hikayeli türkü / hikayeli türkü - Nedir Ne Demek

Hikayeli Türkü

hikayeli türkü

Hikayesi Olan Türküler Hangileridir? Kısaca Hikayeleri Nelerdir?

Haberin Devamı

Hekimoğlu

Kara Tren Gecikir

Çanakkale Türküsü

Sarı Gelin

Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

Kısaca Hikayeleri Nelerdir?

Hekimoğlu

Hekimoğlu türküsü birçok kişi tarafından dinlenilen ve sevilen bir türküdür. Bu türkünün hikayesi ise oldukça ilgi çekicidir. Fatsa'da yaşamını sürdüren Hekimoğlu İbrahim genç bir delikanlıdır. Gürcü Sefer Ağa'nın yanında çalışan Hekimoğlu onun kızına aşık olur. Daha sonra birbirlerini severler ve aşk yaşamaya başlarlar. Ancak kızın nişanlısı bunu öğrenir ve aşıkların üzerine doğru harekete geçer. Bu çatışmada Hekimoğlu bir pusuya düşerek hayatını kaybeder.

Kara Tren Gecikir

Birinci Dünya Savaşı yıllarında savaşa giden kişileri bekleyenler kara trenin gelmesini dört gözle beklerlerdi. Ancak her zaman iyi bir haber gelmezdi. Bu yüzden kara tren gecikir türküsü yazılmıştır.

Haberin Devamı

Çanakkale Türküsü

Atalarımızın katılmış oldukları Çanakkale Savaşı'nda birçok kayıp yaşanmıştır. Bu büyük savaştaki kahramanlıkları anlatan Çanakkale Türküsü Kastamonu yöresine aittir.

Sarı Gelin

Sarı gelin türküsü en çok dinlenen türküler arasında yer almaktadır. Bu türkünün hikayesi ise Erzurumlu bir gençle Hristiyan olan Kıpçak Beyi'nin sarı saçlı kızı arasında geçmektedir. Kıza aşık olan Erzurumlu genç bu türküyü yazmıştır.

Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar

Genellikle kına gecelerinde söylenen bu türkü Zeynep adlı bir kızın hikayesini anlatmaktadır. Zeynep, gelin olarak gittiği köyden uzun yıllar dönemez ve bu yüzden yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar türküsü yazılmıştır.

“Hikâyesi Olan Türküler” 12 unutulmaz türkü ilk kez hikâyeleriyle birlikte tek albümde

Müzikseverler, “Hikâyesi Olan Türküler” isimli albümde, acı, hasret, sevda, vuslat ve sıla kokan türküleri, İBB Kent Orkestrası sanatçılarının sesinden gerçek hikâyeleriyle beraber dinleme imkânı bulacaklar. Anadolu’ya ait kültürel birikimi en yalın çizgilerle günümüze taşıyan albümde şu eserler yer alıyor:

Çanakkale içinde aynalı çarşı

Hastane önünde incir ağacı

Hey onbeşli onbeşli

Erzurum çarşı pazar

Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun

İncecikten bir kar yağar

Güvercin uçuverdi (Misket)

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar

Hekimoğlu

Kiziroğlu

Köroğlu (Benden selâm olsun Bolu Beyine)

Kışlalar doldu bu gün (Uzun hava)

 

Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun

Geçim derdiyle beli bükülen aileler, evlerinin reislerini, evlenme çağında oğlu olanlar da evlerinin delikanlılarını para kazanması için gurbete gönderirmiş. Anadolu’nun köy ve kasabalarından iş imkânlarının geniş olduğu büyük şehirlere özellikle de İstanbul’a çalışmaya gidenler senelerce oralarda kalırmış. Memlekette bıraktıkları eşleri, nişanlıları da sevdikleri adamın gurbet yolunu gözlermiş. Bu türkü de kocası İstanbul’a çalışmaya gidip senelerce dönmeyen bir kadının yaktığı bir ağıttır.

Yarim Istanbul’u Mesken mi Tuttun

Ağam İstanbul’ u mesken mi tuttun aman

Gördün güzelleri beni unuttun aman

Beni evinize köle mi tuttun aman

 

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar

Malkara’ya ait olduğu rivayet edilen bu ayrılık türküsü, uzak bir köye gelin giden Zeynep’in ailesine duyduğu özlemi anlatır. Zeynep’in gelin gittiği köy, kendi köyüne üç gün uzaklıktadır. Yedi yıl boyunca ailesini görmeyen Zeynep’in hasreti gün geçtikçe büyür. Zeynep de özlemini dindirmek için kendi yazdığı bu türküyü evinin bahçesinde söyleyip durur. Bu haline, kocasının kötü muameleleri de eklenen genç kadın hastalanır ve yataklara düşer. Halinin kötüleştiğini ve başka çaresi kalmadığını anlayan kocası karısının köyüne gider ve ailesini getirir. Zeynep’i yatağında kendinden geçmiş halde, bu türküyü söylerken gören annesi fenalık geçirir. Zeynep’in hasreti dinse de hastalığı iyileşmez ve ruhunu teslim eder. Bu türkü halen kına gecelerinde en çok söylenen türkülerin başında gelmektedir.

Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun

Ben annemi özlerim

Hem annemi hem babamı

Ben köyümü özlerim…

 

Hekimoğlu

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’da yaşayan bir delikanlıdır. Burada Gürcü Sefer Ağa’nın yanında çalışır ve onun kızına gönlünü kaptırır. Delikanlının kızla gizli görüşmeleri duyulunca, kızın nişanlısı olan Seyyid Ağa ve adamları Hekimoğlu İbrahim’in peşine düşer. Bir çatışma yaşanır. Bu çatışmada İbrahim, Sefer Ağa’nın önemli bir adamını öldürür. Bu olaydan sonra Hekimoğlu olarak anılmaya başlar. Dağa çıkar ve kaçarak yaşamaya başlar. Hekimoğlu’nun dağa çıktığını duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Yoksul halkla dostluk kuran, zenginlerden alıp fakirlere veren Hekimoğlu’nun ünü daha da artar. Himayesine birçok kişi girer. Gürcü beyinin korkulu rüyası olur. Bir gün Hekimoğlu’nun yeğenleri pusuya düşürülür. Bunu haber alan Hekimoğlu, intikam almak için pusu kurulan yere gider ancak kendisi de bu oyunda kurban olur. Uğradığı saldırıda ağır yaralanır ve can verir.

Konaklar yaptırdım döşetemedim

Ünye Fatsa bir oldu başedemedim

Ünye Fatsa arası ordu kuruldu

Hekimoğlu dediğin o da vuruldu

 

Güvercin Uçuverdi (Misket)

Ankara’da meşhur bir elma türü olan “misket” bu türküye ismini vermiştir. Evlerinin önündeki misket ağacına çıkıp yollarını gözlediği için sevdiği Osman Efe tarafından “Misket” adı konan Huriye’nin hikâyesini anlatan türküdür. Ankara’nın gözde efelerinden olan yakışıklı Osman Efe ile Huriye’nin gönlü zamanla birbirine kayar. Günlerden bir gün, yiğitliğiyle meşhur Kır Ağa Huriye’yi çeşme başında görür, kısa zaman sonra Misket’i istemeye gelir. Osman Efe ile Kır Ağa meseleyi kendi usullerince çözmek için karşı karşıya gelirler. Kazanan Misket’i alacaktır. Ancak kavga sırasında Osman Efe’nin yiğitliğini gören Kır Ağa çekilir ve Misket’i Osman Efe’ye bıraktığını söyler. Evine doğru gelenleri elma ağacının üzerinden seçmeye çalışan Misket, o kalabalık arasında Kır Ağa’yı görüp de Osman Efe’yi göremeyince başı döner ve ağaçtan düşer. Son nefesini veren genç kızın ardından Osman Efe bir feryat koparır ve bu türküyü yakar.

Güvercinim uyur mu

Çağırsam uyanır mı, ben yandım aman

Sen orada ben burada

Buna can dayanır mı

“Hikâyesi Olan Türküler” 12 unutulmaz türkü ilk kez hikâyeleriyle birlikte tek albümde Galeri - 1. Resim
“Hikâyesi Olan Türküler” 12 unutulmaz türkü ilk kez hikâyeleriyle birlikte tek albümde Galeri - 2. Resim

Türkülerimiz, buram buram Anadolu kokan, hasret kokan türkülerimizden ilk aklımıza gelenleri ve bu türkülerin hüzünlü öykülerini sizler için derledik.

Not: Muhtemelen çok yakında bu listeye bir bu kadar türkülük daha devam listesi yazarız, demedi demeyin.

Kırmızı Gül Demet Demet

Kırmızı gül demet demet
Sevda değil bir alâmet
Gitti gelmez o muhannet
Şol revanda balam kaldı

Kırmızı gül her dem olsa
Yaralara merhem olsa
Ol tabipten derman gelse
Şol revanda balam kaldı

Kırmızı gülün hazanı
Ağaçlar döker gazeli
Kara yağızın güzeli
Şol revanda balam kaldı

Annesinin tek oğlu Mehmet, Erzurum yöresinde yetiştirdikleri ürünleri, bugünkü Ermenistan’ın başkenti, o dönemler önemli ticaret merkezi olan Revan’a (Erivan) kervan ile götürüp satmaktadır. Karayağız, güçlü kuvvetli Mehmet, annesine her akşam bahçelerinden derlediği gül demetini getirir. ‘Sevgi ve saygı’ ifadesi olan gül demetini anne duvara asıp kurutur, onlara baktıkça oğlunu görür gibi olur. Ancak vebaya yakalanan Mehmet, Revan’da ölür ve bir çalı dibine gömülür. Bir Mehmet değildir ölen, kervanın çoğu da bu amansız hastalıktan kurtulamaz. Ağır ağır Erzurum’a giren kervanı analar, babalar, yavuklular meraklı gözlerle beklemektedir, ama gidenlerin çoğu gelmemiştir. Mehmet’in anası durumu öğrenince, deli olup dağlara düşer, elinde bir demet kırmızı gül, dilinde bu türkü… Ağıtlar yakıp dağlarda gezer durur.

Arda Boylarında Kırmızı Erik

Arda boylarında kırmızı erik
Halime’nin ardında on yedi belik
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genç yasta denizlere attın ya beni

Alıverin feracemi annecim diksin
O gıymatlı İsmail’e kendisi gitsin
Uyan uyan İreceb’im senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım

Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah annecim ah annecim yaktın ya beni
Bu genç yasta denizlere attin ya beni

Bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan Recep ve Zeynep’in huzurlarını köy ağasının oğlu İsmail bozmaktadır. İsmail de Zeynep’e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır. İsmail zenginliğinin verdiği cesaretle Zeynep’in annesine niyetini açıklar, o da İsmail’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak işbirliği yapar onunla. Sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan Recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. Ancak ağa güçlüdür, kendisine karşı çıkan Recep’i ağır bir şekilde cezalandırır. Uğradığı zulme dayanamayarak dağa kaçan Recep’in yokluğunda, Zeynep’in annesi ve ağanın oğlu Zeynep’i evlilik için ikna etmeye çalışırlar. Recep’in bir başka sevdiğinin olduğu ve ona kaçtığı söylentileri köye yayılır. Ve düğün hazırlıkları başlar. Recep ve can dostu Cemil ise dağda ağanın adamlarıyla mücadele ederler. Ağanın adamlarından kurtulmayı başaran arkadaşlar, bu sefer kendilerine dost gibi yaklaşan düşmanlarla savaşmak zorunda kalırlar. Düğün günü sevdiğini kaçırmaya çalışan Recep, sevdiğine bu dünyada kavuşamaz. Zeynep ve Recep’in dillere destan aşkları da bu türkü ile dilden dile dolaşır.

Kara Tren Gecikir

Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Kan dolar yüreğim gözyaşım dinmez

Yara bende derman sende
Ya kendin gel ya da bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Yıl 1915… Osmanlının birçok cephede savaştığı, her türden levazımın gerekli olduğu gibi her şeyden önce savaşacak askerin de gerekli olduğu yıllar. Büyük kayıpların verildiği, gidenlerin geri dönmediği çoğunun akıbetinin bilinemediği günler… İnsanımız istasyonlarda sabahlıyor, ümitle beklenen kara trenler kara haber getiriyor çoğu zaman. Anaların, bacıların, eşlerin, gözleri ağlamaktan fersiz düşmüş çaresiz bir bekleyiş sürüyor… Bekledikleri bir defa ölmüş ama her kara tren gelişinde sevenler bir defa daha ölüyor… Yorgun, bitkin ve başı eğik kara tren acı bir çığlık atarak uzaklaşırken kadınların inadına yaşatmaya çalıştıkları ümitleri, o korkunç bekleyişleri de bir ağıta dönüşüyor…

Sarı Gelin

Erzurum çarşı pazar leylim aman aman
İçinde bir kız gezer ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Erzurum’da bir kuş var leylim aman aman
Kanadında gümüş var ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Elinde divit kalem leylim aman aman
Katlime ferman yazar ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Palandöken güzel dağ leylim aman aman
Altı mor sümbüllü bağ ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Vermem seni ellere leylim aman aman
Niceki bu halimse ay nenen ölsün sarı gelin aman
Sarı gelin aman sarı gelin aman suna yarim

Sarı gelin, eski çağlardan beri Çoruh boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak Beyi’nin sarı saçlı, güzeller güzeli kızıdır. Erzurumlu bir delikanlı Kıpçak Beyi’nin bu güzel kızına âşık olur ve Erzurumlu delikanlı ile sarışın Kıpçak kızının arasında büyük bir aşk başlar. Sarışın Kıpçak kızına âşık olan delikanlının ailesi, oğullarının bu kız ile evlenmesine karşı çıkar. Delikanlı ise kıza deli gibi âşıktır ama bey de kızını vermez bu delikanlıya… Delikanlı nihayet sarışın güzel kızı kaçırmaya karar verir ve nihayet kaçırır. Kıpçak Beyi’nin adamları iki kaçak aşığın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra aşıkları bulup delikanlıyı öldürürler.

Yaslan Be Halil İbrahim

Dağda gızıl ot biter, içinde keklik öter
Eşkıyadan da beter, uslan be Halil İbrahim
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına yaslan be Halil İbrahim

Derede su durulur, daldan köprü kurulur
El yerine vurulur, aslan be Halil İbrahim
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına, yaslan be Halil İbrahim

Müfreze dağı sarar dağda kaçaklar arar
Geçit vermez kayalar, hızlan be Halil İbrahim
Kıvırcık saçlarına, kar düşmüş uçlarına
Dağın yamaçlarına yaslan be Halil İbrahim

Halil İbrahim 1931 doğumlu; Fatsa’da yaşayan, kıvırcık saçlı, şık giyinen, sırım gibi bir delikanlıdır. Saat, gramofon, şemsiye ve (gizlice) tabanca gibi aletlerin tamiriyle uğraşır. Gel zaman git zaman Halil İbrahim komşu köyden Ahmet Ağa’nın kızına aşık olur ve onu kaçırır, evlenirler. Bir müddet sonra Halil İbrahim karısını ve oğlunu köyde bırakıp askere gider. Askerdeyken Ahmet Ağa’nın kendi arazilerini üstüne geçirdiğini, kızı ile torununu da alıp köye götürdüğü haberini alan Halil İbrahim firar eder. Ormana yakın olan evinin yakınında saklanır, bazen de evine gider ama sonunda yakalanır, ceza olarak jandarmalarca telefon direğine bağlanıp dövüldüğü ve bu dayağın onun yaşamını değiştirdiği anlatılır. Cezasını çeken Halil İbrahim askerliğini tamamlayıp döner ama karısı, çocukları elinden alındığı için hayata küsmüştür, hep saklanarak yaşamaya başlar, eşi dostu da kalmamıştır artık. Silahsız gezemez olur ve evinde tamirat işleriyle uğraşmaya devam eder yalnız başına… 12 eylül öncesi Fatsa’da yapılan bir operasyonda Halil İbrahim teröristlerce yakılan evinden kaçar, ormanda saklanır ama jandarmalar tarafından bulunur, hiçbir suçu olmamasına karşın yıllar önce yediği dayağın korkusuyla kaçmaya kalkışır, Hasano deresinin köprüsünü sel almıştır, taşkın dereyi geçer, tam dağlara doğru kaçacakken başından vurulur ve kayalara yaslanır, ölürken bile yere düşmez Halil İbrahim…

Yemen Türküsü

Havada bulut yok bu ne dumandır
Mehlede ölüm yok bu ne şivandır
Bu Yemen elleri ne de yamandır

Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir

Kışlanın önünde çalınır sazlar
Gözlerim ağlıyor yüreğim sızlar
Yemen’e gidene ağlıyor kızlar

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasına bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de fesi var

Osmanlı Yemen çöllerinde zorlu bir savaşa tutulmuştur. Divanlar kurulur, savaş ve şartları haftalar boyu tartışılıp durulur. Sonunda Yemen ellerine, vilayetlerden birinde oluşturulacak bir alayla gidilmesinin mümkün olduğuna karar verilir. Düşünülür ki; bir tek vilayetten birlik oluşturulursa, bunlar hep akraba ve hısım olacakları için birbirlerine bağlılık ve dayanışmaları ile savaş alanından kaçmaları söz konusu olmaz. Haberler salınır, Osmanlının dört bir yanından uzun beklemelere karşın istekli çıkmaz bu oluşuma. Aslında istek olmasına olur da Osmanlının istediği gibi olmaz. Değişik vilayetlerden çıkan bu gönüllü sayısı da yeterli olmaz. Bu sırada Muş’tan Bulanık, Malazgirt ve Varto’dan bir ses yükselir Osmanlıya; “hepimiz varız, gönüllüyüz Yemen çöllerine gitmeye” Osmanlıya haber iletilir. Yetkililer bakar sayı yeterli, karar verilir ve Yemen çöllerine Muş’tan oluşturulan bir redif alayı gönderilir. Yemen’e gidilmesine gidilir ama hiçbiri de geri dönemez. İşte bu türkü gidip de gelemeyen o isimsiz kahramanların Muş’ta kalan sevgililerinin sesi, özlemi, elemi ve de acısıdır.

Humâ Kuşu Yükseklerden Seslenir

Humâ kuşu yükseklerden seslenir
Yar koynunda bir çift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gönül uslanır

Sen bağ ol ki ben bahçende gül olim
Layık mıdır yanim yanim kül olim
Sen bey olki ben kapında kul olim
Koy desinler bu da bunun kuludur

Erzurum’un Çiğdemli köyünde yaşayan Mustafa ve Gülbahar’ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Sevda çeken bu gençler ailelerinin rızasıyla evlenirler, fakat beraberlikleri çok sürmez. Seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler; okuyanı, okumayanı tümü askere çağrılmıştır. Vatan borcu namus borcudur. Bu kutsal görevden geri kalmak olur mu? Mustafa sevdasını evde koyarak ayrılır. Bu ayrılık o günlerde ölüme gitmek gibi bir şeydir. Belki de bir daha Gülbahar’ını göremeyecek, “gülüm” diye, doya doya koklayamayacaktır onu. Gülbahar’ın ise iki gözü iki çeşmedir ama elden ne gelir ki? Bağrına taş basarak Mustafa’sını uğurlar askere… Ama ne yazık ki gidiş o gidiştir… Aradan yıllar geçer fakat hiçbir haber gelmez. Öldü mü kaldı mı, kimse bir şey bilmez. Ev halkı artık Mustafa’dan umutlarını kesmiştir ama Gülbahar her sabah kalktığında bahçeye çıkar, yavuklusunun yoluna uzun uzun bakarak geleceği
günü bekler. Bekler ama ne gelen vardır ne de bir haber. Gülbahar her geçen gün erimiş, erimiş hatta ağlaya ağlaya göz pınarları da kurumuştur. Gelinlerinin bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir. Kayınbabası Gülbahar’ın her sabah yavuklusunun yolunu gözlemesine, uçan kuşlardan haber istemesine o kadar üzülür ki dayanamaz ve bu ağıtı yakar. Humâ kuşu yuvasından havalanan ve çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Mustafa’yı humâ kuşuna benzetir babası ve humâ kuşunun haberci bir kuş olmasına atfederek başlar söylemeye…

Mihriban

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştım, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesidir bu… Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim düğünde ailesiyle gelen misafir bir genç kız görür, tanışırlar… “Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu” manasındaki mihribandır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası yıkılır, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce kız küçük derler, bahane bulurlar ama bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler; kız nişanlıdır… Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca; “Bir daha bu evde onun ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der ancak yedi yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılır, eşsiz duygu yoğunluğu olan bu dizelerle aşkın gücünü anlatan şairimiz, Mihriban’dan aldığı “unutmak kolay değil” başlıklı mektup üzerine de şiirin devamını yazar…

“Unutmak kolay mı?” deme,
Unutursun Mihribanım.
Oğlun, kızın olsun hele,
Unutursun Mihrabanım

Ziya Türküsü

Çamlığın başında tüter bir tütün
Acı çekmeyenin yüreği bütün
Ziya’nın atını pazara tutun
Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler

At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar

Uzun olur gemilerin direği
Yanık olur anaların yüreği
Ne sen gelin oldun ne ben güveği
Onun için kapanmıyor gözlerim

At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar

Ham meyvayı kopardılar dalından
Beni ayırdılar nazlı yarımdan
Eğer yarım tutmaz ise salımdan
Onun için açık gider gözlerim

At üstünde kuşlar gibi dönen yar
Kendi gidip ahbapları kalan yar

Ziya yakışıklı bir delikanlıdır. Yozgat’ın Karacalar Köyü’ndendir. Aynı köyden Fikriye adlı kızı sever ve nişanlanırlar. Fikriye’nin babası Karacalar Köyü imamı Ali Hoca’dır. Ali Hoca Kızıltepe Köyü’ne imam olur. Ziya sık sık nişanlısını görmeye at sırtında gider. İki taraf da birbirini oldukça sevmektedir. Ziya bir gün ekin sularken üşütür ve karın ağrısından şikayet eder. Doktora gider ama fayda bulamaz, bir hafta içinde ölür. Bir başka söylentiye göre, Ziya Bey yakışıklı, at düşkünü, çok iyi atan binen, iyi cirit oynayan bir yiğittir. İki köy arasında oynanan ciritte attan düşer orada ölür. Fikriye, nişanlısının ani ölümü karşısında duyduğu acıyı ve kederi şiire döker böylece Ziya Türküsü ortaya çıkar.

Hastane Önünde İncir Ağacı

Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baştabib geliyor zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu

Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın

Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat’a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemezler. Genç tedavi için İstanbul’da hastaneye yatar, odasının penceresinden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla bu türküyü söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat’a getiremez, İstanbul’da kalır.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir