hangi cephelerde kimlerle savaştık / 8. Sınıf Sosyal Bilgiler Doğu Cephesi Ve Güney Cephesi konu anlatımı

Hangi Cephelerde Kimlerle Savaştık

hangi cephelerde kimlerle savaştık

kaynağı değiştir]

Daha fazla bilgi: Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması, Balkan Savaşları'nda Yunanistan, Saint-Jean-de-Maurienne Anlaşması, Türkiye Rumları, Megali İdea ve Ulusal Bölünme

I. Dünya Savaşı döneminde İngiliz politikasını yönlendiren en önemli isim Birleşik Krallık Başbakanı David Lloyd George idi. İngiltere'de Herbert Henry Asquith hükûmetinin devrilmesinden sonra Aralık 'da Başbakan olan Lloyd George, Birleşik Krallık'taki siyâsî çevreler tarafından büyük bir Helensever ve Türk düşmanı olarak bilinmekteydi.

«&#;Türkler neredeyse İngiltere'nin savaşı kaybetmesine sebep olacaktı. Onlara güvenemezdik. Türkler çökmüş bir milletti. Diğer yandan Yunanlar bizim dostlarımız ve yükselmekte olan bir milletti. Doğu Akdeniz'deki en önemli adaları ellerinde bulunduracaklardı. Adalar, İngiltere'nin Süveyş Kanalı yoluyla Hindistan, Uzak Doğu ve Avusturalya ile gerçekleştireceği bağlantıların hemen paralelinde uzanmaktaydı. Eğer Yunanların sınırlarını genişlettikleri bu dönemde onlara sadık bir dost olursak, onlar da İngiliz İmparatorluğu adına Akdeniz'deki iletişiminin ve ulaşımın korunmasında garantörlerden biri olacaklardır.&#;»

(David Lloyd George)

Lloyd George, yılından beri yakın arkadaşı olan Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos için şöyle diyordu: “O büyük bir adam, çok büyük bir adam, Venizelos iş başında olduğu sürece Yunanistan güvenilir ellerde olacaktır.”

Balkan Savaşları'ndan güçlenerek çıkan Yunanistan, Balkanlar'da dikkate değer bir güç konumuna gelmişti.[37] Venizelos, Yunanistan'ı daha da güçlendirmek için I. Dünya Savaşı'nda İngilizlerin safında yer almak gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle yılında önemli İngiliz yetkilileriyle bir dizi temaslar gerçekleştirdi. Fakat Yunan Başbakan Venizelos'un verdiği güvenceye rağmen, Yunanistan Kralı I. Konstantin, İngilizlerin yanında savaşa girmeyi reddetti. Askerî eğitimini Almanya'da almış olan kral Konstantin, aynı zamanda Alman İmparatoru II. Wilhelm'in kız kardeşi Sophia ile evliydi ve Almanlar ile yakın ilişkilere sahipti. Ancak bunun yanında, Almanların yanında savaşa girilmesi durumunda Osmanlı ile ittifak halindeki Almanların Yunanistan'a vadedebilecekleri sınırlıydı. Aynı zamanda İngiliz ve Fransız donanmalarına karşı Yunanistan savunmasız durumdaydı. Bu nedenlerle, Venizelos ve taraftarlarının aksine Konstantin ve taraftarları "olumlu tarafsızlık" dedikleri bir politikayı takip ettiler.

İngiliz yanlısı Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos.

Özellikle 'teki Çanakkale Muharebeleri sırasında Yunanistan'ın İtilaf Devletleri tarafında savaşa girmesi için yoğun baskı yapıldı. Konstantin'in bu teklifleri de reddetmesi İngilizleri kızdırırken Alman İmparatoru tarafından memnuniyetle karşılandı. Venizelos ve Konstantin arasındaki anlaşmazlıklar daha sonra da devam ederek Yunanistan'da ciddi bir iç krize neden olan ve Ulusal Bölünme olarak bilinen dönemin yaşanmasına neden oldu. Konstantin, tarafsızlığına rağmen, Yunanistan'ın topraklarını gerekirse hem Bulgaristan'a hem de Türklere karşı savunacağını açıkladı. Venizelos, Bulgarların İttifak Devletleri tarafında savaşa katılmasına dayanarak, Yunanistan'ın Bulgarlara karşı askerî seferberliğini İngilizler ile Fransızlara bildirdi ve İtilaflar için askerini Selanik'e gönderme olasılığını değerlendirdi. Bunun üzerine Konstantin, Venizelos'u derhal saraya çağırdı ve onu Başbakanlık görevinden azlederek yerine Dimitrios Gunaris hükûmetini kurdurdu. Daha sonra Alman kralına telgraf çekerek endişelenmemesi gerektiğini ve "kararlaştırıldığı gibi, Venizelos'un görevinden çoktan ayrıldığını" bildirdi. Bu sırada İtilaflar, Yunan hükûmetini görmezden gelerek Selanik ve Ege'deki hâkimiyetlerini kademeli olarak genişlettiler. Konstantin'in İtilafların yoğun ısrarına rağmen tarafsızlığını korumakta ısrar ederek yapılan teklifleri ve toprak vaatlerini sürekli reddetmesi, Fransız ve İngiliz donanmaları ile Atina'daki Yunan ordusu birlikleri arasında gerçekleşen bir dizi çatışmaya neden oldu.

Fransız savaş gemisi Mirabeau Atina'yı bombalıyor,

Bu olaylar, Kral Konstantin ile İtilâflar arasında, Yunanistan'a uygulanacak bir deniz ablukasıyla zirve bulan nihai bir kopuşa yol açtı. İngilizler için, I. Konstantin artık "Avrupa'da Alman kralı II. Wilhelm'den sonraki en nefret edilen kişi" idi. İtilâflar, Yunanistan'ı savaşa girmeye mecbur bırakmayı da denediler. Yunanistan’ın limanlarını ablukaya aldılar, ticaretine el koydular, haberleşmesini kontrol ettiler ve topraklarını işgal ettiler. Uyguladıkları ambargolarla Yunan halkı arasında açlığa ve açlık ölümlerine sebep oldular.

İngilizler Konstantin'i aşamalı olarak devirmek amacıyla, yılının Ekim ayında, destekledikleri Venizelos’a Selanik’te "Milli Savunma Hükûmeti" veya "Selanik Devleti" olarak adlandırılan ikinci bir hükûmet kurdurdular. Böylece Yunanistan'da Atina ve Selânik merkezli iki farklı yönetim ortaya çıktı. Her iki yönetim biriminin ve taraftarlarının mücadelesi sonunda ülkede yer yer çarpışmalar oldu. Bu gelişmelerin sonrasında İngiliz Başbakanı Lloyd George'un da desteği ile Fransızlar, ablukayı kaldırmak için Konstantin'in tahttan çekilmesini ve Yunanistan’ı terk etmesini istediler. Taleplerin kabulü için Fransız donanması Atina kraliyet sarayını bile bombaladı. Bu dönemde Osmanlı hükûmetinin Almanlarla beraber Ayvalık'taki Rumları tehcir etmesi, Konstantin'in itibarını zedeledi ve durumunu daha da zorlaştırdı. Nihayetinde Kral Konstantin İsviçre'ye sürgüne giderek ülkesini terk etti. Yerine Aleksandros tahta çıktı ve Venizelos Atina’ya gelerek 27 Haziran ’de yeniden başbakan oldu. Böylece İngiliz yanlılarının hakimiyeti ele geçirmesiyle Yunanistan'a uygulanan abluka kaldırıldı ve Yunanistan yılında İttifak Devletleri'ne savaş ilân ederek İtilâf Devletleri'nin yanında savaşa girdi.

Kasım 'de I. Dünya Savaşı’nın bitmesi üzerine Venizelos, Birleşik Krallık nezdinde harekete geçerek Anadolu üzerindeki planlarını konferans başlamadan önce Kasım 'de Lloyd George’a yazdığı mektubuyla bildirdi. Venizelos’un Lloyd George’a önerileri Anadolu’nun kuzeydoğusunda bir Ermenistan Devleti’nin kurulması, İzmir ve civarının Yunanistan’a verilmesi, Batı Anadolu’daki Müslümanlar ile Anadolu’daki Yunanların mübadele edilmesi ve İstanbul ve Boğazlar bölgesinin, Paris Barış Konferansı'nın 25 Ocak 'da yapılan toplantısında kurulması kararlaştırılmış olan Milletler Cemiyeti'nin yönetimine bırakılmasıydı.

Eğer Yunanistan kendi taleplerini İngiliz desteğiyle gerçekleştirirse İngilizlerin rehberliğini kabul etmek zorunda kalacaktı. Yani eğer Türkler Yunanistan’ın kara gücüyle tahakküm altına alınabilirse, Yunanistan’a da İngilizlerin deniz gücüyle hükmetmek mümkün olacaktı. Böylece İngiliz hükûmeti, büyük bir masraf yapmadan Yakın ve Orta Doğu’daki savaş hedeflerine ulaşabilme imkânını bulacaktı. Ayrıca bu durum, Çanakkale Boğazı'nın gelecekteki bir Rus tehdidine karşı kapalı kalmasını da sağlayacaktı. Fakat David Lloyd George'un Yunan yanlısı politika isteği kabinedeki muhafazakar partili bakanların tepkisi ve muhalefetiyle karşılaştı. İngiliz siyasetinde her ne kadar Liberaller Türk aleyhtarı olsalar da Muhafazakarlar ve ordu mensupları İmparatorluk güvenliği gereği yayılmacı Alman ve Rus politikaları sebebiyle Türklere karşı daha iyi niyetliydiler. Özellikle de İngiliz İmparatorluğunun Orta Doğu uzmanı olan Lord Curzon'un Ocak 'da İngiliz Dışişleri Bakanlığı görevine gelmesi, sürecin daha farklı ilerlemesine neden oldu. I. Dünya Savaşı'nda İngiliz savaş politikasını yönlendiren kabinedeki beş isimden birisi olan ve İngilizlerin Türklere yönelik politikasını başbakandan sonra en çok etkileyen kişi olan Curzon, İngiliz kabinesine verdiği memorandumlarda farklı bir tezi savunuyordu. Birleşik Krallık'taki koalisyon hükûmetinde Liberal partili başbakan Lloyd George'un politikasını eleştiren Muhâfazakar partili Curzon, kabinedeki Arthur Balfour ve Edwin Montagu gibi İzmir'in işgaline karşı çıkıyordu. I. Dünya Savaşı'ndan sonra bir İngiliz ve İtilâf düşmanlığı oluşmaması için Almanya, Avusturya, Macaristan, Çekoslavakya, Polonya ve Finlandiya'da 'de cumhuriyet ilân edilmişti. Ayrıca Araplara da kendi kendini yönetme ve bağımsızlık hakları verilmişti. Curzon'a göre bu politika Türkiye'de de uygulanmalıydı. Anadolu, yüzyıldan beri Türklerin anavatanı olmuştu, gelecekte de parçalanmadan bir Türk Devleti içinde kalmalıydı. Anadolu; Yunanların, İtalyanların veya Fransızların yararına paylaştırılmamalıydı. Onun görüşüne göre; Türklerin İstanbul'dan çıkarılması her ne kadar "savaştaki yenilgilerinin en önemli kanıtı olarak kaçınılmaz ve arzu edilir" olsa da, Türklerin mülteci durumuna düşürüleceği ve pratikte Türk monarşisi ile muhtemelen hiçbir hilâfetin de artık olmadığı anlaşıldığında, bu tür değişikliklerin Müslümanların radikal duygularını ve "kolayca vahşi bir çılgınlığa dönüşebilecek asık suratlı kızgınlığı" alevlendireceğinden endişeleniyordu. Saltanat ve hilâfetin kaldırılıp İstanbul'un Türklerden alınmasına, Anadolu'nun parçalanması da ilâve edilmemeliydi. Eskiden Hindistan Genel Valiliği yapmış olan Curzon, Hindistan'daki Müslüman ile Afganistan, Mısır ve Arabistan'daki diğer Müslümanlardan endişeleniyordu.

Öte yandan yıl boyunca bir Hristiyan kilisesi olmuş, ancak 'te camiye çevrilmiş olan Ayasofya kilise hâline geri dönecekti, fakat bununla birlikte İstanbul'daki önemli camilerin Müslüman nüfus için "fazlasıyla yeterli" olan bütünlüğüne ve kutsallığına titizlikle saygı gösterilecekti. Yine bununla birlikte beş asırdır Avrupa'da hüküm süren Türkler Avrupa'dan tamamen atılmalı ve yeni Türk Devleti, Asya merkezli bir ülke olmalıydı. Bu ise ancak başkentin Anadolu'ya taşınması ile mümkündü. Curzon'a göre bu yeni başkent Bursa, Konya veya Ankara olabilirdi. Fakat yeni Türk Devleti’nin belirlenen sınırlarda özgürlüğü ve bütünlüğü garanti edilmeliydi. Böylece Türklerde milliyetçilik duygusunun patlamasının önüne geçilecekti. Aksi hâlde bu durum, pek çok sorunu beraberinde getireceği gibi, Müslümanların yaşadığı Mısır, Ortadoğu ve Hindistan'daki İngiliz çıkarlarına da zarar verecekti[57]:

Sultan'ın İslam dünyasının her yerindeki gücü ve itibarı, iki esas temele dayanıyor; birincisi, Kutsal Yerlere sahip olması ve ikincisi konumu, İstanbul. Sultan, Doğu dünyasının tarihi başkentinde, hiyeratik prestij hâlesiyle kaldığı sürece, müslümanlar onu sadece Halife olarak görmekle kalmayacak, aynı zamanda yenilmemiş olarak da görecekler. Gelecekte uluslararası rahatsız edici bir güç olmaya devam edecektir. Türk Hükûmeti orada kaldığı sürece İstanbul, tüm Müslümanların yöneleceği merkez ve eksen olacak ve Türkler, Avrupa'nın rekabetleri ve kıskançlıkları üzerine oynamaya devam edecekler. Konstantinopolis'ten çıkarıldıktan sonra, Türkiye, İran veya Afganistan ile aynı temelde bir Asya Devleti olacak ve Türkler, dünya milletleri arasında ikinci veya üçüncü sıraya düşeceklerdir.[58]
—&#;Lord Curzon - 5 Mart
Sultan, halife olarak kaldığı ve Konstantinopolis'te durduğu sürece, dünyanın Müslüman ülkeleri ona, gerçekten de, şimdi bile, sadece manevi liderleri olarak değil, aynı zamanda büyük, güçlü ve yenilmez bir Devletin başkanı olarak bakıyorlar. Bu koşullarda, Türk'ün Avrupa'dan çıkarılması elzemdir.
Bu karar alınırsa, derhal onun yerine ne tür bir idarenin kurulması gerektiği sorusu gündeme gelir. Türk'ün ortadan kaybolmasından sonra Konstantinopolis'te bir Büyük Gücün kurulması halinde hırsları ya tatmin olmayan ya da sadece yarı tatmin olan Balkanlar'daki bütün küçük Devletler, Konstantinopolis'teki egemen Güç etrafında toplanacak ve ajitasyon ve entrika kariyerlerine devam edecekler. Bu, Doğu sorununun kapanması değil, yeniden açılması olacaktır. Diğer taraftan Rusya'nın etrafını saracak birçok küçük devletin doğasındaki zayıflığa bakılırsa gelecekte kaçınılmaz olarak sınırlarını genişletmek ve eski egemenliğini mümkün olduğunca geri kazanmak için ısrar edecek güçlü ve canlanmış bir Rusya ortaya çıkacaktır. Böyle bir Devletin hırsları İstanbul'a yönelebilir ve böyle bir durumda Rusya ile İstanbul'da kurulan Büyük Güç arasında ortaya çıkacak çatışmada en ciddi öneme sahip yeni bir uluslararası sorun ortaya çıkabilir.
Tek alternatif Boğazlar'da uluslararası bir yönetimin kurulmasıdır.[59]
—&#;Lord Curzon - 12 Mart

Lord Curzon, Türklerle imzalanacak kapsamlı bir antlaşmanın geciktirilmesinin büyük bir hata olacağını söylüyordu. Paris Barış Konferansı'ndaki üç aylık ihmal zaten durumda ciddi bir bozulmaya yol açmıştı[61]:

Görkemli bir barışı kutlamaya hazırlanan herkes için büyük bir şok etkisi oluşturacak bazı olaylara karşı tetikte olmalıyız. Herkes Almanya'nın muhtemel tavrını tartışırken Türkiye'de neler olabileceğine dair kimsenin kafa yormadığı görülüyor. Türkiye'nin kendisine dikte edebileceğimiz her türlü şartı kabul edeceği öngörülüyor. O zaman birçok kez yalvardım ama başarılı olamadım ki, Türkiye ile Mütareke şartlarının çok daha kapsamlı ve şiddetli hale getirilmesi gerekiyor.

Konstantinopolis'teki konumumuz daha çok blöf yapmaya dayalıydı. İttihat ve Terakki çözülmek şöyle dursun, arka planda her yerde aktiftir. Türk İmparatorluğu'nun büyük bölümünde hâlâ baskın güçtür, Enver Paşa hala ulusal bir kahraman olarak görülüyor. Çanakkale kaleleri hiçbir zaman yok edilmedi, sadece zayıf ve az sayıdaki İtilaf müfrezeleri tarafından işgal edildi. İtilâfların kendi iradelerini icrâ etme kâbiliyetinin göstergeleri her yerde günden güne azalıyor. Bolşevikler, Fransızları ve Yunanları Ukrayna'dan ve Odessa'dan çıkardılar. Yardımımızı geniş çapta ilan ettiğimiz General Denikin, Don'da ve Kafkasya'da pek iyi gitmiyor. Mümkün olan en kısa sürede Kafkasya'yı terk edeceğimiz yaygın olarak biliniyor. Özbekistan ve Hazar'dan zaten çekiliyoruz. Çok geçmeden İngiliz bayrağı artık Hazar Denizi'nde dalgalanmayacak. Türkler, Mısır'da İngilizlere karşı Türkiye lehine ciddi ve büyük bir isyan olduğunu ve Türk bayrağının fiilen Nil Vadisi'nde yeniden dalgalandığını, derin bir memnuniyetle, görmezlikten gelemezler. Filistin'in durumu belirsiz, Suriye'de Fransızlar ve İngilizler keskin bir şekilde bölündü. Bu bölgelerin kaderi, inceleme ve rapor için bir komisyon gönderilene kadar bir kez daha ertelenecektir. Tüm bunların entrika için ne gibi muhteşem fırsatlar sunacağını belirtmeme pek gerek yok. Hâlâ eski rejimi yeniden kurmayı uman "Eski Türkler" ile gücü yetiyorsa zaferin ganimetlerini İngilizlerden almak isteyen Genç Türkler'in, İstanbul'un işgal edilmiş kalelerinden seyrettiği tablo işte böyledir.

Kendime soruyorum. Türkler; Ermenistan'dan tamamen mahrum bırakılacaklarını, İstanbul ve Avrupa'dan çıkarılacaklarını, Anadolu'daki azalan bölgenin bile nefret ettikleri düşmanlar arasında paylaşılması ya da ona eşdeğer bazı yabancı zorunlu güçler tarafından manda edilme ihtimali olduğunu anladıklarında ne yapacaklar? Boyun eğecekler mi? Yoksa İslam için ve özgürlükleri için karşı mı çıkacaklar? Meslektaşlarıma Doğu'da şu anda bile en iyi planlarımızdan bazılarını altüst edebilecek yeni sorunların ortaya çıkabileceğini belirtiyorum.

  • Fransızların Ukrayna ve Kırım'daki başarısızlığı;
  • Kafkasya'daki durum;
  • İzmir'deki pozisyon;
  • Mısır'daki huzursuzluk.

Tüm bu hadiseler, Türkiye'de ortaya çıkabilecek ciddi bir krizle baş edilmesinden korkulmasına neden olmaktadır.

—&#;Lord Curzon - 25 Mart

Curzon, İtalyan işgalini haksız buluyordu ve Yunanistan’ın Selanik’in beş mil ötesinde bile düzeni sağlayacak gücü olmadığını ifade ederek talep ettikleri Aydın Vilayeti'nde barışı ve düzeni sağlamaya çalışmakta başarısız olacağını belirtiyordu. Curzon’a göre Anadolu’yu parçalama politikası sadece adaletsiz bir politika değildi, aynı zamanda tehlikeliydi. İngiliz Hindistanı nüfusunun dörtte birini oluşturan Hint Müslümanlar, padişahın dünya Müslümanları üzerindeki manevi liderliğinin sonunun gelebileceği ihtimâlinden mutsuzdu. Hindistan'daki camiler, sıklıkla hâlife için dua ettiler. Küçük bir azınlık açıkça Osmanlı'nın yanında yer aldı ve bu yüzden hapse atıldı veya idam edildi; diğerleri, bunun oluşturduğu korku ortamı ile sessiz kaldı. 'da İtilafların, Osmanlı İmparatorluğunu bölmeyi, padişahı tahttan indirmeyi ve hilâfeti kaldırmayı planladıklarına dair söylentiler Hindistan'a ulaştığında, Müslüman gazeteler, İngilizlerden padişahı korumalarını isteyen makâleler yayınladılar ve yerel ileri gelenler hilâfet komiteleri kurdular. Woodrow Wilson'ın hâlifeliği korumak için söz verdiğine dair çok sayıda dilekçe İngiliz makamlarına ulaştı. Hilâfet ve İslam birliği adına kurulan Hint Hilâfet Hareketi adı altındaki oluşum kısa sürede büyüdü. İngiliz murahhas heyetleri, görünüşte önemsiz bir mesele gibi görünen hâlifeliğin kaldırılmasının, aniden Hindistan'da başlıca sorun hâline gelmesiyle alarma geçti. İngiliz İmparatorluğu'nun Hindistan Dışişleri Bakanı Edwin Montagu da bu doğrultuda Türkiye'yi bölme planlarına karşı çıktı. Hindistan'daki İngiliz güvenliğinin Türk bütünlüğüne ve Türk barışına bağlı olduğunu yineledi: 'İngiltere milyonlarca Müslümanı barındıran bir ülkeydi ve Müslüman dünyanın liderleri ile dost olmalıydı. İstanbul’un işgali ve halifelik kurumunun zarar görmesi İngiltere’yi çok zor bir durumda bırakabilirdi.'

Paris Barış Konferansı’nda Venizelos bölgedeki Yunan nüfusunun çoğunlukta olduğunu vurgulayarak Wilson İlkeleri'ne göre İzmir ve çevresinin Yunanistan’a bağlanmasında ısrar etti. Venizelos’un toprak isteklerini İngiliz ve Fransız delegeler kabul ederken İtalyanlar ve Amerikalılar karşı çıktılar.

Fransız hükûmeti, Anton Denikin altındaki Beyaz Ruslara yardım etmek için asker yollama kararı verdiğinde Georges Clemenceau Yunanlara başvurmuştu. Fransızların desteğini kazanmak isteyen Venizelos, tereddüt etmeden, Fransız komutasında Ocak 'da iki Yunan tümenini Odesa’ya göndermiş ve Yunanlar burada yüksek kayıplar vermişti. Karşılığında Fransa, Paris Barış Konferansı’nda Yunan taleplerine göz yumdu.

Yunanları İzmir'e çıkmaya teşvik eden kişi yalnızca Lloyd George idi. O, sadece Curzon'a değil, çoğu askerî ve siyâsî uzmanlara karşı, yerel koşullarla ilgili herhangi bir çalışma yapmadan ve tavsiyelere karşı çıkarak, tamamen kendi inisiyatifiyle hareket etmişti. Olabilecek sonuçları göz ardı ederek ve etnografik, politik, ekonomik veya stratejik nedenlerle gerekçelendirmeksizin Venizelos'un etkisiyle Yunan iddialarını destekliyordu. Buna karşılık Curzon, Anadolu'da herhangi bir bölünmeye, özellikle de Yunanların İzmir'e çıkarılmasına karşıydı.

'de bölgenin demografik haritası.

Venizelos’un memorandumu üzerine Paris’te görevli olan İngiliz uzman Arnold Joseph Toynbee bir rapor hazırladı. Bu rapora göre:

  1. İzmir bölgesi ne nüfus, ne ekonomik, ne de coğrafi olarak Anadolu’dan koparılamaz.
  2. Venizelos’un istatistikleri şüphelidir.
  3. Venizelos’un toplam sayıya adalardaki Rum nüfusunu da dahil etmesi aslında Rumların Batı Anadolu’da azınlıkta olduğunu göstermektedir.
  4. Venizelos’un talepleri Wilson prensiplerine göre Türklerin kendi kendilerini yönetme haklarını ihlal ediyor.
  5. Hiç kimse Anadolu’daki Rumların Türk egemenliğine verileceğini ifade etmemektedir. Çözüm bu bölgenin tarafsız bir devletin manda yönetimine verilmesidir.

Diğer taraftan İtalyanların amacı bir işgâl hareketi değildi; aksine Türk direnişine yardımcı olarak Venizelos'un ilerlemesine engel olmak, bağımsız bir Türkiye'de ticari kazanımlar elde etmek ve Yunanistan'ı burada yıpratarak Arnavutluk ve Balkanlar üzerindeki İtalyan nüfuzunu artırmaktı. Böyle stratejik bir tutum, 'ye kadar Osmanlı'ya bağlı olan Libya'daki İtalyan aleyhtarlığını da önleyecekti. İtalya'nın daha çok Arnavutluk, Hırvatistan ve Libya ile ilgilenmesine rağmen, aslında Anadolu'da da bir toprak isteği vardı. Fakat İtilafların, özellikle de ABD'nin bunu kabul etmeyeceğinin farkındaydı. İtalyanlar ya herkesin Anadolu'dan pay almasını ya da hiç kimsenin almamasını istiyordu. Eğer 'de Saint-Jean-de-Maurienne Anlaşması ile İtalyanlara verileceği taahhüt edilen Batı Anadolu, Yunanistan'a verilirse, bu durum İtalyan kamuoyunda ciddi bir iç muhalefete ve prestij kaybına yol açacaktı. Bir İtalyan senatör şöyle dedi: “Diğerleri hiçbir şey almayacaksa, biz de hiçbir şey talep etmeyeceğiz.” Öte yandan Anadolu işgâli İtalya için aynı zamanda bir pazarlık kozuydu. İtalyanlara göre diğer devletler, zaten İtalya'nın buradan çıkmasını isteyecekti. İtalyanlar da buna karşılık Arnavutluk'un kendilerine verilmesini şart koşacaklardı.[75]

İtalyanlar, Venizelos'un İzmir'i istediğini biliyordu. Baharda gerçekleşen olaylar bu önseziyi doğruladı. Mart ayının ilk günlerinde, Antalya'daki sivil kargaşanın durumu hakkında Sidney Sonnino'ya bilgi verildi. Bu, askerî bir müdahale için bir bahane olarak kullanılabilirdi. 16 Mart 'da ise Konstantinopolis Ortodoks Patriği, Antalya'nın Ortodoks Yunan Devletine ilhakını talep etti. Ayrıca Antalya'nın Hristiyan mahallesi bir bombardımanla sarsıldı.

Katolik İtalyanlar harekete geçerek 21 Mart’ta Antalya’yı işgâl etmek için İngilizlerden izin istediler. Ancak Lloyd George buna olumlu bir cevap vermedi. Clemenceau ise İtalya’nın bu isteğine yanıtsız kaldı. Bunun üzerine İtalyanlar 23 Mart’ta bütün sorumluluğu üstlenerek resmî karar aldılar ve 25 Mart’ta Antalya’yı işgâl ettiler. İtalyanlar daha sonra Nisan’da Konya’yı, 11 Mayıs’ta Bodrum’u, 12 Mayıs’ta Marmaris ve Fethiye’yi işgâl ettiler. Yunanistan da karşılık olarak Midilli, Sakız ve Sisam adalarına askerî birlikler gönderdi. ABD Başkanı Wilson’a göre, İtalya’nın savaş sonrası izlediği politika ile Arnavutluk ve Fiume boyunca olan toprak istekleri, kendisinin savaş sonrasında ortaya koymuş olduğu etnik ve stratejik ilkelere uygun değildi. Nisan ayında Yugoslavya'nın bir parçası olan Fiume'nin İtalya tarafından keyfi olarak ele geçirilmesi Paris'te tansiyonu yükseltti. Görünüşe göre Roma, Adriyatik Denizi'nin tamamını ele geçirme niyetindeydi. 23 Nisan 'da Woodrow Wilson, İtalyanları açgözlü davranmakla suçladı. Bunun üzerine İtalya 24 Nisan’da görüşmelerden ayrıldı. 2 Mayıs'ta Başkan Wilson, İtalyanların Fiume ve İzmir'e gemi gönderdiğine dair bir rapora yanıt vererek İtalya'nın 'barış için bir tehdit' olduğunu söyledi. İtalya’nın görüşmelerden ayrılması Yunanistan’ın ve Venizelos’un işini kolaylaştırmış ve Başkan Wilson'ın İtalyanlara bu son tepkisi Lloyd George’a aradığı fırsatı sunmuştu. 5 Mayıs'ta Lloyd George, İtalyanların Yunanlara karşı Türkleri cesaretlendirdiğini ve bölgedeki Türklerin Yunanlara zulmettiklerini, İtalyanların niyetlerinin Türkler ile Yunanlar arasında hadiseler çıkartıp bunun ardından asayişi sağlamak bahanesiyle İzmir’e asker çıkarmak olduğunu iddia etti. İtalyanlar işgale girdikten sonra onları bölgeden çıkarmanın zor olacağını belirtti. Bunu önlemek için de Yunanistan’ın Batı Anadolu’daki yurttaşlarını korumak niyetiyle İzmir’e asker çıkarmasını teklif etti. Mümkünse bu karar, İtalyanlar 7 Mayıs'ta Paris'e dönmeden önce alınmalıydı. Bunun üzerine Clemenceau ve Wilson, Lloyd George’un Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarması teklifine onay verdi. Karar, danışmanlarla uygun şekilde istişare edilmeden büyük bir gizlilik içinde verildi. Yunan nüfusu korumak için Yunan birliklerinin mayıs ayında İzmir'e gönderilmesi, gerçekte, İtalyanları cezalandırmak ve Anadolu'daki İtalyan etkisini sınırlamak için tasarlanmıştı.[77][78]

İngiliz askerî uzman ve Mareşal Henry Wilson, olaylar hakkında "Her şey çılgınca ve kötü" diye yazdı. Mareşal Wilson, Lloyd George'la doğrudan yüz yüze geldi ve ona 6 Mayıs'ta, İzmir çıkarmasının başka bir savaşı başlatacağını fark edip etmediğini sordu. Curzon, Churchill, Montagu ve Hardinge, planı öğrendiklerinde kararı eleştirdiler. Arthur Balfour ise olan biteni gördüğünde büyük bir öfkeye kapıldı: "Orada oturan, kafalarına göre kıtaları bölen, her şeye gücü yeten ve tamamen cahil üç adamım var." Lloyd George'a Türkiye'yi bölmenin ne kadar tehlikeli olacağını anlatan güçlü bir memorandum gönderdi. Türkiye'yi bölmenin, Hindistan da dahil olmak üzere Müslüman dünyayla “ebedi savaş” anlamına geldiği konusunda onu bir kez daha uyarmak için Londra'dan gelen Winston Churchill ve Edwin Montagu da aynı görüşleri paylaşıyordu.[78]

Osmanlı imparatorluğu hakkında Paris'teki herkesten daha çok şey bilen Lord Curzon bu gerçekleşenleri endişe ve umutsuzlukla izliyordu. Arthur Balfour Barış Konferansı için Paris'e gidince onun yerine Londra'da kalarak Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen Curzon, "Türklerin işini bitirdiğini varsaymanın tehlikeli olduğunu ve kapsamlı bir antlaşmayı geciktirmenin aptallık olacağını" bildiren bir dizi memorandum ve mektup göndermişti. Curzon'a göre antlaşma bir an önce yapılmalıydı[81][82]:

Meslektaşlarım, Türkiye'deki durum ve günden güne artan sorunlar konusunda bir süredir ne kadar endişeli olduğumu biliyorlar. Derin ve artan huzursuzluk, askeri güvensizlik ve yaklaşan kan ve kaos, bizi zaferin meyvelerinin birçoğundan mahrum bırakabilir.

Barış Konferansı ilk toplandığında Türkiye'deki askeri gücümüz yeterliydi. İngiliz konumu, hem askeri hem de siyasi anlamda olağanüstü güçlüydü. Ermenistan dışında, Anadolu'nun bölünmesi düşünülmemişti bile. Şimdi ise yaklaşık dört ay geçti. Avrupa'daki Türkiye'nin kaderi henüz belirlenmedi, ancak Türklerin Amerika'nın mandasına veya bir uluslararası gücün mandasına devredilecek olan Konstantinopolis'i kaybedeceği anlaşıldı. Her halükarda, Mısır, Kafkaslar, Küçük Asya ve Hindistan'daki olayların Türkleri daha yumuşatması veya boyun eğdirmesi olası değildir ve Avrupa'dan çıkarılmalarına ilişkin kararı, Anadolu'da isyanlar ve katliamlar ve Doğu Müslüman dünyasında büyük kargaşaların izleyecek olması çok muhtemeldir. Asya'da en umut verici görünen politika; askeri, mali veya diğer koşullar ne olursa olsun, Türkiye'nin eski egemenliklerinin Asya'daki kalıntılarında kurulmasıdır. Suriye sorunu hala çözülemedi. Bu arada Filistin'deki Siyonistlerin abartılı talepleri orada yeni bir huzursuzluk ortamı yarattı. Mısır'da isyan yükseldi ve Doğu'daki tüm konumu tehlikeye atan milliyetçi, Türk yanlısı ve İngiliz karşıtı duyguların şiddetli ve tehlikeli bir şekilde yeniden ortaya çıkmasına neden oldu. Sonunda, isyan Hindistan'a ulaştı ve isyandan bu yana en ciddi ve tehditkâr İngiliz karşıtı gösteri patlak verdi.

Çoğu Mısır, Mezopotamya, Suriye, Kafkasya veya Konstantinopolis'ten yeni gelen her yetkiliyle konuştum. Şunu belirtiyorlar ki, kaderi bir altı ay daha ertelenecek olan tüm Türkiye bir direniş ve mayalanma halinde olacaktır. Bu durumda Irak çalkalanacak, İran'daki konumumuz tehlikeye girebilir. Selanik kapılarının 5 mil dışında düzeni sağlayamayan Yunanlara gelince, İzmir gibi büyük bir şehri işgal etmelerine ve yönetmelerine gönül rahatlığıyla izin verileceğine inanılır mı? Türkler bunu anlayınca, Anadolu'yu büyük bir kargaşaya dönüştürebilecek son ve çılgın bir milli ve dini öfke patlamasına maruz kalmayacaklar mı?
Pratikte hiçbir Türk İmparatorluğu ve muhtemelen hiçbir Hilafet olmadığı anlaşıldığında, Doğu dünyasındaki Müslüman tutkulara ve bu asık suratlı hıncı kolayca vahşi bir çılgınlığa dönüştürebilecek en tehlikeli ve en gereksiz teşvikleri vereceğimize inanıyorum.

Son zamanlarda Türkiye'nin her yerinde sıkıntılar baş gösterdi. Musul'un kuzeyinde az önce bir İngiliz subayı öldürüldü, Diyarbekir'den, Sivas'tan, Samsun'dan ve iç kesimlerde ulaşamadığımız birçok yerden Hristiyan karşıtı hareketler rapor edildi. General Allenby Urfa, Antep ve Maraş'ta huzursuzluk olduğunu bildiriyor. Tüm Türkiye'nin ayağa kalkması için yalnızca bir işarete ihtiyaç duyduğu giderek daha belirgin hale geliyor. Karadeniz'deki konumumuz da iyi değil. Odessa düştü ve Sivastopol Bolşeviklerin işgalinde. Karadeniz'deki tek ikmal hattımız -belki de tek geri çekilme hattımız- Konstantinopolis'ten geçiyor ve Konstantinopolis'te çok az askerimiz var. Çanakkale kaleleri arkamızda hasarsız duruyorken Amiral'in yakın zamanda şikayet ettiği gibi çok fazla gemimiz ise yok.

Türkler, yenilginin ilk dehşetinden kurtuldu ve tüm eski ruhları ve becerileri ile merak uyandırıyorlar. Kararlar o kadar uzun süre ertelendi ki, Ocak ayında kolayca uygulanabilecek olan bir karar, mayıs veya haziranda çok zor uygulanabilir. İyi ya da kötü, varılan çözüm ne olursa olsun, Türk sorununun, sıkı bir şekilde ele alınması ve mümkün olan en az gecikmeyle nihai bir sonuca varması son derece arzu edilir görünüyor. Gecikme, Doğu dünyasındaki yeni isyanların kesin habercisidir.

Eğer çok geç değilse, Anadolu'da herhangi bir bölünme veya manda politikası takip edilmemesini ısrarla talep ediyorum. Zaman Türklerden yana ve bunu biliyorlar. Geçen her hafta, her bölgede yeni entrikalar ortaya çıkarır. Hindistan'da, tüm İslam coğrafyasında, hatta Londra'da bile. Türklerin başkent Konstantinopolis'ten çıkarılmasına, Ayasofya'ya ve Hilafete Hristiyan müdahalesine karşı aktif olarak ajitasyon yapılan her yerde. Türk, gecikmenin her anını bir kazanç olarak sayıyor. İtilafların artan anlaşmazlıkları, onu, her gün kendisine dayatılacak koşullara direnmek için daha iyi bir konuma getiriyor ve hatta sonunda intikamını almasını bile sağlayabilir.

—&#;Lord Curzon - 18 Nisan

Lloyd George, Frances Stevenson'a "Curzon'dan ve temsil ettiği her şeyden nefret ettiğini; tavırlarından, ideallerinden, geleneklerinden iğrendiğini" söyledi. Liberal partiye bağlı Başbakanlık ile Muhafazakar partiye bağlı Dışişleri Bakanlığı arasında, özellikle de Türkler konusunda ciddi görüş ayrılıkları vardı. Fakat yine de sürecin sonunda Lloyd George'u deviren Lord Curzon olacaktı. Lloyd George, bölgede Türkiye'ye barış şartlarını dayatacak askeri birliklerden yoksun olan İngiltere'ye hiçbir askeri bedel ödemeden, deneyimli ve hâlâ seferber olan Yunanistan ordusu ve donanmasının yardımcı olacağını umuyordu. Halbuki, 15 Mayıs'taki çıkarmadan kısa bir süre sonra kimliği belirsiz bir kaynaktan ateşlenen bir mermi, kıyametin kopması için gereken tek şeydi. İngiliz egemenliğindeki Hint Müslümanlar arasındaysa Dünya'daki tek Müslüman büyük güç olan Türkiye'nin bölüneceği korkusu uyanmıştı.[83]

Lloyd George, Paris'e gelen İngiliz kabinesinin dehşete düşmüş üyeleriyle 19 Mayıs 'da Paris'te görüştükten sonra, Lord Curzon'un önerisi üzerine Anadolu'da Fransız yerine Amerikan kontrolü önerdi. Bu, İstanbul işgâl kumandasını yoğun tartışmalardan sonra İngilizlere vermeye razı olan Clemenceau'yu iyice çileden çıkardı. Clemenceau, Türkiye ile en çok ekonomik ve kültürel ilişkilere Fransızların sahip olduğunu savundu; Osmanlı borçlarının %60'ı sadece Fransa'ya aitti. Fransızlar ile İngilizler arasında kutuplaşma ortaya çıktı. Suriye konusunda da, İngilizlerin sonradan Fransa'ya bırakılması kararlaştırılan Suriye'de bir bağımsız Suriye devleti kurulması fikrini ortaya atmaları nedeniyle, Lloyd George'a zaten kızgındı. Fransa ve İtalya, İngilizlerin Türkiye hakkındaki üstünlüğünü belirtme üzerine kesin kararını hiç memnuniyetle karşılamamıştı.

Yunan ilerlemesi[değiştir

Doğu Cephesinde Kimlerle Savaşıldı? Doğu Cephesi Kahramanları Ve Kısaca &#;zeti


Kurtuluş Savaşı nedenleri ve sonuçları açısından çok önemli savaşlardan birisi olmuştur. Bu savaşta birçok cephe açıldığı görülmüştür. Bu cephelerden biriside Doğu Cephesi olmuştur.

Doğu Cephesinde Kimlerle Savaşıldı?

Doğu Cephesi, yılları arasında faaliyet göstermiş olan bir cephedir. Bu cephede birçok çetin mücadele meydana gelmiştir.

Ermeni birlikleri sınırlarımıza kadar gelerek halka zulüm etmiştir. Ermenilerin amacı Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmaktı. Bu amaç için çeşitli saldırılar yapmaya başlamışlardır. Doğu Cephesi'nde Ermeniler ve Gürcüler ile savaş yapılmıştır.

Doğu Cephesi Kahramanları ve Kısaca Özeti

Doğu Cephesi'nde yer alan komutan Kazım Karabekir Paşa, Ermenilerin ilk fırsatta Erzurum ve çevresini alma niyetleri olduğunu görmüştür. Ermeniler durdurmak için önlem alınması gerektiğini düşünen Kazım Karabekir, TBMM'ye bilgi vermiştir. TBMM'nin kararları doğrultusunda Ermeniler'e karşı askeri harekata karar verilmiştir.

Askeri Harekat Kararı ile Ermeniler'e karşı savaş başlatılmıştır. Taarruz 7 Haziran yılında başlatılmıştır. Ancak Rus Sovyet Hükümeti'nin araya girmesiyle bu taarruz ertelenmiştir.

Ermeniler ise durmayarak işgallerine devam etmiştir. Gürcüler ve Emeniler Türk topraklarına karşı işgale başlamışlardır. Bunun üzerine Kazım Karabekir ve Türk ordusu harekete geçerek Kars zaferini kazanmışlardır.

30 Ekim yılına gelindiğinde ise Ermeniler kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. 3 Aralık yılında yapılan Gümrü Antlaşması ile Doğu Anadolu tamamen kurtarılmıştır.

Doğu Cephesi Kahramanları

Haberin Devamı

Kâzım Karabekir

Rüştü Paşa

Osman Nuri Koptagel

Cavit Erdel

Halit Karsıalan

Kâzım Orbay

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir