tenzîlu | : bir şeyin bir miktarının açığa çıkması, indirilen, gelen, her varlık |
el kitâbi min Allah | : kitap, Allah’tan, Allah’ın |
El aziz | : tüm değerlerin yüce sahibi, tüm sıfatların yüce sahibi |
el alim | : ilmiyle var eden, ilmin sahibi |
1- Ortaya çıkan her varlık; tüm değerlerin yüce sahibi, ilmin sahibi olan Allah’ın bir kitabıdır.
İnnâ enzelna ileyke | : biz, indirdik, sunduk, verdik, size, sana, işte, |
El kitabi bi el hakkı | : kitabı, varlık kitabı, hakile, hakikatler, |
Fe abudi Allâh | : öyleyse, artık, kulluk, Allah |
muhlisan | : içten samimi olarak, tüm özünle, ihlasla |
Lehu el dine | : onun, varoluş yasaları, hükümleri, din |
2- Muhakkak ki Biz, işte o varlık kitabında size tüm hakikatleri sunduk. Bundan sonra tüm özünüzle Allah’ın kulu olduğunuzu anlayın, dinin O’na ait olduğunu bilin.
e lâ li Allah | : değil midir? Allah’a ait, |
el dinu | : varoluş yasaları, hükümleri, din |
el halis | : öz, saf, mahsus, halis, has, tertemiz, hilesiz, |
ve ellezine ittehazû | : onlar, edindiler, sarıldılar, |
Min duni evliyâ | : Ondan başka, dostlar, evliya |
ma nabuduhum | : değil, şey, ne, biz, onlara kulluk etmiyoruz |
İlla yukarribun | : ancak, yakınlık, akraba, |
ilâ Allâh zulfa | : Allah, makam, yakınlık, yaklaşma, zülüf |
inne Allâh yahkumu | : muhakkak Allah, hâkim olan, hükmün sahibi, |
beynehum | : onlar aralarında |
Fi ma hum fîhi yahtelifun | : değil, onun hakkında, ayrıkta kaldılar, ihtilaf, ikilik |
inne Allâhe la yehdi | : muhakkak, Allah, yok, yol gösteren, yol bulamazlar |
Men huve kazibun | : kim, o, yalanlarda kalan, |
keffarun | : hakikatleri kabul etmeyen |
3- Varlığın yaratılış yasaları Allah’a mahsus değil midir? Ondan başka evliya edinenler: Biz onlara kulluk etmiyoruz, ancak Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara yakın oluyoruz, derler. Onlar aralarında, tüm varlıktaki hâkimiyet sahibinin Allah olduğu hakkında ihtilafa düştüler. Muhakkak ki hakikatleri görmemezlikten gelenler, yalanlarda kalan o kimseler, Allah’a yol bulamazlar.
Lev erade Allah | : şayet, dilek, istek, Allah, |
en yettehize | : edinmek, istemek, sarılmak, |
ve leden | : varoluş, doğuş, aklın tercihi, özünü bulmak, |
le ıstafa | : elbette, tercih, has, seçilmiş, yararlanılmış, anlamak, |
mimmâ yahluku | : şeyden, şeyler, nesne, var eden, ortaya çıkan |
ma yeşau | : istemez, dilemez, arzu etmez, |
subhane hu | : noksan sıfattan münezzeh, tecellilerin sahibi, |
Huve Allah el vahid | : O Allah, bir, tek, tüm varlıktaki tekliğini gösteren, |
el kahhar | : idaresi altında tutan, mutlak galip, mutlak hakim olan |
4- Eğer Allah’ı anlamayı isteselerdi; varoluşun hakikatlerine sarılırlar, elbette yaratılan şeyleri anlamayı tercih ederlerdi, başka bir şey istemezlerdi. Allah O’dur ki, O tüm tecellilerin sahibidir, tüm varlıkta tekliğini gösterendir, tüm varlığı idare edendir.
Halaka | : Halkedendir, yaratan, varoluş, |
el semavat ve el ard | : Ulvi âlem, gökler ve yerleri |
bi el hakkı | : hak ile |
Yukevviru el leyle | : örter, döndürür, sarar, gece |
Ala en nehâri | : gündüzün üzerine |
ve yukevviru el nehar | : örter, sarar, çevirir, gündüzü |
Ala el leyli | : gecenin üzerine |
ve sehhare el şems | : düzen, meydan, ortaya koyan, güneş |
ve el kamer kullu yerci | : ve ay, hepsi akar gider |
Li ecelin musemmen | : bir sürede, belirlenmiş |
e lâ huve el aziz | : yok, değil mi, o, tüm değerlerin yüce sahibi, |
el gaffar | : mağfiret eden, temizleyen, tertemiz lutufları sunan |
5- Gökleri ve yerleri hakk ile halkedendir. Geceyi gündüzün üzerine döndürür, gündüzü gecenin üzerine döndürür. Güneş’i ve ay’ı düzenleyendir, bütün hepsi belirli bir zaman diliminde akar gider. Tüm değerlerin yüce sahibi olan, mağfiret eden O değil midir?
halaka-kum | : sizi yarattı, halketti, varetti, yarattı |
Min nefsin vahidet | : bir nefis, öz, öz varlık, tek nefis, bir |
Summe ceale minha | : sonra, yaptı, kıldı, düzenledi, ondan |
zevce ha | : eş, çeşit, tür, cins, aynı yolda olan, |
ve enzele lekum | : sundu, verdi, indirdi, size, |
min el enam | : tüm varlık, nimet, hareket edebilecek nitelik, halk, |
Semâniyete | : sekiz, fiyat, nitelik, değerler, işitirek, dinleyerek, |
ezvac | : eş, tür, denk, çeşit, cins, aynı yolda olan, birlik |
yahlukukum fi butun | : sizi yaratır, içinden, batınlardan |
ummehâti-kum | : sizin anneleriniz, asliyetleriniz |
Halkan min badi halkın | : Halketme, den sonra, halketme, yaratma, |
Fi zulumâtin selasin | : içinde, karanlıklar, üç karanlık dönem, üç |
Zâlikum Allah | : işte bu, Allah |
Rabbu kum | : rabbiniz, sizi vücudlandıran, |
lehu el mulku | : odur, mülkün sahibi, hükümran |
Lâ ilahe illa huve | : ilah yoktur, o vardır |
fe enna tusrafun | : böylece nasıl olurda taşkınlık yapar, benlik isnat etme |
6- Sizi tek bir nefisten yarattı. Sonra ondan çeşit çeşit düzenledi ve size tüm varlıktan çeşit çeşit değerler verdi. Analarınızın karnında, üç karanlık dönem içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek sizi yarattı. Sizi vücudlandıran Allah işte budur. Mülkünde hükümran olan O’dur. O’ndan başka güç yoktur. Böylece nasıl olur da taşkınlık yapar benlik isnat edersiniz.
İn tekfuru | : eğer, ise, hakikati örtmek, |
fe inne Allah | : muhakkak, Allah, |
ganiy ankum | : gani, zenginlik, değer, tüm varlığın sahibi, sizin, |
ve la yerda li ibadihi | : yok, razılık, hoşnut, huzur, kul, o, |
el kufr | : hakikati örten, görmemezlikten gelen, |
ve in teşkuru | : teşekkür, nimetleri sahibine teslim etmek, |
yerdahu lekum | : ondan razı, size, |
ve la teziru vaziretun | : yüklenmez, taşıyıcı, yardımcı |
Vizra uhrâ | : yük, ağırlık, sığınma, diğer, |
Summe ilâ rabbikum | : sonra, ancak, Rabbiniz, sizi vücudlandıran |
merciu kum | : kaynak, merkez, dönüş, merci, aslınız, siz, |
Fe yunebbiu-kum | : böylece size haber verir, bildirilir, |
Bimâ kuntum talemun | : yaptığınız şeylerin |
İnne hu alim | : muhakkak, o, ilmiyle var eden, ilmin sahibi, |
bi zati el sudur | : sahip, gönül, kalb, |
7- Eğer hakikatleri görmemezlikten gelir örterseniz, muhakkak ki sizdeki ve tüm varlıktaki değerlerin sahibinin Allah olduğunu anlayamazsınız. Hakikatleri görmemezlikten gelenler O’nun kulu olduğunu anlayamazlar, huzur bulamazlar. Eğer nimetlerin sahibini bilip teslimiyet içinde olursanız, size O’nun rızasına ulaşmak vardır. Bir başkasının yükünü bir başkası taşıyamaz. Sizin kaynağınız sizi vücudlandırandır ancak. Yapmış olduğunuz şeylerden hakikatlerin incelikleri size bildirilir. Muhakkak ki O ilmin sahibidir, gönüllerin sahibidir.
ve izâ messe el insan | : insana dokunduğunda, isabet ettiğinde, |
darr | : bir sıkıntı, darlık, müşkül, |
Deâ rabbe hu | : dua, ister, yönelir, rabbine, |
munib ileyhi | : ona yönelme, istifade için yönelme, ona |
Summe iza havvalehu | : sonra, verildiği zaman, kavuştu, o, |
nimet | : nimet, faydalı olan, ihsan, lütuf, |
min-hu nesiye | : ondan, kendisinden, unutan, |
ma kane yedu | : olmadı, olmaz, yönelir, ister, yönelmez, |
İleyhi min kablu | : ona, den önce |
ve ceale li Allah | : yaptı, kıldı, etti, Allah, |
endaden | : eşler, ortaklar, kendine varlık isnat eden |
li yudılle an sebili hi | : saptırmak için, hakikat yolu, |
Kul temetta | : de, faydalan, yararlan, meta, |
bi kufrike kalilen | : hakikatleri örten, az, biraz, azda olsa, |
inneke min ashabi | : muhakkak ki sen, sahip, arkadaş, |
el nar | : ateş, yakıp yıkıcı haller,
|
8- İnsana bir sıkıntı dokunsa, o sıkıntıdan kurtulmak için hemen Rabbine yönelir. Sonra o bir nimete kavuştuğu zaman unutur, daha önce de yaptığı gibi yönelen olmaz ve o hakikat yolunu bırakır dalalet içinde kalır, Allah’a karşı kendine varlık isnat eden olur. De ki: Yalnızca menfaatleri için yaşayanlar, az da olsa hakikatleri görmeyip örtenler, muhakkak ki yakıp yıkıcı hallere sahiptirler.
Em men huve | : yoksa, kim, kimse, o, |
kanitun anae | : saygılı olan, itaat eden, her anını, zaman, |
el leyli | : gece, karanlık, cehaletin karanlığı, |
saciden | : secde eden, teslim olan, tüm varlığından geçen |
ve kaimen | : ayakta duran, mevcut olan, diri olan, varlığı tutan, |
Yahzeru el ahiret | : sakınır, çekinir, korkar, sonundan, |
ve yercû rahmete rabbihi | : diler, ister, rahmetinden, rabbinin |
Kul hel yestevi | : de, anlat, söyle, bir olurmu, aynı olurmu, |
ellezine yalemu | : kimse, bilenle, bilen bir kimse, ilim üzere olan |
ve ellezîne la yalemun | : kimseler, bilmeyen, ilim üzere olmayan |
İnnema yetezekkeru | : ancak, tezekkür, hakikati anlayıp o hâl üzere bakma |
ûlu el elbâbi | : yüce akıl sahipleri, hakk üzere aklını işleten
|
9- O kimse ki; her anını saygıyla, itaat ederek geçirir, cehaletin karanlığından kurtulup tüm varlığıyla teslim olur ve tüm varlığı tutanı idrak eder, sonunda kötü hâle düşmekten sakınır ve Rabbinin rahmetini ister. De ki: İlim üzere hareket eden kimseyle, ilim üzere hareket etmeyen kimse bir olur mu? Ancak hakk üzere aklını işletenler, hakikatleri anlayıp o hâl ile bu âleme bakarlar.
Kul ya ibadi | : Anlat, ey kulluğunu idrak eden, |
ellezine amenu | : iman edenler, |
İttekû | : takva, fenalardan sakınmak, ortak koşmamak, |
rabbe kum | : rabbiniz, sizi vücudlandıran, |
li ellezîne ahsenu | : kimseler için, onlar için, en güzel, güzel davranışlar, |
Fi hâzihi el dünya | : bu, dünyada, yaşamınızda, |
hasenet | : iyilikler üzere olmak |
ve ardu allâhi | : arz, yeryüzü, Allah, |
vasiatun | : genişlik, yayılma, gezin, araştırmak, |
innema yuveffa | : sadece, vefa, sevgiyle davranma |
el sâbirûne ecre hum | : sabredenler, karşılıkları, |
Bi gayrın hisabın | : olmaksızın, hesap, verilenin karşılığı, sonsuz, bitmeyen |
10- De ki: Ey iman edip kulluğunu idrak edenler! Sizi vücudlandırana karşı fenalara düşmekten kaçının, O’na ortak koşmayın. Güzel davranışlar içinde olan kimselerden olun. İşte bu yaşadığınız dünyada iyilikler üzere olun ve yeryüzünde Allah’ın hakikatleri için yayılın, sadece sevgiyle davranın. Sabredenlere sonsuz karşılıklar vardır.
Kul inni emr tu | : de ki, ben, emr, işleyiş, tüm varlıktaki işleyiş, hüküm |
en abud allah | : kul, kulluk, Allah |
muhlisan | : halis, mahsus, has, |
lehu el dine | : varlığın yaratılış yasaları, hükümleri, din onun, |
11- De ki: Allah’ın kulu olduğumu, varlığın yaratılış yasalarının O’na mahsus olduğunu, tüm varlıkta işleyenin O olduğunu anladım.
ve emr tu | : işleyiş, emr, hüküm, yapmak, hareket, |
li en ekune | : benim olmam, olmakla, |
Evvele | : ilk, önce, öncelikle, |
el muslimîne | : barış ve huzur üzere olan, slam, |
12- Ve öncelikle barış ve huzur üzere olmam hükmedildi.
Kul inni ehafu | : anlat, ben, çekinirim, sakınırım, |
in asaytu | : karşı çıkmak, isyan, asilik, bende varım demek, rabb, |
rabbi | : rabbim, beni vücudlandıran, efendim, |
azabe yevm | : sıkıntı, müşkül, gün, vakit, zaman, |
azim | : yüce, büyük, kararlı, |
13- De ki: Beni vücudlandırana karşı kendime varlık isnat etmekten çekinirim, böyle yaptığım zaman büyük sıkıntılarda kalırım.
kul Allâh abudu | : anlat, de ki, Allah’ın kuluyum |
Muhlisan | : öz, mahsus, halis, |
lehu dini | : din onun, varoluş yasaları, |
14- De ki: Sadece Allah’ın kuluyum, din O’na mahsustur.
fe abud | : bundan sonra, kulluk, hizmet, |
ma şitum | : istemeyin, dilemeyin, arzu etmeyin, |
min duni hi | : ondan başka, |
Kul inne el hasirin ellezine | : anlat, de, muhakkak kayıpta olan o kimseler |
Hasirû | : kaybeden, dalalet, hüsran, |
enfusehum | : kendi, nefsi, özü, onlar, kendileri, |
ve ehli him | : yetkili olan, ailesi, yakınları |
yevme el kıyameti | : ölüm vakti, diriliş, dünyanın sonuna kadar, |
E lâ zalike | : değil mi, yok, işte bu, |
huve el hursan el mubin | : o, kayıp, hüsran, dalalet, apaçık, |
15- Artık kulluğunuzu anlayın, O’nun hakikatlerinden başka bir şey istemeyin. De ki: Muhakkak ki dalalete giden o kimseler, kendilerini ve yakınlarını da ölünceye kadar dalalete sürüklerler. İşte bu apaçık dalalet değil midir?
Lehum | : onlar, dalalette olanlar, |
min fevki him zulel | : üstlerinde, üzeri, gölge, gaflet |
min en nâri | : ateşten, yakıp yıkıcı haller, |
ve min tahtihim | : altından, bulundukları yer, makam, onlar, |
zulel | : gölge, gaflet |
Zalike yuhavvifu | : işte, bu, uyarılan, çekinmek, korku, sakınmak, |
Allâhu bihi | : Allah, onunla, hakikatlerle, |
ibade hu | : kulluk, o |
Ya ibadi | : ey kullarım, ey kulluğunu bilenler, |
fe itteku ni | : artık, fenalardan sakının ortak koşmayın, bana |
16- Dalalette olanlar, yakıp yıkıcı hallerde bir gaflet üzeredirler ve onlar bulundukları yerlerde gaflet içinde yaşarlar. İşte, Allah’ın hakikatleri üzere olanlar ve O’na olan kulluğunu bilenler ise, dalalete düşmekten sakınırlar. Ey kullarım! Dalalete düşmekten sakının, Bana ortak koşmayın.
ve ellezîne icteneb | : o kimseler, sakınma, çekinme, ictinab eden, |
el tagut | : zanlarına tapınma, batıl olan şeylere yönelmek |
en yabudû hâ | : ona kul olmak |
Ve enabu ilâ Allâhi | : yöneldiler Allah’a |
Lehum el beşr | : onlar, müjde, sevindirmek, bildirmek, huzur, |
fe beşir ibad | : artık, müjde, sevinmek, kulluk, |
17- Batıl olan şeylere kul olmaktan sakınanlara ve Allah’a yönelenlere, hakikatleri bilmenin sevinci vardır, artık onlar kulluğu anlamanın sevincindedirler.
Ellezîne yestemiune | : o kimseler, işitirler, |
el kavl | : sözler, anlaşma, sözleşme |
Fe yettebiûne ahsene hu | : sonra tâbi olan, uyan, en güzel olana |
Ulâike ellezine | : işte onlar, o kimseler, |
hedahum Allah | : yol bulurlar, Allah |
ve ulâike hum | : işte onlar, |
ulul el elbab | : yüce akıl sahibi, hak üzere aklını işleten, saf akıl sahibi |
18- Hakikatlerin sözlerini işiten o kimseler, sonra da o hakikatlere en güzel tâbi olanlar, işte onlar Allah’a yol bulurlar ve işte onlar aklını hakk üzere işletenlerdir.
E fe men hakka | : değil midir, kim, kimse, hakikat, gerçek, |
aleyhi kelime | : kendindeki, üzerindeki, kelime, tecelli, hakikatler, |
el azabi | : sıkıntı, azap, müşkül, |
E fe ente tunkızu | : kurtarabilir misin, sen, |
men fi el nar | : kim, kimse, ateşin içinde, yakıp yıkıcı haller içinde, |
19- Kendi üzerindeki tecellileri görmeyen kimse sıkıntılarda değil midir? Ateşin içinde olan kimseyi sen kurtarabilir misin?
Lâkin ellezine ittekav | : lâkin, kimseler, takva, anlamaya çalışmak, |
rabb hum | : kendilerini vücudlandıran, rab, onlar, |
Lehum gurefun min fevkiha | : onlar için, yüksek makam, üstünde, yücelik, o |
gurefun mebniyet | : yüce, yüksek makam, yapılmış kurulmuş, iç içe |
Tercî min tahtina el enhar | : vardır, onun altında, makam, nehirler, ilimler |
vade Allâh | : söz, gerçeği, vaadi, yerine gelşen, Allah, |
la yuhlifu | : yok, sonsuz, dönmez, iftilaf, |
Allah el miad | : Allah, vaadi gerçekleşir, müddet, |
20- Lâkin kendilerini vücudlandıranı anlamak için gayret gösteren ve hakikatlere uygun yaşayan kimseler için yüce makamlar vardır. Onların makamlarında ilim vardır, onlar iç içe geçen o yüce makamlar üzere hareket ederler. Allah’ın sözleri sonsuzdur. Allah’ın sözleri her an gerçekleşir.
Elem tere | : görmedin mi? |
enne Allah enzele | : Allah, indirdi, sundu, |
Min el semâi maen | : gökten, rahmeti, yağmur, su, |
Fe selekehu yenâbîa | : sonra onu sokar, kaynak, pınarlar, |
fi el ardı | : içine, toprak, toprağa, yeryüzü, |
Summe yuhric bi-hi | : sonra çıkarır, onunla, |
zeran | : ekin, bitki, kültür, |
muhtelif elvanu hu | : çeşir çeşit, renklerde, |
Summe yehic | : sonra kurur |
fe terahu musfere | : artık, böylece, onu görürsün, sararmış solmuş |
Summe yecaluhu | : sonra, onu yapar, kılar, eder, |
hutame | : darmadağın, çer çöp, dağınıklık, |
İnne fi zalike | : muhakkak, içinde işte bu |
le zikr | : elbette, zikr, öğüt, ders, anmak, |
li ulil elbab | : aklı sahipleri, aklını işletenler için, |
21- Allah gökten yağmuru nasıl indirir görmez misin? Sonra onu toprağın içine girmesini sağlar. Yeryüzünün içinden onu kaynaklar halinde çıkarır akıtır. Onunla çeşit çeşit renklerde bitkiler verir. Sonra onu görürsün sararmış solmuş, dağılıp gitmiş. Muhakkak ki işte bunların içinde, aklını hakk üzere işletenler için dersler vardır.
Efe men şeraha | : kim açtıysa, açarsa, anlamak için genişletmek |
Allah sadr hu | : Allah, gönül, o |
Li el İslâmi | : barışa ve huzur üzere olmak için |
fe huve ala nurin | : böylece o, işte o, nuru üzere, aydınlık |
Min rabbi-hi | : Rabbinin, vücudlandıran, |
Fe veylun | : artık, vah haline, yazık, |
li el kasiyet | : katılaşma içinde, kapatmak, uzaklaşmak, |
Kulubu hum | : onları kalpleri, idrakleri, |
min zikri allâhi | : zikir, anlamak, anmak, hatırlamak, Allah |
Ulaike fi dalalin mubin | : işte onlar, apaçık dalalet, yalanlara sapmak, |
22- Kim gönlünü Allah’ı anlamak için açarsa, o barış ve huzur içinde olur, işte o Rabbinin nuru üzeredir. Kalblerini Allah’ı anlamaya kapatmış olanların ise vah o hâllerine. İşte onlar apaçık bir dalalet içindedirler.
Allâhu nezzele | : Allah, indirdi, sundu, en güzel, sözleri |
ahsene el hadis Kitaben | : en güzel, hoş, iyi, sözler, hakikatler, tecelliler : kitap, hakikatlerin sözler, her varlık bir kitab, |
muteşabihen | : farklı gibi özü aynı, benzer, uyumlu, |
meşaniy | : çok, ikişer, farklı, suret ve siretiyle hikmet taşır |
Takşaırru | : ürperir, sıkıntı hisseder, çekinir, |
min culud ellezine | : cilt, suret, gizlenen, deri, onlar |
Yahşevne | : huşu, huzur duyarlar, |
rabbehum | : Rablerinden |
Summe telinu | : sonra, sukünet bulur, iç yüzünü anlama, |
culûdu hum | : cild, ten, deri, suretler, onlar |
ve kulubu hum | : kalpler, idrakleri, onlar |
ila zikri allah | : anmak, hatırlamak, Allah’ın zikri |
Zalike hudâ allâh | : işte bu, yol bulma, yol göstermek, Allah |
bihi men yeşau | : onu, o hakikatler, kim, ister, isteyen, |
Ve men yudil Allâhu | : kim, kimse, uzaklaşan, sapan, Allah |
Fe ma lehu min hadin | : böylece, artık, o bulamaz, bir yol gösterici |
23- Her varlığı bir kitap olarak en güzel sözlerle sunan Allah’tır. Farklı gibi görünen şeyler özde aynıdır, suret ve siret olmak üzere iki yönüyle de hikmetler taşır. Suretlerde kalanlar sıkıntılar içindedirler. Suretlerin iç yüzünü anlayanlar ise, Rabbine teslim olmanın huzuru içindedirler ve onların kalbinde ancak Allah’ın zikri vardır. İşte Allah’a yol bulmak isteyen kimseler o hakikatler üzere olur. Fakat kim Allah’ın hakikatlerinden uzaklaşırsa, böylece o bir yol gösterici bulamaz.
Efe men yetteki | : böylece, gibi midir, kim, kimse, korur, sakınır, |
bi vech hi sue | : yüzünü, yönünü, gerçek, o, fena, kötülük, |
el azabi | : sıkıntı, azap, zorluk, |
yevm el kıyamet | : ölüm vakti, hakikatlerin ortaya çıkışı, |
ve kile li ez zalimine | : denir, zulüm eden, zalimler için, kötülük, |
zuku | : tatma, zevk, o halde, |
Ma kuntum teksibune | : siz değilsiniz, bir şey kazanmak, edinmek, |
24- Fena hâllerden yüzünü koruyan kimse, ölünceye kadar azap içinde olan kimse gibi midir? Zulmü zevk edinenler için: Siz bir şey kazanmış değilsiniz, denir.
Kezzebe | : yalanladı, yalanlarda kaldı |
ellezine min kablihim | : onlardan önceki kimseler, |
Fe eta hum | : işte, böylece, kalır, geldi, olur, sıkıntılarda kalır |
el azabı min haysu | : sıkıntı, azap, bir yer, nerede olursa olsun, |
la yeşurune | : şuurları yok, kendini çevresini idrak edemeyen, |
25- Onlardan önce de hakikatleri yalanlayanlar oldu. Kendini ve çevresini idrak edemeyenler, işte onlar nerede olursa olsunlar sıkıntılardadırlar.
Fe ezaka hum | : böylece, işte, onlar zevk, tatma, |
Allah el hızy | : Allah, utanma, alçalma, horluk |
Fi el hayâti ed dunyâ | : dünya hayatı içinde, yaşantılarında |
ve le azabu | : gerçekten, elbette, sıkıntı, azap, |
el ahiret ekber | : sonunda, büyük, |
lev kanu yalemun | : keşke, eğer, oldu, bilen, ilmin sahibi, |
26- Böylece onlar zevklere dalarlar, yaşantılarında Allah’ı önemsemezler ve elbette onlar sonunda daha büyük sıkıntılarda kalırlar. Keşke bilenlerden olsalardı.
ve lekad darebna | : gerçek şu ki, örnek, ortaya koyduk, vurgu, misal, |
li el nas | : insanlar için, insanlara, |
Fi haza el kuran | : bu kuran içinde, kâinat kitabı, okunan şey, |
min kulli mesel | : bütün misaller, hüccet, durumlar, delil, |
lealle-hum | : umulur ki onlar |
yetezekkerune | : tezekkür, ulaştıkları hakikatlerle bakmak |
27- Gerçek şu ki, bu kâinat kitabının içinde bütün delilleri insanlar için ortaya koyduk. Umulur ki onlar varlığın yaratılışını düşünürler, ulaştıkları hakikatlerle bu âleme bakarlar.
Kuranen | : Kuran, kâinat kitabı, okunan her şey, |
arabiyyen | : anlaşılır bir şekilde, |
Gayre zi ivecin | : olmayan, eğrilik, kusur, çelişki, yanlış, çarpıklık, |
lealle-hum | : umulur ki onlar, |
yettekune | : fenalardan sakınmak hakikatlere uygun yaşamak |
28- Tüm kâinat kitabı anlaşılır bir şekildedir, içinde bir çarpıklık yoktur. Umulur ki onlar hakikatleri anlamak için gayret gösterirler ve hakikatlere uygun yaşarlar.
darabe Allah | : ortaya koyma, örnek, vurgu yapmak, Allah |
meselen | : misal, örnek, |
racul fihi şurekau | : bir kiş, adam, onda ortak koşma, |
muteşakisune | : birbirine eşkıyalık yapma, zarar verme, |
ve raculen selemen | : bir kişi, adam, barış ve huzur üzere olan, |
li racul | : bir kişi, adam, ileri gelen, |
hel yesteviyan meselen | : bir olurmu, bir değildir, mesel, durum, |
el hamd li Allah | : misal, örnek, Hamd Allaha aitdir |
Bel ekseru hum | : hayır, fakat, bilakis, onların çoğu, |
la yalemune | : bilemiyorlar, hakikatleri bilemiyorlar, |
29- Allah bir misali ortaya koyar: Bir kişi ki, onda ortak koşma var, eşkıyalık yapmak var ve bir kişi ki, barış ve huzur üzere olan bir kişi. Bu misaldeki ikisi hiç bir olur mu? Varlığın tüm niteliklerinin sahibi Allah’tır. Fakat onların çoğu hakikatleri bilemiyorlar.
Inne-ke meyyitun | : muhakkak ki sen, ölümlüsün |
ve inne-hum meyyitun | : muhakkak ki onlar, ölümlü |
30- Muhakkak ki sen ölümlüsün ve muhakkak ki onlarda ölümlü.
Summe inne kum | : sonra gelecek, sonunda, muhakkak siz |
yevme el kıyâmeti | : ölüm vakti, hakikatlerin ortaya çıkış gün, |
İnde rabbikum | : katında, ona ait, rabbiniz, sizi vücudlandıran, |
tahtasımun | : hesaba çekme, ilgili, davalı davacı, kendini sorgulama |
31- Muhakkak ki sizin ölüm vaktiniz gelecektir. O ölüm vakti gelmeden, sizi vücudlandırana ait olan hakikatler hakkında kendinizi sorgulayın.
Fe men azlemu | : işte, böylece, kim, daha zalim, |
Mimmen kezep | : kimseden, kim, ondan, yalanlayan, |
ala Allâh | : Allah hakkında, |
ve kezzebe | : yalanladı, hakikatler, gerçeği, doğrular, |
bi el sıdkı | : hakikatler, gerçeği, doğrular, |
İz cae hu | : oan geldiğinde, sunulduğunda, |
E leyse | : değil midir? |
fi cehennem | : derin kuyu, cehaletin cehennemi, yakıp yıkıcı olan, |
mesven | : yer, mesken, bulundukları hal, |
li el kafirin | : hakikatleri görmemezlikten gelen, örten, |
32- Allah hakkında yalan söyleyen ve ona gerçekler sunulduğu hâlde, yalanlayan kimseden daha zalim olan kimdir? Hakikatleri görmemezlikten gelenlerin bulundukları hâl, cehaletin cehennemi değil midir?
ve ellezî cae | : kim, o kimse, geldi, sundu, verildi, |
bi el sıdk | : doğru, gerçek, hakikat, sadakatla, |
ve sadak bihî | : tasdik eder, sadakat, doğru, gerçek, onu, hakikatleri, |
Ulâike hum | : işte onlar, |
el muttekune | : fenalara düşmekten sakınan ortak koşmayan |
33- Kim ona verilenlerin doğruluğuna ulaşır ve onu tasdik ederse, işte onlar fenalara düşmekten sakınırlar, Allah’a ortak koşmazlar.
Lehum ma yeşaun | : onlar, şey, ne, değil, istemez, |
inde Rabbi him | : yanında, katında, ona ait, Rab, vücudlandıran, |
Zalike ceazu | : işte, karşılık, |
el muhsinin | : iyi davranışlar, içtenlikle bağlı olan, ihsan sahibi, |
34- Onlar, kendilerini vücudlandırana ait olan hakikatlerden başka bir şey istemezler. İşte tüm içtenliğiyle Hakk’a bağlı olanların istedikleri karşılık budur.
li yukeffira Allah anhum | : örtsün, örter, kaybolur, kurtulur, Allah, onlardan |
Esvee ellezi amilu | : kötü, fena, yaptıkları, amelleri, |
ve yecziye-hum | : karşılık, mükâfat, ödül, onlar, |
ecre-hum bi ahsen | : ecir, karşılık, onlar, en güzel |
Ellezî kanu yamelun | : ki o, oldu, yapıyorlar |
35- Onlar düştükleri fenalardan Allah’ı idrak ederek kurtulurlar ve onlar yaptıkları güzel şeylerin mükâfatını alırlar.
e leyse Allah | : değil midir, Allah |
bi kafin abd hu | : kâfi, yeter, kulluk, o, |
ve yuhavvifûne-ke | : seni korkutuyorlar, |
bi ellezîne min duni hi | : onlar ile, onlardan başka, zanna dayalı şeyler |
ve men yudlili Allah | : kim, saparsa, dalalete düşerse, uzaklaşırsa, Allah |
Fe ma lehu min hadin | : böylece, ona olmaz, bir yol gösteren |
36- Allah kuluna kâfi değil midir? O’nu bırakıp ta zanna dayalı şeylere yönelen kimseler, seni kendi vehimleriyle korkutmaya çalışıyorlar. Kim Allah’ın hakikatlerini bırakıp kendi cehaletine saparsa, bundan sonra ona yol gösteren olmaz.
ve men yehdi Allah | : kim, kimse, yönelen, yol bulursa, Allah |
Fe ma lehu min mudıllin | : böylece, olmaz, hakikatlerden sapmaz |
e leyse Allah | : değil midir? Allah |
bi aziz | : varlığın yüce sahibi, |
zintikam | : gücünü gösteren, nimetleriyle gücünü gösteren, |
37- Allah’a yol bulan kimse ise, artık o hakikatlerden sapmaz. Tüm varlığın yüce sahibi, nimetleriyle gücünü gösteren Allah değil midir?
ve le in seelte hum | : mutlaka, elbette, eğer, onlara sorsan, |
men halaka | : kim, yarattı, halketti, |
el semâvâti ve al ard | : gökleri ve yeri |
Le yekûlunne Allah | : elbette, Allah derler |
Kul efe raeytum | : de, söyle, öyleyse gösterin, |
Ma tedune | : şey, ne, yönelmek, tapındığınız şey, |
min duni Allah | : ona ait, Allah’tan başka |
İn eradeniy Allah | : eğer, irade, ben, Allah |
bi darrin | : bir darlık, zorluk, sıkıntı, müşkül, |
Hel hunne kaşifatu | : onlar giderebilirler mi? Açmak, açıklayan, |
darri hi | : o zorluğu, sıkıntı, |
Ev erade ni bi rahmet | : ya da, irade, istek, ben, rahmetini |
Hel hunne | : onlar mı? |
mumsikatu rahmet hi | : rahmeti engelleyecek, rahmeti tutan, |
Kul hasbiye Allâh | : de ki, Allah bana yeter, |
aleyhi yetevekkel | : tevekkül eden, her şeyiyle ona teslim olan, |
el mutevekkilun | : her şeyiyle ona teslim olmak, güvenmek, |
38- Eğer onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette Allah, derler. De ki: Öyle ise gösterin bana, Allah’ı bırakıp ta tapındığınız şeyler neyi yaratmış? Eğer ben, Allah’ın irade sıfatını anlamada bir sıkıntıya düşsem, onlar bu sıkıntıyı kaldırabilirler mi? Ya da onun rahmetini istesem, o rahmete engel olabilirler mi? De ki: Allah bana yeter. Her şeyiyle O’na teslim olanlar tevekkül edenlerdir.
Kul ya kavmi | : de ki, ey kavmim, insanlar, |
imelu | : amel, işleyiş, yapın, çalışın, gayret gösterin, |
Ala mekaneti-kum | : mekân, mesken, ev, hane, vücud mekanı, yer, siz |
İnnî amilun | : ben, yapan, çalışıyorum, |
Fe sevfe talemun | : eğer böyle yaparsanız, yakında, bilirsiniz, |
39- De ki: Ey insanlar! Siz vücud varlığınızı anlamaya çalışın, ben de çalışıyorum. Eğer böyle yaparsanız hakikatleri bilirsiniz.
Men yeti hi azabun | : kim, kimse, gelir, ona, sıkıntı, müşkül, |
yuhzihi | : alçalır, ayıp, alay etme, önemsememe, o |
ve yahıllu aleyhi | : girmek, kalmak, çöker, iner, o halde olmak, ona, |
azab mukim | : sıkıntı, müşkül, devamlı, o halde kalmak, |
40- Kim ona gelen müşkülü önemsemezse, o devamlı sıkıntıların içinde kalır.
İnna enzelna aleyke | : biz, indirdik, sunduk, verdik, sana, kendin, |
el kitab | : kitap, varlık kitabı, |
Li el nasi | : insanlar için, insanlara, |
bi el hakk | : hak ile, kendi hakikatlerini, gerçek, |
Fe men ihteda | : bundan sonra, kim, yol buldu, |
fe li nefsi hi | : kendisi için, nefsi için, kendi vücud kitabı, o |
ve men dalle | : kim, ondan saptı, dalalet |
Fe ennema yadıllu aleyha | : artık, dalâlette olur, kendi zararına |
ve ma ente aleyhim | : sen değilsin, onlara, |
bi vekil | : koruyucu, vekil, bakan, sorumlu |
41- Muhakkak ki Biz; hakikatleri bilmeleri için, sana ve insanlara, her varlığı bir kitap olarak sunduk. Bundan sonra kim kendi vücud kitabına bakıp yol bulursa, bu kendi yararınadır ve kim onu anlamaktan uzaklaşırsa, böylece ancak kendi zararına uzaklaşmış olur. Ve sen onların hallerinden sorumlu değilsin.
Allahu yeteveffa | : Allah, vefat, vefalı, sevgi, tam teslim, |
el enfuse | : enfus, kendisi, nefs, öz varlığı, |
Hine mevti ha | : anında, onun ölümü |
ve elleti lem temut | : o ki, değil, ölmedi, has, |
Fi menami ha | : içinde, onun uykusu, |
fe yumsiku | : sonra, böylece, tutar, sarar, sımsıkı tutan, |
Elletî kada aleyha | : ki o takdir, yerine getirilen, onun, |
el mevt | : ölüm, nutfe, |
ve yursilu | : gönderir, getiren, açığa çıkar, |
el uhra | : başka, son, sonunda, diğer, |
ilâ ecelin musemmen | : belirli bir zaman içinde, |
İnne fi zalike le ayatin | : muhakkak bunda ayetler, deliller, işaret, |
Li kavmin | : kavim için, insanlara, topluluklara, |
yetefekkerun | : yaratılışı ve ölümü düşünen, tefekkür eden |
42- O ölüm anında nefsler Allah’a tam teslimiyet içindedir. O uyku hali ölüm gibi değildir. Bedenleri sımsıkı tutan O’dur. Ölüm ki O’nun takdiridir ve belli bir zaman içinde son yerine getirilir. Muhakkak ki yaşamı ve ölümü tefekkür eden insanlara, bunda deliller vardır.
-43-
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ شُفَعَاء قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْئًا وَلَا يَعْقِلُونَ
Emittehazû min dûnillâhi şufeae kul e ve lev kanu la yemlikûne şeyen ve la yakılûn
Em ittehazu | : yoksa, edindiler, sarıldılar, |
minduni Allah | : Allah’tan başka, |
şufeae | : şefaat eden, şefatçi, koruyan, kurtaran, şifa |
Kul e ve lev kanu | : anlat, de ki, eğer olsa |
la yemlukine şeyen | : olamayan, güçleri yok, malik, bir şeye |
ve la yakılune | : yok, akıl, düşünmeyen, akıl etmezler, |
43- Yoksa Allah’tan başka şefaatçimi edindiler? De ki: Hiçbir şeye malik olamayan ve düşünmeyen şeylere mi döndüler?
Kul li Allah | : Anlat, deki, Allah’a |
el şefaat cemia | : şefaat, kurtulmak, şifa, tamamen, tümü |
lehu mulku | : tümü, hepsi, onun mülkünde hükümran olan |
el semâvâti ve el ard | : semalar, gökler ve yer |
Summe ileyhi turceûne | : sonra aslınız olan ona döndürüleceksiniz |
44- De ki: Şefaat tamamen Allah’a mahsustur. Göklerin ve yerin hükümranı O’dur. Sonra aslınız olan ona döndürüleceksiniz.
ve iza zukire | : zikredildiği zaman, anıldığı zaman, |
Allah vahde hu | : Allah, teklik, birlik, o |
İşmeezzet | : tiksindi, nefretle ürperdi, rahatsız oldu, |
kulub ellezine | : o kimselerin kalpleri, idrakleri, anlayışları, |
la yuminûne bi el ahiret | : inanmaları yok, sonlarına |
ve iza zukire ellezine | : anıldığı zaman, o kimseler |
Min dunihi | : ondan başka, o taptıkları |
iza hum yestebşirûne | : onlar neşelenip sevinirler |
45- Allah’ın birliğinden bahsedildiği zaman, sonlarına da inanmayan o kimselerin kalbleri rahatsız olur ve o kimseler kendi taptıkları anıldığı zaman sevinirler.
Kul Allah humme | : anlat, deki, Allah, onları, her şey |
fatır | : yaratan, vareden, açığa çıkaran, |
El semavat ve el ard | : gökler ve yer |
Alime el gaybi | : görünmeyen bilinmeyendeki ilmin sahibi |
ve eş şehâdeti | : her yerde her an hazır olan, |
Ente tahkumu | : sen, hüküm sahibisin, hâkim olan, |
beyne ibadi ke | : arasında, onlarda, kul, sen |
Fî mâ kanu fihi | : içinde, o şey oldu, onda, |
fihi yahtelifune | : onlardaki, farklılık, farklı görünüm, ihtilaf, |
46- De ki: Göklerin ve yerin varedicisi, görünmeyen bilinmeyendeki ilmin sahibi ve her an her yerde hazır olan sensin Allah’ım. Kullarının farklı görünüm içinde olmasında hüküm sahibi olan sensin Allah’ım.
ve lev enne | : eğer olsaydı, |
li ellezine zalemu | : onlar için, zalimlerin |
Ma fî el ardı cemian | : yeryüzünde, hepsi |
ve misle hu mea hu | : onlar kadar, onuna birlikte |
le iftedev bihi | : mutlaka fidye verirlerdi, hepsini vermek, onu, |
min sui el azab | : kötü sıkıntıdan dolayı |
yevme el kıyâmeti | : hakikatlerin ortaya çıktığı gün, ölüm vakti |
ve bedâ lehum | : ortaya çıktı, zuhur etti, göründü, bütün varlık, onlar |
min Allah | : Allah’tan |
Ma lem yekûnû yahtesibûne | : hesap etmiyorlar, hesap etmediler, düşünemiyorlar |
47- Yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı da eğer zalimlerin olsa, ölüm vakti geldiğinde o kötü sıkıntıdan kurtulmak için hepsini verirlerdi ve onlar bütün varlığın ortaya çıkıp görünmesinin Allah’tan olduğunu düşünemiyorlar.
ve bedâ lehum | : ortaya çıktı, zuhur etti, göründü, onlar, bütün varlık, |
seyyiatu | : fenalarda kalmak, kötülük, |
Ma kesebu | : kazandıkları şeylerde, kazanmadılar, elde edemediler |
ve haka bihim | : kuşattı, sarıldılar, onları, |
Ma kanu bihi yestehziûne | : olmadı, onunla alay ediyorlar, önemsemediler |
48- Ve onlar; ortaya çıkan varlığı anlamaya karşı, fena hallerde kaldılar, hakikatlerden bir şey elde edemediler ve hakikatleri önemsemediler, fena hallere sarıldılar.
Fe iza mess el insan | : dokunduğu zaman, isabet, |
El insan darr | : insan, darlık, sıkıntı, |
deana | : yönelir bize, bize dua eder, |
Summe iza havvelnâ-hu | : sonra verdiğimiz, sunduğumuz, kavuştu, o |
Nimeten minna | : nimetlerimiz, fayda, yarar, bizden, bizim, |
Kale innema utitu hu | : der, ancak, sadece, verilen, sunulan, o, |
ala ilmin | : bilgi, ilim üzerine, |
Bel hiye fitnetun | : bilakis, doğrusu, o, imtihan, aslını anlamak, |
ve lâkin ekserehum | : lâkin, fakat, onların çoğu |
la yalemun | : bilemiyorlar, hakikatleri bilemiyorlar,
|
49- İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, o sıkıntıdan kurtulmak için hemen bize yönelir. Sonra o nimetlerimize kavuştuğu zaman: Bu bana verilen ancak ilmim sayesindedir, der. Doğrusu insan, aslını anlayıp bir teslimiyet içinde olmalıdır. Fakat onların çoğu bilemiyorlar.
Kad kaleha | : olmuştu, söyleyen, dedi, o |
ellezine min kablihim | : onlardan öncekiler, |
Fe ma agna anhum | : böylece, faydası olmadı, değer, hakikatlere ulaşamadı |
ma kanu yeksebun | : olmadı, edinmeleri, kazanmaları, yararlanmaları, |
50- Onlardan önce de böyle söyleyenler oldu. Fakat onlar da edindikleri şeylerin hakikatlerine ulaşamadılar.
Fe esabe hum | : böylece, isabet, temas, o halde kalmak, onlar, |
seyyiat | : kötülük, fena haller |
ma keseb | : edindikleri şey, kazandıkları, elde edemediler, |
ve ellezîne zalemu | : zalimler, zali kimseler, zarar veren, |
Min haulai | : bunlardan, |
se yusibihum | : işte, isabet edecek, o halde kalır, temas, onlar, |
seyyiat | : kötülük, fena haller |
Mâ keseb | : kazanmak, yarar, edinmek, elde edemediler |
ve ma hum bi mucizin | : şey, ne, değil, onlar, kaçışı, kurtuluş, acziyet,
|
51- Böylece onlar fena hallerde kaldıklarından dolayı hakikatlerden bir şey elde edemediler ve o kimseler zalimlerden oldular. İşte fena hallerde kalanlar, hakikatlerden bir şey elde edemezler ve onlar acziyetlerini de anlayamazlar.
E ve lem yalemû | : bilemediler, bilmezler mi ki, |
Enne Allah yebsutu | : olduğu, Allah, genişletir, yayan, büyütür, kolaylık, |
el rızka | : rızık, fayda, sıfat, nimet, |
Li men yeşau | : kimse için, isteyen |
ve yakdiru | : takdir eden, ölçü, kudretiyle var etmesi, |
İnne fî zâlike le ayatin | : muhakkak, bunda vardır, deliller, işaretler |
Li kavmin yuminune | : kavimler, kimseler için, inanan, mümin olan |
52- Bilmezler mi ki Allah, bütün kâinatı sıfatlarıyla yayıp döşeyendir. İsteyen kimseler için hakikatlere ulaşmak ve O’nun varoluştaki takdir sahibi olduğunu anlamak vardır. Muhakkak ki işte bunların içinde inanan kimseler için işaretler vardır.
Kul ya ibadi | : de ki, söyle, anlat, bilsin, kulluk, kullarım, |
ellezine esref | : o kimseler, israf etmeyin, haddi aşmayın, |
Ala enfusi-him | : kendi nefslerinize, kendinize benlik isnat etme |
La taknetu | : ümit kesmeyin, |
min rahmeti allâh | : Allah’ın rahmeti, |
İnne Allah yagfir | : muhakkak, Allah, mağfiret, temizleyen, |
el zunub cemia | : günahlarınız, fenalarınız, hepsini, bütün |
İnnehu huve el gafur | : muhakkak ki o, mağfiret, temizleyen, |
el rahim | : varlığı özünden var eden,
|
53- Kullarıma anlat: Haddi aşıp benlik isnat etmesinler. Allah’ın rahmetinden ümit kesmesinler. Muhakkak ki Allah’ın bütün günahlara karşı mağfireti vardır. Muhakkak ki O mağfiret edendir, varlığı özünden varedendir.
ve enîbû | : yönelin, her an hakka yünelmek, |
ila rabbikum | : sadece, ancak, rabbinize, sizi vücudlandıran, |
ve eslimu lehu | : teslim olun, barış ve huzur üzere olun, ona |
min kabli en yetiye kum | : gelmeden önce, önceden, gelse dahi, |
el azab | : sıkıntı, azap, acı, ızdırap |
summe la tunsarûne | : sonra, yok, yardım, bulamamak, çaresiz kalmak |
54- Sadece Rabbinize yönelin. Size sıkıntılar gelmeden önce tüm varlığınızla O’na teslim olun. Sonra çaresizlik içinde kalırsınız.
ve ittebiû ahsene | : tâbi olun, uyun, güzel, iyilik, |
ma unzile | : sunulan şey, bildirilen şey, verilen şey, |
İleykum min rabbi kum | : size, rabbinizden |
Min kabli en yetiye kum | : size gelmeden önce |
el azâbu bagteten | : azap, sıkıntı, ansızın, birden, |
ve entum la teşurune | : siz, yok, farkında, anlamak, şuurlu olmak,
|
55- Ansızın bir sıkıntı size gelmeden önce, Rabbinizden size sunulan o güzel şeylere tâbi olun. Siz, kendinizi ve çevrenizi anlamayı terk etmeyin.
en tekûle nefsun | : demesi, der, nefs, kişi, kendisi, |
Ya hasrete | : uzaklık, ayrılık, özlem, arzu duyma, |
alâ mâ ferrattu | : aşırılık, ifrat, ileri gitme, kendine varlık isnat etme |
Fi cenbi allâhi | : yan tarafa ait, uzak durmak, Allah, |
ve in kuntu | : ben oldum, |
le min el sahirin | : hakikatleri önemsemiyen, alay eden, |
56- Kişi kendisi için der ki: Allah’ı anlamaktan uzak durdum, aşırı gidenlerden olup kendime varlık isnat ettim, ayrılık içinde kaldım ve ben hakikatleri önemsemeyenlerden oldum.
Ev tekule lev enne | : yoksa der, şayet, keşke, olsaydım |
Allah hedani | : Allah, yönelseydim, hidayet bulmak, yol gösteren, |
le kuntu minel muttekin | : fenalardan sakınır Allah’a şirk koşmazdım |
57- Ya da der ki: Keşke Allah’a yönelseydim, elbette o zaman fenalardan sakınır, Allah’a ortak koşmazdım.
Ev tekule | : ya da der, |
hine tera el azab | : gördüğüm zaman, sıkıntı, ölümün sıkıntısı |
lev enne li kerreten | : keşke olsa, benim için bir kere daha |
Fe ekune | : böylece, ben olurdum |
min el muhsinîne | : tüm özümle iyilikler yolunda |
58- Ya da ölümün o sıkıntısını gördüğü zaman: Keşke benim için bir kere daha imkân olsa, o zaman ben tüm özümle iyilikler yolunda olurdum, der.
Belâ kad caet ke | : doğrusu, sunuldu, geldi, vardı, sen, siz, |
ayati | : delil, işaretlerimiz, ayet, |
Fe kezzebte biha | : fakat, yalanladınız, görmedin, onu |
ve istekberte | : kibirlendin, büyüklük tasladın |
ve kunte min el kafirine | : oldun, hakikatleri görmemezlikten gelip örten |
59- Doğrusu kendinizde işaretlerimiz vardı. Fakat onları yalanladınız ve kibirlendiniz ve hakikatleri görmemezlikten gelip örtenlerden oldunuz.
ve yevme el kıyâmeti | : ölüm vakti, hakikatlerin ortaya çıktığı gün, |
Terâ ellezi kezeb | : o kimseleri görürsün, yalanlarda kalan, |
ala Allah | : Allah’a karşı, hakikatlere karşı, |
vucuhu hum | : onların yüzleri, yönleri, |
musveddet | : cehaletten kararmış, taslak, halleri, karamsarlık, |
E leyse fi cehenneme | : değil midir? Cehaletin cehennemi, yakıp yıkıcı olan |
Mesven | : kaldıkları yer, mekân, bulundukları hal |
li el mutekebbirîne | : kibirlilik içinde, büyüklük, |
60- O halde olan kimseleri görürsün ki, onlar ölünceye kadar Allah’a karşı yalanlarda kalırlar. Onların yüzleri bir karamsarlık içindedir. Kibirlilik içinde olanların bulundukları hâl, cehaletin cehennemi değil midir?
ve yuneccî Allah | : kurtarır, selamet, necat bulmak, Allah, |
Ellezine itteka | : fenalardan sakınan kimseler, |
bi mefâzeti him | : başarılı olan, feyz bulan, aydınlanan, irfan sahibi, kâmil |
lâ yemessu-hum | : yok, dokunmaz, temas etmez, |
el suu | : kötülük, fenalık, fena haller, |
ve lâ hum yahzenûne | : onlar mahzun olmazlar, üzülme, keder,
|
61- İrfan sahibi olanlar, fenalardan sakınanlar, Allah’ta selamet bulurlar ve onlar fena hallere temas etmezler ve onlarda kederli haller yoktur.
Allâhu haliku | : Allah, halkeden, vareden, yaratan |
kulli şeyin | : bütün her şey, bütün varlık, |
ve huve ala kulli şeyin | : o, bütün her şey, bütün varlık, |
vekil | : vekil, koruyan, yetkili, işleyişin sahibi, bakan, |
62- Bütün varlığı halkeden Allah’tır ve bütün varlığın işleyişinde yetkili olan O’dur.
Lehu mekalidu | : onun, anahtar, hazine, sırların anahtarı, değer, |
el semâvâti ve el ardı | : semalar, gökler ve yerin |
ve ellezîne kefer | : hakikatleri görmemezlikten gelip örtenler, |
Bi ayati Allah | : ayet, işaret, delil, Allah, |
Ulaike hum el hâsirûne | : işte onlar, hüsranda olanlar, kaybeden, |
63- Göklerdeki ve yerdeki değerler O’nundur. Allah’ın ayetlerini görmemezlikten gelenler ise, işte onlar hüsrandadırlar.
Kul efe gayr Allah | : de ki, gayrısı namı, zanna dayalı şey, Allah |
Temurunni abudu | : bendeki onu işleyişi, emir, kul olmuşken |
eyyuhe el cahilune | : ey cahiller, bilgisizlik, hakikatleri bilmeyenler, |
64- De ki: Ey hakikatleri bilmeyenler! Allah’ı bırakıp ta zanna dayalı şeylere kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?
ve lekad uhiye ileyke | : doğrusu, bildirildi, vahy edildi, sana |
ve ilâ ellezîne min kablike | : onlara, senden öncekilere de, |
Le in eşrekte | : elbette, eğer, şirk koşarsanız, ortak koşan, |
Le yahbetan | : heba olur, yazık olur, işe yaramaz, |
amelu-ke | : çalışmalarınız, amelleriniz |
Ve le tekûnne minel hasirin | : elbette, olursun, kaybedenlerden, hüsran, |
65- Doğrusu sana ve senden öncekilere de bildirildi: Eğer ortak koşanlardan olursanız, amelleriniz hiçbir işe yaramaz ve elbette kaybedenlerden olursunuz.
Bel Allah fe abud | : öyleyse, artık, yalnızca Allah’a kul ol, |
Ve kun min el şakirin | : sana verilen nimetlerin sahibi idrak et teslim et |
66- Öyleyse yalnızca Allah’a kul ol ve varlığının sahibini bilip teslim edenlerden ol.
ve mâ kaderû Allah | : takdir edemediler, bilemediler, Allah |
hakka | : hak ile, hakikatini, gerçek, kıymet, |
kadri-hi | : değer, onun kadri, takdir, şan, güç, kudret, o |
ve el ard cemia | : yeryüzü, hepsi, bütün, birlik, onun tutuşu, kavrama |
kabdatu hu | : tutuş, kavrama, o |
yevme el kıyameti | : gün, dirilik, hakikatlerin ortaya çıkış günü, ölüm vakti |
ve el semâvât | : gökler, ulvi âlem, |
matviyyatun | : dürülmüş, toplanmış, yerleştirilmiş, bir arada, |
bi yemini-hi | : onun eliyle, kudretiyle, sağlam, gücü, |
Subhâne hu | : noksan sıfattan münezzeh, yüzmek, onunla, o |
ve teala | : zatıyla yüce olan |
amma yüşrikune | : yinede ortak koşuyorlar, kendine varlık isnat etmek, |
67- Allah’ı hakkıyla bilemediler, O tüm varlıktaki kudrettir. Yeryüzünde olanların hepsi kıyamete kadar O’nun tutuşundadır ve gökleri bir arada sapasağlam tutan O’dur. O noksan sıfatlardan münezzehtir ve Zatıyla yüce olandır. Yine de Allah’ın yüceliğinin yanında kendilerine varlık isnad ediyorlar.
ve nufiha fi el suri | : üfürüldü, surun içine, gönlüne, |
fe saıka men | : böylece nura tutuldu, sarıldı, sürüklendi, kim, ne |
Fi el semâvâti | : ulvi âlemin içinden, göklerde, |
ve men el ard | : kim, ne, yer, yeryüzü, toprak, suret, |
İlla men şea Allâhu | : ancak, kim ister, anlamak, isteyen, Allah |
Summe nufiha fihi uhra | : sonra, üfürüldü, onun içine diğer, son, başka |
Fe iza hum kıyam | : böylece, onlar, dirilik, ayakta tutan, |
yanzurune | : bakarlar, seyrederler, gözlemlerler, |
68- Gönlüne hakikatler üflenen kimse, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Hakk’ın nuru ile sarıldığını bilir. Ancak Allah’ı anlamayı isteyen kimsenin gönlüne hakikatler üfürülür. Böylece onlar, tüm varlığı ayakta tutan o nurun seyrindedirler.
ve eşrekati el ard | : parladı, aydınlandı, arz, yeryüzü, |
bi nûri rabbihâ | : nuru ile, aydınlık, rahmeti, Rabbinin |
ve vudıa el kitabe | : konuldu, sunulur, kitab, varlık kitabı, |
ve cîe | : getirildi, verildi, sunuldu, |
bi el nebiyyin | : nebiler, haberler, bilgiler, |
ve el şuhedâi | : şahitler, bilenler, |
ve kudıye | : takdir, hüküm, tamamlanma, yerine getirme, anlama, |
beynehum bi el hakk | : onlarda, aralarında, hakk, hakikatler, gerçek, |
ve hum lâ yuzlemûne | : onlar, yok, zulüm, haksızlık yoktur |
69- Yeryüzü Rabbinin nuru ile aydınlanır ve her varlık bir kitap olarak ortaya konur ve hakikatlerin haberleri her varlıktan sunulur ve bilenlerden olun, denir. Hakk üzere hareket edenler hakikatleri anlarlar ve onlarda zulmetme yoktur.
ve vuffiyet | : yürütülen, ödendi, buldu, |
kullu nefsin | : herkes, her kişiye, bütün nefisler |
ma amilet | : şey, ne, değil, yaptı, amel etti, çalıştı, |
ve huve alemu | : o, Allah, bilir, ilmin sahibi, ilmiyle var eden, |
bima yefalun | : yaptığı şeyleri, fail olan, işleyen |
70- Herkes yaptığı şeylerin karşılığını bulur. Fail olan, ilmin sahibi olan Allah’tır.
Vesika | : sürülme, sevk olan, götüren hal, sıkıntı, |
ellezine keferu | : hakikatleri görmemezlikten gelen, örten, |
ilâ cehenneme | : cehenneme, cehaletin cehennemi, yakıp yıkıcı haller |
zumeran | : zümre zümre, topluluk, |
Hattâ iza cau ha | : hatta, geldiği zaman, ona |
Futihat ebvâbu-hâ | : açıldı, ortaya koyan, hakikatler, onun kapıları |
ve kâle lehum hazenetu ha | : dedi, onlara, koruyucular, değerler, |
E lem yetikum | : gelmedi mi, size, |
resul minkum | : resul, hakikati gösteren, sizden, içinizden, |
Yetlûne aleykum | : okuyan, açıklayan, size, sizdeki |
ayat rabbikum | : ayet, işaret, delil, rabbiniz, |
ve yunzirûne-kum | : uyaran, hakikatleri açıklayan, siz |
likae | : karşılaşma, buluşma, tevhid, birlik, |
yevmi-kum haza | : gün, an, zaman, vakit, siz, bu, o, şu |
kalu bela | : dediler, evet, |
ve lâkin hakkat | : lakin, hak, hakikat, gerçek, |
kelimet el azab | : kelime, hakikatlerin sözleri, sıkıntı, azap, |
Ala el kâfirîne | : üzerine, hakikati görmemezlikten gelip örtenler |
71- Hakikatleri görmemezlikten gelenler, topluluklar halinde cehaletin cehennemine sürüklenirler. Hatta onlara hakikatleri ortaya koyan biri geldiği halde, o hallerde kalırlar. Onlara o değerleri sunan der ki: Size, sizin içinizden Rabbinizin ayetlerini apaçık açıklayan ve sizin her an bir birlik içinde olduğunuzu açıklayıp uyaran bir Resul gelmedi mi? Derler ki: Evet, fakat biz, bize anlatılan kelimelerin hakikatlerini anlayamadık, sıkıntılarda kaldık, hakikatleri göremedik.
Kile udhulu ebvabe | : denildi, dahil olun, girin, kapılardan, kapı kapı dolaşmak, |
Cehenneme | : cehennem, cehaletin cehennemi, yakıp yakıcı haller |
halidine fiha | : devamlı, edebdi, orada, o halde |
fe bise mesvâ | : işte, artık, ne kötü, kalınacak yer, bulunulan hal, |
el mutekebbirîne | : kibirlenenler, büyüklenenler
|
72- Onlara bildirildi: Cehaletin cehenneminde devamlı o haller içinde dolaşır durursunuz. İşte kibirlenenlerin bulundukları hâl ne kötüdür.
Vesîka | : sevkedildi, sürülme, sevk olan, götüren hal, sıkıntı |
ellezine ittekav | : fenalardan sakınan şirk koşmayan |
Rabbe hum | : onların Rabbi, vücudlandıran, |
ila el cenneti | : cennet, huzur, |
zumeran | : zümre zümre, topluluk, |
hatta iza cau ha | : hatta, geldiğinde, sunulduğunda, oraya |
ve futihat ebvabuha | : ortaya çıktı, hakikatler, kapılar açıldı |
Ve kale lehum hazenet hâ | : dedi, onlara, değerleri sunan, koruyucuları, o |
Selâmun aleykum | : barış sizinle olsun |
Tıbtum | : siz temizlendiniz |
fe udhulû hâ | : öyleyse, girin, dahil olun, o hallerde olun, |
halidin | : devamlı olarak, sürekli |
73- Rabbine karşı fenalardan sakınan, şirk koşmayan o kimseler; topluluklar halinde huzur içinde olurlar. Onlara hakikatleri sunan biri geldiğinde, onlar hakikatleri anlamak için gayret gösterirler. Onlara o değerleri sunan der ki: Barış ve huzur sizinle olsun, siz temizlendiniz, artık devamlı o hallerde olun.
ve kâlû | : dediler, |
el hamdu li Allah | : tüm nitelikler, incelikler, varlığın nitelikleri, Allah |
Ellezi sadaka-nâ | : o ki, doğru olan, sadık, sadakat, doğruluk, biz |
vade hu | : söz, gerçek, vaadi, ortaya çıkan şey, o |
ve evrese nâ | : varis kılındı, bırakıldı, sunuldu, miras, biz |
el arda | : toprak, yer, yeryüzü, |
Netebevveu | : kalırız, o halde bulunmak, orada yaşamak, |
min el cennet | : cennet, huzur, bahçe, |
Haysu neşau | : yer, her yer, nerede olursak olalım, isteriz, |
Fe nime ecru | : böylece, işte, ne güzel, karşılık, ecir, ücret |
el amiline | : amel eden, çalışanlar, |
74- O halde olanlar dediler ki: Tüm niteliklerin sahibi Allah’tır, biz sadakatla O’nun gerçeklerine uyarız ve bize sunulan yeryüzünde, nerede olursak olalım isteğimiz huzur içinde yaşamaktır. İşte güzel amellerde olanların karşılığı ne güzeldir.
ve terâ | : görürsün, anlarsın, bakar anlarsın, |
el melaikete | : kuvve, güç, kuvvet, her varlıktaki güç |
haffine | : kuşatan, saran, tutan, |
Min havli el arşı | : etraf, arşın etrafında, bütün her yer, |
yusebbihune | : efal sıfat zatının tecelileri, yüzen, her şey onun |
bi Hamdi | : hamd ile, tüm niteliklerin sahibi, |
rabbihim | : rabbi, onlar, her şey, tüm varlık, |
ve kudıye | : yerine getirilme, kada, oluş, bütün varlığın işleyişi, |
beynehum | : onlarda, her şeyde, bütün varlıkta, |
bi el hak | : bir hak ile, hakikat, doğruluk üzere, gerçek, |
ve kile | : denildi, denir |
el hamd li Allah | : tüm nitelikler, incelikler, varlığın nitelikleri, Allah |
rabbi | : vücudlandıran, var eden, şekillendiren, efendi, |
el alem | : âlemler, tüm kainat, her şey, bütün varlık |
75- Bütün her yeri kuşatan, bütün varlığı tutan o gücü görürsün. Rabbin varlıktaki tüm niteliklerin sahibidir, bütün her şey O’nun tecellileridir ve hakikat, bütün varlıktaki işleyiştir ve varlığın bütün nitelikleri, bütün her şeyi vücudlandıran Allah’a aittir.
Zümer sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 75 âyettir. İsmini 71 ve 73. âyetlerde geçen “zümreler, gruplar, bölükler” mânasına gelen اَلزُّمَرُ (zümer) kelimesinden alır. 22. âyette geçen ve “köşkler, odalar” mânasına gelen اَلْغُرَفُ (ğuref) kelimesi de sûreye isim olmuştur. Resmî tertîbe göre 39, iniş sırasına göre 59. sûredir.
Mushaftaki sıralamada otuz dokuzuncu, iniş sırasına göre elli dokuzuncu sûredir. Sebe’ sûresinden sonra, Mü’min (Gåfir) sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini belirten 53. âyetten itibaren üç veya yedi âyetin Medine döneminde indiği yolunda rivayetler varsa da bu rivayetler zayıf bulunmaktadır (bk. İbn Âşûr, XXIII, 311).
Sûrede ağırlıklı olarak tevhid inancının ve Allah’a ihlasla kulluk yapmanın ehemmiyeti ele alınır. Bir taraftan da şirkin bâtıllığı, saçmalığı ve kötü neticeleri geniş izahlarla beyân edilir. Mekke’de müşriklerin mü’minlere şiddetli baskı uyguladıkları bir dönemde indiği anlaşılan sûre, müslümanların gerektiğinde hicret etmelerine kapı aralar. Peygambere ve mü’minlere, ne tür zor şartlar altında olurlarsa olsunlar, dinlerinden asla taviz vermemeleri hatırlatılır. Çünkü tevhid inancının zedelenmesi, sonuç itibariyle bütün amellerin boşa çıkması gibi ağır kayıplara yol açabilecektir. Bu hususta peygamberin durumu bile diğerlerinden farksızdır. Sûre kıyâmetten bahsederek; tevhid ehlinin erişeceği hayırlı netice ile, şirke düşenlerin düçar kalacakları kötü sonu tesirli bir şekilde sahneleyip, dinleyenlerine hem iki farklı neticeyi mukayese etme, hem de ikisi arasında tercihte bulunma fırsatı sağlayarak son bulur.
Hz. Aişe, Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in her gece yatmadan evvel Zümer ve İsrâ sûrelerini okuduğunu rivayet eder. (Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’an 21)
وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿٧١﴾
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٧٢﴾
71: İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülecek. Oraya vardıklarında cehenemin kapıları açılacak ve oradaki vazîfeli bekçiler onlara soracak: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve içinde bulunduğunuz şu günle mutlaka karşılaşacağınız gerçeğiyle sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar da: “Evet, geldi” diye karşılık verecekler, “fakat, ne çare ki, biz kâfirler hakkındaki azap kararı artık kesinleşmiş bulunmaktadır.”
72: Onlara: “İçinde ebediyen kalmak üzere girin cehennem kapılarından!” denilecek. Büyüklük taslayıp, iman etmeyi kibrine yediremeyenlerin barınağı ne kötüdür!
Hicr sûresinde “Cehennemin yedi kapısı vardır. O azgınlardan kimin hangi kapıdan gireceği belirlenmiştir” (Hicr 15/44) buyrulur. Buna göre mahşer yerinde hesapları görülen kâfirler, kendilerine ayrılan kapıdan cehenneme girmek üzere oraya doğru sürüklenirler. Kendi arzularıyla değil, zincirlere vurularak son derece güçlü kuvvetli zebanilerin zorlamasıyla götürülürler. Cehennemin kapısına gelince oradaki vazifeli bekçiler, onların hasret ve pişmanlıkları daha da artsın diye, azarlayıcı mâhiyette, “Size peygamber gelmedi mi, onlar size kıyametten, mahşer gününden haber vermedi mi?” gibi sorular sorarlar. Fakat artık yapılacak bir şey kalmadığı için, bin bir pişmanlık, ah ve vâhlarla cehenneme tıkılırlar. Allah muhafaza buyursun!
Cennetliklere gelince:# | Meal | Ayet |
---|---|---|
Arapça | وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَرًاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ | |
Türkçe Okunuşu * | Vesîka-lleżîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(an)(s) hattâ iżâ câûhâ futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum ḣazenetuhâ elem ye/tikum rusulun minkum yetlûne ‘aleykum âyâti rabbikum veyunżirûnekum likâe yevmikum hâżâ(c) kâlû belâ velâkin hakkat kelimetu-l’ażâbi ‘alâ-lkâfirîn(e) | |
1. | Ömer Çelik Meali | İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülecek. Oraya vardıklarında cehenemin kapıları açılacak ve oradaki vazîfeli bekçiler onlara soracak: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve içinde bulunduğunuz şu günle mutlaka karşılaşacağınız gerçeğiyle sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar da: “Evet, geldi” diye karşılık verecekler, “fakat, ne çare ki, biz kâfirler hakkındaki azap kararı artık kesinleşmiş bulunmaktadır.” |
2. | Diyanet Vakfı Meali | O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. «Evet geldi» derler ama, azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur. |
3. | Diyanet İşleri (Eski) Meali | İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır; bekçileri onlara: "Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi" derler. "Evet geldi" derler. Lakin azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir. |
4. | Diyanet İşleri (Yeni) Meali | İnkâr edenler grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar da, “Evet geldi” derler. Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir. |
5. | Elmalılı Hamdi Yazır Meali | İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sevkedilmektedir. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara: "İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" derler. Onlar da: "Evet geldi" derler. Fakat kâfirler üzerine azab kelimesi hak oldu. |
6. | Elmalılı Meali (Orjinal) Meali | Ve küfredenler zümre zümre Cehenneme sevkedilmektedir, nihayet ona vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: size rabbınızın âyetlerini okur ve sizi bu günün» likasından korkutur Resuller gelmedi mi içinizden sizlere? Evet derler: geldi velâkin kâfirler üzerine «kelimei azâb» hakk oldu |
7. | Hasan Basri Çantay Meali | O küfredenler ayrı ayrı zümreler haalinde cehenneme sürüldü. Nihayet oraya geldikleri zaman onun kapıları açıldı. (Cehennemin) bekçileri onlara (şöyle) dedi: «Size içinizden Rabbinizin âyetlerini karşınızda okuyacak, sizi bu gününüze kavuşmakla tehdîd eedcek peygamberler gelmedi mi? Onlar «Evet (geldi)», dedi (ler), fakat azâb kelimesi (biz) kâfirlerin üzerine hak oldu». |
8. | Hayrat Neşriyat Meali | İnkâr edenler zümer hâlinde (bölük bölük) Cehenneme sürülmüşlerdir. Nihâyet oraya vardıklarında, kapıları açılır ve bekçileri onlara: “Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşmaktan korkutan peygamberler gelmedi mi?” der.(Onlar:) “Evet (geldi)! Lâkin kâfirler üzerine azab sözü hak olmuştur!” derler. |
9. | Ali Fikri Yavuz Meali | Kâfir olanlar bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya vardıklarından kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: “- Size, içinizden peygamberler gelip de Rabbinizin âyetlerini okumadı mı, sizi bu gününüze kavuşmakla korkutmadı mı?” Onlar “- Evet, geldi. Fakat (Allah'ın kâfirlere olan azab vaadi), azab sözü kâfirler üzerine gerçekleşti.” derler. |
10. | Ömer Nasuhi Bilmen Meali | Ve kâfir olanlar, bölük bölük cehenneme sevkedilmişlerdir. Vaktâ ki oraya geldiler, kapıları açılıverdi ve onlara bekçileri dedi ki: «Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okur ve sizi bugününüze kavuşacağınızla korkutan peygamberler gelmedi mi?» Dediler ki: «Evet..» Fakat azap kelimesi kâfirler üzerine hak oldu. |
11. | Ümit Şimşek Meali | İnkâr edenler bölük bölük Cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında, Cehennemin kapıları açılır ve bekçileri onlara sorar: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve kavuştuğunuz bugün hakkında sizi uyaran peygamberler size gelmedi mi?” Onlar “Evet, geldi” derler. Ne çare ki, kâfirler hakkındaki azap sözü artık gerçek olup çıkmıştır. |
12. | Yusuf Ali (English) Meali | The Unbelievers will be led to Hell in crowd: until, when they arrive, there, its gates will be opened. And its keepers will say, "Did not messengers come to you from among yourselves, rehearsing to you the Signs of your Lord, and warning you of the Meeting of This Day of yours?" The answer will be: "True: but the Decree of Punishment has been proved true against the Unbelievers!" |
Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin tam mânâsı ile anlaşılması mümkün olmayabilir. Ayetlerin izahı için mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Zümer Sûresi 71. ayetinin tefsiri için tıklayınız | ||
* | Türkçe okunuşlarından Kur'an-ı Kerim okumak uygun görülmemektedir. Ayetler Türkçe olarak arandıkları için sitemize eklenmiştir. |
Nâs sûresi Mekke’de inmiştir. 6 âyettir. Kur’ân-ı Kerîm bu sûre ile sona ermektedir. İsmini, 4. âyet hâriç, âyetlerinin sonlarında tekrarlanan ve “ins ...
Dilek kelimesi sözlükte, “olması istenen şey, istek, arzu, talep, ricâ, temenni” anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de istek, dilemek, temenni vs. hak ...
Felâk suresi, Medine döneminde nüzul olmuştur. Felâk suresi, 5 âyettir. Felâk, “sabah aydınlığı” demektir. FELAK SURESİ ARAPÇA Felak Suresi Arapça ...
Felak sûresi Mekke’de inmiştir. 5 âyettir. İsmini birinci âyetin sonundaki “yarmak, aydınlık, sabah” mânalarına gelen اَلْفَلَقُ (felak) kelimesinden ...
Devlet kelimesi sözlükte, “belli bir toprakta veya toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun olu ...
Copyright © 2019 Kuran ve Meali. Hiçbir ticari kaygısı yoktur.
kuranvemali.com altında yayınlanan içeriklerin tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi içeriklerin tamamı izinsiz kullanılamaz.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sosyal medya hesabından "İla cehenneme zümera" şeklinde paylaşım yaptı. Soylu'nun bu paylaşımından sonra vatandaşlar "İla cehenneme zümera" ayetinin ne anlama geldiğini araştırmaya başladı. İşte "İla cehenneme zümera" ayetinin okunuşu ve Türkçe meali...
Batman İl Jandarma Komutanlığınca etkisiz hale getirilen 2 terörist haberinden sonra Süleyman Soylu'dan ayetli paylaşım geldi. Batman'ın Kozluk ilçesinde Yanıkkaya kırsalında, JÖH ve Jandarma Komando Timlerinin katılımıyla, J-İHA, J-SİHA destekli operasyonda biri TURUNCU Kategoride toplam 2 terörist, etkisiz hale getirildi. Soylu'da kahraman Jandarmamızı tebrik ederek Twitter hesabından "İla cehenneme zümera" ayetiyle paylaşım yaptı. Soylu'nun paylaşımı birçok vatandaşı arama motoruna yöneltti.
Süleyman Soylu
İLİŞKİLİ HABERHucurat suresinin konusu nedir? Kur'an'da insan ilişkilerini ele alan Hucurat suresi okunuşu
"İLA CEHENNEME ZÜMERA" NE DEMEK?
"İla Cehennemüzzümera" şeklinde olan ayet Zümer suresinde geçmektedir. Bu ayetin anlamı "Yolu cehenneme kadar varanlar" demektir. Türkçe'ye "Cehenneme kadar yolunuz var" şeklinde geçmiştir.
ila cehenneme zümera ne demek
ZÜMER SURESİ 71. AYET
Gerçeği yalanlayan nankörler bölük bölük Cehennem'e sürülürler. Oraya vardıklarında, kapıları açılır. Cehennem'in bekçileri onlara: "İçinizden size Rabb'inizin ayetlerini okuyan, sizi bu gününüzle karşılaşacağınıza dair uyaran resuller gelmedi mi?" derler. Onlar: "Evet geldi." derler. Fakat azap sözü, gerçeği yalanlayanların üzerine gerçekleşti.
وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُوا بَلَى وَلَكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ
Vesikallezine keferu ila cehenneme zumera, hatta iza cauha futihat ebvabuha, ve kale lehum hazenetuha e lem ye'tikum rusulun minkum yetlune aleykum ayati rabbikum ve yunzirunekum likae yevmikum haza, kalu bela ve lakin hakkat kelimetul azabi alel kafirin.