Zorunlu erezler
Bu erez, insanlarla botları ayırt etmek iin kullanılır. Bu, web sitelerinin kullanımı hakkında geerli raporlar hazırlamak iin kullanılmakta olup web sitesi iin faydalıdır.
İşlevsel erezler
Kullanıcının web sitesinin setiği dil srmn hatırlar.
Performans/Analitik erezler
Ziyaretinin web sitesini nasıl kullandığına ilişkin istatistiksel veriler oluşturmak iin kullanılan benzersiz bir kimliği kaydeder. Google Analytics tarafından talep oranını kısmak iin kullanılır.
Reklam/Pazarlama erezleri
Bu erez, Alexa Analytics'e gnderilen tketici davranışları hakkında bilgi toplamak iin kullanılır. (Alexa Analytics bir Amazon şirketidir.)
Keşm Adası, İranın Hormozgan Bölgesine bağlı, Basra Körfezinde bulunan bir ada. Aynı zamanda İranın en büyük adası Keşm. Diğer adalar Larak, Hengam ve Hormuz ve Nas Adaları. Sahil şeridinin uzunluğu kmymiş. yılında UNESCO tarafından tescillenmiş bir “geopark” Keşm Adası. Geçimini en çok balıkçılıktan kazanıyormuş. Adada ki ilk önceliğim burada yaşayan maskeli kadınları görebilmek ve fotoğraflayabilmek ama ada es geçilemeyecek kadar özel bir coğrafi bölge. Görmek ve yaşamak için heyecan duyuyorum.
Beni instagram hesabımdan takip etmeyi unutmayın. Hikayeler ve öne çıkanlarda çok şey anlatıyorum 😉
İnstagram: Nerdesinbahar
Genelde insanlar önce Bandarabbasa sonra Keşm Adasına geçiyor. Şirazdan Keşm Adasına direkt otobüsler var. Aynı zaman da Keşm Adasında havaalanı da bulunuyor. İran içi uçuşların oldukça ucuz olduğunu söyleyebilirim. İranda ki otobüsler oldukça konforlu. Vip bilete sadece 50 Tümen ödüyoruz. İranda ödediğimiz en yüksek otobüs bileti burası oluyor.
saat süren yolculuğumuz böyle başlıyor. Yatak gibi olan koltuklarında uyuyarak geçirdiğimiz gecenin sabahında gözümüzü feribotta açıyoruz. Üç beş araçlık minicik bir feribottayız. Haftalar süren İran yolculuğumuzda, çöller, dağlar, köyler, şehirler aştık ve en sonunda denize ulaştık.
Gün doğarken, feribotumuz Persian Gulfte ağır ağır ilerlerken, yüzüme vuran ılık meltemle uyanmaya çalışıyorum. İnsanlar bize bakıyor. Onlar için yabancıyız ve değişiğiz. Şiraza kadar Türk olduğumuzu duyanın yüzünde güller açarken burada Türk olmak pek bir fark yaratmıyor. Pek fazla bilinmiyor.
Birkaç kadın çadırlarına dolanmış bizi konuşuyor. Otobüste yan koltuğumda oturan kadınla şakalaşıyoruz. Aynı dili bilmemek artık benim için bir sorun değil. Ada da ilerlerken çöl görüntüsü bizi çok şaşırtıyor. Bizim bildiğimiz adalar yeşil olur. Çiçekler olur. Burası ağaçsız ve çöl gibi. Bildiğin çorak bir ada.
Couchsurfingden bulduğumuz ev sahibimiz Dargahanda inin demişti. İner inmez etrafımızı taksiciler sarıyor. Zor kurtuluyoruz. Navigasyondan konuma doğru giderken otobüste yan koltuğumda oturan kadının birden maskesini çıkartıp yüzüne taktığını görünce babakalıyoruz. Nasıl bir fırsat kaçırdık böyle? Meğer o kadınlardan biriyle 8 saat yolculuk yapmışız ve farkında bile değilmişiz.
Navigasyon pek sağlıklı çalışmadığından evi bulamayınca yolda gördüğümüz bir araca yanaşıp soruyoruz. Bu tatlı aile bizi gideceğimiz yere götürüyor. Aynı dili yine konuşamıyoruz. En sonunda Naimle buluşmayı başarıyoruz. Güneye indiğimiz anda bütün isimler yazılış olarak farklı ama söyleniş olarak tamamen bizim bildiğimiz isimlere dönüşüyor. Bizim kullandığımız isimler farsça aslında, aynı benim ismimde olduğu gibi.
Çantalarımızı bırakıp ayarladığımız taksiciyle Naimi konuşturuyoruz. Adres bilgisini veremiyoruz çünkü. Sabahın çok erken saatleri. Odasını bize veren Naim bir battaniye alıp salonda yere kıvrılıveriyor. Artık bu duruma şaşırmıyoruz. İranda herkes yerde uyuyor. 20 gündür bizde yerde uyuyoruz ve alıştık artık.
Taksici gelip bizi alıyor ama tek kelime ingilizce bilmiyor. Translateden de anlaşamıyoruz. Şöför Farsçadan başka dil konuşamıyor. Ondan da şüpheliyim. Dilsizmiş gibi davranıyor. Couchsurfingden mesajlaştığım ama o an Adende olan Said bu taksiciyi bulmuştu. Sorun yaşayınca bize arkadaşlarını yolluyor. Bulunduğumuz yere geliyorlar. Biraz da olsa ingilizce bilen birilerini bulmak çok iyi geliyor. Sabah 10dan önce bir yer açılmıyor İranda. İki ile dört arası da kapalı oluyorlar.
Önce uçak biletlerimizi almaya çalışıyoruz. Bandarabbasdan geriye, İrannın kuzeyine uçakla dönmeyi planlıyoruz. İki gün sonrasına, iki uçuşa 32 dolar ödüyoruz. Gerçekten çok ucuz. Burada artık Türk lirasını bozdurmak pek avantajlı değil. Dolar bozdurmak daha mantıklı.
Tahrandan beri bizi hiç bırakmayan, telefonun ucunda devamlı bize yardımcı olan Tahran konsolosluğunda çalışan Şeyda yine bizim kurtarıcımız oluyor ve ingilizce bilen başka bir araç ayarlıyor. Günlüğü 20 dolar ve şöförü de var. Keşm Adasında görülecek çok nokta var ve arabasız yapabilmek için artık çok yorgunuz. Keşm Adasın da araba şart.
Keşm Adasında Dargahan plajında kamp yapmak için ayrılmış yerler görüyoruz. Bir sürü çadır kurulmuş. Kadınların denize girmesi tabiki yasak. Konaklamak için buradaki kamp alanını kullanabilirsiniz. Aslında İranda istediğiniz yerde kamp yapabilirsiniz. Tahranda kapalıçarşının kapalı olduğu bir gün çarşının içine kurulmuş çadır fotoğrafları görmüştüm.
Biz denize gitmek istiyoruz ama rehberimiz Mesood (Mesud) bizi yol üstünde ki Laft şehrine götürüyor önce. yıl önce yapılan topraktan küplerde su biriktiriliyormuş. Su altından değerli olduğu için Golden Wells olarak adlandırıyorlarmış bölgeyi. Enteresan bir görüntüsü var. Biraz daha tepelere tırmanıp bakmak istiyoruz.
Şehir Persian Gulf kıyısında. Basra Körfezindeyiz. Hürmüz Boğazındayız. Bunların hepsi aynı bölgeye verilen isimler. Yukarılara tırmanıp arkamızı döndüğümüz anda karşımızda ki deniz manzarasına bakakalıyoruz. Birkaç gün önce çok yağmur yağmış ve onun rüzgarları kalmış adada. Uçuşa uçuşa manzaranın tadını çıkarıyoruz.
Sonra şehri dolaşmaya başlıyoruz. Her evde rüzgar kulesi var. Bangir denilen bu kuleler ne kadar yüksek ve afilliyse ev sahibi de o kadar varlıklı demekmiş. Daracık sokaklarında dolaşıyoruz. Hava çok sıcak. Günlerdir bir sıcak bir soğuk havadan bedenimiz serseme dönmüş durumda.
Burada bir de liman var. Lenje denilen büyük ahşap gemiler yapıyorlarmış.Okyanusa bile açılıyorlarmış bu gemilerle. Böyle güzel bir yerde yaşayıp burada yaşayan insanların bu denizde yüzememelerine çok üzülüyorum.
Lafttan ayrılırken bir caminin önünde ki terlikler dikkatimi çekiyor. Onlarca terlik ve hepsi aynı model. Çıkanlar bunların hangisi kendine ait nasıl ayırt ediyor diye düşünüyorum.
KeşmAdasına geliş amacımız orada yaşayan kadınları görmekti ancak deniz aşığı iki kadının kendini önce denize atması gerekiyor. Haftaların verdiği yorgunluk, uykusuzluk, çölün tozu toprağı derken kendimizi denizde buluveriyoruz. Kumsal olduğu için bir deniz ayakkabısı olmadan denize girilebiliyor.
İranda bikiniyle denize girmek tabi ki yasak ancak KeşmAdası serbest bölgeymiş. Vergi yokmuş mesela. Hicap, yani örtünme turist için esnekmiş. Gazi Valley tarafında Ferdis Beache gittik. Plajın gerisinde konaklamak için odalar var. Plaj ücretsiz.
Plaja vardığımız da suya uçuşan arılar gibiydik. Güneş de inadına sıcak, deniz ondan sıcak. Deniz çok berrak. Bu mevsimde denize girebilmek ise muhteşem bir şey. Başkaları da var denizde. Bizim gibi bikiniyle giren bir çocuklar ama kimse bizi rahatsız etmiyor. Denizde bikiniyle sosyal medyada yaptığım paylaşımdan sonra onlarca mesaj alıyorum. Tabi bir de telefon. Şeyda diyor ki Siz ne yaptınız Bahar hanım. İranda bu şekilde denize girmek yasak ve sosyal medya çok sıkı denetleniyor. Bu uyarıyla hemen paylaşımı siliyorum tabi. İyi ki var.
Tam yüzdük, güneşlendik, hadi gidelim derken entari giymiş bir amca bize doğru gelmeye başlıseafoodplus.infoşla giyiniyorum ama meğer başka bir şey için gelmiş. Çok şükür ki. İsteyeceğimiz en son şey denize girdik diye tutuklanmak.
Denizden ayrılırken bir mangalda balık pişiren adamlarla karşılaşıyoruz. Hiç temizlemeden direkt mangala atıyorlar. Çok aç olduğumdan mıdır nedir bilinmez ama hayatımda yediğim en lezzetli balıklardan birini yiyorum. Adı gariz. Balıkçılarda satılmaz demişti şöförümüz Mesud ama biz daha sonra satıldığını gördük.
Uçsuz bucaksız sahilde yürüyorum. Kıyıya vurmuş deniz kabuklarından topluyorum. Öyle güzeller ki. Afrikadan dönerken çantamdan tüm kabuklarımı almışlardı. İranda hiç hatlarda uçuyoruz. Kimse kabuklarıma bakmıyor. Hepsini getirebiliyorum.
Adadaki bir sonraki durağımız Tuz Mağarası oluyor. Orası KeşmAdasının en uzak noktasıymış. Dünyanın en uzun tuz mağaralarından da biriymiş. 6 bin metre uzunluk, düşünebiliyor musunuz? Çöl manzaralarının ve değişik buraya has uzaylı kayalıklarının arasında Afrikada gördüğüm akasya ağaçlarından görmek beni şaşırtıyor. Meğer yedi yıl önce Afrikadan getirip buraya dikmişler. İklim de benzer olunca burada çoğalmışlar.
Bölgede metamorfik kayaçlar, tortul kayaçlar, volkanik taşlar varmış. Dünyanın en çok taş çeşitliliği de burada bulunuyormuş. Benim gibi gittiği yerin taşını toprağını toplayan biri için en son söylenecek şeydi bu. Çöl gibi, başka bir dünya gibi kayaların, manzaraların içinden Tuz Mağarasına ulaşıyoruz.
Mesud bize kafa fenerleri getiriyor. Kırımızı kayalar ve kum,hare hare tuz katmanları ne muhteşem bir görüntü. Kırmızı tuz var burada. Kafamıza fenerleri takıp mağara da ilerlemeye başlıyoruz. Gittikçe kararıyor. Ayağımızın altı bembeyaz kristal tuzla kaplı. İlk hafta 2 yada 3 kez sonra daha seyrek bu mağaraya gelen astım hastaları iyileşiyormuş.
Benim gibi deli olanları da iyileştirdiği kesin. Hatta yürümekten yara olan ayağımı tuz dolu suyuna soktuğumda ayağımı da iyileştirdi. Hayatımda hiç kırmızı tuz görmemiştim. Akşam olmak üzereyken artık kendimize güzel bir manzara bulup günü batırma ve şükretme zamanı. Kararan havayla birlikte dünyanın bir yerlerinde birkaç saat Dargahana ulaşmaya çalışıyoruz.
Açız. Doğru düzgün kahvaltı etmediğimiz gibi gün içinde de birşey yiyemedik. Mesud bizi Golden Food Restorana götürüyor. Ambiansı ne muhteşem. Denizin üstüne çakılmış bir iskele üstünde localar yapılmış. Yine yere oturuyorsunuz. Ilık esen ve hiç üşütmeyen hava da, denizin üstünde yemeğinizi bekliyorsunuz. Fiyatlar yine İran standartlarında ve ucuz. Lokal insanlarla yaşamaktan sıkılmış arkadaşım en sonunda kendini turist gibi hissedip mutlu oluyor. Ben her durumda mutluyum zaten. Kalamarlar şişler havada uçuşuyor.
İrannın güneyi hiç İran gibi değil. Afrikaya gelmiş gibiyim. Giyim, kuşam, yemekler, her şey değişiyor. Hicap yani örtünmenin çok sıkı olmaması bana biraz rahat nefes aldırıyor. O örtü asla başımda durmuyor çünkü.
Keşm Adasında ki ev sahibimiz Naimin evine geri dönüyoruz. Küçük bir şehir olduğu için herkes herkesi tanıyor. Mesut bizi Naimin evine bırakıyor. 5 ablası onlarca çocuk ve onların kocalarıyla bir evde yaşıyorlar. Ablalar bize Keşm Adasına özgü tomoşi ekmeği yapıyorlar. Yorgunuz. Müsade isteyip uyumaya çekiliyoruz. İtiraf etmek gerekirse evin kokusu ve hijyeni açısından en zorlandığımız konaklama bu evde oluyor. Koku aklıma geldikçe hala fena oluyorum. Bir gece kaldığımıza memnunum.
Sabah erkenden Mesud bizi almaya geliyor. Bir gün önce başka birilerini daha arabaya almaktan bahsetmişti ama biz kabul etmemiştik. O bizim söylediklerimizi pek takmamış anlaşılan ki onları almaya gidiyormuşuz. İstemediğimizi söyleyince çok sinirleniyor ve bizi geri götürüyor.
Biz bir hayli gergin ve kızgınız. Akrabası Mustafayı ayarlıyor. Meğer Moostafa (Mustafa)ya couchsurfing üzerinden yazmışım. Bizi kabul etmemişti. Evinde misafir varmış dediğine göre hatta bir aylık bebeği ama burada ki sorun iki kadını evine kabul etmeyi eşine açıklayamaması bence. Erkekler couchsurfingden daha kolay yer buluyor İranda. Sonra bütün gün İstanbula geldiğinde bende kalıp kalamayacağını soruyor ve şakalaşıyoruz. Hala düşünüyorum.
Mustafayla yeniden yola koyuluyoruz. Mesudun bu saçmalaması bize birkaç saat ve neşemizi kaybettiriyor. Mustafa önce bizi Kharbas Mağaralarına götürüyor. Burada iki mağara var. Biri yapay diğeri doğal. Biz yapayı geçip direkt doğal olana yöneliyoruz ama Mustafa önce yapayı görmemiz gerektiğini söylüyor.
Keşm Adası, Kharbas Mağaraları
Doğal olan küçük olduğu için dağın içini kazıp tünellerle daha kocamanını yapmışlar. Aldıkları parayı haketmek istemişler sanırım. Doğal olan tarafta yer bir hayli tozlu, kaygan ve dik. Merdivenlerden düşen düşeneydi. Bir halatla tutunarak kendimizi yukarı çekmemiz ve inmeniz gerekiyor. Yukarıdan manzara çok güzel.
Stars Valley yani Yıldızlar Vadisi için kişi başı 2 Tümen ödüyoruz. Bizim Kapadokya gibi bir yer. Açık renkli toprak zemini ve kayalarıyla bu dünyadan değilmiş gibi. Tepelere çıkıyoruz. Burada geceleri cinlerin yaşadığına dair bir şeyler duyuyoruz. Yerlerde numaralar var. Onları takip ediyoruz. O zaten sizi başlama ve bitiş noktalarına götürüyor.
Öyle bir rüzgar var ki, kayaların tepesinde fotoğraf çekerken aşağı uçucam sanıyorum. Yüreğim ağzımda rüzgara direniyorum. Bu oluşumları su, rüzgar ve kumun yaptığını öğrenmek çok şaşırtıcı. Doğanın gücü karşısında bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Keşm Adasın da Stars Valley gibi bir Bölge daha varmış. Statüs Valley dedikleri bölgede de böyle oluşumlar varmış. Bizim Kapadokyada ki gibi deve şekline benzeyen oluşumlardan oluşan bu yere gitmedik. Bir müddet sonra aynı şeyler birbirini tekrar edince sıradanlaşabiliyor. Siz belki listenize eklemek istersiniz.
Çıkış kapısının orada hediyelik eşyalar satan bir dükkan var. Oradaki kadınlardan bir şeyler alıyoruz. Çok pahalı değil. Fotoğrafını çekmek için yanıp tutuştuğumuz Keşm kadınlarının maskelerinden de satıyorlar. İlk defa dokunup neye benzediğine bakıyorum. Yüzüme takıp dünyaya o maskenin arsından bakıyorum. Nerde bu kadınlar, nerde?
Yolda bir yerlerde giderken Mustafa bakın şimdi ne olacak diyor. Yokuş yukarı giderken ayağını gazdan çekiyor ama araba gitmeye devam ediyor. Yerçekimi anomalisi dedikleri olay bu adada da varmış. Aynı olay Türkiyede de var.
Naz İsland sahiline vardığımızda öğle saati oluyor ve Mustafa bizi bırakıp cuma namazına gidiyor. Hava çok sıcak. Plajın üstü panayır yeri gibi. Arabalarla denizin kenarına kadar inmişler. Develerle etrafımızda bir sürü insan dolanıyor. Kadınlar ellerimize kına yapmaya çalışıyor. Denizin içinde elbiseleriyle yürüyerek giden insanları görüyoruz.
Şalvar giymem iyi olmamış. Çekebildiğim yere kadar çekiyorum ama hava çok rüzgarlı, deniz dalgalı. Bir müddet sonra da ıslanmak pek önemli olmuyor. Suyu yara yara adaya doğru bir dolu insanla birlikte yürüyoruz. Bu sıcak havada nasıl ilaç gibi geliyor anlatamam.
Dünyanın geri kalan kısmı donarken bizim sıcaktan bunalıp kendimizi Hürmüz boğazının ılık sularına bırakmamız anlatılır bir şey değil. Dalgalarla oynaya oynaya ıslak sıçana dönmüş bir şekilde adaya varıyoruz. Ben kendimi fotoğraf manyağı sanırdım. İnsanlar çılgın gibi fotoğraf çekiyor.
Ada küçücük. Terkedilmiş barakalar var. Kuytuda kalan küçük bir koy var ve ada bitiyor. Bu bir saatlik deniz molası gerilen sinirlerimizi pamuk gibi gevşetiyor. Sıcaktan bunalmış bizi serinletiyor. Yunuslarıyla ünlü Hengam Adasını rüzgardan dolayı rotadan çıkartıyoruz. Bu havada yunus görmek zor diyor Mustafa. Biz acıkınca Mustafa bizi Huseyni Restorana götürüyor.
Mustafanın önerisiyle shark yani köpek balığı deniyoruz ama pek sevmiyoruz. Balığı ezip baharatlarla kavurmuşlar. Tabi yanında kişi başı bir tencere pilavla servis ediliyor yine.Ömrümde bu kadar pilav yemedim ben.
Sanırım Chakkoohun tozlu yollarında yürürken ayaklarım yere değmiyordu. On beş dakika kadar yürüdükten sonra yine buraya özgü kaya yapısıyla bir kanyona geldik. Burada bir su kuyusu gibi bir şey var. Dik duvarları sayesinde burada suyu muhafaza etmek kolay oluyormuş.
Bir metre genişliğinde kayaların arasında, bir yer yüzü çatlağının içinde ilerlemeye başladığımda bunun beni neden bu kadar mutlu ettiğini düşündüm. Bir cevabım yok ama doğanın beni her zaman şaşırtan mucizeleri ve muhteşem görüntüleri ruhuma iyi geliyor. Bana şifa veriyor her zaman.
Keşm Adası, Chackkooh
Senelerce önce neden Avrupaya gitmiyorsun bak ne kadar güzel deyip bana bir otopark fotoğrafı gösterdiklerinde uğradığım dumur hala aynı bende. Avrupayı da gezdiğimde tarihi yerlerinin yanında doğasını karış karış dolaşacağımı biliyorum.
Chachkoohdan yorgun ama mutlu bir şekilde dönerken bir adam dikkatimizi çekiyor. Çömelmiş bakıyor etrafa. Bunun nesi garip diyebilirsiniz. Hiç bir şeyi. Adamcağızın dişleri çok dikkatimizi çekiyor. İki sene diş tedavisi görmüş biri olarak çektiği acı ve ağrıları düşününce içim acıyor. Onun hakkında konuştuğumuz da onun her gün gelip oraya oturduğunu, bir meczup olduğunu söylüyor Mustafa. Çok üzülüyorum. Keşke onun için bir şeyler yapabilsek.
Gün bitmeye yakın son sürat Şeydanın mutlaka günü batırmalısınız dediği Hara Foreste varıyoruz. Burası Keşm Adasının en sulak ve ağaçlıklı bölgesi. Bizim için sıradan bir görüntü. Bizim memleketin yeşilini düşünsenize. Hele ki Karadenizde 1 ay geçirmişken.
Ama Keşm Adası için bulunmaz bir nimet, bir yeşil vadi, bir vaha. Ayaklarımı suya sokup batan günü, denizin üstünde bir o tarafa bir bu tarafa giden botları seyrediyorum. Bu mevsimde esen ılık meltemde uçuşan saçlarım ve yavaşça kararan hava da günün yorgunluğunu çıkarıyorum. Mustafa yine namaz kılıyor. Biz onu bekliyoruz yine ama hiç şikayetim yok. Mutlu ve huzurluyum.
Akşam daha önceden couchsurfingden yazıştığım ama Adende olan Saidin bize yardıma gelen arkadaşının arkadaşındayız. Yani hiç tanımadığımız bir adamın evine gidicez. Saidin arkadaşına deyince yüzünde ki kocaman şaşkınlıkla ben evliyim, olmaz demesi geliyor aklıma. Said ona söylemeyi unutmuş.
Sonra bekar olan arkadaşı Hasanın evinde kalabileceğimizi söyleyen mesajı geliyor gün içinde. Hasan evi bize bırakıp gidiyor. Döndüğünde yemekler getirmiş bize. Akşam yine evi bize bırakıp gidiyor. Sabah bize taksi çağırıyor saat 6 gibi ve bizim KeşmAdasından ayrılma çabalarımız başlıyor. Geldiğimizden beri peşimizi bırakmayan fırtına yine başrolde tabi.
Keşm Adasından Bandarabbasa geçmeye çalışıyoruz. İlk önce Dargahana yakın olan küçük iskeleye gidiyoruz. Orada rüzgardan geçemeyinde diğer iskeleye gitmek için 20 tümenlik ücreti 50 tümen yapıveriyor taksici. Biraz pazarlık etmeye çalışsak da elimiz mahkum kabul ediyoruz. Feribot bizim otobüsle geçtiğimiz feribot. Ne oturacak bir yer var. Ne rüzgardan korunacak bir yer. 5 Tümen veriyoruz iki kişi için ve adadan çıkmayı başarıyoruz.
Bahar Gündoğdu
de tam zamanlı işinden istifa edip tutkusu olan seyahat etmeyi iş haline getirdi. yılından beri Hürriyet Seyahatte gezgin yazar, den beri de blogunda yazılar yazıyor. Blog ilk etapta gazetedeki yazılarının arşivi olarak düşünüldü ancak daha sonra istediği gibi özgür yazmanın tadına vardı. Gezdiği yerler kadar yollarda tanıştığı, dokunduğu hayatlarında hikayesini yazıyor. Belki bir gün bir hikayenin kahramanı da siz olursunuz kim bilir?
Paylaşmak güzeldir!
0shares