’larda Türkiye’de sinema gazetelerde kendine özel sayfa ayrılan tek sanat dalı. Her gazetenin haftalık ya da günlük olarak sinema eleştirileri ve vizyondaki filmleri tanıttıkları bir sayfa mevcut. Genel olarak gazetelerde yayımlanan sinema yazılarında senaryo baştan sona ifşa ediliyor. Henüz ‘spoiler’ gibi bir kavram yok. Katilin kim olduğunu bilse bile izleyicinin sinemanın büyüsüne kendini kaptırabildiği yıllar… Beyaz perdeye yansıyan her görüntünün etkileyici hayallere yol açtığı dönemde bir film neredeyse hiç kimse tarafından beğenilmedi. Sene , filmin adı Öldüren Adam. Senaryo: Türk Dostu Öldüren Adam filmini ve hakkında çıkan eleştirileri mercek altına almadan önce senaristi tanıyalım. yılında yayımlanan “ L'homme qui assassina ” (The Man Who Killed - Öldüren Adam) kitabını Fransız yazar Claude Farrère ( - ) kaleme aldı. “Türk dostu” olarak anılan Farrère, Kurtuluş Savaşı sürecinde, Türkiye'ye cephe alan kendi ülkesi Fransa'ya karşı Türkiye'yi destekleyen yazılar yazdı. ve yılında Türkiye lehine faaliyetlerini daha da yoğunlaştırdı. Türkiye’nin dünyanın stratejik, sosyal ve iktisadi dengesi için gerekli olduğunu savunan aydınlar arasındaydı. Hatta Farrère, Nobel Ödülü'nün Pierre Loti 'ye Türkiye lehine ifadeleri yüzünden verilmediğini savunan bir makaleyi Cenevre gazetesinde yayımladı. Bunun üzerine TBMM, Cloude Farrère'e teşekkür edilmesi gerektiğini karara bağladı. Türkiye'nin Manevi Kuvvetleri adlı eser ilk kez yılında yayımlandı. Farrère, kitabın ilk satırlarında şunları yazıyor: "Vatandaşlarımın merakını gidermeye karar verdim. Onlara Türkleri niçin sevdiğimi, Türklerin düşmanlarını niçin sevmediğimi anlatmaya çalışacağım." Farrère, Ankara’da Başkumandan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere 15 Haziran 'de İstanbul'a geldi. Sirkeci İskelesi'nde coşkulu bir törenle karşılandı. Claude Farrère'i karşılama anları Kısıtlı zaman sebebiyle Ankara’ya gitmesi mümkün olmadığı için o sırada Kocaeli cephesini teftiş etmekte olan Mustafa Kemal ile İzmit’te iki saat görüşme fırsatı yakaladı. Ardından İstanbul'a, oradan da Fransa'ya dönmek zorunda kaldı. Yazar, Ekselsior gazetesinin İstanbul muhabirine verdiği mülâkatta, izlenimlerini şu sözlerle ifade etti: "Mustafa Kemal harikulâde bir insandır. İzmir, İstanbul ve Edirne Türklere verilmeli, yılı sınırları yeniden tesis olunmalıdır. Aksi takdirde harp yeniden başlayacaktır." Türk dostu olmasıyla tanınan ve Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde yazılarıyla Milli Mücadele'ye destek veren Fransız yazar Claude Farrère'e bir jest ifadesi olarak İstanbul'da Sirkeci'de başlayan Bab-ı Ali Caddesi'nin başlangıç kısmında yer alan caddeye Klodfarer Caddesi ismi verildi. İşte bu Fransız yazarın Öldüren Adam isimli romanı yılından itibaren tam 6 kez beyaz perdeye uyarlandı. Evet, yazar Türk dostu, roman güzel ancak film neden tutmadı? Görüntü yönetmeni dönemin efsanesi Roman altı kez beyaz perdeye uyarlandı. Bu filmlerden, Türkiye'de vizyona giren tarihli L'homme qui assassina filminin bir diğer özelliği de görüntü yönetmenidir: Curt Courant , dönemin en iyi görüntü yönetmenlerinden biridir. Fritz Lag 'ın Kamerde Kadın , Alfred Hitchcock 'un Çok Şey Bilen Adam ya da Marcel Carne ’nin Son Ümit filmlerinde de görüntü yönetmenliği yapmıştır. Sırasıyla Kamerde Kadın, Çok Şey Bilen Adam ve Son Ümit ve 32 yıllarında gösterime giren bu filmlerin afişlerinden senaryonun Türkiye’de, İstanbul’da geçtiğini tahmin edebilirsiniz. Öldüren Adam İstanbul’da geçer. Yazar, Boğaz’ı, camileri, mezarlıkları, Türk sokak ve mahallelerini çok canlı bir biçimde adeta ressam gözüyle betimler ve İstanbul’u özellikle bu mekânlarla özdeşleştirir. Fransızca kopyası “L'homme qui assassina” ve Almanca kopyası “Der Mann, der den Mord beging” filmlerinin dış sahneleri de İstanbul’da çekildi. İstanbul; cami ve minareleri, Boğaz’ı ve sandalları, Rumeli Hisarı ve yalıları filmin manzarasını oluşturuyordu. Her iki filmin de görüntü yönetmeni Curt Courant. ’lar İstanbulunun kayıt altına alınması açısından Courant’ın çalışmış olması önemli. 6 Mart tarihli Cumhuriyet gazetesinde Marie Bell, Öldüren Adam filminden bir sahne Başrolde cins-i latiflerin de aşkı Marie Bell Filmin başrolünde oynayan oyuncu hakkında dönemin gazetelerinden birinde şunlar yazar: “ Marie Bell 'in sihri yalnız erkekler üzerinde tesirini göstermiş değildi. Cins-i latiflerden de ona hayran olanlar vardı. Masasında erkekler kadar kadınlar da vardı.” 27 Şubat tarihli Yarın gazetesi Marie Bell iyi bir oyuncu olduğu kadar izleyicileri kendine aşık bırakan bir kadındı. Bu güzelliği sebebiyle Öldüren Adam premier ’inden önce Glorya Sineması’nın duvarları onun resimleriyle süslenmişti. Ancak Bell’in resimleri mütemadiyen ortadan kayboluyordu. Premier ’e bir ay kala 3 Şubat tarihli gazeteye yansıyan habere göre, Glorya Sineması Müdürlüğü, resimlerin çalınmasını engellemek için bir hamle yapıyor. “Sinema müdürlüğü güzel artistin büyük bir resmini yaptırıp salona asmıştır. Bu resmin nefaseti birçoklarını heyecana ve kleptomaniye sevk ediyorsa da yüksekte bulunuşu ve ağırlığı kaldırıp götürülmesine manidir.” “Vaheser” Hem roman hem görüntü yönetmeni hem de başrol dönemin en iyilerinden. Buna karşın Fransızca kopyasının yılının Mart ayında Ankara ve İstanbul’da yapılan premier ’inden sonra gazetelerde birçok eleştiri yazısı yayımlandı. İşte satırbaşları: Şaheser değil, vaheser (not: kelime oyunu yaparak şaheserin tezat anlamlısı yaratılmış.) Filmin konu olduğu tarihinde Saray'da telefon olmadığı halde filmde telefon görülmesi veya sokakta elektrik lambası bulunması, bir İngiliz zengininin evinde entarili uşaklar bulunması gibi şeyler bize belki biraz yabancı geliyor. "Öldüren Adam" niçin Türkiye'yi ve Türkleri fazla alakadar eden bir eser şeklinde şöhret bulmuştur. Bilmiyoruz. Sırf içindeki vakalar İstanbul'da cereyan ettiği için mi? Evet, sırf bunun için. Birkaç yüz ecnebi seyircinin merakını celbetmek için binbir gece hikayelerine rahmet okutacak derecede dengesizliğe ve mübalağaya kaçan sinema rejisörleri yaptıkları bu filmleri bari mevzu bahis ettikleri memlekete gönderip ora halkını sinir etmeseler. Uşaklar siyahi ve en tarihi Konuşulan bir iki Türkçe cümle de Arap şivesiyle söyleniyor. Türklerin 'deki kıyafet ve adetlerini soracak tek Türk'e denk rast gelmedi mi? Filmin en güzel tarafı İstanbul manzaralarıdır. İstanbul'un şimdiye kadar hiç (kayda) alınmamış manzaralarını görüyoruz. Filmin artistleri genel olarak ayrı ayrı iyi oynuyor. Fakat bir ahenksizlik var. Marie Bell'in aşıkları memnun değil. Birisi diyor ki "Niçin filmde bu kadar az görünüyor? Kendi kabiliyetine uymayan bir rol mü almış? Bir defa olsun yakından bir aşk sahnesine şahit olamadık." yılında film hakkında yazılmış tüm yazıları taradığımızda olumlu bir tane yazıya denk gelmedik. Peki neden? Sorunun cevabı Peyami Safa’da mı? Diyelim ki bir film yapıyoruz, çok tutan bir hikâyemiz, Türkleri yakından tanıyan bir yazarımız, sanatsal açıdan kültler yaratmış bir görüntü yönetmeni, herkesi kendine aşık eden bir oyuncu bulduk; yeter mi? Maalesef yetmiyormuş. Peki, neden? Peyami Safa ’nın konuya ilişkin Son Posta gazetesinin 25 Şubat tarihli nüshasında yayımlanan yazısı bir ipucu olabilir. Peyami Safa şöyle başlıyor söze: “Bacak müsabakası yapan gazete, başını insanların sufli azası (aşağı organları) hizasından daha yukarı kaldırıyor ve ortalıkta bir kafa meselesi arıyor. Bula bula, Klot Farer'i (Claude Farrère - filmin yönetmeni) yağlı bir mevzu olarak yakalıyor ve Fransız yazarının bir edip mi, yoksa tüccar mı olduğunu sormakta karar kılıyor.” Bacak müsabakası yapan gazete Vakit gazetesi. Dönemin en uç ulusalcı gazetelerinden biri. Devamında Vakit gazetesinin tutumunu daha net anlayabiliyoruz: “O gazeteye bu suali sorduran nedir? Klot Farer İstanbul'da büyük bir ticaret işine mi girmiş? Büyük şirketlerle bir gizli anlaşması mı var? Türklere fahiş fiyatla bir meta mı sürüyor?.. Bu gazete Klot Farer'e hücum etmek mi istiyordu? 'Öldüren Adam' isimli eserinde Türk âdatı, Türk tipi veya karakteri olarak takviye edilen şeylerin sahte bir fantezi eseri olduğunu söyleyebilirdi." Peyami Safa’nın yazısının tamamından anlaşılana göre ulusalcı kesimin yabancı sinemaya yönelik bir saldırısı söz konusu. Erken Cumhuriyet Döneminde Türk Sinemasının Ulus-Devlet Politikalarıyla İlişkisi Üzerine Bir Değerlendirme isimli makalede, 'lardan itibaren devlet politikalarında sinema sanatına yönelik muhafazakâr bir tutum sergilendiği yazıyor: “Devletin doğrudan müdahalede bulunmadığı ve zayıf bir özel sektörün inisiyatifindeki yerli sinemanın, yabancı sinemanın hâkimiyetindeki piyasada etkin bir aktör olamadığı görülmektedir. Yerli sinemanın aleyhine gelişen bu durumun yarattığı gerilim, yılı boyunca Cumhuriyet gazetesi ve döneminde Sinema gazetesine yansıyan ulusçu tepkiler üzerinden izlenebilmektedir. Yabancı filmlerin halka sunulmasında Fransızca alt yazıların kullanılması, Türkçe harflerin küçük puntolarla yazılması, eleştirmenlerce milliyetçi bir refleksle karşılanmıştır.” Yani sinema salonlarında daha çok yerli filmin sergilenmesi istenirken “Türk dostu diye pohpohlanan” bir Fransızın filminin Türkiye’de Fransızca ve Almanca çekilmesi, İstanbul’u sadece bir arka plan olarak kullanması tepki çekmiş olabilir mi? Türk sinemasının yükselmesi için yabancı sinemaya karşı negatif tutumun başlangıcı Öldüren Adam ile gerçekleşmiş olabilir mi? Bu soruların cevabını bilemeyeceğiz. Ama yine de radikal ulusalcı Vakit gazetesinin 8 Şubat tarihli nüshasındaki şu sözler kafa karışıklığının güzel bir örneği oluyor: “Öldüren Adam filminde Marie Bell, Türkçe bir cümle söylüyor. Bu arabaya bindiği esnada arabacıya verdiği emirdir: - Arabacı, çabuk limana götür. Gibi bir şey. İnsan yabancı fakat ne kadar cazip bir ağızdan bu sözleri işitince bir tuhaf oluyor.”
14 Mar
İstanbul/Zeytinburnu gösterim
Depozito var, 1 kira
₺ / Ay
Ev arkadaşı arıyor!
Tercih Edilen Ev Arkadaşı
Evdeki Olanaklar
Depozito var, 1 kira
₺ / Ay
OECD’nin tarihli “Kartellerle Etkili Sekilde Mücadele Edilmesine Iliskin Tavsiyesi”nde, “kartellerin en ciddi rekabet ihlali oldugu” ifade edilmistir. Basta Türkiye olmak üzere, pek çok ülkenin rekabet yasasını kabul ederken model olarak dikkate aldıgı ABD ve AB antitröst mercilerinin yöneticileri de bu yönde görüs belirtmistir. Ancak baska bir OECD çalısmasına göre, karteller yeterince tanınmamaktadır. Ilgili çalısmada, “kartellere yönelik bilgi eksikliginin yalnızca kamuoyunda degil, rekabet otoriteleri çalısanlarında da bulundugu” ifade edilmistir. Bu bilgi eksikligi önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, tezin amacı, kartelleri tanıyarak, etkili mücadele yollarını arastırmak ve bu sayede Türk rekabet hukukunda olması gerekenlere iliskin görüsler ortaya koymaktır. Bunun için birinci bölümde, önce kartel kavramına, ardından zararlarına, son olarak da kartellerin gizliligini temin etmek için yapılanlara yer verilecektir. Ikinci bölümde, bugünkü noktaya nasıl gelindigini anlayabilmek için, modern rekabet yasaları öncesi, ABD ve AB örneklerinde, kartellerle mücadeleye, tarihsel bir süreç içinde bakılacaktır. Birinci ve ikinci bölümler vasıtasıyla kartelleri tanıdıktan sonra, nasıl mücadele edilebilecegi arastırılacaktır. Bunun için, önce, agırlıklı olarak ABD ve AB olmak üzere, dünyanın önde gelen rekabet otoritelerinin kartelleri ortaya çıkarmak ve sorusturmak için kullandıkları araçlar hakkında bilgi verilecektir. Ardından ortaya çıkarılan ve sorusturulan kartellere uygulanabilecek etkili yaptırımların neler oldugu konusu tartısılacak; bu çerçevede, son yıllara damgasını vuran kartel üyelerine hapis cezası verilmesine iliskin tartısmalara yer verilecektir. Son bölümde ise, önceki bölümlerde sunulan bilgiler çerçevesinde, Türk rekabet hukuku uygulamalarında olan ve olması gerekenler üzerine görüsler ortaya konacaktır.