kaynağı değiştir]
Resmî veya gayr-i resmî akçe tağşişleri, piyasada sıkıntıya sebep olduğu, savaş veya başka bir sebeple acele tedbir alınmadığı zamanlarda akçe kırpıcılığı zuhur ederdi. Bunu çoğu zaman sarraflıkla uğraşan gayrimüslimler, özellikle Yahudiler paraların kenarını kırparak gümüşünü çalarlardı. Bu kargaşalığa son vermek için pâdişâhlar, sikke tecdidinde yaptıklarını sikke tashîhi adıyla yaparlardı. Sikke tashihinde yeni akçeler ya eski ayar ve ağırlıkta veya bir mikdâr ağırlığı düşürülerek tedavüle çıkarılırdı.
Gerek sikke tecdidi, gerek sikke tağşîşi ve gerekse sikke tashîhi suretiyle yapılan akçe ayarlamaları neticesinde eşya fiyatları arttığı gibi, altın paraların rayiçleri de yükselirdi. Bu sebeple önemli para ayarlamaları yapıldığında eşya fiyatları yeniden tespit edilir ve umumi narh cetvelleri yayınlanırdı.
ayarlamasından sonra Koca Sinan Paşa, böyle bir narh listesi çıkartmıştır. ’de bu liste üzerinde değişiklik yapılmış, sikke tashihinde yeni bir narh listesi düzenlenmiştir.
Ulus devletler; dünya egemenliğine soyunan Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği (Biz bu kitapta ikisini bir arada “AB-D” diye kısaltacağız) ve diğer Super Güç diye adlan dırdıkları ülkelerin önündeki en büyük engeldir. Çünkü ulus devletler kendi topraklarının kullanımına ve ekonomik ortamına dışardan yapılacak girişimleri, dış siyaset lerinin doğrudan yönetilmesini engelleyebilirler. Daha da kötüsü, yandaş yönetimlerin yerini her an daha bağımsızlıkçı yönetimler alabilir. Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan bu tür devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü, kirli işlerle becerilemez ve ilgili ülke insanlarının onayı alınmadan gerçekleştirilemez. Bu nedenlerle, buralarda "insan hakları" ve "din hürriyeti" bekçiliğine çevrilen operasyon ile AB-D'nin uygun göreceği türden demokrasiler kurulmalıdır. Bunu yaparken kurdukları ya da kurdurttukları Think-Tank, düşünce topluluğu, Grup çalışması , proje , yuvarlak masa toplantısı , bilimsel konferans , dernek ve vakıflar aracılığıyla toplumun tüm kesimlerini örgütlüyor, yasa değişikliği çalışmalarını yönlendiriyor ya da yasa tasarılarını kendileri kaleme alıyorlar. Ülkeyi yönettiğini sanan devletin kurumlarına “reform” için para veriyor ve değişiklikleri kendi bildiklerince yönlendiriyorlar. Gizli örgütlenmelerle Polonya karıştırılmış, Moskova'da kuru lan derneklerle yönetime sızılmış ve muhalefet örgütlenmişti. Sosyalist sistemin çökertilmesinden sonra ulusal devletlerin ele geçirilmesi ve parçalanması süreci başlatıldı. Türkiye gibi müttefik ülkelerdeyse, olası bağımsızlık eğilimlerini bastırmak ve devletlerin tüm ulusal çekirdeklerini yok etmek, ekonomik ortamlarını korunaksız, yönlendirile bilir, gerektiğinde karıştırılabilir bir durumda tutabilmek için güdümlü örgütlerin desteğiyle yasal değişiklikler yaptırmayı başardılar. Kirli operasyonları saklı tutarken, toplumun tüm kesimlerini istedikleri anda harekete geçirebilecek denli örgütlemiş bulunuyorlar. Operasyonun en önemli ayağı "çok kültürlülük" üstüne kuruldu. Başlarda "farklılıklar zenginliğimizdir" diyenleri bile şaşırtacak denli kısa bir sürede farklılıklar etnik azınlık isteklerine yükseltildi. Toplumun dinsel dayanışmasını da denetim altında tutabilmek için "Din Hürriyeti" senaryosunu büyük bir başarıyla uygulayan AB-D örgütleri, dinsel topluluklarla, şeyhlerle, şıhlarla, vakıflarla ilişkilerini geliştirerek demokrasi (!) cephesi ne katıldılar Operasyon, her kesimi T.C'nin yasallığına karşı birleştirdi. Siyasal partiler “siyasi eğitim” adı altında operatörlere bulaşın ca, TOPLUMA ÖNDERLİK EDECEK MUHALEFET DE KALMADI. Oysa olay daha derindeydi. Bir ülkede yaşayanların düşünce sistemleri ele geçiriliyor, demokratik kitle örgütleri yok edilirken birkaç seçmece kişinin kurduğu dar üyeli dernekler; toplumsal muhalefeti, güdümlü medya ve devlet yöneticileri nin desteğiyle gütme yeteneğine kavuşuyorlardı. Bu dernek ve vakıflar dışardan aldıkları büyük finansal ve yabancı medya kuruluşlarının desteğinin karşılığını o devletin dışişlerine ulaştırılan ve milli menfaatlerimizi tehdit eden raporlarla ödüyorlar.. Eskilerde "casusluk" olarak nitelenebilecek bu uygulamalar şimdilerde “demokrasi için ortak çalışma” adı altında rahatça özümsenebiliyor. Yabancıların dernekleri, vakıfları ve siyasi partileri toplum yönetiminde etkinlik sağlayabiliyor. Başkentte bile şubeler açıyorlar. Zamanı geldiğinde harekete geçip merkezi devleti ele geçirecek olan gençlik örgütlenmesi için büyük paralar harcanıyor. Bu nedenlerle, devlet merkezlerinin egemenlik araçları ellerin den alı¬nıp, halk kitlelerinin merkeze olan güven ve bağlılıkları zayıflatılıyor. Ulusal yönetimler, kısa devre edilerek, dünya egemenlerinin NGO-Vakıf-Enstitü gibi örgütleri aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geç¬mek, daha ekonomik ve daha kalıcı bir yöntem haline geliyor. Ülkelerde devlet ile halkın arasına, AB-D adına bir tür uzaktan yönetim şekli olarak adı sivil (!) kendileri dışarıdaki yabancı devletin güdümünde, bir dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları ağı ku¬ruluyor. İç gelişmelere, kapanmış tarihsel yaraların yeniden deşil mesiyle yoğunlaştırılan etnik kışkırtmalar, ekonomik şantajlar, din hürriyeti kapsamında geliştirilen eylemler, Amerika'nın ya da Avrupa'nın şu ya da bu üniversitesinde, Türkiye'nin bütünlüğüne, temel yasallığına saldıran toplantı lar, konferanslar yapılıyor. Avrupa'dan Türkiye'ye parlamen¬ter akınları, yabancıların yerel yönetimlerle Cumhuriyet devletinin bilgisi dışında gerçekleştirdikleri doğrudan kapalı toplantıları, ülkenin enerji kaynaklarının kullanımına karşı, tarihsel kalıt ya da çevre adı¬na, abartılı uluslararası karşı kampanyalar, ulusal kurtuluşun simgesi olan anma günlerini, sözde dostluk adına silikleştirme adımları eşlik ediyor. Böylece, olası uluslararası müdahalenin cephesi kuruluyor. İçerdeki kutuplaşma bazen sert bazen göreceli olarak daha yumuşak kışkırtmalarla olgunlaştırılıyor. Bu girişimlerin en kısa tanımı: Türkiye Cumhuriyeti'nin temel yasallığıyla kimin derdi varsa, başta AB-D olmak üzere, Batı dünyası ona sahip çıkıyor, kol kanat geriyor ve resmi rapor larla bu koruyuculuğu uluslararası belge¬lere taşıyorlar. Gelişmelere koşut olarak, ülke içinde de, sağcı solcuyla, dinci sözde aydınla, şeyhler demokratlarla kol kola giriyorlar. Çok yakın geçmişte, aynı siyasal görüşleri paylaşanlar yan yana gelemezken, şimdi tümü bir anda cephe oluşturabiliyorlar. Onlarca örgüt, devletin kurumsallığına karşı ortak belgelere bir çırpıda imza atabiliyorlar. Kendisine “liberal” diyen pro fesörler, bir gecede Amerika'ya uçuyor¬lar ve “cihad” örgüt lerinin destekçisi Amerikan Müslümanlarının pa-nellerin de, yuvarlak masa toplantılarında, deneyimli istihbarat uz¬manlarıyla buluşuyorlar. Cumhuriyeti kurmakla övünen siyasal hareketin başkanı bir anda Hristiyan tarikatların yan kuruluşlarının toplantılarına katılıyor. Aynı görüşü paylaşan yöneticiler, vakıf adını taşıyan yabancı parti uzantı¬larını Türkiye Cumhuriyeti'nin Büyük Millet Meclisi'ne taşıyorlar ve “siyasal ahlak” dersleri verdiri yorlar. Ulusal bağımsızlığın mirasçısı meclisin anayasayla ilgili çalışmalarına yabancılar karışıyor ve bunu açıklamaktan da çekinmiyorlar. Aynı yabancılar, yerel yönetim çalışmaları adı altında bir dizi top¬lantı yapıyor ve birbirine muhalif partilerden seçilmiş belediye baş¬kanları, devlet merkezinden bağımsızlaşma ve özerklik elde etme is¬temiyle hareket etmeye çağrılıyorlar. Bu gelişmeler on-onbeş yıla sığıyor. Bu denli kısa bir sürede, bu denli yüksek payda ortaklığını sağlayan nedir? Yanıt kısa ve açık: ABD'nin NED adlı fonundan beslenen, IRI, N1D, CIPE ve Batı Avru¬pa örgütleriyle örülen ağın içinde biçimlenen ithal demokrasi yapı-lanması. Tasarım merkezi aynı olunca, yörüngeler de, o merkezin çevresinde oluşuyor; sağı solla, dinciyi laiklik savunucusuyla buluştu¬ruyor. Siyasal farklılıklar eritilirken, etnik ayrılıklar, bazen “çok kültür¬lülük” bazen da “inançlara saygı” temelinde öne çıkartılıyor. Türkiye'de, üç-beş yıl öncesine dek, siyasal konumlanmalara uy¬gun olarak, örgütler, partiler, yazarlar, çizerler arasında keskin görüş ayrılıkları oluşurdu. Örneğin, laik devlet düzenini değiştirmek isteyen¬lerle, cumhuriyeti savunanlar arasında siyasal uçurum bulunurdu, “Sağcı” geçinenle “solcu” geçinen arasında görüş ayrılıklarıysa siyasal yaşamın bir kuralı ve itici gücüydü. Oysa şimdi öyle olmuyor. Dinsel hukuk esaslarının uygulanmasını isteyenlerle, istemeyenler bir araya geliyorlar ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerinin değiştirilme sini birlikte öneriyorlar. Bu daya¬nışmalarını da, “özgürlük lerin ve demokrasinin genişletilmesi” için ey¬lem ortaklığına, çok kültürlülük esasına dayalı siyasi yapılanma gere¬ğine oturtuyorlar ve halka bunu "hoşgörü" olarak yansıtıyorlar. Cumhuriyetin kurumlarına karşı her provokasyondan sonra siya¬sal partilerin tümü susuyor, temel ilkelerin ve kurum ların savunulma¬sı, orduya kalıyor. Ordu, politize ediliyor, iç siyasi kavgaların içine çekiliyor. Daha sonra Ordunun tüm Atatürkçü kesimi iftiralarla hapislere atılıyor, Yargıda, üniversitelerde, Ordu'daki tüm Agartacı Ergenekoncuların yani Atatürk ilkelerini savunacak kesimin köküne kibrit suyu ekiliyor Olayın siyasal amacı ve stratejik boyutu da bu kadar açıktı AB-D’NİN İSTEKLERİNE KARŞI GELEBİLECEK HER KESİM SUSTURULDU VE KORKUTULDU. Kuvvetler ayrılığı esas olan bir sistemde, yargının bağımsız olduğu bir demokraside bir hükümet başkanı, Ben baş savcıyım deyip direktif verirken “BAĞIMSIZ YARGI!”’nın sayın yargı mensupları bu sözü sessizce kabulleniyordu. Bu dava ile bağımsız yargıya ve adalete olan güven tamamen yitirildi. Egemen güçlerin istediği de bu değilmiydi zaten? Tarihi süreç elbet işleyecek ve Delil klasörleri ile sayfa sayısı 1 milyonu aşan bu iddianameler ve bu dava, Türkiye’de gerçek demokrasinin varolduğu birgün, Hukuk fakültelerinde ibret alınacak bir ders olarak okutulacak. Zira hem soruşturmanın yürütülmesinde hukuku çiğnemek vukuat-ı adiyeden sayılmıştır; hem de içerik bakımından iddianame AB-D’ye ruhunu satmış yandaş medyanın bu konuda yazdıklarına, görülmemiş bir acıklı-güldürünün mantığına oturtulmuş, daha dava başlarken iflas etmişti Ülkede kutuplar sayıca artırılırken, inanç ve köken ayrılıkla¬rı öne çıkarılıyor ve çatışmalar keskinleştiriliyor. Bu durumdan yarar umanlar, Türkiye'nin bir avuç militarist güç tarafından yönetildiğini yayıyorlar, özellikle yurtdışında iş, askersel yöne tim tanımını da aşı¬yor ve “laik cunta” deniliyor. Söz konusu örümcek ağının ilmiklerinde, şu ya da bu niyetle yer almış olanlar bu ağı örenlerin kimliğinden de, amaçlarının tümünden de bilgili olmayabilirler.
Zaman içerisinde akçe ile ilgili çeşitli deyim ve tabirler ortaya çıkmıştır:
Ilk paraya ne ad verilir