gaşiye ne demek / Gâşiye Suresi Tefsiri - Diyanet İşleri BaşKanlığı

Gaşiye Ne Demek

gaşiye ne demek

Ğaşiye suresinin Türkçe anlamı nedir?

Ğaşiye suresi Mekke''de inmiştir. Ğaşiye suresi 26 ayetten oluşmakta olup, Zâriyât sûresinden sonra inmiştir.

Ğaşiye suresi adını ilk âyette geçen ve her şeyi saran, kaplayan, dehşeti her şeye ulaşan kıyamet günü anlamına gelen "ğâşiye" kelimesinden alır.

Ğaşiye sûresinde kıyamet ve ahirete ait haberler vardır. Ayrıca Allah''ın varlığını anlamaya yardım edecek bazı kevnî deliller serdedilmiştir. Hayatın bir plan ve program içinde akıp gittiği, bu akışın sonunda Allah''a varılacağı ve O''nun katında hesap verileceği anlatılır.

ĞAŞİYE SURESİ TÜRKÇE ANLAMI

1- O her şeyi kuşatacak olan Kıyamet''in haberi sana geldi mi?

2- Yüzler var ki, o gün eğilmiş, zillete düşmüştür.

3- Çalışmış, yorulmuştur.

4- Kızışmış bir ateşe girer.

5- Onlara kızgın bir kaynaktan su verilir.

6- Onlar için kuru bir dikenden başka yiyecek de yoktur.

7- O da ne besler, ne de açlığı giderir.

8- Yüzler de var ki, o gün nimetle mutludur.

9- Yaptığından hoşnuttur.

Yüksek bir cennettedir.

Orada boş bir söz işitmez.

Orada akan bir kaynak,

Yükseltilmiş divanlar,

Konulmuş kadehler,

Dizilmiş koltuklar, yastıklar,

Serilmiş halılar vardır.

Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış?

Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?

Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş?

Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?

Haydi öğüt ver; sen şimdi sırf bir öğütçüsün.

Onların üzerinde bir zorba değilsin.

Ancak kim yüz çevirir ve kâfir olursa,

Allah ona en büyük azap ile azap edecek.

Kuşkusuz onlar döne dolaşa bize gelecekler.

Sonra da bize hesap verecekler.

Gaşiye Nedir?

Arapça'da "örtü" anlamına gelen gāşiye, Kalkaşendî'ye göre deriden yapılmış ve altın sırmalı iplikle süslenmiş eyer örtüsü olup görünüşte tamamen altından yapılmış sanılırdı. Törenlerde ve bayramlarda ata binen sultanın önünde rikâbdar tarafından taşınırdı. Rikâbdar yürürken gāşiyeyi yukarı doğru kaldırır ve sağa sola çevirirdi.

Selçuklular'da gāşiye ilk defa Abbâsî halifeleriyle ilgili bir olayda göze çarpmaktadır. Halife Kāim-Biemrillâh, Arslan el-Besâsîrî'ye esir düşüp Sultan Tuğrul Bey'in yardımıyla kurtulduktan sonra Bağdat'a dönmüştü. Tuğrul Bey bu sırada halifeyi Bâbünnûbî'de karşılayarak bindiği atın dizginini tutmuş, omuzunda gāşiye olduğu halde yürüyerek onu sarayına kadar götürmüştü (Ocak ). Alparslan yılında Merv'den Râdkân'a giderken beraberinde Selçuklu emirlerinden bir grup bulunuyordu. Alparslan burada oğlu Melikşah'ı veliaht ilân ederek bu emirlerden kendisinden sonra oğluna itaat edeceklerine dair yemin aldı. Daha sonra Melikşah'ı ata bindirerek onun önünde omuzunda gāşiye olduğu halde birkaç adım yürüdü.

Gāşiyenin hükümdarlık alâmeti olarak kullanılışı hususunda bir örnek de Sultan Melikşah devrinde görülmektedir. Melikşah yılında Karahanlılar üzerine yürüyerek Semerkant'ı ele geçirdi. Bu sırada Karahanlı hükümdarı olan Ahmed Han saklandığı yerde yakalandı. Ahmed Han, Sultan Melikşah'ın gāşiyesini omuzuna alarak Melikşah'ın tahtının bulunduğu yere kadar üzengisi yanında yürüdü. Irak Selçuklu hükümdarlarından Mes'ûd b. Muhammed Tapar da Abbâsî Halifesi Müsterşid-Billâh'ın gāşiyesini taşımıştır. Aynı şekilde Kirman Selçukluları'ndan II. Arslanşah, Berdesîr şehrinden kaçıp Yezd'e geldiği sırada Yezd atabegi onu karşılamış ve gāşiyesi omuzunda olduğu halde Arslanşah'ın önünde yürümüştür.

Anadolu Selçukluları'nda da gāşiye hükümdarlık alâmeti olarak kullanılmaktaydı. Anadolu Selçukluları'yla ilgili kaynaklarda görüldüğü üzere hıristiyan hükümdarlar da gāşiyeyi hükümdarlık alâmeti kabul etmekteydiler. Eyyûbîler'de I. el-Melikü'l-Âdil devrinden sonra sık sık varlığı zikredilen gāşiye Memlükler Devleti'nde de hükümdarlık alâmeti olarak kullanılmıştır.

Gāşiye ayrıca ilmiye sınıfına mensup şahıslarla devlet erkânı tarafından da kullanılmaktaydı. Müslüman Türk devletlerinde bunun ilk örneğine Gazneliler devrinde rastlanmaktadır. Ancak Gazneliler döneminde gāşiyenin ilmiye sınıfına mensup şahısların dışındaki kişiler tarafından kullanılması şikâyetlere sebep olmuştur.

Osmanlılar'da da ilmiye sınıfıyla devlet erkânının gāşiye kullandığı görülmekte ve mevleviyet derecesine kadar çıkmış olan kadıların bindikleri atların örtüsüne gāşiye (haşa) denildiği bilinmektedir. Yemen fâtihi Vezîriâzam Koca Sinan Paşa 'da öldüğü zaman geride bıraktığı servet içinde iki de murassa' gāşiye bulunmuştu. Fesin kullanılmaya başlanmasından sonra defterdar, reîsülküttâb, şıkk-ı sânî defterdarı, nişancı ve defter emininin başlarına fes giyip gāşiyeli ve takımlı ata binmeleri kanun olmuştu. Bu örnekle, gāşiyenin Osmanlılar tarafından son zamanlara kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi



Gâşiye Sûresi Hakkında

Ğâşiye sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 26 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “dehşeti her şeyi saran, her tarafı kuşatan kıyâmet” mânasına gelen اَلْغَاشِيَةُ (ğâşiye) kelimesinden alır. هَلْ اَتٰيكَ (Hel etâke) adıyla da anılır. Mushaf tertîbine göre 88, iniş sırasına göre sûredir. 

Gâşiye Sûresi Konusu

Fânî olan dünya hayatı, her tarafı kuşatan büyük bir kıyamet olayıyla acı bir şekilde son bulacak, gerçek ebedî hayat bundan sonra başlayacaktır. O gün insanlar iki grup olur. Hesabını veremeyen grup şiddetli cehennem azabına çarptırılırken, hesaptan yüzünün akıyla çıkabilenlerin sonsuz bir mutluluk ve saadete ereceği bildirilir. Kâinattaki ilâhî kudret ve azamet tecellilerinin, böyle bir günün gerçekliğine delâlet ettiğine dikkat çekilir.

Gâşiye Sûresi Nuzül Sebebi

         Mushaftaki sıralamada seksen sekizinci, iniş sırasına göre altmış sekizinci sûredir. Zâriyât sûresinden sonra, Kehf sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Gâşiye Sûresi Arapça Yazılışı

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ

1.

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ

2.

تَصْلٰى نَارًا حَامِيَةًۙ

4.

تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍۜ

5.

لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَر۪يعٍۙ

6.

لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْن۪ي مِنْ جُوعٍۜ

7.

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ

8.

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ

9.

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ

لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ

ف۪يهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌۢ

ف۪يهَا سُرُرٌ مَرْفُوعَةٌۙ

وَاَكْوَابٌ مَوْضُوعَةٌۙ

وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌۙ

وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌۜ

اَفَلَا يَنْظُرُونَ اِلَى الْاِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ۠

وَاِلَى السَّمَٓاءِ كَيْفَ رُفِعَتْ۠

وَاِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ۠

وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠

فَذَكِّرْ اِنَّمَٓا اَنْتَ مُذَكِّرٌۜ

لَسْتَ عَلَيْهِمْ بِمُصَيْطِرٍۙ

اِلَّا مَنْ تَوَلّٰى وَكَفَرَۙ

فَيُعَذِّبُهُ اللّٰهُ الْعَذَابَ الْاَكْبَرَۜ

اِنَّ اِلَيْنَٓا اِيَابَهُمْۙ

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ

Gâşiye Sûresi Türkçe Meali (Ömer Çelik)

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1.

Dehşetli felâketleri her şeyi sarıp kaplayacak olan kıyâmetin haberi sana geldi, değil mi?

2.

Yüzler vardır o gün korku ve zillet içinde eğilmiştir.

3.

Sadece dünya için çalışmış; o gün eli boş kalmış olmaktan ötürü yorgun ve bitkin düşmüştür.

4.

Onlar, yanıp kavrulmak üzere kızgın bir ateşe girecekler.

5.

Kendilerine son derece sıcak bir su kaynağından içirilecek.

6.

Yiyecekleri, yalnız zehirli ve kuru dikenli bir bitkiden ibaret olacak.

7.

O da ne besleyecek, ne de açlığı giderecek!

8.

Yüzler de vardır o gün nimetler içinde mutludur.

9.

Dünyada yaptıklarının sonucundan gâyet memnundur.

Pek üstün ve yüksek bir cennettedir.

Orada boş bir söz işitmezler.

Orada akan berrak pınarlar vardır.

Pek yükseklere kurulmuş tahtlar,

Servise hazırlanmış dolu kadehler,

Sıra sıra dizilmiş yastıklar,

Döşenmiş değerli halılar vardır.

Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmış?

Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş?

Dağlara bakmazlar mı, nasıl çakılıp dikilmiş?

Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl serilip döşenmiş?

İnsanlara öğüt ver; çünkü sen ancak bir öğüt vericisin!

Onların başına dikilip inanmaları için baskı yapan bir zorba değilsin!

Ama kim gerçeğe sırt çevirir ve inkâr ederse,

Allah onu en büyük azapla cezalandırır.

Şüphesiz onların dönüşü bizedir.

Onların hesaplarını görmek de elbette bize aittir.

Gâşiye Sûresi Tefsiri (Ömer Çelik)

1. Dehşetli felâketleri her şeyi sarıp kaplayacak olan kıyâmetin haberi sana geldi, değil mi?

2. Yüzler vardır o gün korku ve zillet içinde eğilmiştir.

3. Sadece dünya için çalışmış; o gün eli boş kalmış olmaktan ötürü yorgun ve bitkin düşmüştür.

4. Onlar, yanıp kavrulmak üzere kızgın bir ateşe girecekler.

5. Kendilerine son derece sıcak bir su kaynağından içirilecek.

6. Yiyecekleri, yalnız zehirli ve kuru dikenli bir bitkiden ibaret olacak.

7. O da ne besleyecek, ne de açlığı giderecek!


Bütün varlığı geçici bir süre için kullarını imtihan ederek iyilerini kötülerinden ayırmak için yaratan ve bir gün kurduğu bu nizamı bozacak olan Allah Teâlâ, sûreye kıyamet olayını haber vermekle başlar. Kıyâmetin bir ismi اَلْغَاشِيَةُ (ğâşiye)dir. Ğâşiye, bir şeyi her tarafından sarıp bürüyen, salgın, sargın ve kaplayıcı şey demektir. Bu sebeple kalp zarına, insanı veya hayvanı içinden saran derde ve kâbus gibi her taraftan saran salgın belâya “ğâşiye” denilir. Kıyâmetin dehşetli afetleri, yıkıp darmadağın eden felaketleri bütün kâinatı kuşatacak ve her şeyi altüst edecek olduğundan, o böyle isimlendirilmiştir.

Belası ve kötülüğü her yandan bütün dünyayı kuşatacak olan kıyamet günü insanlar iki grup olur. Âyette, “bazı insanlar” yerine, “bazı yüzler” ifadesi kullanılır. Çünkü insanların en mühim azalarından biri yüzleridir. Onlar yüzlerinden tanındığı gibi, ayrıca iyi ya da kötü bir durumda oldukları da yüzlerinden anlaşılır. Birinci grup, geçici kısacık ömrünü gaflet, günah ve haksızlıklarla hebâ edip küfür ile sonlandıran bedbahtlardır. Bunları âhirette büyük bir hüsran ve azap beklemektedir:

  Dünyada iken hakkı kabule yanaşmayan, büyüklük taslayan, mü’minleri küçümseyen kâfirlerin o gün yüzlerini korku bürüyecek, utançtan başları yere eğilecek, boyunları bükülecek, zelil ve hakîr olacaklardır.

  Aslında bunlar dünyada öyle boş duran, boş yatan kimseler de değildir. Çalışıp çabalamışlardır. Fakat bunu Allah’a iman ve  âhiret korkusuyla değil, dünyevi hesaplar uğruna yaptıkları için o gün yaptıkları boşa gidecek, kârları sadece çektikleri yorgunluk olacaktır.

Nitekim onların bu hâli âyet-i kerîmede şöyle haber verilir:

“Rasûlüm! De ki: «Yaptıkları ameller yüzünden en çok zarara uğrayacakları haber verelim mi? Onlar, güzel şeyler yaptıklarını zannetmelerine rağmen, dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşa giden kimselerdir. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmişler de bu yüzden bütün amelleri boşa gitmiştir. Tartılacak şeyleri kalmadığından kıyamet günü onlar için artık bir terâzi koymayacak, onlara hiçbir kıymet vermeyeceğiz. İşte inkâr etmeleri, âyetlerimi ve peygamberlerimi alaya almaları sebebiyle onların cezası cehennemdir!»” (Kehf 18/)

Bunlar, dünyada fayda vermeyecek işlerin peşinde koşup yoruldukları gibi, kıyamet günü de boyunlarını bükecek, zilletler içinde dayanılmaz ezici cezalara maruz kalacak, yorgunluk ve bitkinlikle sıkıntılar çekeceklerdir. Bu yorucu cezalar, cehennem ateşi içinde esaret zincirlerini ve tomruklarını sürükleyerek aşağı yukarı bata çıka boğuşup durmalarıdır.

  Onlar son derece sıcak ve kızgın bir ateşe girecekler. Sıcaktan iyice bunalmış bu kâfirlere, serinletici bir içecek yerine, aşırı decede sıcak içecekler verilecektir.

  Yiyecekleri ise sadece ضَر۪يعٌ (darî‘) denen bir dikendir. Bu, arapların yaş olanına اَلشِّبْرِقُ(şibrık) kurusuna darî’ dedikleri dikenli bir ağaçtır. Hem dikenli hem de zehir gibi acıdır.

Bazı âyetlerde, cehennemliklerin “zakkum” ve “irin”den başka yiyeceklerinin olmadığı haber verilirken, burada da “zehirli ve kuru dikenli bir bitki”den başka yiyeceklerinin olmadığı anlatılır. Bunlar arasında bir çelişki yoktur. Çünkü cehennemde farklı farklı dereceler vardır. Cehennemliklerin suçlarına göre veya her suç için ayrı bir azabın verilmesi sözkonusudur. Yahut “zakkum” yemekten kaçınacaklar, onlara “irin” verilecektir. Ondan da kaçınacaklar, bu kez yemeleri için “zehirli kuru diken” verilecektir. Hâsılı onlara sevdikleri hiçbir yiyecek verilmeyecek, yedikleri ve içtikleriyle bile devamlı azap edileceklerdir.

Kâfirlerin bu hazin ve perişan hallerinin karşısına, cennet-cehennem gerçeği iyice anlaşılsın diye, mü’minlerin nimet, huzur ve saadet dolu tablosu konur:

8. Yüzler de vardır o gün nimetler içinde mutludur.

9. Dünyada yaptıklarının sonucundan gâyet memnundur.

Pek üstün ve yüksek bir cennettedir.

Orada boş bir söz işitmezler.

Orada akan berrak pınarlar vardır.

Pek yükseklere kurulmuş tahtlar,

Servise hazırlanmış dolu kadehler,

Sıra sıra dizilmiş yastıklar,

Döşenmiş değerli halılar vardır.


İkinci grup, dünyadaki ömür sermayelerini kârlı bir alışverişe çevirip sonunu kamil imanla mühürlemeyi başaran bahtiyarlardır:

Bunlar nimetler içinde mesut olurlar. Bu halin güzel izleri yüzlerine akseder, tarifi imkânsız bir neş’e, letâfet ve yumuşaklık içinde bulunurlar. “Öyle ki, onları saran nimetlerin sevinç ve parıltısını yüzlerinden okursun” (Mutaffifîn 83/24) âyeti onların bu hâlini anlatır.

Dünyada yaptıkları ibâdet ve taata, âhiret saadeti için çektikleri sıkıntı ve meşakkatlere razı ve hoşnut olurlar. Çünkü işledikleri sâlih amellerin ve Allah yolunda göğüs gerdikleri zorluk ve sıkıntıların burada karşılığını görürler. Cennette de boş durmazlar; her daim zevk alacakları, neş’e ve sevinç duyacakları işlerle meşgul olurlar. Yeme, içme, dostlarla muhabbet, eşleriyle beraber olma gibi. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Cennet ehli o gün tatlı, mutluluk dolu meşguliyetler içinde cennet nimetlerinden yiyip içerler.” (Yâsîn 36/55)

Bunlar gerek mekân gerek kıymet itibariyle yüksek olan cennetlerde konaklarlar. Orada yalan, iftira, inkâr, küfür, hakaret, alay ve benzeri hiçbir kötü söz duymazlar. Orada hiç bir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın hatrına gelmeyen güzel nimetlerle perverde olurlar. (bk. Buhârî, Tevhid 35; Müslim, İman ) Şarıl şarıl durmadan akan cennet ırmakları, üzerine oturdukları yüksek koltuklar, karyola ve döşekler, en güzel cennet içeceklerini içtikleri hazırlanıp önlerine konmuş dolu dolu kadehler, yaslandıkları sıra sıra dizilmiş yastıklar ve bulundukları köşklerin tabanlarına döşenmiş en güzel halılar bu nimetlerden bazılarıdır.

Kur’an’ın verdiği bu haberlerin doğruluğunda şüphesi olanlar, Allah’ın yüce kudretini gösteren şu açık deliller üzerinde ibretle tefekküre davet edilir. Burada dört mühim delilden bahsedilir. Birinci dikkat çekilen delil devenin yaratılışıdır:

Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmış?


Deve, Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar için büyük bir ehemmiyet taşımaktaydı. Onların sosyal, ticârî ve iktisâdî hayatlarında devenin vazgeçilmez bir yeri vardı. Onu çok iyi tanıyorlar ve tüm özelliklerini biliyorlardı. Etinden, sütünden, yününden, derisinden, gücünden istifade ediyorlardı. Gerçi küçücük bir kelebekten kocaman file kadar Allah’ın yarattığı her canlının kendine mahsus özellikleri vardır ve yaratıcısının kudretine delâlet etmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de sivrisinek misal verilir ve bütün insanlar el birliği yapsalar bile bir sivrisinek yaratamayacakları beyân edilir. (bk. Bakara 2/26; Hac 22/73) Demek ki, Allah’ın kudretini tanımak için bir sineğe, bir böceğe bakmak bile kâfîdir. Ancak canlılar içinde elbette devenin de kendine mahsus dikkat çekici yaratılış hususiyetleri vardır. Şöyle ki:

İri bir cüsseye sahiptir. Son derece kuvvetli, sabırlı ve dayanıklıdır. Şekil itibariyle câlib-i dikkattir. Başka hayvanların yetinmediği çok az yem ve dikenli otlarla yetinir. Ağır yüklerle uzun yolculuklara dayanır. Günlerce susuz kalabilir. Tecrübe edenler devenin sekiz gün hiç su içmeden durabildiğini söylerler. O kadar iri cüsse ve kuvvetine rağmen en zayıf bir hayvandan, bir koyundan, bir merkepten daha kolay yedilip güdülebilecek derecede itaat ve boyun eğme özelliği vardır. Bir çocuk bile onun yularını eline alıp götürebilir. Gittiği bir yolu birçok insandan daha sağlam bir hafıza ile belleyip çıkarabilir. Zâhiren iri oluşuna rağmen güzel sesle seslenildiğinde hemen etkilenir, şevk ve neşe ile coşar.Yüce Allah onu insanların hizmetine öylece âmâde kılmıştır. Onun bu dikkat çekici yaratılışı üzerinde düşünen insan, elbette ki onu yaratan kudretin büyüklüğünü ve istediği her şeye güç yetirebileceğini anlar.

İkinci delil gökyüzüdür:

Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiş?


Allah Teâlâ onu görebildiğimiz bir direk olmaksızın yükseltmiştir. (bk. Lokmân 31/10) Yüksekliğinin sınırını bilmek mümkün değildir. Birbiriyle âhenktâr, tabaka tabaka yedi kat semanının nerelere kadar uzandığını, buutlarının, eninin, çapının ne olduğunu idrak etmek aklın imkân ve ihtimal dairesinde değildir. Ona derin bir nazarla bakan ve ibretle tefekkür eden elbette yüce kudreti tanır, küfründen vazgeçer, O’nun huzurunda boyun büker, eğilir ve: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran 3/) demekten kendini alamaz.

Üçüncü delil dağların yeryüzüne sağlam kazıklar halinde çakılıp dikilmesidir:

Dağlara bakmazlar mı, nasıl çakılıp dikilmiş?


Onlar da büyük bir kudret nişânesi, ilâhî azamet tecellisidir. Eğer dağlar olmasa, yerin istikrarlı durması ve üzerin canlıların yaşaması mümkün olamaz. Dağlar, yeryüzünün olduğu kadar, akarsuları, ormanları ve madenleriyle aynı zamanda insan ve canlı hayatının da direkleridir. (bk. Lokmân 31/10; Nebe’ 78/7)

 Dördüncü delil yeryüzünün yayılıp döşenmesidir:

Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl serilip döşenmiş?


Bu ifade onun küre şeklinde olmasına mâni değildir. Cenâb-ı Hak onu bu şekilde yayıp döşemiş, içine hayatın tüm ihtiyaçlarını yetleştirmiş, insanın kolaylıkla yaşayıp Rabbine kulluk edebilmesi için tüm imkânlar hazırlanmıştır. Bunun üzerinde de ibretle tefekkür eden insan, Allah’ın kudretini anlar ve onun  ölüleri diriltebilecek güç ve kuvvet sahibi olduğuna inanır. Küfür ve nankörlükten vazgeçip, Peygamber’in ve Kur’an’ın davetine koşar, güzel bir kul olur.

O halde:

İnsanlara öğüt ver; çünkü sen ancak bir öğüt vericisin!

Onların başına dikilip inanmaları için baskı yapan bir zorba değilsin!

Ama kim gerçeğe sırt çevirir ve inkâr ederse,

Allah onu en büyük azapla cezalandırır.

Şüphesiz onların dönüşü bizedir.

Onların hesaplarını görmek de elbette bize aittir.


Bunca açık ve anlaşılabilir delile rağmen inanmamakta ısrar edenlere yapılacak bir şey yoktur. Peygamber (s.a.s.)’in, onları zorlayarak inandırmak gibi bir vazifesi bulunmamaktadır. Onun vazifesi, insanlara neyin doğru, neyin yanlış olduğunu öğretmek, yolun doğrusunu da eğrisini de göstermek ve bunların varacağı neticeyi haber vermektir. Ona düşen apaçık tebliğdir. Neticede herkesin dönüşü Rabbine olacak; O da layık oldukları şekilde onları hesaba çekip karşılık verecektir. Şimdi insanların dünyadaki inanç ve amellerine göre Allah’a dönüşlerinin nasıl olacağı hususunu derin ve etraflıca izah etmek üzere Fecr sûresi geliyor:


seafoodplus.info
Nas Suresinin Fazileti

Nâs sûresi Mekke’de inmiştir. 6 âyettir. Kur’ân-ı Kerîm bu sûre ile sona ermektedir. İsmini, 4. âyet hâriç, âyetlerinin sonlarında tekrarlanan ve “ins


seafoodplus.info
Dilek ile İlgili Ayetler

Dilek kelimesi sözlükte, “olması istenen şey, istek, arzu, talep, ricâ, temenni” anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de istek, dilemek, temenni vs. hak


seafoodplus.info
Felak Suresi Okunuşu ve Anlamı

Felâk suresi, Medine döneminde nüzul olmuştur. Felâk suresi, 5 âyettir. Felâk, “sabah aydınlığı” demektir. FELAK SURESİ ARAPÇA Felak Suresi Arapça


seafoodplus.info
Felak Suresinin Fazileti

Felak sûresi Mekke’de inmiştir. 5 âyettir. İsmini birinci âyetin sonundaki “yarmak, aydınlık, sabah” mânalarına gelen اَلْفَلَقُ (felak) kelimesinden


seafoodplus.info
Devlet Yönetimi ile İlgili Ayetler

Devlet kelimesi sözlükte, “belli bir toprakta veya toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun olu


Copyright © Kuran ve Meali. Hiçbir ticari kaygısı yoktur.

seafoodplus.info altında yayınlanan içeriklerin tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi içeriklerin tamamı izinsiz kullanılamaz.

Gaşiye Ne Demek?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir