hicretle ilgili ayet / HİCRET - TDV İslâm Ansiklopedisi

Hicretle Ilgili Ayet

hicretle ilgili ayet

Hicret Ne demek? Hicret hakkında ayet hadis ve kıssalar

AYET-İ KERİMELER

   Tevbe / 20. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.

   Bakara / 218. İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.

   Nisa / 100. Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

  Nahl / 41. Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.

   Al-i İmran / 195. Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfat, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın güzeli O’nun katındadır.

HADİS-İ ŞERİF

   * Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:”Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” 

   * Abdullah lbnu Sa’dî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına bir heyet olarak geldik. Ben:     “Ey Allah’ın Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir kavim bıraktım” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:”Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir” buyurdu.”

   * Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:”Onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.”

   * Safvan İbnu Abdirrahman el-Kureşi rivayet ediyor: “Fetih günü babamı Aleyhissalatu  vesselam’ın yanına getirdim ve: “Ey Allah’ın Resulü! Babama hicretten birpay ayır!” dedim. Resulullah: “Artık hicret kalmadı” buyurdular. Ben de gidip (Resulullah’ın hatırını hiç kırmadığı sevgili amcası) Abbas radıyallahu anh’ın yanına gittim, “Beni tanıdın mı?” dedim.      “Evet!” deyince, arzumu ona açtım, babama hicretten bir nasip ayırması için Resulullah nezdinde şefaatte bulunmasını rica ettim. Kabul etti ve Abbas, üzerinde cübbesi olmaksızın gömlekli olarak evinden çıktı (huzur-u nebeviye gelip: ) “Ey Allah’ın Resulü! Falancayı ve onunla aramızdaki (dostluğu) biliyorsun. O, size hicret üzere biat etmesi (ve böylece muhacir olma sevabından bir pay alması) için, babasını getirdi” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: “Artık hicret yok!” buyurdular. Abbas hazretleri: “(Bu adamın babası ile hicret şartıyla biat etmesi için) senin üzerine yemin ettim” dedi. Aleyhissalatu vesselam elini uzatıp adamın elini meshetti ve: “Amcamı yemininden kurtardım, hicret yoktur!” buyurdular.” 

  * Bera İbnu’l-Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anh, evinde babama uğradı. Ondan bir semer satın aldı. (Babam) Azib’e:

     “Benimle oğlunu gönder, onu evime kadar götürüversin!” dedi. Babam bana:    “Hay onu götürüver!” dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber çıktı, bedelini alacaktı.

Babam, Ebu Bekr’e:

     “Ey Ebu Bekr! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’la (hicret ettiğin) gece ne yaptınız?” diye sordu.    “Evet o gece yürüdük. Ertesi günü de öğle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi, hiç kimseye rastlamadık. Önümüze uzun bir kaya çıktı. Kayanın henüz güneşin değmediği bir gölgesi vardı. Yanına konakladık. Ben kayanın yanına geldim. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın duldasında uyuması için eIimle bir yeri düzledim. Sonra oraya bir post yayıp:     “Ey Allah’ın Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup şurada) uyuyun, ben etrafınızı gözetlerim!” dedim.

   Derken yatıp uyudu, ben de çıkıp etrafını gözetlemeye başladım. Kayaya doğru sürüsüyle gelmekte olan bir çobanla karşılaştım. O da bizim gibi gölgeye sığınmak istiyordu.     “Sen kimlerdensin ey delikanlı?” diye sordum. Medine veya Mekke’den bir adama aitti. Ben tekrar:

     “Koyununda süt var mı?” dedim.

     “Evet!” dedi.

    “Sağar mısın?” dedim.

     Tabii dedi ve sağmak üzere bir koyun yakaladı.

   “Memede kıl, toz-toprak çer-çöp olabilir, bunları bir çırp!” dedim. Dediğimi yaptı, beraberindeki bir kaba bir miktar süt sağdı. Benim de yanımda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm için taşıdığım bir kap vardı. İçmede, abdestte onu kullanırdı. (Sütü kendi kabıma aktararak) Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldim. Uyuyordu. Uyandırmak istemedim. Uyanıncaya kadar yanında durdum. Süte biraz su kattım, dibi serinledi.

     “Ey Allah’ın Resülü, buyurun için!” dedim. O içti ben de memnun oldum. Sonra: “Yola koyulma vakti gelmedi mi?” dedi.

     “Evet!” dedim. Güneşin zevâlinden sonra hareket ettik. Peşimize Sürâka İbnu Mâlik İbni Cu’şem düştü. Biz sert bir arazide yürüyorduk.

     “Ey Allah’ın Resülü, bize yaklaştı!” dedim.

     “Üzülme! Allah bizimledir!” buyurdu. Aleyhissalâtu vesselâm, Sürâkaya beddua etti. Derhal atının ön ayağı karnına kadar yere saplandı.

   Sürâka:”Anladım ki, siz bana ilendiniz. Ne olur benim için dua edin. Allah için ben de takipçileri sizden geri çevireceğim!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri döndü. Yol boyu her kime rastladı ise:     “Ben size bedel burada gereken (aramayı) yaptım (kimse yok)!” dedi. Böylece her kime rastladı ise geri çevirdi. Hülasa, bize verdiği sözü tuttu.” 

   * Hazreti Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: “Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum. Onlar bu sırada başlarımızın üstünde idiler. “Ey Allah’ın Resûlü dedim, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlaka görürler!” dedim. Bunun üzerine:    

“Ey Ebu Bekr!” buyurdular, “Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne zannediyorsun?” 

   * Abdullah lbnu Sa’dî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına bir heyet olarak geldik. Ben:     “Ey Allah’ın Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir kavim bıraktım” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:”Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir” buyurdu.” 

   * Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:     “Onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.” 

   * Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “(Sahabîler lslâmi takvimin başlangıcını tesbit ederken) ne Resulullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bi’set zamanına, ne de vefat zamanına itibar etmediler. Fakat Medine’ye gelişine itibar ettiler.” 

   * İbnu Amr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam, cihada iştirak etmek için Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’den izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Annen baban sağlar mı?” diye sordu. Adam: “Evet” deyince: “Onlara (hizmet de cihad sayılır), sen onlara hizmet ederek cihad yap” buyurdu.

   * Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, Allahu Teâla’nın kadınları hicretle ilgili olarak zikrettiğini hiç işitmiyorum, niçin? diye sordum.     Bu sorum üzerine şu âyet indi: “Rableri dualarını kabul etti: Bir birinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkanların, yolumda ezâya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katında bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katındadır.” (Âl-i İmrân, 195).

   * İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) şu iki ayet hakkında aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: “Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihâd edenler ve Muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar” ve “İnanıp hicret etmeyenlerle, -hicret edene kadar- sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür. İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve Muhacirler’i barındırıp, onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır. Sonra inanıp hicret eden ve sizinle birlikte savaşanlar, işte onlar sizdendir.” Bedeviler muhacire varis olmazdı, muhacir de ona varis olmazdı. Bu durum nesh edildi. Ayet şöyle buyurdu: “Birbirinin mirascısı olan akraba Allah’ın kitabına göre birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah her şeyi bilir” (Enfal, 22-25).

   * İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ),“Ey iman edenler, eşlerinizin evlatlarınızın içinde hakikaten size düşman olanlar da vardır. O halde onlardan sakının..” (Teğâbün 14) meâlindeki ayet hakkında şu açıklamayı yaptı: “Bu hitaba maruz kalan kimseler bir kısım Mekkeli erkeklerdir. Bunlar, hicret ederek Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelmek isterler, fakat kadın ve çocukları kendilerini terketmelerini istemeyerek hicretlerine mümânaat etmişlerdir. Bu kimseler bilâhare hicret edip gelince, halkın, din hususunda çok şey öğrenmiş olduğunu görürler. Bunun üzerine (kendilerinin önceden hicret etmelerine mâni olan) zevce ve evlâtlarını cezalandırmak istediler. Bu hâl karşısında Cenab-ı Hakk mezkur âyeti inzâl buyurdu.” 

   * Hazreti Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: “Muharcirler hicretle Medine’ye gelip (Ensar’ın yardımlarını gördükleri) vakit şöyle dediler: ” Ey Allah ‘ın Rasûlü ! Biz, çok maldan böylesine cömertce veren, az maldan da yardımı böylesine güzel yapan aralarına inmiş bulunduğumuz şu Medinelilerden başka bir kavmi hiç görmedik! Bize bedel işlerimizi yaptılar, hayatımızı düzene koymada yardımcı oldular. Biz (hicret ve ibadetlerimizle kazandığımız) sevapların hepsini onlar alacak diye korkuyoruz !”  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi: ” Hayır! Onlar sizin dua ve teşekkürlerinizden hâsıl olan sevabı alacaklar. “

   * Şeddâd İbnu’l-Hâd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir bedevî gelerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a iman etti. Sonra da sordu:   “Seninle hicret edeyim mi?”   Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu ashabından birine teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim etti ve bedevîye de bir pay ayırdı. Bedevî:   “Bu nedir?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):   “Bu payı sana ayırdım” dedi. Adam:  “Ben bunun için sana tâbi olmuş değilim, ben eli ile boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem için sana tâbi oldum” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:   “Sen Allah’a sâdık oldun mu o da sana sâdık olur (dilediğini verir)” dedi.

   Askerler bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukâtele etmek üzere kalktılar. Adamcağızı, az sonra sırtlayıp Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):     “Bu, o adam mı?” diye sordu: “Evet, odur!” dediler. “Öyleyse o Allah’a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat gösterdi” dedi.    Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vessselâm)’ın cübbesi ile kefenlendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenazeyi öne çıkardı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan işitilenler arasında şu da vardı: “Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzere memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhidlik ediyorum.” 

HİCRET

   Hicret, altında çok büyük ma’nâ ve büyük hakikatlar yatan oldukça büyük bir mes’ele, mukaddes göç tür. Bu kelime, insanın, bir beldeden bir beldeye hicret etmesini ifade ettiği gibi, insanın bir düşünceden başka bir düşünceye hicret etmesini de ifade eder.

   Hicret, gerçekten Allah‘ın hoşuna giden makbul bir ameldir. Çünkü hicret eden kimse Allah için çok büyük bir fedakârlığa katlanmaktadır. Evet, dünyada bir insan ailesini, evlad ü ıyâlini, doğduğu yeri çok sever.Çok sevdiği bu şeyleri Allah için terketmek imanın en üst derecelerindendir.

   Çekilen ızdırap ve sıkıntı, hedefin büyüklüğü ile mebsûten mütenasiptir (doğru orantılı). Meâlîye ulaşmak için, kalbî ve rûhî hayata açılmak gerekir. Orada ifade edilmesi gereken bir husus daha vardı: Hadis-i şerifte, “Muhacir, günahlardan hicret edendir” buyurulur. Nefisten rûha, cismânî hayattan kalb ve rûhun derece-i hayatına hicret. Böyle kalbî ve rûhî seyahatle maddî hicret arasında zorluk ve keyfiyet bakımından herhangi bir fark yoktur. Her ikisinde de, mebde’ ile müntehâ arasındaki mesafe çok uzundur; yolculuk da çok zordur ve çok meşakkatlidir. Ama kalbinde böyle bir yolculuğu duymayan, böyle bir yolculuğa hiç çıkmamış insan, hep düz bir Müslüman olarak kalır ve hadis-i şerifte belirtilen hicretin ne olduğunu asla anlayamaz.

Kuranda hicret ayetleri, hicret ile ilgili ayetler, Kurani Kerimde hicret …

Kuranda hicret ayetleri, hicret ile ilgili ayetler, Kurani Kerimde hicret …

Kayıtsız Üye
Kuranda hicret ayetleri, hicret ile ilgili ayetler, Kurani Kerimde hicret …


Cevap: Kuranda hicret ayetleri, hicret ile ilgili ayetler, Kurani Kerimde hicret …

imamhatipli42
Bakara 218- Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat yapanlar, işte onlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.

Âl-i İmran 195- Rableri onlara şöyle cevap verdi: "Sizden erkek ve kadından amel eden hiçbir kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Siz birbirinizdensiniz. Hicret (göç) eden, yurtlarından çıkarılan, benim yolumda eziyet çeken, harbeden ve öldürülenlerin kötülüklerini mutlaka örteceğim ve mutlaka onları, Allah katından bir mükâfat olmak üzere, altından ırmaklar akan Cennetlere koyacağım. Mükâfatın güzeli, Allah katındadır.”

Nisa 89- Onlar, kendileri inkâr ettikleri gibi sizin de inkãr etmenizi, onlarla denk olmanızı isterler. Onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar, onlardan dost ve yönetici edinmeyiniz. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, nerede bulursanız onları öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.

Nisa 97- (Mücahitlere katılmayarak) kendilerine zulmedenlerin canlarını melekler alırken: "Nerede idiniz” (niçin mücahitlerle beraber değildiniz?) dediklerinde, "Biz yeryüzünde güçsüzdük” dediler. Melekler de: "Allah’ın arzı geniş değil miydi? Oralara hicret etseydiniz ya” dediler. İşte onların sığınağı cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir.

Nisa 100- Kim, Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde yerleşecek çok yer ve bolluk bulur. Kim, evinden Allah’a ve Rasülüne muhacir olarak çıkarsa, sonra da ölüm kendisine erişirse, muhakkak onun sevabı Allah’a düşer. Allah, bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Enfal 8/72- Şüphesiz iman edenler, hicret edenler, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenlerle onları barındıranlar ve onlara yardım edenler, birbirlerinin dostlarıdırlar. İman edip de hicret etmeyenler, hicret edinceye kadar sizin onlara hiçbir şekilde velayetiniz yoktur. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, sizin yardım etmeniz gerekir. Ancak aranızda antlaşma olan bir kavim aleyhinde değil. Allah yaptıklarınızı görür.

Enfal 8/74- İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat edenler ve onları barındıranlar ve yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. İşte onlar için mağfiret ve tükenmeyen rızk vardır.

Enfal 8/75- Bundan (Hudeybiye’den) sonra, iman edip de hicret edenler ve sizinle beraber cihat edenler, işte onlar sizdendirler. Zevi-l-erham/Akrabalar (mirasta) Allah’ın kitabında birbirlerine daha layıktırlar. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.

Tevbe 9/20- İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat edenler, Allah katında derecesi en büyük olanlardır. İşte onlardır kurtuluşa erenler.

Nahl 16/41- Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiretin mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

Nahl 16/110- Sonra şüphesiz Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihat edip sabredenlerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bunlardan sonra ğafur’dur, rahîm’dir.

Hac 22/58- Allah yolunda hicret eden sonra öldürülen veya ölenlere gelince elbette Allah onları güzel rızkla rızklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızk verenlerin en hayırlısıdır.

Hac 22/59- Onları hoşlanacakları yere sokacaktır. Allah her şeyi bilendir, halim’dir.

Nur 24/22- Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere (bir şey) vermemeye yemin etmesinler. Afvetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın sizi afvetmesini sevmez misiniz? Allah ğafur’dur, rahîm’dir.

Ankebut 29/26- Lût, Ona (İbrahim’e) iman etti ve "Ben Rabbime hicret ediyorum, şüphesiz O aziz’dir, hakim’dir” dedi.

Haşr 59/9- Onlardan (muhacirlerden) önce yurda (medine’ye) yerleşen ve iman sahibi olanlar (ensar) kendilerine hicret edenleri severler ve (muhacire) verilen (ganimet)ler konusunda yüreklerinde bir ihtiyaç duymazlar ve ihtiyaçları olsa bile onları (muhacirleri) kendilerine tercih ederler. Kim, nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.


Cevap: Kuranda hicret ayetleri, hicret ile ilgili ayetler, Kurani Kerimde hicret …

Fetva Meclisi
kuran’ı kerimde hicret kavramı

Kur’ân-ı Kerim’de hicret kelimesi geçmez. Ama, hicret kelimesinin türediği kök olan hecr kökünden gelen çeşitli türevler, -ki bunların tümü hicret/göç, ayrılmak, terk etmek anlamındadır- Kur’ân-ı Kerim’de toplam 31 yerde geçer. Allah yolunda hicret edenlere, hem dünyada güzel bir yer, hem de âhirette ecir vardır (16/Nahl, 41). Hicret eden, sonra öldürülen veya ölenlere Allah güzel rızık verecek, hoşnut olacakları bir yere yerleştirecektir (22/Hacc, 58-59). Zulüm ve kötülük diyarından başka bir diyara hicret, ya gönüllü olur, veya zorla yaptırılır. Allah, hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, kendi yolunda ezâya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örtecektir (3/Âl-i İmrân, 195). Öz diyarını zorla terk, yurttan sürülmek veya çıkarılmakla gerçekleşir. Bu durumda, zulme uğrayanların kendilerini savunma hakları da doğar (Bkz. 3/Âl-i İmrân, 195; 17/İsrâ, 76-77; 59/Haşr, 8).
Kur’an’ın hicretle kasdettiği göç, sadece bedensel olmayıp, kalbi Allah dışındaki şeylerden ayırıp Allah’a yönelmek anlamında da kullanılmaktadır. Kur’an buna Allah’a hicret veya Allah yolunda hicret demektedir (bkz. 29/Ankebût, 26).
Müslüman bir toplumun bir beldede hayatta kalma ve İslâmî olarak gelişme mücâdelesinde son alternatif hicrettir. Belli bir ortamda İslâm’ın gelişmesi ya da hayatta kalması ihtimali ortadan kalktığında ve bu yolda gösterilecek çabaların sonuçsuz kalacağı anlaşıldığında, bir kişi ya da grup o ortamı terketmeye karar verebilir. Bir kişi, şayet düzenli olarak teşekkül etmiş bir topluluğun üyesiyse ve topluluk hicret etmeye karar vermişse, o kişinin de toplulukla birlikte hicret etmesi gerekir. Kendi elinde olmayan şartlar dolayısıyla bunu yapamaması ayrı bir konudur (4/Nisâ, 98). Böylece hicret, bir iman imtihanı haline gelir (4/nisâ, 88-89; 8/Enfâl, 74). (Mustansır Mir, Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, s. 86)
Hicret eden, hakiki bir mü’min olduğunu ispatlar (8/Enfâl, 74-75). Allah’ın rahmetine mazhar olur (2/Bakara, 218), günahları affolunur (3/Âl-i İmrân, 195) ve hem bu dünyada, hem de âhirette büyük mükâfât kazanır (9/Tevbe, 20; 16/Nahl, 41; 22/Hacc, 58; 4/Nisâ, 100).
Hicret, Allah’ın mükâfât vaad edip övdüğü bir fiil olduğu gibi, hukukî haklar da getiren bir eylemdir. Başka bir müslüman topluluğun yanına hicret edenler, o topluluktan ekonomik yardım almaya hak kazanırlar (59/Haşr, 8). Hicret etmeyenler İslâmî devlettekilerden velâyet haklarını talep edemez (4/Nisâ, 89).
Hicret kavramı, Kur’an’ın Arap kültürüne hâkim fikirlerin anlamlarını nasıl dönüştürdüğüne güzel bir örnektir. İslâm öncesi şiirlerde sıkça bir kişinin yurdundan başka bir yere giderek onurunu koruma arzusu işlenirdi. Kur’an, bu şahsî onur anlamı yerine, bir dizi dînî ilke üzerinde kurulmuş bir topluluğun onuru anlamını ikame ederek ve kişisel bir duygunun yüceltilmesini bir imana ve ona bağlı cemaate bağlanmaya dönüştürerek hicretin mâhiyet ve gâyesini kökten değiştirmektedir.
Mü’min, yaşadığı ülkesinde yeterli şekilde inanç ve ibâdet hürriyetinden mahrum ise, inancına göre yaşayabileceği özgürlük ülkelerine hicret etmelidir. İmkân bulanların zulüm ülkesinden özgürlük ülkesine hicret etmeleri farzdır. İmkânları varken bunu yapmayanlar Allah katında sorumlu düşerler:
Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin). (29/Ankebût, 56).
Bu âyette Yüce Allah, mü’min kullarına yeryüzünün geniş olduğunu, özgürce yaşayabilecekleri bir yere gidip Kendisine kulluk etmelerini öğütlemektedir.
Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir. (4/Nisâ, 97).
Bu âyette hicret imkânı bulunan kimsenin, zayıflığını bahane ederek müşrikler arasında ezgin yaşamaya râzı olması kınanmaktadır. Bu âyette kast edilen hicret, din ve vicdan özgürlüğü uğruna göç etmektir. Hicret etme imkânına sahip iken putperestler arasında oturup onların baskılarına, hakaretlerine râzı olmak, hatta savaş çıkınca onların ordularına asker olup müslümanlara karşı savaşmak, onların düşüncelerini benimsemek demektir. Kişi sevdiğiyle beraber olduğuna göre, müslümanların düşmanlarını isteyerek destekleyenlerin yeri de elbette cehennem olacaktır. Tefsirlerin açıklamasına göre bir yerde dinin gereklerini yapamayan kişinin, imkân bulduğu takdirde başka yere, müslümanların arasına hicret etmesi farzdır. Ancak, hicret etme imkânı bulamayan güçsüz erkekler, kadınlar ve çocuklar mâzur/özürlü sayılırlar.
Mekke’de müslüman olanlardan bir kısmının oradan ayrılmayıp müşriklerle beraber kaldıkları, hatta Bedir Savaşında onların safında müslümanlara karşı savaştıkları rivâyet edilir. Herhalde böylelerin sayısı çok azdı. Çünkü müslümanların, Mekke’de kalsalar bile müşriklerle beraber müslümanlara karşı savaştıklarına dair yeterli delil yoktur. Gerçi Peygamber (s.a.s.)’in amcası Abbâs, müşriklerin safında Bedir Savaşına katılmıştı, ama o zaman henüz müslüman değildi. Hayber’in Fethinden önce müslüman olmuş, fakat müslümanlığını gizlemiş, ancak Mekke’nin Fethi gününde açıklamıştır. (S. Ateş, Kur’an Ans. 8/330-331)
"İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah ğafûr ve rahîmdir." (2/Bakara, 218)
Rableri, onların duâlarını kabul etti (Dedi ki ‘Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, Benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; andolsun, Ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Bu mükâfât, Allah tarafındandır. Allah, mükâfâtın en güzeli kendi nezdinde olandır. (3/Âl-i İmrân, 195)
(Münâfıklar) Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini velî/dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. (4/Nisâ, 89)
Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar: ‘Biz yeryüzünde müstaz’af/çaresiz idik’ diye cevap verdiler. Melekler de: ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte onların barınağı cehennemdir. Orası ne kötü bir gidiş (yeri)dir. Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnâdır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır. Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk/genişlik bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfâtı Allah’a âittir. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. (4/Nisâ, 97-100)
İman edip hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (mücâhidleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının velîleridirler. İman edip de hicret etmeyenler ise, onlar hicret edinceye kadar size onların velâyetinden/dostluğundan hiçbir şey yoktur.(Bununla beraber) Eğer onlar din husûsunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme/anlaşma bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir. (8/Enfâl, 72)
İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhâcirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır. Sonradan iman eden ve cihdet edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre rahim sahipleri (akrabâlar) birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundurlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (8/Enfâl, 74-75)
İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler derece/rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır. Rableri, onlara kendinden bir rahmet ve rızâ ile, onlar için içinde ebedî tükenmez bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfât vardır. (9/Tevbe, 20-22)
Eğer siz ona (Muhammed’e) yardım etmezseniz, (iyi bilin ki) iki kişiden biri olduğu halde (Rasûlullah ve Ebûbekir) kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları zaman Allah ona yardım etmişti. Hani onlar mağarada (Sevr mağarasında) idiler, (Ebûbekir korkunca Rasûlullah) o zaman arkadaşına, ‘üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu (melekler) ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın kelimesi/sözü ise (zaten) yücedir. Çünkü Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. (9/Tevbe, 40)
(İslâm dinine girme husûsunda) Öne geçen ilk muhâcirler ve ensâr ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (9/Tevbe, 100)
Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir grubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamber’i ve güçlük zamanında ona uyan muhâcirlerle ensârı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. (9/Tevbe, 117)
Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse âhiretin mükâfâtı elbette daha büyüktür. (Onlar,) Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir. (16/Nahl, 41-42)
Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin, onların bu amellerinden sonra, elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir. (16/Nahl, 110)
Onlar, seni yurdundan çıkarmak için neredeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki sünnet/kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın. (17/İsrâ, 76-77)
Ve şöyle niyâz et: ‘Rabbim! Gireceğim yere sıdk ile/dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana, tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver. (17/İsrâ, 80)
Onlar, başka değil, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir… (22/Hacc, 40)
Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen yahut ölenleri hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah’ın bizzat kendisi, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah onları, kesinlikle memnun kalacakları bir yere girdirecektir. Allah, kesinlikle tam bilgilidir, halîmdir. (22/Hacc, 58-59)
İçinizden fazîletli ve servet sahibi kimseler akrabâya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar; ferâgat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir. (24/Nûr, 22)
Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı mehcûr/terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular. (25/Furkan, 30)
Bunun üzerine Lût O’na iman etti ve (İbrâhim): ‘Doğrusu ben Rabbim (in emrettiği yer)e hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir’ dedi. (29/Ankebût, 26)
Ey iman eden kullarım! Şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız Bana kulluk edin (Eğer bir ülkede Bana kulluk etmeniz mümkün değilse, Bana rahatça kulluk edeceğiniz başka bir yere hicret edin). (29/Ankebût, 56)
(Rasûlüm! Şö sözümü) Söyle: ‘Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara hasene/iyilik vardır. Allah’ın yarattığı yeryüzü geniştir (Kâfirler arasında Allah’a karşı hakkıyla ibâdet ve itaatini yapamayan kimse, inancını yaşayacağı yere hicret edebilir). Yalnız sabredenlere, mükâfâtları hesapsız ödenecektir. (39/Zümer, 10)
Allah’ın verdiği bu ganîmet malları, yurtlarından ve mallarından çıkarılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhâcirlerindir. İşte sâdık/doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zarûret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Bunların arkasından gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin. (59/Haşr, 8-10)
Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (60/Mümtehıne, 10)
Onların (müşriklerin) söylediklerine sabret/katlan ve onları güzel bir şekilde terk et (ve’hcür). (73/Müzzemmil, 10)
Kötü şeyleri terk et (fe’hcür). (74/Müddessir, 5)


hicret ayetleri, hicret ile ilgili ayetler, hicret ile ilgili ayet

Bu kategoride yer alan Sözünde durmak hakkında ayetler başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Benzer Yazılar:

Hicretle ilgili bir ayet ve bir hadis bularak yazınız

“İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.” (Tevbe suresi, 20. ayet.)

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resulü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resulü içindir. Kim de elde etmek istediği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de onlar içindir.” (Buhârî, Bedu’l-Vahy, 1.)

Hicretle ilgili Ayet-i Kerimeler

Bakara / 218. İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.

Nisa / 100. Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Nahl / 41. Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükâfatı elbette daha büyüktür.

Hicretle ilgili Hadis-i Şerif

Hazreti Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:”Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resülünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.”

Abdullah lbnu Sa’dî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına bir heyet olarak geldik. Ben: “Ey Allah’ın Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artık hicretin sona erdiğini zanneden bir kavim bıraktım” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:”Küffârla kıtal edildiği müddetçe, hicret sona ermeyecektir” buyurdu.”

Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:”Onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.”

“Allah yolunda” olanlar, yani Allah’ın rızâsını elde etmek, O’nun iradesine uygun bir hayat yaşamak üzere, böyle bir hayatın mümkün olmadığı yerden mümkün olduğu yere hicret etmek, bu maksatla doğduğu, büyüdüğü, çevre ve imkânlar elde ettiği yurdunu terketmek isteyen kimseler bilmelidirler ki yeryüzünde gidilecek başka yerler vardır; buralarda da maddî ve mânevî nimetler, hürriyet ve rahatlıklar bulmak mümkündür. Zillet, baskı ve dinî hayatın devamı bakımından tehlike altında yaşamaktansa bu olumsuzlukların bulunmadığı yerleri aramak ve buralarda hayata yeniden başlamak denemeye değecektir.

97-100. âyetlerde Allah rızâsı için, Allah’ın dinini serbestçe yaşamak ve yaymak maksadıyla hicretin teşvik edildiği, hatta mazereti bulunmayan kimselerin kınandığı ve ceza göreceklerinin bildirildiği açıktır. Bu âyetleri destekleyen hadisler yanında onlara zıt gibi gözüken, daha doğrusu hicretin gerekli olduğu dönemi tarihî olarak sınırlayan hadisler de vardır. Bunların bazıları meâlen şöyledir:

“Müşrikle içli dışlı olan ve onunla beraber oturan kimse onun gibidir.” Ebû Dâvûd’un rivayet ettiği bu hadisin senedinde bazı kusurlar bulunmuş olmakla beraber ileride gelecek olan 140. âyetin bunu desteklediği ifade edilmiştir.

“Düşmanla savaş sürdüğü müddetçe hicret mecburiyeti devam edecektir.” Başka bir rivayette “tövbe kapısı kapanıncaya yani kıyamet kopmaya başlayıncaya kadar” kaydı vardır.

“Mekke fethinden sonra hicret mecburiyeti kalkmıştır; lâkin cihad ve iyi niyetle yurdundan ayrılmanın gerekliliği devam eder; bu sebeple savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın” (Buhârî, “Cihâd”, 1). Hz. Âişe bu hadise şöyle bir açıklama getirmiştir: “Bugün artık hicret mecburiyeti yoktur, daha önce mümin, dinini korumak, bu yüzden mâruz kalacağı baskıdan kurtulmak için Allah’a ve resulüne kaçıp sığınıyordu, bugün ise Allah İslâm’ı açıkça yaşanır hale getirmiştir, mümin nerede olursa olsun rabbine kulluk edebilir” (bu hadislerin kaynakları, sened tenkitleri ve açıklamaları için bk. Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 27 vd.).

İlgili âyetler ve hadisler birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuç şu olmaktadır: Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince müslümanlara iki sebeple hicret farz olmuştu: a) Peygamber’i desteklemek, gücünü arttırmak, müslümanlarla beraber olmak. b) İslâm’ı öğrenmek ve yaşamak için elverişli olmayan bir yerde, insanlara dinden dönmelerini sağlamak üzere baskıların uygulandığı bir çevrede oturmaya devam ederek imanını ve dinî hayatını tehlikeye atmamak. Mekke fethedilip en önemli düşman olan Mekke müşrikleri kontrol altına alınınca birinci gerekçe ortadan kalkmış oldu. Bundan sonra hicretin farz olup olmaması ikinci gerekçeye bağlı hale geldi. Belirleyici unsur kişinin dinî hayatı olunca hükmün de buna bağlı bulunması tabiidir. Klasik kaynaklar dârülküfrü (müslüman olmayanların kültür ve düzenlerinin hâkim bulunduğu ülkeleri, toplumları) potansiyel olarak “uygun olmayan çevre” kabul ettiklerinden, buradan dârülislâma göçülmesinin gerekliliği üzerinde durmuşlardır. Ancak günümüzde müslümanların siyasî ve kültürel hâkimiyetleri bulunan ülke ve toplumlarda belli bir dinî anlayış ve yaşayışa karşı baskılar yapılabilmekte, buna karşı gayri müslimlerin hâkim bulundukları ülkede din ve vicdan hürriyetinin sınırları daha geniş olabilmektedir. Bu sebeple göç ve beraber oturma mecburiyetini “siyasî ve kültürel hâkimiyet” yerine “din, düşünce ve vicdan hürriyetine” bağlamak günümüz için daha geçerli gözükmektedir.

İbn Âşûr, hicretin hükmü bakımından müslümanın oturduğu yeri altı maddede incelemiştir. Aşağıda özetlenecek olan bu yaklaşım tarihe olduğu kadar günümüze de ışık tutacak, konu hakkında tutarlı bir fikir verecek niteliktedir:

a) Dindarlara baskı yapılan, her din veya belli bir din mensuplarının dinlerini terketmeleri istenen ülkeler. Burada oturan müslümanların uygun yerlere hicret etmeleri, tıpkı ilk dönem hicreti gibi farzdır. Nitekim Endülüs’te hıristiyan olmaya zorlanan müslümanların büyük bir kısmı katliama mâruz kalmış; hayatlarını kurtarabilenler her şeylerini bırakarak oradan hicret etmişlerdir. Bunların da önemli bir kısmının yollarda kaybolmalarına sebep olan bu hicret, hicrî 902’den 1016 yılına kadar sürmüştür.

b) Din yüzünden baskı yapılmayan, fakat müslümanlar için mal, namus ve can güvenliği de bulunmayan ülkeler. Dârülharp mahiyetinde olan böyle yerde mazeretsiz oturmak da câiz görülmemiştir.

c) Din yüzünden baskı, mal, can ve namus bakımından tehlike bulunmadığı halde müslümanlara, gayri müslimlere mahsus hukukun uygulandığı ülkeler. Bugün Batı’da, hıristiyanların yaşadığı ülkelerde böyle yapılmaktadır ve bu ülkelerde oturmanın hükmü konusunda İbn Âşûr, Mâlikîler’den, mekruh ve haram şeklinde iki görüş nakletmektedir.

d) Bir önceki maddeden farklı olarak müslümanlara, kendi dinlerine uygun hukuk kurallarının uygulandığı, şer‘î mahkemelerin hükümlerine, âlim ve müftülerin fetvalarına göre hareket edilmesine izin verilen ülkeler. Geçmişte Sicilya’da (Normandiyalı Roger zamanında) ve bir zamanlar İspanya’nın Gırnata bölgesinde böyle bir uygulama olmuş, bu durumda ne kalanlar göçenleri ne de göçenler kalanları kınamışlardır.

e) Yabancılara mağlûp olmuş, ağır şartlarla antlaşmaya razı olmuş sömürge, manda vb. durumundaki İslâm ülkeleri. Bu ülkelerde yönetimin başında müslümanlar bulunduğu ve İslâmî hükümler yürürlükte olup din yüzünden bir baskı da söz konusu olmadığı için hicret mecburiyetinin bulunmaması tabii görülmüştür.

f) Müslümanlara baskı yapılmamakla beraber başka inanç, ahlâk ve dünya görüşlerine mensup kimselere de diledikleri gibi yaşama hürriyeti verilen, bu sebeple İslâm’a aykırı birtakım uygulamaların açıkça görüldüğü, din ve ahlâk kurallarını çiğneyenlere karşı yalnızca sözlü uyarıya imkân verilen, bazan bunun da mümkün olmadığı ülkeler. Bazı fıkıhçılar böyle ülkelerden de hicretin farz olduğunu ileri sürmüşlerse de tarihte Ubeydîler zamanında Kayrevan’da, Fâtımîler devrinde Mısır’da bu vâkıa yaşanmış, fakat saygın âlimlerden hiçbiri ülkesinden göçmemiştir (V, 179-180). Şevkânî, bu son maddede özetlenen duruma işaret ettikten sonra şu görüşü ileri sürmüştür: “Doğru olan hüküm böyle yerlerden göçmenin farz olmadığıdır. Çünkü yalnızca açıktan günah işleniyor diye bir ülkeyi “küfür ülkesi” saymak ne naslara ne de akla uygun düşer” (Neylü’l-evtâr, VIII, 29). Fakih ve müfessir Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, İslâm’a aykırı söz ve davranışların açıkça ortaya konduğu ve karşı çıkılması da imkân dışında bulunan ülkelerde oturmanın câiz olmadığını bazı âyetlere (En‘âm 6/68 vb.) dayandırdıktan sonra hocalarından olup Mısır’da oturan Ebû Bekir el-Fihrî ile aralarında geçen şu ilginç tartışmayı aktarmaktadır:

– Mısır’dan kendi memleketine göçsen ya!

– Hâkim niteliği bilgisizlik ve akılsızlık olan bir yere göçemem.

– Mekke’ye göç et, Allah’ın ve resulünün misafiri olarak yaşa; biliyorsun ki, bid‘atların ve haramın yaygın olduğu yerlerde yaşamak câiz değildir!

– Burada birçok kimsenin hidayetine sebep oluyorum, halkı irşad ediyorum, tevhid inancını telkin ediyor, birçok yanlış inancı engelliyorum, insanları Allah yoluna çağırıyorum... (I, 485).

Bu nakillerden de anlaşıldığı üzere kitaplara geçen teorik açıklamalar her zaman ve mekânda ihtiyacı karşılamaya, en uygun davranışı belirlemeye yetmemektedir. Tutulması gereken yol ve yöntem, âyetlerin ve hadislerin amacını kavramak ve ona göre davranmaktır.


Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 124-127

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir