kadından korkan erkek / kadından korkan erkek - ekşi sözlük

Kadından Korkan Erkek

kadından korkan erkek

Erkekler kadınlardan neden korkar?

70'lerini sürerken yılında hayata veda eden Cournut, ruh sağlığının toplumsal yönüyle ilgilendiği ömrü boyunca sayısız kitaba imza atmış ve yine Fransız psikanaliz edebiyatının en önemli ödülü olan Maurice Bouvet'yi de almıştı. Bu en çok ilgi gören kitabında, erkeklerin kadınlardan neden korktuğunu, mitolojiden edebiyata, antropolojiden sosyolojiye, psikolojiden felsefeye kadar pek çok açıdan, neredeyse bir feminist titizliğiyle inceleyen Cournut, şöyle diyor: 'Dünyada sağduyudan daha fazla ve en iyi paylaştırılmış şey cinsiyet farklılığıdır. Bu farklılık erkeklerin tarih boyunca kadına hükmetmesine neden olur. Neden? Erkekler kadınları egemenlikleri altında tutarlar çünkü onlardan korkarlar!' Ona göre söz konusu korkunun pek çok çeşidi var; mesela erkekler kadınlardan, penislerine sahip olmak istediklerini düşündükleri için korkuyorlar. Ya da sadık olmamalarından çekindikleri için Babalıklarından hiçbir zaman tam olarak emin olmadıkları için Kadınların şeytansı, gizemli, tılsımlı olduğuna inandıkları için Edilginliği 'kadınsı' buldukları için Ama hangisi ağır basarsa bassın, ona göre erkekler, aslında kadınlardan gerçekten neden korktuklarını bilmedikleri için korkuyorlar! Hemen hatırlatalım: Aşağıda bazı alıntılarını bulacağınız bu teze daha başlığı görür görmez karşı çıkacak erkeklerin sayısı milyarları bulabilir; ama görüştüğümüz erkekler bunu itiraf etmekten korkmadılar..

Tatmin edememe korkusu
Kadınların cinsel açıdan gözü doymaz varlıklar olduğu ve erkeklerin onları tatmin etmede büyük güçlük çekecekleri fikri evrenseldir. () Ortaçağ tarihçileri yapıtlarında karıları tarafından zehirlenen bir sürü prensin öyküsüne yer vermişler, harem dairesinde mayalanan binbir çeşit büyüye değinmişlerdir () Tarihçiler bu korkuya görünüşe bakılırsa üstü kapalı ama varlığı bayağı hissedilen bir korku daha eklerler: 'Her akşam yatağına giren gözü doymaz şehvetini tatmin edebileceğinden emin olmadığı o Havva'

Kadınlar şeytansıdır korkusu
Bu konu kadının kutsanmasıyla bir gidiyor, Cournut'ye göre. Meryem Ana, Laura ve Beatrice gibi azizelerin ve şehitlerin karşısında Kirke, Medeia, Erinyes, Lorelei gibi, Çılgın Mag ve hem ilk anne hem de yakıp yıkıcı Pandora olan Hint tanrıçası Kan İçici Kali gibi ne kadar da çok şeytansı kadın var! Hazreti İsa'nın kadınlara gösterdiği saygıya her zaman değiniliyor ancak Cournut onun cinsel yaşamı hakkında hiçbir şey bilinmediğinin altını çiziyor. Bu şeytansı kadın tasarımının karşısında bir de antitez var: Meryem Ana. İdeal ana-kadın. 'Yani hiç günah işlememiş, yani cinselliğe hiç bulaşmamış.' En azından o kimseyi korkutmuyor!

Penisimi istiyor korkusu
Cournut'ye göre erkekler kadınların erkeklere baktığında kendilerinde bir şeyin eksik olduğuna inandıklarına inanırlar. Kadın ne ister? Sahip olmadığı penisi! Erkekler Freud'a göre kadınların 'hadım edilmiş dişi'yi simgelediklerine inandıkları ölçüde, onların karşısında hadım edilme korkusuna kapılırlar. Bu korkuyu savmak için de kadınları niteliklerle, mücevherlerle, fetişlerle ve ayrıca annelik vasfıyla süsleyip donatırlar. Korkuyu önlemenin diğer bir şekli de kadınların cinselliğinden yararlanmaktan ibarettir. Bu yararlanma nevroz gelip de ya erkekte ya da kadında süreci aksatmadığı müddetçe iki tarafa da keyif verir. Ancak kabul edilmelidir ki her halükárda gizemli bir geri plan varlığını korur: Kadın ne ister?

Sadık değil korkusu
Erkeklerin en azından bir kadını kendilerine mal etme, ona sahip olma ya da onun tarafından sahip olunma, onunla birleşme, ona bağlanma, onu koruma konusundaki ısrarları sürer ve bu duygulara genel olarak aşk denir. Ne var ki bu aşk, birazcık bulanık olması halinde, tehdit altında değilse bile daima az ya da çok kırılganlık gösterir. Peki ama neden, her yönüyle bir huzur ortamı ve karşılıklı güven sağlanmış görünürken bile sürekli bir sadakatsizlik kuşkusu erkekleri kemirir? Bunun altında her erkeğin hayatının ilk kadınıyla yani annesiyle yaşadığı geçmiş yatar. Erkeğin kalbine bir mülkiyet duygusu kök salmıştır ama yitirilmiş bir mülkiyet; çünkü o kadın ona daha doğmadan önce ihanet etmiştir. Erkek o andan itibaren güvensizdir artık. Kendisi baba olduğunda ise anne-çocuk ilişkisinde dışlanmış olduğunu görür ve güvensizliği daha da artar. Zamanında bu anne bu çocuğa kendisiyle ihanet etmiş olsa dahi

Herakles'in kadınlığı, Helene'in muzafferliği
Eski Yunan'da, yani Atina'da kadın yoktur, kadın yurttaş kabul edilmez. Ama muzaffer erkeklikli kahraman Herakles kendi içinde kadınlığın da olduğunun farkına varır. Kraliçe Omphale'nin dizlerinin dibinde iplik büker, onun entarisini giyer ve Nessos'un gömleğini sırtına geçirdiğinde 'bir kadın olarak acı çeker.' Erkekler Herakles'in acılı kadınlığından korkar. Helene ise en güzel ve en arzu edilen kadındır ama onca yiğit -erkek- savaşçının hayatına malolan Truva savaşı onun yüzünden patlak vermiştir. Erkekler Helene'in muzaffer kadınlığından da korkar.

Baba gerçekten ben miyim korkusu
Hamileliğin ve doğumun çıplak gerçeğinden erkekler hiçbir şey anlamazlar. İçinden önce acı, sonra mutluluk içinde küçük bir canlı varlığın çıktığı şişmiş bir karın karşısında erkekler kendi kendilerine böylesi olayların nasıl gerçekleşebildiğini sorarlar. Bilimsel yaklaşımın uyanışıdır bu; arzunun nedeni unutulur ve araştırılır. Kuşkusuz hiçbir şeyden emin olunamaz. Bu durumda erkekler anlamadıkları sürece karşılık simgeseli icat etmişlerdir. Ben bebeğe sadece bir yaşam vermiyorum, ona bir ad da veriyorum. Kendi adımı, atalarımın, kanımın, toprağımın adını. Kadınlar kadın kalsınlar ve anneler bebeklerini emzirsinler. Bundan böyle fallik düzen hüküm sürsün. Bununla birlikte, anneliğin tartışılmaz olmasına karşılık, biyolojik babalığın kaynağında, belirsizlik, kendinden menkullük, dilek, günahsız bakire hamileliği ve kutsal hukukun egemenliğine ilişkin büyüsel düşünce yatar.

Korkar ama yine de severler
Erkekler kadınlardan korkarlar ve yine de çoğu kez onları sevmekten alamazlar kendilerini, diyor Cournut. İşin bu yanı, erkeklerin kadınlarla ilişkilerinde en apaçık biçimde gün ışığına serilebilir paradokslardan biri: Aşk Cournut, aşkın tüm hallerini, sorularını, paradokslarını anlattıktan sonra, şöyle bir sonuca varıyor: Aşk duygudur, eylemdir, doruktur, paradokslardır ve karşılıklı söylenen sözcüklerdir. Bu, çoğu kez, anlaşılmayan şeyden daha az korkulmasını sağlar

Tehlikesiz hale getirmeye çalışırlar
Erkekler; onları kadınlara açıkça ya da sinsice egemen olmaya kışkırtan bu dişiyi şeytandan arındırmayı denemek üzere birbirlerine her zaman hikayeler anlatıp durmuşlardır: Kuramsal, bilimsel, ahlaki vs. hikayeler. Yani korkuyu setlemek ve iktidarı haklı çıkarmak üzere anlatılan, aldatıcı girişimler olmaktan öteye gitmeyen hikayeler Hiç kuşkusuz sayılamayacak kadar çok olan bu hikayeler dünyanın her tarafında, çeşitli mitlerde, ideolojilerde ve dünya görüşlerinden sayısız biçimler altında ama ortak temeller çerçevesinde boy gösterirler.

Bunlardan da korkuyorlar:

  • Kadınların hayvani, vahşi bir cinselliğin ete kemiğe bürünmüş hali olduğuna inanırlar. Kadınlar cinsel doyuma ulaştığında, bunun hiçbir zaman noktalanmayacağı izlenimine kapılırlar.
  • Sırlara ve tılsımlara sahip, gizemli varlıklar olduklarını düşünürler.
  • Ölümün (ama aynı zamanda yaşamın ve 'gerçek' değerlerin) ete kemiğe bürünmüş hali olduklarına inanırlar.
  • Kadınlardan korkan erkekler, gerek onları ülküleştirdikleri, gerekse tehlikeli buldukları için onlara yaklaşmakta tereddüt ederler.
  • Erkekler edilginlikten korkarlar; çünkü edilginliğin aşırı kadınsı olduğunu düşünürler.

Milliyet KADIN'ı Facebook'ta beğenin, takip edin!

Bağlanma Korkusu

Kadın, erkek ilişkilerini bozan, yarım kalmış aşklar, eksikliği yüreğimizin bir köşesinde hissedilen yaşanmamışlıklar? Nedir bunun sebebi? Sevgisizlik mi, yoksa başka bir şey mi?

Neden partnerimize kalbimizin, ruhumuzun her yerini açamıyoruz? Neden bağlanma duygusu, bir savunmasızlık hissi doğuruyor?

Tüm bunların sebebi aslında korkularımız ve kaygılarımızdır. Bilinçdışında dile getirilemeyen pek çok korku ve kaygı tüketiyor ilişkileri. Ayrılmaktan ya da kaybetmekten korktuğu için bağlanmaktan korkmak, mutsuzluktan korktuğu için bağlanamamak. Bir şeyin varlığı ne kadar mutlu ediyorsa, yokluğu ya da yok olacağı olasılığı, o derecede korkutucu ve kaygı vericidir. Ayrılınca ya da kaybedince çekilecek acılar, bir çok insan için dayanılmazdır. Bu sebeple hep kendini geride tutar, duygularını saklar, ilişkiye kendini açamaz. Bağlanmaktan kaçmak yerine, acı ve hayatla baş etmeyi öğrenemedikçe kaçınılmazdır sizi ve partnerinizi mutlu etmeyen sığ ilişkiler.

Bağımlı karakter özellikleri, bağlanma korkusunu yaratmaktadır. Sorumluluk almaktan kaçınan, ayrıldıktan sonra acı çekerim korkusuyla geride duran ve ilişkilerinde tutuk davranan bireylerin bilinç dışlarında aciz duruma düşme, terk edilme, kişiliğinin ve benliğinin dağılma korkuları yatar.

Zayıflığı ve korkuyu kendine yediremeyen birey, ruh sağlığını korumak için bu tür eksikliklerini savunma mekanizmalarıyla bastırmak durumundadır. Bazıları bu korkularını partnerinin yetersizliğini öne sürerek ya da güvenilirliğini sorgulayarak yenme yoluna giderler. Partneri ne yaparsa yapsın, bir türlü hoşnut olmaz. İlişkiyi her an bitirecek havasındadır, fakat, o cesareti de gösteremez. Çünkü daha fazla beğendiği kişi karşısında da kendini yetersiz hissetmekte, aldatılmaktan, terk edilmekten ortada kalmaktan çekinmektedir. Bu kişiler daha çok kendinin isteyeceği değil, onu isteyen biriyle ilişki kurmayı tercih ederler. İlişkide bir ayağı dışarıdadır, partnerinde hep kusur bulur. Aslında temel sorun, partnerinin eksik ve kusuru değil, bağlanma korkusudur. Bu bireyler bağlanma korkularını yenip, aidiyet geliştirdiklerinde ise bağımlı hale gelir, o ilişkiden her şartta kopamazlar.

Bazıları ise karşı tarafın bağlanmasını engellemeye çalışarak, kendini savunma yolunu seçer. Partnerine değer verdiğini gösterecek davranışlardan kaçınır, ona ait olduğunu hissettirmek istemez. Zayıflıklarını ve zaaflarını kapamaya çalışır, ona hiçbir şekilde ihtiyacı yokmuş izlenimi vermeye çabalar. Tüm amacı, ilişkiye göründüğü kadar bağlı olmadığını hissettirmektir. Partnerin kırgınlıkları, rahatsızlıkları, beklentileri, ne düşündüğü onun için önemli değil gibidir. Karşı tarafın ilişkiye bağlanmaması gerektiğini sık sık dile getirir. Dilinde her an ayrılmak, boşanmak vardır. Çocuk yapmamak, yüzük takmaktan kaçınmak gibi tercihlerde bulunur. Partnerine yoğun duygular hissetmemektedir. Niyeti , kendince daha iyi birini bulduğunda kendini suçlu hissetmeden, sorumluluk almadan, özgürce ilişkiyi sonlandırmaktır. Altta yatan kaygı ve korkuları yüzünden, bencilliğini ne görür, ne de kabullenir. Bunun da temelinde kendine güvensizlik vardır. Bu kişiler ilişkiye bağlı değilmiş ya da partnerinin bağlanmasından rahatsız oluyormuş hissi uyandırdıklarından, karşıdaki de kendini değersiz ve yeterince sevilmemiş hisseder. Bu da karşılıklı bir kısır döngüye yol açarak ilişkiyi çıkmaza sokar.

Bazıları da yoğun bir duygu ve paylaşım duymamakla birlikte, ilişkiye çok bağlı ya da çok seviyor havası verirler. Burada da derinde bir bağlanma korkusu söz konusudur. Birey karşı tarafa yoğun duygular hissettirerek onun sevgisini kazanmak, onu kendine bağlamak amacındadır. Sevgi ve bağlılığı elde ettiğinde ise eski yoğun duyguları kaybolacaktır. Artık bağlılığını göstermek onun için bir zayıflıktır. Aslında, bilinç dışında kendini koruma güdüsü vardır. Birey bağlandığı karşı tarafça anlaşıldığında, bunun kötüye kullanılacağını düşünmektedir. Onlar için bağlanmak çok zor ve kişiyi savunmasız bırakacak bir eylemdir. Bağlanma korkusu hiç yokmuş gibi görünen, başlangıçta özverili ve yoğun duygusal aktarımlı davranan birey, karşı taraf ilişkiye bağlandıktan sonra birden geri çekilecektir. Bunlar kişilerin mutlaka kötü niyetli olduklarından değil, duygularını anlamamaları ve karşı tarafla paylaşamamalarından olmaktadır.

Bağlanma korkusunun temellerinde terk edilme korkusu, acı çekme korkusu ve anlaşılamama korkuları yatmaktadır. Terk edilme ve acı çekme korkuları, çoğu kez çocukluktaki aile ilişkilerinden, özellikle de anneyle yaşanan olumsuz deneyimlerden kaynaklanır. İhtiyaç hissettiği bir dönemde annesinden ayrılmak zorunda kalan, yeterli ilgi, sevgi ve şefkatin olmadığı güvensiz ortamlarda yetişen çocuklar acı veren durumları tekrar tekrar yaşamamak için bağlanmaktan uzak durarak, kendilerini savunmaya alırlar. İlişkilerindeki benmerkezci yaklaşımda, hep bu vardır. Duygularını saklama ya da abartılı duygudurumlar ve kıskançlık gösterileri korku ve güven eksikliğine dayanmaktadır. Sonuçta yoğun paylaşımlı ilişkilerden kaçınan, ilişkilerde geride duran, güvenmekte zorlanan bireyler, hayattan haz alamamakta, karşı tarafın da kendini değersiz hissetmesine sebep olarak çıkmaz bir ilişki sarmalına girmektedir.

Bağlanma korkusu bazen özgürlüğünü yitirme ve bir daha ayrılamama korkularından da kaynaklanır. Sorumluluktan kaçınan bu kişiler bağımlı karakterdedirler. Bağımlı bireyler reddedilme, terk edilme korkuları yüzünden ilişkiyle ilgili risk almak istemezler. İlgilerini çekmedikleri halde, kendilerini isteyen ve kendileriyle ilgilenen partnerleri tercih ederek, kolay yolu seçerler. Eşit ilişki onlar için söz konusu değildir. Duygu yoğunluğu olmayan ilişki de kısa sürede çıkmaza girmeye mahkumdur. Gerçek duygularını ifade ettiğinde partnerinin kırılıp gücenerek terk etmesinden korkan birey, hem suçluluk hissetmekte hem de mutsuz bir ilişki sürdürmektedir. Partnerini ne kadar kendinden eksik, zayıf, güçsüz bulsa da, ona bağımlıdır. Bunu kendine dahi itiraf edemez. Bahanesi karşı tarafı kırma korkusu, onu incitmeme arzusudur. Oysa derinlerdeki kaybetme duygusunun verdiği bağımlılık ve zayıflığının kurbanıdır.

İlişkide daima güçlü taraf olma isteğinden kaynaklanan, ilişki içinde zayıf düşme korkusu erkeklerde bağlanma korkusunun temel görünümüdür. Erkekler bu korkuyla ilişkiye bağlı olmayı, bağımlı olma olarak algılama eğilimindedirler. Bundan dolayı, duygularını sözle değil, davranışlarla ifade etmeyi, hediye alma, hatırlama gibi eylemleri yadsımayı tercih ederler. Korkularını, kaygılarını, kıskançlıklarını konuşmak, paylaşmak yerine kurallar koyarak yasaklar getirerek, emirler vererek gidermeyi seçerler. Bir kadına bağlandıklarında artık adam yerine konmayacak, kendilerine saygı duyulmayacak ve önemsenmeyeceklerdir. Bağlanmaktan korkan bazı erkekler ise bir kadını elde ederek kendilerine olan güvenlerini tamamlamakta, sonra da ilişkiden kaçış aramaktadırlar. Bunun da altındaki temel unsur özgüven eksikliğidir.

Kadınlarda ise bağlandıklarında kullanılacakları korkusu çoğu kez bağlanma korkusunu doğurmaktadır. Bağlandığını belli eden kadına erkek hassasiyet göstermeyecek, onu daha az sevecek, onu kısıtlayacak ve yasaklar getirecektir. Bu korku sebebiyle bir çok kadın, ilişkisini hissettiği gibi yaşayamamakta, kendini ketlemektedir. Böyle kadınlar sorumluluk almaktan kaçınarak ilişkiyi erkeğin sırtına yüklemektedirler.

Tüm bu korkular, ilişkileri gerçek bir paylaşımdan, benmerkezci bir yaklaşıma döndürmekte, bu davranışlar da karşı tarafta değersizlik, umursanmazlık, önemsenmeme duyguları yaratmakta, sevilmiyormuş hissi vererek huzur ve mutluluğu bozmaktadır.

Bağlanma korkusu olan kişiler aynı zamanda bağımlı kişilik özelliklerine sahiptir. İlişklerinde bencillik hakimdir. Buna rağmen karşı tarafı kıran, üzen, rahatsız eden davranışlarını onu sevdiği için yaptığı mazeretine sığınır. Bencillik ve değerbilmezlik karşısında yıpranan partner, bir sonraki aşamada hissettiği duygularla da yargılanır. Kendini değersiz, önemsiz, sevilmeyen olarak algılayan partner, bu duyguları hissettiği için suçlanır, sorunlu ilan edilir. Böylelikle sorunlar ikiye katlanır.

Bağımlı kişilerin gösterip, söyleyebildiği duygular, hissettiklerinden daha azdır. Bu duygular uzun süre karşı tarafı çok sevmesi, onu kırmak istememesi veya çok önem vermesi gibi nedenlerle baskılanır. Bu baskılanma bazen abartılı ve dengesiz tepkiler veya öfke patlamalarıyla ortaya çıkarken, bazen de kişi tamamen kendi iç dünyasına kapanır ve partnerini belirsizliğe iter.

Yaşadığınız ilişkide ayrılmak düşüncesi boğulacak kadar sizi rahatsız ediyorsa, onsuz yaşayamayacak gibi hissediyorsanız, sevilmediğiniz ve değer görmediğiniz halde onu sevdiğinizi söylüyor, sıkıntıları defalarca yaşayıp son anda ayrılıklardan geri dönüyorsanız, o ilişkiye bağımlısınızdır.

Gerçek bağlanmada ise hayat ayrı bir anlam kazanacaktır. Birileri için anlamlı, değerli ve önemli bulunmak iç huzurun sağlanmasında, yaşadığımızı ve var olduğumuzu hissetmede çok önemlidir. Duygu ve düşüncelerimiz bağlanmalarımız sayesinde olgunlaşacak ve tüm yönleriyle açığa çıkacaktır. Acı, üzüntü, sabır, kırgınlık, nefret, hırs, intikam, öfke, sevgi, aşk, tutku, kendine güven, karşıdakine güven gibi pek çok duygunun tüm hisleri bu sayede görülecek, birey ruhsal varlığının farkına varacaktır.

Bağlanma korkusu olan bireylerin gerçek bağlanmalar yaşayamamaları hayatı anlamlı ve mutlu bir şekilde yaşamalarını önlemekte, psikolojik belirtilere yol açmakta, zaman zaman da artan çaresizlik ve mutsuzluk duygularıyla daha ağır psikiyatrik hastalıklara doğru ilerlemektedir. Yerine göre ilaç tedavisiyle desteklenen psikoterapi çalışmaları gerekir. Ağırlaşan bulguların olduğu durumlarda başlangıçta mutlaka uygun medikal tedavisi yapılmalıdır. Ancak kişi hazır hale geldiğinde, çerçevesi belirlenmiş dinamik psikoterapi çalışmaları bağlanma döngüsünün yeniden ortaya konmasına olanak verir ve böylece ayrışma bireyleşme tamamlanır, bağlanma korkuları aşılarak sağlıklı bağlanma ve bağlılıklar yaşanmaya başlar.

Herkesin gerçek bağlanma ve bağlılıklar yaşayacağı ilişkiler dileğimizle!

kadından korkan erkek

  • akıllıdır.

    şimdi, dostlar, kadın ve erkek eşit değildir!

    kadın, erkekten on kat daha üstündür. zekidir, fiziksel dayanıklılığı ve gücü daha iyidir, daha duyarlıdır, tasarım olarak daha güzeldir ve evrimsel açıdan erkekten de öndedir.

    o yüzden, bir kadın istediği zaman yapamayacağı şey yoktur.

    biz erkekler ise, on-off düğmesi olan analog zihazlar gibiyiz*. basit yaratıklarız. o yüzden, bir erkeğin kadın karşısında hiç şansı yok.

  • direkt olarak kadının varlığından değil de yapabileceklerinin kapasitesinden korkan erkektir. benim mesela bu. bir kadın sizi dünyanın en mutlu, en huzurlu insanına da çevirebilir, intiharı da düşündürtebilir. bu illa sevgili, eş bakımından da değil. iş hayatınızdaki kadın yöneticinizden tutun da öğretmeninize kadar, yapabileceklerinin kapasitesi çok geniş.

    ne demiş met üst; bir kadının ahını almaktansa ohunu almak daha iyi.

  • kadinlarin dengesiz ve kendini bilmez hayatlarini garantileme seruveninde, bir basamak olmayi reddeden bilinctir.

  • hayatın tadını biliyordur.

    kadından korkmayan erkek birgün bir kadın tarafından hayatı sikilince ne demek istediğimi anlayacaktır.

    o gün gelene kadar korkmamaya devam edip kafasına göre takılan her erkek bu acıyı tadacaktır.

    götünüze yediğiniz her tekme, siklenmediğiniz her cümle, görmemezlikten gelinen her bakışınız, düzeltmek için çabaladığınız her dakikanın boşa gittiğini size göstermesi, götünüzde bir bir patlayacaktır.

    kadın hazır konuşup, bağırıyorken, küfürler edip, düzeltmeye çalışıyorken gereken dersi çıkarın bence. zira kadın sustuğu zaman yarra yediniz demektir sevgili hemcinslerim.

  • öyle kapının arkasına fln saklanıp pat diye çıkarsan kadından korkması normal erkektir.

  • annemin dayısıdır.

  • basit bir adamdır. uyumadığı zamanın %35 kadarını dizi izleyerek geçiren bir insan türünden korkmak bana pek mantıklı gelmiyor. ha bak mata hari, kleopatra veya wendy testaburger falansa korkmakta haklı olabilirsiniz ama böyle kişinin ününden dolayı işi çok da abartmaya gerek yok.

  • babamdır.
    garıdan korkmayan allahtan da korkmaz der. ne bileyim doğrudur belki de.

  • (bkz: yav am am)

  • ne kadar ezik erkek varsa toplanmış ya la.

    tamam güzeller, tamam kısmen daha dayanıklı yanları var, tamam kimileri de hakikaten çok zerki.

    ama şöyle de bir gerçek var ki kendileri bile ne istediklerini bilmiyor bunların. sadece kelime oyunlarıyla onları o kadar iyi yönlendirebilirsiniz ki.

    hoş, işbu mantıkla gidip hala kadından korkulabilir mi? elbette korkulur. birbirimize mutualist bağlı olan bir toplumda yaşadığımızı unutmamalıyız.

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.

Kadın cinselliğinden ölesiye korkan "erkek bakışı" şimdi ne yapacak?

Cinsiyet, bu coğrafyada, her coğrafyada olduğu gibi demek gerek belki de, inşa edilen bir şey. Kanıtlamanız, işaret etmeniz, açığa vurmanız isteniyor; bekleniyor. Toplumsal cinsiyet bu neticede, dışlanması, yalnızlaştırması derken türlü yaptırımı ve ödülü var. Cinsiyete dayalı türlü fobinin temelindeyse bu kemik kadar sert ve bilinçdışımıza sonsuz köklerle yerleşmiş stereotipler duruyor. Hem erkeklik ve kadınlık, hem “biz ve onlar”; ötekilik hem de cinsellik. Bu fobiler, bu dipsiz kuyu korkular, her şekilde her yüzüyle sapasağlam dururken, nasıl zayıflayabilir, nasıl çözülebilir? Cinsiyet ayrımcılığı her sınıfta, her statüde, farklı maskelerle çeşitli yüzlerde görünse de özünde kendi içinde pek kıpırdamadan duruyor. Zararsız gibi duran ince bir gönderme, aşağılama amaçlı bir bakış, herhangi birini nitelerken kullanılan bir sıfatla toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık her yerden püskürebiliyor. Doğrudan eğitimle paralellik kurmak yanıltabilir zira sözde iyi üniversite eğitimi almış biri, cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğine dayalı fobilerle doluyken; ilkokul mezunu bir aile, çocuklarının cinsel yönelimini hiç sorun etmeyebiliyor. Sözde sıradışılığı, azınlığı destekleyen birçok anlatı, cümle, jest, bakış kaş yaparken göz çıkarır, azınlığı olumlamak bir yana; sıradanlığı, çoğunluğu, “normal” görünerek kalabalığın görünmez akışına kapılmayı örtük ya da açık yüceltiverir. Edebiyatta ya da sinemada, günlük hayatımızda basit satır aralarında öyle gözü kapalı yapılır ki bu, önyargılar sanat tüketicisinin ya da herhangi birinin bilinçdışına puf yastık ve yorganlarla yerleşir. Farkına bile varmayız. Sözde-merhamet, yapmacık-iyi niyetlerle kendi raylarında, kendi etrafında dönen oyuncak elektrikli trenler gibi, kendi üzerimize kapanıveririz.

Çocuklar okula başladıklarında bile çoktan toplumsal cinsiyet kodlarıyla donanmış oluyorlar. Erkek çocuklar da, kız çocuklar da. Bu kodlar nasıl ediniliyor, öncelikle aile vasıtasıyla evde ve elbette sokakta diğer çocuklardan. Çoğu televizyon, çoğu gazete, internet; toplumsal cinsiyet ikiliği her yerden boca ediliyor üzerimize. Kullandığımız bir bağlaç bile birçok durumu ele verebiliyor: Örneğin “Gazeteci ve iki çocuk babası” derken “iyi bir gazeteci ama biseksüelmiş” diyoruz, ağzımızdan “gazeteci ve biseksüelmiş” diye fırlamıyor cümle. Malum, ötekilik, azınlık durumu din ya da cinsellikle yan yana geldi mi etiketlemeler daha sert, nefretler daha güçlü. Konu çok geniş ama objektifi doğru tarafa tutmamız gerekiyor. “Bu nefretin altında ne var”, sadece bir azınlık meselesi değil çünkü bu.

Konunun mağdurları bile, kendilerini mağdur eden toplumsal cinsiyet dikenlerinden beslenebiliyorken nasıl adım atılabilir? O kadar köklü ve içimize yerleşmiş önkabuller ki bunlar, insanın kendini gerçekten tanıyabilmesi ve bazı durumları fark edebilmesi bile on yıllar alabiliyor. Kimisi kendini, kimliklerini hiç kabullenemeden öte tarafa göçüyor.

Tüm sınırbozuculuğuyla Hammer

Ana akım sinemada, film karakterlerinin ölme sıraları, toplumun bilinçdışında yer alan ahlak anlayışını doğrulamak için çalışır. Partileyenler, renkli saçlı erkekler, erkeksi kızlar, feminen erkekler Kısacası klasik aile fotoğrafına girmeyen herkes, bir anormalite sıralamasına göre hayatlarını kaybederler. Genel olarak filmden sağ çıkanlar“alfa erkek”ler veya edilgen, itaatkâr, tabi oldukları erkeklerin sözünden çıkmayan kadınlardır. Beyaz tenli, atletik, korkusuz, maskulen tavırlarından asla taviz vermeyen sözde “gerçek” erkekler. Ya da kocası, babası, oğlu, erkek kardeşi vb. yakınlarındaki erkeklerin erkeklik inşalarını aynalamaya, onaylamaya yarayan her durumda bir erkeğe ihtiyaç duyan, sadece toplumun kendisinden beklediği çizgiler arasında yaşayan "normal" kadınlar.

Barbara Hammer, , TorontoBarbara Hammer, bizzat ana akım sinemanın uzak durduğu, bedenlerin, özellikle de aynı cinsiyetten bedenlerin kesiştiği, bir araya geldiği anlara tutuyor kamerasını. Uzun uzun o kesişme anlarına sadık kalıyor. Örneğin Nitratlı Öpücükler'de () film esnasında konuşulan dil değiştirken (İngilizce - Almanca - Fransızca), arka planda hikâye dört farklı çiftte çoğunlukla sabitleniyor. Kolektif arzu ve kaygıların bastırıldıkça, katlanarak geri döndüğü en önemli, şeffaf alanlardan biri de, sinema perdesi. Bir tür sosyo-psikolojik ayna. 70'li yıllarda toplumun içerilerine bastırdığı mazlumluk ve erkekliğin, dönemin Yeşilçam filmlerinden kendi üzerine teğellenerek ve defalarca büyüyerek geri dönmesi gibi tıpkı.

Tüm sınırbozuculuğuyla toplumsal cinsiyete "hayır" diyen, ABD deneysel sinemasının öncü sanatçılarından Barbara Hammer ( doğumlu), sadece dört dakika uzunluğundaki Dyketactics () ile "erkek bakışı"na hizmet etmeden bir kadın bedeninin peliküle nasıl yansıtılabileceği hususunda ortalığı yıkmıştı. Üç parçanın birleştiği Nitratlı Öpücükler (), Tatlı Kurgular () ve Tarih Dersleri () ile Hammer asla sonu gelmeyen erkeklik ve kadınlık performanslarını, ödevlerini, görevlerini, sınırlarını, yapılması ve yapılmaması gerekenleri âdeta en başa sarıyor. Günümüzde İsviçre’de European Graduate School’da derslerini sürdüren Hammer'ın ürettiği muhtelif video işleri ve orta metraj filmleri, Modern Sanat Müzesi (MoMA), Tate Modern, Jeu de Paume dâhil dünya çapında pek çok kıymetli galeri ve müzede gösterildi.

Ana akım sinema filmlerinde bastırılan onca arzu veya kaygı, eksiklik ya da fazlalık olarak nereye gidiyor? "Geleneksel ahlak sınırları"nı aşan herkesin başına gelen onca kötü olayın hesabını kim verecek peki? Barbara Hammer 40 yılı aşkın sanat yaşamında kadının edilgen, erkeğin etken olduğu denklemleri ısrarla ters çevirir. Bağımlı olmayan kadın cinselliğinden ölesiye korkan "erkek bakışı" şimdi ne yapacak?

Kadın edilgen, itaatkâr, bağımlı olmadığında, erkek de bu aynanın diğer yüzünde etken, egemen olmadığında neler olduğuna bakıyor Hammer. Sanki naif bir dokunuşla, bu zor, bu çetrefil dikenlerle dolu aynayı ters çeviriveriyor. Peki ya sonsuza dek annelerinden kopamayan erkekler? İmkânsız bir sarmalın içinde ilelebet "ne kadar erkek" olduklarını sürekli ispat etmek zorunda olan erkekler? Hammer, tüm işlerinde kadınlara ve erkeklere aynı mesafeden bakıyor. Ne bir tarafı suçluyor, ne de bir tarafa ödül veriyor.

Zamanla, sabırla birtakım kilitler…

İnsanın kendini kolayca başladığı noktada geri bulabileceği bir konu bu. Önce her birimizin zihnindeki gözlüğü değiştirmesi gerek. Ama toplumun çoğunluğu maalesef bu toplumsal cinsiyet hiyerarşisinden memnunken (ya da memnun görünürmüş gibi yaparken), kim neden hareket etmek istesin? Örneğin birkaç dil bilen, iyi eğitimli, iyi bir iş sahibi bir genç kadın, kocasının soyadını kullanmaktan hiç rahatsız değilse; bir eşcinsel, bir transseksüeli görünce hemen alaycı bakışlarla yanındaki arkadaşını dürterse, kim değişecek ve nasıl değişecek?

Barbara Hammer, “On the Road, Baja California” ()Sözde en gelişmiş, en modern Avrupalı ailelerin bile çocuklarının uyuşturucu bağımlısı olmalarını, eşcinsel olmalarına tercih etmeleri, korkunç değil mi? Kadınlara uygulanan şiddet de aynı çerçevede (eril performansın yetersizliği), onun da kökü başka bir yerde değil. Manzara nasıl değişebilir? Toplumsal cinsiyet etiketlerinden görece arınmış akademisyenler, öğretmenler, sanatçılar çok önemli. Barbara Hammer gibi toplumsal cinsiyete bu kadar adil ve şeffaf bakabilen sanatçılar çok önemli. Zamanla, sabırla, yavaş yavaş birtakım kilitler kırılabilir. Bu konularda zihninde etiketleri olmayan birine rastlamak imkânsız gibi neredeyse; çok zor. Kendini dünyanın en özgür düşünen insanı sanan biri bile, beklenmedik bir anda toplumsal cinsiyet şablonlarına bulanmış bir espriyi patlatabiliyor…

Toplumsal cinsiyet kalıplarının, performanslarının, kimliklerinin kimsenin hayatını daha fazla ağırlaştırmadığı, karartmadığı güzel günlere… Kim bilir, Barbara Hammer'ın çarpıcı video işlerini veya filmlerini izledikten sonra belki birileri daha, yıllardır saklandığı dolaptan çıkıp, fobisiz korkusuz kendi bedeniyle, yönelimleriyle, kimlikleriyle tanışmaya cüret eder.

Belli mi olur?

Pera Film, 19 Nisan - 25 Mayıs tarihleri arasında Barbara Hammer'ın film ve videolarından "Beden Politikaları" adıyla retrospektif niteliğinde bir seçki sunuyor. Detaylı bilgi için bkz.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir