hz rabia kimin kızı / RÂBİA el-ADEVİYYE - TDV İslâm Ansiklopedisi

Hz Rabia Kimin Kızı

hz rabia kimin kızı

Rabiya’tül Adeviyye

“Üsve-i Hasene” olan Efendimiz’in hayatına hayatını değdiren bir kimse yok ki; yaşantısıyla ulvîleşmesin ve ardından gelenlere hayırlı bir miras bırakmış olmasın… Hayırda iz bırakanları yâd ettiğimiz sayfamızda, sahabenin hayatlarıyla günümüze bıraktıkları iz düşümlerini dile getirmeye gayret ettik. Bu defa yaşadığı zaman itibariyle bize daha yakın olan, tasavvufta belirli bir seviyeye ulaşmış, bir hanım olmasına rağmen, döneminin büyük mutasavvıflarına ibretlik ifadelerle çıkarımlar yaptırtan ve Evliyaullah’tan olan Rabiyat’ül Adeviyye’yi konu edineceğiz.

Tabiinden ve hanım velilerin büyüklerinden olan Hz. Rabia’nın doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Babası İsmail’in üç kızı vardır. Bir tane daha doğunca adını ‘dördüncü’ anlamına gelen Râbia ismini koyar. Çok fakir bir ailenin çocuğu olan Rabia’nın, doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktur. Bu duruma kederlenen annesi çok ağlamış ve mahzûn olmuştur.

Rabia-tül Adeviyye biraz büyümüştü ki; bu defa da annesini ve babasını kaybetti. Bu arada Basra’da kıtlık başladı ve her şey çok pahalı bir fiyata satılıyordu. Bu hengâmede Rabia’nın ablaları da evlenince, Rabia kimsesiz kaldı. Bir gün zalim bir kimsenin eline düştü ve hizmetçi olarak iş gördü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara satıldı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalıştı. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyan etmedi. Allah’ın takdirine razı olarak teslimiyetine leke sürmemeye gayret etti. Edebi ve iffetiyle tanınan Hz. Rabia’nın karşısına bir gün bir yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzun olmuş bir kalp ile Allah’a yalvardı ve: “Ya Rabbi! Garip ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız Senin rızanı istiyorum. Benden razı olup olmadığını da bilmiyorum” diyerek terennüm etti.

Bir gece efendisi uyandığında Rabia’nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Rabia’nın, secde ettiğini, Allah-u Teâlâ’ya şöyle yalvardığını duydu.

 “Ey Rabbim! Benim arzumun Senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saadetim, Senin huzurunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, Sana ibadetten bir an geri kalmam. Fakat ev sahibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve Sana gereği gibi ibadet edemiyorum” Ev sahibi, bunları duydu.  Ve: “Artık Rabia köle olamaz!” diyordu. Sabah olunca hemen Rabia’yı çağırdı ve dedi ki: “Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim.” Rabia: “Gideyim” dedi. Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibadetle geçirir ve kefenini daima yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi.

Rabia-tül Adeviyye bir gece: “Ya Rabbi! Ya kalp huzuru ile namaz kılmamı nasip et veya kalp huzuru ile kılamadığım namazımı kabul et. Allah’ım benim dünyadaki bütün arzum ve işim, Seni yâd etmek, ahirette de Cemâl-i İlâhiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu anlayışıma bağışla!” diye yalvardı.

Yine bir gün Rabia için için ağlıyordu, kendisini bu halde görenler: “Ey Allah’ın sevgili kulu niçin ağlıyorsun? Rabbinle yakınlığın var” dediler. Hz. Rabia cevaben: “Ayrılıktan korkuyorum, belki ölüm vaktinde ‘Sen bana gerekmezsin ey Rabia!’diye Allah-u Teâlâ hazretleri hitap buyurursa benim hâlim nice olur?” diyerek ağlamaya devam etti.

Tevekkülü o dereceye ulaşmıştı ki; bir gün etrafında bulunanlara: “Gök tunç olsa, yer demir kesilse, gökten bir damla yağmur düşmese, yerden bir bitki bitmese ve dünyadaki bütün insanlar benim çocuğum olsa, Allah’a yemin ederim ki onlara nasıl bakacağım düşüncesi kalbime gelmez. Çünkü Allah (c.c.) hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve üzerine almıştır” dedi.

İmanın ve hakikatlerin gerçek anlamına erişemeyenler, hakikatlerin sadece sözcülüğünü ederler. Sözlerin samimiyeti ortaya çıksın diye imtihana tâbi olunduğunda samimiyetsiz sözler, aslında hakikatten bir nebze olsun dem vuramadığını açığa çıkarır. İşin sözünde Allah’a teslimiyet ve tevekkülde her birimiz kendimizi gayet iyi bilir, ‘Allah’tan başka kime teslim olup güveneceğiz?’ ifadeleriyle tescilleriz samimi olduğumuzu. Ama nadirdir Hz. Rabia gibi tevekkülün aslına erenler. Zorluk zamanında, imtihanın kederi yüreği dağladığında; ‘Sen benden razı ol da gerisi mühim değil Rabbim!’ diyebilmek hiç de kolay olmamakta…

Bir örnektir Hz. Rabia…  Yaşantısı, Rabbine kulluğu, kanaati, ihlâsı ve takvasıyla bir numunedir Hz. Rabia…

Bir zaman gelir ve hasta olur Allah dostu. Ziyaretine gelenler: “Ey Rabia! Bu hastalık sana çok ıstırap vermektedir. Allah’a dua et de çektiğin bu ıstırabı hafifletsin” dediler. O da: “Siz bilmiyor musunuz, bu ıstırabı çekmemi Allah-u Teâlâ irade etti” diye cevap verdiğinde; “evet biliyoruz” dediler. Bunun üzerine:  “Bu hakikâti bildiğiniz halde, benden O’nun iradesine muhalefet etmemi, O’ndan tersini dilememi nasıl isteyebiliyorsunuz?” dediği zaman, onlar: “Ey Rabia, peki senin arzun nasıldır?” diye sordular. O da: “Allah-u Teâlâ benim hakkımda ne irade ve ne takdir etmişse ona razı olmak” buyurdu.

Bir gün kendisine sordular: “Ölümü arzu ediyor musun?” Buyurdu ki: “İnsanlardan birine karşı bir kabahat işlemiş olsam, o insanla karşılaşmaktan utanırım. Hâlbuki Allah-u Teâlâ’ya karşı olan kabahatlerimiz o kadar çok ki, huzuruna varmayı (ölümü) nasıl arzu ederim?”

Dünyaya nazar etmemiş olmasına ve Rabbine duyduğu özlemle O’na kavuşmayı çok istemesine rağmen, yine de ‘huzuruna çıkacak yüzüm yok’ der gibi sevdiğinin karşısına çıkmaya utanan Rabia…

Oysa bu sözlerin sahibi hakkındaki bildiklerimiz, onun sürekli itaat halinde, ihlâs ile kulluğunu yapan bir mü’ mine olduğudur. Gece her şey karanlığa büründüğünde ve herkes sevdiğiyle hemhâl olduğunda, sabaha kadar Rabbiyle baş başa kalarak, namaz kılmayı ömrünün en güzel anları olarak bilen bir kul olduğunu biliyoruz. Buna rağmen Rabbinin rahmetinden gayrı hiçbir şeye güvenmiyor Hz. Rabia.

“Bu yüksek derecelere ne ile kavuştun?” dediklerinde: “Beni ilgilendirmeyen her şeyi terk ve ebedî olanın dostluğunu istemekle” buyurdu.

Rabbimiz bizlere kendi dostluğunu istemeyi nasip et. Razı olduğuna razı olmayı, razı olmadığına da uzak olmayı nasip et. (Âmin)

Râbia El-Adeviyye

Râbia el-Adeviyye -rahmetullâhi aleyhâ- hicrî ikinci asırda yaşamış, Basralı meşhur hanım sûfîdir. Ailesinin dördüncü kızı olduğu için Arapça’da “dördüncü” mânâsına gelen “Râbia” ismini almıştır. “Ümmü’l-Hayr” (hayırların annesi) künyesi ile tanınmıştır.

Ferîdüddîn Attâr Hazretleri, meşhur eseri “Tezkiretü’l-Evliyâ”da Râbia el-Adeviyye’nin doğduğu geceyi şöyle anlatır:

“Râbia el-Adeviyye -rahmetullâhi aleyhâ-’nın doğduğu gece, anası evinde dünyalıktan hiçbir şey bulamadı. Babası samimî bir dervişti. Evinde bir dirhem yağ ve bir parça bez dahî bulamadılar ki Râbia’yı sarsınlar Hanımı, kocasına dedi ki:

«-Filân komşuya var. Biraz yağ iste ki, çırayı yandıralım.»

Fakat kocası, kimseden bir şey istememeye ahdetmişti. Kapıdan çıktı, komşunun kapısına vardı. Geri geldi.

«-Kapıyı açmadılar.» dedi.

Hanımı ağladı. Gamlı bir şekilde yattı, uyudu. Rüyasında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördü. Buyurdu ki:

«-Gamlanma! Bu doğurduğun, benim ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecektir. Yarın kocana söyle, Basra beyi Îsâ Nâdân’ın huzuruna çıksın. Bir kâğıda, “Her gece Peygamber’e yüz kere salavât-ı şerîfe getirirdin. Geçen gece salavât-ı şerîfe getirmedin. Şimdi onun keffareti olarak, elinde kâğıt bulunan bu kişiye dört yüz dinar veresin.” diye yazsın.»

Hanım uyandı. Kocasına olup biteni anlattı. Râbia’nın babası, bu haberi Basra beyine iletti ve rüyada söylenen şeylerin yazıldığı kağıdı kendisine verdi. Basra beyi yazılanları okudu, ağladı.

«-Onu huzuruma çağırmak revâ değildir!» diyerek o kâğıdı getiren Râbia’nın babasının yanına geldi.

«-Ben sana Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hürmetine on bin altın veririm.» diyerek altınları Râbia’nın babasına verdi, çok özürler diledi ve:

«-Her ne hâcetin olursa bana bildir!» dedi.

Râbia’nın babası eve geldi. Evin bütün eksiklerini tamamladı.”

* * *

Râbia el-Adeviyye, küçük yaşlarda yetim kaldı. Hayatı maddî zorluklarla başlayan Râbia’nın bundan sonraki yaşantısı daha da zor oldu. Kıtlık yıllarına denk gelen çocukluk döneminde Râbia’nın âilesini, yakınları ve komşuları her ne kadar gözetmeye çalışsa da herkesin kendi derdine düşmesi yüzünden bir müddet sonra bu gariban aileye yardım edecek kimse kalmadı. Bu maddî zorluklar karşısında kardeşlerinin her biri bir yere dağıldı.

Râbia’nın bahtına da merhametsiz bir zengine köle olmak düştü. 6 akçe karşılığında satın alınan Râbia, gündüzleri çeşitli işlerde yorulurken, geceleri herkesin istirahat ettiği zamanlarda kendisini ibadet ve zikre vermekteydi. O keder ve gam dolu dünyanın yükünü bu şekilde hafifletmeyi tercih etti.

Râbia’nin yorgun görüntüsünden şüphelenen efendisi, Râbia’nın gizliden bir şeyler yaptığını düşünerek onu takip etmeye başladı. Gündüz her şeyin tabiî seyrinde devam ettiğini gören merhametsiz adam, gece de onu takip etmeyi sürdürdü. Geceleyin Râbia’nın ne işle meşgul olduğunu öğrenmek için odasına ansızın girdi ve onu gece ibadetine dalmış olarak gördü. Odayı aydınlatan nurlar içinde Râbia’yı görünce korkarak odayı terk etti. Sabaha kadar bu hâli düşünen adam, sabah Râbia’yı yanına çağırarak onu korku ve merhamet duygularıyla âzâd etti.

Cenâb-ı Hakk’ın lûtfu ile esaretten kurtulan Râbia el-Adeviyye, yüreğinde hissettiği hacca gitme arzusuyla yollara düştü. Onun dünyadan uzaklaşıp zühde yönelmesinin ilk işaretleri bu hac yolculuğu esnasında çölde karşılaştığı hadiselerde ortaya çıkmaktadır.

Rivâyete göre yükünü taşıması için yanına aldığı eşeği, çölde telef olunca kervandakiler yükünü taşımak istemişler, fakat Râbia, Allâh’ın yarattıklarına değil, bizzat kendisine güvendiğini söyleyerek bu isteği reddetmişti. Hak Teâlâ’ya secde ederek:

“-İlâhî, padişahlar böyle etmez. Beni kendi evine çağırdın, yolda eşeğimi öldürdün. Beni düz ovada bir başıma koydun!” dedi.

Sözlerini bitirmeden eşeğinin canlandığını gördü. Yükünü yükledi ve yolculuğuna devam etti.

Menkıbeye göre, Mekke yolunda Kâbe’nin kendisini karşılamaya geldiğini gördü ve:

“-Ben bu evi ne yapayım? Bana bu evin sahibi gerek. O bana, «Kim Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım.» diye seslenmiştir.” dedi.

Râbia el-Adeviyye’nin dünyevî olan her şeyi terk edip zühde yönelmesi, ilk zâhid sûfîlerde yaygın olan ortak bir tavırdır. Râbia’yı diğer sûfîlerden ayıran husus ise, onun zühd anlayışını ilâhî aşk fikriyle tamamlamasıdır.

Râbia el-Adeviyye, ilâhî aşk konusunda şöyle münâcâtta bulunur:

“Ey Rabbim! Seni iki sevgi ile severim. Sevginin biri benim aşk ve iştiyakımdan, diğeri Senin sevilmeye lâyık olduğundandır. Benim aşk ve iştiyakımdan gelen sevgim, Senden başkasını bırakıp sadece Senin zikrinle meşgul olmayı; Senin sevilmeye lâyık olmandan gelen sevgim de bana müşâhede mertebesini ihsan buyurmuş olmandandır. Şu halde hamd ve şükran ne bana mahsustur ne de övülmüş olma ciheti bana aittir. Her iki yönden de şükür ve hamd, ancak Sana mahsustur.”

Hac vazifesini tamamlayan Râbia el-Adeviyye, bir zaman sonra Basra’ya yerleşti. İlâhî aşkın önünde perde olacağı ve dünya işleri ile meşgul edeceği düşüncesi ile kendisine yapılan evlilik tekliflerini usûlünce reddetti. Sürekli kendisinin Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda olduğu şuuruyla yaşadı.

Münzevî bir hayat yaşamayı ne kadar arzu etse de ziyaretine gelenler, nasihat isteyenler, duâ talep edenler evinden eksik olmamıştır. Kendi devrindeki takvâ sahibi kadınların yol göstericisi olmuştur. Dönemin önde gelen âlimleri, Allah dostları da kendisini şer‘i şerîfin ölçüleri içerisinde ziyaret etmişler ve hayır duâlarını almışlardır. Büyük mutasavvıf İbnü’l-Arabî -kuddise sirruh- Râbia el-Adeviyye’nin Abdülkâdir-i Geylânî ile mânevî anlamda aynı mertebede olduğunu söylemiştir.

Râbia el-Adeviyye, bir münâcâtında şöyle demektedir:

“İlâhî! Eğer ben Sana Cehennem korkusuyla ibadet ediyorsam beni Cehennem ateşinde yak! Eğer Cennet ümidiyle Sana kullukta bulunuyorsam beni ondan mahrum et! Eğer Sana olan sevgimden dolayı Sana ibadet ediyorsam, o zaman Senin ezelî cemâlinden beni mahrum etme!”

Üstad Necip Fâzıl “O Erler ki” şiirinde, bu mânevî hâli ne güzel anlatır:

“O erler ki, gönül fezâsındalar

Toprakta sürünme ezâsındalar!

Bir an yabancıya kaysa gözleri,

Bir ömür gözyaşı cezasındalar!

Ne Cennet tasası ve ne Cehennem;

Sadece Allâh’ın rızâsındalar.”

90 yıllık çileli ömrünün son demlerinde, yanındakilerin de duyduğu şu nidâdan sonra emaneti teslim ederek Rabbine kavuşmuştur:

“Ey itmi’nâna ermiş nefis! Sen O’ndan râzı, O senden râzı olarak dön Rabbine! Haydi gir kullarımın içine. Gir cennetime.” (el-Fecr, )

İslâm’ın güzîde hanımlarından Râbia el-Adeviyye Vâlidemiz’in şefaatlerini niyaz ederiz.

Faydalanılan Kaynaklar: TDV İslâm Ansiklopedisi, Ferîdüddîn Attar, Tezkiretü’l Evliyâ, İstanbul, , sh. ; Selim Uğur - H. Erdem Uğur, Sâliha Hanımlar, İstanbul, , sh.

PAYLAŞ:                

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir