huzaalılar / Sahâbî Büdeyl b. Verkâ‘ el-Huzâî’nin hayatı

Huzaalılar

huzaalılar

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

 

-Hicretin Sekizinci Yılı-

Mekke'nin Fethi (1)

 

Hudeybiye'de müslümanlarla müşrikler arasında yapılmış olan antlaşmanın maddelerine göre Arap kabileleri iki taraftan biriyle anlaşıp birleşmekte serbestti. Bu antlaşma Arabistan'ın diğer kabilelerine de iki taraftan birinin himayesine girmek hakkını tanıyordu. Antlaşma yapıldıktan sonra Huzâa kabilesi bu hakka dayanarak müslümanların himayesini kabul etti. Bekir oğulları kabilesi de Kureyşliler'in himayesini kabul etti. Halbuki Huzâa kabilesi ile Bekir oğulları birbirleriyle geçinemezlerdi. Aralarında kanlı savaşlar bile olmuştu. Huzâalılar'la Hâşimîler arasında ise İslâm'dan önce yapılmış bir ittifak vardı. İslâm'ın doğuşundan sonra da Huzâalılar bu ittifâkı unutmamışlar, her zaman Resulullah Aleyhisselâm tarafını tutar olmuşlardı. Müslümanlarla ilgili Mekke-i mükerreme'de olup biten her şeyi gizlice Resulullah Aleyhisselâm'a bildirirlerdi. Hendek savaşı hazırlığını da onlar haber vermişlerdi.

Hicret'in sekizinci yılının Şaban ayında Kureyş'in himayesine güvenen Bekir oğulları, bir gece Resulullah Aleyhisselâm'ın himayesinde bulunan Huzâalılar'a birdenbire saldırdılar. Kureyşliler de Bekir oğulları kabilesine silâh vermişler ve kıyafetlerini değiştirerek onlara gizlice yardımda bulunmuşlardı. Bu baskın hâdisesinde Huzâalılar'dan yirmi üç kişi ölmüştü.

Bu saldırı üzerine Amr bin Sâlim başkanlığında Huzâalılar'dan kırk kişilik bir heyet, Medine'ye koşup Kureyş'ten şikâyet ederek Resulullah Aleyhisselâm'dan yardım istediler.

Anlattıklarına göre Huzâalılar Harem-i şerif'e sığındıkları halde, Bekir oğulları, reisleri olan Nevfel'in: "İntikam fırsatını kaçırmayın!" demesi üzerine Harem'e hürmet etmeyerek üzerlerine hücum etmişlerdi.

Kureyş'in Bekir oğulları kabilesi ile birleşerek Huzâa'ya saldırması açıktan açığa Hudeybiye antlaşmasını ihlâl etmek demekti. Resulullah Aleyhisselâm bu durumu tafsilâtıyla öğrenince çok üzüldü. Huzâalılar'a yardım vaadinde bulundu. "Huzâalılar'a yardım etmezsem yardımsız kalayım; hem de kendime ve yakınlarıma yardım eder gibi." buyurdu ve onları yurtlarına geri gönderdi. Mekkeliler'e de sert bir ültimatom göndererek şu üç tekliften birinin kabul edilmesini kendilerine bıraktı:

1. Ya öldürülen Huzâalılar'ın âilelerine diyet ödenecek,

2. Veya Bekir oğulları kabilesini himaye etmekten vazgeçilecek.

3. Bu iki şarttan biri kabul edilmediği takdirde Hudeybiye antlaşması bozulmuş sayılacak.

Kureyşliler zaten hoşlanmadıkları üçüncü teklifi kabul ettiklerini bildirdiler. Artık antlaşma resmen bozulmuş oluyordu.

 

Barışı Yenileme Arayışları:

Aradan kısa bir zaman geçmedi ki Kureyş'in ileri gelenlerinin içini bir telâş kaplamaya başladı. Antlaşmayı bozmanın doğuracağı vahim neticeyi düşündükçe yüreklerini korku sardı, hatalarını anladılar ve barışın yenilenmesi için Ebu Süfyan'ı Medine-i münevvere'ye kadar yolladılar. Fakat geç kalmışlardı, iş işten geçmiş bulunuyordu.

Ebu Süfyan daha henüz Medine-i münevvere'ye gelmeden önce Resulullah Aleyhisselâm işin neticesini Ashâb'ına haber verip şöyle buyurmuştu:

"Ebu Süfyan Hudeybiye Antlaşmasını takviye etmek ve müddeti uzatmak için yanıma gelmek üzeredir. Fakat bu arzusuna eremeden öfke ile geri dönecektir."

Ebu Süfyan Medine-i münevvere'ye gelince şaşırakaldı. Çünkü Medine bu haberle çalkalanıyor, herkes bu hadiseden bahsediyordu. Doğrudan Resulullah Aleyhisselâm'la görüşmeye cesaret edemedi. Onun için önce kızına gitti. Kızı Ümmü Habibe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in aracı olmasını isteyecekti.

Kızı babasını içeri aldı. Resulullah Aleyhisselâm'ın oturduğu yere onu oturtmak istemediği için, minderi toplayıp kaldırdı. Bunun farkına varan Ebu Süfyan: "Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere lâyık görmedin?" diye sordu. Ümmü Habibe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz:

"O Resulullah'a âittir. Sen ise müşriksin, pissin. O mindere oturmaya lâyık değilsin!" diye cevap verdi.

Çünkü bir müslümana göre akrabalık başka şey, iman birliği daha başka şeydi.

Kızının bu davranışı karşısında Ebu Süfyan:

"Vallâhi kızım, bizden ayrılalı sana bir hâl olmuş!" demek zorunda kaldı.

Kızının yanından öfke ile ayrılan Ebu Süfyan, Resulullah Aleyhisselâm'a başvurdu ise de bir cevap alamadı. Ashâb-ı kiram'ın ileri gelenleri ile bir bir görüştü, barışın yenilenmesi için desteklerini istedi. Fakat bütün gayretleri boşa çıktı, hiçbir netice elde edemedi. En son olarak Hazret-i Ali -radiyallahu anh-in tavsiyesi üzerine Mescid-i nebevî'ye gelen halka karşı: "Ey insanlar! Ben iki tarafı himayeme alıyor, Hudeybiye antlaşmasını yeniliyorum. Kimse benim ahdimi bozmaz!" dedi, fakat kimseden bir cevap bile alamadı, devesine bindi, ümitsiz olarak Mekke yolunu tuttu. Gördüklerine çok içerlemişti. Hiç kimseye söz geçirememiş, kendi kızına bile meram anlatamamıştı.

Ebu Süfyan dönüşünde olup bitenleri Kureyşliler'e anlattı, kendiliğinden barış ilân ederek döndüğünü söyledi. Kendisini dinleyenler:

"Sen hiçbir şey yapmamışsın! Kendi kendine ilân ettiğin barışın ne hükmü vardır? Sen bize sulh haberi getirmedin ki, emin olalım. Harb haberi getirmedin ki, hazırlanalım." diye söylenmeye başladılar.

 

Fetih Hazırlığı:

Ebu Süfyan bin Harb Mekke'ye döndükten sonra, Resulullah Aleyhisselâm savaşa karar verdi. Bir sabah namazından sonra Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-i yanına çağırdı, onun görüşünü sordu. Sonra Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in reyini aldı ve hemen hazırlıklara başladı. Kendisiyle müttefik olan kabilelere haberler gönderdi. Bütün askerlerin Medine'de toplanmalarını istedi. Uzaktaki müttefik kabilelere de kendi yurtlarından geçerken orduya katılmaları, yerlerinde beklemeleri emredildi. Mekke'ye karşı büyük bir sefer yapılacaktı. Bütün hazırlıklar gayet gizli idi. Mekke'nin bütün yolları bağlanmış, bu vazife Huzâa kabilesi'ne bırakılmıştı.

Resulullah Aleyhisselâm kendini Necid tarafında meşgul göstermek, dikkatleri başka tarafa çekmek için Ramazan ayının başında Ebu Katâde -radiyallahu anh-i askeri bir birlik ile Suriye yolu üzerindeki Îdâm vâdisi taraflarına gönderdi.

İslâmiyet'in doğuşundan beri Kureyşliler'in, Mekke devrinde olsun, Medine devrinde olsun, müslümanlara karşı yapmadıkları kötülük kalmamıştı. Hatta müslümanlığı ortadan kaldırmak ve Medineliler'in Resulullah Aleyhisselâm'ı kendilerine teslim etmeleri için üç defa Medine'ye saldırıda bulunmuşlardı. Artık bu cânileri cezalandırmak zamanı gelmişti.

Müslümanlığın temeli olan Tevhid inancının en büyük âbidesi Kâbe-i muazzama idi. Fakat içi ve dışı üç yüz altmış tane put ile doldurulmuştu. Bu putları temizlemek, Tevhid inancının merkezinde puta tapıcılığı ortadan kaldırmak esasen Resulullah Aleyhisselâm'ın en büyük gayesi idi.

Hedef resmen ilân edilmemekle birlikte Medine'de topyekün sefer hazırlığı görünümünde fetih hazırlığı sürdürülmekteydi.

Harp malzemeleri temin ediliyor, develere denkler yükleniyor, atlar eğerleniyordu.


  ÖncekiSonraki  

Huzaa (Beni Huza) kabilesi...

Huzâa kabilesinin soyu ve şeceresi üzerinde ensâb ve İslâm tarihi âlimleri ittifak edememiştir. Büyük çoğunluk menşeini Güney Arabistan'daki Kahtânîler'e bağlarken bazıları kabilenin Adnânîler'in bir kolu olduğunu ileri sürer. İbn Hazm, Huzâa'nın Adnânîler'den geldiğinde şüphe bulunmadığını belirtir (Cemhere, s. 235). Bu görüşü delillendirmek üzere birtakım hadisler nakledilmiştir (Buhârî, "Cihâd", 78, "Enbiyâʾ", 12, "Menâḳıb", 9). Huzâa'nın Kahtân soyundan olduğu görüşünü savunanlar ise genellikle şu şekilde bir şecere verirler: Huzâa b. Amr b. Lühay (Rebîa) b. Hârise b. Amr Müzeykıyâ b. Âmir b. Hârise b. İmruülkays b. Sa'lebe b. Mâzin b. Ezd. Kabilenin menşeini Güney Arabistan'a bağlayanlara göre, yaklaşık V. yüzyılda San'a'daki Me'rib Seddi'nin yıkılacağı anlaşılınca aralarında Huzâa'nın da bulunduğu Ezd kabileleri topluca kuzeye doğru göçmüşler, Mekke civarına geldiklerinde diğer kardeş kabileler daha kuzeye doğru yollarına devam ederken Huzâa burada onlardan ayrılıp "geride kalmış" (inhazea / tehazzea) ve bundan dolayı o tarihten itibaren Huzâa adını almıştır. Huzâa'nın soyu konusunda birbirine zıt bu iki görüşü birleştirme çabasında olan rivayetler de nakledilmiştir. Belâzürî'nin yazdığına göre Kamea (Umeyr) b. İlyâs, kardeşleriyle arasında çıkan bir ihtilâf dolayısıyla Yemen'e göç ederek Ezd kabilesiyle ittifak kurmuş, bu sebeple soyu Ezd'e nisbet edilmiştir (Ensâb, I, 35). Süheylî ise Lühay henüz küçük yaşta iken babası Kamea'nın ölümü üzerine annesinin Yemenli Hârise ile evlendiğini ve Hârise'nin Lühayy'i evlât edindiğini söyleyerek böylece iki yönden de nesebin doğru olduğunu, kabileyi Kahtân'a bağlayan şecerenin Lühayy'i evlât edinmesi itibariyle Hârise'ye, Adnân'a bağlayan şecerenin ise onun öz babası olması hasebiyle Kamea'ya dayandığını belirtir (er-Ravżü'l-ünüf, I, 100).

Kaynaklarda mübalağalı bir şekilde 300, hatta 500 yıl sürdüğü nakledilen Huzâa'nın Mekke hâkimiyetinin nasıl başladığı konusundaki rivayetler de farklılık göstermektedir. Bunlardan genellikle benimsenen rivayete göre Güney Arabistan'dan göç sırasında Mekke yakınlarındaki Merrüzzahrân'da konaklayan kabile, o sırada Mekke'ye sahip olan Cürhümlüler'den geçici oturma izni istemiş ve talebinin reddedilmesi üzerine çıkan çatışmada galip gelerek bölgeye yerleşmiştir. Bunun ardından Cürhüm ile Huzâa'nın Mekke'de bir süre beraberce yaşadığı anlaşılmaktadır. Huzâa reislerinden Lühay (Rebîa) b. Hârise, Cürhüm'ün son reisi Hâris b. Mudâd'ın kızı Füheyre ile evlenmiş ve bu evlilikten Amr b. Lühay doğmuştur. Bu evlilik ise Kâbe'nin idaresini meşrû yoldan ele geçirebilmek için yapılmıştır. Nitekim Amr b. Lühay büyüyünce Cürhüm'ün zulüm ve ahlâksızlıklarını, hacılara revâ gördüğü haksızlıkları ileri sürerek Kâbe'nin muhafızlığında hak sahibi olduğunu iddia etmiş, bunun üzerine çıkan savaşta Cürhüm kesin bir yenilgiye uğrayarak şehirden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu sırada İsmâiloğulları sayılarının azlığı sebebiyle savaşa karışmamış, daha sonra Huzâa ile anlaşarak şehirdeki varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Mekke'de Huzâa hâkimiyetini kurarak büyük bir itibar kazanan Amr b. Lühay, Hz. İsmâil'in tebliğ ettiği tevhid dinini bozan, gittiği Belkā'dan Hübel putunu getirip Kâbe'nin yanına dikerek şehre putperestliği sokan ve bahîre, vasîle, sâibe, hâmî âdetlerini koyan kişi olarak bilinir (bk. AMR b. LÜHAY). Onunla birlikte kabile kalabalıklaşıp güçlenmiş ve birçok kola ayrılmıştır. Bu kollar arasında en güçlüsü Kâ'b b. Amr oğulları idi.

Huzâa, zaman zaman Kâbe muhafızlığının Araplar arasında siyasî, dinî ve iktisadî yönden sağladığı üstünlük imkânını elde etmek için Mekke idaresine göz diken çeşitli kabilelerin saldırısına uğradı. Amr b. Lühayy'in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Kâ'b zamanında Kays Aylân bu maksatla şehrin üzerine yürümüş, fakat mağlûp olarak çekilmek zorunda kalmıştı. Acelân bölgesinde de Benî Hüzeyl ile bir çarpışma meydana gelmişti. Kureyş ile yapılan muharebe ise Mekke idaresi açısından Huzâa'nın sonu olmuştur. Kureyş reisi Kusay b. Kilâb, Kâbe muhafızı Huleyl b. Hubşiyye'nin kızı Hubbâ ile evlenmişti. Huleyl yaşlılığı dolayısıyla görevlerini yürütemez duruma düşünce Kâbe'nin anahtarlarını kızı Hubbâ'ya verdi; böylece Kusay karısı vasıtasıyla elde ettiği anahtarlarla Kâbe'yi açıp kapatmaya başladı. Huleyl'in ölümü üzerine Kusay Kâbe muhafızlığını tamamen sahiplenmek isteyince Huzâa buna karşı çıktı; Kusay da Kinâneoğulları'nın ve Kudâa'nın yardımlarıyla Huzâa'ya karşı savaş açtı. Diğer bir rivayette ise bu savaşın sebebi olarak Kusayy'ın Kâbe'nin anahtarlarını bir tulum şarap karşılığında Ebû Gubşân el-Huzâî'den satın alması ve Huzâa'nın bunu kabul etmemesi gösterilir. Ebtah'ta yapılan savaşta her iki taraftan pek çok kişi ölmüş, fakat bir sonuca varılamamıştı. Bunun üzerine anlaşmazlığı halletmesi için iki tarafın rızâsı ile Ya'mer b. Avf b. Kâ'b'ın (eş-Şeddâh) hükmüne başvuruldu. Ya'mer idare hususunda Kusayy'ın lehine karar verdi; ancak Huzâa için de Mekke hareminde oturabilme ruhsatı tanıdı. Böylece bu tarihten itibaren hâkimiyet Huzâa'nın elinden çıkmış ve Kusayy'ın şahsında Kureyş'e geçmiştir. Yapılan antlaşma ile Huzâa'ya Mekke'de oturma izni verilmiş olmasına rağmen kabile mensuplarının birçoğu Hicaz'ın diğer yerlerine dağıldılar ve daha çok Merrüzzahrân'dan Medine yakınlarındaki Hâşâ dağına kadar olan kesime yerleştiler. Acelân, Erâk ve su kaynakları ile bahçelerinin bolluğuyla meşhur Kudeyd en önemli bölgeleriydi. Mekke'de ikamet eden Huzâalılar da vardı. Bunlardan Hz. Peygamber döneminde yaşayan Büdeyl b. Verkā yüksek bir itibara sahipti.

Kusayy'ın önderliğindeki Kureyş ile Huzâa arasında yapılan savaşın doğurduğu kin ve nefretin zamanla kaybolduğu ve yerini dostane münasebetlere bıraktığı anlaşılmaktadır. Kureyş'in hacla ilgili bir uygulamasından ortaya çıkan hums* sınıfına Kureyş'in yanında Huzâa da girmişti. Huzâa'nın kollarından Mustaliḳ ve Hayâ, Kureyş'le ittifakı olan kabileler topluluğu (Ehâbîş) içerisinde yer alıyordu. Nitekim Abdülmuttalib'in Mekke idaresi sırasında şehre hücum eden Benî Bekir b. Abdümenât'a karşı Zâtü Nekîf'te meydana gelen çarpışmaya Ehâbîş'in üyesi sıfatıyla onlar da katılmış ve Benî Bekir ağır bir bozguna uğratılmıştı. Ayrıca Abdülmuttalib ile Huzâa arasında Kâbe'nin içinde yazılıp duvarına asıldığı söylenen özel bir ittifak antlaşması vardı. Huzâalılar daha sonra zaman zaman Resûl-i Ekrem'e bu antlaşmadan söz etmiş, hatta yazılı metnini göstermişlerdi. Hâşimoğulları ile Huzâa'nın bazı kolları arasında yapıldığı anlaşılan bu dostluk antlaşması dolayısıyla Huzâa'dan birçok kişi İslâm'a girmeden önce de Hz. Peygamber'e iyi davranmıştır.

Mekke ile yakın irtibatının bulunması sebebiyle Huzâa kabilesi, Resûlullah'ın İslâm'a davet faaliyetinden daha ilk anlarda haberdar olmuştu. Bu münasebetle ilk müslümanlar arasında Huzâalı bazı şahsiyetleri görmek mümkündür. Bunlardan Muattib b. Avf b. Âmir (Ayhâme b. Küleyb) önce Habeşistan'a, daha sonra Medine'ye hicret etmiş ve Bedir Gazvesi'ne katılmıştır. Hicret sırasında Huzâa'ya bağlı Eslemliler'in arazisinden geçerken bu kabilenin reisi Büreyde b. Husayb tarafından yolu kesilen Hz. Peygamber büyük bir tehlike atlatmış, fakat kısa bir konuşmanın ardından Büreyde'yi ve adamlarını müslüman ederek onların muhafızlığı ile emniyet içinde Medine'ye ulaşmıştır. Bu olayın ardından Büreyde vasıtasıyla İslâmiyet'in Eslem arasında yayıldığı anlaşılmaktadır. Büreyde daha sonra da İslâm'a önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bedir şehidleri arasında Huzâalılar'dan Züşşimâleyn b. Abdü Amr da vardı; buna karşılık bazı Huzâalılar düşman saflarında yer almıştı. Kureyş, Uhud Gazvesi için Mekke'den hareket ettiği zaman duruma şahit olan Huzâa'nın meşhur şairi Amr b. Sâlim, yanında kabilesinden bir grupla Medine'ye giderek durumu Hz. Peygamber'e bildirmiştir. Uhud'da şehid düşen ilk sahâbî Huzâa'dan Muhammed b. Müslim'dir. Uhud Gazvesi'nin ardından Ebû Süfyân'a müslümanların büyük bir orduyla kendilerini takip ettiğini söyleyerek onların telâş içinde Mekke'ye dönmesini sağlayan da Ma'bed el-Huzâî olmuştur. O sırada büyük çoğunluğu müslüman olan Eslemliler Medine'ye hicret emrine uyacaklarını bildirmişler, ancak stratejik konumları ve Kureyş'i yakından takip etme imkânına sahip olmaları sebebiyle Resûl-i Ekrem'den yurtlarından ayrılmamaları tâlimatını almışlardır. Ayrıca Hz. Peygamber'in İslâm'a samimi bağlılığı dolayısıyla, "Allah Eslem'e selâmet versin" şeklinde hayır duada bulunduğu bilinmektedir (Buhârî, "İstisḳāʾ", 2).

İslâm'a karşı Eslem'in ve genelde Huzâa kabilesinin bu müsbet tavrına karşılık onun bir kolu olan Benî Mustaliḳ, 5 (627) yılına kadar Ehâbîş'in bir üyesi sıfatıyla Kureyş müşriklerinin yanında yer aldı ve İslâm devleti için bir problem teşkil etti. Benî Mustaliḳ reisi Hâris b. Ebû Dırâr, Müreysî' suyu başında karargâh kurup müslümanlara karşı çevredeki kabileleri de kışkırtarak asker toplamaya başlamıştı. Bu faaliyetten haberdar olan Hz. Peygamber'in düzenlediği baskında Benî Mustaliḳ'ın birçoğu esir edildi, bazıları da öldürüldü. Esirler arasında bulunan reisin kızı Cüveyriye ile Resûl-i Ekrem'in yaptığı evlilik savaşın doğurduğu düşmanlığı hafifletmiş, ayrıca esirlerin karşılıksız serbest bırakılması sonucunda kabilenin hemen hemen tamamı müslüman olmuştur. Hendek Gazvesi için müşrikler Mekke'den Medine'ye doğru harekete geçtiklerinde Hz. Peygamber'e çok kısa zamanda durumu bildiren haberci grubu da Huzâa'ya mensuptu.

Resûl-i Ekrem'in 6 (628) yılındaki umre yolculuğu Kureyş'in engellemesi yüzünden Hudeybiye'de sona erince Huzâa'nın reislerinden Büdeyl b. Verkā gelip Hz. Peygamber'le görüşmüş, Mekke'ye dönüşünde de sırf Kâbe'yi tavaf amacıyla gelen insanları engellemenin doğru olmayacağını belirterek Kureyş eşrafına bu ziyareti kabul ettirmeye çalışmış, ancak onlardan sert tepki görmüştü. Hudeybiye'de imzalanan antlaşmaya göre Benî Bekir b. Abdümenât Kureyş'in yanında yer alırken Huzâa müslümanlara bağlı taraf oldu. Resûl-i Ekrem Hudeybiye'den döndükten sonra artık Huzâa'dan İslâm'a girmeyen kimse kalmamıştı. Bu gelişme, Huzâa ile yakın teması bulunan Kureyş müşriklerini ürkütmüş ve gelecek hakkında endişeye düşürüp Hudeybiye Antlaşması'nın şartlarını ihlâle sevketmiş olmalıdır. Benî Bekir ile Huzâa arasında Câhiliye döneminden beri süregelen bir kan davası vardı. Hudeybiye Antlaşması bu kan davasının bir tarafa bırakılmasını ve on yıllık bir barışı öngörmesine rağmen 8 (630) yılında Kureyş'in desteğini alan Benî Bekir Huzâa'ya bir gece baskını düzenledi. Vaktiyle Abdülmuttalib'le bir araya gelerek Hâşimoğulları-Huzâa antlaşmasına Huzâa adına imza koyan yaşlı reis Kâ'b b. Amr'ın da öldürüldüğü bu baskından Huzâalılar canlarını Mekke'ye kaçıp Büdeyl b. Verkā'nın evine sığınarak kurtardılar. Huzâa, bu olayın intikamının alınması konusunda Medine'ye bir heyet göndererek Hz. Peygamber'e müracaat etti. Huzâa'ya karşı gerçekleştirilen bu katliam Mekke'nin fethiyle sonuçlanan bir sefere yol açmış ve Huzâa'dan Kâ'b b. Amr oğulları da (Kâ'boğulları) Kudeyd'de 500 kişilik bir kuvvetle İslâm ordusuna katılmıştı.

Fetihten sonra Resûl-i Ekrem, Mekke'nin harem bölgesini belirleyen taşları (alem) yenileme işini Huzâa'dan Temîm b. Üseyd'e verdi. Asr-ı saâdet'te zekât âmilliği gibi görevler yapmış başka Huzâalılar da vardır. Huzâalılar bu tür görevlere Hz. Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde de getirilmiştir. Hz. Ömer, divan teşkilâtını kurduktan sonra bizzat kendisi Kudeyd'e gelir ve burada divana göre bütün Huzâalılar'ın haklarını dağıtırdı. Kûfe ve Basra şehirleri kurulduğu zaman bazı Huzâalılar buralarda topluca ayrı mahallelere yerleştiler. Kûfe'de vefat eden son sahâbî Eslem'den Abdullah b. Ebû Evfâ idi. Kûfe ve Basra divanlarında görevli olan Abdullah b. Halef de Huzâa'ya mensuptu; oğlu Talha ise Sicistan divanında görev yapmıştır. Hz. Osman'a karşı girişilen isyana bazı Huzâalılar da katıldı; bunlardan Amr b. Hamık halifenin öldürülmesinde rol oynamıştır.

Hz. Ali döneminde Huzâa kabilesinin büyük bir kısmı onun saflarında yer almış, buna rağmen Sıffîn'de bazı Huzâalılar Muâviye tarafında çarpışmıştır. Adî b. Amr oğullarından Abdullah b. Büdeyl b. Verkā, bazı Huzâalılar'ın katıldığı bu savaşta Hz. Ali'nin sağ cenah kumandanı ve Irak kurrâsının etrafında toplandığı üç önemli şahsiyetten biri idi. Sa'd b. Sâriye, Hz. Ali adına sâhibü'ş-şurta olarak bir süre görev yapmış, ardından Azerbaycan'a vali tayin edilmiştir. Huzâa'nın Hz. Ali'ye bağlılığı daha sonra da devam etmiş, onun taraftarları arasında daima pek çok Huzâalı bulunmuştur. Tevvâbîn'in reisi Süleyman b. Surad da bu kabiledendi. Sayıları az olmakla birlikte Emevî idaresinde görev alan Huzâalılar da vardır. Öte yandan Abbâsîler'in Emevî idaresine karşı başlattıkları ihtilâlde Huzâa'nın rolü büyük oldu. İhtilâlin öncüsü Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, 103 (721) veya 104 (722) yılında Horasan'da ayaklanma faaliyetlerini yürütmek üzere bir araya toplattığı yetmiş kişiden seçtiği on iki nakibin beşi Huzâa'dandı. Ebû Müslim-i Horasânî 129'da (747) Merv bölgesinde Huzâa'ya ait bir köyü karargâh yapmış ve etrafa propagandacılarını göndermişti. Huzâalılar bu çağrıya uyup destek vermekte gecikmediler. Bu sebeple ihtilâlin başlangıcında Huzâa birtakım mevkiler elde etti. Ancak Abbâsîler'in iktidara tamamen sahip olmasından sonra Huzâa'nın verdiği desteğe uygun bir karşılık görmediği anlaşılmaktadır.

Mısır, Mağrib ve Endülüs'ün fethine Huzâalılar da katıldığı için bu ülkelerde, özellikle Endülüs'te yerleşmiş birçok Huzâalı vardı. Bunlar bu ülkelerde uzun süre kabilelerinin varlığını sürdürmüşlerdir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

   Hudeybiye Anlaşması'nın Bozulması

Kitaplar

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.