harem cariye / Gerçekler ve efsaneler arasında harem | Independent Türkçe

Harem Cariye

harem cariye

Venedik elçiliğinde tercüman olarak çalışan Signor Grellot için Osmanlı haremi bir tutkuya dönüşmüştü.

Özellikle Avrupalı seyyahların hatıratlarında haremde olup bitenler hakkında yazdıkları her Avrupalı için baştan çıkartıcı şeylerdi ve Grellot da bunlardan bir hayli etkilenmişti.

Söz gelimi, Batılı seyyahlara göre, birbirinden güzel ve hünerli cariyeler en güzel halleriyle hükümdarın önünde sergilenir ve hükümdar da o gece arzu ettiği cariyesinin önüne mendil bırakarak akşam odasına davet etmiş olurdu. 

Bu rivayetin, aslında Enderun gibi bir mektep olan haremle uzaktan yakından ilgisi yoktu ve haremle ilgili anlatılanlar arasında en masum hikayelerden birisiydi; fakat bu ve bunun gibi sayısız hikaye pek çok Batılı seyyah ve diplomatın aklını başından almıştı.

Bunlardan birisi de Venedik elçiliğinde tercüman olarak çalışan Signor Grellot’tu. 

Grellot, Osmanlı haremi hakkında duydukları ile kendisinden geçmiş bir Venedik tercümanıydı.

Osmanlı haremi hakkındaki her bilgi onu heyecanlandırıyordu; fakat Grellot için duymak yetmiyordu.

Bu yüzden Topkapı sarayını karşıdan gören evine büyük bir teleskop yaptırarak Osmanlı Sarayını ve bilhassa da haremi “dikizlemeye” başladı. 

topkapi-sarayi-.jpg

Topkapı Sarayı / Fotoğraf: Pinterest


Grellot, kendisini iyiden iyiye teleskopa kaptırmıştı. Sarayın içinde olup bitenleri görebilmek için düzenli olarak haremi inceliyordu.

Grellot’un bu sapkın davranışı kısa süre içinde fark edildi ve saraya haber verildi.

Grellot yine kendisini kaptırmış bir biçimde sarayı izlediği bir sırada Yeniçeriler kapıyı kırarak içeri girdi ve onu tabir-i caiz ise iş üstünde yakaladı.

Grellot’un bu yaptığı affedilmedi ve derhal başı vurularak idam edildi.

Batılı seyyahların bu türden sapkın davranışları Grellot ile sınırlı değildi. Hareme kaçak yollardan girebilmek baştan olmak üzere sayısız teşebbüsleri söz konusuydu.

Haremi Batılılar için bu kadar efsunlu yapan şey hakkında bilgi sahibi olmamaları değil, harem hakkında bildiklerinin pek çoğunun yanlış olmasıydı. 

Bu durum günümüzde de pek çok kişi için geçerlidir. Harem; içerisinde yalnızca kadın kovalanan veya her türlü cinsel arzunun giderildiği yer zannediliyor. 


Haremin güvenliği ve içyapısı

Harem, sözlüklerde 'girilmesi yasak yer' olarak tanımlanır ve aynı zamanda kişi zevcesi içinde harem ifadesini kullanabilir.

Genel anlamda kişinin eşi ve çocuklarıyla yaşadığı bölgeyi tanımlamak için kullanılır.

Osmanlı sarayında hükümdarın ailesinin ve çocuklarının yaşadığı yere harem denilmiştir.

Bu kelime yerine, zaman zaman perde, Enderun, zenane, dar’üs-saade gibi ifadeler de kullanılmıştır.

II. Mahmut zamanına kadar saray kadınlarının dışarıya çıkmaması sebebiyle harem hakkındaki malumatımız sınırlıydı; fakat bu tarihten sonra ferace giymeye başlayan saray kadınları birçok mesire ve etkinliğe katılmaya başlamıştı. 

Bu tarihten önce özellikle Batılı seyyahların gözünden harem hakkında yazılanların çoğu uydurma bilgilerdi, çünkü saray içinden bilgi alınabilecek kişiler harem ağaları veya kadınlardı.

Oysa kadınların dışarıya çıkması yasaktı, harem ağalarınınsa herhangi bir bilgi kırıntısını sızdırmaları söz konusu dahi değildi.

Saray kadınlarının bir yabancı ile teması, ancak hastalığına bir şifa bulunamamışsa bir yabancı doktorun müşahede etmesiyle mümkün olabilmişti. Bu da sınırlı birkaç örnekle karşımıza çıkıyor.

Haremin dünyaya kapılarını tamamen açması ise 1909 yılında Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle mümkün olmuştu.

Bugün başta, hareme dair hatıratlar olmak üzere pek çok kaynak söz konusudur; fakat harem üzerindeki şayia ve sır perdesi aralanabilmiş değildir.

Haremin kurumsal yapısı Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilen Saray-ı Atik (Eski Saray) ile başlamış sonrasında Saray-ı Cedid-i Amire’ye (Topkapı Sarayı) oradan da Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştı.

Topkapı Sarayı’nda bulunan harem bölümünü bizzat Mimar Sinan inşa etmişti.

Bir vakit sonra Saray-ı Atik, hayatını kaybetmiş ya da tahttan indirilerek boğdurulmuş hükümdarların eşleri ve kızları için bir sürgün yeri olarak kullanılmıştı.

Buraya gönderilen sabık hükümdarın eşi ve kızları eğer ki evlendirilmemişlerse ömürlerinin sonuna kadar burada tutulurdu.

Haremin güvenliği dış kapıda nöbet bekleyen askerler, iç kapıda nöbet bekleyen harem ağaları ve son kapıda (dar’üs-saade kapısı) nöbet bekleyen hadım harem ağalarıyla sağlanıyordu. Yani haremde üç aşamalı bir güvenlik tedbiri vardı.

Haremin nüfus yoğunluğunun artması ise şehzadelerin sancağa çıkma usulünün kaldırılmasından sonra olmuştu.

Sancağa çıkan şehzadenin annesi ve genellikle kız kardeşlerini de yanında götürmesi sebebiyle haremde ciddi bir nüfus olmuyordu; fakat bu uygulamanın kalkması ile beraber haremde yaşayan kişi sayısı ciddi rakamları bulduğu oldu.


Haremde bulunan cariyeler

Ondan evvel Orhan Bey zamanından itibaren Osmanlı sarayında köleler mevcuttu; fakat kölelerle evliliğin bir gelenek halini alması II. Beyazıt ile itibar kazanmıştı.

İlerleyen süreçte Osmanlı sarayına cariyeler rastgele değil, belli kıstaslar gözetilerek alınmaya başlandı.

Bu noktada en önemli iki koşul güzellik ve zeka idi; ama bunun dışında cariyenin ahlakı da çok önemli bir koşuldu.

Bunun yanında cariyelerle ilgili de ciddi bir hukuki altyapı söz konusuydu.

İslamiyet’in gelişi kölelik sistemini tamamen kaldırmamıştı; fakat bilhassa Hz. Muhammed kölelik müessesinden rahatsızdı.

Bu yüzden konuyla ilgili pek çok hadisinde kölelerin hukukunu korumuş ya da azat edilmesini önermiştir;

Müslüman esiri azat eden cehennem ateşinden kurtulur.

Yediklerinizden ve içtiklerinizden onlara da veriniz.


Osmanlı sarayında cariyelerin hakkı ve hukuku korunmuşsa da cariyelik müessesesi toplumsal bir yara alarak, bilhassa Tanzimat romanının başlıca teması olacaktı. 

Osmanlı sarayına kabul edilmiş cariyelerin Müslüman olmasına dikkat edilirdi.

Cariyelerin eğitiminden sorumlu olan Safiye Ünvar, cariyelerin eğitim aldıkları sınıfın kapısına “Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez” levhasını asmıştı.

Cariyelere niteliklerine göre isimler verilirdi. Bu isimler Handeru, Ebrunigar, Neşedil, Feleksu, Rengimelek gibi Farsça tamlamalarla oluşturulurdu. 

Bir hükümdarın maiyetinde bulunan cariye sayısı ise padişahın beklentilerine göre değişiklik gösterebilirdi.

Örneğin, I. Mahmut’un hareminde 456, Abdülmecit’in hareminde 688, Abdülaziz’in hareminde 809 cariye bulunuyordu.

Elbette ki bu sayıların tamamı odalık olarak kullanılmıyordu, içlerinden pek çoğu yaşlı olan bu cariyeler haremin bir okul gibi çalışmasını sağlardı.


Haremde yaşananlar

Haremde bulunan sultanların tamamı aynı tıynette değildi. Bazıları çapkındı; örneğin, III. Mustafa gibi.

Bazıları kadınlardan nefret ediyordu, III. Osman gibi. Hatta III. Osman kadınlarla karşı karşıya gelmemek için gürültü çıkartan takunyalar giyerdi.

Bu sayede hükümdarın geldiğini anlayan cariyeler kaçışarak sultanı rahatsız etmemiş olurlardı.

Bir de cariyelerin ilginç huyları mevcuttu ve bunların başında kıskançlık geliyordu.

Örneğin, Sultan II. Abdülhamid’in kızı Şadiye Sultan’ın aktardığına göre;

Hükümdarın birbirinden güzel üç cariyesi vardı; fakat bunlar Sultan Abdülhamid’i birbirlerinden kıskanırlardı.

Bir gün hükümdar onları marangoz atölyesine çağırdı; fakat cariyelerin marangoz atölyesinden ayrılmalarından kısa bir süre sonra Yıldız Sarayı’ndan dumanlar yükselmeye başlamıştı.

Marangoz atölyesi tutuşarak yanan Sultan Abdülhamid, cariyeleri tekrar huzuruna çağırttı ve bu yangının sorumlusunun kim olduğunu sordu.

Kızların cevap vermemesi üzerine özel eğitimli köpeği Chenic’e yalan söyleyen cariyeyi buldurttu.

Suçunu itiraf eden cariye diğer cariyeleri kıskanması sebebiyle bu yangını çıkarttığını itiraf etti. 

abdülhamid.jpg

Sultan II. Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia


Yine Şadiye Sultan’ın aktardığına göre;

Sultan Abdülhamid’in yaklaşık beş yıl ikna için peşinden koştuğu bir cariyesi Sultan Abdülhamid’in evlenme teklifini reddetmişti.

Cariye evleneceği kişinin tek eşi olması şartını koşuyordu.

Sultan, cariyeyi ikna edemeyince kendi elleri ile onu iyi bir koca ile evlendirmiş; fakat gerdekten evvel beş gece üst üste kocasını acil olarak saraya çağırtarak beş senenin diyetini ödetmişti. 


Sultanlar, Müslüman eşleri arasındaki kıskançlık krizlerinin önüne geçebilmek için nöbet usulü geliştirmiş fakat, Abdülmecid, II. Abdülhamid ve Avcı Mehmed gibi sultanlar bazı eşlerini diğerlerinden daha çok sevmeleri sebebiyle nöbet geleneğini ihlal etmişlerdi.

Bu durum zaman zaman haremdeki kadınların saç baş birbirleriyle kavga etmelerine sebep olabildiği gibi kanlı cinayetlere de sebep olmuştu.

Avcı Mehmed’in çok sevdiği Gülnuş kadın, yeni bir cariye olan Gülbeyaz’ın Avcı Mehmed’in bütün alakasını kendine çekmesi üzerine bu duruma dayanamadı ve rivayete göre; Gülbeyaz kadını kayalıklardan aşağı atarak öldürdü.

Yine Sultan Abdülhamid döneminde Çerkesler, Edhem Paşa’ya Çerkes İttihat ve Taavün Cemiyeti vasıtasıyla gelerek haremde bulunan Çerkes cariye kızlarının çıkartılmasını rica etmişlerdi.

Haremde bulunan kızlar güzellikleri sebebiyle Çerkeslerden seçiliyordu; ama bu durum Çerkeslerin izzet-i nefsini yaralayan bir durumdu.

Başka bir açıdan Osmanlı Sarayı’na kadın sultan olma şansı olması sebebiyle “Osmanlı Sarayına cariye olasın” diye Çerkes annelerin küçük kızlarını sevmeleri bu durumun uzun süre kınanan bir durum olmadığını gösteriyor.

Özellikle 19'ncu ve 20'nci yüzyıllarda bunun artık bir sorun olduğunu Ahmet Mithat Efendi gibi Çerkes kökenli yazarların yazdığı romanlarda da görebilmekteyiz.


Kadın Sultanlar Osmanlı siyasetini ele alıyor

Osmanlı sarayında kadınların tek ilgi alanının eşleri olan Sultan olduğunu düşünmek hatalı olacaktır.

Hürrem Sultan, Kösem Sultan, Turhan Sultan gibi isimler adeta kendi saltanatlarını ilan etmişlerdi.

Bu isimler; sadrazam değişikliğinden, askeri darbe ve hükümdarın değiştirilmesine kadar pek çok kritik karara imza atıyordu.

hürrem sultan wikipedia.jpg

Hürrem Sultan / Fotoğraf: Wikipedia


Örneğin; Hürrem Sultan yaklaşık 25 yıl boyunca Kanuni Sultan Süleyman’ı haremde adeta avuçlarının içine almıştı.

Rüstem Paşa ile yaptığı iş birliği sonucu Şehzade Mustafa’yı öldürtmüştü.

Yine Veziriazam Makbul İbrahim Paşa ve Kara Ahmed Paşa’nın katledilmesinin arkasında Hürrem Sultan bulunuyordu.

Kaderin bir cilvesi tüm bu ölümlerin amacı Şehzade Beyazıt’ın tahta çıkmasıydı; ama Beyazıt tahta hiçbir zaman çıkamayacaktı.

Üstelik Hürrem Sultan’ın ölümünden sonra kızı Mihrimah Sultan, Hürrem Sultan’ın misyonunu üstlenerek Selim-Beyazıt kavgasının baş aktörlerinden biri olmuştu. 

kösem sultan.jpg

Kösem Sultan / Fotoğraf: Fikriyat


Osmanlı hareminde siyaseti kilitleyen bir diğer isim de Kösem Sultan’dı.

Sultan I. Ahmet’in eşi olan Kösem Sultan IV. Murat ve Sultan İbrahim’in annesiydi.

IV.Murat’ın çocuk yaşta tahta geçmesiyle beraber devlet idaresinde büyük bir güç elde etmişti. Bu durum Sultan İbrahim’in tahta geçmesinden sonra da sürmüştü.

Kösem Sultan, devlet idaresinin sinir uçlarına kendisine yakın isimleri atıyor ve iktidarını korumak adına hiçbir fedakarlıktan çekinmiyordu.

Bunun için kendi oğlunun iktidarına son verebilecek kadar hırslıydı. 

Sultan İbrahim’in kadınlara olan düşkünlüğü Kösem Sultan’ın saraydaki gücünü zedelemeye başlamıştı.

Sultan İbrahim’in eşleri ve cariyeleri Kösem Sultan’ın sarayda bu denli etkili olmasının Sultan İbrahim’in gücüne gölge düşürdüğü söyleyerek Kösem Sultan’a karşı dolduruşa getirmeyi başardı.

Sultan İbrahim bunun üzerine annesi Kösem Sultan’ı saraydan sürdü.

Oysa Kösem Sultan bunu öylece kabul edebilecek bir Valide Sultan değildi. Yeniçeri Ağaları ile anlaşarak Sultan İbrahim’e darbe yaptırdı ve onu tahttan indirmeyi başardı.

Kösem Sultan oğlu İbrahim’in yerine 7 yaşındaki IV. Mehmed’i tahta getirtti. Kösem Sultan’ı bu güç sarhoşluğundan bu kez başka bir Valide Sultan Turhan Sultan uyandırmıştı.

Padişahın annesi olan Turhan Sultan, Kösem Sultan’ın oğluna bir zarar vermesine fırsat vermeden Kösem Sultan’ı boğdurarak öldürtmüştü.

Böylelikle ilk defa bir Valide Sultan da boğdurulmuş oluyordu.

Son dönemde özellikle Valide Sultan’ın hayatlarını konu alan TV dizileri oldukça popüler durumda.

Muhteşem Yüzyıl ve Kösem Sultan dizileri bir hayli ses getirmişti. Haremin esas alındığı bu dizilere büyük eleştiriler de yapılmıştı.

Bu eleştirilerin bir kısmı haklıydı; örneğin, saray kadınlarının yakaları bir erkeği tahrik edecek biçimde açık değildi.

Bunun yanında saray kadınları en güzel kumaşları giyer, yüzlerine makyaj yapar ve çok ağır kokular sürerlerdi.

Öyle ki bu kokular henüz kadın sultan huzura gelmeden burunlara ulaşmasıyla meşhur olmuştu.

Bele takılan kemerler ve onların üzerine işlenen elmaslar son derece ince işlenmiş sanat harikalarıydı.

Ayrıca kişmir şalları, kürkler ve daha birçok aksesuar saray kadınlarının vazgeçilmezleri arasındaydı. 

II. Mahmut dönemiyle beraber bu şatafatlı giyim yerine ferace ve çarşafa bırakmıştı.

Bunun da sebebi kadınların artık saray dışına çıkarak çeşitli etkinliklere katılmaya başlamasıyla açıklanabilir.

Daha ayrıntılı bir okuma için;

Çağatay Uluçay “Harem” (1971)
Çağatay Uluçay “Haremden Mektuplar” (1956)
Çağatay Uluçay “Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları” (1950)
Şadiye Sultan “Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri”

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Osmanlı Hareminde bulunan cariyeler hakkında bilgi verir misiniz?

Değerli kardeşimiz,

Genel Olarak Saray’daki Câriyeler

Osmanlı Padişahları, Harem dâirelerinde istihdâm ettikleri veya karı-koca hayatı yaşadıkları cariyelere şer‘-i şerifin hükümlerini aynen tatbik etmişlerdir. Osmanlı Hareminde Orhan Bey zamanından beri cariyelerin bulunduğu ve istihdâm edildiği ifade edilmektedir. Ancak Haremdeki cariyelerin sayıca artması, Fatih döneminden itibaren başlar. Zira Fâtih devrinde devlet idaresi devşirmelerin eline geçtiği gibi, Haremde de böyle olmuştur. Nasıl devşirilen erkekler, Enderun Mektebinde terbiye edilerek Osmanlı Devleti’nin askerî ve idârî üst makamlarına yükselme imkânlarını elde etmişlerse, Harem Mektebine alınan cariyeler de zekâlarına, ahlaklarına ve güzelliklerine göre, evvela haremin hizmetçi statüsündeki grubu olan cariye, kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da Padişahlar tarafından seçilmeleri halinde Padişah ile karı koca hayatı yaşayan Gözde, İkbal ve Kadın Efendi ve neticede Vâlide Sultân pâyelerine kadar yükselme imkânlarına kavuşabilmektedirler(1).

O halde harem mektebinde yetişen cariyeleri iki gruba ayırmak icab edecektir:

Birinci Grup, asıl haremin ve padişah ile ailesinin hizmetlerini gören cariyeler grubudur ki, haremde sayıları bazen dört-beş yüze ulaşan cariyelerin yüzde doksanını bunlar teşkil etmektedir. Bunların haremin ve padişah ailesinin hizmetlerini ifa dışında her hangi bir şekilde padişah ile karı koca hayatları mevzubahis değildir.

İkinci Grup ise, padişahın ailesi arasında yer alan gözdeler, ikballer ve kadın efendiler grubu idi.

Burada birinci grubu anlatacağız.

Haremin ve padişah ailesinin hizmetlerini ifa ile mükellef olan ve hizmetçi kadınlar statüsünde bulunan saray cariyelerini dört ayrı grupta toplamak mümkündür:

1. Acemiler.

2. Câriyeler.

3. Kalfalar (Şâkirdler).

4. Ustalar (Gedikli Câriyeler).

Bu dört grubu ayrı ayrı incelemek, harem hayatını anlamak ve padişahların "yüzlerce kadınla yatıp kalkıyor" şeklindeki iddialarını ortadan kaldırmak için zaruri görünmektedir. Bu dört grup incelenince görülecektir ki, haremdeki cariyelerin yüzde doksanı tamamen bugünkü kadın hizmetçi grubundadırlar ve bunlar aldıkları belli ücretler karşılığında Haremde hizmet etmektedirler. Ancak bunların bekâr olmaları ve Haremde bulundukları müddetçe evlenmelerinin fiilen mümkün olmaması sebebiyle, her an şehzade veya padişahın haremi arasına girmesi mümkündür. Padişahın haremi arasına girmediğinden veya giremediğinden dışarıdan evlenmek isteyenler, "çırağ edilme" adı altında evlendirilip haremden çıkarılırlardı.

Şimdi sırasıyla bunları ve nasıl temin edildiklerini, vazifeleri ile birlikte görelim:

Acemiler ve Hareme Alınışları

Osmanlı devletinde ilk zamanlarda kendileriyle savaş yapılan milletlerden alınan esir kadınlar ve kızlar arasından Hareme cariye alınırdı. Çerkez, Gürcü ve Rus asıllı cariyeler ise genellikle satın alınarak hareme sokulurdu. Hareme giren yeni kızlara acemi denilirdi. Bunların ekserisi köyden geldiğinden dolayı, bir müddet saray âdâb ve usullerini âmirleri olan cariyelerden, kalfalardan ve ustalardan öğrenirlerdi. Bunları öğreninceye kadar efendilerinin huzuruna çıkmazlardı. Özellikle Çerkez kızları ince ruhlu, hassas ve zeki olurlardı. Çerkez kızlar, bir çok hânedân erkekleriyle evlenmişler, büyük itibara ve mevkilere yükselmişlerdir. Bir çok Çerkez kadınları, kızlarını beşikten itibaren “Padişah haremi olup ihtişam ve elmaslar içinde hayat sür!” diye yetiştirirlerdi. İstanbul Esir pazarında en çok Çerkez, Abaza ve Gürcü cariyeler satılmaktaydı.(2).

Bazı yeni gelen acemiler, Türkçe dahi bilmedikleri halde, zekâları sayesinde derhal Türkçe’yi öğrenirler ve bütün saray âdetlerini de pek çabuk anlarlardı. Bazı eski saraylıların ifadesiyle “Saray’da terbiye olmayan, hiç bir yerde terbiye öğrenemez. Harem terbiye mektebidir.”. XVII. yüzyıldan itibaren zekâları ve güzellikleri sebebiyle hareme alınan acemilerin çoğu Kafkasyalı olmuştur(3).

Hareme alınan cariyelerin ikinci kaynağı da, devlet adamlarının bunları padişaha armağan etmeleri idi. Başta yabancı devlet adamları olmak üzere, Sadrazam, Vezirler, Beğlerbeğileri ve Sancak Beğleri, Padişaha satın aldıkları cariyeleri hediye ederlerdi. Hediye edilen cariyelerin de yüzde doksanı haremde hizmetçi statüsünde çalıştırılmak üzere hareme alınırlardı. Geriye kalan yüzde onluk bölüm ise odalık veya gözdeler grubuna alınmaktaydı(4).

Harem’e Beğler Beği Tarafından Çerkez, Abaza ve Rus Cariye Temin Edilmesi İle Alakalı Bir Arîza (TSMA, No: E. 1511)

XIX. yüzyılda Osmanlı devleti, esirlerin alınıp satılmasını yasaklayınca Kafkasyalı bazı aileler kendi rızaları ile kızlarını Hareme cariye statüsünde vermeye devam etmişlerdir(5).

Şunu da belirtelim ki, cariye satan esir tüccarları da sattıkları cariyeleri üç kısma ayırıyorlardı:

1) Haremde hizmetçi olarak istihdâm edilecek cariyeler. Bunlar güzel olmakla birlikte, genellikle yaşları büyükçe idi.

2) Terbiye edilip satılmak üzere alınan beş-yedi yaş arasındaki cariyeler. Bunlar, hizmetçi olarak veya odalık şeklinde bulûğaa erdikten sonra ayrılırlardı.

3) Hareme doğrudan doğruya odalık ve gözde, yani padişah ve hânedân erkeklerinin ailesi olmak üzere alınanlar. Bunlar çok az olurdu. Zira Padişah ve hanedân erkeklerine harem olacaklar, genellikle Harem Mektebinde terbiye edilirlerdi(6).

Hareme satın alınan cariyeler kâhya kadın, ebeler veya hastalar ustası tarafından ciddi manada muâyene edilirlerdi. Satandan ailesi ile alakası kalmadığına dair bir sened alınırdı(7). Hastalıklı olanlar sahibine geri verildiği gibi, uykusu ağır olan, horlayan veya başka kusurları olanlar da pek alınmazdı. Ancak bazen bu cariyeler arasında dilsizler, maskaralar ve cücelerin de bulunduğunu görüyoruz. Bütün bunların bulunması, Padişahın haremdeki her kadınla yatıp kalktığını iddia eden ve bunların hizmetçi statüsünde olduğunu bilmeyenlere de iyi bir cevap teşkil eder. Zira saraya alınan cariyelerin makbuzları incelendiğinde, bazı yaşlı kadınların, süt annelerinin ve dadılık edecek tahsilli kadınların da bulunduğu görülecektir(8).

Câriyeler, Sayıları ve Vazife Taksimleri

Saraya yani Hareme alınan acemiler kısa bir süre sonra artık harem-i hümâyûnun câriyesi olurlardı. Aslında acemiler ile cariyeleri aynı grupta toplamak da mümkündür. Bir kısım araştırmacılar bu şekilde davranarak cariyeler, kalfalar ve ustalar tarzında üçlü ayrım yapmışlardır. Biz, yeni alınanlara acemi, biraz saraya alışanlara ise cariye demeyi tercih ettik(9). Bu cariyelerin yüzde doksanı haremde istihdam edilmek üzere alındığından, biraz sonra anlatacağımız gibi, kalfaların ve ustaların yanına verilirlerdi. Ustaların ve kalfaların emirleri altında çalışmak ve yetiştirilmek üzere onlara teslim edilirlerdi. Güzeller ve odalık niyetiyle alınanlar ise, terbiye edilmek üzere, padişahın yakın hizmetkârları demek olan hünkâr kalfalarına ve özellikle de haznedâr ustalara teslim olunurlardı. Şehzâdelere harem olması muhtemel olanlar için de aynı kaide geçerli idi.

Saray cariyesi olanlara yapılan ilk iş, kendilerine güzellikleri, karakterleri veya fiziki görünüşleri göz önünde bulundurularak yeni isim verilmesi idi. Padişah tarafından da verilen bu isimlerin herkes tarafından bellenmesi ve unutulmaması için ilk zamanlarda bir kâğıda yazılı olarak iğne ile göğüslerine iliştirilirdi. Verilen isimler genellikle Farsça’dır. Çeşm-i Ferâh, Hoşnevâ, Handerû, Ruhisâr, Neş’e-yâb ve Nergiz-edâ gibi(10).

Hareme alınan cariyelere kalfalar tarafından terbiye, nezâket ve büyüklere karşı hürmet gibi âdâb-ı muâşeret kaideleri bütün ayrıntılarına kadar nazarî ve tatbiki olarak öğretilirdi. Hareme ait hâtıralar okunduğu zaman, bunlara nasıl dikkat edildiği ve haremdeki cariyelerin nasıl kibar oldukları daha iyi anlaşılacaktır.

Câriyeler Müslüman olduklarından dolayı mutlaka Kur’an okumak mecburiyetinde idiler. Sultan Mehmed Reşâd’ın harem muallimesi Sâfiye Ünüvar’a verdiği şu talimât bunu ortaya koymaktadır:

“Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara, verdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu irâdem hoca hanım tarafından saray kadınlarına söylensin.” Bunun üzerine muallime Hanım'ın sınıfın kapısına şu levhayı yazdırdığını görüyoruz: “Namaz kılmayan, oruç tutmayan dershaneden içeri giremez.”(11).

Osmanlı Haremi’nin en son zamanlarındaki hali bu olursa, daha sağlam olduğu dönemlerdeki halini kıyaslarsanız, haremle ilgili iftirâların ne kadar asılsız olduğunu o zaman anlarsınız.

Harem, Halifenin evi olduğundan onun evindeki herkes ibâdetini yapmalıydı ve Kur’an’ı okumalıydı. Bunun için de okumak ve yazmak gerekiyordu. Gerçi elimizdeki saray kadınlarına ait mektuplardan bunların imla hataları yaptıkları ve fazla iyi yazıları olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu istenen seviyede tahsillerinin olmadığını gösterirse de tamamen tahsilsiz olduklarını göstermez. Haremde hemen hemen hepsinin odasında mutlaka bir kitaplığın bulunması da dediklerimiz isbat eder mahiyettedir.

Haremdeki cariyelerin ayrıca meşru dairede müzik âletlerini de öğrendikleri, hâtıralardan öğrenilmektedir(12).

Osmanlı Haremi’nde sarayın(13) hizmetini gören cariyelerin sayıları ile padişahların ve hanedân erkeklerinin haremleri olan kadınların sayıları, Osmanlı Devletinin’nin ilk zamanlarında sayıca az idi. Zira başta şehzadeler ve onların vâlideleri olmak üzere hânedânın bir kısım fertleri, taşra sancaklarda hayatlarına devam etmeyi tercih ediyorlardı. Bu sebeple III. Murad’a kadarki saray cariyelerini 200-300 rakamlarıyla ifade etmek mümkündür. Ancak III. Murad’dan itibaren sayılar artmaya başlamış ve I. Ahmed’in verâset usulünü kaldırıp yerine ailenin en büyük ve en layık evladı padişah olması kaidesini getirmesiyle de, şehzadeler ve anneleri sarayda kaldıkları için bu sayı iyice kabarmıştır. Nitekim III. Murad zamanında 500’ü, I. Mahmud zamanında 456’yı, I. Abdülmecid zamanında 688’i, Sultân Abdülaziz zamanında 809’u, II. Mahmud zamanında 298’i bulduğu görülmektedir. Bu rakamların içinde, sayıları hakkında daha sonra ayrıntılı bilgi vereceğimiz padişahların ve hânedân erkeklerinin haremleri olan kadınlar da vardır(14).

Bir kısım Osmanlı düşmanı yabancı yazarların ve bunların yerli destekçilerinin iddia ettikleri gibi, bu rakamlara ulaşan kadınlar ile padişahların karı koca hayatı yaşamaları hem mümkün değildir ve hem de bu tür iddialar doğru değildir. Bugün devlet başkanlığı köşkünde çalışan hizmetçi kadınlar ile Cumhurbaşkanı’nın veya zenginlere ait bir Köşk’te çalışan hizmetçi kadınlar ile Köşk sahibi işadamının karı-koca hayatı yaşama iddiaları ne kadar gülünç ise ve bunların sayıları da azımsanmayacak kadar fazla ise, Haremde hizmetçi olarak çalışan kadınlar ile padişahın karı-koca hayatı yaşaması o kadar gülünçdür.

Haremdeki bu cariyelerin hangi hizmetlerde istihdâm edildiğini ise, zamanında haremde en çok cariye bulunan bir kaç padişahdan biri olan I. Mahmud zamanındaki listeyi kısaca özetlemekle daha iyi anlayacağız:

Topkapı Sarayında bulunan bu listeye göre; Kilerde 17, Külhan yani banyoların temizliğinde 6, Haremdeki makam sahibi kimseler yanında 23, Şehzâde Osman Dairesinde (Hareminin, çocuklarının, yemeğinin ve benzeri hizmetlerinin görülmesi için) 19, Şehzâde Mehmed Dairesinde 14, Şehzâde Mustafa Dâiresinde 13, Şehzâde Beyâzıd dâiresinde 12, Şehzâde Numan Dâiresinde 14, Şehzâde Mustafa Dâiresinde 7, Baş Kadın dairesinde 20, İkinci Kadın Dâiresinde 11, Üçüncü Kadın Dâiresinde 14, Dördüncü Kadın Dâiresinde 8, Beşinci Kadın Dâiresinde 10, Haznedâr Kadın Dâiresinde 13, Baş İkbal Dâiresinde 6, İkinci İkbal Dâiresinde 6, Üçüncü İkbal Dâiresinde 4, Dördüncü İkbal Dâiresinde 5, Diğer görevlerde 230 olmak üzere Toplam 456'dır.

Şimdi de bu listeden bazılarını isimlendirelim ve vazifelerini daha yakından görelim:

“Kilerde Olan Cevârî:

Fatma Yevmiye 30 akçe
Rukiyye Yevmiye 25 akçe
Aişe Yevmiye 20 akçe
Hatice Yevmiye 20 akçe
Sâfiye Yevmiye 20 akçe
Rukiyye Yevmiye 20 akçe
EmineYevmiye 15 akçe
Rukiyye Yevmiye 10 akçe
Hanife Yevmiye 10 akçe
Hüsnişah Yevmiye 10 akçe
Ümmühan Yevmiye 10 akçe
Zeliha Yevmiye 5 akçe
Emine Yevmiye 5 akçe
Aişe Yevmiye 5 akçe
Fethiye Yevmiye 5 akçe
Fâtıma Yevmiye 5 akçe
Mehrinâz Yevmiye 5 akçe

Külhâncılar ve Diğer Câriyelerden Bazıları:

Câmeşuy Ustanın Câriyesi Abîde Yevmiye 5
Çaşnigir Ustanın Câriyesi Rukiyye Yevmiye 5
İkinci Hazinedârın Câriyesi Hanife Yevmiye 5
İkinci Câmeşuy Ustanın Câriyesi Aişe Yevmiye 5
İkinci Hazinedârın Câriyesi Münevver Yevmiye 5
Şehnâz Kalfa’nın Câriyesi Hubz-dâr Yevmiye 5
İkinci hazinedârın Câriyesi Mehrinâz Yevmiye 5
Fâtıma Kadın Yevmiye 5
Mustafa Ağa’nın Câriyesi Nâzende Yevmiye 5
Gülçin Kalfanın Câriyesi Hafife Yevmiye 5
Cüce-i Ümm-i Gülsüm Yevmiye 15
Çeşmisiyah Yevmiye 15
Zeyneb Yevmiye 5
Hanife Yevmiye 5
Hatice yevmiye 5
Hanım Yevmiye 5 (15)

Burada dikkatimizi çeken bir husus da, Haremde çalışan cariyelerin tıpkı günümüzdeki hizmetçi kadınlar gibi, gündelik olarak belli bir ücret almalarıdır. Cariyelere verilen gündelikler, Haremdeki eskiliklerine göre değişiyordu. II. Bâyezid devrinde Şehzâde Abdullah’ın 15 Câriyesi günde 15’er akçe; Eski Saray’da çalışan 7 cariye 10’ar akçe alırken, I. Mahmud zamanında haremdeki cariyelerin gündelikleri epeyce yükselmiş ve 4 cariye 30’ar akçe; 2 cariye 25’er akçe ve diğerleri de 20’şer, 15’er, 10’ar ve en az beşer akçe alır olmuşlardır. II. Mahmud zamanında ise cariyelerin gündelikleri, 100, 80, 70, 60, 55, 45, 40, 40, 35 ve en düşüğü 30’ar akçeydi. Dikkat edilirse II. Bâyezid devrine nazarla beş-on kat artmıştır. Bunda Osmanlı akçesinin değer kaybının da tesiri söz konusudur(16).

I. Mahmud’un Zamanında Haremde Bulunan Câriyelerin Vazife Taksimâtını Gösteren Belge, TSMA, No: D. 8075

I. Mahmud’un Zamanında Haremde Bulunan Câriyelerin Vazife Taksimâtını ve İsimlendirmesini Gösteren Belge, TSMA, No: D. 8075

Bütün bu aktarılan bilgiler, yukarıda verdiğimiz esasları takviye etmekte ve Harem’i bir fuhuş yuvası olarak tasvir edenleri mahcup eylemektedir. O halde Haremdeki cariyelerin yüzde doksanı hizmetçi statüsündedir ve esirlik süresini dolduranlar âzâd kâğıdını alıp Saray’dan çıkabilirler.

İlave bilgi için tıklayınız:

Osmanlı Padişahları ve cariyeler konusunda bilgi verir msisniz? 

Dipnotlar:

1. Uluçay, Harem II, sh. 10-11
2. Robert Walch, XVII. yüzyıl İstanbul’unda Harem (Türkçeye Tercüme, Aydın Filiz), Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1970, Sy. 10, sh. 46-49; Uluçay, Harem II, sh. 12-14
3. Ünüvar, Saray Hâtıralarım, sh.70-71; Uluçay, Harem II, 10-12; Hurşit Paşa’nın Saray Hâtıraları, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1965, V, sh. 60-61
4. TSMA, No: E. 1511; E. 4792; Uluçay, Harem II, 12
5. Hurşit Paşa’nın Saray Hâtıraları, Hayat Tarih Mecmuası, İstanbul 1965, V, sh. 60-61
6. Uluçay, Harem II, sh. 14
7. Bu senedlerden birisi için bk. TSMA, No: D.8079; Uluçay, Harem II, sh. 14
8. Uluçay, Harem II, sh. 15
9. Uluçay, Harem II, sh. 19
10. Ünüvar, Saray Hâtıralarım, 71; TSMA, No: E. 4002; Uluçay, Harem II, 17-18.
11. Ünüvar, Saray Hâtıralarım, 71; TSMA, No: E. 4002; Uluçay, Harem II, 17-18
12. Uluçay, Harem II, 19
13. Saray tabiri, burada harem manasına kullanılmaktadır. Saray kadınları, saray halkı, saray ustaları tabirlerinde de genellikle bu mana kasdedilmektedir.
14. Bu rakamlar ve bu kadınların yaptıkları hizmetler için bk. TSMA, No: E. 53/3, D. 8075, E. 4002, D. 8003, D. 743.
15. TSMA, No: D. 8075
16. Uluçay, Harem II, 21-22; bk. TSMA, No: D. 8003; D. 743; D. 8075

(bk. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz - Doç. Dr. Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, 1999 İstanbul)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir