grup dost el allah desin / GRUP DOST EL ~ ALLAH DESİN #grupdostel #narıaşk #AllahDesin | By Nakşibendi YOLU - Facebook

Grup Dost El Allah Desin

grup dost el allah desin

TDK Sözlük TDK Sözlük

Sözlüklerin kendisine özgü hazırlama ilkeleri ve kullanma özellikleri vardır. Bu özellikler; madde düzeni, yazım ve söyleyişle ilgili ilkeler ve diğer özellikler olarak sıralanabilir.

Madde Düzeni

Türkçe Sözlük’te madde düzeni ile ilgili olarak benimsenen ilkeler şunlardır:

1. Herhangi bir nesnenin veya kavramın adı olan ve “sözlük birimi” olarak adlandırılan söz ve söz öbekleri, bitişik veya ayrı yazılmasına bakılmaksızın madde başı yapılmıştır: almak, balık, atom ağırlığı, badem yağı, çeşitkenar, dershane, hizmet içi eğitim, işkembesi geniş, kapalı yüzme havuzu, yön gösterme eki vb.

Bunlara ek olarak bitişik yazılan birleşik fiiller (hissetmek, zikretmek) ile dolayısıyla, itibarıyla, meydanda, tutturabildiğine, vaktiyle, yanlışlıkla gibi kalıplaşmış biçimler de madde başı yapılmıştır

Madde içinde ise etmek, eylemek, olmak, kılmak, yapmak vb. yardımcı fiillerle oluşturulup ayrı yazılan birleşik fiiller; deyimler; atasözleri; gibi, kadar, ile vb. sözlerle oluşan kalıplaşmış biçimler yer almıştır: ayırt etmek, hizmet etmek, azat eylemek, göç eylemek, dost olmak, emekli olmak, namaz kılmak, otostop yapmak; abayı yakmak, çene yormak, ev açmak; ayağının bastığı yerde ot bitmez, elin ağzı torba değil ki büzesin, söz gümüşse sükût altındır; akrep gibi, ibiş gibi, kıl gibi, su gibi; parmak kadar, tırnak kadar; bileğinin hakkıyla, bin can ile vb.

2. Madde başında her sözün türü dil bilgisindeki yeri atılacak ve fiillerden önce gelen nesnelerin hangi eklerle kullanıldığı kısaltmalarla gösterilmiştir: a., sf., e., zf.; (-i), (-e), (-den), (nsz) vb.

3. Madde başlarında uzun heceler iki nokta (:) ile, vurgular vurgu işareti (') kontrol edilecek ile ince söylenmesi gereken heceler ünlünün üzerinde (^) işareti ile gösterilmiştir: abat sf. (a:ba:t), bariz sf. (ba:riz), bazı sf. (ba:zı), delalet a. (dela:let), fakirhane a. (fakirha:ne), halazade a. (halaza:de), hudayinabit sf. (huda:yi:na:bit); acaba zf. (a'caba), edepsizce zf. (edepsi'zce), eğer bağ. (e'ğer), evet e. (e'vet); dergâh a. (dergâ:hı) vb.

Türkçede kullanılan Doğu kökenli yabancı söz varlıklarının aslen uzun olan kapalı hecelerinin kısa söylenmesi eğilimi yaygınlaşmıştır. Söz gelişi, haya:t değil hayat; kara:r değil karar, ru:h değil ruh, saba:h değil sabah, zama:n değil zaman. Ancak bu yapıdaki kelimelerin çoğu, ünlü ile başlayan bir ek aldıklarında aslen uzun olan son heceleri özgün söylenişine dönüşür: hayatı (haya:tı), kararı (kara:rı), ruhu (ru:hu), sabahı (saba:hı), zamanı (zama:nı) gibi. Sözlüğümüzün elinizdeki baskısında, hecenin açılması durumunda ortaya çıkan bu özellik şu şekilde gösterilmiştir: hayat a. (haya:tı), karar a. (kara:rı), ruh a. (ru:hu), zaman is.(zama:nı) vb.

Hem kalın hem de ince okunma özelliğine sahip olan l ünsüzünün söylenişinde sık sık yanlışlığa düşüldüğü görülmektedir. Bu yanlışlıkları ortadan kaldırmak amacıyla ince söylenmesi gereken l’nin okunuşu ayraç içinde belirtilmiştir: klasik, -ği a. (l ince okunur), laborant a. (l ince okunur), vals a. (l ince okunur) vb.

4. ve baskılarında madde başı sözlerin köken bilgisini gösterme konusuna ağırlık verilmişti. Bu baskıda da bütün yabancı söz varlıklarının hangi dilden geldikleri ve öz- XII gün biçimleri gösterilmeye çalışılmıştır: adliye a. Ar. ¤adliyye, ahu a. (a:hu:) Far. ¥h°, anarşi a. Fr. anarchie, sadrazam a. (sadra:zam) Ar. ¹adr + a¤©am, doping a. İng. doping, fok a. Fr. phoque, filiz a. Rum., forint a. Mac. forint, marina a. (mari'na) İt. marina, mart a. Lat., martini a. (marti’ni) İt. martini, kuruş a. Alm. Groschen, temel a. Rum., vasistas a. (va'sistas) Fr. vasistas

Köken bilgisinde, Doğu dillerinden alınan sözlerin özgün yazımı, uluslararası bilim çevrelerinde benimsenmiş bulunan çeviri yazısı alfabesine göre verilmiştir: alem a. Ar. ¤alem, hakikat, -ti a. (haki:kat) Ar. §a®³®at, Hüda a. (hüda:) Far. ¬ud¥, hudayinabit sf. (huda:yi:na:bit) Far. ¬ud¥y + Ar. -³ + n¥bit. Bitişik olarak yazılan ve iki kelimesi de aynı dilden olan sözlerin köken bilgisi verilirken iki kelimenin arasına (+) işareti konmuştur. şehriyar a. Far. şehr + y¥r vb.

Tek sözden veya bitişik kelimelerden oluşan madde başlarında köken bilgisi ayrıntılı olarak gösterilirken ayrı yazılan birleşik kelimelerde bu ilke uygulanmamıştır. Örnek olarak millî ekonomi maddesinde köken bilgisi verilmemiş, bu kelimelerle ilgili bilgiler, millî ve ekonomi maddelerinde yer almıştır. Ancak ayrı yazılmasına karşın birleşik sözü oluşturan sözler ayrıca madde başı olarak yer almıyorsa bu sözlerin köken bilgileri verilmiştir. nitrik asit Fr. acide nitrique, fort pense Fr. fort pince. Ayrıca Türkçe yapım ekleriyle oluşturulan yeni söz varlıklarının köken bilgilerinin verilmesine de gerek duyulmamıştır.

5. Madde başı sözler eğer herhangi bir bilim dalının veya alanın terimi ise bunlar kısaltma ile gösterilmiştir: anat. (anatomi), coğ. (coğrafya), ed. (edebiyat), fiz. (fizik), jeol. (jeoloji), kim. (kimya), sin. (sinema), sp. (spor) vb.

6. Madde başı sözlerin açıklanmasında bir başka incelik de kullanım sıklığı, eskilik ve halk dilinde yaşama özelliğidir. Yaygın kullanımdaki sözler için herhangi bir kısaltma verilmemiştir; eskilik için esk., halk arasında yaşayan sözler için hlk. kısaltmalarına yer verilmiştir. Ancak bu kısaltmalar kelimelerin türevlerinde kullanılmamıştır

7. Genellikle yaygın anlamlar önce, mecaz, argo, alay, hakaret ve öteki anlamlar sonra verilmiştir. Ardından deyimleşmiş veya kalıplaşmış biçimler anlamlarıyla, varsa örnekleriyle sıralanmış; atasözleri de bu bölüm içinde gösterilmiştir.

Ali Cengiz oyunu; Ali kıran baş kesen; Ali’nin külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye giydirmek gibi özel adlarla kurulmuş deyim ve atasözlerine de Türkçe Sözlük’te yer verilmiştir. Ancak bunların sözlükte yer alabilmesi için özel adın madde başı yapılması gerekmiştir. Söz gelişi, Ali Cengiz Oyunu deyimine yer verebilmek için Ali sözü madde başı olarak alınmıştır.

8. Madde başı olan söz sadece mecaz anlam taşıyorsa bu söz için mec. kısaltması kullanılmamıştır.

9. Sözlerin cümle içindeki kullanımlarını göstermek ve anlamlarına açıklık getirmek için Türk edebiyatının tanınmış yazarlarından seçme örnekler, tırnak içinde ve eğik yazıyla dizilerek verilmiştir. Herhangi bir örnek cümle, içindeki sözlerin zenginliği, kullanım güzelliği veya çarpıcılığından dolayı bazen birden fazla madde için örnek gösterilmiştir

Türkçe Sözlük’ün bu baskısında gönderme düzeninde ayrıca şu ilkeler benimsenmiştir:

a. Sözlerin kullanım sıklığı dikkate alınmış ve eş anlamlı sözlerden yaygın olanında tanım verilmiş; yaygın olmayan sözlerde ise tanım yerine karşılık verilmekle yetinilmiştir: mahcur sf. Kısıtlı; mahiye a. esk. Aylık; telaki a. esk. Buluşma, kavuşma; teşrinievvel a. esk. Ekim; teşrinisani a. esk. Kasım; uca (II) sf. hlk. Yüce; üstüvane a. esk. Silindir vb.

b. Dilde kullanımdan düşmüş olan kelimeler bk. kısaltması ile yaygın söz veya söz öbeklerine gönderilmiştir: ır a. bk. yır vb. Yaygın yanlışlar doğru biçimlerine gönderilmiştir: abi a. bk. ağabey; ayrıyeten zf. bk. ayrıca; muzur sf. Ar. mużirr bk. muzır vb.

c. Dilimize son zamanlarda girmekte olan Batı kökenli sözler özgün biçimiyle eğik olarak yazılmış, burada tanım verilmeyerek Türkçe karşılıklarına gönderme yapılmıştır: check-up a. İng. check-up tıp bk. tam bakım; factoring a. İng. factoring ekon. bk. alacaklandırma; tubeless sf. İng. tubeless bk. içsiz vb

ç. Birleşik sözler sözlükte ilk kelimesine göre abece sırasıyla yer almaktadır. ” biçiminde yer almaktadır.

Yazım ve Söyleyiş

1. Türkçede yalın biçimleri iki heceli olan vakit, sabır, meyil, şehir, hasım, resim, asıl, nehir, beyin gibi Doğu dillerinden, özellikle Arapçadan geçmiş bazı alıntı kelimelerin, ünlüyle başlayan bir çekim eki aldıklarında veya etmek, eylemek, olmak yardımcı fiilleriyle birleştiklerinde, ikinci hecelerindeki dar ünlü düşer: vakitim değil vaktim, sabırın değil sabrın, meyili değil meyli, şehire değil şehre, hasımı değil hasmı, resimi değil resmi, asılı değil aslı, nehire değil nehre, beyinim değil beynim; küfretmek, kasdetmek, kaybolmak, kahrolmak, zehrolmak , sabreylemek vb. Türkçe Sözlük’te bu tür değişikliklere uğrayan kelimeler madde başında vakit, -kti, sabır, -brı, meyil, -yli, şehir, -hri, hasım, -smı, resim, -smi, asıl, -slı, nehir, -hri, beyin, - yni biçiminde gösterilmiştir.

Yalın biçimleri iki heceli olan ve ikinci hecelerinde dar ünlü bulunan gönül, burun, ağız, karın, boyun, göğüs gibi bazı Türkçe kelimeler de ünlüyle başlayan çekim eki aldıklarında hece kaybına uğrar. Bu tür kelimeler de Türkçe Sözlük’te gönül, -nlü, burun, -rnu, ağız, -ğzı, karın, -rnı, boyun, -ynu, göğüs, -ğsü biçiminde verilmiştir.

2. Sert ünsüzlerle biten bazı kelimelerin, ünlü ile başlayan ek almaları durumunda son sesleri yumuşar. Son sesteki bu değişme, açık, -ğı, barınak, -ğı, kürek, -ği, elek, -ği, araç, -cı, süreç ,-ci, söğüt, -dü, kanat, -dı, itimat, -dı, yurt, -du, kitap, -bı, hesap, -bı örneklerinde görüldüğü biçimde gösterilmiştir.

2. Sert ünsüzlerle biten bazı kelimelerin, ünlü ile başlayan ek almaları durumunda son sesleri yumuşar. Son sesteki bu değişme, açık, -ğı, barınak, -ğı, kürek, -ği, elek, -ği, araç, -cı, süreç ,-ci, söğüt, -dü, kanat, -dı, itimat, -dı, yurt, -du, kitap, -bı, hesap, -bı örneklerinde görüldüğü biçimde gösterilmiştir.

Ünlüyle başlayan ek aldıklarında son ünsüzü değişen Batı kökenli kelimeler de vardır. Bunlar için de lirik, mikrop, lort, lastik, gardırop, otomatik, komik, prensip örneklerini verebiliriz. Bu tür kelimeler de Türkçe Sözlük’te lirik, -ği, mikrop, -bu, lort, -du, lastik, -ği, gardırop, -bu, otomatik, -ği, komik, -ği, prensip, -bi biçiminde gösterilmiştir.

3. Yazımla ilgili bir başka sorun, Arapçadan dilimize geçen ve aslında ikiz ünsüz bulunduran kelimelerle ilgilidir. Türkçede son sesleri tek ünsüze dönüşmüş olan hak (hakk), his (hiss), zan (zann), ret (redd) gibi kelimelerin, ünlüyle başlayan ek almaları veya etmek, eylemek, olunmak yardımcı fiilleriyle birleşmeleri durumunda, yapılarında var olan çift ünsüzler yeniden ortaya çıkar: hak, hakkım; his, hissi, hissetmek, hissolunmak; zan, zannı, zannetmek, zannolunmak; ret, reddi, reddetmek, reddeylemek, reddolunmak. Türkçe Sözlük’te bu tür değişikliğe uğrayan kelimeler hak, -kkı; his, -ssi; zan, -nnı; ret, -ddi biçiminde gösterilmiştir.

4. Son ünlüsü kalın olmasına rağmen ince sıradan ek alan Doğu ve Batı kökenli kelimeler menfaat, -ti; saat, -ti; lügat, -ti; feragat, -ti; harf, -fi; hayal, -li; ihtimal, -li; istikbal, -li; rol, - lü; alkol, -lü; mareşal, -li; festival, -li biçiminde gösterilmiştir

5. Sonu p, ç , t , k ile biten özel adlar ünlü ile başlayan ek aldığında çoğunlukla son seslerinde yumuşama olur ancak bu değişim yazıda gösterilmez: Suruç, -ç’u; Gaziantep, -p’i; Güzelyurt, -t’u; Zonguldak, -k’ı biçiminde gösterilmiştir. Bu özel adların okunuşlarındaki değişiklik ise (su’rucu); (ga:zi'antebi); (güze'lyurdu); (zo’nguldağı) biçimlerinde belirtilmiştir.

Diğer Özellikler

Türkçe Sözlük’ün kullanımında yukarıda verdiklerimizin dışında başka bazı teknik özellikler de yer almıştır. Yapı bakımından birbirine benzeyen ve eş sesler bulunduran birçok kelime Türkçe Sözlük’te art arda gelmektedir: boy, çay, kalın, saf, sandal bu tür örneklerden birkaçıdır. Kaynakları ve anlamları farklı olan bu yapıdaki kelimeler boy (I), boy (II), boy (III); çay (I), çay (II); kalın (I), kalın (II), kalın (III); saf (I), saf (II); sandal (I), sandal (II), sandal (III) biçiminde Romen rakamlarıyla birbirlerinden ayrılmışlardır.

YAZARLAR

Yüce Allah yarattıktan sonra kenara çekilen olan bitene seyirci kalan, etkisiz bir ilah değildir. O’nun yaratması ve yönetmesi süreklidir, dinamiktir.

“Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’ndan ister (O’na muhtaçtır). O her an yaratma halindedir.” (Rahman, 29)

“O, dilediği her şeyi yapan tek zattır.” (Buruc, 85/16)

İlk insandan itibaren nübüvvet kurumunun inşa edilmesi Allah’ın yaratıp kenara çekilmediğini, insanı başıboş bırakmadığını göstermektedir. Rabbimiz tarih boyunca, nebilerle-resullerle hem uyarmış hem de müjdelemiştir.

Deistlerin iddia ettiği gibi, Âlemlerin Rabbi insanı yaratıp kenara çekilmemiştir; birtakım haklar ve sorumluluklar yüklemiştir. Nebilerin-resullerin varlığı deizmin tüm iddialarını çürütmektedir.

Rabbimiz yeryüzünde yapılan haksızlıklara karşı da hiçbir zaman kayıtsız kalmamıştır ve çeşitli şekillerde müdahale etmiştir. İnsana özgür irade alanında tanınan hakları, deizm yanlış yorumlamaktadır. Oysa Rabbimiz cezalandırılması gerekenin cezasını erteler, yani imhal eder ama ihmal etmez. Ancak Rabbimizin müdahale şekilleri çok çeşitlidir.

İlahi müdahale bazen bir zalimin başka bir zalimin eliyle cezalandırılması şeklindedir. Bazen görünmez ordularladır. Bazen Fil Sûresi’nde anlatıldığı gibi, doğrudan göklerde ve yerde bulunan, somut-soyut orduların, zerrelerin-kürrelerin, virüslerin harekete geçirilmesi şeklindedir. Bazen de ahirete, ‘Hesap Günü’ne ertelemek şeklindedir.

Aşağıdaki ayet zulme ve haksızlığa karşı Rabbimizin müdahale şekillerinden birini şöyle beyan etmektedir:

“Sen, zalimlerin yaptıklarından Allah’ı habersiz sanmayasın. Ne var ki O, onları, sadece gözlerin yuvalarından fırlayıp bir noktada donakaldığı bir güne ertelemektedir.” (İbrahim, 14/42)

1. Gökler ve Yer Allah’ın Ordularıyla Doludur

“Evet, göklerin ve yerin bütün orduları Allah’a seafoodplus.info Allah mutlak izzet, her hükmünde tam isabet sahibidir.” (Fetih, 48/7)

Bazen tabiat yasalarını harekete geçirmek şeklindedir. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa Allah’ın iradesine tabidir. Rabbimiz insanı yarattığı günden beri, onun zulüm ve haksızlıklarına karşı seyirci kalmamıştır. Çünkü O, yaratıp kanara çekilen, tatile çıkan, olan bitene seyirci kalan “deist bir ilah” değildir.

Yüce Allah’ın haksızlıklara, zulümlere karşı müdahale ettiğine ilişkin Kur’an’da çok sayıda örnek vardır. Örneğin Fil Sûresi’nde beyan edildiği gibi, “büyük fil” ve “küçük kuş” Allah’ın iradesini gerçekleştirmek için harekete geçirilmiştir.

Öte yandan göklerin ve yerin ordularının zulme, haksızlığa karşı harekete geçirilebileceği hakikati, zulme karşı mücadele sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz.

Eğer yeryüzünde zalimlere karşı mücadele edecek bir topluluk yoksa haksızlığın ilelebet payidar olacağı anlamına gelmez. Böyle bir durumda Yüce Allah depremle, kasırgayla, sel felaketiyle zalimlerin ellerini kurutabilir, iktidarlarını sallayabilir.

Buruc Sûresi’ni bir de gözle okumak gerekir. Kendilerini savunmaktan aciz olan müminleri ateş çukurlarına doldurup yakan zalimlere karşı, Yüce Allah seyirci kalmamıştır. Onları göklerin ve yerin ordularıyla cezalandırmıştır. Firavun ve Semud’un ordularını yok etmiştir. Yüce Allah onları hiç hesaba katmadıkları yerlerden çepeçevre kuşatıp yok etmiştir:

“Allah ise onları hiç hesaba katmadıkları yerden çepeçevre kuşatandır.” (Buruc, 85/20)

2. Emrullah, İznullah, Sünnetullah

Tabiat ve insan yaşamında meydana gelen olayların bağlı olduğu yasaları Allah yaratmıştır. Buna Kur’an ‘Emrullah’ demektedir. Örneğin su ve ateş, fonksiyonlarını yerine getirmekle Allah’ın emrini ifa etmektedirler.

Hayat Allah’ın emriyle devam etmektedir. İzniyle de sona erecektir. Varlık sahnesine çıkmak Rabbimizin ilk emriyle gerçekleşir. Varlık sahnesinden, imtihan edildikten sonra ayrılmak da O’nun izniyle gerçekleşir. O’nun izni olmaksızın hiçbir şey gerçekleşme hakkına haiz değildir.

Yeryüzünde hiçbir yaprak düşmez ki o, Allah’ın kontrolü altında olmasın.1 Varlık âleminde her şeyin belli yasalarla gerçekleşiyor olması, ilahi iradeden bağımsız olduğu anlamına gelmez. Hakikatin görünen yüzü bizi aldatmamalıdır. Bakın bu gerçeği Yüce Allah nasıl beyan ediyor:

“Allah’ın izni olmadıkça, (insanın) başına hiçbir musibet gelmez ve her kim Allah’a inanıp güvenirse, O, onun (akleden) kalbine rehberlik eder. Zira Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Teğabün, 64/11)

Yasayı koyan Allah, onu askıya alma hakkına da sahiptir. Örneğin uzun süre aç kalmak insanın güç yetiremeyeceği bir husustur. Üç yüz yıl uyumak ve açlıktan ölmemek Allah’ın kendi koyduğu yasayı ikincil bir emirle askıya almasıdır. Yani ‘İznullah’tır.

Sünnetullah’ Yüce Allah’ın toplumsal dinamikleri ayakta tutan yasalarıdır. Bu yasalar torpil yapmaz. Her toplum için geçerlidir. Hudeybiye Ashabı gibi velisi ve yardımcısı Allah olan, sefere çıkmış bir toplumla barış anlaşması yapmayan kâfirlerin yenilmesi kaçınılmazdır.2

“Allah’ın sünneti geçmişten Bugüne hep böyledir ve sen Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsın.” (Fetih, 48/23)

Bir mümin ya da onun içinde bulunduğu ümmet başarılı olmak istiyorsa, Allah’ın tabiat-kâinat yasalarını dikkate almak zorundadır. “Ben müminim nasıl olsa Allah beni destekler!” rahatlığında hareket etmek doğru değildir. Bu rahatlığın aşırı ucu Yahudileşmek, ırkçılıkla dini kirletmektir. Çünkü Allah’ın tarafı, kendisine karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden müminlerden yanadır. İman ve salih amel ise doğuştan elde edilmiş bir paye olmayıp bilinçli bir tavırdır, şuurlu bir eylemdir.

Tedbirsiz tevekkülü akaid kitaplarımız hikmetsiz bir usul olarak değerlendirmektedir. Siyerde de tedbir-tevekkül ilişkisi konusunda örnek hikâyeler, hikmetli diyaloglar vardır. Resulullah (s) bir bedevinin kendisine, “Eşeğimi bağlayayım da mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” sorusuna, “Bağla da tevekkül et.3 şeklinde cevap vermiştir.

Kâinatta, tabiatta ve toplumda gerçekleşen hiçbir şey Allah’tan bağımsız değildir. Bu nedenle biz hangi tedbiri alırsak alalım, Allah yokmuş gibi davranma hakkımız yoktur. Çünkü Allah tevekkül edenleri, kendisine dayanıp güvenenleri sever.4

Tevekkül etmek, “her işimize Allah’ı karıştırmak” imanımızın bir gereğidir.5 Rabbimiz her şeyin yaratıcısı ve yöneticisidir. Bu nedenle elimizdeki imkânları değerlendirdikten vegereken tedbirleri aldıktan sonra Rabbimize dua etmek, O’ndan yardım dilemek imanımızın gereğidir.

Olayları hikmetle yorumlarken, eğer tedbir-tevekkül ilişkisini doğru kuramazsak, Allah muhafaza, önce düşüncelerimiz sonra da amellerimiz sekülerleşir, deist bir ulûhiyet anlayışının çukuruna yuvarlanırız. Bu konuda kötü örnek; Yaşar Nuri Öztürk’tür. Yola çıkarken dinden, imandan, kitaptan söz eden bu adam, ömrünün son noktasını deizmle koymuştur.

Tedbir-tevekkül ilişkisi konusunda Kur’an’da çok sayıda güzel örnek vardır. Bunlardan biri de Yakup Peygamber’in (as), oğullarına, Mısır’a girerken farklı kapılardan girmeleri gerektiğini ifade etmesidir.6

Yine Yusuf (as) tabiat yasalarını dikkate alma konusunda çok güzel bir örnektir. Ekonomiyi ve üretimi ‘yedi artı yedi’ şeklinde planlamış ve başarılı olmuştur.

Peygamber Muhammed (s) Medine’ye hicret ederken, müşriklerin kendisini takip edeceklerini bildiği için, kuzeye, Medine’nin tam ters istikametine hareket etmiştir.

3. Allah’ın, Rahmetiyle ve Gazabıyla Müdahalesi

a) Allah’ın Hayata Rahmetiyle Müdahalesi

Rahman ve Rahim olan, kendisine rahmeti ilke edinen Rabbimizin nebiler göndermesi, O’nun rahmetiyle hayata müdahil olmasıdır.

Vahyin yol gösterdiği şekilde davranan, tevhid ve adalet ekseninde toplumu inşa edenler, Allah’ın rahmetinden yararlanmış olurlar.

Öte yandan hakikati inkâr edip gerçekleri görmezden gelen, üstelik bunu zorbaca toplumuna dayatan firavunlar ise Allah’ın rahmetini değil gazabını tercih edenlerdir.

b) Allah’ın Hayata Gazabıyla Müdahalesi

Zulümleri sebebiyle geçmiş toplumların helak edilmeleri, Allah’ın hiçbir şeyi ihmal etmediğini gösteren örneklerdir.

Tüm topluma kendi günahını dayatan Lut, Ad ve Semud kavimlerinin helak edilmesi, Allah’ın gazabıyla müdahalesine Kur’an’daki çok sayıdaki örneklerdendir.

Salih’in (as) Semud kavmi, imtihan edildikleri deveyi öldürdükleri için helak edilmişlerdir. Onların depremle, gök gürlemesi, korkunç bir sesle ve yıldırımlarla helak edilmeleri,7 Allah’ın gazabıyla hayata müdahalesine örnektir.

Derken elçiyi dinlemediler onu işkenceyle boğazladılar. Sonunda Rableri, bu günahları yüzünden burunlarını sürte sürte onları yerle bir etti.” (Şems, 91/14)

İnsan, yeryüzünün halifesidir. Ve yeryüzündeki her şey ona emanettir. Bir ihtiyaca karşılık olmaksızın, zevk için, kaprislerini gidermek için, Allah’ın emanet ettiği nimetleri israf etmek haramdır.

Bu ölçü vahşi hayvanlar için de ehlileştirilmiş hayvanlar için de geçerlidir. Kendi emeğimizle elde etmediğimiz, tüm insanlığa ya da kamuya ait bir mala zarar vermek, Allah’ın öfkesini celp edecektir.

Semud kavminde de öyle olmuş, su içme hakkını yok sayarak deveyi sebepsiz yere öldürenler cezalandırılmışlardır. Bu bağlamda Avusturalya’da, tüm insanlığa, kamuya ait develeri sebepsiz yere öldürenlere, Allah’ın “sel felaketi”yle cevap vermesi şaşılacak bir sonuç değildir.

4. Deprem Allah’ın Bir Cezası mıdır?

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.” (Hadid, )

Tabiat olayları her zaman tek bir algıyla yorumlanamaz. Sebepleri gibi sonuçları da farklıdır. Sebepleri ve onların kanunlarını yaratan doğrudan doğruya Yüce Allah’tır.

Rabbimizin iki tür ayeti vardır: Kitaptaki ayetler vekâinattaki ayetler. Birincisine “sözlü ayetler”, ikincisine “görüntülü ayetler” diyebiliriz.

Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı [evrenin] uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi öz benliklerinde [bulduklarıyla] tam olarak anlatacağız ki bu [vahy]in tartışılmaz bir gerçek olduğu, apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye tanık olduğu[nu bilmeleri onlara] hâlâ yetmez mi?” (Fussilet, 41/53)

Allah’ın sonsuz kudretine şahitlik eden ayetler sadece sözlü vahyin kelamullah olarak bize inzal olan işaretleri değildir. O’nun Kur’an’daki ayetler yanında, tabiatın ufuklarındaki ve insanın özündeki ayetler de aynı hakikate işaret ederler.

Bu usulle değerlendirdiğimizde bizim olağanüstü hallerde felaket, afet olarak isimlendirdiğimiz bütün tabiat olayları Allah’ın işaretleridir. Bu bağlamda deprem de kasırgalar da Allah’ın ayetleridir.

İster Kur’an’ın sözlü işaretleri olsun isterse sözsüz vahyin işaretleri olsun, hakikatin temelde iki amacı vardır: Nezir ve büşra, yani uyarı ve müjde.

Tabiat olayları, her şeyden önce Allah’ın rahmetinin tecellileridir. Yağmur, kar, buharlaşma, bulutların oluşumu, bütün bunlar yeryüzündeki mükemmel tasarımın, dengeli hayatın devamı için elzemdir. Fakat Allah’ın rahmeti ve müjdesine şahitlik eden tabiat olayları, bazen O’nun gazabına da elçilik edebilmektedir.

Normal koşullarda deprem üreten fay hatları Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak yeryüzünde sürekli olarak hareket etmekte, toprağın havalanmasını, sıcak-soğuk suların kendiliğinden, zahmetsiz olarak ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Ancak bazen aynı fay hatları yeryüzünde insan eliyle yapılan uygarlıkların heba olmasına, yıkılmasına yol açabilmektedir. Sonucundan bakarsak, depremin bir yıkıma yol açması, fay hatlarının suçu değildir. Fay hatları, onları tasarlayan ve rahmetine elçilik görevi veren Allah’ın ayetleri, O’nun kullarıdır.

Her an fay hatlarında meydana gelen depremler çoğunlukla Allah’ın rahmetinin şahitleridir. Çünkü yıkım ve felakete yol açmayan depremler, fay hatları üzerinde bulunan yer altındaki minerallerin, madenlerin yukarı çıkmasına veya yer üstüne işaretler taşımasına hizmet etmektedir.

5. Bakteriler ve Virüsler Allah’ın Bir Cezası mıdır?

Bakteriler Allah’ın bir rahmeti mi azabı mıdır? Virüsler Allah’ın rahmeti miazabı mıdır? Örneğin Çin’de ortaya çıkan koronavirüs Çin devletine Doğu Türkistan’daki zulümleri sebebiyle Allah’ın bir cezası mıdır?

Evet, öyledir!” demek yerine, daha hikmetli bir düşünceyle konuyu yorumlamak gerekir. Evet, Allah’ın müdahil olmadığı hayatın hiçbir alanı yoktur. Öyleyse bu müdahale, Allah’ın rahmetine mi yoksa gazabına mı elçilik etmektedir?

Suçsuz, günahsız, melek gibi bir çocuğun ölmesini, “helak” diye nitelendirmek, en hafif ifadesiyle hikmetten nasipsiz olmaktıseafoodplus.infoüsle ölen çocukları babalarının yaptıklarından sorumlu tutup “lanetli” ilan etmek, bizim iman tasavvurumuza uygun değildir. İman ettiğimiz Allah hiç kimseye güç yetiremeyeceğini yüklemez. Herkesi kendi yaptıklarından sorumlu tutar.

Ancak kâinatta ve insan toplumunda ortaya çıkan her şeyde bir işaret vardır. Bu işaret ya Allah’ın rahmetine ya da azabına elçilik eder. Yoldaki her işaret ya bir uyarı ya da bir müjde taşır.

İnsana faydalı olan bakteriler de onun ölümüne yol açan virüsler de Allah’ın kâinata, insan yaşamına müdahale elçileridir. Bu müdahale bazen rahmetinin elçisi olurken, bazen de gazabına elçilik yapmaktadır. Çok sayıda insanın ölümüne yol açan virüslerin bir nezir, yani uyarı mesajı verdiği kesindir.

Ergenlik dönemine girmemiş olan çocukların ölümü, ölüm şekli ne olursa olsun, “helak” olarak isimlendirilemez. Ancak bir insan zalim ve kâfir olarak öldüyse, onun ölümünü “helak” olarak yorumlayabiliriz. Öte yandan her ölüm geride kalanlar için ibret alınması gereken uyarılar taşır.

Bu işe Allah’ı karıştırmayalım!” yaklaşımı doğru değildir. Çünkü Allah’tan bağımsız hiçbir alan yoktur. Deistlerin iddia ettiği gibi,makro ya da mikro ölçekte, Allah’tan bağımsız hayatta hiçbir alan yoktur.

Tüm göklerin ve yerin sahibi, yönetimi Allah’ın elindedir ve bu yönetim ona ağır gelmez:

“…O’nun sonsuz kudret ve otoritesi gökleri ve yeri kaplamıştır; üstelik onları görüp gözetmek O’na güç gelmez. Zira yüce ve azametli olan yalnızca O’dur.” (Bakara, 2/)

a) Ayetullah Probiyotikler

Bilim adamlarına göre, bağırsaklarımızda flora oluşmamış olsaydı yaşam mümkün olmazdı.

Vücudumuzda yaklaşık yüz trilyona yakın bakteri bulunmaktadır. Yoğun olarak bağırsaklarda yaşayan mikroorganizmalardan probiyotik bakterilerin vücuda birçok faydasının olduğu bilimsel araştırmalarda ortaya konulmuşseafoodplus.info bakterilerin toplam ağırlıklarının bir buçuk kilo olduğu sanılmaktadır.

Normal doğuma göre, sezaryen ile doğan ve anne sütü ile beslenemeyen bebeklerde ise bağırsak florasının sağlıklı gelişmesi daha yavaş olmaktadır. İki yaş civarında flora tamamlanmakta ve özelliklerini hayat boyu sürdürebilmektedirler. Bu özellikler aynı parmak izi gibi kişiden kişiye bireysel farklılıklar da göstermektedir.

Probiyotikler mukozal bütünlük sağlayarak zararlı bakterilerin dokulara geçmesine engel olmakta, vücudu enfeksiyonlara karşı korumakta, bağışıklık sisteminin gelişimi ve devamlılığına yardımcı olmaktadır.

Son elli yılda, gıda teknolojisindeki değişimlerden endüstriyel gıda üretimi ile insanoğlu daha önce tanışık olmadığı birçok kimyasal madde ile tanışmak zorunda kalmıştır. Ayrıca hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar ve özellikle de gelişigüzel antibiyotik kullanımı ile bağırsak florası birçok zararlı etkene maruz kalmıştır.

Yeni gıda teknolojileri nedeni ile doğal gıdalardan uzaklaşılmış ve probiyotik fakiri ürünlerle beslenme şekli gün geçtikçe artmıştır. Ayrıca hızlı ve çok sayıda, raf ömrü uzun gıda üretimi teknikleri nedeni ile gıdalardaki yararlı bakteriler ortadan kalkmakta ve yararlı bakterilerden mahrum kalınmaktadır.

Bağırsak florasındaki bakteri çeşitliliği sosyokültürel yaşam, coğrafi bölge ve beslenme şekli gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Habis ve endüstriyel paket gıdaların faydalı bakterilerin azalmasına ve birtakım hastalıklara yol açtığı laboratuvar çalışmalarında ortaya konulmuştur. Bu nedenle beslenmemizde, Allah’ın bir emri olan tayyib, yani temiz ve sağlıklı gıdaları tercih etmemiz önem arz etmektedir.

Pırasa, soğan, sarımsak, lahana, yer elması, bezelye, nohut, kuru fasulye, mercimek, barbunya, elma, muz, şeftali, karpuz, tam buğday, arpa, çavdar, kuru incir, hurma, kuruyemişler ve tabi ki anne sütü prebiyotik açısından oldukça zengindir. Yoğurt, ayran, kefir, tereyağı, dondurma, peynir, turşu, boza, tarhana, şalgam gibi besinler probiyotiklerden oldukça zengindir.

Bağırsaklarımızdaki güvenlik görevlileri, bekçiler, askerler olan probiyotikler geleneksel tencere yemekleriyle bayram ederken, birçok koruyucu ve katkı maddesi içeren fast-food tarzı gıdalarla zehirlenmektedir.

b) Ayetullah Virüsler

Yeryüzünde pek az varlık virüsler kadar itici ve ürkütücü olsa gerek. Virüs, Latince “zehirli sülük” anlamına gelen bir sözcükten türetilmiştir.

Proteinle kaplı DNA ya da RNA içeren gevşek ve minik moleküllerden oluşan, canlılar dünyasıyla cansızlar arasında mekik dokuyan virüslerin anatomik yapıları da bir o kadar çetrefillidir.

Virüslerde, bakterilerin tersine, hücre zarı yoktur; hücreleri tam anlamıyla hücre de değildirler. Ancak çoğalmak amacıyla canlı hücreleri kuşatıp genellikle çoğunu yok ettiklerinde, canlıymış izlenimini verirler. Bu özelliklerinden ötürü de gerçekte biyotik hiçbir yönleri olmayan Ebola, HIV, çiçek ve grip gibi virüsler, “korkunç katiller” olarak algılanırlar.

Bugüne dek virüsler genellikle zararlı varlıklar olarak ele alınmış olsalar da giderek yararları da gün yüzüne çıkmaktadır.

Ölümcül olan virüslere karşı tedbir almak, tevekkül tasavvurumuzun bir gereğidir. Peki, virüslerle gerçekleşen ölümleri bir mümin olarak hikmetle nasıl yorumlamalıyız?

Her şeyden önce, virüslere karşı mücadele yürütürken mütevazı olmalıyız. Her insanın ölümlü olduğunu unutmamalıyız. Bu mücadeleyi bir “savaş” olarak nitelendirirken, haddimizi aşan ifadeler kullanmamalıyız. Seküler söylemleri tercih eden bilim adamları, bazen bu mücadeleyi sanki virüse karşı değil de Yaratıcıya karşı kazanılmış zafer gibi takdim etmektedir.

Her canlı ölümü tadacaktır.8 ilahi hükmü, insanın da onun ölümüne yol açan virüslerin de ölümlü olduğu hakikatini dile getirmektedir.

Eğer virüsler, bütün tedbirlere rağmen bir müminin ya da masum bir çocuğun ölümüne yol açıyorsa, bunu “helak” olarak nitelendirmek yanlıştır. En doğrusu, böyle bir sonucu, “ecel” olarak nitelendirmektir.

Zalim bir insanın ölümü, ister topal bir sinek, bir virüs, doğal afet, deprem gibi felaketlerle olsun, isterse ani bir kalp kriziyle yatağında, uykusunda gerçekleşsin, bu olayın değerlendirme kriteri “helak” şeklinde olacaktır.

6. Felaketlerin Faturasını Allah’a Çıkarmak Ahlaksızlıktır

“(O halde anlayacakları şekilde söyle): Başına gelen her iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de kendindendir. Biz seni bütün insanlığa elçi olarak gönderdik ve buna (birinin şahit olması gerekirse) en büyük şahit olan Allah yeter.” (Nisa, 4/79)

Kötülüğü Allah’a nispet etmek, felaketlerin, helaklerin faturasını Allah’a çıkarmak ahlaki bir tavır değildir.

Doğal olayları, felaketleri acele ederek yüzeysel değerlendirmek, peşin fikirli olmak bizi hikmetten yoksun bırakacak, yanlış kararlar almamıza yol açacaktır. Bizim şer bildiğimiz hayır, hayır bildiğimiz şey ise şer olabilir:

“Sizin için sevimsiz bir şey olduğu halde, savaş size farz kılındı. Hem sizin hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı, sizin hoşlandığınız bir şey de sizin için şerli olabilir. Allah (hakkınızda hayırlı olanı) bilir ama siz bilemeyebilirsiniz.” (Bakara, 2/)

7. Her Ölüm Helak midir?

Unutulmamalıdır ki zulüm işlerken, nankörlük yaparken ölüme yakalanan herkes helak olmuş sayılacaktır. Sonsuz saadete aday olarak yaratılan insanın kendisine sunulan imkânlardan yararlanmaması, onları helak etmesi anlamına gelir.

Her ölüm helak değseafoodplus.info, imansız ölmektir. İmanlı ölmekse kahramanlıktır ve her imanlı ölüm şehadettir.

Yatağında öldüğü halde Resulullah’a, Rabbimiz “şehit” sıfatını9 layık görmüştür. Hayatını imanına şahit kılan her mümin nasıl ölürse ölsün, vahyin şahidi olduğu için “şehit” hükmündedir. Ve şehitler ölmez, Allah’ın ikramı olarak cennetlerde ağırlanmaktadırlar.

Bize düşen, dilimizden Kur’an’ı, kalbimizden imanı çıkarmadan şehrin caddelerinde ve sokaklarında vakarlı yürümektir. Bize düşen vahyin şahidi, adaletin gerçekleşmesi için çaba sarfetmektir. İnsana gücünün üstünde sorumluluk yüklemeyen Rabbimiz, tağutlara karşı cihadımızda bizi zaferle değil seferle sorumlu tutmuştur.

Başımıza gelen felaketleri hikmetle yorumlamalıyız. Eğer bu felaketlerin meydana gelmesinde ahlaki sorumluluklarımız varsa, bunun faturasını Allah’a çıkarmak, en hafif ifadesiyle ahlaksızlıktır:

“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınızın sonucudur; üstelik O, birçoğunu da affetmektedir.” (Şura, 42/30)

Başımıza gelen her felaket kendi ellerimizle yaptıklarımızın sonucudur. Öyleyse felaketlerin faturasını, el-Muksit, er-Rahman, er-Rahim olan Allah’a çıkarmak ahlaki bir tavır değildir. Öte yandan kâinatta gerçekleşen olayları Allah’tan bağımsız ve O’ndan izinsizmiş gibi görmek de bizi bir başka yanlışa, deizmin, sekülerizmin tuzaklarına düşürecektir.

Kâinattaki her şey ya Allah’ın emri ya da O’nun izniyle gerçekleşir. Öte yandan felakette ölen herkes suçlu değildir. Biz haddimizi bilmeli; itidalli, adaletli, dengeli olmalıyız.

Öte yandan başımıza gelen musibetler, felaketler bizim ellerimizle yaptıklarımız sonucunda değil de doğal afetler kapsamında ise böyle bir durumda el-Mü’min olan Allah’ın güvencesi altında olduğumuzu unutmamalıyız. Bu durumda ölsek de gam değildir. Çünkü hesabını veremeyeceğimiz bir durum söz konusu değildir. Üstelik ölüm şeklimiz günahlarımızın kefareti olacaktır. Bir tür “manevi sigorta”nın güvencesi altında olduğumuz için, Allah’ın izniyle sonsuz hayatta sonsuz mutlulukların kapısı bize açılacaktır.

8. Deizmin Dilimizdeki Fitnelerine Karşı Cihadımız

“De ki: Benim namazım, tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi olan Allah içindir! Ulûhiyetinde O’nun ortağı yoktur: Ben işte bu tevhid ile emrolundum ve ben varlığını kayıtsız şartsız Allah’a teslim edenlerin öncüsüyüm!” (En’am, 6/)

Yukarıdaki ayetler hayata, ibadetlerimize ve tüm etkinliklerimize yükleyeceğimiz anlama ilişkin işaretler taşımaktadır. Buna göre, alan sınırlaması yapmaksızın, tüm hayatımızın Allah’ın rızasına uygun olması gerekmektedir.

Bir mümin olarak yaptığımız her işte Allah’ın rızasını aramak zorundayız. Çünkü Rabbimizin hayatımızda ilgilenmediği hiçbir alan yoktur. Allah’ı her işimize karıştırmak zorundayız. Çünkü Allah’ı her işine karıştırmayan bir kimse mümin olamaz.

Allah’ın sadece yaratan ama yarattıklarına karışmayan, onları kafalarına takılmaları için serbest bir bırakan bir ilah olmadığı Kur’ani bir hakikattir. Deizm bağlamında dile getirilen yeni moda yaklaşımlar, “Allah’ı gereğince takdir edememek”tir.10

İman ettiğimiz Allah, yaratıp kenara çekilen, etliye sütlüye karışmayan pasif bir ilah değildir. Ayet-el Kürsi’de beyan edildiği gibi Rabbimiz uyumayan, uyuklamayan, yorulmayan, sürekli olarak aktif olan bir ilahtır. Âlemlerin Rabbi, Yahudi ve Hristiyanların iddia ettiği gibi altı gün yaratıp yedinci gün tatile çıkan bir ilah da değildir. O her an yaratmaktadır, yaratmaya devam etmektedir.

“Göklerde ve yerde bulunan her varlık O’na muhtaçtır; her an O, (hayata ve varlığa dair) her işe müdahildir.” (Rahman, 55/29)

Sözlerimizden Sorumluyuz

“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kehf, 18/18)

Allah her işimize karıştığı gibi dilimize de karışır. Sözcükleri kafamıza göre, sorumsuzca kullanamayız. Çünkü hayatın her alanıyla ilgili ölçüler koyan Rabbimiz, nasıl konuşacağımızın ve nasıl konuşmayacağımızın sınırlarını da Kur’an’da beyan etmiştir. Göz, kulak ve gönül gibi dil de sorumludur.11

Dinimiz, dilimizi nasıl kullanacağımızın temel ölçülerini koymuştur. Peki, dilimizden dökülecek kelimelerin ölçüsü nedir? Bir başka ifadeyle nasıl konuşmalı, nasıl konuşmamalıyız?

Nasıl Konuşmalıyız?

Birincisi; dilimizden dökülecek sözcükler “kavlün sedîd” olmalıdır. Yani yalandan arınmış, doğru sözler olmalıdır. Doğru söz haşyetimizin şseafoodplus.info konuda sorumluluk bilinciyle hareket etmemiz, bizim Allah’a karşı haşyetimizin, saygılı olduğumuzun da göstergesidir.

“Siz ey iman edenler! Allah’a karşı sorumlu davranın ve sözü yerinde ve dosdoğru (kavlün sedîd) söyleyin.” (Ahzab, 33/70)

Doğru söz takvamızın, Allah’a karşı sorumluluk şuuru taşıdığımızın şahidi olarak öz benliğimizden dışımıza yansımaktadır:

“Artık onlar saygılı olsunlar ki eğer kendileri, arkalarında korunmaya muhtaç çocuklar bıraksalardı, onlar için endişelenirlerdi. Allah’a karşı sorumluluk bilincini kuşansınlar da dosdoğru konuşsunlar.” (Nisa, 4/9)

İkincisi; kerim söz söylemeliyiz. Yani içinde iltifatlar, gönle hoş gelen, “kavlün kerim” sözler söylemeliyiz.

“Zira senin Rabbin, başkasına değil yalnızca kendisine kulluk etmenizi emreder. Bir de ana babaya iyilik etmeyi… Eğer onlardan biri ya da ikisi senin yanındayken yaşlanırsa, sakın onlara ‘Öf!’ bile deme ve onları azarlama! Aksine onlara gönül okşayıcı şeyler söyle!” (İsra, 17/23)

Üçüncüsü; kavlün meysûr, yani yatıştırıcı, teskin edici sözler söylemeliyiz. Kavlün meysûr, işi yokuşa sürmeyen, kolaylaştıran, çözüm üreten sözdür.

“Ve eğer sen (kendin) de Rabbinin katından ihtiyaç duyduğun bir lütfu/bir rahmeti arama çabası içinde olduğun için [ihtiyaç sahiplerine] ilgisiz kalmak zorunda isen, o zaman, hiç değilse, onlara yumuşak/yatıştırıcı bir söz söyle.” (İsrâ, 17/28)

Dördüncüsü; kavlüm ma’ruf, tatlı söz söylemeliyiz. Yani insanlara garip karşılanan, onları inciten bir söz söylemek yerine, örfe uygun, gönle hoş gelen sözler söylemeliyiz.

“Gönül yapan hoş bir söz ve rahmet dileme, arkasından incitmenin geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır. Ve Allah kendi kendine yetendir, cezalandırmadan önce fırsat tanıyandır.” (Bakara, 2/)

Beşincisi; kavlü leyyin, yumuşak söz söylemeliyiz. Muhataplarımızın kalbini kırmak için değil, kalplerini kazanmak için sözlerimizi iyi seçmeliyiz. Muhatabımız firavun bile olsa, bu ölçüye dikkat etmeliyiz:

“Ama onunla yumuşak bir dille konuşun ki o zaman belki aklını başına toplar yahut [böylece, en azından kendisine] gözdağı verilmiş olur.” (Taha, 20/44)

Altıncısı; kavlün beliğ, yani kalplere tesir eden, hikmetli sözler söylemeliyiz:

“Ama bunlar, Allah’ın kalplerindekini bildiği kişilerdir. Şu hâlde onları kendi hâllerine bırak; onlara öğüt ver ve onlarla konuş; bu, içlerinde iz bırakan beliğ bir konuşma olsun.” (Nisa, 4/63)

Nasıl Konuşmamalıyız?

Dilimizi yanlış alanlarda kullanmamalıyız. Örneğin gıybet etmek dilimizi yanlış bir alanda kullanmaktır. Hayâsız sözler söylemek, sövmek, kavga dövüş çıkarmak dilimizi yanlış alanlarda kullanmaktır. Gereksiz soru sormak, yalan yere yemin etmek de dilimizi yanlış bir alanda kullanmaktır.

Her tavır ve davranışımız gibi konuşmalarımız da Allah’a karşı sorumluluk bilincimizin tezahürlerindendir. Bu nedenle aklımıza estiği gibi davranmamalı, dilimize her geleni dışa vurmamalıyız.

Birincisi; sövgüyle konuşmamalıyız. İslam’ın en hassas olduğu putperestlik konusunda bile, sövgüye izin verilmemiştir. Çünkü sövgü sövgüyü doğurur.

“Allah’tan başkalarına yalvarıp yakaranlara sövmeyin ki onlar da cehaletin verdiği nefretle Allah’a sövmesinler. Zira biz her topluma kendi yaptıklarını güzel gösterdik. Sonuçta onlar Rablerine dönecekler. İşte o zaman yaptıkları kendilerine bir bir haber verilecektir.” (En’am, 6/)

İkincisi; bağırarak konuşmamalıyız. Sesimizi doğal halinden çıkararak kaba ve haşin bir şekilde konuşmak mesajımıza gölge düşürecektir.

“Davranışlarında ölçülü ve dengeli ol, sesini yükseltme. Unutma ki seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.” (Lokman, 31/19)

Üçüncüsü cedele yol açacak sözlerden uzak durmalıyız. İnsanoğlu çok tartışmacıdır, tartışmayı sever. Ancak hakikate bir hizmeti olmayacağı için sonu gelmeyen demagojilerden uzak durmalıyız.

“İşte biz bu Kur’an'da insanlar[ın yararlanması] için çeşitli açılardan türlü türlü dersler ortaya koyduk. Bununla birlikte, insan her şeyden çok tartışmaya düşkündür.” (Kehf, 18/54)

Dördüncüsü lehve’l-hadis, yani boş söz konuşmamalıyız. Cenneti kazanmak için bulunduğumuz bu dünyada, bize değer kazandırmayan boş işler yapacak kadar zamanımız ve imkânımız yoktur. Bu nedenle boş işlere dalanlarla dalmamalı ve boş sözlerden kaçınmalıyız.

“Ama insanlar arasında öyleleri var ki bilgisi olmayanları Allah yolundan saptırmak ve onu gülünç duruma düşürmek için [yol gösterici mesajlar üzerinde] kelime oyunu yapmaya kalkışırlar. Böylelerini alçaltıcı bir azap bekliyor.” (Lokman, 31/6)

“Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler.” (Kasas, 28/55)

“Mü'minler, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’min, 40/3)

Beşincisi; dedikodu yapmamalıyız.

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 12)

Altıncısı; hümeze ve lümezeden uzak durmalıyız.

“Gizli-açık, arkadan-önden sürekli iftira atıp kara çalan, çekiştirip ayıp kusur arayan herkese yazıklar olsun!” (Hümeze, /1)

Allah’ın ayetleri ve müminler hakkında dedikodu yapan, ileri geri konuşan kimselerin meclisini terk etmek imanımızın gereğidir:

“Ayetlerimiz hakkında münasebetsiz sözlere dalanları, alaylı tartışmalar yapanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.” (En’am, 6/68)

Dilde Deizm ve Zikrullah

Gönle gelmeyen dile gelmez.” Ve “Dil gönlün aynasıdır.” derler. Sekülerleşme, yani dünyevileşme dilde başlar. Dilimiz gönlümüzün, yüreğimizin ve imanımızın şahididir. Bu nedenle şeytanın dilimize kurduğu tuzaklara karşı uyanık olmak zorundayız.

Dilimiz imanımıza şahitlik etmelidir. Çünkü Rabbimiz bizden sözlü ve uygulamalı şahitlik istiyor. İslam’a girişimizin kodlarını taşıyan kelime-i şehadet de bir şahitlik değil midir?

Yüce Allah’ın hayata müdahil olduğunda kuşku yoktur. Yarattığı günden bu yana bize yol göstermiştir. Yaratıp kenara çekilmez. Hidayet eder, doğruyu eğriyi bize vahyin hikmetleriyle öğretir. Vahyin hikmetleri bizim dilimize de yansımalıdır.

Gücün sözüne değil, sözün gücüne iman eden bir mümin olarak, evden ayrılırken geride kalanlara, “Allah’a ısmarladık, Allah'a emanet olun.” dememiz gerekir. “Haydi, ben kaçtım, hadi öptüm, bay bay!” gibi ifadeler seküler alan açar, hatırlanması gerekeni unutturur.

Herhangi bir şeye şaşırdığımızda “Sübhânallah”, sevindiğimizde “Elhamdülillah” demeliyiz. Yoksa “vaaavvv, olleeeyyy” gibi en idüğü belirsiz ifadelerle, dilimizi deizmin tuzaklarına karşı koruyamayız.

Güzel bir kıyafet giydiği için, güzel bir tıraş olduğu için kardeşlerimize, “kuul olmuşsun” demek yerine, “Maşallah, Sübhanallah, Allah sağlık sıhhat versin.” demek yakışır.

Bir şeye kızdığımızda “Hasbünallah ve ni’mel-vekîl12 demek lazımdır. Yoksa dilimizden sövgüler, küfürler dökülmesine engel olamayız.

Kaybettiğimizde “La havle vela kuvvete illa billah” dememiz gerekir. Yoksa “Hay aksi, bu da nereden çıktı, öldüm, bittim, mahvoldum!” demek zorunda kalırız.

Başımıza bir musibet geldiğinde, “Allah'ın dediği olur.” dememiz gerekir. Felaketler, musibetler karşısında, birbirimizi teselli etmek için, “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” diyerek karamsarlığı değil, umudu yaymamız gerekir.

Bir yakınımız öldüğünde, “Yaşam savaşını kaybetti, onu kaybettik, öldü gitti!” demek bizi deizmin tuzaklarına düşürür. Ahirete, sonsuz hayata iman eden müminler olarak, “İnnâlillâhi ve innâileyhirâciûn / Biz Allah'tan geldik, dönüşümüz de O'na doğrudur.” dememiz ya da “Allah rahmet etsin, sonsuz yolculuğuna çıktı.” dememiz gerekir. Çünkü bizim kitabımızda ölmek, toza toprağa karışmak değil, sonsuz yolculuğa çıkmaktır. Bizim sadık yârimiz kara toprak değil, ezeli ve ebedi olan, âlemlerin rabbi Allah’tır.

Deizmin tuzaklarına düşmemek için, bize en küçük bir iyilik yapana bile teşekkür etmeli, “Allah razı olsun, Allah ne muradın varsa versin!” diyerek dua etmeliyiz.

Bir işle uğraşanlara, sadece “Kolay gelsin!” demek yerine, “Allah kolaylık versin!” demek sözümüzün imanımıza şahitlik etmesine yardımcı olacaktır.

Sınava girecek olanlara, basitçe “başarılar” demek yerine, “Allah zihin açıklığı versin!” diye dua etmek daha doğrudur.

Geleceğe dair planlar yaparken, fütursuzca “O iş kesin şöyle olacak, o işi şöyle yapacağım!” demek yerine, “İnşallah,13Allah izin verirse, Allah kısmet ederse” demek gerekir. Çünkü zamanı yaratan, inşa eden, ihya eden Allah’tır.

Her fırsatı ganimet bilen, her olayı hakikati tebliğde bir vesile olarak değerlendirmesi gereken müminler olarak kötü bir şeyden bahsedenlere, “Kapa şu şom ağzını!” demek yerine, “Allah muhafaza, Allah korusun, Allah esirgesin!” demek yakışır.

Bu konuda örneğimiz, önderimiz, Resulullah’ın (s) hapşıran ve onun yanında bulunan kimselere tavsiyesi şöyle olmuştur: “Hapşıran ‘Elhamdülillah’ desin, bunu duyan müminler de ‘Yerhamukallah / Allah merhamet eylesin.’ desinler.” Peygamberimiz (s) bu diyaloğu müminlerin birbirleri üzerindeki hakları arasında saymıştır.14

Sözün Özü

Allah’ı hayatımızdan çıkarmaya çalışan deistlere yem olmamalıyız. Sözlerimizden “Allah” kelimesinin çıkarılması, bir zaman sonra hayatımızdan da bereketin kaybolmasına yol açar. Bu durum, hayata Müslümanca değil, seküler bir mantıkla bakmaya yol açar.

“Allah sonumuzu hayretsin!”

“Kendinize iyi bakın.” değil; Allah’a emanet olun!

 

Dipnotlar:

1- “Zira gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır; onu başkası değil, yalnızca O bilir. O, karada ve denizde olan-biten her şeyi bilir; hiçbir yaprak düşmez ki O bunu bilmesin; yerin derinliklerinde bir tek tohum, yaş-kuru hiçbir şey yoktur ki O’nun apaçık yasasına dâhil olmasın.” (En’am, 6/59)

2- “Eğer inkârda direnenler size karşı savaşırlarsa, arkalarını dönüp kaçacaklar, ardından da ne samimi bir dost ne de sağlam bir destekçi bulacaklardır.” (Fetih, 48/22)

3- Tirmizî, Sünen, Kıyamet,

4- Âl-i İmran, 3/

5- “Bana Allah yeter. O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na tevekkül ettim ve büyük arşın rabbi O'dur.” (Tevbe, 9/) “O, benim Rabbimdir, O'ndan başka ilah yoktur. Ben O'na tevekkül ettim ve son dönüş O'nadır.” (Ra'd, 13/30)

6- Yusuf, 12/

7- Semûd kavmi, Salih (as) ve ona tabi olan küçük bir grup hariç helâk edilmiştir. Onlar üç şekilde helak edilmiştir: a)Racfe depremiyle. (A‘râf, 7/78) b)Sayha, yani korkunç bir ses, gök gürlemesi ile. (Hûd, 11/67; Hicr, 15/83; Kamer, 54/31) c)Sâika, yani yıldırımla. (Fussilet, 41/17; Zâriyât, 51/44)

8- “Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacak.” (Zümer, 39/68)

9- Bakara, 2/

Fevzi Zülaloğlu, “Allah’ı Gereğince Takdir Etmek”, Haksöz Dergisi, Nisan , Sayı:

“Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi sorumludur.” (İsra, 17/36)

“Birtakım insanlar onlara, ‘İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun.’ dediler de bu, onların imanlarını artırdı ve ‘Hasbünallâh ve ni’me’l-vekîl / Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!’ diye cevap verdiler.” (Âl-i İmran, 3/)

“Ve hiç bir şey için, ‘Ben bu işi yarın kesinlikle yaparım!’ deme! Ancak inşallah (Allah isterse yapabilirim) de. Ve bunu unuttuğun zaman hemen Rabbini hatırla ve de ki: Umarım ki Rabbim beni bundan daha yakın (ve derinlikli) bir bilgi ve bilinç düzeyine eriştirir!” (Kehf, 18/)

“Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, davete icabet etmek, aksırana ‘yerhamukellah’ demek.” (Buhârî, Sahih, Cenâiz, 2; Müslim, Sahih, Selâm, 4; İbnu Mâce, Cenâiz, 1.

Kuran Çalışmaları

Haksöz Dergisi Sayı: - Mart

Etiketler :haksöz , mart , fevzi zülaloğlu, deizm

Rahman ve Rahim olan adına sığınarak,
Açtım iki elimi, kor gibi iki yaprak,
Bir edep ölçeğinde umutlu ve utangaç,
İşte dünya önümde benim ruhum sana aç,

***

Bu seyriyen ellerle senden seni isterim,
Senden seni isterken canımdan çıkar terim,
Sana aşık ruhumdu merceği yakan ışık,
Gözlerim cemalini görmeden de kamaşık.

***

Bir mirasyediyim ben iflasın eşiğinde,
Hep sabrım ölçülüyor ihlas bileşiğinde,
Kimim, kimlik ararken hem güler, hem ağlarım,
Yükseklerden dökülen sular gibi çağlarım.

***

Çok tuzlu bir denizim, her anım med ve cezir,
Sana aşık olalı, yüreğim kutla esrir.
Döşeğim kara toprak, yorganım kara bulut,
Ben, Seninle doluyken vurgun yapamaz kunut.

***

Her insan günah işler, senden saklanır mı sır ?
Tövbe dilekçesiyle sırttan kalkar bu nasır,
Kainatı yarattın, donattın, rızık verdin,
Kimine sonsuz körlük, kimine ışık verdin.

***

Yanlış adım atmayın diye indi her kitap,
Sana açılan eli geri çevirmezsin Rab !
Ulu bir silsileden peygamberler gönderdin,
Gökyüzüne yıldızlar, yere çiçekler serdin.

***

Senden önce bir sen yok, kainatta ilk sensin,
Bu kainat bir meta, hepsine malik sensin,
Rabbim seni tanıyan, bilir doluyu, boşu,
Kapına geldi işte yorgun bir aşk sarhoşu.

***

Garibim, muzdaribim, ama umutsuz değil,
Seninle dost olanlar cihanda mutsuz değil,
Kulunum, kurbanınım, Rabb&#;im senin mülkünde,
Garip kulun ne söyler, gülümse dilekçeme.

***

Senin için verince, verenin feyzi artar,
Gönülden bir sadaka, dağca bir ömrü tartar.
Kainatta ne varsa hepsinin zikrinde sen.
Hamd ve şükür sanadır, herşey seninle esen;

***

Sen ki, sana geleni çevirmezsin eli boş,
Aşık boşa dememiş; &#;Lütfun da, kahrın da hoş&#;,
Bir beyaz dilekçedir sana her yalvarışım,
İmanımla amelim, hem perdem, hem nakışım.

***

Çalı bile kendine sığınan kuşu itmez,
Sen Gafur&#;sun, Aziz&#;sin, senin keremin bitmez,
Geldim işte kapına, kul senden ırak olmaz,
Sana adanmamışsa yürek de yürek olmaz.

***

Benden önce esirge Muhammed ümmetini,
Esen gitsin her kervan, en sona ula beni,
Kainat bir mozaik, her şeye sahip Allah,
Ey gizli ve aşikar her derde tabip Allah.

Allah&#;ın Adıyla&#;

Müminleri El-Velî ismiyle dost edinip onlara yakın olan Allah&#;a subhanehu ve teâlâ hamd olsun. Salât ve selam

&#;Onun velisi Allah, Cibril ve salih müminlerdir&#;

denilen Muhammed Mustafa&#;ya olsun.

Tasavvufun sıkça kullandığı kavramlardan biri &#;Velayet&#;tir. Tasavvufta öncü olan zatların bu makama eriştiği, Allah dostu olup ilahi lütuflara mazhar olduğu inancı, tasavvufun temel öğretilerindendir. Şeyh olarak anılan tasavvuf büyüklerinin aynı zamanda Allah dostu/Veliyullah olduğu iddia edilir.

Bu kavramın Kur&#;an ve Sünnet&#;ten alındığını biliyoruz. Bu yazımızda Kur&#;an ve Sünnet&#;te geçen velayet kavramıyla, tasavvufta kullanılan velayet kavramının karşılaştırmasını yapacağız.

Allah subhanehu ve teâlâ ayette şöyle buyurur:

&#;Dikkat edin! Allah&#;ın dostlarına/Evliyaullah hiçbir korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyeceklerdir. Onlar iman eden ve takva sahibi insanlardır. Onlar için dünya hayatında da ahirette de müjdeler vardır. Allah&#;ın sözlerinde/vaadinde değişiklik yoktur. İşte bu/müjde en büyük kurtuluşun ta kendisidir.&#; (10/Yunus, )

Allah dostluğunun ne olduğu, Allah dostlarının sıfatları, onların dünya ve ahiret mükafatlarını açıklayan bu ayet velayet ayeti olarak bilinmektedir. Konumuzun temelini oluşturan bu ayet-i kerime, tasavvuf erbabının da sık sık atıf yaptığı ayetlerdendir.

İbn Kesir rahimehullah şöyle der:

&#;Allah subhanehu ve teâlâ dostları olan evliyaullahın iman eden ve takva sahibi insanlar olduğunu haber veriyor. Her takva sahibi Allah&#;a dosttur.&#; (Tefsiru&#;l Kur&#;ani&#;l Azim ilgili ayet tefsiri)

İmam Kurtubi:

&#;…Velî, lugatte yakın olan demektir. Bu ayette Allah dostlarından kasıt, müminlerin seçkinleridir. Adeta onlar yaptıkları taatler ve sakındıkları masiyetlerle Allah&#;a yakınlaşmışlardır. Allah evliyaların kim olduğunu şu sözüyle açıklamıştır: &#;Onlar iman edenler ve takva sahipleridir.&#; Yani inanılması gerekenlere inanan, sakınılması gereken masiyetlerden sakınanlardır.&#; (Fethu&#;l Kadir ilgili ayet tefsiri)

Bu ayetten açıkça anlıyoruz ki Allah dostu olmak, iman ve takvaya bağlıdır. İman ve takva ehli olan her insan aynı zamanda Allah dostu olmaya adaydır. Kur&#;an-ı Kerim&#;de Allah dostu olmanın başka şartı yoktur. Sahih akide ve salih amel yani Tevhid ve Sünnet velayet makamının anahtarıdır. Kişinin veli olması için havada uçup, denizde yürümesi, tavukları diriltip, insanların yatakta kaç defa döndüğünü bilmesi gerekmemektedir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kudsi bir hadiste Rabb&#;inden şöyle nakleder:

&#;Kim benim dostlarımdan/velilerimden birini düşman edinirse ben ona harp ilan ederim. Kullarım bana farz ibadetlerle yaklaşmasından daha sevimli bir şeyle yaklaşmamışlardır. Onlar nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam ederler. Ta ki ben onları severim. Onları sevince işiten kulakları, gören gözleri, tutan elleri, yürüyen ayakları olurum. İstediklerinde verir, sığındıklarında onları korurum.&#; (Buhari, )

Hafız İbn-i Hacer hadisin şerhinde şunları kaydeder:

&#;Veli&#;den kast edilen; Allah&#;ı bilen, taatinde devamlı olan ve ibadetlerinde ihlaslı olan kişidir. Allah&#;ın nasıl kulun kulağı, gözü olacağı anlaşılmamıştır. Bunun cevabı birkaç yöndendir:

1. Bu, temsili bir anlatımdır. Maksadı; benim emirlerimi tercihte onun gözü ve kulağı olurum demektir. O, bu organlarını sevdiği gibi benim taatimi ve bana hizmeti tercih eder.

2. Her şeyiyle benimle meşgul olur. Kulağını beni razı edecek şey dışında bir şeye vermez, gözü emrettiğimden başkasını görmez.

3. Onun tüm ihtiyaçlarını ona sağlarım. Sanki kulağı ve gözüyle elde etmiş gibi olur.

4. Ona yardımda; düşmanına karşı gözü, kulağı, eli, ayağı gibi olurum.

5. Burada mudafın hazfı vardır. Yani onun kendisiyle işittiği kulağını hıfz ederim demektir… Böylece helal olandan başkasını dinlemez.

6. Burada masdar kelimeler ism-i mef&#;ul anlamında kullanılmıştır. Yani işittiği, gördüğü,… sadece ben olurum. Sadece zikrimi işitir, kitabımı okumaktan lezzet alır… Elini ve ayağını sadece benim rızam olana uzatır…

7. Duaya hemen icabet anlamında olabilir. Çünkü insanın tüm işleri bu organlarla olur. (Hattabi)

Tufi der ki: Sözüne itibar edilen tüm alimler bu hadiste kullanılan uslubun kula yardım ve destek olduğundan mecaz ve kinaye olduğudur… İttihadiler (vahdeti vücutçular) ise bunun hakiki anlamında olduğunu ve kulun Allah&#;ın bizzat kendi olduğunu söyler. Delil olarak da Cibril&#;in sahabeden Dıhye suretinde gelmesini öne sürerler. Derler, Allah bir suretin tamamında veya bir kısmında açığa çıkmaya kadirdir. Allah zalimlerin söylediklerinden yücedir!

Hafız ibn Hacer: Kalbinde eğrilik olan bir grup hadisi şöyle yorumlar: Kul iç dünyası bulanıklıklardan temizleninceye dek zahiri ve batını amellere devam ederse hak manasında olur. (Yani Allah olur). Allah bu sözden yücedir.

Riyazet ve tecelli ehlinden bazı cahiller bu hadise yapışıp şöyle derler: Kalp Allah&#;a mahfuz olursa düşünce hatadan masum olur. Bu yolun muhakkikleri şöyle der: Düşünceler Kur&#;an ve Sünnet&#;e uymadı mı hiçbir kıymeti yoktur. Masumiyet/Korunmuşluk/Hatadan uzak olma sadece peygamberlere özgüdür. Onların dışında olanlar ise hata yapabilir. Ömer radıyallahu anh, kendisine ilham edilenlerin başında gelirdi. Ama bazen bir şey düşünür, başka sahabiler ondan farklı bir görüş ortaya atar, Ömer radıyallahu anh onların görüşünü tercih ederdi. Kim kalbine vaki olan manalarla yetinir, Rasûl&#;ün sallallahu aleyhi ve sellem getirdiğini bırakırsa, hataların en büyüğünü işlemiş olur.

Onlardan aşırıya gidip &#;Kalbim bana Rabb&#;imden haber verdi&#; diyenler ise daha büyük bir hata içindedir. Kalbinin ona şeytandan haber verdiğinden emin olmaz…&#; (Fethu&#;l Bari nolu hadis şerhi özetle)

Hafız ibn Hacer&#;in kendinden önce yaşayan bazı alimlerden aktardıkları ve kendi açıklamalarından şunu anlıyoruz: Ehli Sünnet, Allah dostlarına dair bu hadisten şunu anlamıştır: Kul ibadetlerle Rabb&#;ine yaklaşırsa bunun mükafatı olarak Rabb&#;inin yardımına mazhar olur. Allah subhanehu ve teâlâ kendisiyle amel yaptığı organları razı olduğu amellere muvaffak kılar. Allah&#;ın subhanehu ve teâlâ gazabına götürecek amellerden ise muhafaza eder.

Başka bir grup sapık ise Allah&#;ın dostlarıyla ilgili hadisi saptırmış ve ona farklı anlamlar yüklemiştir.

Allah dostu denilen zatların zamanla Allahlaşacağını, artık şeriata ihtiyaçlarının kalmayacağını, kalplerinin direkt Allah&#;la irtibatta olacağını ve &#;Kalbim bana Rabb&#;imden haber verdi&#; diyeceklerini, akıllarına gelen her düşüncenin hatadan masum olacağına yormuşlardır.

İbn-i Receb bu hadisin şerhinde der ki:

&#;…Kalbi Allah&#;ın azametiyle dolduğu vakit, Allah dışında her şeyi kalbinden silip atar. Rabb&#;inin istekleri dışında kulun nefsinin payı ve iradesi kalmaz. İşte o zaman sadece O&#;nu konuşur, sadece O&#;nun emriyle hareket eder. Konuştu mu O&#;nu nutkeder, işitti mi O&#;nu işitir. O&#;nunla bakar, O&#;nunla tutar. Hadisten kast edilen mana budur. Kim bunun dışında bir manaya işaret ederse ittihad ve hululcülerin ilhadına işaret etmiştir.&#; (Camiu&#;l Ulum ve&#;l Hikem s İttihad: Her şeyin Allah olduğunu savunan Vahdet-i Vucud düşüncesidir. Hulul: Allah&#;ın subhanehu ve teâlâ bazı şeylere girdiğini ve onların cisminde açığa çıktığını savunan düşüncedir.)

Öyleyse Kur&#;an ve Sünnet&#;ten şunu anlıyoruz: İnanılması gerekenlere iman eden, farzları yerine getiren ve masiyetlerden sakınanlar Allah dostu yani evliyaullahtandır. Nafilelerle Allah&#;a yakınlaşmaya önem verenler ise Allah&#;ın sevgisine ve yardımına mazhar olan kullardır. Fıtrata hitap eden bu naslara göre, her mümin Allah dostu olabilir.

Tasavvufcular ise veliliği çok farklı şekilde anlamış, Kur&#;an&#;dan aldıkları bu kavramı Allah&#;ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeylerle aslından saptırmışlardır. Tanımlarına bakalım: (Nakiller için bknz: Takdisu&#;l Eşhas fi&#;l Fikri&#;l Sufi 1 57/58)

Kuşeyri Risalesi&#;nde der ki:

&#;Velinin iki manası vardır: İlki, Allah&#;ın dost edindiği anlamında ism-i mefuldür. İkincisi ise, Allah&#;ın taatini dost edinen anlamındadır. Allah&#;a ibadeti içine isyan karışmaksızın devam eder. Birinin veli olması için bu iki anlamında mevcut olması gerekir.&#; (s. )

Bir başka yerde:

&#;Allah&#;ın taatlerde devamlı olması için korunmasını üstlendiği kişidir veli. Onun için &#;huzlan&#; yaratılmaz. O günah işleme kudretidir.&#; ( s. )

Curcani &#;Et-Ta&#;rifat&#;ında veli maddesinde şu açıklamayı yapar:

&#;İsyan olmaksızın sürekli ibadet edendir.&#;

Abdulaziz ed-Debbağ (Türkçeye Celal Yıldırım tarafından çevrilen bu kitap Demir Kitabevi tarafından 2 cilt olarak basılmıştır. Abdulaziz ed-Debbağ ünlü mutasavvıflardandır. Kendisi okuma yazma bilmeyen bir ümmidir. Kitapta yazılanları öğrencisi Ahmed bin Mübarek kaleme almıştır. Tasavvufu tanımak isteyenlerin inceleyebileceği kitap, tasavvufun tüm afetlerini içinde barındırmaktadır.)

El-İbriz kitabında şöyle der:

&#;… Kime ruhunda bulunan esrarın kapısı aralanır, zatıyla ruhu arasındaki perdeler kalkarsa işe o arif bir velidir, fetih sahibidir.&#; ( El-İbriz, Demir Kitabevi 1/)

İbn-i Arabi:

&#;Batıni imamın (velinin) şartı ma&#;sum olmasıdır.&#; (İhsan İlahi, İsmet)

Görüldüğü gibi Kur&#;an ve Sünnet&#;in veli tanımıyla, tasavvufun veli tanımı tamamen farklıdır. Tanımda ayrışan İslam ve tasavvuf, velayetin hakikati ve sıfatlarında da ayrışmıştır. Veli/Şeyh İslam&#;da herhangi bir Müslüman iken, tasavvufa intikalinde suret değiştirmiş, ilahi ve nebevi tüm vasıfları almıştır.

Adeta parelel ilah ve nebi oluşturma gayretine dönen tasavvufun veli inancı, İslam&#;ın Usulu&#;d din kabul edilen öğretileriyle çakışmaktadır.

Tasavvuf erbabına sözü bırakıp, nasıl bir Veli/Şeyh anlayışına sahip olduklarını onlardan dinleyelim:

Veli, Allah&#;ın Bizzat Kendisidir!

&#;Babam Ramazan ayında bir evde inzivaya çekilerek, on güne yakın kimseye yüzünü göstermedi… Konya&#;nın bilginleri, fakirleri, emirleri ve bütün insanlar medreseye gelip, biz Mevlana&#;nın ayrılığına dayanamıyoruz dediler, kıyameti koparıp ağlayıp sızladılar… Ben durumu babama bildirdim. Üç gün müddet istedi. Arkadaşlara haber verdim… Üç gün geçtikten sonra sabahleyin geldim ve kapının aralığından hücrenin içine baktım. Hücrenin her tarafının Mevla&#;nın mübarek vücudu ile dopdolu olduğunu gördüm. Hatta yarıklara pamuk tıkanması gibi, kapının aralığı da Mevlanayla tıkanmıştı… Bu heybetli manzara karşısında bağırarak kendimden geçtim. İki kez bu manzarayı gördüm. Son defasında tekrar baktım. Onun cisminin güzellik ve zayıflık bakımından eski hâlini aldığını ve mübarek eliyle vücudunu okşadığını gördüm. Vücuduna &#;Aferin! Aferin! İyi dayandın. Tur Dağı buna dayanamamış parça parça olmuştu. Sen bunu kaldırabildin. Senin gibi Yar-i Gar&#;a aferinler olsun&#; dediğini işittim.&#; ( Ahmed Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, Sayfa )

Ebu Yezid el-Bestami anlatıyor:

&#;Bir seferinde Allah subhanehu ve teâlâ beni kendi katına yükseltti, beni huzurunda dikti ve &#;Ey Ebu Yezid, kullarım seni görmek istiyorlar&#; dedi. Ben de: &#;Beni vahdaniyetinle süsle, bana enaniyet/benlik elbiseni giydir ve beni ahadiyet makamına yükselt. Ta ki kulların beni gördüğünde desinler ki seni/Allah&#;ı gördük. Böylece sen bu olmuş, ben de orada olmamış olurum&#; dedim.&#; (Lum&#;a, Sayfa )

Yine Ebu Yezid şöyle der:

&#;Subhani (Kendimi tüm eksiklerden tenzih ederim), Ma a&#;zeme şe&#;n (Şanım ne yücedir)&#;

&#;Cübbemde Allah&#;tan başkasını görmüyorum.&#;

Veliler Bir Şeye Ol Der Oluverir

Ticaniye soruldu: &#;Abdulkadir Geylaninin &#;Benim emrim Allah&#;ın emriyledir. Bir şeye ol dersem oluverir&#; sözünü nasıl anlamalıyız? Cevaben dedi ki: Allah onlara (velilere) büyük hilafet vermiş ve onları kendi mülkünde istediklerini yapma yetkisiyle görevlendirmiştir. Allah onlara tekvin kelimesini vermiştir. Bir şeye ol dediler mi o an hemen olur. Ali&#;den radıyallahu anh rivayet edilir ki: &#;Şimşekleri çakan, yıldırımları düşüren, gök cisimlerini hareket ettiren ve işlerini düzenleyen benim.&#; demiştir. Allah&#;ın mülkünde Onun halifesi olduğunu anlatmak istemiştir.&#; (Cevahiru&#;l Meani 2/77)

Ne ilginç değil mi? Onlar bir şeye ol der, o da oluverir. Kur&#;an&#;da Allah&#;ın subhanehu ve teâlâ büyüklüğünü ve kudretini anlatmak için kullanılan &#;Kun fe-yekun&#; velilerde varmış!

&#;O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece &#;ol&#; der, o da hemen oluverir.&#; (2/Bakara, )

&#;(Meryem), &#;Ey Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?&#; dedi. Allah, &#;Öyle ama, Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasını dilediğinde ona sadece &#;ol&#; der, o da hemen oluverir&#; dedi.&#; (3/Âl-i İmran, 47)

Allah subhanehu ve teâlâ Mekkeli müşriklere şöyle sesleniyor:

&#;(Ey Muhammed!) De ki: &#;Allah&#;ı bırakıp da ilah olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şeye sahip değillerdir. Onların yerde ve gökte hiçbir ortaklıkları yoktur. Allah&#;ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.&#; (34/Sebe, 22)

Mekkeli müşrikler hacılara hizmet eden, dini geleneklere bağlı insanlar vefat ettiğinde onlara türbe niyetine put yapan ve onlar vasıtasıyla Allah&#;a yakınlaşacaklarına inanan kimselerdi. Bu insanlara Allah tarafından bazı yetkiler verildiğine ve Allah&#;ın izniyle tasarruf sahibi olduklarına inanıyorlardı. Allah subhanehu ve teâlâ mülkünde kimseye böyle bir yetki vermediğini, buna ihtiyacının da olmadığını kesin bir dille men etti?

Tabi şu soru da onlar tarafından cevaplanmayı bekliyor? Mutlak mülk sahibi olan Allah subhanehu ve teâlâ niye mülkünde başkalarına mutlak tasarruf yetkisi versin?

Öyleki bunlardan dileyen yağmur yağdırıyor, bir başkası hastaları iyileştiriyor, öteki ölüleri diriltiyor! (Takdisu&#;l Eşhas 1/42 ve sonrası)

Veliler Yağmur Yağdırır

Şeyh Abdurrahim ibni Şeyh Abdullah el-Arki; &#;Yağmur satıcısı diye isimlenirdi. Çünkü o insanlara yağmur satardı.&#; (Tabakat-ı ibni Deyfullah)

Adam sadece yağmur yağdırmakla kalmıyor, zamanla işin ticaretini de yapmaya başlıyor. İhtiyacınız olduğunda Allah&#;a subhanehu ve teâlâ el açıp yalvarmanıza gerek yok. Bu şahsa gidiyorsunuz, dua niyetine ödeme yapıyorsunuz, o da Allah&#;ın mülkünden size ihtiyacınız olan yağmuru veriyor.

Ebu Cehil kadar Allah&#;ı tanımadığı hâlde, insanlara Allah dostu diye pazarlanan bu bezirganlar &#;Mülk kimindir bugün? Bir ve Kahhar olan Allah&#;ındır&#; sesini işittiklerinde pişman olup &#;Vay bize&#; diyecekler, ancak bu pişmanlık sadece azaplarını arttıracak.

&#;Elleri boyunlarına bağlanmış, çatılmış olarak cehennemin daracık bir yerine atıldıkları zaman orada, yok olup gitmeyi isterler. (Kendilerine) &#;Bugün bir kere yok olmayı istemeyin, bir çok kere yok olmayı isteyin!&#; (denir.)&#; (25/Furkan, )

&#;Sen onlara (Mekkeli müşriklere) sorsan gökten yağmur yağdırıp, öldükten sonra yere hayat veren kimdir? Sana &#;Allah&#;tır&#; diyecekler.&#; (29/Ankebut, 63)

&#;Ve rüzgârı, müjdeleyici olarak rahmetinin önünde gönderen, O&#;dur. Ve biz, semadan tertemiz su indirdik.&#; (25/Furkan, 48)

&#;Allah&#;ın bulutları sevk ettiğini, sonra onların aralarını birleştirdiğini, sonra da onları küme hâline getirdiğini görmüyor musun? Böylece onların arasından yağmur çıkardığını görürsüseafoodplus.info semadan, içinde dolu bulunan dağlar (dolu kümeler) indirir. Böylece onu dilediğine isabet ettirir. Ve onu dilediğinden çevirir (uzaklaştırır). Onun şimşeğinin parıltısı, neredeyse görmeyi giderir (gözleri kör gibi yapar).&#; (24/Nur, 43)

&#;Şam diyarına şiddetli bir kıtlık isabet etti. Hace Rumiyye adında yaşlı bir kadın vardı. Yöneticilerin çocuklarına mürebbiyelik yaptığından ve Şeyh Muhammed Zuğbi&#;nin kardeşi olduğundan insanlar değer verirdi. Katırına binip Şeyh Zuğbi&#;ye geldi. &#;İnsanlar şiddetli bir kıtlık, yağmursuzluk ve pahalılık içinde yaşıyor, siz ise bu durumdan habersiz/gafilsiniz&#; Şeyh sustu. Sonra kadın katırına binip yola koyuldu. Harran şehrine yakın köprüye ulaşınca yağmur yağdı ve şiddetli bir rüzgar esti. Rüzgar kadını bineğinden düşürdü… Sonra şeyhe geldi ve: &#;Biz sana yağmur yağdır dedik, sen ise beni bineğimden çamura attın! Niye?&#; diye sordu. Şeyh: &#;Boş konuştuğundan/gevezeliğinden dolayı.&#; diye cevapladı.&#; (Siyeru&#;l Evliya 58)

Evliyaların (!) hayatlarının anlatıldığı bir kitapta nakledilen bu kıssayla Sahiheyn&#;de sabit olan Allah Rasûlü&#;nün sallallahu aleyhi ve sellem şu kıssasına bakın! Enes radıyallahu anh anlatıyor: &#;Allah Rasûlü Cuma hutbesini irad ederken bir adam mescide girdi. &#;Ey Allah&#;ın Rasûlü hayvanlar helak oldu, yollar kapandı; Allah&#;a dua et de bizi kurtarsın&#; dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırdı ve: &#;Allah&#;ım bizi kurtar (yağmur yağdır)&#; diye üç defa tekrarladı. Vallahi semada hiç bulut yoktu. Sel&#; tepesinin ardından bir bulut çıktı. Semanın ortasına gelince yayıldı, sonra yağmur yağdı…&#; (Buhari, ; Müslim, )

Bu üçkağıtçı din bezirganlarına sorsanız &#;En büyük veliler sahabelerdir&#; derler. Kıtlık var ve kimse yağmur yağdıramıyor. Allah Rasûl&#;üne geliyorlar. O da sallallahu aleyhi ve sellem Allah&#;ın mülkünde tasarruf etmeye kalkmıyor. Elini kaldırıp Rabb&#;ine dua ediyor.

Veliler Allah&#;ın Yazdığı Ecele Müdahale Eder

&#;Fatıma bint-i Ubeyd şiddetli bir hastalığa tutuldu. Öleceği düşünülüyordu. Fukahadan bir şeyh Hocalıya geldi. Durumu anlattı. Şeyh onlara su verdi. Hasta bayanın içmesi için. Ancak ölüm sekaratında olduğundan içemedi, sadece suyu ağzına koyabildiler. Şeyh de halvete girdi. O gece Fatıma ayağa kalktı ve ben iyiyim, dedi. Gece şeyhi evin bir köşesinde gördüğünü, asasıyla ona vurup kalk dediğini ve ayaklandığını anlattı. Şeyhe durumu ilk götüren Fakih, şeyhin yanına gitti. Şeyhin oğlu babasının o zamandan beri halvette olduğunu söyledi. Şeyh dedi ki: Benle ölüm meleği çekiştik. Sonunda ben galebe çaldım ve onu bana bıraktı.&#; (Tabakat-ı İbn Deyfullah )

Ecel belirlenmiş , ölüm meleği geliyor, Allah&#;ın yazdığı kaderi tatbik edecek, şeyh efendi devreye giriyor, kısa bir kavgadan sonra ölüm meleği şeyhe teslim oluyor ve bu bayan da yaşıyor.

&#;Muhammed eş-Şirbi&#;nin oğlu Ahmed hastalandı, ölümü yaklaşınca Azrail (!) geldi, onun ruhunu almak için. Şeyh, Azrail&#;e dedi ki: Rabbine dön ve sor, çünkü bu emir nesh edildi (hüküm değişti). Azrail döndü Ahmed bu hastalıktan şifa buldu ve sonrasında otuz yıl yaşadı.&#; (Tabakatu&#;l-Kubra 2/)

&#;Ve Allah, hiçbir nefsi (hiçbir kimseyi) eceli geldiği zaman asla tehir etmez (ertelemez). Ve Allah, sizin yaptıklarınızdan haberdar olandır.&#; (63/Munafikun, 11)

&#;Bütün ümmetler için bir ecel (süre, zaman dilimi, müddet) vardır. Onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat ileri, ne bir saat geri alınmaz.&#; (7/Âraf, 34)

&#;O, kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.&#; (6/En&#;am, 61)

Bu evliyalar(!) yeri geldiğinde &#;Biz sadece Allah&#;ın iradesine teslim olmuş, Onun subhanehu ve teâlâ dilediğini söyleyen, Onun subhanehu ve teâlâ dilediği şekilde hareket eden insanlarız&#; derler. Sorumluluktan ve yaptıkları şeriata muhalif işlerinin karşılığından kaçmak için uydurdukları sapkın kader anlayışları, ölüme gelince işlemiyor nedense!

Hakkın hak oluşunun alameti, içinde çelişki olmaması; batılın batıl oluşu, çelişkileri ve zıtlıklarıyla malumdur.

Veliler Ölüleri Diriltiyor

Diyelim ki ölüm esnasında yetişemediler ve şahıs öldü. Evliya olduğu iddia edilen bu mulhid ve zındıklardan biri varsa sorun yok. Allah&#;ın aldığı canı geri iade ediyor ve hayat bahşediyorlar.

Kuşeyri Sehl bin Abdullah et-Tusteri&#;den naklen:

&#;Allah&#;ı hakkıyla zikreden isterse ölüleri diriltebilir&#; (2/)

&#;Şeyh İbrahim el-Metbuli çok ibadet eden birini gördü. Fakat insanlar ondan yüz çeviriyor ve onun hakkında itikad sahibi değillerdi. Dedi ki: &#;Oğlum! Senin bunca ibadetine rağmen neden derecen eksiktir? Galiba baban senden razı değil?&#; Genç &#;Evet&#; dedi. Şeyh, &#;Hadi gel, kabrine gidelim, umulur ki senden razı olur, Ravi dedi ki: &#;Allah&#;a yemin olsun ki; şeyh babasına seslenince kabrinden kalktı, onu başındaki toprağı atarken gördüm. Tam olarak ayağa kalkınca Şeyh dedi ki: &#;Fakirler (veliler) aracı olarak geldiler, çocuğundan razı olmanı rica ediyorlar.&#; Adam: &#;Sizler de şahit olun ki ondan razı oldum&#; dedi.&#; (Tabakatu&#;l-Kubra 2/67)

Tasavvufçuların yanında meşhur olan, halk arasında da bilinen Abdulkadir-i Geylani&#;nin kısassını da hatırlayalım: Abdulkadir Geylani medrese hocalığı yapmaktadır. Kadının biri medresede okuyan oğlunu ziyaret eder. Oğlunun sadece kuru ekmek yediğini görür. Anne yüreği bu, dayanır mı? Oğlunun hâlini şikayet için şeyhin huzuruna varır. Kızarmış tavuk yediğini görünce iyice öfkelenir. &#;Sen Allah&#;tan korkmaz mısın? Çocuklar kuru ekmek yiyor, sen ise tavuk&#; der. Abdulkadir Geylani &#;Allah&#;ın izniyle kalk&#; der, tavuk dirilir ve hareket eder. &#;Senin oğlun bizim seviyemize ulaşınca o da tavuk yer&#; der.

Biz hâlâ anlamış değiliz. Bazen tasavvuf büyüklerinin aylarca aç kaldıklarını, sadece kuru ekmek ve suyla yaşadığını anlatıp övünürler, bazen de aç şeyhlerini mükellef sofraların başına oturturlar.

Bizim Türkiye&#;nin sofileri de böyle ya! Vaaz kürsüsünden hamama dahi gitmeyiz diye nutuk atıp, deniz sefasında yakalanınca da &#;takvaya muhalif hareket etmiş olabiliriz&#; derler. Keşke sadece takvaya muhalefet etmiş olsanız! Sizler tevhide, sünnetin asıllarına ve selim fıtrata muhalefet ettiniz.

Rabb&#;imiz zatı için der ki:

&#;Bu böyle. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. Şüphesiz O ölüleri diriltir ve O her şeye hakkıyla kadirdir.&#; (22/Hac, 6)

&#;Öyleyse Allah&#;ın rahmetinin eserlerine bak. Ölümünden sonra arzı (yeryüzünü) nasıl diriltiyor? Muhakkak ki (O), ölüleri işte böyle gerçekten diriltendir ve O, herşeye kadirdir.&#; (30/Rum, 50)

&#;Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz&#;da) bir bir kaydetmişizdir.&#; (36/Yasin, 12)

Bazılarımızın aklına İsa&#;nın aleyhisselam ölüleri diriltme mucizesi takılabilir.

İsa&#;nın aleyhisselam ölüleri diriltmesi bir peygambere verilen ve ona özel olan mucizedir. Bundan dolayı ondan sonra gelen peygamberlerin ölü diriltme mucizesi yoktur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah&#;a en sevimli ve Allah katında en değerli insandır. Hayattayken birçok sevdiğini kaybetmiştir. En başta oğullarını, güzide ashabını, hiç unutamadığı Hatice&#;sini kaybetmiştir. Ne birinin ecelini erteleyebilmiş ne de öldükten sonra birini diriltebilmiştir. Allah Rasûlü&#;nün sallallahu aleyhi ve sellem yapamadığını bu velilerin(!) yapabiliyor olabilmesini de ayrı bir yere not etmek gerek.

Ayrıca İsa aleyhisselam bunu Allah&#;ın dilemesi ve mucize olarak kendisine vermesiyle yapıyor. Bu zevat ise bu hakkı ellerinde bulunduruyor ve yeri geldiğinde Allah&#;ın eceline dahi müdahale ediyorlar.

Diyebilirsiniz ki maksadını aşmış bazı lafızlar kullanmış olabilirler. Lakin onlar da Allah&#;ın izni olmadan diriltmenin mümkün olmadığına inanıyorlar. Ben Müslümanım diyen biri aksini nasıl iddia edebilir? Ebu Cehil dahi türbe niyetine yaptıkları salih insanların putlarının öldürüp, diriltemeyeceğini ikrar ediyorken, bu insanlar nasıl böyle inanır:

Şar&#;ani, Ebu Hasan eş-Şazili&#;den naklediyor:

&#;Kutbun (Evliyalar Konseyi Başkanı) on beş kerameti vardır: …Allah&#;ın zatı ona açığa çıkar ve onun sıfatlarını ihata eder. Öncenin, sonranın ve başı sonu olmayanın hükmü ona açığa çıkar/bilir…&#; (El-Yevakit ve&#;l Cevabir 2/78)

Bu, benim nassın orjinaline yaptığım tercemedir. Kendisi de mutasavvıf olan Abdulkadir Akçiçek, Şa&#;rani&#;ye ait olan Tabakatu&#;l Kubra kitabı tercemesinde (2/) aynı metni şöyle terceme eder:

&#;Kendisine zati ilahinin hakikati keşfolmak. İlahi sıfatları ihata kudretini kendinde bulmak… Önün hakimi olmak. Sonun hakimi olmak. Keza, evveli ve ahiri olmanın da hakimi olmak…&#;

Benim yaptığım terceme bir şekilde tevil edilir de, bu sofi açıkça Kutub diye Allah&#;ı anlatıyor. Arapçasının zayıflığından mıdır, bizim bilmediğimiz ıstılahlara vakıf olduğundan mıdır, şeyhleri hakkında bu inanca sahip olduğundan mıdır bilemiyorum. Ancak orijinal metne yaptığı terceme bir şahsın kutup olması için ilahlaşması gerektiği şeklindedir.

Veliler İnsanları Hidayet Ediyor

&#;… Çocuğun biri gökyüzüne baktı ve Hristiyan olan babasına sordu. &#;Bu ayı kim yarattı?&#; Babası: duvarda asılı duran haça bakıp &#;bu&#; dedi. Çocuk haçı eline aldı ve havaya kaldırıp bıraktı. Haç yere düştü. Babasına: &#;Kendini havada tutamayan bu ayı nasıl havada tutar?&#; dedi.

Babası öfkelendi ve ona ağır sözler söyledi. Bunun üzerine şeyhime sordum: &#;Efendim bu küçük kız Müslüman mıydı?&#; &#;Hayır&#; dedi. &#;Sonraları Müslüman oldu mu?&#; &#;Hayır&#; dedi.

Peki bu haklı ve parlak delili nasıl elde etti? Dedi ki: &#;Hak ehlinden bazısı orada hazır bulunuyordu. Kıza batıni bir nazarla bakti ve kız konuştu.&#; &#; (El-İbriz 2/90)

&#;Şeyh Yusuf el-Acmi halvetten çıkınca gözleri ateş parçası gibi olurdu. Kime baksa onun gözleri saf altına dönerdi. Bir gün şöyle bir hadise oldu. Halvet sonrası bir köpeğe baktı. Tüm köpekler o köpeğin emri altına girdi. İnsanlar ihtiyaçlarının giderilmesi için o köpeğe gitmeye başladılar. Bu köpek hastalanınca, diğer köpekler toplanıp ağlaşmaya ve hüzünlerini göstermeye başladılar… Allah bazı kullarına ilham etti ve o köpeği gömdüler. Köpekler onun kabrini ziyaret ederlerdi.&#; (Tabakatu&#;l Kubra, 2/59)

Yanlış anlamadınız! İnsanları hidayet etmeyi aşıp, köpekleri dahi hidayet ediyorlar. Subhanallah! Allah&#;ın subhanehu ve teâlâ hidayet ettiği insanlar dahi üç sınıftırlar:

&#;Sonra biz o kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras olarak verdik. Onlardan kendine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah&#;ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler vardır. İşte bu büyük lütuftur.&#; (35/Fatır, 32)

Ancak bu şeyhler hidayet etti mi sınıf falan yok! Direkt kabri ziyaret edilen bir veli oluveriyorsunuz!

&#;…Şeyh Muhammed Şinavi, insanları bakışla terbiye ederdi. Yol kesiciler ona uğrardı, ona bakardı, adam kendini şeyhe tabi olmaktan alıkoyamazdı. Bu adamların bazısının onun cemaatinin seçkinlerinden olduğunu gördüm.&#; (Tabakatu&#;l Kubra, 2/)

Bu veliler Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem döneminde yaşasaymış ne iyi olurmuş! İnsanlar anlattıklarına kulak vermiyor diye kendini harap eden Nebi&#;ye yardımcı olup, onun başaramadığını(!) başarır, bir bakışla insanları hidayet ederlerdi. Allah Rasûlü de üzüntüden kurtulmuş olurdu.

&#;Demek sen, bu söze (Kur&#;an&#;a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!&#; (18/Kehf, 6)

&#;Ey Muhammed! Mü&#;min olmuyorlar diye adetâ kendini helak edeceksin!&#; (26/Şuara, 3)

Ebu Talib&#;e on yıla yakın İslam&#;ı anlattı. O Müslüman olmadı. Yeğeninin getirdiğinin hak olduğunu adı gibi bilmesine rağmen, kavminin kınamasından çekindi ve babasının dini üzere öldü. Allah Rasûlü&#;nün sallallahu aleyhi ve sellem üzüntüsü o denli büyüktü ki Allah şu ayetlerle onu teselli etti:

&#;Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.&#; (28/Kasas, 56)

Hidayet, Allah&#;ın elindedir. Nebi&#;nin sallallahu aleyhi ve sellem dahi bunda payı yoktur. O sadece insanlara yolu gösteren, hidayet-i irşad sahibidir. İnsanları İslam&#;ı kabul ve tevbeye muvaffak kılma anlamındaki hidayet-i tevfike gelince o sadece alemlerin Rabbi olan Allah&#;a aittir.

On yıllarca anlatmasına rağmen İslam&#;ı kabul etmeyip, yüz çevirenler olmuştur. Bu şeyhler ise konuşma ve anlatma zahmetine dahi katlanmayan, tek bakışla insanları ve hayvanları hidayet eden insanlardır. Paralel Allahlık ve rasullük bu değil de nedir?

Ebu Hureyre radıyallahu anh defalarca annesine anlatmasına rağmen annesi hidayet bulmamıştı. Allah Rasûlü&#;ne geldi. Üzülüyordu. &#;Allah&#;a dua et de, annemi hidayet etsin&#; dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırdı: &#;Allah&#;ım! Ebu Hureyre&#;nin annesine hidayet et.&#; dedi… (Müslim, )

Lafa geldi mi &#;en büyük veliler sahabilerdir&#; derler, Kimisi hızını alamayıp tarikatı onlardan aldığını söyler. Başta Rasûl olmak üzere, ashabın hiçbir surette yapamadıklarını ise bir bakışta hallederler. Son dönemlerin moda tabiriyle &#;Yav he he!&#; diyelim bizde.

Eee haliyle hidayeti elinde bulunduran saptırmayı da elinde bulunduruyor. Şa&#;rani, Seyyid Ahmed Bedevi&#;nin menkıbelerini aktarırken şunu da kaydeder:

&#;Şeyhimiz Muhammed Şenavi anlatmıştı; diyordu ki: Biri vardı, Bedevi hazretlerinin mevlidi ziyaretini doğru bulmuyor ve zararlı sayıyordu. Onun bu hâli imandan ayrılmasına sebep oldu. O denli imandan ayrıldı ki onun içinde İslam&#;a meyleden tek bir kıl kalmadı. O, bu hâlinin izalesi için aracılığımızla Bedevi hazretlerinden yardım istedi ve şu cevabı aldı: Bir daha eski hatasına dönmemesi şartı ile, olur. Kabul etti ve kendisine iman kisvesi giydirildi. Bedevi hazretleri ona sordu. Bizden görüp beğenmediğin şey nedir ki? Bu soruya şu cevabı verdi: Erkeklerin ve kadınların bu toplantıda birbirine karışması… Bedevi: Bu inkar ettiğin ve kabul etmediğin şey tavafta da oluyor. Fakat hiç kimse bu tavaftan men olunmuyor… Ben öyle biriyim ki karada vahşilere, denizlerdeki balıklara çobanım. Bunların her birini diğerinin saldırısından korurum. Elbette Allah beni mevlid ziyaretimde hazır bulunanları korumaktan aciz bırakmaz.&#; (Tabakatu&#;l Kubra 1/ Bknz: Evliyalar ansiklopedisi 2/ Ahmed Bedevi&#;nin kabri Mısır&#;da bulunmaktadır. Her yıl mevlid düzenleme adeti hâlâ devam etmektedir. Bu mevlide dair yayınlanan görüntüler izlendiğinde; kadınların ve erkeklerin karışık raks ettiği, oyun havası ayarında ilahilerle(!) insanların coştuğu, bariz bir şekilde kadınlarla erkeklerin İslam&#;a uygun olmayan davranışlarla birbirlerine yakınlaştığı görülecektir.)

Hidayet etmeye muktedir olanlar insanların imanını çekip alabiliyorlar. Niçin? Şeriata muhalif bir durumu inkar ettiği için. Alt mesajı anladığınızı umuyorum! &#;Bizler (şeyhler) şeriata muhalif işler yaparsak, itiraz etmeyin. Aksi hâlde kafir olursunuz.&#;

Ayrıca Bedevi&#;nin Kabe&#;yi tavafla kabir etrafında yapılan rezillikleri kıyaslamasına da dikkat edelim. Haliyle karadaki vahşileri, denizdeki balıkları dahi koruyabilen paralel ilahın evinin de El-Hak olan Allah&#;ın subhanehu ve teâlâ evi gibi olması gerekir. Yüce Allah subhanehu ve teâlâ zalimlerin söylediklerinden yücedir.

Levh-i Mahfuza Bakıp, Gaybı Biliyorlar

&#;Şeyh Cakir şöyle derdi: &#;Levh-i mahfuza bakıp, ismini orada görmeyince kadar, hiçbir müridden söz almadım.&#; &#; (Tabakau&#;l Kubra, 1/ Bknz. Evliyalar Ansiklopedisi, 2/)

&#;Sıdk ehliyle beraber olduğunuzda onlarla sıdk üzere olun. Çünkü onlar kalplerin casuslarıdırlar. Sizin sırlarınızdan girer, isteklerinizden çıkarlar.&#; (et-Taarruf, 33)

Abdulaziz Debbağ&#;a öğrencisi sordu:

&#;Bazı alimler ihtilaf ettiler: Kur&#;an&#;da zikredilen, gaybın anahtarı olan beş maddeyi Peygamber bilir mi? &#;Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (herşeyden) hakkıyla haberdar olandır.&#; (31/Lokman, 34)

&#;Ed-Debbağ dedi ki: Bu beş şey nasıl peygamberlere gizli kalsın. Onun ümmetinden tasarruf ehli biri bu beş şeyi bilmeden tasarrufta bulunamaz.&#; (El-İbriz 1/ Demir Kitabevi)

Bu ed-Debbağ&#;ın olaya yaklaşımıdır. Oysa Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

&#;De ki: &#;Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.&#; (46/Ahkaf, 9)

&#;De ki: &#;Ben size, &#;Allah&#;ın hazineleri benim yanımdadır&#; demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size &#;Ben bir meleğim&#; de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.&#; De ki: &#;Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?&#; (6/En&#;am, 50)

&#;De ki: &#;Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.&#; (7/Âraf, )

Allah Rasûlü&#;nün sallallahu aleyhi ve sellem Rabb&#;ine karşı edebiyle, Debbağ&#;ın edepsizliğini mukayese edelim. Vahyin menbaından beslenenle, şeytanların vahyine kulak verenlerin sözleri nasıl da farklı.

Allah subhanehu ve teâlâ gaybı sadece kendinin bildiğini, rasullerden dilediğine dilediği kadarını bildireceğini söylerken, Allah Rasûlü&#;nden başka bir söz beklenemezdi.

&#;Gaybın anahtarları yalnızca O&#;nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah&#;ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz&#;da) olmasın.&#; (6/En&#;am, 59)

&#;De ki: &#;Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler.&#; (27/Neml, 65)

Ahmed er-Rufai&#;den velilerin gayba nasıl muttali olduklarını dinleyelim:

&#;… Ona yerle sema arasının idaresi verilir… Yükselmeye devam eder. Ta ki gavsiyet makamına ulaşır. Yükselmeye devam eder ta ki beşeriyet sıfatı ondan kaldırılıp Hakk&#;ın (Allah&#;ın) sıfatlarından bir sıfat oluncaya dek. Allah onu gaybına muttali kılar. Onun nazarı olmadan ne bir bitki biter ne de yaprak yeşerir. Sonra Allah&#;la konuşmaya başlar. Beşerin aklı bu kelamı idrak edemez.&#; (Tabakatu&#;l Evliya, 1/ Evliyalar Ansiklopedisi, 2/)

Ahmed Rufai&#;nin veli tasavvuruna mukabil Allah Rasûlü&#;nün sallallahu aleyhi ve sellem hayatına bakalım:

&#;Ben de sizin gibi bir insanım. Siz husumetlerinizi bana getiriyorsunuz. Ben de aranızda hükmediyorum. Bazınız meramını anlatmada etkili olabilir. Ben de haksız olduğu hâlde kardeşinin hakkını ona veririm. Kime kardeşinin malından bir parça vermişsem, ateşten bir parça vermişimdir. İster alsın, ister bıraksın.&#; (Buhari, ; Müslim, )

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem insanlar arasında hükmederken gayba muttali olamıyor, Allah&#;ın bildirmesi müstesna, insanların sunduklarına göre onlarla muamele ediyor. Ve iyi konuşan birinin onu aldatabileceğini açıkça belirtiyor. Ama veliler kalplerin sırlarına muttali olup, daha adam ağzını açmadan onun kalbini okuyorlar. Allah Rasûlü mü sallallahu aleyhi ve sellem velayet makamına erişemedi, bunlar mı şeytani hâllerine velayet diyorlar orasını size bırakıyorum.

Ben-i Mustalık gazvesi dönüşü yaşanan tatsız bir hadiseden dolayı Aişe annemize zina iftirasında bulunulmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem söylentiler karşısında çok üzgündür. Aişe annemizin göz yaşları kurumuş, yemeden içmeden kesilmiş ve yataklara düşmüştür. Tam bir ay bu durum böyle devam eder. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem vahiy gelip olayın hakikatlerini anlatıncaya kadar sadece bekler. Aişe annemize:

&#;Eğer suçsuzsan Allah subhanehu ve teâlâ senin suçsuz olduğunu beyan edecektir. Şayet bir günah işlediysen Allah&#;a tevbe et. Allah, günahını itiraf edip sonra da tevbe edenin tevbesini kabul buyurur.&#; (Buhari, ; Müslim, ) demiştir.

Velayetleri icma ile sabit olan Ebubekir ve kızı manevi bir seyri sülüğe çıkıp olayın hakikatini görememiş, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem levhi mahfuza şöyle bir göz atayım dememiştir.

Bi&#;ri Maune vakıası da hatırlanması gereken örneklerdendir. Allah Rasûlü&#;ne Müslüman olduklarını ve dinlerini öğretecek muallimlere ihtiyaçlarının olduğunu söyleyen kabileler geldi. Allah Rasûlü yetmiş güzide ashabını onlarla yolladı. Yolda bu sahabileri öldürdüler. ( Buhari, , , ; Müslim, )

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gaybı bilmiş olsa bu güzide ashabını ölüme yollar mıydı? Hâşâ. Bu zındık taifesine göre gaybı bilmeden veli olunmadığına göre, bu durumda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ne oluyor?

Oysa bu taife velilerinin, doğduğu günden öleceği güne kadar bir insanın ne yapacağını bildiklerini söylüyorlar:

&#;Çocuk cenin olarak annesinin karnına düştüğünde, veli kişi doğumundan ölümüne onun yaşayacağı hayrı ve şerri bilir.&#;

&#;Bir gün şeyh sağ yanı üzerine yatmış uzanıyordu. Ben de ön kısmında oturuyordum. Aklıma/Hatırıma kötü bir şey geldi. Hemen gözlerini açarak: &#;Neler söylüyorsun?&#; diye sordu. Efendim, bir şey söylemedim, dedim. &#;Kalbinden neler söylüyorsun?&#; dedi. Son derece utandım ve hemen Allah&#;a tevbe ettim.&#; (El-ibriz, Demir Kitabevi, 1/78)

Bunca uydurmadan sonra şimdi şu nakli okuyalım:

&#;Velilerin keşfi iki kısımdır. Kimisi levh-i mahfuza bakar. O değişmez. Efendim Ali el-Havvas gibi. Kimisi de yazılıp-silinen levhalara bakar. Bunlar levhadır. Bunlar değişir ve değiştirilir. Veli bir şeyi haber verse ve o olmasa: &#;Yalan söyledi&#; denmez. Onun değişen levhalara baktığı kabul edilir.&#; (Tasavvuf Menşe ve Mesadir, Tabakat fi Hususi&#;l Evliya naklen)

Diyelim şeytanları bu zatları aldattı ya da hayal edip kalplerini meşgul ettikleri fantezilerini keşf diye anlattılar, yahut gördükleri şeytani bir rüyayı hak zannedip aktardılar… Ve anlattıkları çıkmadı. Su-i zanna yer yok. Çünkü levh-i mahfuzun değişime açık sayfalarına bakmıştır. Önce yazılmış sonra da silinmiştir. Bir sebepten dolayı Allah subhanehu ve teâlâ meydana gelmesine müsaade etmiştir… Güler misiniz, ağlar mısınız? Şeytanın insanı avucuna alıp onunla oynaması bu değildir de nedir?

Baktığı sayfanın levh-i mahfuzun hangi kısmından olduğunu bilmeyen birinin bu makamlara nasıl ulaştığı da merak konusudur açıkçası.

Veliler/Şeyhler la yusel&#;dirler, ( Soru sorulmaz, sorgulanamaz) Onlara itiraz edilmez

&#;Muridin şartlarından biri; şeyhinin şeriat üzerinde olduğuna ve Rabb&#;inden bir delille hareket ettiğine inanmasıdır. Şeyhin hâllerini kendi ölçüsüne göre değerlendirmez. Bazen şeyhten zahiri yerilmiş/şeriata aykırı hâller meydana gelebilir. O hâl batın ve hakikatte övülmüştür. O hâle teslim olması gerekir. Nice adam vardır elinde içki şişesi, onu ağzına götürür, Allah onu bala çevirir. Bakan onu içki içti zanneder. Fakat o bal içmiştir.&#; (A.g.e 2/87)

&#;Raiyye sahibi şöyle der:

&#;İtikadında şeyhine muvafakat üzere olmayan kimse,

Alev alev yaklaşan inkar ateşine yaklaşmış olur&#;

Açıklaması: İtikadında şeyhe muhalefet eder, yaptığı işte şeyhinin hata yaptığına inanırsa bunun sonucu şeyhinden ayrılmaya kapı açar. Şeyhten sıyrılmak ise inkar ve ayrılık ateşinde yanmak demektir.&#; (A.g.e 2/)

&#;… Sağlam aklı, dosdoğru bir tabiatı olan kimse ancak şeyhine razı olur, şeyhi nereye dönerse o da onunla birlikte döner, isterse şeyhi görünürde gecenin fecirden uzak bulunduğu ölçüde haktan uzak olsun. Çünkü &#;şeyhin görünürde haktan uzak kalmasında da doğru bir anlam vardır&#; şeklinde düşünmesi ve &#;belki Rabb&#;im ileride beni bu sırra vakıf eyler&#; diye temennide bulunması uygun olur.&#; (A.g.e 2/)

Risale-i Kudsiyye ve şarihi Mahmut Ustaosmanoğlu&#;ndan şeyhe karşı edep nasıl olmalı okuyalım:

&#; &#;Tecelli ede zat, durma kusurda&#;

Açıklaması: &#;Mevla Teala&#;nın Zat-ı Paki Sübhaniyyesi bize tecelli eder.&#; Yani perdesiz, manisiz olarak bize parlar. Bizimle Mevla arasında Esma Sıfat dahi olmaz. O ki mürid isteklerinden geçemiyor, Mevla tecelli etmiyor…&#; (Risale-i Kudsiyye Şerh ve İzahı, 1/)

&#;… Bir mürid mürşidi için &#;niye emrediyor, niçin yasaklıyor&#; derse, mürid olamaz. Çünkü inat ediyor, inatla bu iş olmaz…&#; (A.g.e 1/)

&#;… Nefatu&#;l Üns&#;te yazıyor ki: İmam Gazali&#;nin ağabeyi Ahmed el-Gazali büyük adamdı. O Mevla Teala&#;ya soruyor: &#;Ya Rabbi! Beni niçin yarattın?&#; Mevla Teala ona: &#;Cemalimi senin kalbinde seyretmek için.&#; buyurdu.&#; (A.g.e 1/… Şeyhleri müridin gözünde yüceltmek için uydurulan bu yalanlar, onların ne kadar değersiz olduklarının kanıtıdır. Hakiki değere sahip olmayanlar uydurma menkıbe ve kerametlerle değerlenirler. Allah, insanı sadece O&#;na subhanehu ve teâlâ kulluk etmesi için yaratmıştır. (51/Zariyat, 56))

&#;Veliyullahı casus kıldı Subhan. Girer kalbine yoklar seni can&#; Mevla Teala&#;nın dostu senin kalbine girer, bakar, senin niyetin ne tarafa? (A.g.e 1/)

&#;Sakın zannetme bilmez hâlini ol, Olur casus bulup gönlüne bir yol&#;

&#;Mürşidin huzurunda kötü düşüncelerle durmak iyi değildir… Kudsi hadiste buyrulur(!): Velilerin meclislerinden sakının. Onlar kalp casuslarıdır. Sizin kalplerinize girerler ve sizin sırlarınız üzere muttali olurlar. Onlarla oturduğunuz vakit sadakatle oturun.&#; (A.g.e 1/)

Bu şeyhler millete edep öğretirken, birinin çıkıp; &#;önce siz edepli olun, sonra millete edep öğretin&#; demesi gerekiyor. Allah subhanehu ve teâlâ &#;Tecessüs etmeyin/casusluk yapmayın/birbirinizin ayıbını araştırmayın&#; (49/Hucurat,12) demesine rağmen, bir insanın kendine &#;Kalp Casusu&#; demesi ne ile izah edilebilir?

Alt mesaj ise çok açık. Şeyhlerle ilgili kötü bir düşünceye kapılmayın sakın! Anında fark eder…

Şimdi ümmete edep öğretmeye kalkan edepsizlik abidesinden dinleyelim:

&#;Bir gün kıskanç fakihler inkar ve inatları nedeniyle Mevlana&#;ya &#;Şarap helal midir ya da haram mı?&#; diye sordular. Onların amacı Şemseddin&#;in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yoluyla şöyle buyurdu: &#;İçse ne çıkar, çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz… Açık cevap şudur ki: Eğer Mevlana Şemseddin şarap içiyorsa, her şey ona mubahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahpenin kardeşi yaparsa ona arpa ekmeği bile haramdır.&#; (Ariflerin Menkıbeleri, s)

İçki içen bir şeyhin bu yaptığı sorulup, şeriat nezdinde içkinin haram oluşu hatırlatılınca verilen tepkiye bakın! Sanki &#;O yaptıklarından sorulmaz, onlar ise sorulurlar&#; (21/Enbiya, 23) denilen Allah&#;ın subhanehu ve teâlâ bir fiiline itiraz edilmiş gibi tepki veriyor. Tabi içkinin bazı insanlara mübah olduğu da özellikle belirtilmiş. Allah dostu olalım diye çıkılan yolda şarapçı olmak! Ki şarapçılar dahi uyarıldığında mahcup olup susarken, bu şarapçının Allah&#;a açıktan isyan edenleri müdafaasına bakın.

Rabbani, muride şeyhini tanıtıp edep öğretiyor:

&#;… Böylesine kamil ve mükemmil bir şeyh bulup ona erişirse şeyhin varlığını ganimet bilmeli ve kendini tamamen ona teslim etmelidir. Mutluluğun onun rızası olduğu yerlerde, bedbahtlığın ise onun rızasına aykırı davranmakta olduğuna inanmalıdır. Kısacası bütün arzu ve isteklerini onun rızasına tabi kılmalıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste şöyle buyurmuştur: &#;Sizden biriniz, hevası benim getirdiklerime tabi olmadıkça iman etmiş olmaz&#;… Bilmek gerekir ki talip kalbini tüm cihetlerden çevirerek şeyhine yönelmeli, şeyhiyle beraberken onun izni olmadan nafileler ve zikirle meşgul olmamalıdır… Onun huzurundayken bir şey yiyip içmemeli ve kimseyle konuşmamalı hatta kimseye yönelmemelidir. Onun huzurunda olmadığı zaman onun olduğu tarafa ayağını uzatmamalı ve o tarafa doğru tükürmemelidir… Zahirde doğru olmadığı görülse bile, şeyhinin her yaptığının ve her söylediğinin doğru olduğuna inanmalıdır. Çünkü o her yaptığını ilham ve izin ile yapar… Bazı durumlarda ilhamına hata bulaşsa bile böyledir. Zira ilham hatası ictihad hatası gibidir. Kendisinde, şeyhinin hâl ve davranışlarına karşı bir hardal tanesi kadar da olsa kesinlikle itiraz mecali bırakmamalıdır. Çünkü itirazın sonu mahrumiyetten başka bir şey değildir. Mahlukatın en nasipsizi ve saadetten en uzak olanı bu taifede kusur arayanlardır.&#; (Mektubat-ı Rabbani Mektup)

İmdi, Rabbani&#;nin edep diye anlattığı bu bölümde şeyh ibaresinin yerine Allah lafzı koyarak, bazı yerlere de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem lafzını koyarak okuyun, göreceksiniz ki birebir örtüşüyor. Şu ifadeye özellikle dikkat edelim; &#;Onun huzurunda olmadığı zaman onun olduğu tarafa ayağını uzatmamalı ve o tarafa doğru tükürmemelidir&#; Allah&#;ın her yerde olduğuna inanan bu sapkınlar ayaklarını gönlünce uzatırlar da şeyhin bulunduğu yöne ayak uzatılmıyor.

Edebin zirvesi olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: &#;Sizden biriniz namazdayken Allah subhanehu ve teâlâ ona teveccüh eder, kıble cihetine tükürmesin…&#;

Namazda Allah&#;a subhanehu ve teâlâ yöneliyor olmamıza rağmen, sadece namazda kıble cihetine tükürmek yasaklanmışken, bu sapkınlar her yer ve durumda şeyhin cihetine tükürmeyi yasaklarlar.

&#;La yus&#;el&#; olma özelliğini burada da görüyoruz. Ne görürseniz görün, şeyhe itiraz yok. Niye, niçin demeden &#;tam bir teslimiyetle teslim olmanız gerekiyor.&#;

&#;…İşlediğinin zahiri haram da olsa, şeyhinin yaptığına itiraz etmemelidir. Ona niçin böyle yaptın dememelidir. Çünkü şeyhine &#;niçin&#; diyen iflah olmaz… Gerçek müridin alametlerinden biri de şeyhi ona fırına gir dese de girmelidir. Bereketini kazanması için ikamette ve yolculukta, bütün işlerinde şeyhini kalbinden çıkarmamalıdır. Dünya ve ahiretle ilgili elde ettiği tüm bereketlerin kendisine şeyhinden geldiğine inanmalıdır. Şeyhin gönlünün meylettiği bir kadınla asla evlenmemeli, şeyhinin boşadığı yahut ondan dul kalan bir kadınla da asla evlenmemelidir…&#; (Tenviru&#;l Kulub )

Yukarıda uyguladığınız bu yöntemi bu paragrafa uygulayın. Şeyh yerine Allah ya da Muhammed lafızlarını yazın her cümlenin bir ayet olduğunu ve Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hakkında nasların şeyhlere nasıl uyarlandığını göreceksiniz.

&#;O (Allah) yaptıklarından sorguya çekilmez, onlar (insanlar) sorgulanırlar.&#; (21/Enbiya, 23)

&#;Eğer biz onlara, &#;Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın&#; diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha çok pekiştirici olurdu. O zaman kendilerine elbette katımızdan büyük bir mükafat verirdik. Onları elbette doğru yola iletirdik.&#; (4/Nisa, )

&#;… Sizde olan her nimet Allah&#;tandır. Sonra size bir sıkıntı dokundu mu O&#;na yönelirsiniz.&#; (16/Nahl, 53)

&#;… Nerede olursanız O Allah sizinle beraberdir.&#; (57/Hadid, 4)

&#;Sizin Allah Rasûlü&#;ne eziyet etmeniz ve ondan sonra zevcelerini nikahlamanız ebediyyen olacak şey değildir…&#; (33/Ahzab, 53)

Bu ayetleri okuduktan sonra dönüp yukarıda yaptığımız nakli bir daha okuyun. Tasavvufun şeyh/veli anlayışının İslam ümmetine yeni bir ilah ve rasul belirleme faaliyeti olduğunu göreceksiniz.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının durumu incelendiğinde, zahiren şeriata muhalif bir durum oldu mu, ashabın sorduğunu görürüz.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir gün unutur ve öğlen namazını iki rekat kılıp selam verir. Sahabeden elleri uzun olduğundan &#;Zu&#;l yedeyn&#; denen bir sahabi &#;Namaz mı kısaldı, siz mi unuttunuz?&#; diye Allah Rasûlüne sallallahu aleyhi ve sellem sorar.

Bir gün Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem &#;Hesaba çekilen azap görür&#; der. Aişe annemiz: &#;Allah Kur&#;an&#;da demiyor mu &#;Sonra o kolay bir hesaba çekilir&#; (84/İnşikak, 8) diye sorar. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: &#;Bu arzdır, hesapta münakaşa edilecek olan azap görür&#; der.&#;

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem itikaftadır. Safiyye annemiz onu ziyarete gelir. Akşam olduğu için hücresine kadar ona eşlik eder Allah Rasûlü. Yolda ensardan iki sahabiyi görür. &#;Bu anneniz Safiyye&#;dir&#; der. Sahabiler üzülür: Ey &#;Allah&#;ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem senin hakkında nasıl kötü düşünürüz&#; derler. &#;Şeytan kanın damarda dolaştığı gibi insanın içinde dolaşır.&#; der.

Huneyn Savaşı kazanılmış, ganimetler taksim edilmiştir. Ensar, kendilerine ayrıcalık tanınmasını beklerken, ganimet yeni Müslüman olan Kureyşlilere dağıtılmıştır. &#;Henüz kılıçlarımızdan onların kanı damlıyorken, nasıl olur da Allah Rasûlü onlara verir, bizleri ganimetten mahrum eder&#; diyerek hoşnutsuzluklarını ifade ederler. Sad bin Ubade&#;yi elçi olarak yollarlar. Allah Rasûlü&#;ne ensarın hissiyatını aktarır. Nebi: &#;Peki sen ne düşünüyorsun?&#; der. Sad: &#;Ben de kavmimin bir ferdiyim.&#; der. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ensarın toplanmasını ister. Onlara gelip bir konuşma yapar ve insanlara mal dağıtıp kendinin ensarla Medine&#;ye döneceğini, onların kalbindeki imana ve tevekküle güvenip, henüz İslam olmuş insanların imanı pekişsin diye ganimeti onlara dağıttığını söyler.

Bedir gününde Allah Rasûlü&#;nün sallallahu aleyhi ve sellem orduyu konumlandırdığı noktaya bakarak: &#;Bu vahiy midir yoksa senin kararın mıdır?&#; diye sordular. Kendi kararı olduğunu söyleyince, kuyuların yakınına yerleşmenin daha avantajlı olacağını söyleyip, ona sallallahu aleyhi ve sellem fikir beyan ettiler.

Bu örnekler sayfalarca çoğaltılabilir. Bu davranışların bazısı yanlış da olabilir! Ancak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dahi sorgulanabiliyorken, bu zatların sorgulanamayacağı, sorgulayanların asla iflah olmayacağı, kalpte dahi bu zatlara yönelik şüphenin bunlar tarafından tespit edilip müride gereğinin yapılacağı İslam dininden öğretiler olmadığı muhakkaktır.

Evet, İslam&#;ın Allah dostu/veli/şeyh anlayışı, Allah&#;a inanan ve Allah&#;tan sakınmayı kapsar iken; tasavvufun veli anlayışı, Allahlaşan ve kendisinden sakınılan kişidir. İlahi her türlü vasfın verildiği, İslam&#;ın peygamberler için dahi öngörmediği sıfatların atfedildiği, insanların merhametini umup gazabından sakındığı birer korku imparatoru hâline dönüştürülen bu insanları Tevhid ve Sünnet esasına göre İslam&#;ın bir yerine konumlandırmak mümkün değildir.

Velayetten kast edilen ibadetlerine dikkat eden, takvayı hayatın merkezine alarak, ahiret endişesiyle yaşayan insanlarsa, buna itiraz etmek mümkün değildir. Allah subhanehu ve teâlâ ümmete örneklik eden, Allah&#;ı ve ahireti hatırlatan bu insanların sayısını çoğaltsın. Herkesin ve her şeyin katılaştığı bu zamanda böylesi gönül ehline ne de çok ihtiyacımız var.

Yok bundan kast edilen paralel ilahlar ve peygamberlerse -ki verdiğimiz örneklerde bunu açıkça gördük- bizler kelime-i tevhid şahitliğimizin gereği olarak bunu reddediyor ve bu inanışın İbrahim&#;in milletiyle hiçbir ilgisinin olmadığı, İslam&#;da şirk ve cahiliyyeyi yeniden oluşturma çabası olduğunu düşünüyoruz. 

Görüntülenme

TD_44

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir