hz aişe kimdir hayatı kısaca / Hz. Aişe’nin (r.a.) Hayatı - Hz Aişe kimdir?

Hz Aişe Kimdir Hayatı Kısaca

hz aişe kimdir hayatı kısaca

Yrd. Doç. Dr. Ömer SABUNCU

Hz. Âişe&#;nin Kabilesi ve Nesebi

Hz. Âişe, Teym kabilesine mensuptur. Teym kabilesi, Araplar&#;ın dört ana kolundan biri olan Mudar&#;ın en önemli kabilesi olarak kabul edilen Kureyş&#;in bir koludur. Bu kabile İslâm öncesi ve sonrası dönemde siyâsî ve sosyal olarak aktif durumdaydı. Keza Teym b. Mürre&#;nin, İslâm&#;dan önce Mekkeli Arapların yaptığı anlaşmalara (hilf) katılması ve Mekke&#;de haksızlığa uğrayanlara yardım amacıyla oluşturulan, Hz. Muhammed&#;in de (sas) katıldığı Hilfü&#;l-fudûl&#;un, cömertliğiyle meşhur Teymli Abdullah b. Cüd&#;ân&#;ın ev sahipliğinde kurulması bunun en güzel örneklerini teşkil etmektedir. İslâmiyet&#;ten önce cömertliği ile meşhur Abdullah b. Cüdʻân ile bilinen kabile, İslâmiyet&#;le birlikte Talha b. Ubeydullah ve Hz. Ebû Bekir gibi önemli şahsiyetlerle şöhretini devam ettirmiştir.

Çalışmamızın asıl konusu olan ve bu kabileye mensubiyeti herkesçe malum olan Ümmü&#;l Mü&#;minin Hz. Âişe&#;nin nesebi Âişe bt. Ebû Bekir es-Sıddîk Abdullah Atîk b. Ebû Kuhâfe Osman b. Âmir b. &#;Amr b. Kaʻb b. Saʻd b. Teym b. Mürre b. Kaʻb b. Lüeyy b. Fihr b. Mâlik b. Kinâne el-Kureşî et-Teymî&#;dir.


Ailesi, Künyesi, Lakapları, Doğumu ve Çocukluk Yılları

Ailesi

Hz. Âişe&#;nin babası Hz. Ebû Bekir, annesi Ümmü Rûmân&#;dır. Dedesi Ebû Kuhâfe, Mekke&#;nin fethin&#;den hemen sonra oğlu Ebû Be&#;kir&#;in aracılığıyla Müslüman olup sahâbîler arasına katıldı. Halaları; hepsi de sahâbî olan Ümmü Âmir, Kureybe ve Ümmü Ferve&#;dir. Hz. Âişe&#;nin anne ve babasının mensup olduğu Teym kabilesi&#;nin soyu Mürre b. Kâʻb&#;da; baba tarafından nesebi yedinci; anne tarafından nesebi ise on bir veya on ikinci batında Hz. Peygamber&#;in (sas) nesebiyle birleşmektedir.

Babası Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber&#;in (sas) yakın dostu, hicrette yol arkadaşı ve onun tarafından &#;Sıddîk&#; olarak taltif edilmiş olup Hulefâ-yi Râşidîn&#;in ilkidir. Hz. Peygamber&#;in (sas) onun üstünlü&#;ğünden söz ederken herkesin kendisini yalanladığı bir sırada Hz. Ebû Bekir&#;in inan&#;dığını ve İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini söylemesi onun ilk Müslümanlardan olduğunu göstermektedir.

Annesi Ümmü Rûmân, Medine&#;de hicretin altıncı yılı (), Zilhicce ayında vefat etmiştir. Cenaze namazını Hz. Peygamber (sas) kıldırmış, kabrine inip onun için dua ettikten sonra, &#;Allah&#;ım! Ümmü Rûmân&#;ın, senin ve peygamberinin uğrunda neler çektiğini en iyi sen bilirsin&#; demiştir. Ayrıca sahâbîlere cenazesini göstererek, &#;Kim cennet hurilerinden bir kadını görmek isterse Ümmü Rûmân&#;a baksın.&#; dediği belirtilmektedir.

Kardeşleri

Hz. Âişe&#;nin dördü erkek ikisi kız olmak üzere altı kardeşi vardır. Bunların tamamı Müslüman olmuştur. Bunlardan sadece Abdurrahman ana-baba bir kardeşidir. Baba bir, anne ayrı kardeşleri Abdullah, Esmâ, Muhammed ve Ümmü Külsûm&#;dur. Anne bir baba ayrı kardeşi ise Tufeyl&#;dir.

Künyesi

Künye kelimesi sözlükte bir kişinin, adı, babasının adı, doğum yeri ve yılı, mesleği gibi vasıflarını gösteren kayıt anlamına gelir. Araplarda künye ise,&#;ebû&#;, &#;ibn&#;, veya &#;ümm&#;, &#;bt.&#; kelimeleri ile başlayan tabirler için kullanılır. Künye hemen hemen bütün Arap adlarında yer alır. Hatta birçok kişi yalnızca künyesiyle seafoodplus.info Hibbân&#;ın naklettiği bir rivayete göre Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr dünyaya gelince onu Resûlullah&#;a (sas) götürdü. Resûlullah (sas) tükürüğünü onun ağzına sürdü ve: &#;Bu bebeğin adı Abdullah senin de künyen Ümmü Abdullah olsun&#; dedi. Hz. Âişe vefat edinceye kadar &#;Ümmü Abdullah&#; diye anıldı.

Lakapları

Lakap bir kimseye asıl adından ayrı olarak sonradan takılan ikinci bir isim; şeref payesi; halife ve sultanların hâkimiyet alametidir. &#;Kişinin severek aldığı, onu toplum içinde yücelten ad&#; anlamında lakap güzel görülmüşancak inananların birbirlerini çirkin lakaplarla çağırmaları Kur&#;an-ı Kerim&#;de yasaklanmıştır.

Hz. Peygamber (sas) Hz. Âişe&#;yi çok sev&#;diği için kendisine Ayşe, Uveyş ve Âiş (Âyiş) diye hitap eder&#;di. Ayrıca açık tenli olmasından dolayı Hz. Âişe&#;ye &#;Humeyrâ&#; denildiği kendisine Hz. Peygamber&#;in (sas) bu şekilde hitap ettiği de rivayet edilmiştir. Hz. Âişe&#;ye şerefi ve faziletine delalet eden pek çok lakap verilmiştir. Bunlardan tespit edebildiklerimiz şunlardır.

                  i.            Ümmü&#;l-Mü&#;minîn

Ümmü&#;l-Mü&#;minîn/Ümmehâtü&#;l-Mü&#;minîn Hz. Peygamber&#;in (sas) hanımları için kullanılan bir lakaptır. &#;Müminlerin Annesi&#; anlamına gelen bu tabir Hz. Âişe&#;nin en meşhur lakabıdır. Bu lakabı bizzat Allah (cc) vermiştir. Kur&#;an-ı Kerim&#;de: &#;Peygamber, mü&#;minlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır.&#; buyrulmaktadır. Mü&#;minlerin Anneleri konumundaki eşlerinin boşandıkları takdirde başkaları ile evlenmeleri Kur&#;an hükmüyle yasaklanmıştır.

                ii.            Habîbetü Resûlillâh

Allah Resûlü&#;nün sevgilisi anlamına gelen bu lakap Hz. Peygamber&#;in (sas) Hz. Âişe&#;ye aşırı sevgisini göstermektedir. Resûlullah&#;a (sas): &#;İnsanlar içerisinde en çok kimi seviyorsun?&#; diye sorulduğunda Resûlullah (sas): &#;Âişe&#; cevabını verdi. &#;Peki, erkeklerden en çok kimi seviyorsun?&#; denilince &#;babasını&#; buyurması Hz. Âişe&#;ye olan sevgisine güzel bir örnektir.

              iii.            Sıddîka/Sâdıka

Sıddîk doğru sözlü, doğruluktan ayrılmayan gerçeği tasdik eden anlamlarında kullanılan bir Kur&#;an terimidir. Hz. Ebû Bekir, &#;es-Sıddîk&#; lakabıyla tanındığı için Hz. Âişe&#;ye &#;Âişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti&#;s-Sıddîk&#; denilmiştir. Mesrûk, Hz. Âişe&#;den hadis rivayet ederken bu lakapla başlamıştır. İbn Hacer de &#;Âişe&#;nin Faziletleri Bâbı&#;na &#;O, Sıddîka bt. es-Sıddîk&#;&#;şeklinde başlamıştır.

              iv.            Tayyibe

Tayyib, temiz ve yararlı olduğu için insan tabiatına hoş gelen aklın ve dinin benimsediği şeyler hakkında kullanılan Kur&#;an tabiridir. İfk Hadisesi&#;nden sonra inen Nûr Sûresi&#;nin Âyeti Hz. Âişe hakkında nâzil olmuştur. Âyette Hz. Âişe&#;nin &#;Tayyibe/temiz&#; olduğu ifade edilmiştir. Bundan dolayı Hz. Âişe hakkında &#;Tayyibe&#; lakabı kullanılagelmiştir. Hz. Âişe: &#;Temiz (Tayyibe) olarak yaratıldım ve temiz (Tayyib) birisine eş oldum. Mağfiret ve bereketli bir rızıkla müjdelendim.&#;demiştir.

                v.            Humeyrâ

Hz. Âişe&#;ye beyaz tenli olmasından dolayı Humeyrâ denilmiştir. Hz. Peygamber (sas): &#;Dininizin yarısını Humeyrâ&#;dan alınız.&#; buyurmuş, bu sözüyle Hz. Âişe&#;yi kast etmiştir.

              vi.            Muvaffaka

&#;Başarılı, zeki, muktedir ve sonuç alan&#; anlamındadır. Bu lakab da Hz. Âişe&#;ye Hz. Peygamber (sas) tarafından verilmiştir.

            vii.            Müberrâ

Sözlükte berî, müstesna, azâde, münezzeh ve arınmış anlamlarına gelir. Hz. Âişe&#;ye müberrâ denilmiştir. İfk Hadisesi&#;nde münafıkların dedikoduları şuyu&#; bulduğunda Hz. Âişe ve İfk ehli hakkında âyet-i kerime nâzil oldu. Hz. Âişe münafıkların iftiralarından berî ve arınmış olduğu için kendisine müberrâ denilmiştir.

Doğumu ve Çocukluk Yılları

Hz. Âişe bi&#;setin 4. yılında () Mekke&#;de dünyaya geldi. Çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Araplarda sütanneye verilme geleneği sebebiyle Hz. Âişe de sütanneye verilmiş; onu Vâil Ebü&#;l-Ku&#;ays&#;ın hanımı emzirmiştir. Hz. Peygamber&#;in (sas) en yakın arkadaşı ve sırdaşının kızı oluşunun; Resûlullah&#;ın evlerine hemen her gün gelişinin; davetin ve büyük hadiselerin meşakkatini yüklenen bir evde yetişmesinin onun şahsiyetinde, İslâm&#;ı ve hayatı anlamasında büyük tesiri olmuştur. Özellikle de akıllı ve zeki oluşu çocukluğundan beri hareket ve davranışlarından seziliyordu.

Hz. Hatice vefat edince Resûlullah çok üzüldü. Bunun üzerine Allah (cc) Cebrâil&#;in elinde beşikte olduğu hâlde Âişe&#;yi gönderdi ve &#;Ya Resûlallah! Bu senin üzüntünü giderecektir ve Hatice&#;ye halef olacaktır&#; dedi ve sonra alıp geri götürdü. Sonraları Resûlullah Hz. Ebû Bekir&#;in evine gider, &#;Ey Ümmü Rûmân, sana Âişe&#;ye iyi bakmanı tavsiye ederim, onu koru&#; derdi. İşte bu sebeple Hz. Âişe&#;nin kendi evi içinde iyi bir değeri vardı ve Allah&#;ın Hz. Âişe&#;ye dair emir buyurduğu husus hakkında da herhangi bir bilgileri yoktu.

Resûlullah her zaman olduğu gibi Hz. Ebû Bekir&#;in evine gittiği sırada -Hz. Peygamber&#;in (sas), Hz. Ebû Bekir Müslüman olup da hicret ettiği güne kadar evine gitmediği neredeyse hiçbir günü olmamıştır- Hz. Âişe&#;nin evin kapısının arkasında saklanmış vaziyette hüzünle ağladığını gördü. Hz. Peygamber (sas) ona neden ağladığını sorunca o da annesini şikâyet etti. O sırada Hz. Peygamber&#;in (sas) gözleri yaşarmış ve Ümmü Rûmân&#;a &#;Ey Ümmü Rûmân, ben sana Âişe&#;yi muhafaza etmeni söylememiş miydim?&#; diye sorunca o da &#;Ya Resûlallah! O, benim hakkımda Sıddîk&#;a haber ulaştırıp beni kızdırıyor&#; dedi. Resûlullah &#;Bundan sonra yapmaz&#; deyince Ümmü Rûmân da &#;Bundan sonra ben de kesinlikle onu üzmeyeceğim&#; dedi.

Vefatı

Hz. Âişe altmış beş veya atmış altı yaşında iken 17 Ramazan 58 (14 Temmuz ) Çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine&#;de vefat etti. Vefatı Muâviye&#;nin halifeliği devrinde oldu. Ölümü Medine&#;de büyük bir üzüntüyle karşılanmış, cenazesi aynı gece kaldırılmıştır. Kadınlar da dâhil olmak üzere Medine ve civarındaki bölgelerde yaşayan bütün halk geceleyin Cennetü&#;l-Baki&#;ye gelmiş, cenazesinin üzerine bir örtü çekilerek cenaze namazı mezarlığın ortasında Medine vali vekili Ebû Hüreyre tarafından kıldırılmış, vasiyeti üzerine Cennetü&#;l-Baki&#;ye defnedilmiştir. Onu kabre erkek ve kız kardeşlerinin çocukları Kâsım b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman b. Ebû Bekir, Urve b. Zübeyr ve Abdullah b. Zübeyr koymuşlardır.

Hz. Âişe&#;nin Şahsiyeti

Şemâili (Fizikî Özellikleri) ve Ahlâkı

Hz. Âişe ince yapılı, büyükçe gözlü, dalgalı saçlı, beyaz tenli ve güzel yüzlü bir hanım olup büyüleyici bir güzelliğe sahipti. Hz. Âişe güzel giyinmeyi severdi. Hz. Âişe&#;nin üzerinde ince siyah deriden bir elbise, kollu başka bir elbisesi vardı, başörtüsü ve peçe takardı. Elbisesi yalancı safran ile boyalıydı. Hz. Âişe: &#;Bir defasında Resûlullah ileberaber dışarı çıkıp da Kaha mevkiine varınca saçlarıma sürdüğüm sarı boya yüzüme akıverdi. Resûlullah bunun üzerine &#;Ey kumral saçlı, şimdi rengin daha güzel&#; dedi.

1.      Zekâsı

Hz. Âişe&#;nin mükemmel bir zekâsı ve hâfızası vardı. Bir gün Hz. Âişe arkadaşları ile karınca oyunu oynarken Resûlullah eve gelmiş, karıncalar içinde kanatlı bir at bulunduğunu gördüğünde Hz. Âişe&#;ye: &#;Bunlar nedir ey Âişe?&#; diye sordu. &#;Attır&#; cevabını alınca, &#;Fakat atın kanatları olur mu?&#; deyince Hz. Âişe: &#;Neden olmasın! Süleyman&#;ın atları kanatlı değil miydi?&#; diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah tebessüm seafoodplus.info Âişe&#;nin cevabı onun zekâsını, hâfızasındaki kuvveti ve çağrışım kabiliyetini gösterir. Hz. Âişe&#;nin hâfızası her hadise münasebetiyle bir şiir okuyabilecek kadar kuvvetli idi. Hâfızasında yüzlerce şiir bulunan Hz. Âişe yüz altmış beyitlik bir kasideyi ezbere okuyabiliyordu. Hz. Âişe güçlü hâfızası ve ezberindeki şiirler sayesinde Arap toplumunun gözde edebî ifade tarzını yakalayabilecek belâğatli ve etkili konuşmalar yapardı. Bu konuşmalar dinleyenlerde hayranlık uyandırırdı. Şüphesiz çok büyük bir şöhrete sahip oluşunda, etkili ve güzel söz söyleme sanatında güçlü hâfızasının etkisi büyüktü.

2.      Edebî Yönü

Hz. Âişe edebî yönü, fesâhat ve belâgatıyla ünlü bir hatipti. Bu yüzden konuşması insanlara çok tesir ederdi. Babasının vefatı üzerine kabri başında yaptığı dua, Cemel Savaşı&#;ndaki hutbesi ve bazı mektupları onun edebî kabiliyetini gösteren şaheser örneklerdir. Ayrıca Arap tarihi, ensâb ilmi, câhiliye çağının içtimaî vaziyeti, örf ve âdetleri hakkında geniş bilgi sahibi idi. Şiir ve edebiyat ile tarih ve ensâbı, bu konularda ihtisas derecesinde bilgi sahibi olan babası Hz. Ebû Bekir&#;den öğrenmişti. Hz. Âişe son derece fasih ve beliğ konuşurdu. Öğrencilerinden Mûsa b. Talhâ: &#;Hz. Âişe&#;den daha fasih konuşan bir kimse görmedim.&#; demiştir. Ahnef b. Kays ise, &#;Hz. Âişe&#;nin ağzından duyduğum söz kadar muhteşem ve güzel söz duymadım.&#; demiştir.

3.      İlmî Yönü

Hz. Âişe, Hz. Peygamber (sas) vefat ettiği zaman çok genç olmasına rağmen Kur&#;an-ı Kerîm&#;i ve Hz. Peygamber&#;in (sas) sünnetini en iyi bilen, anlayan ve muhafaza eden sahâbîlerin başında yer almaktaydı. O, hem baba evinde, hem Hz. Peygamber&#;in (sas) yanında zekâsı, anlayış kabiliyeti, öğrenme arzusu, kuvvetli hâfızası, aşk ve imanı sayesinde en iyi şekilde yetişti ve başkalarına nasip olmayan bilgiler edindi. Hz. Peygamber&#;den (sas) aldığı feyiz sayesinde İslâm esaslarının en mümtaz öğreticisi oldu. Hz. Âişe&#;nin elde ettiği bilgiler sadece dini ilimlerle sınırlı değildi. Onun bilgisi Tarih, Tıp, Edebiyat, Hitâbet, Arabistan tarihi ve Ensâb gibi alanlarda da ileri seviyedeydi. O ilminin büyük kısmını babasından almıştır. Hz. Âişe&#;nin bazı tıbbî bilgileri öğrenmesi ise Resûlullah&#;a gelerek ona bu hususta tedavinin nasıl yapılacağını anlatan Arap heyetleri vasıtasıyla olmuştur. Urve ona: &#;Tıp ilmini nereden ve nasıl öğrendin?&#; diye sorduğunda şöyle cevap vermiştir: &#;Ömrünün sonlarında Resûlullah hastalanınca her taraftan kendisineheyetler gelir ve tedaviyle alakalı tariflerde bulunurlardı ve ben de o şekilde tedavi ederdim, işte buradan biliyorum.&#; Hz. Âişe tabiplerin verdiği ilaçları öğrenir, bunları Resûlullah&#;a hazırlar, katıldığı savaşlarda yaralıları tedavi eder ve yaralarını sarardı.

Sünnet-i nebeviyyeyi nakil ve şerh etmekle kalmadı, aynı zamanda onun doğru anlaşılması hususunda ilmî tenkit zihniyetini ortaya koydu. Küçük yaşından itibaren Kur&#;an&#;ı ezberlemeye başlamış âyetlerin kıraat tarzını iyice öğrenmişti. Bilhassa Medine&#;de nâzil olan âyetlerin nüzûl sebeplerini, delâletlerini, tahlil ve değerlendirmelerini ve her âyetle nasıl istidlâl edilip ondan nasıl ahkâm çıkarılacağını çok iyi bilirdi. Kur&#;an&#;ı en iyi anlayanlardan biriydi. Kur&#;an-ı Kerîm&#;i tefsir etmiş, Sünneti de çok iyi anlamış olan Hz. Âişe, hadislerden istinbât ve kıyas suretiyle yeni hükümler çıkarırdı. Onun ictihad ve fetvaları, kendisinin bir fakîh ve müctehid olarak kabul edilmesini sağladı.

4.      Cömertliği ve Yardımseverliği

Hz. Âişe çok cömert ve yardımseverdi. Bir defasında Hz. Âişe&#;ye içerisinde yüz bin dirhem bulunan iki çuval dolusu para gönderildi. Âişe bir tabak istedi, o gün de oruçluydu, oturdu ve insanlara pay etmeye başladı. Akşam olduğunda geride bir dirhem dahi kalmadı. İftar vakti geldiğinde: &#;Kızım iftar yemeğimi getir!&#; dedi. Hizmetçisi ona ekmek ve yağ getirdi. Ümmü Zerre Âişe&#;ye: &#;Bugün dağıttıklarından bize bir dirheme et alsaydın da onunla iftar etseydik!&#; dedi. Bunun üzerine Âişe: &#;Beni kınama, hatırlatsaydın bunu yapardım&#; seafoodplus.infoşka bir rivayette Urve, Hz. Âişe hakkında şunu söylemiştir: &#;Onun yetmiş bin dirhem sadaka dağıttığını gördüm. Bununla beraber eski elbiseler giyinirdi.&#; Yine Urve&#;den rivayet edildiğine göre Hz. Âişe, kendi giysisini yamadığı hâlde, yetmiş bin dirhemi sadaka olarak dağıtmıştı. Bu rivayet, Hz. Âişe&#;nin cömertliği, ibadeti ve zühdünü göstermektedir.




ez-Zehebî, Şemsüddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö. /), Siyeru A&#;lâmi&#;n-Nübelâ&#;, thk. Şuayb el-Arnavût, Müessesetü&#;r-risâle neşri, 2. Baskı (23 cilt), c. 2, s.

İbn Sa&#;d, Muhammed b. Saʻd b. Menî el-Hâşimî el-Basrî (ö. /), et-Tabakâtü&#;l-Kübrâ, 2. Baskı, 9 cilt, Beyrut: Dârü&#;l-kütübi&#;l-ilmiyye, /, c. 8, s.

eş-Şâmî, Şemsuddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. Ali b. Yûsuf es-Sâlihî ed-Dimaşkî, (ö. /), Peygamber Külliyatı, çev. Halil İbrahim Kaçar, İstanbul, Ocak Yayıncılık, , c. 11, s.

kaynağı değiştir]

Babası Ebu Bekir, es-Sıddîk lakabıyla tanındığı için kendisine Aişe es-Sıddîka (es-Sâdıka) binti’s-Sıddîk denilmiştir. Annesi, Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir'dir.[7]

İslam peygamberi Muhammed ile soyları baba tarafından yedinci-sekizinci kuşakta, anne tarafından soyları ise on bir-on ikinci kuşakta birleşmektedir.[8] Aişe'ye Muhammed tarafından "Ümmü Abdullah" künyesi verilmiştir.[9][10][11]

Erken dönem hayatı[değiştir

Hz Aişe kimdir ve Hz Aişe kaç yaşında evlendi? İşte Hz Aişe kimdir kaç yaşında evlenmiştir, Hz Aişe annemize atılan iftira hakkında bilgi.

Aişe bint Ebu Bekir; Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (sav)&#;e ilk iman eden onun en sadık dostu Hz Ebu Bekir&#;in kızı ve Hz Peygamber&#;in (sav) zevcesidir. Resulullah&#;ın Hz Hatice&#;den sonra en çok bağlandığı ikinci hanımıdır. Annesi Ümmü Ruman binti Âmir İbni Uveymir&#;dir. Künyesi Ümmü Abdullah, lakabı Sıddîka, ünvanı Ümm-ül-mü&#;minîndir.

Hz Aişe Nübüvvetin dördüncü senesinde (Hicret&#;ten dokuz veya on sene önce) Mekke&#;de dünyaya gelmiştir. Hz Aişe Validemiz, son derece zeki, bilgin, akıllı, edep ve haya sahibi, üstün bir kadındı.

Hz Aişe, Peygamber Efendimiz (sav) ile hicretten önce Mekke&#;de nikâhlandı. Hicretten sonra da Medine&#;de düğünleri oldu. Hz. Âişe, zekâsı, anlayışı, güçlü hâfızası, Kur&#;an-ı Kerîm&#;i en iyi şekilde anlamaya çalışması, güzel konuşması gibi özellikleriyle Hz. Peygamber&#;in (sav) yanında özel bir yere sahipti. Hz Peygamber (sav) onunla sohbet etmekten, davetlere onunla birlikte katılmaktan ve onun sorularını cevaplamaktan hoşnutluk duyardı. Hz Peygamber (sav) hastalandığında diğer hanımlarından izin alarak Hz Âişe&#;nin odasına geçti. Hz Âişe&#;nin odasında vefat etti ve buraya defnedildi. Hz Peygamber&#;in (sav) vefatından sonra Kur&#;an&#;ı ve sünneti en iyi bilen sahâbîlerin başında yer alan Hz Âişe, İslâm hukuku ve hadis ilmine katkılarıyla büyük İslâm âlimlerinden kabul edilmektedir. Evini kadın erkek, büyük küçük herkese açarak yıllarca Medine&#;de eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürüttü. Hicrî 57 veya 58 senesinde Medine&#;de vefat etti.

Hz Aişe kaç yaşında evlendi
Hz. Peygamberin bu isteği, vahyin başlangıcından on yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe&#;nin Peygamberimizle evlendiği yaşın on yedi-on sekiz olduğu ortaya çıkar.

Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli&#; nin “Asr-ı Saadet” kitabında geçer. (İst. 2/ )

Hz. Ayşe&#;nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma&#;nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma&#;dan bahsederken diyorlar ki: “Esma yüz yaşındayken, Hicretin Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber&#;den önce Cübeyr&#;le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı.” (Hatemü&#;l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. )

Hz Aişe ifk olayı (iftira Olayı)

İfk Hadisesi, Hz. Âişe (r.a.) validemize, münafıkların reisi Abdullah b. Übey tarafından yapılan iftira hadisesidir. Hadise şöyle cereyan etmiştir:

Hz. Âişe&#;den (r.a.) öğrendiğimize göre, Re­sû­lul­lah (a.s.m.) herhangi bir se­fere çıkacakları zaman Ezvac-ı Tâ­hi­rat arasında kur&#;a çeker, kur&#;a kime düşerse onu beraberinde götürürdü. Benî Müstalık Gazâsı&#;nda ise, kur&#;a, Hz. Âişe vali­demize düşmüştü.

Hadisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe validemiz şöyle anlatmıştır:

“Re­sû­lul­lah&#;la beraber sefere çıkmıştım. Bu sefer, hicab ayeti inzâl buyrul­duktan sonra idi. Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de yine hevdeç içinde indirilirdim. Bu suretle gittik.

“Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bu gazâsından (Benî Müstalık) dönüyordu. Medine&#;ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü orada geçirdi. Sonra göç edilmesini emretti.

“Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. Kazayı hacet ederek, dönüp bindiğim devenin yanına geldim. Göğsümü yokladığımda, Yemen göz boncuğundan dizilmiş ger­danlığımın kopmuş olduğunu fark ettim (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rû­man düğün hediyesi ola­rak takmıştı). Dönüp gerdanlığımı aramaya koyul­dum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Ben öyle zannetmiştim ki se­fere iştirak etmiş olanlar bir ay bekleseler dahi, benim devemi, ben hevdeçte bulunmadıkça sevk etmezler. Hâlbuki yolda bana hizmet edenler, gelip hev­de­cimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlarmış. Çünkü o zaman kadınlar hafif idi; iri ve ağır vü­cutlu de­ğillerdi. Yemek de az yerlerdi. Bu sebeple hizmetçiler, hevdeci yükle­mek üzere kaldırdıklarında hevdecin ağırlık derecesinin farkına varamayarak yüklemiş­ler. Hem ben, küçük ve zayıf bir kadındım. Deveyi sürüp gitmişler.

“Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordu­gâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmiş. Ben de oradan evvelce bulunduğum yere geldim. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım. Hevdeç­te beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım. O sırada gözlerimi uyku bürüdü; uyumuş kalmışım.

“Safvan b. Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araş­tırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için, alıp diğer konak yeri­ne götürürdü.

“Safvan, askerin arkasından yürüyerek, sabaha karşı bulunduğum yere doğru gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce, gelip başucuma dikilmiş ve beni görür görmez tanımış. Çünkü bize hicab ayeti inmeden evvel, onun beni görmüşlüğü vardı.

“Safvan, beni görünce şaşırarak &#;İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn=Biz Al­lah&#;ın kullarıyız ve muhakkak O&#;na dönüp varıcıyız&#; dedi.

“Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.

“Vallahi, onunla ne bir kelime konuşmuşuzdur, ne de istircadan [“İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn”dan] başka ondan bir kelime işit­mi­şimdir.

“Bundan sonra Safvan, devesini ıhdırdı. Beni, binsin diye ayağını devesinin ön ayağına bastı. &#;Bin&#; dedi ve kendisi geri çekildi.

“Ben de hemen kalkıp deveye bindim. Kendisi de devenin başını, yularını çekerek askere yetişmek için süratle ilerlemeye başladı.

“Sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik.

“Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi ki Saf­van&#;ın, devenin yularını çekerek konak yerine getirdiği görüldü.”

Başmünâfığın Durumu Değerlendirmesi
Safvan b. Muattal, Hz. Âişe validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkla­rın başı Abdullah b. Übey&#;le karşılaşmışlardı. Abdullah b. Übey, “Bu kimdir?” diye sordu.

“Âişe&#;dir” dediler.

Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, bütün nazarları menfi şekilde üs­tüne toplamış bulunan başmünafık, bu masum hadiseyi diline dolamak istedi. Bu meş&#;um niyetini hemen orada izhar etti:

“Vallahi” dedi. “Ne Âişe o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam Âişe&#;den dolayı kurtulur!”

Daha bir sürü alçakça lâf etti.

Ordugâh, başmünafık Abdullah b. Übey b. Selûl&#;ün yap­tığı iftirayla çalka­lan­dı.

Hz. Âişe der ki:

“İftiracılar, aleyhimde söyleyeceklerini söylemişler, ordugâh çalkalanmış! Vallahi, benim bunların hiçbirinden haberim yoktu!”

Şen&#;î İftira
Görüldüğü gibi, hadise her türlü şaibeden uzak cereyan etmişti. Hz. Âişe vali­demiz, mâkul ve meşru bir mâzeret sebebiyle geride kalmış. Bir müddet son­ra, ordunun geride kalan veya düşen eşyalarını bulup sahiplerine teslim et­mek üzere toplamakla vazifeli gayet saf, temiz kalpli ve sonradan hasur ol­du­ğu, yani erkekliği bile bulunmadığı anlaşılan Safvan b. Muattal tarafından gö­rülmüş ve getirilip orduya yetiştirilmiştir.

Kur&#;an-ı Azîmüşşan&#;a göre, peygamberler, mü&#;minlere öz nefislerinden da­ha üstündür. Ezvac-ı Tâhirat da, “mü&#;­min­lerin anneleri” hükmündedir. Re­sûl-i Ekrem Efendimizden sonra bile zevcelerinden herhangi birini nikâhlamak ke­sinlikle yasaklanmıştır.

Buna binaen, Allah&#;a ve Resûlüne gerçek manada iman etmiş ha­kikî bir Müslümanın, bu kadar kesin ve açık ayetler karşısında, Hz. Re­sû­lul­lah&#;ın, ge­rek sağlığında ve gerek Mele-i A&#;lâ&#;ya yükselişlerinden sonra, zevcelerinden her­hangi birisine, değil kötü gözle bakması, hatta böyle bir kötülüğü kalbinden geçirmesi bile tasavvur edilemez.

Allah ve Resûlüne gerçek manada iman etmiş ve onların emir ve yasakla­rına riayet eden gerçek bir mü&#;min ve Müslüma­nın, canından çok sevdiği Pey­gamberinin zevcesini, örtüsüne bürünmüş ve ya­payalnız uykuya dalmış hal­de görünce, onu hürmet ve saygı içinde deveye bindirip, or­duya süratle yetiştir­mesi kadar tabii ve zarurî ne olabilirdi?

İşte, gerçek manada bir mü&#;min ve Müslüman olan, hatta erkeklik özelli­ğinden bile mahrum bulunan Safvan b. Muattal da, dininin gereği olan bu va­zi­feyi yapmıştır.

Ne var ki kalplerinde hastalık bulunan, dilleriyle “İman etti” deyip, kalben iman etmemiş bulunan ve işleri güç­leri mü&#;minleri birbirine düşürmek olan mü­nafıklar, hususan Abdullah b. Übey b. Selûl, bunu bir ganimet bilmiş ve di­li­ne dolayarak Hz. Âişe valide­mi­ze şen&#;îce iftirada bulunmuştur. Maksadı, üze­rine toplanan nazarları dağıtmak, Resûl-i Kibriya Efendimizin nâzik ru­hu­nu rencide etmek ve Müslümanları birbirine düşürmek, onların birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı.

Hz. Âişe&#;nin, Söylenenlerden Uzun Müddet Habersiz Oluşu

Münafıkların reisi Abdullah b. Übey&#;in başlattığı, Hasan b. Sâbit, Mistah b. Üsâse, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münafıkların tuza­ğına düşerek etrafa yaydıkları iftira hadisesinden, Hz. Âişe&#;nin uzun bir müddet haberi olmamıştı. Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır:

“Medine&#;ye gelince, ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa (hum­ma) tutul­dum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada halk arasında As­hab-ı İfk&#;in iftiraları do­la­şıyormuş! Ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim. Aleyhimde iftiraları Re­sû­lul­lah&#;la annem ve babam da duymuşlar, fakat bana hiçbir şeyden bah­setmiyorlardı.

“Yalnız, hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebi&#;den (a.s.m.) daha önce hastalığım zamanında görmüş ol­duğum lütuf ve şefkati bu hastalı­ğım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden &#;Hastanız nasıl?&#; di­yor ve bununla iktifa ediyordu. Benim, iftiracıların uydurduklarından hiç ha­berim yoktu.”

Söylenenleri Hz. Re­sû­lul­lah, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Âişe&#;­nin anneleri duy­muş olmasına rağmen, Hz. Âişe&#;ye bir şeyden bahsetmiyorlardı. Ancak yuka­rıda zikrettiğimiz şekilde, Hz. Re­sû­lul­lah&#;ın kendisine karşı tavrından Hz. Âişe endişe duyuyor ve üzülüyordu. Fakat bunun sebebinden haberi yoktu.

Hz. Âişe, İftirayı Nasıl ve Kimden Öğrendi?
Hz. Âişe, iftirayı kimden ve nasıl öğrendiğini de şöyle anlatır: “Aradan yirmi küsur kadar gece geçmişti. Hastalığımı atlatmış, nekâhet devresine girmiştim.

“Bizler, o zaman Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helâları, ko­kusundan tiksindiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine&#;nin kır­larına çıkardık. Kadınlar, her gece oraya, ihtiyaçlarını gidermek için çıkar­lar­dı.

“Ben, yine bir gece Mistah b. Üsâse&#;nin annesiyle, hacet giderme yerimiz olan Menası tarafına çıkmıştım. Mıs­tah&#;­ın annesi, çarşafına takılarak düşünce, &#;Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!&#; di­ye­rek oğluna beddua etti.

“Ben, &#;Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?&#; dedim. Sustu, cevap ver­medi.

“İkinci kere ayağı dolaşıp düştü. Yine &#;Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!&#; dedi.

“Ben, &#;Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?&#; dedim.

“Yine susup cevap vermedi.

“Üçüncü kere düştü. Yine &#;Mıstah yüzünün üzerine düş­sün!&#; diye beddua etti.

“Ben yine &#;Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun? Bedir Savaşı&#;nda bu­lunmuş bir zâta hiç sövülür, beddua edilir mi?&#; dedim.

“O, &#;Vallahi, ben, ona, senin aleyhinde söylediklerinden dolayı beddua edi­yorum!&#; dedi.

“&#;O, neler söylemiş?&#; diye sordum.

“Bunun üzerine, Mıstah&#;ın annesi, iftiracıların söyledik­lerini ba­na teker te­ker anlattı. Hastalığım tekrar geri geldi. Vallahi, üzüm­tüm­den hacetimi gider­meye bile güç yetiremedim ve döndüm. O ka­dar ağladım ki ağlamaktan ci­ğerlerim kopacak, parçalanacak sandım.”

Hz. Âişe, Annesinin Evinde
Hastalığında, Hz. Âişe&#;ye annesi Ümmü Rûman bakıyordu. Bir gün yine Re­sû­lul­lah, selam verip yanına girdi. Hz. Âi­şe&#;­nin ismini zik­ret­meden, “Hastanız nasıldır?” diye sordu. Başka da hiçbir şey konuşmadı.

Hz. Âişe der ki:

“(Bunun üzerine) Artık kendimi tutamadım. &#;Yâ Re­sû­lal­lah! Şimdiye kadar görmediğim eziyeti görüyor ve çekiyorum. Bana müsaade etsen de annemin evine gitsem. Hastalığıma orada bakılsa olmaz mı?&#; dedim.

“Re­sû­lul­lah, &#;Gitmende bir mahzur yok&#; dedi.

“Ben, ebeveynimin yanına gidip, aleyhimde haberin iç yüzünü anlamak is­tiyordum.

“Re­sû­lul­lah, yanıma bir hizmetçi katıp, beni babamın evine gönderdi.

“Annem, &#;Kızcağızım, sen niçin geldin?&#; diye sordu.

“&#;Anneciğim!&#; dedim, &#;Halk, benim aleyhimde neler söyleyip duruyormuş da, siz bana hiçbir şey sızdırmadınız!&#;

“Annem, &#;Kızcağızım,&#; dedi. &#;Sen kendini hiç üzme, sıhhatini düşün. Val­lahi, bir kadın senin gibi güzel ve kocasının yanında sevgili olsun ve onun bir­çok ortağı bulunsun da onu kıskanmasınlar ve onun aleyhinde birtakım lâflar çıkarmasınlar; bu pek nâdirdir!&#;

“&#;Babamın bundan haberi var mı?&#; dedim.

“&#;Evet&#;&#; dedi.

“&#;Re­sû­lul­lah&#;ın da haberi var mı?&#; diye sordum.

“&#;Evet&#;&#; dedi.

“Kendimi tutamadım, ağladım.

“Babam, damda Kur&#;an okuyordu. Sesimi duyunca, indi. Anneme, &#;Nedir bu hali?&#; diye sordu.

“Annem, &#;Aleyhindeki dedikodulardan haberi olmuş&#; dedi.

“Babamın da gözleri yaşla doldu.

“O gece, sabaha kadar hep ağlayıp durdum.”

Pey­gam­be­ri­mizin Ashabıyla İstişâresi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe aleyhinde yapılan iftiranın etrafta konu­şul­duğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor, dışarıya pek çıkmı­yor­du.

Konuyla ilgili vahyin gelmesi gecikince, ashabıyla konuştu, onların fikirle­rini aldı.

Hz. Ömer&#;in Görüşü
Hz. Ömer, “Yâ Re­sû­lal­lah! Hâşâ, bu, büyük bir bühtan ve iftiradır. Kat&#;î bili­yorum ki bu, münafıkların yalanıdır. Allah Teâlâ, bedeninize sinek kondur­maktan sizi koruyor. Bedenini böyle pisliklere konan sineklerden bile muha­faza eden, onları bedenine yaklaştırmayan Allah, nasıl olur da aileni, böyle kö­tülüklere bulaşmaktan korumaz?” diye fikrini beyan etti.

Hz. Osman&#;ın Kanaati
Hz. Osman ise, görüşünü şöyle açıkladı: “Yâ Re­sû­lal­lah! Allah, üzerine insan ayağı basmasın ya­hut yeryüzündeki pis­likler üzerine düşmesin diye gölge­ni­zi yere düşürmekten korumaktadır. Böy­le gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da sizin ailenizin na­musunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân verir?”

Hz. Ali&#;nin Görüşü
Hz. Ali ise, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Bir gün bize namaz kıl­dırıyordun. Na­maz içinde iken, ayakkabılarını çıkarmıştınız. Size uyarak biz de çıkarmıştık. Namazı bitirince, ayakkabılarımızı çıkarmanın sebebini bize sormuştun. Biz de sana uymuş olmak için çıkardığımızı söylemiştik. Bunun üzerine siz, &#;Temiz ol­madıkları için onları çıkarmamı bana Cebrail emretti&#; demiştiniz. Böyle, ayak­kabılarınıza bulaşan bir pislik, size bildirildiği ve onları pislik bulaşığın­dan dolayı çıkarmanız size emredildiği halde, ailenize, namus kirletecek kö­tü­lüklerden bir şey bulaşsın da, onu çıkarmanız için size emredilmesin, olur mu hiç?” diye fikrini açıkladı.

Hz. Âişe&#;nin Hizmetçisinin Görüşü
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu arada, Hz. Âişe validemizin hizmetçisi Be­ri­re&#;nin de görüşünü sordu.

Berire, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah&#;a yemin ederim ki ben onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sadece şunu söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir ka­dındı. Ev halkının hamurunu yoğururken uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi.”

Hz. Zeyneb&#;in Görüşü
Hz. Zeyneb (seafoodplus.info), Pey­gam­be­ri­mizin zevceleri arasında güzelliği ve Efen­di­miz yanındaki mevkii ile kendisini Hz. Âişe validemizle eşit görür ve onunla daima rekabet halinde bulunurdu. Buna rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamıştı. Re­sû­lul­lah, bu hususta onun görüşünü de sorunca, şu cevabı verdi:

“Yâ Re­sû­lal­lah! Ben, işitmediğimi &#;İşittim&#; demekten kulağımı, görmediğimi &#;Gördüm&#; demekten gözümü korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyo­rum.”

Pey­gam­be­ri­mizin Hitabesi
Aslında Resûl-i Ekrem Efendimiz, zevcesi Hz. Âişe&#;nin böyle bir isnattan uzak olduğunu çok iyi biliyordu; ancak böylesine haince ve sinsice plânlı bir if­tiranın halk arasında yayılması, kendisini son derece üzmüştü. Bu, Hz. Âişe&#;­ye karşı ister istemez tavrını değiştirmesine sebep ol­muş­tu. Nitekim mes­citte irad ettiği hutbede bunu açıkça ifade ediyordu:

“Ey Müslümanlar cemaati! Ailem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye dü­şüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Hâlbuki, vallahi ben, ailem hak­kında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onlar (iftiracılar), öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmi­yorum.”

Pey­gam­be­ri­mizin, Hz. Âişe&#;yle Konuşması
Hz. Âişe&#;ye iftira edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş ol­ma­sına rağmen, Re­sû­lul­lah&#;a (a.s.m.) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi.

Mescitte ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra, Hz. Ebû Be­kir&#;in evine vardı. Selam verdikten sonra, Hz. Âişe&#;nin yanına oturdu ve “Ey Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnatlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan be­rî ve uzak olduğunu açıklar. Yok, eğer böy­le bir günaha yaklaştınsa, Allah&#;tan af dile ve O&#;na tevbe et! Çünkü kul, gü­nahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele buyu­rur.”

Hz. Âişe, o andaki durumunu da şöyle anlatır:

“Re­sû­lul­lah (a.s.m.) sözlerini bitirince, gözümün yaşı kesildi. Öyle ki gözya­şından bir tek damla bulamıyordum.

“Hemen babama dönüp, &#;Re­sû­lul­lah&#;a bu hususta benden taraf cevap ver&#; dedim.

“Babam, &#;Vallahi kızım! Re­sû­lul­lah&#;a (a.s.m.) ne diyeceğimi bile­mi­yorum!&#; dedi.

“Sonra anneme döndüm. &#;Re­sû­lul­lah&#;a (a.s.m.) bu hususta benim tarafım­dan sen cevap ver&#; dedim.

“O da, &#;Vallahi, ben de Re­sû­lul­lah&#;a ne diyeceğimi bilmi­yorum!&#; de­di.”

Hz. Âişe&#;nin Cevabı
Baba ve annesi Re­sû­lul­lah&#;a herhangi bir cevapta bulun­mayınca, Hz. Âişe biz­zat konuşmak mecburiyetinde kal­dı. Şe­hâdet getirip, Cenab-ı Hakk&#;a hamd ve senâda bulunduktan sonra, “Vallahi” dedi. “Ben anladım ki siz halkın yap­tığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hatta onlara inanmış gibisiniz! Şimdi, ben size o kötülükten uzağım, de­sem —ki Allah biliyor, uzağımdır— beni doğrulamazsı­nız! Faraza, ben, kötü bir iş yaptım (!) desem, —ki Allah biliyor, ben böyle bir şeyden uzağım siz, beni hemen tasdik edersiniz! Vallahi, ben kendim için de, sizin için de Yakub&#;un (a.s.) oğullarıyla olan misâlinden başka getirecek misâl bulamıyorum. Nitekim o zaman o, &#;&#; Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Si­zin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak, ancak Allah&#;tır&#; demişti.”

Peygamberimize Vahyin Gelişi
Henüz Resûl-i Kibriya Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:

“Resûlullah&#;ı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gi­bi vahiy alâmetleri bürüdü. Nitekim vahiy sırasında, kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü. Resûlullah&#;ın (a.s.m.) üzerine elbisesi örtüldü, başının altına da derinden bir yastık konuldu. Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ&#;nın bana zulmetmeyeceğini biliyordum. Annemle babamın ise, halkın ağzında dolaşan dedikodular, Allah tarafından doğrulanacak diye korkularından ödleri kopuyor, cansız düşüvereceklerini sanıyordum.”

Vahiy hali Resûl-i Kibriya Efendimizin üzerinden kalkınca, sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe&#;ye, “Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni, kesin olarak tebrie etti, yapılan iftiradan berî ve uzak kıldı.” dedi.

Hz. Ebû Bekir de son derece sevindi. Yerinden kalkıp, kızı Hz. Âişe&#;nin başını öptü.

İnen Ayetler
Cenab-ı Hak, konuyla ilgili olarak Resûlüne indirdiği ayet-i kerimelerde şöyle buyurdu:

“O uydurma haberi getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir.

“Onu siz kendiniz için bir kötülük sanmayın. Bilâkis, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nisbetinde ceza) vardır. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen o adama da pek büyük bir azap vardır.

“Onu (iftirayı) işittiğiniz vakit, erkek mü&#;minlerle kadın mü&#;minler, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zanda bulunup da, &#;Bu, apaçık bir iftiradır&#; demeleri (lâzım) değil miydi?

“Buna karşı dört şahit getirmeli değil miydiler? Mademki bu şahitleri getiremediler; o halde onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir!

“Eğer dünyada ve ahirette Allah&#;ın ihsan ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, o daldığınız dedikodu sebebiyle size muhakkak büyük bir azap çarpardı.

“O zaman siz, o (iftirayı) dillerinizle (birbirinize) yetiştiriyordunuz; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi, ağızlarınızla söylüyor ve bunu kolay (günah olmayan şey) sanıyordunuz. Hâlbuki, o(nun günahı) Allah katında büyüktür.

“Onu (iftirayı) duyduğunuz zaman, &#;Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ! Bu büyük bir iftiradır&#; demeniz (lâzım) değil miydi?

“Eğer siz gerçekten iman eden kimselerseniz, böyle bir şeye ebedîyyen bir daha dönmenizi Allah size yasaklıyor!

“Allah, size ayetlerini açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir; tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.

“Mü&#;minler içinde, kötü sözlerin yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Dünyada da, ahirette de onlar için acıklı bir azap vardır! Onları (kötülüğü yay­mak isteyenleri) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

“Ya üzerinizde Allah&#;ın fazl ve rahmeti olmasaydı, ya hakikat Allah çok esirgeyici, çok merhametli olmasaydı, haliniz nice olurdu?”

Böylece, Cenab-ı Hak, vahiyle Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek hem Resûlünün temiz ruhunu ve pâk vicdanını üzüntüden kurtardı, hem Hz. Ebû Bekir&#;in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi, hem de Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.

En Üstün Beraat
Bir gün, Hz. Abdullah b. Abbas&#;tan, Hz. Âişe&#;yle (seafoodplus.info) ilgili ayetlerin tefsiri sorulmuştu. Şu izahta bulunmuşlardı:

“Yüce Allah, dördü dört şeyle beraat ettirmiş, yapılan iftiralardan onları temize çıkarmıştır:

“1) Hz. Yusuf&#;u, Züleyha&#;nın kendi ehlinden getirilen bir şahidin diliyle be­raat ettirmiştir.

“2) Hz. Mûsa&#;yı, Yahudilerin dedikodularından, elbisesini alıp getiren taşla beraat ettirmiştir.

“3) Hz. Meryem&#;i, kucağındaki oğlunu dile getirip, &#;Ben Allah&#;ın kuluyum&#; diye söyletmek suretiyle temize çıkarmıştır.

“4) Hz. Âişe&#;yi ise, Yüce Allah, kıyamete kadar bâkî kalacak olan i&#;cazkâr ki­tabı Kur&#;an&#;daki o azametli ayetlerle beraat ettirmiştir; ki bu derece belâğatlı temize çıkarmanın benzeri görülmemiştir. Bakınız da, bununla diğer beraat ettirmeler arasındaki büyük ve üstün farkı görünüz.

“Yüce Allah, bunu ancak Resûlünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır.”

İftiracıların Cezaya Çarptırılmaları
Resûl-i Ekrem Efendimiz, konuyla ilgili vahiy geldikten sonra çıkıp halka bir hutbe irad etti, sonra da gelen Kur&#;an ayetlerini onlara okudu.

Bilâhare, yapılan iftirayı dilleriyle yaymakta en çok ileri giden Mistah b. Üsâse, Hassan b. Sâbit ile Hamne binti Cahş&#;a had vurulmasını emretti. İftiracı­lara had olarak seksener kamçı vuruldu.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir