelen isimleri Moda’da ya&#;ard&#;. Örne&#;in Fenerbahçe tak&#;m&#;n&#;n üç yöneticisi de Modal&#;’yd&#;: Faruk Ilgaz, Tahsin Kaya, Metin A&#;&#;k… Be&#;ikta&#;l&#; olmama ra&#;men bu bana gurur verirdi. Mesle&#;imin zirvesinde oldu&#;um y&#;llard&#;. Haldun Taner ile mahalleden tan&#;&#;&#;yorduk. Benim ya&#; grubu Modal&#;lar&#;n ‘a&#;abey’ diye hitap etti&#;i biriydi. Haldun Taner, o dönem Milliyet Gazetesi’nde yaz&#;yordu. Gazetenin spor servisine s&#;k s&#;k u&#;rar; Can Bartu, Altan Erbulak, Nam&#;k Sevik, &#;ansal Büyüka gibi isimlerle sohbet ederdim. O günlerin birinde, Ziya &#;engül'le yeme&#;e ç&#;kacakt&#;k. Aram&#;zda da hararetli bir tart&#;&#;ma sürüp gidiyordu. Ziya &#;engül'e  ‘Ziyac&#;&#;&#;m eninde sonunda’ dedim. Arkadan bir ses: "Modal&#;&#;!

‘Eninde sonunda de&#;il, önünde sonundad&#;r o. Bir daha duymayay&#;m!’ dedi. Bu sesin sahibi Haldun Taner Usta'yd&#;. Buna bugün dahi dikkat ederim. O yerle&#;ik semt kültürü bana kendimi hiç ‘yabanc&#;’ biriymi&#;im gibi hissettirmedi. Mahalle muhakkak bir kö&#;esinden sizi kucaklard&#;. Parklar, bahçeler, deniz kenarlar&#;, sokaklar derin ve anlaml&#;yd&#;”. Fakir ama gururlu y&#;llard&#;r, pikaplardan sokaklara k&#;rkbe&#;liklerin sesi ta&#;ar, Kad&#;köy sokaklar&#;ndan “Mavi I&#;&#;klar” geçer. Hey dergisinden artist foto&#;raflar&#; biriktirilir, aile çay bahçelerinde gazoz içilir. Kalbin kadar temiz bir sayfa aç&#;l&#;r, büyüklere “cans&#;z bir hat&#;ra” gönderilir. Babalar&#;n kula&#;&#; radyonun ajans haberlerindeyken, genç k&#;zlar s&#;rlar&#;n&#; “Güzin Abla”ya anlat&#;r. Ni&#;an&#; k&#;z taraf&#; yapar, dü&#;ün merasimlerinde Dario Moreno’nun “Deniz ve Mehtap” &#;ark&#;s&#; çalar. Demirelci ve Karao&#;lanc&#; aileler bu merasimde birlikte e&#;lenir. Ö&#;renci evlerinde Ruhi Su “longplay”i dinlenir, “Arkada&#;”lara “Hasretinden Prangalar Eskittim” hediye edilir, “Demirbank iyi günler diler” .

FOTOROMANLI ZAMANLAR

Banliyo trenlerinin cam&#;ndan dünyaya bakan delikanl&#;, Orta Atlas’ta gezinen ellerinin yard&#;m&#;yla yeni bir hayat kurmay&#; dü&#;ler. Nas&#;lsa bulunur onu al&#;p götürecek bir rüzgâr. Öyle de olur. Bütün ilginç hikâyelerde oldu&#;u gibi, onun da hayat&#; Beyo&#;lu’nda de&#;i&#;ir. Beyo&#;lu… Henüz haritas&#; ç&#;kar&#;lmam&#;&#;t&#;r. Olsa olsa bir su birikintisi, bir ara sokak &#;ahidiniz olur. Çakmak, tütün tabakas&#;, cep aynas&#;, çak&#; satan tezgahlar, k&#;&#; gecelerinde soba yak&#;lan figüran kahveleri, film &#;eritleri, senaryo taslaklar&#;, film afi&#;leri dolu çöp kutular&#;, sigara kokusu sinmi&#; hanlar yerli yerindedir. Halûk Durak, bir gün Ye&#;ilçam’a girer, y&#;llarca ç&#;kamaz: “&#;stiklal Caddesi serüvenler vaat ederdi. Buran&#;n birbirine benzeyen tek bir günü olmam&#;&#;t&#;r. Benim hayat&#;m da orada de&#;i&#;ti. Okulum bitmi&#;, mesle&#;ime ba&#;lam&#;&#;t&#;m. Arkada&#;larla bir kahvede oturuyorduk. Otuzlu ya&#;lar&#;nda bir bey yan&#;ma yakla&#;t&#;. ‘Ben fotoroman yönetmeni Alev Akakar. Günayd&#;n Gazetesi’nin Saklambaç ekine fotoroman yap&#;yorum. Sizinle de bir fotoroman çekmek isterim’ dedi. &#;a&#;&#;rd&#;m, bir an ne diyece&#;imi bilemedim. Çok h&#;zl&#; karar vermem gerekiyordu. Bir an da ‘Olur tabii’ deyiverdim. Alev Bey, Erman Han’daki Çiçek Film’in adresini verdi. Ben tabii o piyasadan kimseyi tan&#;m&#;yorum. Ertesi gün çekinerek gittim. Erman Han, adeta Ye&#;ilçam’&#;n kalbiydi. Her kat&#;nda en az iki tane yap&#;m &#;irketi vard&#;. Katlar&#; ç&#;k&#;yorum: Er Film (Berker &#;nano&#;lu), Özer Film (Enver Özer)… Nihayet Çiçek Film’i buldum. Sahibi Arif Keskiner’di (Çiçek Arif). Karde&#;i Abdurrahman Keskiner'in (Apo Garda&#;) &#;irketi Umut Film ile yaz&#;haneleri mü&#;terekti. Kap&#;n&#;n üstünde iki isim yaz&#;yordu: Çiçek Film-Umut Film. Sol taraf Arif Keskiner’in odas&#;, sa&#; taraf Abdurrahman Keskiner’in odas&#;. Alev Akakar ile sözle&#;ti&#;imiz gibi bulu&#;tuk. E&#;i, sinema sanatç&#;s&#; Nükhet Egeli ile birlikte bir fotoromana ba&#;lad&#;k. Biter bitmez Saklambaç’&#;n orta sayfas&#;nda yay&#;mland&#;. Böylece hayat hikâyemde bir fotoroman sayfas&#; aç&#;ld&#;. Çekimler stüdyo ile s&#;n&#;rl&#; kalm&#;yordu. &#;stanbul’un her yerindeydik.

Her &#;ey yolunda gidiyordu. Lâkin Sansür Kurulu fotoromanlar&#; da denetlerdi. Bunun da yolunu bulmu&#;lard&#;. Senaryoya sansürden geçecek bir &#;ekil verilir, Ankara’ya gönderilir, sonra yönetmen yine bildi&#;ini çekerdi. Benden önce de fotoromanlar çekiliyordu ama benimle birlikte yeni bir devir ba&#;lam&#;&#;t&#;. Örne&#;in Kadir &#;nan&#;r benden önceki dönemdendir, fotoroman ç&#;k&#;&#;l&#;d&#;r. Fotoromanlar zengin-yoksul, iyi-kötü, kad&#;n-erkek, güzel- çirkin vb. gibi kar&#;&#;tl&#;klara dayanan hikâyelerden üretilirdi. Fotoromanda oynaman&#;n kriteri yak&#;&#;&#;kl&#; veya güzel olmakt&#;! Görsellik çok önemliydi. 'Cumartesi Saat Dörtte', senaryosu fotoroman için yaz&#;lm&#;&#; ilk fotoromand&#;, ondan öncekiler bir filmden uyarlamayd&#;. Örne&#;in Türkan &#;oray’&#;n Can Gürzap ile oynad&#;&#;&#; ‘Metres’ adl&#; film, Bulvar Gazetesi’nde fotoroman olarak yay&#;nlad&#;. Rekor k&#;rm&#;&#;t&#;. Gazetelerin tiraj&#; fotoroman ile artard&#;. Ben Bulvar ve Yeni As&#;r Gazeteleri, Saklambaç ve Renk ilavelerinin fotoromanlar&#;nda oynad&#;m. Türkiye’de en çok fotoroman&#; olan benim. Benim yer ald&#;&#;&#;m bütün fotoromanlar özgün senaryolar üzerine kuruluydu. Senaryolar&#;n ço&#;unu Safa Önal yazard&#;. Ben o kadar &#;ansl&#;y&#;m ki ülkemizde fotoroman&#;n duayenleri ile çal&#;&#;t&#;m. Bunlar&#;n ba&#;&#;nda, Artun Yeres, &#;rfan Tözüm, Samim De&#;er gelir. Tabiî bu yönetmenlerin yan&#; s&#;ra, hat&#;ra binaen oynad&#;&#;&#;m fotoromanlar da vard&#;. Nazan Saatçi ile ba&#;rolünü payla&#;t&#;&#;&#;m 'Sevgim Asla Ölmeyecek' san&#;r&#;m son fotoromanlar&#;mdand&#;”.

Halûk Bey, k&#;sa sürede fotoromanlar&#;n aranan yüzü olur. Hayat&#;n&#;n de&#;i&#;meye ba&#;lad&#;&#;&#;n&#;n fark&#;ndad&#;r ama bunun tad&#;n&#; ç&#;karacak hiç zaman&#; yoktur. Öyle ki bir seferinde ayn&#; sette, ayn&#; anda iki fotoroman birden çeker, yap&#;mc&#;ya söz vermi&#;tir, her ikisi de yeti&#;mek zorundad&#;r: “Çok zordur fotoroman çekmek. Yönetmenin anl&#;k görüntüyü almas&#; laz&#;m. Sinemada bir bak&#;&#;&#; kaç&#;rsan bile, öbür bak&#;&#;ta telafi etme &#;ans&#;n var. Fotoromanda ise o an o konu&#;ma balonuna uyman gerekiyor. Bir de insan&#;n yüzü ö&#;leden sonra oturur. Naçizane tavsiyem sabah –ö&#;len aras&#; stüdyoda foto&#;raf çektirmeyin. Oysa biz çekimlere çok erken ba&#;lard&#;k. Sabah 8’de sette olmam laz&#;md&#;. Delikanl&#;l&#;k ça&#;&#;m&#;z, gece en erken 1’de yat&#;yoruz. Çekimlere yeti&#;mek için Kad&#;köy &#;skelesi’nden kalkan ilk vapura atlard&#;m. Tek tük insan olurdu. Cigaras&#;n&#; yakmaya çal&#;&#;an iskele görevlisi, tezgahtar k&#;zlar, hamallar, fabrika i&#;çileri, kaptanlar… Bir de artistler! Ö&#;renciler bir sonraki vapurun yolcusuydular. &#;afak vaktinin &#;stanbul’u emekçilerindi. Dünyan&#;n hiçbir yerinde bu kadar uykusuzu bir arada göremezsiniz. Bu saatlerde hepsi birbiriyle dost, halden anlayan bir tav&#;r ku&#;an&#;rd&#;.

Yo&#;un çal&#;&#;&#;rd&#;k… Bir fotoroman ortalama be&#;-yedi gün aras&#; biterdi. &#;rfan Tözüm bir sinema filmi çeker gibi titiz davran&#;rd&#;. O kadar çok insanla beraber oynad&#;m ki! &#;lk akl&#;ma gelenler… Di&#;i &#;eytan’da &#;ehnaz Dilan’la oynad&#;m. Artun Yeres’in yönetti&#;i fotoromanlarda Maksim Gazinosu’nda sahneye ç&#;kan P&#;nar Hanze ile beraberdim. Nilgün Sarayl&#; ve karde&#;i Bahar Öztan ile beraber çok çal&#;&#;t&#;k. Sibel Turnagöl, o zamanlar çok genç, on yedi-on sekiz ya&#;lar&#;ndayd&#;. &#;rfan Tözüm’ün çekti&#;i bir fotoromanda benimle birlikte bu camiaya ad&#;m&#;n&#; att&#;. Sonra di&#;erleri gibi sinemaya geçti. Fotoroman çok ra&#;bet gören, çok talep edilen bir sektördü. Tan&#;nmak için, halk&#;n seni benimsemesi için iyi bir vitrindi. Türkiye’nin her yerinde hayranlar&#;m vard&#;. Mektup yazan&#; m&#; arars&#;n, &#;iir yollayan&#;m&#; m&#; arars&#;n… Bir gün hiç unutmam, k&#;&#; mevsimi. Karanl&#;k bir hava. Rumeli Caddesi’nde çekim yap&#;yoruz. Ac&#; bir fren sesi duyduk. Genç bir k&#;z, bana do&#;ru ko&#;mak için araban&#;n önüne at&#;lm&#;&#;. Ko&#;tu, boynuma sar&#;ld&#;! Birden neye u&#;rad&#;&#;&#;m&#; &#;a&#;&#;rd&#;m”.

&#;&#;MD&#; REKLAMLAR

Halûk Bey’in y&#;ld&#;z&#; parlar. Mimarl&#;k mesle&#;ini b&#;rak&#;r, hayat&#;n&#; fotoromandan kazanmaya ba&#;lar. Fotoroman oyunculu&#;u ona ba&#;ka kap&#;lar aç&#;lmas&#;na vesile olur: “Çekimlere ba&#;lad&#;ktan bir hafta sonra Çiçek Film’den arand&#;m. ‘ManAjans’tan seni ar&#;yorlar’ dediler. Ben de o zamanlar piyasay&#; hiç bilmiyorum. ‘Hay&#;rd&#;r?’ dedim, ‘Bunlar da fotoroman i&#;i mi yap&#;yorlar?’ ‘Yok yahu, buras&#; reklam ajans&#;. Seninle görü&#;mek istiyorlar. Bir han&#;mefendi telefon numaras&#; b&#;rakt&#;’ dediler. Hemen arad&#;m. Han&#;mefendi beni ajansa davet etti. Ertesi gün Esentepe’ye ManAjans’a gittim. &#;çeri bir girdim ki… Kar&#;&#;la&#;t&#;&#;&#;m manzara beni çok mutlu etti. Kocaman bir pano ve o panoda benim fotoromanlardan kesilip tutturulmu&#; en az on foto&#;raf&#;m!” Onlar&#; görünce çok mutlu oldum. Reklam filminde fotomodellik teklif ettiler. ‘Reklam&#;n türü ne?’ dedim. ‘Türkiye’de tan&#;t&#;m&#;n&#; ilk defa sizin yapaca&#;&#;n&#;z Derby t&#;ra&#; b&#;ça&#;&#;!’ dediler. Hemen reklam çekimlerine ba&#;lad&#;k. Bana teklif edilen ücret akl&#;m&#;n ucundan bile geçmezdi. Böylece reklam dünyas&#;na ad&#;m atm&#;&#; oldum. Bir anda hem fotoromanda hem de reklam filmlerinde oynamaya ba&#;lad&#;m. Aranan bir fotomodel oldum. T&#;ra&#; b&#;ça&#;&#;ndan sonra K&#;P’in reklam&#;nda oynad&#;m: ‘Erkekler &#;çin Erkekçe Giyim’. Sonradan Haydarabad Nizam&#;’n&#;n kar&#;s&#; olarak oldukça ünlü ve varl&#;kl&#; bir insan olan Manolya Onur, o y&#;llarda gencecikti. Ankara’dan yeni gelmi&#; bir güzellik kraliçesiydi. Ni&#;anta&#;&#;’nda pansiyonda kal&#;rd&#;. Onunla Eros &#;ç Çama&#;&#;rlar&#;’n&#;n reklamlar&#;nda oynad&#;m. Slogan&#;n&#; da unutmam: ‘Kad&#;nda Güzellik, Erkekte Eros’. Televizyon reklamlar&#; da çektik. En son 90’lar ba&#;&#;nda Eti Bank reklam&#;nda oynad&#;m”.

KARTPOSTALLI KUTLAMALAR

Halûk Bey art&#;k reklamlar&#;n aranan yüzü, fotoromanlar&#;n “kral”&#;d&#;r. Yüzü ta&#;rada yollar, yolculuklar dü&#;leyen kad&#;nlar&#;n ezberindedir. Genç k&#;z odalar&#;ndaki endam aynalar&#;nda sureti as&#;l&#; kal&#;r. Bununla da yetinmez. K&#;rm&#;z&#;-mavi kapl&#; harita metod defterinin aras&#;nda kartpostallar&#; biriktirilmeye ba&#;lan&#;r: “Kartpostallar o dönem çok önemliydi. Bu sektörde rahmetli Tar&#;k Akan ile ba&#;a ba&#;a giderdik. Çi&#;dem &#;&#;bilir ile çok kartpostal&#;m&#;z vard&#;. O da sonradan sinema oyuncusu oldu. Bayram, y&#;lba&#;&#; vs. öncesi ajanslara sipari&#; gelirdi: ‘Bize Halûk Durak’l&#; kartpostal gönderin’. Müthi&#; sat&#;l&#;rd&#;. Hiçbir i&#;i küçümsemeyin. Bu i&#;in de geri plân&#;nda yo&#;un bir emek vard&#;. Çok ciddi prodüksiyonlar, set çal&#;&#;anlar&#; hat&#;rl&#;yorum. Bir dönem gelin –damat konseptinde kartpostallar çok tuttu. Serpil Çakmakl&#;, sinemaya ad&#;m atmadan öce ilk çal&#;&#;mas&#;n&#; benimle yapt&#;. Kartpostallarda yan yana pozlar verdik. San&#;r&#;m on yedi ya&#;lar&#;ndayd&#;. Üç sene önce Moda Caddesi’ndeki As Sinemas&#;’n&#;n (Günümüzde Moda Sport Universe) oradan yürüyorum. Biri arkamdan sesleniyor: ‘Halûk Beeey, Halûk Beyyy… ‘ Yeri gelmi&#;ken &#;unu da söylemekte fayda var. Bizim ku&#;a&#;&#;n ünlüleri hayranlar&#;n&#; asla k&#;rmazd&#;, tan&#;mad&#;&#;&#;n belli ama buna ra&#;men o ki&#;iye sayg&#;yla yakla&#;mak, sanki tan&#;&#;&#;yormu&#;sun gibi davranmak kabul görürdü. ‘Buyrun’ dedim… ‘Sizi görünce çok heyecanland&#;m. 80’li y&#;llarda, Güneydo&#;u’da askerdim. Bayramda bana bir kartpostal geldi, Serpil Çakmakl&#; ve siz vard&#;n&#;z. Hâlâ evimin ba&#;kö&#;esinde durur' dedi. Çok duyguland&#;m, nerelere gittim… “

ONUN S&#;NEMALARI

’lerde &#;stiklal Caddesi’nde, s&#;rt&#;nda yakas&#; kalk&#;k bir ceket, cebinde imzalad&#;&#;&#; artist foto&#;raflar&#;yla bir “kral” dola&#;&#;r. Kad&#;nlar kalplerinin en genç k&#;z kö&#;esini ona ay&#;r&#;r. Beyo&#;lu tarihinde fiyakal&#; bir sayfa daha aç&#;l&#;r: “Bu arada sinemadan teklif geldi. Çok yo&#;undum, sinemaya fazla zaman ay&#;ramad&#;m. Bir gün U&#;ur Film’nden beni arad&#;lar. U&#;ur Film, Memduh Ün ve &#;erif Gören’in &#;irketiydi. &#;erif Gören, ‘Gelincik’ diye bir film çekecekmi&#;. Cüneyt Ark&#;n, Fatma Girik ve benim oynamam&#; istiyormu&#;. Çekimler için Side’ye gittik. A&#;a&#;&#; yukar&#; yirmi gün Side’de kald&#;k. Cüneyt Ark&#;n ailesi ile birlikte geldi: e&#;i Betûl Han&#;m, o&#;ullar&#; Murat ve Kaan. Cüneyt Ark&#;n ailesine çok dü&#;kündü. Fatma Girik, ‘çekimin olmad&#;&#;&#; bir gün denize gidelim’ dedi. Fatma, Türk sinemas&#;n&#;n en farkl&#; karakterlerindendir. &#;nsan sevgisinin yan&#; s&#;ra hayvan dostuydu. Levent’teki evinde dört cins köpek beslerdi. Köpek sevgisinin yo&#;un oldu&#;unu biliyordum da bu kadar&#;n&#; tahmin etmemi&#;tim. Fatma ile beraber bir koya gittik. Havlular&#;m&#;z&#; serdik oturuyoruz, kimse yok. Bakt&#;m, bize do&#;ru ba&#;&#;bo&#; bir sokak hayvan&#; geliyor. Takibe ald&#;m. Fatma köpe&#;i görünce çok sevindi, sevmeye ba&#;lad&#;. Ans&#;z&#;n köpek Fatma’y&#; &#;s&#;rd&#;. Ben çok korktum. ‘Hadi, doktora gidiyoruz’ dedim. Fatma, gayet sakin… Gitti, elini deniz suyuna soktu. ‘Birazdan kan durur’ dedi. Sonra da çantas&#;ndan ç&#;kard&#;&#;&#; bir fular ile elini sard&#;. Hiçbir &#;ey olmam&#;&#; gibi de denize girdi, ç&#;kt&#;. Bunu hiç unutmam”.

Halûk Bey, zaman içinde sinema dünyas&#;ndan hemen herkesle tan&#;&#;&#;r, dost olur. Art&#;k Beyo&#;lu’nun “yerli”si say&#;l&#;r. Öyle ki iskambil oynayan kabaday&#;lar, vatmanlar, Karaköy r&#;ht&#;m&#;nda barbut atanlar, kasketi yana y&#;k&#;k serserilerle de iyi geçinmesini ö&#;renir. Set i&#;çilerine, emekçilerine sahip ç&#;kar. Beyo&#;lu o zamanlar bir sinemalar semtidir: “Filmi çektik, bitti. Pazartesi günü Atlas Sinemas&#;’nda vizyona girdi. O y&#;llarda sinemalarda ‘fener’ dedikleri bir &#;&#;&#;kl&#; afi&#; haz&#;rlan&#;rd&#;. Çok gösteri&#;li olurdu. Pazartesi gününü iple çektim, heyecanla Beyo&#;lu’na ç&#;kt&#;m. O fenerde, Cüneyt Ark&#;n, Fatma Girik, Halûk Durak ad&#;n&#; görünce bir keyiflendim ki. Elmada&#;’a kadar yürüdüm. Divan Oteli’nin kar&#;&#;s&#;nda &#;an Sinemas&#; vard&#;. Orda da gösterimdeydi. Ne y&#;llard&#;… Dü&#;ünsenize bir gecede üç reklam filmim birden oynuyor, yüzlerce kartpostalday&#;m, sinema salonlar&#;nda filmim oynuyor. O ya&#;ta bir insan daha ne ister?”

K&#;sa sürede &#;öhret olmas&#;na ra&#;men, yol göstereni yoktur. Kendi yolunu kendisi bulur. Rüyada gezer gibi, el yordam&#;yla… Derken bir film teklifi daha gelir: "Kanun Gücü": “Yine Cüneyt Ark&#;n’la beraber oynuyoruz, üstelik bu filme Cüneyt Ark&#;n yönetmenlik yap&#;yor. Karl&#; k&#;&#; günlerinde, Pera Palas Oteli’nde çal&#;&#;&#;yorduk. Cüneyt, senede on iki film çekiyordu. Karateciydi. Modal&#; Hakk&#; Ko&#;ar’dan ders alm&#;&#;t&#;, siyah ku&#;a&#;&#; vard&#;. Havada parende atard&#;! Cüneyt Ark&#;n çok de&#;erli bir sinema oyuncudur. Asla dublör kullanmam&#;&#;t&#;r! Filmi keyifle çektik. &#;lerleyen süreçte &#;ark&#;c&#;-türkücü filmleri furyas&#; ba&#;lad&#;. Sinema sektöründe birtak&#;m s&#;k&#;nt&#;lar ba&#; gösterdi. Gelen tekliflere kendimi kapatt&#;m”.

BULU&#;MALAR: PAP&#;RÜS, TAKS&#;M SANAT

O vakitlerde Beyo&#;lu daha çok sinemac&#;lar&#;nd&#;r. Mekânlar müdavimleri ile birlikte an&#;l&#;r. Erman Han’&#;n alt&#; kat&#;ndaki Papirüs Bar’da, pazartesi ve cuma günleri sinema, tiyatro, edebiyat dünyas&#;n&#;n isimleri toplan&#;r: “Ya&#;ar Kemal bütün ekibin ba&#;&#;yd&#;, masalara tatl&#; tatl&#; sata&#;&#;rd&#;. Rak&#; içilirdi. O gürültü pat&#;rt&#;n&#;n içinde, Safa Önal da senaryo yazard&#;! Papirüs’ten ç&#;kar, Taksim Sanat’a giderdik. Papirüs, Çiçek Bar’&#;n öncüsüydü. Çiçek Bar, ba&#;lang&#;çta Çiçek Film’in yaz&#;hanesiydi. Bir gün Tar&#;k Akan, yak&#;n dostu Çiçek Arif’e, ‘Yahu biz senin yaz&#;hanene gelip, içki içiyoruz. Sen iyisi mi buray&#; bara çevir. Hem sen para kazan&#;rs&#;n hem de bizim gibi insanlar bir mekân kazan&#;r’ demi&#;. Arif’in de akl&#;na yatm&#;&#; ki oray&#; bar yapm&#;&#;. Ben ömrümde Çiçek Arif kadar entelektüel seviyesi yüksek, her kesimden insan tan&#;yan, herkes taraf&#;ndan sevilen bir insan görmedim”.

Zamanlar geçer… Türkiye için 70’ler tarihin ve toplumun vicdan&#;nda derin yaralar açar. 12 Mart Muht&#;ras&#;, Deniz Gezmi&#; ve arkada&#;lar&#;n&#;n idam&#;, Mara&#; Katliam&#;, Kanl&#; 1 May&#;s, say&#;s&#;z hak ihlali ve tutuklamalar toplumsal bellekten silinmez. 12 Eylül Darbesi’nin biçimlendirdi&#;i 80’li y&#;llar&#;n bedelini de gencecik insanlar öder. Toplumdaki siyasi ve ekonomik sars&#;nt&#;lar, kaç&#;n&#;lmaz biçimde kültür-sanat dünyas&#;na da yans&#;r. Halûk Bey de yava&#; yava&#; fotoroman-kartpostal-sinema sektöründen çekilir. Onun da bir parças&#; oldu&#;u dönemin popüler kültürü masumiyetini yitirmi&#;tir. Gelen teklifleri reddeder. Renkli televizyonlar&#;n yayg&#;nla&#;mas&#; fotoroman devrini kapat&#;r. &#;lk mesle&#;ine döner, mimarl&#;k ofisinde çal&#;&#;maya ba&#;lar. Y&#;llar önce Moda Plaj&#;’nda gördü&#;ü, o incecik genç k&#;z&#;, Nesime’sini hiç unutmaz. Büyük bir tutkuyla ba&#;land&#;&#;&#; Nesime (Kad&#;rgan Durak) han&#;mefendi ile evlenir. &#;imdilerde dinmi&#; bir sa&#;anak gibi, sar&#; okul defterinde sakl&#;.

\n

Görsel sanatçı Ali Cabbar, Deniz Gezmiş’in anısına onun yaşadığı 25 yılı dönemin olayları çerçevesinde anlatan 25 bölümlük bir “politik fotoroman” yaptı, fotoroman web sitesinden bölümler halinde çevrimiçi yayınlanıyor. Hem içerik, hem de format olarak orijinal bir yayın ve ücretsiz olarak herkesin erişimine açık. Aşk Olsun Çocuk, Deniz Gezmiş’in doğduğu ’den idam edildiği ’ye kadar farklı dönemlerin koşullarını gözlerimizin önüne seriyor.

\n\n

Bu sene Deniz Gezmiş’in idamının yıldönümüydü. Her zamankinden biraz daha fazla gündemimize girdi. Deniz Gezmiş’in, Nâzım Hikmet’in yaygın anılması, kimlerin nasıl andığı beni hep düşündürür. Çünkü bu insanların hayatı darmadağın edilirken, gençler asılırken ortalık ayağa kalkmamış. En azından olanları değiştirecek kadar kitlesel bir itiraz olmamış. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı, 48 “ret” oyuna karşılık “kabul” oyu ile Meclis tarafından onaylanmış. Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş “kabul” oyu kullananlar arasında. (Yayında daha o yıllara gelmedik.) Alpaslan Türkeş veya Süleyman Demirel’i överek anmak benim için bir hassas bir konudur. Olayların gerçek içeriği hafızalardan silinince bir serbestlik geliyor herkese. Örneğin, aynı kişi hem selvi boylum diyerek Deniz Gezmiş güzellemesi yapabiliyor hem de Süleyman Demirel’i sevecen, ‘baba’, entelektüel bir siyasetçi olarak anabiliyor. Üstüne bir de Nâzım şiiri okudunuz mu tamam. Alpaslan Türkeş’in anılması konusuna girmiyorum bile, icraatlarını bilen biliyor zaten. ‘Şeylerin’ içinin boşaltılması.

\n\n

Yanlış anlaşılmasın, Deniz Gezmiş’lerin veya Nâzım Hikmet’in anılmasına karşı değilim. Söylemeye çalıştığım şey, çok da gecikmeden yanlarında durmayı becermeye dair, biraz taraf olmaya dair. Durduğunuz yerin bir rengi olmalı. Hem idam edileni hem edeni aynı coşku ve tarafgirlikle anamazsınız. Günümüzde de benzer şeyler yaşanıyor. Bugünün gençlerinin önünü kapayanlar, geçmişin gençleri için anmalar düzenliyorlar. Bundan on yıllar sonrası, Gezi olaylarında hayatını kaybedenleri, Gezi davasında yargılananları ‘anlamak ve desteklemek’ için çok geç olacak. Özgürlüklerini kaybettiler, hayatları sekteye uğradı, bugün zindanlarda güzelim günlerini heba ediyorlar. Adaletsizliğe adaletsizlik demek ve bunu zamanında yapmak lazım. Geri döndürülemeyecek şeyler var, 25 yaşında bir genci asmışsın, daha ne! Kim inanır artık söylenenlere, giden geri dönemez bir şekilde gitmiş. Anma ile politik duruş arasındaki bağlantı kopmuş gibi. Bu kopukluk, Deniz Gezmiş’i ve onun katledilmesine ferman veren kişileri aynı hafiflikle anma imkânı sunuyor.    

\n\n

Ali Cabbar’ın kitabı işte bu nedenle beni çok heyecanlandırdı, hem geçmişimiz hem bugünümüz açısından. Çağrışımlar, benzetmeler… Umarım sizler de benim gibi heyecan duyarsınız. Bugünle derdi olanın geçmişe dönüp bakması kaçınılmaz. Nereden baktığımız ise çok önemli.

\n\n

Bu kitap, bildiğimiz kitaplara benzemiyor: Her şeyden önce bir e-kitap. Ayrıca yazar, kitabı bitirip bir kenara çekilmiş değil. Yayın ve çalışma devam ediyor, günden güne artan okuyucular  yorumlarını yazara iletiyorlar. Kitap sanki yaşıyor. Bir okuyucu olarak ben kitabı bitirip kapağını kapattığım zaman kendime sorarım, bu kitapla ilgili ne düşündüm diye. Benim kendi ‘okuyucu deneyimi ezberimi’ de bozdu bu kitap. Son sayfayı okuyup kapatacağım kapak yok, hissedeceklerim henüz bitmedi!  Kitabın hikâyesini Ali Cabbar’dan dinleyelim şimdi.

\n\n
\n\n

Aşk Olsun Çocuk fikri nasıl doğdu; neden Deniz Gezmiş’in hayatı?

\n\n

Bildiğin gibi, 6 Mayıs , Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin yıldönümüydü. İstanbul Belediyesi bile büyük anma etkinlikleri düzenledi. doğumlu Deniz yaşıyor olsaydı, bu yıl 75 yaşında olacaktı. Geçen Aralık ayında, onun üzerine az sayfalı bir sanatçı kitabı yapma fikrim vardı ama çalışmaya başlayınca proje çok gelişti, dallanıp budaklandı ve bugünkü şeklini aldı. Altı aydır üzerinde çalışıyorum.

\n\n

Deniz Gezmiş her zaman benim tek çocukluk kahramanım oldu. Onun ve arkadaşlarının yaptığı eylemlerin, polisleri atlatmayı becerdikleri her günün ve yargılanmalarının gazetelerde tefrika halinde yayınlandığı ’li yılların başında 14 yaşında bir yatılı okul öğrencisiydim. Ona hayranlığımdan ben de devrimci oldum. Ayrıca çok şanslıydım, çünkü Deniz’in yakınında olan, Mamak Askerî Cezaevi avlusunda birlikte fotoğraf çektirdiği, birlikte yargılandığı arkadaşlarından bazıları benim de yakın arkadaşım oldu.

\n\n
\n\n

Ali Cabbar

\n\n

Aşk Olsun Çocuk’u çizgi roman değil de politik fotoroman olarak tanımlıyorsun. Neden?

\n\n

Bir görsel sanatçı olarak haliyle görsel bir kitap yaptım ve belgesel bir özellik taşısın istedim. Belgesel derken, “light” bir belgesel demek istiyorum. Tarih kitabı yazmak gibi bir kaygım olmadı. Aşk Olsun Çocuk’u “politik fotoroman” olarak tanımlamamın sebeplerinden biri, kitabın görsel malzemesini internet kazılarında bulduğum düşük çözünürlüklü fotoğrafların oluşturması. Ayrıca, fotoroman tarzı kitaplar ilk kez Deniz’in doğduğu yıl İtalya’da yayınlanmaya başlamış. TikTok çağından geriye bakınca pek öyle durmasa da, o döneme göre ileri bir mecraydı. ’lardan ’lere kadar Türkiye’de çok popülerdi. O yıllarda bazı gazetelerin fotoroman ekleri vardı. Bağımsız fotoroman dergileri, kitapları yayınlanıyordu. Türkan Şoray ve Yılmaz Güney gibi büyük yıldızlar bile fotoromanda “oynardı”. Ama bu çalışmayı o dönemin romantik fotoromanlarından ayırmak gerekiyor. Aşk Olsun’un “jönü” çok politik!

\n\n

Bu fotoroman sadece Deniz Gezmiş’e dair değil. Türkiye ve dünyayı eş zamanlı olarak anlatıyorsun, onun hayatını dönemin olayları içine oturtuyorsun. Kennedy’den bile bahsetmişsin. Döneme bu bütünsel bakış, zamanın koşullarını hatırlatarak ve belki öğreterek gençleri kastederek böyle diyorumolan biteni gözlerimizin önüne seriyor. Bunların bir kısmı belki bildiğimiz şeyler ama bir arada olunca, bütüne tekrar bakınca çarpıcı bir etki yaratıyor.  Bu bütünlük bana çok etkileyici geldi. Biraz bu konuda dinlemek isterim seni.

\n\n

Deniz’i ve ‘68 kuşağını anlamak için onların yaşadığı dönemi anlamak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından dünyaya gelen o kuşak, ABD ile SSCB’nin süper güçler olarak ortaya çıktığı yeni bir dünya düzenine doğdu. ’ların ikinci yarısında Japonya’dan Meksika’ya, Amerika’dan Türkiye’ye, öğrenci eylemleri dünyayı kasıp kavuruyordu. ABD’de siyahlar sivil hak arayışı içerisindeydi. Vietnam Savaşı’na karşı gösteriler yapılıyordu. Küba’da iki kahraman liderin, Fidel ile Che’nin önderlik ettiği bir devrim yaşanıyordu. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada değişim isteği vardı. Deniz’in nasıl şekillendiğini anlamak açısından bu olaylardan bir çerçeve kurmak gerektiğini düşündüm.

\n\n

Deniz’in doğduğu ’de başlayıp idam edildiği ’ye kadar süren Aşk Olsun Çocuk, onun yaşadığı her yıla karşılık gelen 25 bölümden oluşuyor. Yılları kendimce önemli bulduğum olayların çerçevesinde anlatıyorum. Bunlar sadece politik olaylar değil, sadece Türkiye’ye dair de değil. O yüzden Kennedy ve Kruşçef kadar Zeki Müren ve Beatles’dan da söz ediyorum.

\n\n
\n\n

Aşk Olsun Çocuk'tan bazı alıntılar. En solda , ortada , sağda yılından ikişer kare.

\n\n

Dikkatimi çeken başka bir konu da süreklilik. Eski ama tanıdık durumlar. Türkiye çok hızlı değişiyor. Bir sokağa iki yıl ara ile gidiyorsun, sokağı tanıyamıyorsun. Ama bir taraftan da istikrarlı bir şekilde aynı kalan şeyler var; kaybedilen yaşamlar, toplu kıyıma benzeyen iş kazaları, kararı önceden verilmiş, hatta sipariş edilmiş yargılamalar Mesela kitapta bahsettiğin Nâzım Hikmet davasında isimleri değiştir, günümüze uyarlamış olursun…

\n\n

Nâzım Hikmet ’de hapsediliyor ve 12 yıl yatırılıyor. Neden dersin? Çünkü şiirleri elden ele dolaşıyor ve Deniz Kuvvetleri’ndeki askerler arasında çok okunuyormuş! Ve hatta onları isyana teşvik ediyormuş! Yargılamayı Marmara Denizi’nde gezinen askerî bir gemide subaylar yapıyor. Şaka gibi! Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi Davalarındaki keyfi uygulamalara bakınca sanki tarih tekerrür ediyormuş gibi geliyor.

\n\n

Fotoromanı hazırlarken çok kitap okudum, saatler boyu internette gezindim, birçok akademik çalışmaya göz attım ve görsel araştırması yaptım. Benim için çok öğretici bir deneyim oldu. Türkiye’de bazı şeyler değişirken bazı şeylerin nasıl da değişmemiş olduğuna şaşırdım. Hikmet Kıvılcımlı 69 yıllık hayatının üçte birini içerde geçiriyor. Suçu kitap yazmak ya da parti kurmak. Aziz Nesin sadece yazdıklarından dolayı onlarca kez tutuklanıyor. O zamanın solcuları, evlerinin karşısındaki elektrik direğine yaslanmış sigara içen bir “sivil” ya da simitçi görünümündeki bir polis tarafından sürekli izleniyor. ’da aranırken Deniz Gezmiş’in evinin karşısına dikilen Kemal isimli polis, ara sıra ısınmak için Denizlerin evinin kapısını çalar, içeri davet edilir ve çay içermiş. Deniz’in babasıyla sohbet edermiş. Garip ama gerçek!

\n\n

Zaman büyük bir toz bulutu ile kaplıyor her şeyi, unutturuyor. Örneğin artık Türkiye’de gençler 12 Eylül’de yaşananları neredeyse hiç bilmiyorlar.  Ama özlenen gerçek değişimin yakınlarda ve gençlik sayesinde olacağına inanıyorum. Ben gençleri beğeniyorum;  farklılar, çok akıllılar ve onların önlerini açmak boynumuzun borcu. AşkOlsunÇocuk bence böyle zihin açıcı bir yaklaşıma sahip.

\n\n

Bırakın gençlerin 12 Eylül’ü bilmiyor oluşunu, o süreci yaşamış olan bizlerin bile hafızasından biraz silindi. Aşk Olsun Çocuk’un kahramanının idam edildiği 12 Mart ise bir on yıl daha uzakta kaldı.

\n

Bu kitabı yazarken hem biraz hafızaları tazelemek hem de genç kuşakların, eğer yaşasaydı bu yıl 75 yaşında olacak Deniz’i ve onun kuşağını bir parça tanımasını istedim. Deniz Gezmiş adını herkes biliyor, ama 12 Mart’ta, yani ’lerin başında ve o döneme gelene kadar neler yaşandı, pek bilmiyoruz. Bu bilgi günümüz Türkiyesi’ni anlamayı kolaylaştırabilir.

\n

Devrimleri her zaman gençler yapar. Normal olanı da bu zaten. Günümüz gençlerinin gündemi daha farklı. Önlerindeki çözülmesi gereken politik sorunlara, Denizlerin zamanında farkında olunmayan çevre sorunları da eklendi. O zamanlar sanayileşmek, ülkelerin kendi kömür ve maden kaynaklarını sınırsızca sanayide kullanması ve üretimin artırılması, ilerlemenin bir parçası olarak görülüyordu. Ama gereksiz tüketim ve aşırı kâr hırsı dünyayı giderek yaşanmaz bir hale getirdi. Gelecek kuşağın Denizleri silahlarının yanında bir de gaz maskesi taşımak zorunda kalacak.

\n\n

Aşk Olsun Çocuk, bizlerin yaşayarak gördüğü adaletsizliğin ağır tekrarını resimli bir hafiflikle anlatıyor. Her şeyden önemlisi, bunu humor ile yapıyor. Arjantin Devlet Başkanı Juan Peron’un karısı Eva (Evita) Peron için sağlığı düzelsin diye İstanbul’da mevlit okutulması, Evita’ya telgraf ile haber iletilmesi, sonra İstanbul’da bir Eva Peron Kupası düzenlenmesi kısmı beni çok gülümsetti. Daha önceden hiç duymamıştım bu konuyu. Humor için kitaptan verilebilecek en iyi örneklerden biri. Resmî bir tarih kitabında göreceğimiz bilgi değil, popüler bir haber, zamanın gazetelerinden alıntı.

\n\n

Eva Peron mevlidini ben de ilk kez araştırmalarım sırasında duydum. Tam da senin tepkini gösterdim. Bu ne absürd bir durum diye düşündüm. Yani bir film senaryosuna eklesek, mutlaka yapımcılar itiraz eder, olmaz böyle şey, çok abartmışsınız der. Ama benzer tuhaflıklara Türkiye’de bugün de rastlıyoruz. Sosyal medya paylaşımları bu tür garipliklerle dolu. Bence bu bilgiler toplumun karakterini ve Türkiye’de nelerin değişip nelerin değişmediğini anlamak açısından çok önemli. Ayrıca, bir nevi hareketsiz bir film olan fotoroman anlatımının akıcılığı için de gerekli. Biraz önce söylediğim ve kitabın önsözünde de belirttiğim gibi, amacım tarihsel bir kitap yazmak olmadı. Bir sanatçı olarak şimdiye kadar açtığım sergilerde konuları ele alış ve sunuş tarzım genelde “kara mizah” olarak yorumlanıyor. Sanırım kitap için konuları seçerken bu karakterim devreye giriyor.

\n\n
\n\n

Kitabın arasındaki bölümleri Deniz Gezmiş’in çocukluk yıllarına rastlıyor, dolayısıyla ondan çok fazla bahsedemiyorum. O nedenle bu tür bilgilerle o yılların genel havasını vermeye çalışıyorum, böyle bir ortamda büyüyen çocukları nasıl etkileyeceği konusunda okuyucuları düşünmeye teşvik ediyorum. Şu sıralarda Denizlerin yakalandığı yılını yazıyorum. O kadar çok olay var ki, eğer Eva Peron mevlidi aynı yıl olsaydı kitaba bu kadar geniş giremezdi.

\n\n

Bu tür naiflikler ve bizi gülümseten mizahi öğeler, geçmişte olan biten her şeyi affetme, hoş görme gibi bir eğilime yol açar genellikle. ‘Nerde o eski zamanlar’ nostaljisi. Hafifliğin bu türlüsüne düşmekten korkmadın mı, ya da nasıl bir yöntem düşündün?

\n\n

Esas olarak fotoromanın bütünlüğünü düşünerek, farklı toplumsal gruplarda yaşananlardan örnekler vermek istedim. Deniz Gezmiş’in çocukluk yıllarının manzarasını bu şekilde çıkardım. O zamanları yaşayan kişilerde nostalji uyandırıyor olabilir, ama o dönemleri olumluyor anlamına gelmiyor. Şimdiye kadar çok fazla yorum yapmadım ama seçtiğim konularda bilinçli bir “yönlendirme” var. Mesela Küba Devrimi’ne çok yer ayırdım, çünkü Denizler büyüdüğünde yaptıkları birçok eylemin referansı ve ilham kaynağı olacak. Yine çok sözünü ettiğim Demokrat Parti hükümeti ve onu destekleyen oy potansiyeli, neredeyse aynı oy oranlarıyla önce Adalet Partisi’ne, sonra ANAP’a ve bugün AKP’ye kaydı. Bugün ortaya çıktığını zannettiğimiz birçok sorun 70 sene öncesinde de mevcut.

\n\n
\n\n

Türkiye’de çizgi biyografi çok fazla yok. Müjdat Gezen’in Çizgilerle Nâzım Hikmet’i sanırım ilk örnek. Türkçeye çevrilmiş çok sayıda Rius var. Senin esinlendiğin/izlediğin isimler var mı?

\n\n

Çizgi roman çok sevdiğim bir tür. Çok şanslıyım, çünkü çizgi roman cenneti Belçika’da yaşıyorum ve kitaplığımda minik bir koleksiyonum var. ’lerde aldığım, Milliyet gazetesinin çıkardığı Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ları, baskı kalitesi olarak diğerlerinin epey gerisinde olmasına rağmen hâlâ raflarımda yerlerini koruyor. Tekrar tekrar okuyorum. Türkiye’deki biyografik çizgi romanlar üzerine bir bilgim yok, ama en son Camus’nün hayatını anlatan çeviri bir çizgi roman görmüştüm.

\n\n

Deniz Gezmiş üzerine o kadar çok kitap yazılmış ki, araştırma yaparken farkına vardım ve şaşırdım. Bunların çoğunda karizmasından dolayı –yazarların elinde olmadan– Deniz efsaneleştiriliyor. Aşk Olsun Çocuk’ta çizgi kullanmaktan bilinçli olarak uzak durdum. Bunu bir de çizgiyle sunarsam efsane duygusu katlanacak diye düşündüm. Çünkü çizgi roman farklı bir gerçeklik algısı yaratıyor. Deniz Gezmiş’i anlatırken, çizgi romanda Amerikalıların “Hero” dedikleri türden bir kahraman yaratmak yerine, onun isyankâr kişiliğine dikkat çekmek istiyorum. Ortaya çıktığı haliyle sonradan “politik fotoroman” olarak adlandırdığım bu tarz, kitabın kahramanına bence daha çok yakıştı. Ayakları gerçeğe basan bir anlatım oldu. Okurların tepkisinden hissettiğim kadarıyla çok beğenildi.

\n\n

Kitabın 25 bölümden oluşacak, her hafta birkaç bölüm çevrimiçi yayınlanıyor, yani bir tür tefrika. Dizi filmlerin bütün bölümlerinin aynı gün seyredildiği günümüzde fotoroman çok eskilerde kalmış bir format değil mi? İlginç bir sentez gibi görünüyor: Tamamen dijital ortamda, fotoroman tefrikası!

\n\n

Yayın şekli ve formatı tamamen zorunluluktan ortaya çıktı. Aslında A4 boyutlu bir kitap olarak tasarlamaya başladım. Amacım, Denizler’in ölüm yıldönümü olan 6 Mayıs ’ye basılmış kitap olarak yetiştirmekti. Fakat bitiremedim. Bunun üzerine, güncelliğini kaybetmemesi için bitirdiğim bölümleri tefrika halinde, çevrimiçi yayınlamaya karar verdim ve herkesin cep telefonlarında kolay okuyacağı, yeni bir formata dönüştürdüm. Çok da iyi oldu, çok olumlu tepkiler aldım. Ayrıca hem yeni ekran alışkanlıklarına hem de orta yaş grubunun “nostalji” alışkanlığına karşılık verdi.

\n\n

Tefrika olmasını, yayına başladıktan sonra çok sevdim. Arkası yarın gibi. Her bölümü okuması üç-dört dakika sürüyor. Şimdiye kadar yayınladığım bölümlerde bebek ya da ilkokul öğrencisi olduğu için Deniz Gezmiş’ten fazla bahsedemedim. 10 Haziran’da yayınladığım bölümlerle ’ların başına ulaştık; asıl heyecan birkaç hafta sonra başlayacak! ’ten sonra ise Deniz’i kimse tutamayacak.

\n\n

Kitap şimdiye kadar yayımlanan bölümleriyle kaç kişiye ulaştı?

\n\n

Rakamları tam olarak bilmem imkânsız. İlk hafta PDF dosyası olarak kendi mail listemdeki kişilere gönderdim, sosyal medyada paylaştım. Gönderdiğim kişilerin birbiriyle paylaşması sonucu okuyucu sayısı tahminimin üzerinde arttı, Amerika ve Kanada’da yaşayan Türk okurlardan ileti almaya başladım. Okur sayısı konusunda spekülatif bir rakam vermek istemem. Ama şundan eminim; eğer kitap olarak basılsaydı bu kadar okunmazdı. Çevrimiçi yayıncılık konusunda ufkum açıldı.

\n\n

Kendi mail listemde bile olsalar, okumak istemeyenleri ileti kirlenmesine uğratmamak için ikinci hafta abonelik sistemini başlattım. Sadece okumak isteyenlere, hatırlatma yapmak için her hafta yeni sayının linkini gönderiyorum. Kitabın dosyası giderek büyüyor, yani sayfa sayısı artıyor. Yeni sunum biçimleriyle abonelere kolay ve keyifli bir okuma sunmaya çalışıyorum. İsteyen sadece son yayınlanan bölümleri, isteyen de tüm bölümleri topluca okuyabiliyor. Abone derken yanlış anlaşılmasın, ücret talep etmiyorum. Tamamıyla ücretsiz. Aşağıdaki linke tıklamak yeterli.

\n\n

seafoodplus.info

\n\n

TikTok çağının çocukları ve gençleri nasıl buldu politik fotoromanı, birinci elden bir tecrüben var mı?

\n\n

Gençler arasındaki yayılımı konusunda bilgim yok. Geri dönüşlerden hissettiğim kadarıyla okurların yaş ortalaması 40 üzeri diyebilirim. Yayın ağustos sonuna kadar sürecek, dolayısıyla yeni abonelerle birlikte okuyucuların yaş ortalaması düşebilir ama şu anda gençlere ulaştığını pek zannetmiyorum. Belki bir sosyal medya “influencer”ı sorunumuzu çözebilir!

\n\n
\n\n

Tamamlanınca kitap olarak basmayı düşünüyor musun?

\n\n

Okurlar da aynı soruyu soruyorlar. Elbette kitap olarak da basılmasını isterim. Ama baskı maliyeti, özellikle döviz kurlarındaki yükselme yüzünden ciddi bir miktar oluşturuyor. Baskı masrafını kişisel olarak karşılamayı düşünsem bile, bu kez de dağıtım büyük sorun olarak ortaya çıkıyor. Bir yayınevinden çıkmayan kitabı dağıtmak, yani kitapçılarda satılmasını sağlamak neredeyse imkânsız. Şu anda bitirmem gereken son iki bölüm, yani Deniz Gezmiş’in ve Türkiye’nin en çalkantılı yılları üzerinde çalışıyorum. Tamamlanınca sonrası için karar vereceğim. Artık kitap mı olur, sergi mi olur, bilemem.

\n\n

Biz seni sanatçı, illüstratör ve tasarımcı olarak tanıyoruz. Aşk Olsun Çocuk şimdiye kadar yaptığın işlerin hepsinden çok farklı. Bu fark üzerinde biraz durmak isterim; senin için de yeni bir deneyim olmalı…

\n\n

En çok da biraz önce söylediğim gibi çevrimiçi yayıncılık konusunda büyük bir deneyim oldu. Yoksa yayın dünyası benim için yeni değil. ’dan beri içindeyim; Türkiye, Avustralya ve Belçika’da gazetelerde, dergilerde çalıştım. Hatta Melbourne’da ek olarak kendi haftalık gazetemi çıkardım. Ama sanat pratiğim açısından değişik bir çalışma olduğu doğru. Amerikalı sanat editörü bir arkadaşım, yazılanları anlamasa dahi, kitabı “yeni bir güncel sanat tarzı” olarak değerlendirdi. Tarif etmek zorunda kaldığımda kendimi hep “politik sanatçı” olarak tanıttım. Ama politik mesajı “bağırmayı” sevmiyorum.

\n\n

Son olarak; bundan sonra bu tarzda devam etmeyi düşünüyor musun? Üzerinde yoğunlaşmayı düşündüğün başka bir kişi ya da dönem var mı? Neşet Ertaş, Gezi, 12 Eylül, Osman Kavala?

\n\n

Böyle bir yayını hazırlamak okunduğu kadar hızlı olmuyor. Toplamda en az dokuz ayımı alacak. Bundan sonra sırada 12 Eylül döneminde Metris Cezaevi’nde yatarken iki küçük çocuğa gönderdiğim çizgi mektuplar var. Onları yayınlamayı, yayıncı bulamazsam yine bu şekilde çevrimiçi olarak paylaşmayı düşünüyorum.

\n\n\n

ALİ CABBAR

\n\n
Sanatçı Ali Cabbar, İstanbul’da doğdu, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldu, askerî darbesinden sonra siyasi tutuklu olarak 3 yılını askerî cezaevinde geçirdi. Daha sonra yurtdışına göçtü. Çalışmalarını halen Brüksel’de sürdürüyor. ’da Yapı Kredi’de açtığı Huzursuz Gölge sergisi, Türkiye’nin geçmişteki politikalarıyla kişisel bir hesaplaşmadır. 15 Temmuz darbesinin hemen ardından Depo’da sergilenen Tipsiz, seçim afişleri ve parti logoları aracılığıyla Türkiye’nin siyasi tarihine “grafik” bir bakış sunar. ’da Split Güzel Sanatlar Müzesi’nde gösterilen ELDORADO: Bir Kelime Oyunu projesi, İstanbul’un Dolapdere semtini konu alır ve sanatçının kentsel soylulaştırmadaki rolünü sorgular. Aynı yıl Adas’ta gösterilen MONSTER [seafoodplus.info] adlı 20 yıllık projesi, GDO’lu gıdaya çağdaş bir natürmort janrı olarak yaklaşır. Bir kamusal alan projesi olarak ’de Yanköşe’nin duvarında sergilenen Son Gergedanı Ben Vurdum, tehdit altındaki yaban hayatı konu alır. Son projesi Aşk Olsun Çocuk fotoromanı, Deniz Gezmiş’in hayatını ve dönemini anlatır. seafoodplus.info
\n\n

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir