hay bin yakzan kimin eseri / Hay Bin Yakzan (İbn Tufeyl) Fiyatı, Yorumları, Satın Al - seafoodplus.info

Hay Bin Yakzan Kimin Eseri

hay bin yakzan kimin eseri

Merhum mütefekkirimiz Şerif Mardin'in ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de Hay bin Yakzan ve Robinson Crusoe romanlarının temsil ettiği medeniyet anlayışıydı.

Ona göre konu itibarıyla aynı temayı işleyen bu iki roman, Doğu ve Batı medeniyetlerinin arasındaki temel ahlaki farklılıkları ortaya çıkarması açısından son derece önemliydi.

şerif mardin seafoodplus.info

Şerif Mardin / Fotoğraf: AA


İki eserin ihtiva ettiği farklılıkları ayrıntılı bir biçimde ele almadan önce Mardin'e göre aradaki keskin farkları şöyle sıralayabiliriz;

İki roman da benzer tecrübelere dayanır; ama Hay tabiatı gereği masumdur, Robinson köle peşinde koştuğu bir macera sonucunda adaya düşmüştür.

Robinson adada da kölelik anlayışını sürdürür, Yakzan adada anlam arayışındadır.

Robinson zamanı ve mekânı kontrol ederek adada krallık kurar, Hay başta coğrafya olmak üzere nesnenin mükemmel yaratılışı ve nizamına âşık olur.

Robinson adaya düştükten sonra da karakterini değiştirmez, bencil kimliğini sürdürür, Hay ise saf iyiliğe dayanan benliğini bilgeliğe taşır.

Ünlü İslam âlimi Roger Garaudy de iki eser arasındaki kesin farkları şu şekilde ortaya koymaktadır;

Bu ıssız ada romanının Robinson hikâyesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Robinson, adasına kendisiyle birlikte ferdiyetçiliğini, silahını, tarıma elverişli hale getirdiği tabiat ve hâkimiyeti altına aldığı Cuma üzerindeki iktidar arzusunu da getirmiştir.

(Roger Garaudy - İslam'ın Vadettikleri, Pınar Yayınları)

Issız bir adada: Hay bin Yakzan

Hay bin Yakzan eserinin Şerefeddin Yaltkaya ve Babanzade Reşid'e ait tercümesini Yapı Kredi Yayınları toparlayarak Ahmet Özalp imzasıyla, üstelik birbirinden güzel dipnot ve notlarla, okurlarının dikkatine sunuyor. 

Eserden öğrendiğimize göre; Yakzan'ın bir diğer ismi Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye'dir.

Eser ihtiva ettiği niteliklerle anlatı geleneğinden sıyrılarak modern romanın birçok özelliğini taşımaktadır.

Bunlardan ötürü olsa gerek Türk edebiyatının güçlü kalemi Ahmet Hamdi Tanpınar'Hay bin Yakzan'ı "Müslüman âleminin tek romanı" olarak tanımlamaktadır. 

Bu alegorik eseri ilk defa ünlü tıp insanımız İbn Sina kaleme almışsa da eser daha çok İbn Tufeyl ile anılmaktadır.

yapı seafoodplus.info


Ayrıca sonraları Şehabeddin Sühreverdi de bir Hay bin Yakzan eseri kaleme almışsa da nitelik açısından kimsenin İbn Tufeyl'in eserine ulaşamadığını söylemek mümkündür. 

İbn Tufeyl'in eserinin neredeyse tamamında hâkim olan anlatı Kuran-ı Kerim'de Hazreti İbrahim'in Allah'ı arayış serüvenine benzemektedir;

Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. 'İşte Rabbim!' dedi. Yıldız batınca da, 'Ben öyle batanları sevmem' dedi.

Ay'ı doğarken görünce de, 'İşte Rabbim!' dedi. Ay da batınca, 'Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum' dedi.

Güneşi doğarken görünce de, 'İşte benim Rabbim! Bu daha büyük' dedi. O da batınca (kavmine dönüp), 'Ey kavmim! Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım' dedi.

Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim.

(Enam )

İbn seafoodplus.info

İbn Tufeyl'in temsili resmi / Görsel: Yayınevi


Hay'ın doğumundan Allah'ın varlığını ve birliğini keşfettiği hakikat merhalesine kadar sürekli arayış hali, akıl süzgecindeki değerlendirme ve en sonunda aşkın olanı kavrama durumu eserin tamamına hâkimdir.

Hay'ın doğumuna dair rivayet de tam olarak böyle başlar. Önce absürt bir efsane ortaya atılır ve Hay'ın 'Vakvak' isminde bir ağaçtan doğduğu Mesudi'den rivayet edilir; ama akılla izah edilemeyen bu iddia hemen reddedilir.

Doğru rivayete göre Hay bir prensesin oğludur; ama prensesin Hay'ın babası Yakzan ile evlenmesini istemeyen Sultan, bu evliliğe karşı çıkmıştır.

Babasından korkan prenses oğlu Hay'ı doğduktan hemen sonra bir sandığa koyarak suya bırakır ve şu sözleri sarf eder;

Rabbim, bu çocuğu yoktan var ettin. Rahim karanlığında rızkını verdin. Dünyaya gelinceye değin büyümesini, gelişmesini sağladın. Şimdi acımasız ve zalim sultanın zulüm ve azgınlığından korkarak onu yine senin koruyuculuğuna teslim ediyorum. Onu kurtarmanı, korumanı diliyorum. Lütfeyle, onu zorba sultanın ellerine bırakma.

(Hay bin Yakzan – Yapı Kredi Yayınları) 

Böylece Hay'ın ıssız adadaki macerası başlamış olur. 

hay bin seafoodplus.info

Hay'ın canlılarla kurduğu ilişki

Robinson Crusoe adaya adımını attığı ilk andan itibaren mevcut tüm canlıları tahakkümüne alır.

Adadaki ilk dostu papağanı bile bunun bir yansımasıdır. Oysa Hay'ın adadaki canlılarla kurduğu ilişki onları anlamaya dayandığı gibi insani ilişkiler kurar.  

Bunun nedeni Hay'ın canlıları sadece gereksinim olarak görmeyip onlarla organik bir bağ kurmasından kaynaklanır.

Nitekim ona anne sevgisini verecek de bir ceylandır;

Hay'ı kendi yavrusu sanarak onun anneliğini üstlenen ceylan kendine barınak ve yurt olarak adanın en otlu, meyve ağaçlan en bol ve verimli kesimini seçmişti. Bu nedenle semiz ve sütü boldu. Çocuğun beslenmesine, onu emzirmeye son derece özen gösteriyor, ondan yalnızca otlanmak üzere ayrılıyordu. Hay'ı öylesine sevmiş, benimsemişti.

(Hay bin Yakzan - Yapı Kredi Yayınları) 

seafoodplus.info

Ölüm gerçeği Hay'a aşkın olanı bulduruyor

Hay, ıssız adadaki en yakını olan ceylanın ölümü ile varlığa hayat veren 'şey'in ne olduğunu anlamaya ve araştırmaya başlıyor.

Bu araştırma ilkel bir insanın arayışına göre son derece akılcı ve dogmadan uzak sorularla gerçekleşmesi 12'nci yüzyılda yazılmış bir eserde dahi Doğu Medeniyetinin bilimsel birikimi ve merakı hakkında önemli ipuçları sunuyor; 

"Hay, yığılıp kalan ceylanın hareket etmediğini, elinin ayağının kıpırdamadığını görünce bağırıp çağırmaya başladı. Üzüntüsünden helak olacak bir kerteye gelmişti. Birbirlerini çağıra geldikleri üzere seslenerek yanıt vermesini, hareket etmesini istediyse de boşuna. Hiçbir tepki alamadı.


Önceki birtakım deneyimlerinden yola çıkarak sayrılığın kaynağını, çıkış yerini araştırmaya karar verdi. Şöyle düşündü: Gözlerini yumduğunda ya da önüne bir engel geldiğinde göremiyor, gözünü açtığı, ya da önündeki engeli kaldırdığı zaman görüyordu. Parmaklarını kulaklarına sokunca duyamıyor, parmaklarını çekince eskisi gibi duyuyordu.

Yine, burnunu tuttuğu zaman hiçbir kokuyu alamıyor, bırakınca yeniden kokuları almaya başlıyordu. Öyleyse ceylanın organlarını çalıştırmayan, onu hareketten alıkoyan temel bir neden, bir engel vardı. O engel ortadan kaldırılırsa, ceylan eski durumunu yeniden kazanabilirdi. Ne var ki ceylana ilişen hareketsizlik yalnızca bir organını, bir duyusunu değil tüm organlarını, tüm duyularını etkilemişti.

Ceylanın tüm gövdesi hareketten yoksun kalmış, canlılığını yitirmişti. Buradan yola çıkarak şu sonuçlara ulaştı: Gövdenin içinde, gözden gizli bir organ vardır. Diğer bütün organlar canlılıklarım ondan alırlar ve ona bağımlıdırlar. Hastalık işte o organdadır. O organı sağlığına kavuşturmak diğer tüm organları da sağaltmak olacaktır.


Yüreğin sağ gözünde bulunan şey, ceylanın gövdesi sağlam, parçalanmamışken yerinden ayrıldığına göre, böyle harap olduktan, parçalandıktan sonra geri dönmezdi. Bunu kesin olarak anladı. Gövde gözünde tüm değerini yitirdi. Değerli olanın bir süre gövdede bulunduktan sonra onu terk eden şey olduğunu kavradı. Artık bütün düşüncesini o şey üzerinde yoğunlaştırmalı, bütün çabasını o şeyi anlamak, bulmak için harcamalıydı."

(Hay bin Yakzan – Yapı Kredi Yayınları)

hay ve seafoodplus.info

Yakzan ilkel ama akılcı yöntemlerle aradığı hayat kaynağı sonucunda daha keskin bir hakikate yani ruha ulaşacaktı;

Bütün bu karşılıksız sorular karşısında zihni dağıldı, şaşırdı kaldı. Gövdeden bütün bütün iğrendi, kafasından silip attı. Anlaşılıyordu ki kendisine acıyan, doyuran, sevecen kucağına alan gövde değildi. Gövdeden olduğu sanılan işlerle aslında gövdenin bir ilgisi yoktu.

Bütün bu işler, gövdeyi geçici bir süre için yurt edinen ve sonra onu terk eden şeyin eseriydi. O şey için gövde, kendisinin hayvanlarla döğüşmek üzere edindiği sopa gibi bir araçtan başka bir şey değildi.

 (Hay bin Yakzan - Yapı Kredi Yayınları)

Hay'ın bu keşfinden sonra kafasında sorular daha da artacak ve derinleşecekti.

Ruhu var eden neydi, zaman nasıl oluşmuştu, önce mekân mı var edilmişti; yoksa zaman mı?

Tüm bu sistemin arkasındaki güç, dengeyi nasıl sağlıyordu; suya atılan taş batarken ondan daha ağır olan kütük nasıl suyun üzerinde duruyordu?

Gökteki yıldızların hatta göğün bir sonu olabilir miydi? Her şey gözlerinin önünde zıttı ile kaim iken neden kendisi bu adada bir başınaydı?  

Tüm bu sırlar ve sorular Hay'ı adada bir bilgeye dönüştürüp Allah'a götürürken Robinson'un adasında bambaşka maceralar yaşanacaktı.

seafoodplus.info

Robinson Crusoe (temsili)

Issız bir adada Robinson Crusoe

Robinson'un macerası Hay'ınkinden evvela amaç açısından ayrılır. Hay kendi iradesi dışında adaya gelmişken, Robinson'un macerası Batı sömürgeciliği ve emperyalizminin bir sonucu olarak başlamıştır.

O, Afrika'daki siyahi insanların boynuna zincirler vurup Güney Amerika bölgesindeki limanlarda satmanın hayaliyle bu yolculuğa çıkmıştır.

Üstelik adada yaşadığı deneyimlerin hiçbirisi onu bu arzularından alıkoyup arınmasını sağlamayacaktır.

Robinson'un adadaki yaşamı da Hay'ınkinden bir hayli farklıdır. Hay, yaşadığı adanın mucizeleri karşısında tevekkül edip bu mucizeyi anlamaya çalışırken, Robinson kendisini adanın sahibi ve kralı ilan eder. 

Ayrıca Robinson, adadaki diğer karakter olan Cuma'yı önce köleleştirir, ardından bir misyoner faaliyetine soyunarak onu Hıristiyanlaştırmaya kalkar.

robinson ve seafoodplus.info


Bununla da yetinmeyen Robinson, Cuma'nın kültürünü aşağı bir medeniyet olarak görür ve onu Batı şuuru ile yetiştirmeye çalışır; ama bu eğitim elbette beyaz bir Batılı devşirmekten ziyade iyi bir uşak yapmak amacına hizmet eder.

Özetle söylenecek olursa Robinson'un adasında Batı emperyalizmi, sömürgeciliği ve misyonerliği hâkim düşüncedir.

Ada Robinson'a tecrübe katar; ama değiştirmez. Aksine Robinson adayı değiştirmeye hatta tahakkümü altına almaya çalışır.

Kendisine yarenlik eden tek dostu Cuma'yı önce köleleştirir ve ardından iyi bir uşak olması için eğitir. Başka bir ifadeyle Robinson, Cuma'yı yozlaştırır.

İki eser karşılaştırıldığında Robinson davranışları ve yaptıklarıyla Batı Medeniyetini temsil eder. Hay ise saflığı, arayışı ve hikmete olan hayranlığı ile Doğu Medeniyetinin bugünlerde kaybettiği her şeyin toplamını temsil etmektedir. 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Yapı Kredi Yayınlarından çıkan "Hay bin Yakzan" tercümesi incelenebilir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Çeviri ve ötesi

AYŞENUR NARBOĞA

Defoe, Bacon, Spinoza, Rousseau ve More gibi pek çok Batılı düşünürü etkileyen İbn Tufeyl imzalı Hayy bin Yakzan anlatısının neden bizde gerektiği ilgiyi göremediği sorusu bu eseri okuyan herkes gibi benim de dikkatimi çekmiştir. Oysa kendisinden ilhamla, iki yüz yıl sonra yazılmış olan Robinson Crusoe neredeyse tüm dünyanın tanıdığı bir karakterdir. Hatta Ian Watt’ın Modern Bireyciliğin Mitleri’nde iddia ettiği gibi Robinson modern bir mit olarak konumunu güçlendirmiştir. Peki bir ada romanı türü olarak adlandırılan robinsonad’ların ilki ve felsefi romanların öncüsü kabul edilen Hayy bin Yakzan bizde neden hak ettiği ilgiyi görememiştir?

Bir Yunan anlatısı olan Salaman ve Absal öyküsünün 9. yüzyılda Arapçaya çevrilmesinin ardından İbn Sina, Sühreverdi gibi alimler eserlerinde bu öykü tekniğini kullandılar. Ancak hiçbiri İbn Tufeyl’in kurgusundaki başarıyı yakalayamadı. Endülüslü düşünür, yüzyılda kaleme aldığı bu eserinde insanın kendi başına, doğayı inceleyerek hakikate ulaşabileceğini anlattı. Gözlem ve düşünce yoluyla elde edilen bilgilerin vahiyle çelişmeyeceğini iddia etti. Kendi dönemindeki felsefî ve kelami tartışmaları alegorik bir metin üzerinden değerlendirdi. Eseri o kadar başarılı oldu ki çok sayıda dile çevrilerek farklı kültürleri ve düşünce yapılarını etkiledi. Bir adada tek başına büyüyen Hayy, dini ve toplumsal herhangi bir norm olmaksızın, sadece düşünme ve sezgi yoluyla hakikatin bilgisine ulaşmayı başarmış otodidaktik bir metin olarak özellikle Batı dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. Modern eğitimin ve pedagojinin temellerinin atıldığı, doğal hukuk tartışmalarının yürütüldüğü dönem Avrupası için Hayy, pek çok filozofun ilgisini çekti. (Detaylar için Avner Ben-Zaker’in Hay bin Yakzan’ı Okumak adlı eserine bakılabilir.)

Aynı kültür ve inanç düzleminde yer almamıza rağmen Hayy bin Yakzan’ın Türkçenin okuruyla buluşması oldukça geç bir tarihe denk düşer. Müderris Babânzade Reşid tarafından ’te Türkçeye çevrilen ve Mihrab isimli dergide tefrika olarak yayımlanan eser daha sonra derginin kapanmasıyla birlikte unutulup gider. Batılılaşma sürecinde yürütülen kültür politikalarımızın Doğu’ya yabancılaşmış olmasının, esere karşı gösterilen vefasızlığı derinleştiren etmenlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Hayy bin Yakzan ile Türkçe okurunun en bilindik karşılaşması N. Ahmet Özalp’in değerli katkılarıyla yayına hazırladığı çalışmadır. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitapta hem M. Şerafettin Yaltkaya çevirisiyle İbn Sina’nın hem de Babânzade Reşid çevirisiyle İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan anlatıları yer alıyor. Bu iki kıymetli filozofun ayrı zamanlarda ele aldığı ancak isim benzerliğinden dolayı karıştırılan metinlerini inceleyen bu çalışma sayesinde önemli bir klasiğimiz olan Hayy bin Yakzan’la yakinen tanışmış oluyoruz. Ancak belirtmek gerekir ki çalışmada Şerefeddin Yaltkaya’nın İbn Sina çevirisi ile Babânzade Reşid’in İbn Tufeyl çevirilerinin güncel Türkçeye “sadeleştirilmesi” söz konusudur. Ayrıca Gerek İbn Sina’nın gerek İbn Tufeyl’in yazdığı iki Hayy anlatısı da içerdiği pek çok kavram, alegori ve tartışma nedeniyle kitapta çok sayıda dipnot ve açıklamalar bulunmaktadır. Özalp çeviriye pek çok dipnot ve açıklama ekleyerek metni okur açısından daha anlaşılır kılmaya çalıştığını belirtmiştir. Çünkü yüzyıla ait söz konusu tartışmaların bilinmesi ve tartışmada yer alan kavramların izahı yüzyıla okuru için oldukça mühim. ’da ilk baskısını yapan YKY çevirisi ile yeniden bilinirlik kazanan Hayy romanı (artık roman diyebiliriz) bundan sonraki Türkçe çeviriler için de cesaret verici olmuştur. Özalp’in çalışmasında temenni ettiği “kahramanın geri dönüşü” mümkün olmaya başlamıştır artık.

Tüm bu gelişmelere rağmen Hayy bin Yakzan’ı bir edebiyat eseri olarak göremediğimizi fark ettim. İslam felsefesi, zihin felsefesi, eğitim, pedagoji vs. gibi açılardan yapılan okumalar tatmin edici olabilir ancak bu tür bir okuma hedefinin dışında, sadece metne baktığımızda, edebî bir lezzet yakalamanın imkânı nedir? Orijinal dilinden çevrilmemiş, sık sık dipnotlarla bölünmüş ve yer yer çeviri zaaflarının görüldüğü bir eserden edebî bir lezzet yakalamak ne derece mümkün?

Derken Mehmet Hakkı Suçin’in Hayy bin Yakzan çevirisi imdada yetişti. Böylece Hayy bin Yakzan’ı edebî bir zevkle okuma imkânına da kavuşmuş olduk. Üstelik metin olabildiğince yalın, yani pek fazla dipnot içermiyor. Metnin bu şekilde kitaplaşmasının en büyük kazanımlarından biri de yediden yetmişe her okurun da artık Hayy’ı okuma ihtimali! Gençlerden oluşan okuma grubumla birlikte Hayy bin Yakzan’ı Suçin çevirisinden okuma deneyimine sahip bir öğretmen olarak oldukça iyi sonuçlar aldığımı belirtmeliyim.

Daha kapağından kendini belli eden tasarımı, iç sayfa görselleri ve kolay okunurluğu sağlayan ara başlıkları ile kitap cazibesini ilan ediyor. Kitabın tasarımla özdeşleştiği günümüz dünyasında, özellikle de genç okurların kitaba yaklaşımları göz önüne alındığında ortaya konan çalışmanın önemi daha iyi anlaşılır sanırım. Liseli gençlerin ellerinde, unutulmaya yüz tutmuş bir İslam klasiğini yeniden görebiliyorsak Özalp’in temenni ettiği “kahramanın geri dönüşü”ne dair umudumuz artıyor demektir.

İki tercüme arasında yürüttüğüm kıyas neticesinde bazı sonuçlara vardım. Bu sonuçlar, yürütülen tüm çeviri faaliyetlerine rağmen Hayy’ın hâlâ neden daha fazla okura ulaşamadığının açıklaması olabilir. “Kahramanın geri dönüşünü” hızlandırma arayışı da diyebiliriz.

Mehmet Hakkı Suçin’in Hayy bin Yakzan çevirisinde en başarılı bulduğum nokta İbn Tufeyl’in “din dili”nin korunması olmuştur. Hayy deyince akla gelen Özalp’in çevirisindeki aşırı Türkçeleştirmenin metne gölge düşürdüğünü düşünmüşümdür her zaman. Örneğin Allah yerine “Tanrı”, “ilah yoktur” ifadesi yerine “tapacak yoktur”, besmelenin karşılığı olan “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” ifadesi yerine “Tanrı adıyla başlarım” gibi tercihler nedeniyle metne sonradan giydirilmiş bir tını hâkim. Hayy’ın hikâyesinin yer aldığı kısımda, kendi başına bir insanın Yaratıcı Özne fikrine ulaştığı durumlar için Tanrı kelimesinin kullanılması olağan kabul edilse de Müslüman bir yazarın yüzyılda kaleme aldığı metinde, eserini bizzat kendisinin açıkladığı bölümlerde bile “Allah” lafzının kullanılmaması iddiamı doğrular niteliktedir. Hatta Absal’ın Hayy’a öğrettiği dinde dahi Allah lafzı geçmiyor, hep Tanrı ifadesi tercih ediliyor. Özalp’in çevirilerinde Tanrı sadece tek bir adla yer alırken Mehmet Hakkı Suçin çevirisinde Rab, İlah, Cenab-ı Hakk, Hakk gibi Allah’a ait diğer isimler de yer alıyor.

Bir başka husus da Özalp çevirisinde bazı yüzyıl İslam felsefe geleneğine ait kavramların aşırı Türkçeleştirmeye maruz kalmasıdır. İbn Tufeyl’in tartışmaya açtığı kavramlar yer yer parantez içinde, olması gerektiği gibi verilmiş olsa da parantezle açıklanmayan doğrudan çevirilerde aşırı Türkçeleştirme durumu söz konusu. Örneğin bir insanda potansiyel olarak bir şeyin bulunması anlamına gelen “kuvvet” terimi “güç” olarak çevrilmiş. “Nazari ilim” yerine “düşünme yolu”, “inkişaf” yerine “durumu görmeye özgü bir araç” gibi kelimeler tercih edilmiş. Suçin ise İslam felsefesi içerisinde yer alan kavramları çoğunlukla olduğu gibi vererek çok az parantez içi açıklama ihtiyacı duymuş.

Özalp’in yayına hazırladığı çevirideki kimi çeviri tercihlerinin metni anlamayı zorlaştırdığını düşünüyorum. “Özdekten arınmak, yüce bağıntılar, Tanrı’nın görünme yeri, ikircim, kahredici ünlü kılıç Muhammed, gönendirici bilgi” gibi ifadelerin ortalama bir okurdan ziyade daha üst düzey bir okur kitlesine hitap ettiği açıktır. Kitapta yer alan buna benzer kelime tercihleri nedeniyle Hayy bin Yakzan’ı okumak çok ‘sofistike’ bir eylem olarak tanımlanmıştır.

Bir lise öğretmeni olarak öğrencilerimin elinde Hayy bin Yakzan gibi etkisi yüzyıllara uzanan bir İslam klasiğini görmek beni ziyadesiyle memnun ediyor. Özalp’in yayına hazırladığı Hayy anlatısını, her ne kadar tarihin tozlu sayfalarından çıkıp bizi bulmuş olsa da, bir “ders kitabı” gibi görmekten de kurtulamadığımızı düşünüyorum. Oysa Hayy bin Yakzan’ı ilk olarak bir edebî metin olarak kabul etmek ve sadece metinle başbaşa kalarak insan, doğa ve Allah arasındaki ilişkiye dair düşünmek “kahramanın geri dönüşü”nü temenni edenler için daha hızlı yol almayı sağlayacaktır.

Roger Garaudy’in İslam’ın Vadettikleri’nde ifade ettiği gibi, “İbn Tufeyl’in felsefi romanı, 16 asırdan beri Batı’ya kaybetmiş olduğunu tüm boyutları ile iade ederken” bize de kaybettiklerimizi yeniden hatırlatacaktır.

İşe öncelikli olarak Hayy kelimesinde yitirilen “y” harfini aramakla başlayabiliriz.

İlk yayımladığı yer:Parşömen Fanzin, 19 Şubat

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

İlgili

9.yüzyılda Yunancadan Arapçaya çevrilen 'Salaman ve Absal' öyküsü, başta İbn Sina'nın 'Hay bin Yakzan'ı olmak üzere, birçok İslam düşünürünün yapıtlarına kaynaklık etti. Genellikle alegorik öyküler ya da öykümsü anlatılar olan bu yapıtlardan sadece biri, roman boyutlarına ulaştı ve bütün benzerlerini gölgede bıraktı: yüzyılda Endülüslü İşraki düşünür İbn Tufeyl'in yazdığı 'Hay bin Yakzan' ya da 'Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye'. Bu ilk 'felsefi roman' ve ilk 'robinsonad', Tanpınar'ın deyişiyle 'Müslüman aleminin tek romanı', yüzyıldan başlayarak bellibaşlı Avrupa dillerine çevrildi; Defoe, Bacon, Spinoza ve More gibi pek çok düşünür ve sanatçı üzerinde etkili oldu. Doğu, özellikle Osmanlı ise İbn Tufeyl'e ve yapıtına ilgisiz kaldı: Üzerindeki 'Hay bin Yakzan' etkileri özel çalışmalara konu olan 'Robinson Crusoe' defalarca Türkçe'ye çevrildiği halde, 'Hay bin Yakzan, dilimize kazandırılmak için yılını, kitaplaşabilmek için de yılını bekleyecekti. Bu yeni ve genişletilmiş baskıda, İbn Tufeyl'in 'Hay bin Yakzan'ına ek olarak -M.Şerefeddin Yaltkaya'nın çevirisi ve İslam dünyasında alegorik öykü geleneğinin tarihçesini ve düşünsel arkaplanını aktardığı giriş yazısıyla İbn Sina'nın 'Hay bin Yakzan'ı da yer alıyor.

 Hüseyin Sefa Ak

Hay bin Yakzan, sadece İslam Doğu edebiyatı içindeki eşsiz yeri ile değil dünya edebiyatı üzerindeki etkisiyle de dünya kültür tarihinin en önemli eserlerinden biridir. Birçok versiyonu bulunan bu güçlü anlatının en önemlileri ise İbn Sina ve İbn Tüfeyl’e ait olanlar&#; İki eser de felsefi öykü olarak kaleme alınmıştır ve Doğuda felsefi öykü yazma geleneğinin temeli bu Salaman ve Absal hikâyesidir. İbn Sina bu tarzda hikaye yazmış ilk kişi kabul edilmektedir.[1]

Hüseyin bin İshak’ın (ö ) Yunanca’dan çevirdiği, Absal ile Salaman öyküsündeki alegori anlatım tekniği İbn Sina tarafından öyküleştirilerek, daha sonra bir anlatı geleneğine dönüşmüştür.[2] İbn Tüfeyl’in (ö) Hay bin Yakzan öyküsü geleneğin en ünlü yapıtıdır. Sühverdi’nin (ö) El Gurbetü’l Garabiyyesi; İbnü’n Nefis’in (ö) El Risaletül-Kamiliyye fi’s Siyeri’n–Nebeviye’si ve Molla Camii’nin (ö. ) Salaman ve Absal yapıtları, bu geleneğin diğer önemli örnekleridir.

Hayy, Allah’ın isimlerinden biridir ve diri, canlı anlamına gelir[3]. Yakzan ise uyanık, dikkatli, gözü açık anlamlarına sahiptir[4]. Soyut felsefi kavramların somut kişi nesne ve olaylarla temsil edildiği bu tür hikayeler, bir yandan somuttan soyuta yönelerek düşünmeye alışmış insan zihni için anlama imkanı sağlamakta, diğer taraftan işaret edilen fikri, kavram düzeyinden imaj düzeyine indirerek felsefi görüşler ışığında, yeni bir te’vil imkanı sunmaktadır.[5]

Hay bin Yakzan’dan esinlenerek yazılan kitapların ortak noktası, belli bir felsefi aydınlanma öğretisine dayanmalarıdır. Söz konusu felsefi aydınlanma öğretisi, kişinin melekelerinden, duyularından yola çıkarak, yaratıcı-dünya-insan ilişkilerine dair temel felsefi hakikatlere ulaşabileceği ön kabulüne dayanır.[6]

M. Şerefeddin Yaltkaya ile Babanzade Reşid’in Arapçadan çevirdiği ve N. Ahmet Özalp’in yayına hazırladığı; Yapı Kredi Yayınları’nca basılan İbn Sina ve İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan kitabı sayfadan oluşuyor.

Kitap, yazarların, çevirmenlerin ve yayına hazırlayanların kısa tanıtımından sonra N. Ahmet Özalp’in kısa bir sunuşu ile başlamakta, Şerefeddin Yaltkaya’nın İbn Sina’ın Hay bin Yakzan’ı ile ilgili verdiği bilgiler ve yaptığı zengin değerlendirmelerle devam etmektedir. İbn

Sina’nın Hak bin Yakzan eseri, hemen bu bölümü takip etmektedir.

Bu edisyondaki ilk Hay Bin Yakzan’ın yazarı İbn Sina, yılında Buhara’da doğmuş ve ’de Hamedan’da ölmüştür. En büyük İslam bilginleri arasında yer alan  İbn Sina hem bir filozof hem de bir hekimdir. İbn Sina, İslam düşünce dünyasında Farabi ile başlayan Aristotalesci geleneğin en önemli ismidir. Onun en önemli iki eseri, kapsamlı bir felsefe ve bilim anksiklopedisi olan Kitabü’ş – Şifa ile hem Doğu’da, hem Batı’da, tıp alanında, uzun yıllar boyunca tek başvuru kaynağı olan el Kanun fi’t Tıb kitabıdır. Diğer önemli yapıtları arasında Kitab fi’s Siyaset Risale fi’l aşk, Hay bin Yakzan, el Hediyye isimli eserleri sayılabilir.

İbn Sina’nın Hay bin Yakzan eseri, bir gün arkadaşları ile gezintiye çıkan bir filozofu konu ederek başlar. Bahsi geçen filozof, burada ‘gösterişli, sevimli ve muhteşem bir ihtiyar’ görür. Bu adam, ilerlemiş yaşına rağmen, şaşılacak kadar dinçtir. Filozof, bu adam ile tanışarak adının Hay bin Yakzan olduğunu öğrenir. Hay bin Yakzan, ona, evrenleri gezdiğini, tüm gerçekliği kavradığını ve her nesneyi bildiğini söyler. Bunun üzerine, filozof ile yaşlı adam, ilmi meseleler hakkında derin bir sohbete başlarlar.

Bu sohbetin ilk konusu, feraset ilmidir. Hay bin Yakzan, feraset ilminin, insanları tanımada ve onlara karşı takınılacak doğru tavıra ulaşmada çok önemli bir yol gösterici olduğunu söyler. Bu ilmin ışığında filozofa verdiği ilk tavsiye, kendisine ayak bağı olan arkadaşlardan kurtulmasıdır. Bunun yanı sıra Hay, insan tabiatına ve hasta tabiatlı insanların özelliklerine dair kimi bilgileri aktarmakta ve bu tabiatlarında çeşitli hastalıklar bulunan insanlarla baş etmenin yollarına dair tavsiyeler vermektedir.

Hay, “kendisi gibi yolculuk etmenin” metodunu soran filozofa, bunun filozof ve arkadaşları için mümkün olmadığını söyler. Bunun ancak tek başına kalmakla mümkün olabileceğini söyleyen ve eserde olgun, dinç görünüşlü bir erkek olarak portreleştirilen Hay Bin Yakzan, filozofun sorusuna cevap olarak, kendi yolculuğunu ve gördüklerini anlatmaya başlar.

Hay, yerin üst ve göğün altında bulunan sınır, biri mağribin arkasında ve diğeri meşrik yönünde bulunan (iki) batı sınırı olmak üzere üç sınır olduğunu anlatır. Bu sınırların özellikleri, bu sınırlarda bulunan ülkeler, iklimleri ve insanları oldukça sembolik, bir anlamda da masalsı bir dil ile ortaya konur. Son bölümde gitmesi zor, ulaşması meşakkatli bir yerden ve bu bölgenin yöneticisinden bahsedilerek bu bölgenin insanlarının olağanüstü, güzel özellikleri övgüyle anlatılır. Övgüden en büyük payı alan, bu bölgenin yöneticisidir. Hay’ın son sözü, filozof istediği takdirde, kendisini ona ulaştırabileceği vaadidir.

N. Ahmet Özalp’in hazırlayarak, okuyucuya takdim ettiği Hay bin Yakzan kitabının diğer bölümünde, Özalp’in İbn Tufeyl ve Hay bin Yakzan Üzerine kaleme aldığı yazısında gerek İbn Tufeyl’e gerekse eserine dair önemli bilgiler yer almaktadır. İbn Tufeyl, ’te Gırnata yakınlarında Vadiü-l Aşta doğmuş, ’te Marakeş’te ölmüştür. İbn Tufeyl, bilgiye insanın sezgisel manada keşfettiği bir şey olarak yaklaşan İşrakilik felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerindendir. İbn Tufeyl, özellikle tıp, felsefe ve astronomi konularına odaklanmıştır. Günümüze ulaşan en önemli eseri, yüzyıldan itibaren tüm dillere çevrilen ve Daniel Defoe’yu Robinson Crusoe eserinde derinden etkileyen Hay bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l Hikmeti’l Meşrikiye’dir.

Özalp’in kapsamlı değerlendirmelerini, İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan eseri izler. İbn Tufeyl’in eserindeki Giriş bölümünden sonra Hay bin Yakzan’ın hikayesi yer alır. Hikayenin birinci bölümünde, Hay bin Yakzan’ın doğumuna dair iki varsayım yer alır. İlk varsayıma göre, Hay, bir orta kuşak adasında, organik özellikler kazanmış, tüm elementleri muhteşem bir biçimde dengelenmiş bir çamurdan meydana gelmiştir. İkinci varsayım ise komşu adadaki hükümdarın kız kardeşinin yaptığı gizli bir evlilik sonucu dünyaya gelmiştir ve ardından annesi tarafından bir sandığa konulmuş, sandık bu adaya ulaşmıştır.

İkinci bölüm, bir ceylanın Hay’ı bularak onu büyütmesine ayrılmıştır. Bir gün anne ceylan ölür. Hay’ın soru sormasına sebep olan olay, çok sevdiği annesi ceylanı kaybetmedisir. Bu noktadan sonra Hay’ın çeşitli akıl yürütmeleri ve gözlemlerine dayarak sahip olduğu bilgiler ışığında ölümü anlama çabasına yer verilmiştir. Hay’ın bizi canlı kılan şeyin ne olduğunu anlamanın peşine düşer. Ateşi farketmesi, alet yapmaya başlaması ise devam eden yolculuğunun parçalarıdır.

Üçüncü bölümde, günlük hayat pratiklerini belirli düzene sokmayı başaran Hay’ın, varlığın özüne doğru yaptığı yolculuk konu edilir.

Dördüncü bölümde, artık Hay, ruh ve neslere dair yaptığı akıl yürütmelerle birlikte astronomik gözlemlere de başlamıştır.Tüm duyulara ve akla dayalı pratiklerden sonra Hay, bir yaratıcı zorunlu olduğu çıkarımına ulaşır. Bu, herşeyi yaratarak, aleme mükemmel bir düzen veren mutlak ve tek yaratıcıdır.

Beşinci bölüm, insanın gerçekliği ve mutluluğu, insanın mutluluğu, eylemin üç aşaması, eylemin nasıl gerçekleştirilebileceği konularıhakkında Hay’ın kattettiği mesafeler detaylı olarak ele alınmıştır.

Altıncı bölüm, Hay’ın kendisi gibi bir insanla yani Absal ile ilk karşılaşmasını, bir peygamber olarak Absal’ı tanımasını ve kabul etmesini, Hay’ın insanlara hakikati anlatmak arzusu ile Absal’ın eski adasına gitmeleri ve burada Hay ile Salaman’ın karşılaşmalarını detaylarıyla anlatır. Bu bölümde Hay, insanların kendi istek ve arzularına kapılarak hayatlarını geçirdikleri gerçeği ile yüzleşir. Hikayenin sonunda Hay ve Absal’ın, Salaman ve arkadaşlarıyla vedalaşarak adalarına döndüklerine, Hay’ın kendi yöntemlerini izleyerek yine eski makamlarına eriştiğine ve Absal’ın da Hay’ın yöntemlerini izleyerek yüksek makamlara çıktığı belirtilerek, hikayeye mutlu bir son verilir.

Son Söz’de İbn Tufeyl, herkese açıklanmayan önemli hikmet ve sırların anlatıldığının, bu bilgileri herkesin anlayamayacağının altını çizer.

Gerek İbn Sina’nın gerek İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan’ı hem hikayesi hem etkileriyle oldukça ilginçtir. Bir hikmet ve hakikat yolculuğunun[7] hikayesi olması yanında, insan-doğa, insan-insan ve insan-Tanrı ilişkilerini ele almasıyla da dikkat çekici bir eserdir. Farabi’nin El Medinet’ül Fazıla eserinden sonra Doğu’da öne çıkan, insan eli değmemiş tabiatta fıtri akıl ile nelerin ortaya çıkarabileceğini ortaya koyan, en önemli ütopya örneğidir.[8]Anlaşılacağı üzere, oldukça geniş bir alan ve coğrafyada etkilere sahip bu eseri, mukayeseli yorum ve yaklaşımıyla yeniden basan seafoodplus.info Özalp’a teşekkür ediyoruz.

KAYNAKÇA
DEVELLİOĞLU, Ferit, “Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, A-Z, Aydın Kitabevi, Baskı, Ankara

İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, “Hay bin Yakzan Maddesi”, Cilt 16, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul

ÖZALP, N. Ahmet, “Hay bin Yakzan”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

TÜRKER, Ömer, “Hayy b. Yakzan: ‘İnsanlık Adasında Yalnız Bir Hakikat Yolcusu”, Sosyoloji Dergisi, Sayı, İstanbul /1 seafoodplus.info

YUMUŞAK, Firdevs Canbaz, “Ütopya, Karşı Ütopya ve Türk Edebiyatında Karşı Ütopya Geleneği”, Bilig, Sayı, seafoodplus.info

DİPNOTLAR

[1]İşarat, Dokuzuncu Nemat, Makamatü’l-Arifin, s. , Leiden ; N. Ahmet Özalp, Hay bin Yakzan, s. 28, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

[2] N. Ahmet Özalp, age, s.7

[3] Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, A-Z, Aydın Kitabevi, Ankara

[4] Ferit Develioğlu, age

[5] “Hay bin Yakzan”,İslam Ansiklopedisi, c, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul , s.

BUNLARI DA SEVEBİLİRSİNİZ

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir