kafası bozulmak deyiminin anlamı / Kafası bozulmak deyiminin anlamı, açıklaması, örnek cümleleri TDK Sözlük Kafası bozulmak ne demek?

Kafası Bozulmak Deyiminin Anlamı

kafası bozulmak deyiminin anlamı

Kafa büyük içi boş, tut kulağ&#x;ndan çifte koş: (deyiminin anlam&#x;) Kişi ak&#x;ls&#x;zsa k&#x;l&#x;k k&#x;yafet neye yarar.

Kafa dengi: Görüş, düşünce ve anlay&#x;şlar&#x; birbirine uymuş ahbaplardan her biri, kafadar.

Kafa göz yarmak: Beceriksizlik göstermek.

Kafa kafaya vermek: &#x;ki ya da birkaç kişi bir kenara çekilip bir işi konuşmak.

Kafa kalmamak: Zihin yorularak çal&#x;şmaz olmak.

Kafa patlatmak: Bir iş üzerinde pek çok ve yorucu bir biçimde düşünmek.

Kafa sallamak: Doğru yanl&#x;ş her şeye evet demek, her davran&#x;ş&#x; onaylamak.

Kafa şişirmek: Gürültü ya da laf kalabal&#x;ğ&#x;yla bir kimseyi tedirgin etmek.

Kafa tutmak: Boyun eğmeyip karş&#x; gelmek, diklenmek.

Kafa ütülemek: (argo) Çok konuşarak tedirgin etmek.

Kafa yormak: Bir iş üzerinde derin derin düşünmek.

Kafadan atmak: &#x;nceleme yapmadan uydurup söylemek.

Kafadan gayri müsellah (&#x;slah olmaz): (şaka) Ak&#x;ls&#x;z, akl&#x;nda bozukluk olan.

Kafadan kontak (sakat): (halk dilinde) Düşüncesiz, mant&#x;ks&#x;z, delice iş gören.

Kafas&#x; almamak:

Anlayamamak, kavrayamamak.
Zihin yorgunluğundan, anlayamaz duruma gelmek.
Havsalas&#x;na s&#x;ğmamak, olabileceğine inanmamak.

Kafas&#x; bozulmak: Öfkelenmek, k&#x;zmak.

Kafas&#x; bulanmak: Kafas&#x; yorulup kavrayamaz duruma gelmek.

Kafas&#x; dumanl&#x;:

Hafif sarhoş.
Çözemediği kar&#x;ş&#x;k düşüncelerle kafas&#x; yorgun.

Kafas&#x; durmak: Zihin yorgunluğundan düşünemez olmak.

Kafas&#x; şişmek: Zihinle çok çal&#x;şmaktan ya da dolay&#x;ndaki gürültüden kafas&#x; yorulmak.

Kafas&#x;na dank etmek: Çoktan beri anlayamad&#x;ğ&#x; bir şeyi, bir olay&#x;n araya girmesiyle birdenbire kavramak.

Kafas&#x;na koymak: Bir şey yapmaya kesin karar vermek.

Kafas&#x;na söz girmemek: Çok inatç&#x; olmak, öğütlere ald&#x;r&#x;ş etmemek.

Kafas&#x;na (ensesine) vur, ekmeğini elinden al: (deyiminin anlam&#x;) Uysal ve sessiz kimseler için kullan&#x;l&#x;r.

Kafas&#x;na vura vura: Zorla, isteyip istemediğine bakmadan.

Kafas&#x;nda canlanmak: Zihninde belirmek.

Kafas&#x;ndan ç&#x;karmak: Unutmak, akl&#x;ndan ç&#x;karmak.

Kafas&#x;ndan uçup gitmek: Unutmak.

Kafas&#x;n&#x; kurcalamak: Düşündürmek.

Kafas&#x;n&#x; (baş&#x;n&#x;) taştan taşa (yerden yere) çarpmak (vurmak): Çaresiz kalarak yat&#x;ğ&#x;na bin pişman olmak.

Kafas&#x;nda bir tahta noksan olmak: (teklifsiz konuşmada) Biraz kaç&#x;k olmak.

Kafas&#x;n&#x;n (burnunun) dikine gitmek: Hiçbir öğüde kulak asmayarak akl&#x;na koyduğunu yapmak.

Kafaya almak: (argo)

Bir işi engelleyeni susturmak.
&#x;ş yapt&#x;rabilecek gerekli kişiyi bulmak.

Kafay&#x; bulmak: (argo) Sarhoş olmak, neşesi, keyfi yerine gelmek.

Kafay&#x; çekmek: (argo) &#x;çki içmek.

Kafay&#x; tütsülemek: (argo) Sarhoş olmak.

Kafay&#x; üşütmek (çatlatmak): Akli dengesini yitirmek.

Kafay&#x; (yere) vurmak:

Hastalan&#x;p yatağa düşmek.
Uyumak üzere yatmak.

*Oylarsan&#x;z daha çok yeni bilgiler araşt&#x;r&#x;p sizlerle paylaşma isteğim art&#x;yor.

*Diğer kitaplar&#x;ma göz atmay&#x; ve takip etmeyi unutmay&#x;n.&#x;

Kafası bozulmak ne demek? Kafası bozulmak TDK sözlük anlamı nedir?

Atasözleri, deyimler ve birle&#;ik fiiller, günlük hayatta çok s&#;k kulland&#;&#;&#;m&#;z kal&#;pla&#;m&#;&#; sözlerdir. Ancak hepsinin anlam&#;n&#; bilmek zordur. Bu nedenle bilinmeyen ifadeler için sözlüklere ba&#;vurulur. Atasözleri, deyimler ve birle&#;ik fiillerin anlamlar&#; TDK taraf&#;ndan belirlenip çe&#;itli kaynaklarda payla&#;&#;lmaktad&#;r. TDK’ye göre Kafas&#; bozulmak ifadesinin anlam&#; nedir? Kafas&#; bozulmak ne demektir?

Kafas&#; bozulmak Ne Demek? Kafas&#; bozulmak TDK sözlük anlam&#; nedir?

  • Kafas&#; bozulmak TDK sözlü&#;e göre 1 farkl&#; anlama sahiptir.

Kafas&#; bozulmak TDK sözlük anlam&#; &#;u &#;ekildedir:

  1. öfkelenmek, k&#;zmak

Kafas&#; bozulmak ile Kurulan Atasözleri, Deyimler ve Birle&#;ik Fiiller

ANASAYFAYA DÖNMEK &#;Ç&#;N TIKLAYINIZ

 

Genellikle gerçek anlam&#;ndan farkl&#; bir anlam&#; olan, ilgi çekici bir anlat&#;m&#; bulunan, ifadeyi daha zengin k&#;lan, iki veya daha fazla sözcükten meydana gelen, kal&#;pla&#;m&#;&#; söz topluluklar&#;nadeyimdenir. Ço&#;unlukla gerçek anlam&#;ndan ayr&#; bir anlam ta&#;&#;yan, en az iki sözcükten olu&#;an kal&#;pla&#;m&#;&#; söz ya da sözcük gruplar&#;.e&#;.Tabir. Genellikle gerçek anlam&#;ndan az çok ayr&#; bir anlam&#; olan, ilgi çekici bir anlat&#;m&#; bulunan, ifadeyi daha zengin k&#;lan, iki veya daha fazla kelimeden meydana gelen, kal&#;pla&#;m&#;&#; söz topluluklar&#;na deyimdenir. Birden fazla sözcükten olu&#;mu&#;, bir kavram&#; kar&#;&#;lamak amac&#;yla kulllan&#;lan ve bir durumu en k&#;sa yoldan anlat&#;p, cümleye çekici anlat&#;m özelli&#;i katan, ço&#;u mecaz anlaml&#; kal&#;pla&#;m&#;&#; söz öbeklerine deyim denir.
Aba alt&#;ndan de&#;nek göstermek: Sakin, yumu&#;ak görünmekle birlikte kar&#;&#;s&#;ndakini gizliden gizliye korkutmak."Sak&#;n onlara aba alt&#;ndan de&#;nek göstermeye kalkma, yoksa kaç&#;r&#;rs&#;n."
Abac&#;, kebeci, ara yerde sen neci?: "Tamam, ilgililer bu i&#;e kar&#;&#;abilirler, ama sen neci oluyorsun" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Abay&#; yakmak: Gönül verip â&#;&#;k olmak, tutulmak."Türkmen k&#;z&#;na abay&#; yakal&#; beri, saz&#; elinden dü&#;ürmez oldu."
Abbas yolcu: 1. Yola ç&#;kmaya kesin kararl&#;."Abbas yolcu! Daha fazla oyalamay&#;n." 2. Ölmek üzere (olan). "Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?"
Abesle i&#;tigal etmek: Yersiz, yarars&#;z, bo&#; ve anlams&#;z &#;eylerle vakit geçirmek."&#;u ya&#;a geldin, ama abesle i&#;tigal etmekten vazgeçmedin."
Abuk sabuk konu&#;mak: Dü&#;ünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutars&#;z, saçma sapan söz söylemek. "Yeter art&#;k, abuk sabuk konu&#;malar&#;na daha fazla dayanamayaca&#;&#;m."
Abur cubur: Yararl&#; olup olmad&#;&#;&#; dü&#;ünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler."Ne diye çocuklar&#;n karn&#;n&#; abur cuburla doyuruyorsun?"
Aceleye getirmek (dara getirmek): 1. Bir i&#;i gerekti&#;i gibi yapmay&#;p, zaman darl&#;&#;&#;ndan yararlanarak birini aldatmak. "Tezgâhtar aceleye getirerek gömle&#;in defolusunu vermi&#;."2. Zaman darl&#;&#;&#; sebebiyle gereken özeni göstermemek. "Yaz&#;n hiç de güzel de&#;il, aceleye getirmi&#;sin."
Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz. "Acemi çayla&#;a bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?"
Ac&#; çekmek (duymak): 1. A&#;r&#;, s&#;z&#; duymak. "Kazadan sonra çok ac&#; çekti." 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak."E&#;ini kaybedeli on y&#;l oldu ama o hâlâ ac&#; çekiyor."
Ac&#;s&#; içine (yüre&#;ine) çökmek (i&#;lemek): Bir &#;eyin verdi&#;i ac&#;, üzüntü benli&#;inde derin iz b&#;rakmak."Elindeki tek evi de yan&#;p kül olunca ac&#;s&#; yüre&#;ine i&#;ledi."
Ac&#;s&#;n&#; çekmek: Yap&#;lan yanl&#;&#; bir i&#;in do&#;urdu&#;u s&#;k&#;nt&#; ve üzüntüyü ya&#;amak."Kesti&#;im o a&#;ac&#;n hâlâ ac&#;s&#;n&#; çekiyorum."
Ac&#;s&#;n&#; ç&#;karmak: 1. Ac&#;l&#;&#;&#;n&#; yok etmek."Ya&#;da kavurarak ac&#;s&#;n&#; ald&#;."2. Önceden u&#;rad&#;&#;&#; maddî ve manevî zarar&#; sonradan gidermek. 3. Öç almak."Bir gün bana yapt&#;klar&#;n&#;n ac&#;s&#;n&#; senden ç&#;karaca&#;&#;m."
Ac&#; so&#;uk: Keskin, ho&#;a gitmeyen, çok ü&#;ütücü so&#;uk."Ac&#; so&#;uk insan&#;n iliklerine i&#;liyordu."
Ac&#; söz: &#;nsan&#;n gönlünü inciten, onuruna dokunan a&#;&#;r söz."Bu ac&#; sözlerine kim katlan&#;r san&#;yorsun?"
Aç ac&#;na: Aç olarak, hiçbir &#;ey yemeden."Bu i&#; aç ac&#;na yap&#;lmaz."
Aç&#;&#;a ç&#;kar&#;lmak (al&#;nmak): &#;&#;inden ç&#;kar&#;lmak, görevine son verilmek."&#;&#;e üç gün geç geldi diye aç&#;&#;a al&#;nd&#;."
Aç&#;&#;a vurmak: Gizli, sakl&#; bir &#;eyi herkese duyurmak, ortaya ç&#;karmak."Y&#;llard&#;r içinde saklad&#;&#;&#; s&#;rr&#; mahkemede aç&#;&#;a vurdu."
Aç&#;&#;&#; ç&#;kmak: Saklamakla görevli bulundu&#;u para, e&#;ya veya ba&#;ka bir &#;eyin say&#;m sonucu eksik oldu&#;u anla&#;&#;lmak."Kasiyerin sal&#; günü ak&#;am&#; on bin lira aç&#;&#;&#; ç&#;kt&#;."
Aç&#;&#;&#;n&#; bulmak: Herhangi bir i&#;teki eksi&#;i, hileyi veya zarar&#; ortaya ç&#;karmak."Hemen her yaz&#;s&#;nda bir aç&#;&#;&#;n&#; bulmak mümkün."
Aç&#;k al&#;nla: Ba&#;ar&#;, &#;eref, övünç ve dürüstlükle."Hemen her i&#;ten aç&#;k al&#;nla ç&#;kar onlar."
Aç&#;k bono vermek: Bir kimseye s&#;n&#;rs&#;z, istedi&#;i gibi davranma yetkisi tan&#;mak.
Aç&#;k fikirli: Olaylar&#;, geli&#;meleri, yenilikleri iyi anlay&#;p gere&#;i gibi kar&#;&#;layan; dü&#;ündü&#;ünü oldu&#;u gibi söyleyebilen kimse."Bu toplumun aç&#;k fikirli insanlara duydu&#;u ihtiyaç, bugün daha fazlad&#;r."
Aç&#;k kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi d&#;&#;&#; bir olan kimse."Kom&#;umuz kadar aç&#;k kalpli bir adam görmedim."
Aç&#;k kap&#; b&#;rakmak: Gerekti&#;inde bir konuya yeniden dönebilme imkân&#; b&#;rakmak, kesip atmamak, ileriyi dü&#;ünerek &#;l&#;ml&#; davranmak."Bu kadar kesin konu&#;mayal&#;m, aç&#;k kap&#; b&#;rakal&#;m da iyi dü&#;ünebilme f&#;rsatlar&#; olsun."
Aç&#;k konu&#;mak: Gerçe&#;i sak&#;nmadan, çekinmeden söylemek."Daima aç&#;k konu&#;an insanlar&#; severim."
Aç&#;k saç&#;k: Görene&#;e, terbiyeye ayk&#;r&#; derecede aç&#;k (söz, davran&#;&#;, elbise)."Aç&#;k saç&#;k f&#;kralar anlatmaya utanm&#;yor musunuz?"
Aç&#;k seçik: Çok aç&#;k, çok belirgin, ayr&#;nt&#;lar&#;na kadar görülebilen."Daha aç&#;k seçik konu&#; da anlayal&#;m ne demek istedi&#;ini."
Aç&#;kta kalmak (olmak): 1. &#;&#; ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak."Çoluk çocuk aç&#;kta kald&#;lar fabrika kapan&#;nca."
Aç&#;ktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak."Günümüz insan&#; aç&#;ktan kazanmay&#; bir kural hâline getirdi."
Aç&#;k vermek: 1. Geliri, giderini kar&#;&#;lamamak."Maa&#;&#;m&#;z yetmeyecek bu ay, galiba aç&#;k verece&#;iz."2. Ortaya ç&#;kmamas&#; gereken &#;eyi fark&#;nda olmadan belli etmek."Dikkat et de dü&#;manlar&#;na aç&#;k verme."
Açl&#;ktan nefesi kokmak: 1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak."Dün açl&#;ktan nefesim kokuyordu ama bugün çok &#;ükür karn&#;m tok."2. Uzun zaman bir &#;ey yemedi&#;i anla&#;&#;lmak.
Açmaza dü&#;mek: &#;çinden ç&#;k&#;lmas&#; oldukça güç bir durumda kalmak. "Beni bu açmazdan ancak çocuklar&#;m kurtar&#;r."
Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma dü&#;mek, fakirlikten ya&#;ayamaz hâle gelmek."Afrika k&#;tas&#;n&#;n pek çok insan&#; aç susuz kalm&#;&#; durumda."
Adama dönmek: Ho&#;a giden bir duruma gelmek, düzelmek."Kap&#;lar, pencereler boyan&#;nca ev adama döndü."
Adamdan saymak: De&#;eri olmad&#;&#;&#; hâlde bir kimseye k&#;ymet vermek, sayg&#; duymak. "Seni adamdan sayd&#;m diye mi naz yap&#;yorsun?"
Adam etmek: 1. E&#;itmek, yeti&#;tirmek, belli bir seviyeye getirmek."Sen u&#;ra&#;, didin, adam et, o da s&#;rt çevirsin sana."2. Tamir edip kullan&#;l&#;r hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak."Bu arabay&#; eninde sonunda adam edece&#;im."
Adam evlad&#;: &#;yi bir ailenin iyi yeti&#;tirilmi&#;; özü, sözü do&#;ru çocu&#;u."Bu iyili&#;i ancak bir adam evlad&#; yapabilirdi."
Adam içine ç&#;kmak: Toplulu&#;a kar&#;&#;mak, e&#;e dosta gitmek, de&#;erli insanlar&#;n bulundu&#;u yerlerde olmak ve onlarla görü&#;mek."Adam içine ç&#;kmayal&#; uzun zaman oldu."
Adam olmak: 1. Yeti&#;ip büyümek, geli&#;mek, i&#; güç sahibi olmak."Umar&#;m o da bir gün adam olur."2. Onar&#;l&#;p i&#;e yarar hâle gelmek.
Adam (insan) sarraf&#;: Tecrübesi sayesinde insanlar&#;n iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmi&#; kimse. "Sen üzülme, baban insan sarraf&#;d&#;r, onun ne mal oldu&#;unu kolayca anlar."
Adam sen de (adam!): Bir i&#;in önemli olmad&#;&#;&#;n&#;, ald&#;r&#;lmamas&#; gerekti&#;ini anlatmak için söylenir."Adam sen de, o kat&#;lmazsa kat&#;lmas&#;n, biz birlikte oynar&#;z."
Adam s&#;ras&#;na geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce de&#;er verilmezken, art&#;k kendisine önem ve de&#;er verilir olmak."Biliyorum, seni de adam s&#;ras&#;na geçiren paran oldu."
A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, ba&#;tan a&#;a&#;&#;."Bu s&#;n&#;f&#;n düzeni a`dan z`ye kadar bozuk."
Ad&#; batmak: Ad&#; an&#;lmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak. "Hat&#;rlatmay&#;n, ad&#; bats&#;n o adam&#;n!"
Ad&#; ç&#;kmak: Kötü bir &#;öhret kazanmak."Bir kere ad&#; ç&#;km&#;&#;, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu."
Ad&#; kalmak: Bir kimse veya &#;ey ortadan kalkt&#;ktan, öldükten sonra ad&#; dillerde dola&#;&#;r olmak."Birkaç y&#;l sonra &#;stanbul`da do&#;al güzelliklerin sadece ad&#; kalacak."
Ad&#; kar&#;&#;mak: &#;yi kar&#;&#;lanmayan bir olayla ilgisinin bulundu&#;u, o olaya kar&#;&#;t&#;&#;&#; söylenmek."Soygun i&#;ine Ali`nin de ad&#;n&#;n kar&#;&#;t&#;&#;&#; söyleniyor. Do&#;ru mu?"
Ad&#;m atmamak: Kesinlikle gitmemek, u&#;ramamak, aramamak. "Bir daha o eve ad&#;m atmamaya yeminliyim."
Ad&#;n&#; anmamak: Bir &#;eyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmu&#; görünmek."Evi terk eden o&#;lunun ad&#;n&#; anmamakta sonuna kadar kararl&#;."
Ad&#;n&#; koymak: 1. &#;sim vermek. "Yeni do&#;an çocu&#;un ad&#;n&#; Ali koydular."2. Bir &#;eyin kar&#;&#;l&#;&#;&#;n&#; veya fiyat&#;n&#; kararla&#;t&#;rmak."Önce ad&#;n&#; koyal&#;m da ona göre hareket edelim."
Ad&#;n&#; vermek: 1. Birinin ad&#;n&#; bildirmek. 2. Biri taraf&#;ndan sal&#;k verildi&#;ini gönderildi&#;i kimseye söylemek. "Benim ad&#;m&#; ver ki i&#;lerin çabuk görülsün."
Aforoz etmek: 1. Kilise birli&#;inden ç&#;karmak. 2. Birini yak&#;n&#; olmaktan ç&#;karmak, ilgiyi kesip uzakla&#;t&#;rmak, ili&#;kileri tamamen koparmak."Bütün köylü onu aforoz etmekte kararl&#;."
A&#;&#;r aksak: Pek yava&#; olarak, düzgün olmayarak."Her zaman i&#;leri a&#;&#;r aksak yap&#;yorsunuz."
A&#;&#;r basmak: 1. A&#;&#;rl&#;&#;&#; fazla gelmek. 2. Bir i&#;te etkili olmak, gücü üstün gelmek, istedi&#;ini yapt&#;rmak."Politik gücü a&#;&#;r bas&#;nca ihaleyi kazand&#;."
A&#;&#;r ba&#;l&#;: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, i&#;lerini dü&#;üne ta&#;&#;na yapan kimse."A&#;&#;r ba&#;l&#; olmak insana üstün meziyetler kazand&#;r&#;r."
A&#;&#;rdan almak: Bir i&#;i yapmakta acele etmemek, yava&#; davranmak, isteksiz görünmek."Hiç sebep yokken i&#;i a&#;&#;rdan alman&#; bir türlü anlam&#;yorum."
A&#;&#;r elli: 1. Oldukça yava&#; i&#; yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurdu&#;u zaman çok ac&#;t&#;p can yakan."Adam&#;n eli amma da a&#;&#;rm&#;&#;, ense köküm hâlâ a&#;r&#;yor."
A&#;&#;r gelmek: 1. A&#;r&#;na gitmek, onuruna dokunmak."Hak etmedi&#;im &#;u sözler öylesine a&#;&#;r geldi ki bana."2. yap&#;lmas&#; güç gelmek."Bu ya&#;tan sonra in&#;aat i&#;lerinde çal&#;&#;mak art&#;k a&#;&#;r geliyor benim gibi ihtiyara."
A&#;&#;r hastal&#;k: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastal&#;k."A&#;&#;r hastal&#;k geçirdi&#;i için bir türlü kendini toplayamad&#; ve zay&#;f kald&#;."
A&#;&#;r söz: Ki&#;inin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayan&#;lmas&#; güç söz."Söyledi&#;in a&#;&#;r sözler çocuklar&#; çok incitti."
A&#;&#;z aramak (veya yoklamak): Ö&#;renilmek istenilen &#;eyi söyletecek yolda dil kullanmak."A&#;z&#;n&#; ara bakal&#;m o konuda bir &#;ey biliyor mu?"
A&#;&#;z (söz) birli&#;i etmek: Daha önce bir konuda anla&#;arak ayn&#; &#;eyi yapmak ya da söylemek."A&#;&#;z birli&#;i etmeli, hep birlikte savunmal&#;y&#;z kendimizi."
A&#;&#;zdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir ki&#;inin bildi&#;i &#;eyleri ustal&#;kl&#; konu&#;malarda ona sezdirmeden ö&#;renmek. "Bo&#;una u&#;ra&#;ma, a&#;z&#;ndan laf çekemezsin onun."
A&#;&#;zda sak&#;z gibi çi&#;nemek: Bir dü&#;ünceyi, bir sözü tekrar edip durmak."Dolap da dolap! Art&#;k a&#;z&#;nda sak&#;z gibi çi&#;neyip durma &#;u sözü!"
A&#;&#;z de&#;i&#;tirmek: Daha önce söyledi&#;inin tersini söylemeye ba&#;lamak."Babas&#;n&#; görünce korkusundan a&#;&#;z de&#;i&#;tirdi."
A&#;&#;z, dil vermemek: 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konu&#;mamak, susmak."Kur&#;una dizilmeyi göze ald&#;lar ama a&#;&#;z, dil vermediler."
A&#;&#;z e&#;mek: Yalvarmak, hiç de lây&#;k olmayan birine yüz suyu dökmek. "Ölürüm de a&#;&#;z e&#;mem o adama!"
A&#;&#;z kalabal&#;&#;&#;: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu d&#;&#;&#; sözler."As&#;l meseleyi a&#;&#;z kalabal&#;&#;&#; ile ört bas edip kaçamazs&#;n!"
A&#;&#;z kalabal&#;&#;&#;na getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konu&#;mak yolu ile &#;a&#;&#;rtmak, dikkatini da&#;&#;t&#;p aldatmak."A&#;&#;z kalabal&#;&#;&#;na getirip yok pahas&#;na ald&#; mallar&#;."
A&#;&#;z kavaf&#;: Kar&#;&#;s&#;ndakini ikna etmek için diller döken, çok konu&#;an, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse."&#;&#;reniyorum &#;unun gibi a&#;&#;z kavaf&#; heriflerden."
A&#;&#;z yapmak: Birini aldatma, yan&#;ltma, oyalama amac&#;yla duygular&#;n&#;, dü&#;üncelerini oldu&#;undan ba&#;ka türlü gösterecek biçimde konu&#;mak."Ne a&#;&#;z yap&#;p duruyorsun, gerçe&#;i söylesene!"
A&#;z&#; aç&#;k ayran delisi: Yeni gördü&#;ü her &#;eye al&#;k al&#;k bakan, anlams&#;z bir hayranl&#;kla seyredip &#;a&#;&#;ran."Haydi yürü, a&#;z&#; aç&#;k ayran delisi gibi ne bak&#;p duruyorsun vitrine."
A&#;z&#; (bir kar&#;&#;) aç&#;k kalmak: Çok &#;a&#;&#;rmak, &#;a&#;akalmak. "Onca seneden sonra sevdi&#;i arkada&#;&#;n&#; birden kar&#;&#;s&#;ndan görünce a&#;z&#; aç&#;k kald&#;."
A&#;z&#; kalabal&#;k: Çok ve manas&#;z, saçma sapan, tutars&#;z sözler söyleyen."A&#;z&#; kalabal&#;k insanlara tahammül etmek çok güç bir i&#;."
A&#;z&#; kulaklar&#;na varmak: Çok sevinmek, sevindi&#;i her hâlinden belli olmak. "Takdirname eline verilince sevincinden a&#;z&#; kulaklar&#;na vard&#;."
A&#;z&#; laf yapmak: Güzel, inand&#;r&#;c&#; söz söyleme yetene&#;i olmak."Politikac&#; m&#; olacaks&#;n, a&#;z&#;n laf da yapmal&#;."
A&#;z&#;na (veya a&#;z&#;n&#;n içine) bakmak: 1. Ne diyece&#;ini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek."&#;yi, yemek için de onun a&#;z&#;na bak bari!"
A&#;z&#;na bakt&#;rmak: Etkili, güzel konu&#;arak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek."O, a&#;z&#;na bakt&#;rmas&#;n&#; bilen ender hatiplerdendi."
A&#;z&#;na bir parmak bal çalmak: Amac&#;na ula&#;mak için birini tatl&#; sözlerle bir süre oyalamak, kand&#;rmak; umut verip ikna ederek i&#;ini yapt&#;rmak."Öyle bir insan ki a&#;z&#;na bir parmak bal çal, sonra her istedi&#;ini yapt&#;r."
A&#;z&#;na girmek: Dinlenirken konu&#;ana do&#;ru oldukça fazla yakla&#;mak."Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse a&#;z&#;na gireceklerdi."
A&#;z&#;na lây&#;k: Bir yiyece&#;in tad&#; anlat&#;l&#;rken kullan&#;l&#;r, çok lezzetli yiyecek anlam&#;nda."Haydi durma, uzan, tam a&#;z&#;na lây&#;k bir tatl&#;!"
A&#;z&#;nda bakla &#;slanmamak: S&#;r saklamay&#; becerememek, s&#;rr&#; hemen aç&#;&#;a vurmak."A&#;z&#;nda bakla &#;slanmayan bu adama nas&#;l oluyor da aç&#;l&#;yorsun?"
A&#;z&#;nda gevelemek: Aç&#;k olarak söylememek, belirli konu&#;mamak."Lütfen laf&#; a&#;z&#;nda geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok i&#;im var."
A&#;z&#;ndan bal akmak: Çok tatl&#;, ho&#;a gider biçimde konu&#;mak."Konu&#;, konu&#; hele; a&#;z&#;ndan bal ak&#;yor."
A&#;z&#;ndan ç&#;kan&#; kula&#;&#; i&#;itmemek: Sözlerini tartmadan, dü&#;ünmeden, öfke içinde, nere varaca&#;&#;n&#; hesaplamadan konu&#;mak."&#;yice ç&#;ld&#;rm&#;&#; olmal&#;s&#;n. Çünkü a&#;z&#;ndan ç&#;kan&#; kula&#;&#;n duymuyor."
A&#;z&#;ndan dü&#;ürmemek: Bir kimseden veya bir &#;eyden her zaman söz etmek."Ölünceye kadar torunu Esma`n&#;n ad&#;n&#; a&#;z&#;ndan dü&#;ürmedi."
A&#;z&#;ndan girip burnundan ç&#;kmak: Çe&#;itli yollara ba&#;vurarak birini bir &#;eye raz&#; etmek; veya kand&#;rmak."A&#;z&#;ndan girip burnundan ç&#;kt&#; ve ondan para koparmay&#; ba&#;ard&#;."
A&#;z&#;ndan kaç&#;rmak: Söylemek istemedi&#;i bir &#;eyi, bo&#; bulunup söyleyivermek."Dikkatli ol, laf&#; a&#;z&#;ndan kaç&#;r&#;p da gidece&#;imiz yeri söyleme."
A&#;z&#;ndan laf almak (çekmek): Bir kimseyi de&#;i&#;ik yollarla ve ustal&#;kla konu&#;turup birtak&#;m gizli &#;eyleri ö&#;renmek."Bo&#;una u&#;ra&#;ma, a&#;z&#;mdan laf alamazs&#;n."
A&#;z&#;ndan yel als&#;n: Olumsuz, kötü &#;eylerden bahsedenlere kar&#;&#; "a&#;z&#;n&#; hayra aç" anlam&#;nda söylenir."Bugün kötü &#;eyler mi bekliyorsun? A&#;z&#;ndan yel als&#;n, o ne biçim beklenti?"
A&#;z&#;n&#; aç&#;p gözünü yummak: K&#;zg&#;nl&#;k ile sonunu dü&#;ünmeden a&#;z&#;na gelen kötü sözleri söylemek, kar&#;&#;s&#;ndakine hakaret etmek."Eve geç gelen k&#;z&#;na a&#;z&#;n&#; aç&#;p gözünü yumdu."
A&#;z&#;n&#; aramak: Kar&#;&#;s&#;ndakini kurnazca konu&#;turarak a&#;z&#;ndan söz almak, istedi&#;ini ö&#;renmek."&#;unun a&#;z&#;n&#; ara da bahçeyi sat&#;p satmayaca&#;&#;n&#; ö&#;ren."
A&#;z&#;n&#; b&#;çak açmamak: K&#;rg&#;nl&#;ktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak."Bo&#;una u&#;ra&#;ma, evin yan&#;&#;&#;na öyle üzülmü&#; ki a&#;z&#;n&#; b&#;çak açm&#;yor."
A&#;z&#;n&#; havaya (poyraza) açmak: Umdu&#;unu elde edememek, f&#;rsat&#; kaç&#;rd&#;ktan sonra bo&#; yere beklemek."Evi o zaman alacakt&#;n, art&#;k geçti, bundan sonra a&#;z&#;n&#; havaya aç."
A&#;z&#;n&#; kapamak: 1. Susmak. 2. Ç&#;kar&#;n&#;n elden gidece&#;ini dü&#;ünerek birinin konu&#;mas&#;n&#; önlemek."A&#;z&#;n&#; kapatamazsak konu&#;up bizi elâleme rezil edecek."
A&#;z&#;n&#;n içine bakmak: Konu&#;an bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek."Konu&#;mas&#; onlar&#; öyle sarm&#;&#;t&#; ki a&#;z&#;n&#;n içine bak&#;yorlard&#;."
A&#;z&#;n&#;n kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayan&#;lmaz, çekilmez tutum ve davran&#;&#;lar&#;na katlanmak."Yeter art&#;k, daha fazla senin a&#;&#;z kokunu çekemem."
A&#;z&#;n&#; öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel, ho&#; söyledin" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
A&#;z&#;n&#;n pay&#;n&#; vermek: Sert söz ve davran&#;&#;larla kar&#;&#;l&#;k vererek bir kimseyi yapt&#;&#;&#;na pi&#;man etmek."Demek öyle, ben de senin a&#;z&#;n&#;n pay&#;n&#; vermezsem bana da Hasan demesinler!"
A&#;z&#;n&#;n suyu akmak: Çok be&#;enip isteyecek duruma gelmek, imrenmek."Vitrindeki k&#;zarm&#;&#; tavu&#;u görünce a&#;z&#;m&#;n suyu akt&#;."
A&#;z&#;n&#;n tad&#; kaçmak: Rahat&#; kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirli&#;i, düzenli&#;i bozulmak."&#;u v&#;z&#;r v&#;z&#;r i&#;leyen yol buradan geçince a&#;z&#;m&#;z&#;n tad&#; kaçt&#;."
A&#;z&#;n&#;n tad&#;n&#; bilmek: 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir &#;eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak."&#;unlardaki güzelli&#;e bak, a&#;z&#;n&#;n tad&#;n&#; da biliyorsun hani."
A&#;z&#; sulanmak: &#;mrenmek."Karpuzlar&#; a&#;z&#;n&#; &#;ap&#;rdatarak yemeye ba&#;lay&#;nca benim de a&#;z&#;m suland&#;."
A&#;z&#; süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak."&#;u a&#;z&#; süt kokan m&#; yar&#;&#;acak benimle."
A&#;z&#; var dili yok: 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konu&#;may&#;p susan, derdini anlatmayan."Telâ&#;lanma sak&#;n, a&#;z&#; var dili yok o çocu&#;un, seni hiç üzmez."
A&#;z&#;yla ku&#; tutsa "Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."A&#;z&#;yla ku&#; da tutsa, art&#;k bu eve ad&#;m atamaz."
Ah almak: Birinin bedduas&#;n&#; üstüne çekmek."Zalimli&#;ine devam edersen daha çok ki&#;inin ah&#;n&#; alacaks&#;n."
Ah&#; ç&#;kmak: Eziyete u&#;rayan bir kimsenin yapt&#;&#;&#; bedduan&#;n etkisini göstermesi.
Ah&#; tutmak: Zulüm görenin bedduas&#;n&#;n yerini bulup gerçekle&#;mesi."Ah&#;m bir tutarsa dünyan&#;n kaç bucak oldu&#;unu görecek o."
Ah&#; yerde kalmamak: Yapt&#;&#;&#; ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek."&#;unu iyi bil ki ey zalim, ah&#;m yerde kalmayacak; yüz üstü sürüneceksin."
Ahkâm ç&#;karmak: Kendi dü&#;üncelerine dayanarak birtak&#;m yarg&#;lara varmak."Devletler ancak kuvvetli ordu ile ayakta dururlar diye ahkâm ç&#;kard&#;."
Ahmak &#;slatan: &#;nce ince ya&#;an ya&#;mur, çisenti."Böyle yürümeye devam edersek bu ahmak &#;slatan iliklerimize i&#;leyecek."
Ahret karde&#;i: Dünya ve ahiret i&#;lerinde birbirlerinden ayr&#;lmayan kimseler; kan ba&#;&#; olmaks&#;z&#;n manevî olarak kurulan karde&#;lik.
Ahrette on parma&#;&#; yakas&#;nda olmak: Haks&#;zl&#;&#;a u&#;ray&#;&#;&#;n&#; bu dünyada önleyip hakk&#;n&#; alamayan&#;n, öte dünyada (ahirette) kendisine sorumlu olan kimseden davac&#; olmas&#;."Hakk&#;m&#; vermedin ama ahirette on parma&#;&#;m yakanda olacakt&#;r."
Akan sular durmak: Art&#;k itiraz edilebilecek, kar&#;&#; durulacak bir nokta kalmamak."Siz Mehmet A&#;a`ya gidin, o devreye girdi mi akan sular durur, kolay anla&#;&#;rs&#;n&#;z."
Ak&#;l defteri: Hat&#;rlan&#;p yap&#;lmas&#; gereken &#;eylerin yaz&#;ld&#;&#;&#; küçük defter, muht&#;ra defteri, ajanda.
Ak&#;l etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zaman&#;nda dü&#;ünmek, vaktinde hat&#;rlamak."Sular kesilecekti ama kovalar&#; doldurmay&#; ak&#;l edemedim."
Ak&#;l hocas&#;: 1. Birine yol gösteren, ak&#;l ö&#;reten kimse. 2. Herkese ak&#;l ö&#;retmeye merakl&#; kimse."Lütfen ak&#;l hocal&#;&#;&#; yapmaya kalkma, biz i&#;imizi senden iyi biliriz."
Ak&#;l kâr&#; olmamak: Ak&#;ll&#;, dengeli ve ölçülü bir ki&#;inin yapaca&#;&#; i&#; olmamak."Ak&#;l kâr&#;m&#; &#;imdi senin yapt&#;&#;&#;n bu i&#;?"
Ak&#;l kutusu (kumkumas&#;): Çok zeki, ak&#;ll&#; kimse; bilgiç."Ak&#;l kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor."
Ak&#;llara durgunluk vermek: Çok &#;a&#;&#;lacak bir &#;ey olmak."Bir görmeliydin o olay&#;, ak&#;llara durgunluk verecek bir olayd&#;."
Ak&#;ll&#; uslu: Dengeli, yaramazl&#;k etmeyen, ölçüsüz ve ta&#;k&#;n davran&#;&#;larda bulunmayan."Senin çocuk pek ak&#;ll&#; uslu görünüyor."
Ak&#;l ö&#;retmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek."Sana ak&#;l verecek bir adam da m&#; bulamad&#;n?"
Ak&#;l s&#;r ermemek: Bir i&#;in gizli yönlerini, niteli&#;ini, as&#;l sebebini anlayamamak."Senin bu i&#;i nas&#;l berbat etti&#;ine hâlâ ak&#;l s&#;r erdiremedim."
Ak&#;nt&#;ya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekle&#;meyecek bir i&#; u&#;runda bo&#;una çaba sarf etmek."Desene bo&#;una kürek çekmi&#;iz, olmayacak bu i&#;."
Akla karay&#; seçmek: Bir i&#;i ba&#;armak u&#;runda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek."Seni buluncaya kadar akla karay&#; seçtim."
Akl&#; almamak: 1. Akla uygun gelmemek, inan&#;lacak gibi olmamak. 2. Anlamamak."&#;u i&#;leri bir türlü akl&#;m alm&#;yor."
Akl&#; ba&#;&#;na gelmek: 1. Zarar gördü&#;ü i&#;lerden uslan&#;p ak&#;ll&#;ca davranmak. 2. Bayg&#;nl&#;ktan ay&#;lmak, kendine gelmek."Çabuk ko&#;un, nihayet kendine geliyor!"
Akl&#; ba&#;&#;ndan gitmek: 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapaca&#;&#;n&#; &#;a&#;&#;rmak. 2. Kafas&#; çok yorulmu&#; oldu&#;undan iyi dü&#;ünememek."Annemi öyle evin ortas&#;nda bayg&#;n görünce akl&#;m ba&#;&#;mdan gitti."
Akl&#; ba&#;&#;nda olmamak: 1. &#;yi dü&#;ünebilir durumda olmamak. 2. Bay&#;lmak, kendisinden geçmek."Art&#;k akl&#; ba&#;&#;nda olmamak onun i&#;ine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek."
Akl&#; ç&#;kmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak."Elbisem y&#;rt&#;lacak diye akl&#; ç&#;k&#;yor."
Akl&#; durmak: &#;a&#;&#;rmak, dü&#;ünemez bir hâle gelmek."Resmi öyle güzel yapm&#;&#; ki görsen akl&#;n durur."
Akl&#; kar&#;&#;mak: Ne yapaca&#;&#;n&#; bilememek, bocalamak, &#;a&#;&#;rmak."Dur hele, bir dü&#;üneyim, söylediklerin akl&#;m&#; kar&#;&#;t&#;rd&#;."
Akl&#; kesmek: Bir &#;eyin olabilece&#;ine, bir &#;eyi yapabilece&#;ine inanmak."Seninle bu i&#;i ba&#;arabilece&#;ime pek de akl&#;m kesmiyor."
Akl&#;na dü&#;mek: 1. Hat&#;rlamak. 2. Kafas&#;nda bir dü&#;ünce do&#;mak."Akl&#;na dü&#;en her &#;eyi yapmak zorunda m&#;s&#;n?"
Akl&#;na esmek: Daha önce dü&#;ünmemi&#; oldu&#;u &#;eyi birden yapmaya karar vermek."Birden akl&#;na esti, kalk&#;p sahile indi."
Akl&#;na gelen ba&#;&#;na gelmek: Olmas&#;ndan korktu&#;u &#;eyin zarar verici etkisine u&#;ramak."Akl&#;ma gelen ba&#;&#;ma geldi, evi su bast&#;."
Akl&#;na gelmek: 1. Hat&#;rlamak. 2. Bir &#;eyi yapmay&#; dü&#;ünmek, tasarlamak."Akl&#;ma geldi, kalk&#;p babama gittim."
Akl&#;na koymak: 1. Bir &#;eyi yapmaya kesin olarak karar vermek."Bu sene tak&#;nt&#;s&#;z s&#;n&#;f&#;m&#; geçmeyi akl&#;ma koydum."2. Bir fikri ba&#;kas&#;na a&#;&#;lamak.
Akl&#;na (akl&#;n&#;) takmak: Bir &#;eyi devaml&#; olarak dü&#;ünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla me&#;gul etmek."Onu niçin k&#;rd&#;m, akl&#;ma tak&#;ld&#; dü&#;ünüp duruyorum."
Akl&#;na yer etmek: Uygun buldu&#;u bir dü&#;ünce kafas&#;na yerle&#;mek."Onun sana söyledikleri akl&#;na yer eder in&#;allah."
Akl&#;ndan zoru olmak: Tutars&#;z, dengesiz, ölçüsüz, delice davran&#;&#;larda bulunmak."B&#;rak o b&#;ça&#;&#;, akl&#;ndan zorun mu var senin?"
Akl&#;n&#; almak: Çekicili&#;i, güzelli&#;i ile büyülemek, etkisi alt&#;na almak."K&#;z&#;n bir bak&#;&#;&#;, akl&#;n&#; ba&#;&#;ndan almaya yetti."
Akl&#;n&#; ba&#;&#;na almak (toplamak, dev&#;irmek): Mant&#;ks&#;z, ölçüsüz davran&#;&#;larda bulunmaktan kendini kurtararak ak&#;ll&#;ca bir yola girmek."Akl&#;n&#; ba&#;&#;na al, yoksa bu içki seni götürecek."
Akl&#;n&#; ba&#;&#;ndan almak: Çok &#;a&#;&#;rtmak, dü&#;ünemeyecek duruma getirmek."Gördü&#;ü ev akl&#;n&#; ba&#;&#;ndan ald&#;."
Akl&#;n&#; (bir &#;eyle) bozmak: 1. Sap&#;tmak, delirmek. 2. Yaln&#;zca ilgilendi&#;i, üzerine dü&#;tü&#;ü &#;eyle u&#;ra&#;&#;p durmak, ba&#;ka hiçbir mesele dü&#;ünmemek."Bizim çocuk sinema ile akl&#;n&#; bozdu."
Akl&#;n&#; çalmak (çelmek): 1. Karar&#;ndan, niyetinden vazgeçirip ba&#;ka bir yola sokmak. 2. Ba&#;tan ç&#;karmak, ayartmak."Akl&#;n&#; çelip onu evlenmeye raz&#; et."
Akl&#;n&#; peynir ekmekle yemek: Ak&#;ls&#;zca, &#;a&#;k&#;nca, delice i&#;ler yapmak."Misafirli&#;e böyle gidilir mi? Sen akl&#;n&#; peynir ekmekle mi yedin?"
Ak pak: 1. Tertemiz. 2. Saç&#; sakal&#; a&#;arm&#;&#;. 3. Al&#;ml&#; ve beyaz tenli."Ne kadar da ak pak bir çocuk."
Ak&#;ama sabaha: Neredeyse, pek yak&#;nda, k&#;sa bir süre içinde."Konuklar ak&#;ama sabaha burada olurlar, sak&#;n bir yere kaybolma!"
Ak&#;amdan kavur, sabaha savur: Kazand&#;&#;&#;n&#; günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
Ak&#;am&#; iple çekmek: Gecenin olmas&#;n&#; sab&#;rs&#;zl&#;kla beklemek."Ne güzel bir ziyaret olacak. Ak&#;am&#; iple çekiyorum."
Alaca&#;&#;na &#;ahin, verece&#;ine karga: Al&#;rken bütün gücünü kullanan ve kolayl&#;k gösteren, kimsede paras&#;n&#; b&#;rakmayan; verirken ise bin bir güçlük ç&#;karan, verece&#;ini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullan&#;l&#;r."Ne adams&#;n be! Alaca&#;&#;na &#;ahin, verece&#;ine karga! Yaz&#;klar olsun!"
Alaca&#;&#; olsun: "Günün birinde ondan öcümü al&#;r&#;m" anlam&#;nda göz korkutmak için söylenir.
Al a&#;a&#;&#; etmek: Birini bulundu&#;u yerden, mevkiden indirmek."Ya, gördün mü, demek ki el o&#;lu adam&#; al a&#;a&#;&#; ediyormu&#; bir ç&#;rp&#;da!"
Al birini vur birine (ötekine): Hepsi ayn&#;, bir ayarda, hiçbiri i&#;e yaramaz."Onlardan söz etme bana. Al birini vur birine."
Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kap&#;lmay&#;p kendini oldu&#;undan daha a&#;a&#;&#; düzeyde sayma, ba&#;kalar&#;ndan yüksek görmeme durumu."&#;nsan&#; insan yapan vas&#;flardan biri de alçak gönüllü olmakt&#;r."
Al gülüm ver gülüm: 1. Kar&#;&#;l&#;kl&#; sevgi gösterisi. 2. Çokluk uygun olmayan i&#;lerde birbirinin ç&#;kar&#;n&#; kollamak.
Al&#; al, moru mor: Telâ&#; veya yorgunluktan yüzü k&#;pk&#;rm&#;z&#; kesilmi&#; (olarak)."Uça&#;&#; kalkmak üzere olan babama al&#; al, moru mor bir &#;ekilde yeti&#;ebildim."
Al&#;c&#; gözüyle bakmak: Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek."Mobilyaya ilk defa al&#;c&#; gözüyle bakt&#;."
Al&#;n teri dökmek: Zahmetli i&#; görüp çok emek vermek."Al&#;n teri dökmeyenler, eme&#;in ne oldu&#;unu bilemezler."
Ali Cengiz oyunu: "Kurnazca, haince akl&#; durduracak i&#; yapmak" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Bana bir Ali Cengiz oyunu oynad&#;lar ki sormay&#;n gitsin."
Ali k&#;ran ba&#; kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran."Mehmet, s&#;n&#;f&#;n Ali k&#;ran ba&#; kesini olmu&#;tu."
Ali`nin külâh&#;n&#; Veli`ye, Veli`nin külâh&#;n&#; Ali`ye giydirmek: Kendi sermayesi olmad&#;&#;&#; hâlde, birinden ald&#;&#;&#;n&#; ötekine, ötekinden ald&#;&#;&#;n&#; bir ba&#;kas&#;na vererek i&#;ini yürütmek.
Allah adam&#;: Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse."Allah adam&#; olmal&#;s&#;n dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin."
Allah`a emanet: Herhangi bir &#;eyi Yüce Allah`&#;n korumas&#;na ve esirgemesine terk etmek."Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum o&#;lum."
Allah Allah!: Daha çok &#;a&#;k&#;nl&#;k ve hayret hâllerini anlat&#;r."Allah Allah! Nas&#;l oldu bu i&#;, akl&#;m alm&#;yor?"
Allah aratmas&#;n: Yak&#;n&#;lacak bir durumda, bir &#;eyin hiç bulunmamas&#; hâlindeki s&#;k&#;nt&#; an&#;nda "Allah daha kötüsünü göstermesin" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Allah a&#;k&#;na: Yemin vermek veya yalvarmak için "Allah`&#;n&#; seversen" anlam&#;nda &#;a&#;ma, usanç bildirir."Allah a&#;k&#;na &#;u i&#;i bir daha yapma!"
Allah bilir: 1. Belli de&#;il, Cenab-&#; Hak`tan ba&#;ka kimse bilmez."Allah bilir bu s&#;rr&#;n iç yüzünü."2. Bana öyle geliyor ki."Allah bilir esrar da al&#;yordur bu çocuk."
Allah`&#;n belâs&#;: Varl&#;&#;&#; üzüntü veren, varl&#;&#;&#;ndan huzursuz olunan &#;ey."Allah`&#;n belâs&#; adam yine ç&#;kt&#; ortaya."
Allah versin: 1. Dilenciyi savmak için "bekleme, sadaka vermeyece&#;im" anlam&#;nda söylenir. 2. &#;yi &#;ey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da tak&#;lma ve &#;aka için söylenir."Allah versin, i&#;lerin gayet iyi görünüyor.
Allah yaratt&#; dememek: K&#;yas&#;ya dövmek, çok h&#;rpalamak."Adamlar yabanc&#;ya bir giri&#;tiler ki Allah yaratt&#; demediler."
Allah "yürü ya kulum" demi&#;: Az zamanda çok para kazanan ve i&#;inde çok çabuk ilerleyenler için söylenir."Cenab-&#; Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter."
Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakar&#;&#;&#;k bir duruma getirmek."Çocuklar evi allak bullak edip gitmi&#;ler."
Allay&#;p pullamak: Kötü görünü&#;ü kapatmak için bir &#;eyi süslemek, donatmak."Hurda arabalar&#; allay&#;p pullay&#;p pazara ç&#;karm&#;&#;lar."
Allem etmek, kallem etmek: &#;stedi&#;ini elde etmek için her türlü kurnazl&#;&#;a ba&#;vurmak."Namussuzlar allem edip kallem edip ya&#;l&#; adam&#;n evini elinden ald&#;lar."
Aln&#; aç&#;k yüzü ak (olmak): Herhangi bir ay&#;b&#;, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve &#;erefli olmak."&#;&#;te aln&#; aç&#;k yüzü ak meydanday&#;m; ç&#;ks&#;nlar kar&#;&#;ma."
Aln&#;n&#; kar&#;&#;lamak: 1. Bir i&#;in çok güç oldu&#;unu, yap&#;lamayacak kadar zor oldu&#;unu anlat&#;r. 2. Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek."Beni polise bildirenin aln&#;n&#; kar&#;&#;lar&#;m."
Aln&#;n&#;n ak&#;yla: Küçümsenecek, ay&#;planacak bir duruma dü&#;meden; tertemiz, &#;erefiyle, ba&#;ar&#;l&#; olarak."Allah`&#;n izniyle bu i&#;ten aln&#;m&#;n ak&#;yla ç&#;kaca&#;&#;m."
Aln&#;n&#;n ar damar&#; çatlamak: Utanma, s&#;k&#;lma duygular&#;n&#; yitirmi&#; bulunmak."Adama bak nerede soyunuyor, aln&#;n&#;n ar damar&#; çatlam&#;&#; anla&#;&#;lan."
Aln&#;n&#;n damar&#; çatlamak: Ba&#;armak için çok s&#;k&#;nt&#; çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek."O yolu aç&#;ncaya kadar benim aln&#;m&#;n damar&#; çatlad&#;, sen ne halt etmeye bozuyorsun?"
Aln&#;n&#;n kara yaz&#;s&#;: Kötü talih, baht."Ne yapay&#;m, aln&#;m&#;n kara yaz&#;s&#; böyle imi&#;."
Al takke ver külâh: 1. Bir mesele üzerinde uzun çeki&#;melerden sonra. 2. Senli benli, samimî dostlu&#;u sürdürerek."Al takke ver külâh y&#;llarca yapt&#;k bu i&#;i."
Alt&#; alay, üstü kalay: &#;çi d&#;&#;&#; bir olmayan; d&#;&#;&#; süslü, içi berbat."Alt&#; alay üstü kalay bir dolaba benziyor bu."
Alt&#; kaval, üstü &#;e&#;hane (&#;i&#;hane): Daha çok giyim için "alt&#;, üstüne; bir parças&#; öbür parças&#;na uymaz." anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Çabuk ç&#;kar &#;u üzerindeki alt&#; kaval üstü &#;e&#;hane elbiseyi, yoksa rezil olacaks&#;n el âleme."
Alt&#;n babas&#;: Çok zengin, paras&#; çok olan kimse."Adam alt&#;n babas&#;, her istedi&#;ini kolayca yapt&#;r&#;yor."
Alt&#;n bilezik: Para getiren, hayat boyunca geçimi sa&#;lamaya yarayan sanat ve meslek."&#;imdiden bir alt&#;n bilezik sahibi ol ki yar&#;n rahat edesin."
Alt&#;nda kalmamak: 1. Bir &#;eyi kar&#;&#;l&#;ks&#;z b&#;rakmamak."Onun bana yapt&#;&#;&#; iyili&#;in alt&#;nda kal&#;r m&#;y&#;m?"2. Bir &#;eyin üstesinden gelmek."Bana verdi&#;i i&#;in alt&#;nda kalmayaca&#;&#;m."
Alt&#;ndan Çapano&#;lu ç&#;kmak: Giri&#;ilen bir i&#;te ba&#;a dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile kar&#;&#;la&#;mak."Bana öyle geliyor ki bu i&#;in alt&#;ndan Çapano&#;lu ç&#;kacak."
Alt&#;ndan girip üstünden ç&#;kmak: Bir serveti, bir paray&#;, bir kayna&#;&#; gereksiz yere, dü&#;üncesizce, sorumsuzca harcay&#;p k&#;sa zamanda bitirmek."Bir ayda o kadar paran&#;n alt&#;ndan girip üstünden ç&#;kt&#;."
Alt&#;ndan kalkmak: Bir zorlu&#;u yenip i&#;i ba&#;armak."Telâ&#;lanma, i&#;in alt&#;ndan kalkacakt&#;r o."
Alt&#;n&#; çizmek: Bir &#;eyin (daha çok sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, vurgulamak."Alt&#;n&#; çize çize söylüyorum. Eninde sonunda sen de geleceksin."
Alt&#;n&#; üstüne getirmek: 1. Bir &#;eyi bulmak için aramad&#;k yer b&#;rakmamak."Evin alt&#;n&#; üstüne getirdik ama tabancay&#; bulamad&#;k." 2. Söz ve davran&#;&#;lar&#;yla çevreyi birbirine dü&#;ürmek, karmakar&#;&#;&#;k etmek."Adam iki çift laf etti. Toplulu&#;un alt&#;n&#; üstüne getirdi."
Alt&#;n kesmek: Çok fazla miktarda para kazan&#;r olmak."Adamlar&#;n açt&#;&#;&#; büfe alt&#;n kesiyor sanki."
Altm&#;&#; alt&#;ya ba&#;lamak: O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir i&#;i kesin neticeye vard&#;rm&#;&#; gibi görünmek."&#;nsanlar&#; altm&#;&#; alt&#;ya ba&#;lamakta üstüne yoktur onun."
Altta kalan&#;n can&#; ç&#;ks&#;n: "Herkes ba&#;&#;n&#;n çaresine baks&#;n, güçsüzleri dü&#;ünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Alttan (a&#;a&#;&#;dan) almak: Sert konu&#;an birine kar&#;&#; yumu&#;ak, olumlu, onu hakl&#; görüyormu&#; gibi tav&#;r almak."Amac&#;na ula&#;mak istiyorsan onunla konu&#;urken alttan al, pes perdeden konu&#;."
Alttan güre&#;mek: Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollar&#;n&#; kollamak."Vay h&#;nz&#;r vay!.. Alttan güre&#;ip akl&#;n s&#;ra ba&#;ar&#; kazanacaks&#;n ha!"
Alt yan&#; ç&#;kmaz sokak: Sonuç al&#;nmayacak i&#;, umutsuz durum."Çobanl&#;k m&#;, da&#; tepe dola&#; dur, alt yan&#; ç&#;kmaz sokak vesselâm."
Amana gelmek: Teslim olmak, önce direnirken zor kar&#;&#;s&#;nda boyun e&#;mek."Nihayet dü&#;man amana geldi."
Aman dedirtmek (amana getirmek): Kar&#;&#; koyan birini boyun e&#;mek zorunda b&#;rakmak, teslim olmaya zorlamak."Dü&#;mana aman dedirtmek boynumuzun borcu oldu art&#;k."
Aman dilemek: Önce direnirken zor kar&#;&#;s&#;nda boyun e&#;ip can&#;n&#;n ba&#;&#;&#;lanmas&#;n&#; istemek, galip gelenin merhametine s&#;&#;&#;nmak."Aman dileyene k&#;l&#;ç kalkmaz."
Aman vermemek: 1. Göz açt&#;rmamak, rahat b&#;rakmamak. 2. Dü&#;man&#; ac&#;may&#;p öldürmek, merhamet etmemek."Böyle kahpe insanlara sak&#;n aman vermeyin!"
Ana baba günü: 1. Mah&#;er günü. 2. S&#;k&#;nt&#;l&#; kalabal&#;k; telâ&#;l&#;, tehlikeli, kimsenin kimseyi tan&#;mad&#;&#;&#; kalabal&#;k."Yang&#;n yeri ana baba gününe dönmü&#;tü."
Ana kuzusu: 1. Pek küçük kucak çocu&#;u. 2. S&#;k&#;nt&#;ya, güç i&#;lere al&#;&#;k&#;n olmayan, nazl&#; çocuk veya genç."&#;u torbay&#; kald&#;r&#;&#;&#;na bak hele, tam bir ana kuzusu."
Anan yah&#;i, baban yah&#;i: Bir kimseyi i&#;ini yapt&#;rabilmek için pohpohlamak, gere&#;inden fazla överek istedi&#;ini elde etmeye çal&#;&#;mak.
Anas&#; a&#;lamak: Çok eziyet çekmek, s&#;k&#;nt&#;ya katlanmak, bitkin duruma dü&#;mek."Onu buraya getirinceye kadar anam a&#;lad&#;."
Anas&#;ndan do&#;du&#;una pi&#;man: 1. Ü&#;engeç, çok tembel. 2. Can&#;ndan bezmi&#;."O i&#;i yapt&#; ama anas&#;ndan do&#;du&#;una bin pi&#;man."
Anas&#;ndan do&#;du&#;una pi&#;man etmek: Çok eziyet ederek can&#;ndan bezdirmek, bir kimseyi çok üzmek."Kar&#;&#;ma bir ç&#;ks&#;n, onu anas&#;ndan do&#;du&#;una pi&#;man edece&#;im."
Anas&#;ndan emdi&#;i süt burnundan (fitil fitil) gelmek: Bir i&#;i yaparken çok s&#;k&#;nt&#; çekmek, eziyete katlanmak."&#;u araban&#;n taksitlerini ödeyinceye kadar anamdan emdi&#;im süt burnumdan geldi."
Anas&#;n&#; a&#;latmak: Bir kimseye çok eziyet edip s&#;k&#;nt&#; çektirmek."Adam&#;n üzerine öyle gittiler ki iki günde anas&#;n&#; a&#;latt&#;lar."
Anas&#;n&#;n gözü: Hileci, kurnaz, çok aç&#;k göz, ç&#;karc&#;, hin o&#;lu hin."Adam anas&#;n&#;n gözü, iki dakikada bitiriverdi i&#;i."
Anas&#;n&#;n nikâh&#;n&#; istemek: Bir &#;eye de&#;erinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak."Senin istekli oldu&#;unu duydu adam, &#;imdi gidersen anas&#;n&#;n nikâh&#;n&#; isteyecek o eve."
Anas&#;n&#; sat! (satay&#;m): Önem verme, ald&#;rma, umursama, bunun için kederlenme, üzülme,"Sat anas&#;n&#; o i&#;in, yenisine bak!"
Anca beraber, kanca beraber: Birbirimizden ayr&#;lmayaca&#;&#;z, i&#;ler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapaca&#;&#;z, beraberli&#;i bozmayaca&#;&#;z."Bu topra&#;&#; yaln&#;z ben mi ataca&#;&#;m, hay&#;r arkada&#;lar; haydi anca beraber, kanca beraber."
Anlad&#;msa Arap olay&#;m: "Hiçbir &#;ey anlamad&#;m" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Senin anlatt&#;klar&#;n&#; anlad&#;msa Arap olay&#;m."
Ant içmek (etmek): Yemin etmek, bir &#;eyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek."Ant içtik, asla bu ülkeyi dü&#;mana b&#;rakmayaca&#;&#;z."
Apar topar: Telâ&#; ve acele ile, yaka paça, haz&#;rlanmadan,"Treni kaç&#;r&#;r&#;m korkusuyla apar topar evden ayr&#;ld&#;m."
Ara (aralar&#;n&#;) bozmak: &#;ki ki&#;i aras&#;ndaki iyi ili&#;kiyi, dostlu&#;u, arkada&#;l&#;&#;&#; y&#;kmak."Kim ki ara bozar, o toplumun yüz karas&#;d&#;r."
Ara bulmak: Birbirleriyle anla&#;amayan, bir araya gelemeyen ki&#;ileri uzla&#;t&#;rmak, bar&#;&#;t&#;rmak."&#;ki ö&#;rencinin aras&#;n&#; bulmak, tam bir haftam&#; ald&#;."
Aralar&#; aç&#;lmak (bozulmak): &#;yi ili&#;kileri, dostluklar&#;, arkada&#;l&#;k ba&#;lar&#; kopmak; birbirlerine darg&#;n hâle gelmek."&#;u iki çiftin aralar&#; nas&#;l aç&#;ld&#; hâlâ anlayamad&#;m."
Aralar&#;ndan kara kedi geçmek (veya aralar&#;na kara kedi girmek): &#;yi anla&#;an iki ki&#;inin veya dostun ili&#;kileri bozulmak, aralar&#;na so&#;ukluk girmek, birbirlerine gücenmek,"Niçin konu&#;muyorsunuz? Aran&#;zdan kara kedi mi geçti?"
Aralar&#;ndan su s&#;zmamak: Çok iyi, çok yak&#;n dostluk veya arkada&#;l&#;k kurmak, ahbap olmak."&#;unlara bak, aralar&#;ndan su s&#;zm&#;yor."
Arap saç&#;na dönmek: &#;&#;lerin çok kar&#;&#;&#;p içinden ç&#;k&#;lmaz bir durum almas&#;."B&#;rak art&#;k sorumsuzlu&#;u, i&#;leri bu tavr&#;nla Arap saç&#;na döndürdün."
Araya girmek: 1. &#;ki ki&#;inin aras&#;ndaki bir i&#;e kar&#;&#;mak. 2. Aralar&#; bozuk olan iki ki&#;iyi uzla&#;t&#;rmaya çal&#;&#;mak. 3. Yap&#;lmakta olan bir i&#;in yap&#;lmas&#;n&#; geciktirmek."Araya ba&#;ka i&#;ler girince seninkini yapamad&#;m, kusura bakma."
Araya koymak: Bir i&#;te sözü geçen bir kimsenin arac&#;l&#;&#;&#;na ba&#;vurmak."Genel müdürü araya koyup senin i&#;e al&#;nman&#; sa&#;layacaklard&#;r."
Aray&#; yapmak: 1. Aras&#; bozuk olan kimse ile bar&#;&#;mak. 2. Aras&#; aç&#;k olan iki ki&#;iyi uzla&#;t&#;r&#;p, bar&#;&#;t&#;rmak."Hasan aram&#;z&#; yapmasayd&#; biz hâlâ diken üstünde oturuyor olacakt&#;k."
Ar damar&#; çatlamak: Utanç duyulacak &#;eyleri s&#;k&#;lmadan yapmak, utanmay&#; b&#;rakmak, yüzsüz olmak."Ar damar&#; çatlam&#;&#; bu adamdan ne umuyorsun anlamad&#;m bir türlü."
Ar&#; kovan&#; gibi i&#;lemek: Girip ç&#;kan&#;, gelip gideni çok olmak."&#;u seçim dolay&#;s&#;yla doktorun evi ar&#; kovan&#; gibi i&#;liyor."
Ârif olan anlas&#;n (anlar): Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlay&#;&#;&#; kuvvetli kimselerce anla&#;&#;labilece&#;ini belirtmek için kullan&#;l&#;r.
Arka arkaya vermek: Birbirini korumak, kollamak, için birle&#;mek; dayan&#;&#;mak, yard&#;mc&#; olmak."Arka arkaya verirsek kar&#;&#;m&#;zda hiçbir güç duramaz."
Arka (s&#;rt) çevirmek: Birine eskiden duydu&#;u ilgiyi göstermemek, yabanc&#; gibi davranmak."&#;&#;lerim bozulunca bana s&#;rt çevirdi."
Arka ç&#;kmak: Birilerine kar&#;&#;, birini korumak; savunmak, kay&#;rmak."Babas&#; arka ç&#;kmasayd&#; onu bir güzel dövecekti."
Arkadan söylemek: Bir kimsenin bulunmad&#;&#;&#; yerde onun hakk&#;nda ileri geri konu&#;mak, dedikodusunu yapmak, çeki&#;tirmek."Adam&#;n arkas&#;ndan söylemeye utanm&#;yor musun?"
Arkadan vurmak: Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek."Onun beni arkamdan vuraca&#;&#; hiç akl&#;ma gelmezdi."
Arka kap&#;dan ç&#;kmak: Özellikle bir e&#;itim kurumundan, bir i&#; yerinden hiçbir varl&#;k gösteremeden, bir &#;ey ö&#;renemeden ayr&#;lmak."Övünüp durma, bilgine bak&#;l&#;rsa sen o okulun arka kap&#;s&#;ndan ç&#;km&#;&#;s&#;n."
Arkas&#; kesilmek: Tükenmek, bitmek, süregelen bir &#;eyin son bulmas&#;."Kiran&#;n da arkas&#; kesilirse ne yapar&#;z biz?"
Arkas&#;na dü&#;mek: 1. Birini gözden ay&#;rmayarak arkas&#;ndan gitmek. 2. Bir i&#;i sona erdirmek için çok s&#;k&#; çal&#;&#;mak."Arkas&#;na dü&#;mezsen nas&#;l elde edeceksin o evi?"
Arkas&#;nda dola&#;mak (gezmek): Bir i&#;i sonuca ba&#;lamak için ilgili yerlere giderek görü&#;me f&#;rsat&#; aramak, onlar&#;n yard&#;m&#;n&#; sa&#;lamak.
Arkas&#;n&#; getirememek: Ba&#;lad&#;&#;&#; i&#;i sürdürüp sona erdirememek, sonuçland&#;ramamak."Ne tembel adams&#;n, &#;u i&#;in arkas&#;n&#; getiremedin hâlâ!"
Arkas&#;n&#; s&#;vamak: &#;ltifat etmek, ok&#;amak, övmek, birisini bu yollar&#; kullanarak bir i&#;e sevk etmek."Arkas&#;n&#; s&#;vayarak yapt&#;r&#;yorum her i&#;i bu çocu&#;a."
Arkas&#;n&#; (birine) vermek: Bir kimsenin himayesinden güç almak."Arkas&#;n&#; kaymakama vermi&#; pervas&#;zca konu&#;uyor, yolu burdan geçirece&#;im diyor."
Arkas&#; (s&#;rt&#;) pek: 1. So&#;uktan muhafaza edecek biçimde giyinmi&#;, iyi giyinmi&#; olan. 2. Güçlü bir kimseye ya da yere güvenen."Ona göre hava ho&#;, çünkü karn&#; tok, s&#;rt&#; pek nas&#;l olsa!"
Arkas&#; (s&#;rt&#;) yere gelmemek: 1. Sars&#;lmamak, sa&#;lam ve sa&#;l&#;kl&#; durumunu sürdürmek. 2. Hiç yenilgi yüzü görmemek."Arkas&#; yere gelmemi&#; bir adam olarak kalmal&#; o."
Armudun sap&#; var, üzümün çöpü var demek: Hiçbir &#;eyi be&#;enmemek, her &#;eyin bir kusurunu bulmak.
Armut pi&#;, a&#;z&#;ma dü&#;: Bir i&#;in hiç emek harcamadan olmas&#;n&#;, kendili&#;inden haz&#;r olup aya&#;&#;na gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
Arpa boyu kadar gitmek: Pek az ilerlemek."Onca çabaya ra&#;men arpa boyu kadar gidebildim ancak."
Arpac&#; kumrusu gibi dü&#;ünmek: Derin derin ne yapaca&#;&#;n&#; bilemeden, çaresizlik içinde dü&#;ünüp durmak."Öyle arpac&#; kumrusu gibi ne dü&#;ünüp duruyorsun?"
Arpal&#;k yapmak: Bir yeri sürekli ç&#;kar kayna&#;&#; olarak kullanmak, sömürmek."Bat&#;l&#;lar ülkemizi arpal&#;k yapt&#;lar âdeta."
Art dü&#;ünce (niyet): Aç&#;&#;a vurulandan ayr&#;, gizli tutulan, as&#;l dü&#;ünce."Onun bizim hakk&#;m&#;zda art dü&#;üncelere sahip oldu&#;unu biliyorum."
As&#;p kesmek: 1. &#;&#;kence etmek, zalimce tav&#;rlarda bulunmak. 2. Tehdit etmek, zalimce davran&#;&#;larda bulunacakm&#;&#; gibi konu&#;mak."Dün haktan ve adaletten söz edenler, bugün iktidar olunca as&#;p kesmeye ba&#;lad&#;lar."
Ask&#;da kalmak: Bir engel ç&#;kmas&#; dolay&#;s&#;yla bir i&#;in sonuca varamamas&#;, yap&#;lamay&#;p öylece kalmas&#;."Senin gelmemen yüzünden bütün i&#;ler ask&#;da kald&#;."
Ask&#;ya almak: 1. Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir i&#;i zaman&#;nda yapmay&#;p savsaklamak. 2. Alt&#; bo&#;alm&#;&#; yap&#;y&#; dikmelerle tutturarak y&#;k&#;lmaktan kurtarmak."Söyle ona, o adamlar&#;n tayin i&#;lerini ask&#;ya als&#;n."
Ask&#;ya ç&#;karmak: Evlenecek kimselerin nikâhtan önceki durumlar&#;n&#; gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere as&#;lmas&#;, ilân edilmesi.
Aslan pay&#;: 1. Hak edilenden daha çok al&#;nan pay, en güçlünün ald&#;&#;&#; pay. 2. Bir bölü&#;mede en büyük pay."Aslan pay&#; Ahmet`e dü&#;tü."
Aslan yürekli: Y&#;lmaz, hiçbir &#;eyden korkmayan, yi&#;it, kahraman,"Aslan yürekli Mehmetçik dü&#;man&#; çil yavrusu gibi da&#;&#;tt&#;."
Asl&#; fasl&#; (astar&#;) olmamak: Yalan, as&#;ls&#;z olmak, gerçek pay&#; bulunmamak."Asl&#; astar&#; olmayan i&#;lerin içine sürükleme bizi."
Astar&#; yüzünden pahal&#; olmak: Bir i&#;in ayr&#;nt&#;s&#;na ödenen paran&#;n asl&#;na ödenen paradan fazla olmas&#;, gerçek de&#;erinden fazlaya mal olmas&#;."Elbiseyi diktin ama astar&#; yüzünden pahal&#; oldu."
Ast&#;&#;&#; ast&#;k, kesti&#;i kestik: Davran&#;&#;lar&#;ndan dolay&#; kimseye hesap vermeyen, istedi&#;i gibi davranan, çok sert kimseler için kullan&#;l&#;r.
A&#;a&#;&#;dan almak: Sert konu&#;an kimselere kar&#;&#; yumu&#;ak bir dil kullanmak."Biraz a&#;a&#;&#;dan al&#;rsan onun sana zarar vermesini kolayca önlersin."
A&#;a&#;&#; kurtarmaz: 1. Bundan ucuza verilmez. 2. Daha a&#;a&#;&#; bir durumu kendine lây&#;k görmez."Israr etme, bu araba daha a&#;a&#;&#; kurtarmaz."
A&#;a&#;&#; tükürsen sakal, yukar&#; tükürsen b&#;y&#;k: Sak&#;ncal&#; olu&#;lar&#; e&#;it olan iki kar&#;&#;t davran&#;&#;tan birine karar verememe zorunlulu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
A&#;a&#;&#; yukar&#;: Yakla&#;&#;k olarak, hemen hemen, tam de&#;il de tama yak&#;n."A&#;a&#;&#; yukar&#; on kilo gelir bu yük."
A&#;&#;k atmak: Birisiyle yar&#;&#;mak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yar&#;&#; etmek."Sen benimle a&#;&#;k atacak biri de&#;ilsin."
Ata et, ite ot vermek (yedirmek): Uygunsuz i&#; yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurlar&#; ters kullanmak; ki&#;ilere i&#;lerine yaramayan &#;eyi, ilgili olmad&#;klar&#; görevi vermek."Ata et, ite ot verilen bir ülkede dirlik düzenlik mi olurmu&#;?"
Ate&#; almak: 1. Yanmak, tutu&#;mak. 2. Ate&#;li silâh&#;n patlamas&#;. 3. Telâ&#;lanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, co&#;mak."Silâh birden ate&#; ald&#;."
Ate&#; bacay&#; sarmak: Bir i&#; ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak."Ate&#; bacay&#; sarmadan çabuk gidelim buradan!"
Ate&#; basmak: A&#;&#;r&#; ölçüde s&#;k&#;lmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta s&#;cakl&#;&#;&#;n artmas&#;, yüzün k&#;zarmas&#;."O nadide, paha biçilmez vazoyu k&#;r&#;nca bedenini birden bire ate&#; bast&#;."
Ate&#;e atmak: Birini çok tehlikeli bir i&#;e bile bile sokmak."Hiç ald&#;rmadan, biricik k&#;z&#;n&#; o adamla evlendirip ate&#;e atamazs&#;n de&#;il mi?"
Ate&#;e tutmak: 1. Ate&#;li silâhla mermi atmak. 2. Bir &#;eyi ate&#;in üzerinde tutarak &#;s&#;tmak."Zalim askerler zavall&#; köylüleri yayl&#;m ate&#;ine tuttular."
Ate&#;e vermek: 1. Bir yeri bilerek yak&#;p yok etmek. 2. A&#;&#;r&#; ölçüde telâ&#;land&#;rmak. 3. Bir toplumu, bir ülkeyi karga&#;al&#;k içine sürükleyerek y&#;k&#;ma u&#;ratmak."D&#;&#; güçler yerli i&#;birlikçilerle anla&#;arak ülkeyi ate&#;e verdiler."
Ate&#;ine (nâr&#;na) yanmak: Birinin yüzünden büyük haks&#;zl&#;&#;a u&#;ramak, zarar görmek."E&#;er bu mal&#; satamazsam senin ate&#;ine yanm&#;&#; olaca&#;&#;m."
Ate&#; kesilmek: 1. Çok k&#;zg&#;n, öfkeli davran&#;&#;lar göstermek. 2. Çok çal&#;&#;kan, hareketli ve becerikli olmak. 3. Ate&#;li silâhlarla yap&#;lan at&#;&#;a son vermek."Taraflar ate&#; kesilmesine raz&#; olmad&#;lar."
Ate&#;le oynamak: Çok tehlikeli, zarar verecek bir i&#;in üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir i&#;e giri&#;mek."B&#;rak o silâh&#; elinden! Ate&#;le oynad&#;&#;&#;n&#;n fark&#;nda m&#;s&#;n sen?"
Ate&#; pahas&#;na: Çok pahal&#;."Yeni daireler ate&#; pahas&#;, nas&#;l alaca&#;&#;z?"
Ate&#; püskürmek: Çok öfkeli olmak, a&#;&#;r sözler söylemek."Ö&#;retmen kap&#;y&#; k&#;ran ö&#;rencilere ate&#; püskürdü."
Ate&#;ten gömlek: &#;çinde bulunulan ac&#;, s&#;k&#;nt&#;l&#;, dayan&#;lmaz durumu anlatmak için söylenir."&#;flas etmem, ate&#;ten gömlek giymem demektir."
At&#; alan Üsküdar`&#; geçti: "F&#;rsat kaçt&#;, art&#;k yap&#;lacak &#;ey kalmad&#;" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Sen daha dur, at&#; alan Üsküdar`&#; çoktan geçti."
At&#; e&#;kin, k&#;l&#;c&#; keskin: Her bak&#;mdan güçlü, diledi&#;ini yapabilir."Zalimlere kar&#;&#; durmak m&#; istiyorsun? At&#;n e&#;kin, k&#;l&#;c&#;n keskin olmal&#;!"
At&#;n yü&#;rükse bin de kaç: &#;mkân&#;n varsa kendini kurtarmaya bak.
At&#;p tutmak: 1. Kendi gücünü a&#;aca&#;&#; i&#;ler yapaca&#;&#;n&#; söylemek, abart&#;l&#; konu&#;mak. 2. Birisinin arkas&#;ndan ileri geri konu&#;mak, kötü sözler etmek."Yüzüne kar&#;&#; söyle, arkas&#;ndan at&#;p tutma adam&#;n."
At oynatmak: 1. Ata hüner göstermek. 2. Bildi&#;i ve istedi&#;i gibi davranmak. 3. Belli bir alanda üstünlük kurmak."Meydan adamlara kald&#;, istedikleri gibi at oynat&#;yorlar."
Atsan at&#;lmaz, satsan sat&#;lmaz: &#;&#;e yaramad&#;&#;&#;, s&#;k&#;nt&#; verdi&#;i hâlde vazgeçilemeyen &#;eyler ve kimseler için kullan&#;l&#;r."Ne yapay&#;m, karde&#; i&#;te! Atsan at&#;lmaz, satsan sat&#;lmaz!"
Attan inip e&#;e&#;e binmek: Bulundu&#;u dereceden, mevkiden, önemli görevden daha a&#;a&#;&#; bir yere inmek veya al&#;nmak."Akl&#;n&#; ba&#;&#;na toplamazsan adam&#; i&#;te böyle attan indirip e&#;e&#;e bindirirler."
Avaz avaz ba&#;&#;rmak: Olanca gücüyle ba&#;&#;rmak; sesi yetti&#;i kadar, var gücüyle ba&#;&#;rmak."Tamam duyuyorum, öyle avaz avaz ba&#;&#;rma!"
Avucunun içine almak: Birini her dedi&#;ini yapar duruma getirmek, bask&#; ve etkisi alt&#;na almak."Kaymakam bütün kasabal&#;y&#; avucunun içine ald&#;."
Avucunu yalamak: Umdu&#;unu ele geçirememek, bekledi&#;ini elde edememek."Avucunu yalamak istemiyorsan harekete geç, sen de çal&#;&#;."
Avuç açmak: Yard&#;m istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma dü&#;mek."Yar&#;n avuç açmamak için bugünden çal&#;&#;mal&#;s&#;n."
Aya&#;a dü&#;mek: 1. Bir &#;eyin de&#;erini kaybetmesi. 2. Yalvar&#;r duruma gelmek. 3. &#;&#;e ilgisiz ve yetkisiz kimseler kar&#;&#;&#;r olmak."Sevinmeyin bo&#;una, bu i&#;i aya&#;a dü&#;ürmeyece&#;im hiçbir zaman."
Aya&#;a kalkmak: 1. Hasta iyi olmak. 2. Sayg&#; göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek. 3. Telâ&#;lanmak, heyecanlanmak. 4. Dikilmek, ayaklar&#; üzerinde durmak."Dedem nihayet aya&#;a kalkt&#;."
Aya&#;&#; (ayaklar&#; birbirine) dola&#;mak: Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayaklar&#; birbirine tak&#;lmak, sendelemek."Korkusundan zavall&#;n&#;n ayaklar&#; birbirine dola&#;t&#;."
Aya&#;&#; dü&#;mek: Bir yere u&#;ramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu dü&#;mek."Bu rezillikten sonra onun aya&#;&#;n&#;n buralara dü&#;ece&#;ini sanmam art&#;k."
Aya&#;&#; düze basmak: &#;&#;leri iyi gitmek, zorluklar&#; yenerek rahata kavu&#;mak."&#;u borcu da ödedik mi aya&#;&#;m&#;z düze basacak in&#;allah."
Aya&#;&#; ile gelmek: 1. Kendi iste&#;i ile gelmek. 2. Çok fazla emek sarf edilmeden elde edilmek."Adam aya&#;&#; ile geldi dayak yemeye."
Aya&#;&#;na ba&#; olmak: Bir i&#;ini yapmas&#;na, bulundu&#;u yerden ayr&#;lmas&#;na engel olmak."Bu çocuk aya&#;&#;ma ba&#; oldu, onu b&#;rak&#;p da bir yere gidemiyorum."
Aya&#;&#;na dola&#;mak (veya dolanmak): 1. Birisinin yapt&#;&#;&#; i&#;e engel olmak. 2. Ba&#;kas&#;na yapt&#;&#;&#; kötülük kendi ba&#;&#;na gelmek."&#;u köpe&#;i birisi ç&#;kars&#;n atölyeden, insan&#;n ayaklar&#;na dolan&#;yor."
Aya&#;&#;na gitmek: Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yan&#;na varmak."O baban senin, aya&#;&#;na gitmelisin."
Aya&#;&#;na kapanmak: Kendini küçük dü&#;ürerek yalvar&#;p yakarmak."&#;nsan ne birisinin aya&#;&#;na kapanmal&#;, ne de birisini aya&#;&#;na kapand&#;rmal&#;."
Aya&#;&#;na (ayaklar&#;na) kara su inmek: Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dola&#;maktan çok yorulmak."Seni aramaktan ayaklar&#;ma kara sular indi, nerelerdeydin Allah a&#;k&#;na!"
Aya&#;&#;n&#; çekmek: Daha önce gitti&#;i yere art&#;k u&#;ramaz olmak, ili&#;kiyi ve ilgiyi kesmek."Art&#;k onlardan elimi aya&#;&#;m&#; çektim."
Aya&#;&#;n&#; denk almak: Birilerinin kendisine kar&#;&#; yapacaklar&#; muhtemel kötülüklere kar&#;&#; uyan&#;k davranmak, tedbirli olmak."E&#;er aya&#;&#;n&#; denk almazsan o adamlar ba&#;&#;na bir i&#; açacaklar senin."
Aya&#;&#;n&#; kayd&#;rmak: Bir yolunu bularak birini bulundu&#;u i&#;ten, mevkiden uzakla&#;t&#;rmak."Adamca&#;&#;z&#;n hiç suçu yokken aya&#;&#;n&#; kayd&#;rd&#;lar, &#;imdi aç susuz dola&#;&#;yor."
Aya&#;&#;n&#; kesmek: 1. Bir yere gitmez, u&#;ramaz olmak. 2. Birini bir yere art&#;k u&#;ramaz duruma getirmek."Öyle korkutun ki o adam&#;n aya&#;&#; kesilsin bu meyhaneden?"
Aya&#;&#;n&#;n alt&#;na almak: 1. Ac&#;mas&#;zca, tekmelerle k&#;yas&#;ya dövmek. 2. Bir &#;eyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o &#;eyi tepmek."Önüne serilen bütün nimetleri aya&#;&#;n&#;n alt&#;na ald&#; hiç t&#;nmadan."
Aya&#;&#;n&#;n tozuyla: Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez."Adam&#; aya&#;&#;n&#;n tozuyla kodese t&#;kt&#;lar."
Aya&#;&#;n&#; sürümek: 1. Verilen bir görevi a&#;&#;rdan yapmak. 2. Bir yerden ayr&#;lmak üzere bulunmak. 3. Ölmek üzere olmak. 4. Halk inan&#;&#;&#;na göre birinin gelmesi, ard&#;ndan ba&#;kalar&#;n&#;n da gelmesine yol açmak."Aya&#;&#;n&#; m&#; sürüdün ne, senden sonra gelen misafirlerin say&#;s&#;n&#; Allah bilir ancak!"
Aya&#;&#;n&#; yorgan&#;na göre uzatmak: Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri a&#;mamak."Aya&#;&#;n&#; yorgan&#;na göre uzatmazsan ileride aç kal&#;rs&#;n."
Aya&#;&#; (ayaklar&#;) suya ermek (de&#;mek): Neden sonra akl&#; ba&#;&#;na gelmek, bir &#;eyin asl&#;n&#; anlamak, beklenen biçimde olmad&#;&#;&#;n&#; kavramak."Toy oldu&#;u için do&#;ruyu göremiyor, onun da aya&#;&#; suya erecek bir gün."
Ayak alt&#;nda kalmak: 1. Hor görülüp a&#;a&#;&#;lanmak, de&#;er verilmemek. 2. &#;nsanlar&#;n s&#;k gelip geçti&#;i yerde, kalabal&#;k içinde kalmak."Seyyar sat&#;c&#;lar&#;n pek ço&#;u ayak alt&#;nda kal&#;nacak bir yeri seçerler."
Ayak atmamak: Bir yere hiç gitmemek."O kente ayak atmad&#;m henüz."
Ayak diremek: Bir &#;eyde &#;srar etmek, kar&#;&#; koymak, kendi karar&#;ndan vazgeçmemek."Ayak diremeseydi çoktan evini y&#;km&#;&#; olacaklard&#;."
Ayaklar alt&#;na almak: Önem verilmesi gereken &#;eyleri hiçe saymak, çi&#;nemek."Babas&#;n&#;n onun için verdi&#;i emekleri ayaklar alt&#;na alarak o serserili&#;i seçti."
Ayaklar&#; geri geri gitmek: Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek."Ho&#;lanmad&#;&#;&#;m bu insanlar&#;n yan&#;na yakla&#;t&#;kça ayaklar&#;m geri geri gitmeye ba&#;lad&#;."
Ayakl&#; kütüphane: Çok &#;ey okumu&#;, her sorulana cevap veren, çok &#;ey bilen, okuduklar&#; akl&#;nda kalm&#;&#; kimse."Adam ayakl&#; kütüphaneydi sanki!"
Ayakta kalmak: 1. Bir zorluk kar&#;&#;s&#;nda y&#;k&#;lmamak, çökmemek. 2. Oturacak yer bulamamak."Gemi öyle kalabal&#;kt&#; ki hepimiz ayakta kald&#;k."
Ayak tak&#;m&#;: &#;&#;e yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, de&#;ersiz kimselerin bütünü."Mahallemizde ayak tak&#;m&#; gittikçe ço&#;al&#;yor."
Ayak uydurmak: 1. Ad&#;mlar&#;n&#; ba&#;kas&#;n&#;nkine uydurmak. 2. Kendi gidi&#; ve davran&#;&#;&#;n&#; ba&#;kas&#;n&#;nkine benzetmek."Bu bozuk topluma ayak uydurmak zorunda de&#;iliz."
Ayak üstü (üzeri): 1. K&#;sa süre içinde, acele olarak. 2. Ayakta durarak, ayakta dikilerek."Gel de &#;u büfede ayak üstü at&#;&#;t&#;ral&#;m biraz."
Ayasofya`da dilenip Sultanahmet`te sadaka (zekât) vermek: Kendisi ba&#;kas&#;n&#;n yard&#;m&#; ile geçinirken, gösteri&#; için elindekini ba&#;kalar&#;na yard&#;m amac&#;yla da&#;&#;tmak.
Ay&#;kla pirincin ta&#;&#;n&#;: Bir i&#;in oldukça kar&#;&#;&#;k, dola&#;&#;k, içinden ç&#;k&#;lmas&#; güç oldu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r."Durup dururken adama olmad&#;k sözler söylemi&#;, &#;imdi ay&#;kla pirincin ta&#;&#;n&#;!"
Ay&#;l&#;p bay&#;lmak: 1. Sinir krizi geçirmek, bunal&#;ma dü&#;mek. 2. Birini kendinden geçercesine sevmek, be&#;enmek."Her kan görü&#;ünde ay&#;l&#;p bay&#;l&#;yor."
Ayran&#; kabarmak: Öfkelenmek, k&#;z&#;p ba&#;&#;rmak; co&#;mak."O konu&#;tukça adam&#;n elleri titriyor, ayran&#; kabard&#;kça kabar&#;yordu."
Ayvaz kasap hep bir hesap: "Ha öyle ha böyle, ikisi de bir; hangi yolu seçersek seçelim ayn&#; sonuca var&#;r" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Ayyuka ç&#;kmak: 1. Pek yükselmek (ses için). 2. Herkesçe duyulmak, yay&#;lmak (dedikodu için)."Öyle k&#;zg&#;nd&#; ki sesi ayyuka ç&#;k&#;yordu."
Aza ço&#;a bakmamak: Eline geçenle yetinmek, tok gözlü olmak.
Azizlik etmek: &#;aka ile tak&#;lmak, muziplik etmek, &#;aka ile aldatmak."Osman azizlik etmeye bay&#;l&#;r."
Baba adam: A&#;&#;r ba&#;l&#;, iyi yürekli, olgun, ho&#;görülü, ya&#;l&#;ca adam."Ne baba adamm&#;&#; me&#;er, ailesinden de&#;il, kom&#;ular&#;ndan bile kimseyi ihmal etmedi."
Babas&#; tutmak (veya babalar&#; üstünde olmak): Çok fazla öfkelenmek, k&#;zg&#;nl&#;&#;&#; her hâliyle belli olmak."&#;&#; meselesini konu&#;amad&#;m, çünkü babalar&#; üstündeydi odas&#;na girdi&#;imde."
Babana rahmet: "Yapt&#;&#;&#;n i&#;, söyledi&#;in söz çok yerinde; Allah senden raz&#; olsun" anlam&#;nda ho&#;nutluk, memnunluk bildirmek için kullan&#;l&#;r.
Baba oca&#;&#; (evi veya yurdu): Dededen, babadan kalma ev; toprak, yurt."Borçlar&#; yüzünden baba evini satmak zorunda kald&#;."
Babas&#;n&#;n hayr&#;na (m&#;?): Hiçbir ç&#;kar gözetmeksizin."Babas&#;n&#;n hayr&#;na m&#; yapt&#; san&#;yorsun senin i&#;ini?"
Ba&#; bozmak (ba&#;bozumu): 1. Ba&#;da son kalan ürünün toplanmas&#;. 2. Bu i&#;lerin yap&#;ld&#;&#;&#; mevsim (güz), gün."Ba&#;bozumu besmele ile ba&#;larsa bereketli olur."
Ba&#;r&#;na basmak: 1. Kucaklamak, kollar&#; ile sararak gö&#;süne yaslamak. 2. Birini gözetip kay&#;rmak, koruyup yeti&#;tirmek."Amcas&#;, ye&#;enini ba&#;r&#;na basmakta geçikmedi."
Ba&#;r&#;na ta&#; basmak: U&#;rad&#;&#;&#; zarara, felakate sesini ç&#;karmadan katlanmak."Evi y&#;k&#;lan Hasan ba&#;r&#;na ta&#; basmaktan ba&#;ka bir yol bulamad&#;."
Ba&#;r&#;n&#; delmek: &#;çine i&#;lemek, pek dokunmak, dertli olmas&#;na yol açmak."Yurdundan kovulmas&#;, &#;airin ba&#;r&#;n&#; deldi."
Ba&#;r&#; yan&#;k: Çok ac&#; çekmi&#;; dert, s&#;k&#;nt&#;, darl&#;k, kah&#;r görmü&#;; yasl&#;."Nice ba&#;r&#; yan&#;k insanlar ya&#;am&#;&#; bu topraklarda."
Bahse girmek: Görü&#;ünde veya iddias&#;nda hakl&#; ç&#;kacak tarafa bir &#;ey verilmesini kabul eden sözlü anla&#;ma yapmak."Erken kalkmak konusunda onunla bahse girdik."
Baht&#; kara: Mutsuz, dertten kurtulamayan, i&#;leri hep ters giden."Allah&#;m, &#;u baht&#; kara kuluna yard&#;m et de düzlü&#;e ç&#;ks&#;n!"
Baklay&#; a&#;z&#;ndan ç&#;karmak: Sabr&#; tükenip o zamana kadar saklad&#;&#;&#; &#;eyleri söylemek."Yeter art&#;k, ç&#;kar a&#;z&#;ndan &#;u baklay&#;!"
Bal alacak çiçe&#;i bilmek: Ç&#;kar sa&#;lanacak yeri veya &#;eyi bulmak, bu konuda nas&#;l hareket edilece&#;ini bilmek."Onun bal alacak çiçe&#;i bilmede üstüne yoktur."
Bald&#;r&#; ç&#;plak: &#;&#;siz güçsüz, serseri, ba&#;&#; bo&#;, ayak tak&#;m&#;ndan."Sokaklar bald&#;r&#; ç&#;plaklardan geçilmiyor."
Bal dök (de) yala: Bir yerin çok temiz, p&#;r&#;l p&#;r&#;l oldu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r."Oday&#; öyle elden geçirmi&#; ki bal dök de yala!"
Balgam atmak: Bir i&#; ya da konu üzerinde ku&#;ku uyand&#;racak söz söylemek."Lütfen sus, ortaya bir balgam at&#;p da insan&#; huzursuz etme."
Bal gibi: 1. Çok tatl&#;. 2. Çok iyi, adamak&#;ll&#;, pekâlâ."Bal gibi i&#;, daha ne duruyorsun?"
Bal&#;k etinde: Ne &#;i&#;man, ne zay&#;f; biçimli, kilosu yerinde olan.
Bal&#;k istifi: Çok s&#;k&#;&#;&#;k bir durumda."Otobüs, bal&#;k istifi gibi yerle&#;mi&#; insanlar&#; zor ta&#;&#;yordu."
Bal&#;k kava&#;a ç&#;k&#;nca: Gerçekle&#;mesi mümkün olmayacak i&#;leri anlatmak için kullan&#;l&#;r."O k&#;z, o çocukla ancak bal&#;k kava&#;a ç&#;k&#;nca evlenir."
Balon uçurmak: &#;lgililerin ne diyeceklerini anlamak veya insanlar&#;n telâ&#;lanmalar&#;n&#; sa&#;lamak amac&#;yla asl&#; olmayan bir haber yaymak."Askerli&#;in k&#;salmas&#;yla ilgili bir balon uçurdu, buna sonra kendisi de inanmaya ba&#;lad&#;."
Balta olmak: Musallat olmak, as&#;lmak, direnerek bir &#;ey istemek, istedi&#;ini yapt&#;rmak için sürekli &#;srar etmek."&#;nsan&#;n ba&#;&#;na balta olan ki&#;ileri sevmek mümkün de&#;il."
Baltay&#; ta&#;a vurmak: Bilmeyerek kar&#;&#;s&#;ndakini k&#;racak söz söylemek, pot k&#;rmak."Baltay&#; ta&#;a vurunca öyle utand&#; ki sormay&#;n gitsin."
Bam teline basmak: Bir kimseyi, duyarl&#;l&#;k gösterdi&#;i konuda k&#;zd&#;racak söz söylemek, öfkelendirecek bir &#;ey yapmak."Bir insan&#; delirtmek mi istiyorsun? Onun bam teline basacaks&#;n."
Bana m&#;s&#;n dememek: Ald&#;r&#;&#; etmemek, ona hiçbir &#;ey etkili olmamak."S&#;rt&#;na o kadar yük vurdular, adam yine de bana m&#;s&#;n demedi."
Barut f&#;ç&#;s&#;: Her an kar&#;&#;&#;kl&#;k, kavga ve sava&#;&#;n ç&#;kaca&#;&#; yer."Nereden ç&#;kt&#;&#;&#; belli olmayan bir ses, meydan&#; bir anda barut f&#;ç&#;s&#;na döndürdü."
Barut kesilmek: Çok öfkelenmek, k&#;zmak, sinirlenmek."Elektri&#;i ba&#;lanmayan adam barut kesilmi&#;, etrafa ba&#;&#;r&#;p duruyordu."
Bas&#;p gitmek: Akl&#;na koydu&#;u &#;eyi yapmak amac&#;yla, o an bulundu&#;u yerden kimseye dan&#;&#;madan ayr&#;lmak."Öyle her akl&#;na esti&#;inde bas&#;p gidemezsin buradan."
Basireti ba&#;lanmak: Gerçe&#;i göremez, iyi dü&#;ünüp kavrayamaz bir duruma dü&#;mek."Öylece kalakald&#;m, ne yapaca&#;&#;m&#; bilemiyorum, basiretim ba&#;land&#; âdeta."
Bask&#;n ç&#;kmak: Üstünlü&#;ünü göstermek, kar&#;&#;s&#;ndakini geçmek."Ko&#;uda de&#;il, ancak güre&#;te bask&#;n ç&#;kar&#;m ona."
Bast&#;&#;&#; yeri bilmemek: 1. Çok fazla sevinmek. 2. Dengesiz hareketlerde bulunmak, durumunu kontrol edememek, &#;a&#;k&#;nl&#;ktan nerede oldu&#;unu bilememek."E&#;inin ölümünden sonra bast&#;&#;&#; yeri bilmez bir adam oldu."
Baston (kaz&#;k) yutmu&#; gibi: Dimdik duran, yürüyen kimsenin durumu."Baston yutmu&#; gibi ortal&#;kta dola&#;&#;p da asab&#;m&#; bozma!"
Ba&#;a ba&#; (gelmek): Birbirine denk, e&#;it olmak; birlikte olmak."Tak&#;mlar ba&#;a ba&#; bir mücadele verdiler."
Ba&#;a ç&#;karmak: 1. Bir i&#;i bitirmek, sona erdirmek, ba&#;armak. 2. Bir ki&#;iye a&#;&#;r&#; ölçüde ilgi gösterip çok &#;&#;martmak."Ona biraz daha yüz verirsen ba&#;&#;na ç&#;kacak, söyledi&#;ini yapmayacak."
Ba&#;a ç&#;kmak: Gücünün üstünlü&#;ünü kan&#;tlamak, bir &#;eye gücü yetmek."Onunla ba&#;a ç&#;kabilirim, merak etme sen."
Ba&#;a geçmek: 1. En üstün yeri almak. 2. Herhangi bir konu önemce ilk s&#;ray&#; almak."Ülkede ekonomik yolsuzluklar ba&#;a geçti."
Ba&#;a gelmek: Kötü bir duruma u&#;ramak."Kim demi&#; ba&#;a gelen çekilir diye?"
Ba&#;a güre&#;mek: 1. Ya&#;l&#; güre&#;te ba&#;pehlivanl&#;k için güre&#;mek. 2. En üstün sonucu almak için mücadele etmek, yar&#;&#;mada birincili&#;i almak için u&#;ra&#;mak."Tak&#;m&#;m&#;z öteden beri ba&#;a güre&#;ir."
Ba&#; a&#;r&#;s&#;: Varl&#;&#;&#; tedirginlik verici &#;ey, rahats&#;z edici kimse."Sen ne ba&#; a&#;r&#;s&#; bir adamm&#;&#;s&#;n me&#;er!"
Ba&#; a&#;r&#;tmak: Yerli yersiz konu&#;arak, gereksiz sözler söyleyerek, çok konu&#;arak birisini rahats&#;z etmek."Ba&#; a&#;r&#;tmakta üstüne yoktur senin."
Ba&#;a (ba&#;&#;na) kakmak: Yap&#;lan iyili&#;i yüzüne vurarak birisini üzmek, incitmek."Üç kuru&#; verdi, üç gün geçmeden ba&#;&#;na kakt&#;."
Ba&#; alamamak: Çok u&#;ra&#;t&#;ran bir konudan kurtulup da vakit ve f&#;rsat bulamamak."&#;u çocuklarla u&#;ra&#;maktan ba&#; alam&#;yorum ki sana geleyim."
Ba&#; a&#;a&#;&#; gitmek: Sürekli kötüle&#;mek, zarar görmek."Ba&#; a&#;a&#;&#; giden i&#;lerinin önünü alamad&#; bir türlü."
Ba&#; ba&#;a kalmak: Biriyle yaln&#;z kalmak, iki ki&#;i bir arada yaln&#;z kalmak."Misafirler gittikten sonra ba&#; ba&#;a kald&#;lar."
Ba&#; ba&#;a (kafa kafaya) vermek: Birbirinin dü&#;üncesinden yararlanmak üzere birkaç ki&#;i toplan&#;p bir konuyu görü&#;mek, bir konuda dertle&#;mek."Bu sorunu ancak ba&#; ba&#;a vermekle çözebiliriz."
Ba&#; belâs&#;: Sürekli rahats&#;z eden, yük olan, bir kimseye musallat olup s&#;k&#;nt&#; veren ve uzakla&#;t&#;r&#;lamayan ki&#;i ya da &#;ey."&#;u ba&#; belâs&#; adam&#; uzakla&#;t&#;r&#;rsan&#;z sevindirirsiniz beni."
Ba&#; çekmek: Ön ayak olmak, öncülük etmek."Hayat&#; boyunca ba&#; çeken bir adam olarak ya&#;ad&#;."
Ba&#; edememek: Gücü yetmemek, ba&#;ar&#; kazanamamak, bir i&#;i ba&#;armakta zorluk çekmek."&#;u uysal insanlarla ba&#; edemezsen kiminle edeceksin!"
Ba&#; e&#;mek: Direnmekte vazgeçip güçlünün buyru&#;una girmek, teslim olmak."Türk milletine ba&#; e&#;diremezsin."
Ba&#; göstermek: Ortaya ç&#;kmak, belirmek, vuku bulmak."Milletimiz ba&#; gösteren bu yeni fikri k&#;sa zamanda benimseyecektir."
Ba&#; göz etmek: Evlendirmek."&#;u k&#;z&#; da bir ba&#; göz edersem gözüm arkada kalmayacak."
Ba&#;&#; a&#;r&#;mak: Bir i&#;ten dolay&#; sorumlu duruma dü&#;mek, kaygu çekmek."Sana güveniyorum, ba&#;&#;m&#; a&#;r&#;tmayaca&#;&#;na eminim, haydi güle güle git."
Ba&#;&#; alt&#;ndan ç&#;kmak: Kötü bir &#;ey, kötü bir durum, birinin gizli düzeni ve tertibiyle meydana gelmek."Böyle &#;eyler bilirim ki senin ba&#;&#;n&#;n alt&#;ndan ç&#;kar, &#;imdi bana do&#;ruyu söyle, kim k&#;rd&#; vazoyu."
Ba&#;&#; ba&#;l&#; olmak: 1. Evli ya da ni&#;anl&#; olmak. 2. Serbest, özgür olmayan, bir yere ba&#;&#;ml&#; olan."Nihayet o&#;lan&#;n da ba&#;&#;n&#; ba&#;lad&#;k."
Ba&#;&#; bo&#; b&#;rakmak: Bir kimsenin üzerindeki denetimi ve gözetimi kald&#;rmak, kendi bildi&#;ine b&#;rakmak."Çocuk dedi&#;in ba&#;&#; bo&#; b&#;rak&#;lmaya gelmez."
Ba&#;&#; darda kalmak (ba&#;&#; dara dü&#;mek): Çok s&#;k&#;nt&#;l&#;, çaresiz bir durumda olmak; paras&#;zl&#;ktan dolay&#; güç bir durumda kalmak."Ba&#;&#; darda kalan insanlara yard&#;m etmek insanl&#;k borcudur."
Ba&#;&#; derde girmek: Can s&#;k&#;c&#;, üzücü, istemedi&#;i bir duruma dü&#;mek."&#;u kendini bilmez adamla ba&#;&#;m derde girsin istemiyorum."
Ba&#;&#; dik gezmek: Utan&#;lacak bir durumu olmadan, onurlu &#;ekilde toplumda yer almak."Ba&#;&#; dik gezen insanlar&#; sevmemek elde de&#;il."
Ba&#;&#; dönmek: 1. Bir &#;ey kar&#;&#;s&#;nda &#;a&#;&#;rmak. 2. S&#;k&#;nt&#; meydana getiren bir durum kar&#;&#;s&#;nda bunalmak. 3. Dengesini yitirmek, gözleri kararmak; çevresi karar&#;yor, dönüyor, kay&#;yor duygusu içinde sars&#;lmak."Çabuk durdur arabay&#;, ba&#;&#;m dönmeye ba&#;lad&#;."
Ba&#;&#; gö&#;e ermek: Beklenmeyen, umulmayan bir mutlulu&#;a, sevince ula&#;mak."Üç kuru&#; zam yap&#;ld&#; diye maa&#;&#;na, ba&#;&#; gö&#;e erdi san&#;yor; bilmiyor ki enflasyon bir ay sonra alacak o zamm&#; elinden."
Ba&#;&#; kalabal&#;k (olmak): Bir i&#; dolay&#;s&#;yla yan&#;nda çok fazla ki&#;i olmak."Kusura bakma, ba&#;&#;m kalabal&#;kt&#; bugün, seni arayamad&#;m."
Ba&#;&#;na belây&#; sat&#;n almak: S&#;k&#;nt&#;, üzüntü ve tedirginlik verici oldu&#;unu sonradan anlad&#;&#;&#; bir i&#;e kendi iste&#;i ile girmi&#; bulunmak."Nereden girdim bu in&#;aat i&#;ine, durup dururken ba&#;&#;ma belây&#; sat&#;n ald&#;m."
Ba&#;&#;na bir hâl gelmek: Büyük, içinden ç&#;k&#;lmas&#; zor güçlüklerle kar&#;&#;la&#;mak; kötü duruma dü&#;mek."Gece gitme, ba&#;&#;na bir hâl gelir diye korkuyorum."
Ba&#;&#;na buyruk: Diledi&#;ini izin almaks&#;z&#;n yapan, istedi&#;i gibi davranan."Sizin çocuk da amma ba&#;&#;na buyruk bir çocuk olmu&#;."
Ba&#;&#;na çalmak: Bir &#;eyi sert, öfkeli ve k&#;zg&#;n bir davran&#;&#; içinde vermek."Al da ba&#;&#;na çal bu sap&#; k&#;r&#;k küre&#;i."
Ba&#;&#;na çorap örmek: Bir kimseye, haberi olmadan, kötü duruma sokucu davran&#;&#;ta bulunmak, alt etmek için gizlice plân kurmak."Onun ba&#;&#;na bir çorap örecekler diye korkuyorum."
Ba&#;&#;na çökmek: 1. &#;&#;tahla sofraya oturmak. 2. Bir i&#;i çabuk bitirmek üzere oturup ele almak. 3. Birini alt&#;na al&#;p dövmek."Birkaç ki&#;i utanmadan zavall&#; adam&#;n ba&#;&#;na çöktüler."
Ba&#;&#;na devlet ku&#;u konmak: Ummad&#;&#;&#;, beklemedi&#;i bir nimete ya da varl&#;&#;a kavu&#;mak."Nas&#;l ald&#; bu kö&#;kü? Ba&#;&#;na devlet ku&#;u mu kondu dersin?"
Ba&#;&#;na dolamak: &#;çinden ç&#;k&#;lmas&#; zor bir i&#;i birine musallat etmek."Bu i&#;i benim ba&#;&#;ma dolayanlar, dilerim hiçbir zaman onmazlar!"
Ba&#;&#;na i&#; açmak: U&#;ra&#;t&#;r&#;c&#; ve üzücü bir i&#;in ç&#;kmas&#;na yol açmak."B&#;rak o b&#;ça&#;&#; elinden, hiç yoktan ba&#;&#;na i&#; açacaks&#;n."
Ba&#;&#;nda kavak yeli esmek: 1. Sorumluluk duygusundan uzak, zevk ve e&#;lence pe&#;inde ko&#;mak (genç için). 2. Gerçekle&#;meyecek &#;eyler dü&#;ünerek vakit geçirmek."Bu çocuk da büyümedi bir türlü, hâlâ ba&#;&#;nda kavak yelleri esiyor."
Ba&#;&#;ndan atmak: 1. Gereksiz görülen bir ba&#;l&#;l&#;&#;a, bir ili&#;kiye son vermemek; bir istekte bulunan ki&#;iyi yan&#;ndan uzakla&#;t&#;rmak. 2. Yap&#;lmas&#; zor bir i&#;i yapmaktan kendini kurtarmak ya da o i&#;i bir ba&#;kas&#;na yüklemek."K&#;sa zamanda o i&#;i ba&#;&#;ndan atmas&#;n&#; becerdi."
Ba&#;&#;ndan a&#;a&#;&#; kaynar sular dökülmek: Çok kötü, üzücü, s&#;k&#;nt&#; verici ya da utand&#;r&#;c&#; bir olay kar&#;&#;s&#;nda vücudunu ter basmak, ürpermek."Babas&#;n&#; kar&#;&#;s&#;nda görünce ba&#;&#;ndan a&#;a&#;&#; kaynar sular döküldü."
Ba&#;&#;ndan büyük i&#;lere giri&#;mek (veya kalk&#;&#;mak): Gücünün üstünde olan i&#;leri yapmaya kalk&#;&#;mak."Çekil lütfen, ba&#;&#;ndan büyük i&#;lere kalk&#;&#;&#;p da kendini rezil etme bari."
Ba&#;&#;ndan korkmak: Hayat&#;ndan kayg&#; duymak, cezaland&#;r&#;lmaktan korkmak."Dü&#;man topraklar&#;na girince ba&#;&#;ndan korkmaya ba&#;lad&#;."
Ba&#;&#;n&#; a&#;r&#;tmak: 1. Gereksiz sözlerle birini bunaltmak. 2. Bir i&#; için birini u&#;ra&#;t&#;rmak, s&#;kmak."Yeter art&#;k, bu i&#; için ba&#;&#;m&#; a&#;r&#;t&#;p durma."
Ba&#;&#;n&#; al&#;p gitmek: Nereye gidece&#;ini bildirmeden, izin almadan gitmek."&#;çine dü&#;tü&#;ü s&#;k&#;nt&#;dan kurtulamayan adam ba&#;&#;n&#; al&#;p gitti."
Ba&#;&#;n&#; ba&#;lamak: Evlendirmek."Askerli&#;i biten Ali`nin ba&#;&#;n&#; ba&#;lamay&#; dü&#;ünen annesi kollar&#; hemen s&#;vad&#;."
Ba&#;&#;n&#; belâya sokmak: Bir kimseyi, zarar görece&#;i, kötü sonuçlarla kar&#;&#;la&#;aca&#;&#; bir i&#;e sokmak."O&#;lan&#;n da ba&#;&#;n&#; belâya sokacaklar diye ödüm kopuyor."
Ba&#;&#;n&#; bir yere ba&#;lamak: Bir i&#;e yerle&#;tirmek, i&#;sizlikten kurtarmak."Çok geçmeden o&#;lunun da ba&#;&#;n&#; bir yere ba&#;lamay&#; becerdi."
Ba&#;&#;n&#; bo&#; b&#;rakmak: Denetimsiz, yaln&#;z ve serbest b&#;rakmak."Bu çocu&#;un ba&#;&#;n&#; bo&#; b&#;rakma, yoksa ba&#;&#; belâya girecek."
Ba&#;&#;n&#; derde sokmak: S&#;k&#;c&#;, yorucu, üzücü bir i&#;e girmek veya getirilmek."Tan&#;mad&#;&#;&#; adamlarla i&#;e giri&#;ince ba&#;&#;n&#; derde soktu."
Ba&#;&#;n&#; dinlemek: Sessiz, sakin bir ortama çekilmek; kalabal&#;ktan ve gürültüden uzakla&#;mak."Emekli olur olmaz ba&#;&#;m&#; dinleyecek bir kö&#;e arayaca&#;&#;m"
Ba&#;&#;n&#; ezmek: Birini hareket edemez, kötülük yapamaz ya da ba&#;&#;n&#; kald&#;r&#;p bir i&#;i göremez duruma getirmek."Zalimlerin ba&#;&#;n&#; ezecek adamlara bugün ne kadar ihtiyaç var!"
Ba&#;&#;n&#; ka&#;&#;maya (ka&#;&#;yacak) vakti olmamak: Çok me&#;gul olmak, ba&#;ka bir i&#;i yapmaya hiç vakti olmamak."Bana yükleme o i&#;i, çünkü ba&#;&#;m&#; ka&#;&#;yacak vaktim yok."
Ba&#;&#;n&#;n çaresine bakmak: Kimsenin yard&#;m&#; olmadan kendi i&#;ini kendi yapmak, kendini zor durumdan kurtarmak."Benden sana fayda yok, ba&#;&#;n&#;n çaresine baksan iyi olacak."
Ba&#;&#;n&#;n derdine dü&#;mek: Ba&#;ka bir &#;eyle ilgilenemeyecek kadar s&#;k&#;nt&#;l&#;, üzücü ve tehlikeli bir duruma çare bulmaya çal&#;&#;mak."Adam&#;n bize ald&#;raca&#;&#; yok, baksana ba&#;&#;n&#;n derdine dü&#;mü&#;."
Ba&#;&#;n&#;n etini yemek: Sürekli olarak, b&#;kt&#;r&#;ncaya kadar, &#;srarla birinden bir &#;ey istemek; bu sebeple onu rahats&#;z edip üzmek."Tamam k&#;z&#;m, alaca&#;&#;z o oyunca&#;&#;, yeter ba&#;&#;m&#;n etini yedi&#;in!"
Ba&#;&#;n&#; ta&#;tan ta&#;a vurmak: F&#;rsat&#; kaç&#;rd&#;&#;&#; için çok pi&#;man olmak, çaresiz kalarak kah&#;rlanmak."Zaman&#;nda eve gidip hasta çocu&#;u doktora götürmedi&#;i için ba&#;&#;n&#; ta&#;tan ta&#;a vuruyordu."
Ba&#;&#;n&#; vermek: Bir ideal u&#;runda kendini feda etmek, can&#;n&#; vermek."Yi&#;itler ba&#;&#;n&#; vermesiydi bu ülke dü&#;manlardan kurtulur muydu?"
Ba&#;&#;n&#; yemek: Bir kimsenin büyük zarar görmesine ya da ölmesine yol açmak."Ruhsuz herifler adam&#;n ba&#;&#;n&#; yemek için yar&#;&#;a giri&#;tiler."
Ba&#;&#; s&#;k&#;&#;mak (s&#;k&#;lmak): Herhangi bir güçlük kar&#;&#;s&#;nda kalmak, bunalmak."Onun görevi, ba&#;&#; s&#;k&#;&#;an insanlara yard&#;m etmektir."
Ba&#;&#; tutmak: 1. Önde olmak. 2. Gürültüden, üzüntüden ve çok konu&#;madan ba&#;&#; a&#;r&#;mak."Kesin art&#;k &#;u dedikoduyu, yoksa ba&#;&#;m tutacak!"
Ba&#; koymak: Bir &#;ey u&#;runa ölümü göze almak."Çekil önümden ben bu yola ba&#; koydum."
Ba&#; kö&#;e: Sayg&#; duyulan, önder say&#;lan büyüklerin oturmas&#; için ayr&#;lan yer."Ba&#; kö&#;eye oturmak onun her zaman hakk&#;d&#;r."
Ba&#; sallamak: 1. Anlasa da anlamasa da kar&#;&#;s&#;ndakinin her sözünü uygun bulur görünmek."Her &#;eye ba&#; sallayan insanlardan hiç ho&#;lanmam."
Ba&#; tac&#; etmek: De&#;er vermek, çok üstün tutmak, çok sevmek."Babalar&#;n&#; ba&#; tac&#; ettiler, toz kondurmuyorlar adama."
Ba&#;tan a&#;a&#;&#;: Tamam&#;yla, hepsi, bütünüyle."Evi ba&#;tan a&#;a&#;&#; boyad&#;lar."
Ba&#;tan kara gitmek: Sonunu dü&#;ünmeyerek, hatta sonucun kötü oldu&#;unu bildi&#;i hâlde hesaps&#;z, batarcas&#;na bir yol tutmak; felâkete do&#;ru gitmek."Bu ba&#;tan kara gitti&#;in hayata art&#;k bir son vermelisin."
Ba&#;tan savma: Üstün körü, özen gösterilmeden, geli&#;i güzel."Yapt&#;&#;&#;n i&#;in tamamen ba&#;tan savma oldu&#;u ne kadar aç&#;k."
Ba&#; üstünde yeri var: "Sevgi, ilgi ve sayg&#; ile kar&#;&#;lan&#;p a&#;&#;rlan&#;r." anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Durmas&#;n gelsin, ba&#; üstünde yeri var."
Ba&#; vermek: 1. &#;nand&#;&#;&#; bir &#;ey u&#;runda ölmek, can&#;n&#; vermek. 2. Belirmek, kimi bitkilerin ba&#;ak tutmaya ba&#;lamas&#;."Ekti&#;imiz bu&#;daylar ba&#; vermeye ba&#;lad&#;."
Ba&#; vurmak: 1. Müracaat etmek, bir i&#;in yap&#;lmas&#;n&#; bir kimse veya kurulu&#;tan istemek. 2. Bilgi edinmek üzere bir kayna&#;a bakmak, bir kimseye dan&#;&#;mak."Vakit geçirmeden ansiklopediye bakal&#;m da ö&#;renelim."
Ba&#; yemek: 1. Sofrada en önemli yemek. 2. Birinin ölümüne sebep olmak. 3. Birinin herhangi bir i&#;te güç durumda kalmas&#;na yol açmak."Adam&#;n ba&#;&#;n&#; sebepsiz yere yediler, &#;imdi çoluk çocuk aç kalacak."
Batt&#; bal&#;k yan gider: "&#;&#;lerin kötü gitti&#;ine, düzelmeyece&#;ine, bu konuda da umut kalmad&#;&#;&#;na göre art&#;k istenildi&#;i gibi davran&#;labilir, ne olursa olsun" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Ald&#;rma, üzülme art&#;k, batt&#; bal&#;k yan gider."
Bayrak açmak: 1. Bir dava yolunda toplanmaya ça&#;&#;rmak. 2. Gönüllü asker toplamaya giri&#;mek."Dü&#;mana kar&#;&#; yurdun dört bir yan&#;nda bayrak açan yurtseverler sonunda amaçlar&#;na ula&#;t&#;lar."
Bayram etmek: Çok sevinmek."Oyuncaklar&#; görünce çocuklar bayram etti."
Belâ aramak: Kavga ç&#;kararak, önüne gelene çatarak ya da ba&#;ka sebeplerle kendisi için tehlikeli bir durum olu&#;mas&#;na yol açmak."B&#;rak sövmeyi, belâ m&#; ar&#;yorsun ba&#;&#;na?"
Belâs&#;n&#; bulmak: Kendi yol açt&#;&#;&#; tehlikeli bir durumun içine dü&#;mek, hak etti&#;i cezay&#; görmek."Adam nihayet belâs&#;n&#; buldu."
Belây&#; sat&#;n almak: Kendi davran&#;&#;lar&#; yüzünden tehlikeyi üstüne çekmek."Köylülerle biraz daha u&#;ra&#;&#;rsak belây&#; sat&#;n alaca&#;&#;z, haydi gidelim buradan."
Bel ba&#;lamak: Güvenmek, birisinin kendisine yard&#;m edece&#;ine inanmak, inan&#;p arkas&#;ndan gitmek."&#;nsano&#;luna bel ba&#;lan&#;lmaz."
Beli bükülmek: 1. Ya&#;l&#;l&#;k yüzünden güçsüz kalmak, bir i&#; yapamaz duruma gelmek. 2. Üzüntü ve kederden ruhsal bir çöküntüye dü&#;mek."&#;flas eden &#;u genç adam&#;n bir y&#;lda beli büküldü."
Belini do&#;rultmak: Kötüye giden durumunu yeniden düzeltmek, güçlenmek, kaybetti&#;i itibar&#;n&#; ve ekonomik gücünü yeniden kazanmak."Adam k&#;sa zamanda belini do&#;rulttu."
Belini k&#;rmak: 1. Birini bir &#;ey yapamaz duruma getirmek. 2. Bir i&#;in en güç taraf&#;n&#; yapmak."Tarlan&#;n ortas&#;ndan &#;u tümse&#;i de kald&#;rd&#;k m&#; i&#;in belini k&#;rm&#;&#; say&#;l&#;r&#;z, art&#;k gerisi kolay olacakt&#;r."
Bel vermek: (Dik &#;eylerin) d&#;&#;ar&#;ya do&#;ru, (yatay &#;eylerin de) a&#;a&#;&#;ya do&#;ru kamburla&#;mak."Yeni ördü&#;ümüz duvar bel verdi."
Ben hanc&#;, sen yolcu (oldukça): "Özel ili&#;kilerimiz sürüp gittikçe senin bana i&#;in dü&#;er" ya da "Nas&#;l olsa yine kar&#;&#;la&#;aca&#;&#;z" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Demek &#;u küçük paketi götürmüyorsun, öyle olsun, ben hanc&#; sen yolcu, bugünün yar&#;n&#; da vard&#;r."
Benlik dâvas&#;: Önde görünmek, her &#;eyde söz sahibi olmak, her &#;eyi kendi dü&#;üncesine uydurmak, hep dedi&#;ini yapt&#;rmak çabas&#; ve tutkusu."Benlik dâvas&#; güden insanlar bir yere varamazlar."
Benzi atmak: Bir sebepten ötürü ans&#;z&#;n yüzünün rengi sararmak, solmak."Askerleri kar&#;&#;s&#;nda görünce benzi att&#;."
Bereket versin: 1. "Allah size bol kazanç versin" anlam&#;nda iyi dilek sözü. 2. Çok &#;ükür ki iyi ki (ho&#;nutluk anlat&#;r)."Bereket versin ki ona bir &#;ey olmam&#;&#;."
Be&#; a&#;a&#;&#; be&#; yukar&#;: Çok az fark olarak, kararla&#;t&#;r&#;lmak istenen say&#;dan, ölçüden bir miktar az veya çok olarak."Be&#; a&#;a&#;&#; be&#; yukar&#; bir kg. çeker bu tavuk."
Bet (i) bereket (i) kalmamak: Bollu&#;un, verimlili&#;in kalmamas&#;, sona ermesi."Yan&#;m&#;za geldi&#;i günden beri evin beti bereketi kalmad&#;."
Betine gitmek: Ay&#;p saymak, kötü kar&#;&#;lamak, kendisine yedirememek."Senin yapt&#;&#;&#;n i&#; adam&#;n çok betine gitti."
Beyin y&#;kamak: Bir insan&#;, kendine özgü dü&#;ünce ve dünya görü&#;üne yabanc&#;la&#;t&#;rmak, ba&#;ka yönlerde dü&#;ünür ve davran&#;r duruma getirmek."Bat&#;l&#;lar ülke insan&#;m&#;z&#;n beynini y&#;kamaya devam ediyorlar."
Beylik söz: Etkisi kalmam&#;&#;, herkesin kullana geldi&#;i söz."B&#;rak art&#;k &#;u beylik sözleri, kimseyi etkileyemiyorsun."
Beyni bulanmak: 1. Sersemlemek, sa&#;l&#;kl&#; dü&#;ünemez olmak. 2. Kötü bir &#;ey olaca&#;&#;n&#; sezinleyip huzuru kaçmak."Adamlar&#;n suratlar&#;n&#; hiç be&#;enmedim, beynim buland&#;, haydi gidelim buradan."
Beyninden vurulmu&#;a dönmek: Umulmad&#;k, beklenmedik bir olay kar&#;&#;s&#;nda &#;a&#;k&#;nl&#;&#;a dü&#;mek, dü&#;ünce yetene&#;ini yitirir gibi olmak."Adam&#; kar&#;&#;s&#;nda görünce beyninden vurulmu&#;a döndü."
Beynine girmek: 1. Akla uygun gelmek. 2. Bir kimseyi türlü yollara ba&#; vurarak bir &#;ey yapmaya inand&#;rmak, kand&#;rmak. 3. Ezberlemek, akl&#;nda tutmak."Ne kadar okursam okuyay&#;m beynime girmiyor."
B&#;çak kemi&#;e dayanmak: Çekilen s&#;k&#;nt&#; art&#;k katlanamayacak bir hâl almak."B&#;çak kemi&#;e dayand&#;, art&#;k bu yerde duramam."
B&#;y&#;&#;&#; terlemek: B&#;y&#;&#;&#; yeni yeni ç&#;kmaya ba&#;lamak."B&#;y&#;&#;&#; terlemi&#; gençlerin eline bakamam gayri."
B&#;y&#;k alt&#;ndan gülmek: Birinin içine dü&#;tü&#;ü duruma belli etmeden gülmek, sevindi&#;ini belli etmeyerek onunla e&#;lenmek, içinden onunla alay etmek."Ay&#;e`nin k&#;rd&#;&#;&#; pot kar&#;&#;s&#;nda b&#;y&#;k alt&#;ndan gülmeye ba&#;lad&#;."
Bildi&#;ini okumak: Kim ne derse desin, istedi&#;i gibi davranmak."Bildi&#;ini okumaya devam edersen, sonunda zarar görmen muhakkak olacak."
Bile bile lâdes: Bile bile ald&#;nm&#;&#; görünme, öyle gerekti&#;i için kötü bir durumu kabullenme."A&#;açlar&#; kesmesine bile bile lâdes dedim."
Bin dereden su getirmek: Birini kand&#;rmak için dil dökmek, birçok sebep ileri sürmek, aldat&#;c&#; sözler sarf etmek."O evi almamam için bin dereden su getirdiler."
Bindi&#;i dal&#; kesmek: Kendisi için gerekli ve yararl&#; olan &#;eyi kendi eliyle yok etmek."Geçimini sa&#;lad&#;&#;&#;n o tarlay&#; sak&#;n satma, yoksa bindi&#;in dal&#; kesmi&#; olursun."
Bir at&#;ml&#;k barutu olmak (veya kalmak): 1. Bir konuda yapaca&#;&#; çok az &#;eyi olmak. 2. Dayanacak pek az gücü kalmak."Bir at&#;ml&#;k barutu kalm&#;&#;, hâlâ ben yapar&#;m o i&#;i diyor."
Bir aya&#;&#; çukurda olmak: Çok ya&#;lanm&#;&#; olmak, ya&#;ayacak çok az zaman&#; kalm&#;&#; olmak."Dedemin bir aya&#;&#; çukurda, onu üzmeyin art&#;k."
Bir ayak önce (evvel): Çok çabuk, bir an önce, ivedi olarak."Bu i&#;, bir ayak önce yap&#;lacak bir i&#;tir."
Bir baltaya sap olmak: Belirli bir sanat ya da i&#; sahibi olmak."&#;u ya&#;a geldin ama bir baltaya sap olamad&#;n gitti."
Birbardak suda f&#;rt&#;na koparmak: Çok basit, küçük, önemsiz bir &#;eyi büyütüp içinden zor ç&#;k&#;l&#;r bir olay hâline getirmek."Bir bardak suda f&#;rt&#;na koparmay&#; b&#;rak art&#;k, mendilini yakt&#;ysa evi de yakmad&#; ya!"
Birbirine dü&#;mek: Aralar&#;nda anla&#;mazl&#;k ç&#;k&#;p birbirlerine kötü bakmaya ba&#;lamak."Çocuklar&#;n kavgas&#; yüzünden birbirlerine dü&#;tüler."
Birbirine girmek: 1. Aralar&#;nda ç&#;kan anla&#;mazl&#;k kavgaya dönü&#;mek, çarp&#;&#;mak, sald&#;rmak. 2. Bir kaza sonucu araçlar&#;n birbirine çarpmas&#;."Su yüzünden sokak sakinleri birbirine girdi."
Bir çuval inciri berbat etmek: &#;yi olan, yolunda giden bir durumu yanl&#;&#; davran&#;&#;larla bozmak, olumsuz bir gidi&#;e sokmak."Eline çekici al&#;r almaz çiviye vurdu, çivi tahtay&#; yar&#;p geçti, bir çuval inciri berbat etti&#;ini o zaman anlad&#;."
Bir dalda durmamak: S&#;k s&#;k dü&#;ünce, i&#; ya da tutum de&#;i&#;tirmek."Bir dalda dursayd&#; ba&#;&#;na bu i&#; gelmeyecekti."
Bir damla: 1. Çok az, pek az (s&#;v&#; &#;eyler için söylenir). 2. Çok küçük (çocuklar için söylenir)."Bir damla su kald&#;, ne yapaca&#;&#;z su gelmezse."
Bir dedi&#;i iki olmamak: Her istedi&#;i hemen yap&#;lmak, yerine getirilmek."O, bir dedi&#;i iki olsun istemiyordu."
Bir deri bir kemik kalmak: Çok zay&#;flamak, kilo kayb&#;na u&#;ramak."Zavall&#; çocuk, bu illete yakalanal&#; beri bir deri bir kemik kald&#;."
Bir dikili a&#;ac&#; olmamak: Mal&#;, mülkü veya evi olmamak."&#;u dünyada bir dikili a&#;ac&#;m&#;z olmayacak bu gidi&#;le."
Bire bin katmak: Oldu&#;undan çok göstermek, abartmak."Bire bin katarak anlatmaya bay&#;l&#;r."
Bire bir gelmek: Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek."Verdi&#;in ilaç di&#; a&#;r&#;ma bire bir geldi."
Bir eli ya&#;da, bir eli balda (olmak): Bolluk, varl&#;k, rahat ve huzur içinde olmak."Bir eli ya&#;da, bir eli balda, daha ne istiyor ki?"
Bir elle verdi&#;ini öbür elle almak: Bir kimseye yapt&#;&#;&#; iyili&#;i, yarar&#;, ba&#;ka bir yola ba&#; vurarak sa&#;lad&#;&#;&#; ç&#;karla ödetmek."Bir eliyle verip öbür eliyle ald&#;&#;&#;n&#; çok zaman sonra anlad&#;m."
Bir gömlek a&#;a&#;&#;: Bir derece daha dü&#;ük."Sizin üretti&#;iniz f&#;nd&#;k, bizimkinden bir gömlek daha a&#;a&#;&#;dad&#;r."
Bir hâl olmak: 1. Bir &#;eyi çok yapa yapa usanmak, yorulmak, fenal&#;k gelmek, bezmek. 2. Daha önce görülmeyen davran&#;&#;lar içinde olmak, huyu de&#;i&#;mek. 3. Kazaya u&#;ram&#;&#; olmak."Gecikti, ba&#;&#;na bir hâl mi geldi acaba?"
Bir ho&#;lu&#;u olmak: Rahats&#;z, ne&#;esiz olmak."O &#;iddetli kazay&#; görünce bir ho&#; oldum."
Bir kalemde: Birden ve toptan, bir i&#;lem ile."Bir kalemde öde de kapat &#;u hesab&#;."
Bir kap&#;ya ç&#;kmak: Ayn&#; sonuca varmak, ayn&#; neticeyi vermek."Ha sen söylemi&#;sin ha ben, bir kap&#;ya ç&#;kmaz m&#;?"
Bir ka&#;&#;k suda bo&#;mak: Bir ki&#;iye çok fazla k&#;zmak, elinden gelse öldürecek ölçüde sinirlenmek."&#;u yalanc&#; herifi her söz söyleyi&#;inde bir ka&#;&#;k suda bo&#;as&#;m geliyor!"
Bir k&#;yamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, pat&#;rt&#;, telâ&#; olmak."Alevler bacay&#; sar&#;nca bir k&#;yamettir koptu sokakta."
Bir Köro&#;lu bir Ayvaz: Bir kar&#; kocan&#;n çocu&#;unun olmamas&#; yahut yak&#;nlar&#;n&#;n yanlar&#;nda bulunmamas&#;."Bir Köro&#;lu bir Ayvaz olmasak bu maa&#;&#;n bize yetece&#;i yok."
Bir kula&#;&#;ndan girip öbür kula&#;&#;ndan ç&#;kmak: Söylenen söze önem vermemek, kulak asmamak, umursamamak."Söyledi&#;im söz bir kula&#;&#;ndan girip öbür kula&#;&#;ndan ç&#;karsa anlamazs&#;n elbet!"
Bir pula satmak: Bir kimseyi bir ç&#;kar u&#;runa harcamak."Paray&#; görünce adam bizi bir pula sat&#;verdi."
Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istedi&#;ini hemen yerine getirmek."Ah benim tatl&#; çocu&#;um, bir sözümü iki etmez, hemen yap&#;verir."
Bir &#;eye benzememek: &#;&#;e yarar durumda olmamak, istenilen biçimde bulunmamak."Bu kadar emekten sonra bari bir &#;eye benzemi&#; olsayd&#; &#;u kap&#;."
Bir ta&#;la iki ku&#; vurmak: Bir davran&#;&#;la iki veya birden çok yararl&#; sonuç elde etmek, bir giri&#;imle iki i&#; yapmak."Anlad&#;m amac&#;n&#;, bir ta&#;la iki ku&#; vurmak."
Bir tutmak: E&#;it görmek, e&#;it saymak, farkl&#; muamelede bulunmamak."Ö&#;retmen, s&#;n&#;ftaki ö&#;rencilerin hepsini bir tutmal&#;d&#;r."
Bir yast&#;&#;a ba&#; koymak: Evli bulunmak, ac&#; ve tatl&#; günlerde birbirini desteklemi&#; olmak."Biz k&#;rk y&#;l bir yast&#;&#;a ba&#; koyduk, nas&#;l unuturum onu?"
Bir yast&#;kta kocamak: Kar&#; ve koca birlikte uzun bir ömür sürmek."Bir yast&#;kta kocars&#;n&#;z in&#;allah."
Bir ya&#;&#;na daha girmek: &#;a&#;&#;lacak bir durumla, yeni bir &#;eyle kar&#;&#;la&#;mak."Aman yarabbi, onu o k&#;l&#;kta görünce bir ya&#;&#;ma daha girdim."
Bit yeni&#;i: Ku&#;kulu bir nokta, i&#;in gizli kalm&#;&#;, kötü ve aksak yönü."Bir bit yeni&#;i var gibime geliyor bu i&#;te, haydi hay&#;rl&#;s&#;."
Bize de mi lolo!: "Senin ne mal oldu&#;unu biliyoruz, bize yutturamazs&#;n ya; seni yeterince tan&#;yoruz, herkesi aldatabilirsin ama bizi asla" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Bo&#;az bo&#;aza gelmek: Zorlu bir kavgaya tutu&#;mak, ya da kavga edecek hâle gelmek."Senin o dilin yüzünden adamla bo&#;az bo&#;aza geldik."
Bo&#;az derdi: 1. Yemek pi&#;irme, haz&#;rlama s&#;k&#;nt&#;lar&#;. 2. Geçim için u&#;ra&#;ma, kazanç sa&#;lama kayg&#;s&#;."Bo&#;az derdi, bence dertlerin en büyü&#;üdür."
Bo&#;az kavgas&#;: Ya&#;amak için, geçinebilmek için yap&#;lan didinme, u&#;ra&#;."Hemen bütün insanlar bo&#;az kavgas&#;n&#;n içinde kaybolmu&#; durumdalar."
Bo&#;az&#; kurumak: Çok susamak, çok konu&#;maktan ve ba&#;&#;rmaktan ötürü sesi ç&#;kmaz olmak."Bo&#;az&#;m kurudu, bir &#;eyler içelim de öyle gidelim."
Bo&#;az&#;na dizilmek: Bir üzüntüden dolay&#; i&#;tah&#; kesilmek, isteksiz ve zorla yemek."Annemin o hasta hâli gözümün önüne geldikçe lokmalar bo&#;az&#;ma diziliyor."
Bo&#;untuya getirmek: Birini bunalt&#;p &#;a&#;&#;rtma yolu ile kendisinden bir i&#; veya mal kar&#;&#;l&#;&#;&#; olarak çok miktarda para çekmek.
Bohças&#;n&#; koltu&#;una vermek: &#;&#;ine son vermek, kovmak, ba&#;&#;ndan defetmek."Hiç sebepsiz yere bohças&#;n&#; koltu&#;una verip fabrikadan uzakla&#;t&#;rd&#;lar onu."
Bol keseden: Ölçüsüz, çok fazla, bol bol."Bol keseden at&#;p tutmaya bay&#;l&#;r bizim çocuk."
Borç harç: Borç alarak ya da benzer yollara ba&#;vurarak (bir &#;eyi sa&#;lamak)."Borç harç nihayet yapt&#;rd&#;k evin çat&#;s&#;n&#;."
Borusunu çalmak: Ç&#;kar sa&#;lad&#;&#;&#; kimsenin davas&#;n&#; gütmek."O, y&#;llardan beri Tophane kabaday&#;lar&#;n&#;n borusunu çalar."
Borusu ötmek: Sözü geçer olmak, dinlenilir olmak."Bizim sokakta Hasan amcan&#;n borusu öter."
Bostan korkulu&#;u: 1. Ku&#;lar&#; ve di&#;er yabani hayvanlar&#; ürkütmek için tarlalara dikilen kukla, insan benzeri nesne. 2. Kendisinden beklenileni yapmayan, ya da kendisinden çekinilmeyen, göstermelik kimse."Müdür tam bir bostan korkulu&#;u, memurlar ne i&#; yap&#;yor ne güç."
Bo&#;a ç&#;kmak: Umulan gerçekle&#;memek, sonuç vermemek, elde edilememek."Bütün emeklerimiz bo&#;a ç&#;kt&#; desenize."
Bo&#; at&#;p dolu tutmak: Umutsuz olarak giri&#;ilen bir i&#;, iyi sonuç vermek; do&#;rulu&#;una inanmadan söyledi&#;i söz gerçek ç&#;kmak."Hayat&#;m&#;z&#;n bo&#; at&#;p dolu tutmak diye bir ilkesi olamaz."
Bo&#; bulunmak: 1. Dalg&#;n ve dikkatsiz bulunmak. 2. Söylenmemesi gereken, sak&#;ncal&#; bir sözü, i&#;in sonunu dü&#;ünmeden söyleyivermek."Bo&#; bulunup da sak&#;n söz verme, biliyorsun onlara gitmemiz mümkün de&#;il."
Bo&#; gezenin bo&#; kalfas&#;: &#;&#;siz güçsüz, aylak, bo&#; gezip dola&#;an kimse."Adam bo&#; gezenin bo&#; kalfas&#;, bir de i&#;sizlikten yak&#;n&#;yor."
Bo&#; vermek: Önem vermemek, ald&#;rmamak, ilgisiz davranmak."Bo&#; ver, bu hayat böyle gelmi&#;, böyle gider."
Boy atmak: Boyu uzamak, geli&#;mek, boylanmak."Çok çabuk boy att&#; sizin çocuk; ma&#;allah, delikanl&#; gibi olmu&#;."
Boy göstermek: 1. Görünmek, belirmek. 2. Gösteri&#; yapmak."Onun gelip gitmesinin ard&#;ndan olaylar boy gösterdi."
Boy ölçü&#;mek: Yar&#;&#;mak, de&#;er yar&#;&#;&#;na girmek."Benimle boy ölçü&#;ecek adam daha anas&#;ndan do&#;mad&#;."
Boynu bükük: Yard&#;m bekleyen; ac&#;nacak, kimsesiz, güçsüz, öksüz durumda olan."Nerede bir boynu bükük görsem içim yanar."
Boynu e&#;ri: Herhangi bir nedenle, kendisini bir kimsenin dediklerini yapmaya borçlu sayan."O adamdan borç para ald&#;&#;&#; için boynu e&#;ri, bu yüzden yapt&#;&#;&#; kötülüklere ses ç&#;karam&#;yor."
Boynu k&#;ldan ince olmak: Adaletli yarg&#; kar&#;&#;s&#;nda verilecek her cezaya raz&#; olmak."Gerçek adaletin kar&#;&#;s&#;nda boynum k&#;ldan incedir."
Boynunun borcu: Yap&#;lmas&#; gerekli olan ödev."Seni sevindirmek boynumun borcu oldu art&#;k."
Boynunu vurmak: Ba&#;&#;n&#; keserek öldürmek."Boynunun vurulmas&#;na ramak kala hakk&#;ndaki hükmün kald&#;r&#;ld&#;&#;&#;n&#; ö&#;rendi ve yer gök onun oldu sanki"
Boyunduruk alt&#;na girmek: Ba&#;kas&#;n&#;n egemenli&#;i alt&#;na girmek, tutsak olmak, emir ve bask&#; alt&#;nda ya&#;amak."Türk milleti için boyunduruk alt&#;na girmek, ölüm demektir."
Boyunun ölçüsünü almak: 1. &#;ddia üzerine giri&#;ti&#;i bir i&#;i ba&#;aramay&#;p yetersizli&#;ini anlamak. 2. Biri taraf&#;ndan haddi bildirilmek. 3. Bekledi&#;i yak&#;nl&#;&#;&#; görememek."Boynunun ölçüsünü ald&#;, böyle bir i&#;e bir daha giremez."
Bozuk çalmak: Bir &#;ey yüzünden can&#; s&#;k&#;lm&#;&#;, yüzü as&#;lm&#;&#; olmak, sinirli davran&#;&#;larda bulunmak."Biraz hasta oldu diye sa&#;a sola bozuk çal&#;p duruyor."
Bozuk düzen: 1. Düzensiz, düzeni bozuk olan. 2. Toplumun yönetiminde uygulanan yanl&#;&#; kurallar dizgesi."Bu bozuk düzenden hangi görü&#; ve anlay&#;&#; biçimi kurtaracak milleti, onu ö&#;renmeye çal&#;&#;&#;yorum."
Bozum etmek: Bir kimseyi beklemedi&#;i bir davran&#;&#; kar&#;&#;s&#;nda b&#;rakarak utand&#;rmak, mahcup etmek."Adam&#; bozum etmeye bay&#;l&#;r bu ihtiyar, ona kar&#;&#; dikkatli ol."
Bozum olmak: Bir sözü ya da davran&#;&#;&#; iyi kar&#;&#;lanmad&#;&#;&#; için utanmak, utanacak duruma dü&#;mek."Onun dü&#;üncesinin hiç de do&#;ru olmad&#;&#;&#;n&#; söyledi&#;im zaman amma da bozum oldu kad&#;n."
Bozuntuya vermemek: Hataya dü&#;tü&#;ünü anlad&#;&#;&#;nda veya ho&#;lanmad&#;&#;&#; bir durumla kar&#;&#;la&#;t&#;&#;&#;nda farketmemi&#; gibi davranmak, oral&#; olmamak."Hiç bozuntuya vermeden misafirlere ho&#; geldin demeye devam etti."
Bulan&#;k suda bal&#;k avlamak: Kar&#;&#;&#;k durumlardan yararlanarak kendi ç&#;kar&#;n&#; sa&#;lamak."Bulan&#;k suda bal&#;k avlamay&#; kural hâline getirmi&#;."
Buldukça bunamak: Buldu&#;undan daha ço&#;unu isteyip &#;ükretmemek, daha iyisini istemek."Buldukça bunuyorsun, milletin aç sefil gezdi&#;ini görmez misin sen?"
Buluttan nem kapmak: Çok al&#;ngan olmak, en küçük &#;eylerden bile al&#;nmak."Seninle konu&#;mak imkâns&#;z, buluttan nem kap&#;yorsun çünkü."
Bunda bir i&#; var: "Bir olay&#;n &#;imdilik bilinmeyen bir yönünün bulunmas&#;, anla&#;&#;lamayan bir sebebin aranmas&#;" durumunu anlatmak için kullan&#;l&#;r."Polis, bunda bir i&#; var diyerek olay&#;n üzerine tekrar gitti."
Bundan iyisi can sa&#;l&#;&#;&#;: "Bundan daha iyisi, en iyisi olamaz" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Bundan iyisi can sa&#;l&#;&#;&#;, haydi oturun bakal&#;m sofraya."
Bu ne perhiz, bu ne lâhana tur&#;usu: Bir ilke benimsedi&#;i hâlde, benimsedi&#;i bu ilkenin tersine davran&#;&#;larda bulunanlar için söylenir.
Burnu bile kanamamak: Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak."On takla atan arabadan, burnu bile kanamadan ç&#;kt&#;, &#;a&#;&#;lacak &#;ey do&#;rusu."
Burnu büyümek: Kibirlenmek, böbürlenmek, büyüklenmek."Adam milletvekili seçilir seçilmez bizimle konu&#;maz oldu, burnu büyüdü birden."
Burnu havada (olmak): Kendini çok be&#;enmi&#;, kibirli (olmak)."Burnu havada gezenlerden hiç ho&#;lanmam."
Burnu Kaf da&#;&#;nda (olmak): Çok fazla kibirli, herkese yukar&#;dan bakar (olmak)."&#;yi ki bir araba ald&#;, burnu Kaf da&#;&#;nda bir adam olup ç&#;kt&#;."
Burnundan (fitil fitil) gelmek: Ho&#; bir durum, elde etti&#;i güzel bir &#;ey, sonra gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak."Yedi&#;imiz yeme&#;i burnumuzdan getirmek mi istiyorsun? Sus art&#;k!"
Burnundan dü&#;en bin parça (olmak): Surat&#; çok as&#;k (olmak)."Ne olmu&#; bir cam k&#;r&#;lm&#;&#;sa, iki gündür burnundan dü&#;en bin parça."
Burnundan k&#;l ald&#;rmamak: Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin ele&#;tirilmesine f&#;rsat tan&#;mamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek."Amma da burnundan k&#;l ald&#;rmaz bir adamm&#;&#;s&#;n; söylesene, nas&#;l konu&#;aca&#;&#;z seninle?"
Burnundan solumak: &#;&#;i ba&#;&#;ndan a&#;k&#;n oldu&#;u için gözü hiçbir &#;ey görmemek, çok öfkelenmi&#; olmak."Adam burnundan soluyor, sak&#;n üstüne gitme, yoksa konu&#;tu&#;una pi&#;man olursun."
Burnunu çekmek: 1. Nefesini kullanarak sümü&#;ünü burnunun yukar&#;s&#;na, geri çekmek. 2. Yoksun kalmak, umdu&#;unu bulamamak, istedi&#;ini elde edememek, gayesine ula&#;amamak."Müdürün yan&#;na al&#;nmay&#;nca burnunu çekip gitti."
Burnunun dikine gitmek: Kendisine verilen ö&#;ütlere kulak asmay&#;p kendi bildi&#;i gibi davranmak, istedi&#;ini yapmak."Burnunun dikine gidersen, i&#;te böyle eline yüzüne bula&#;t&#;r&#;rs&#;n i&#;i."
Burnunun dire&#;i s&#;zlamak: 1. Çok ac&#; duymak (maddî). 2. Çok üzülmek."So&#;uktan burnumun dire&#;i s&#;zlad&#;."
Burnunun ucunu görmemek: 1. &#;leriyi görememek, meydana gelece&#;i aç&#;k olan&#; görememek. 2. Çok sarho&#; olmak. 3. Çok dikkatsiz ve dalg&#;n olmak."Sen ki burnunun ucunu göremeyen bir adams&#;n, seninle nas&#;l i&#; yapabilirim ben."
Burnunu sokmak: Üzerine vazife olmad&#;&#;&#;, gerekmedi&#;i hâlde her i&#;e kar&#;&#;mak."Sen de her i&#;e burnunu sokmaktan geri durmazs&#;n!"
Burnu sürtülmek: Il&#;ml&#; bir yol seçip gururundan vazgeçmek, s&#;k&#;nt&#; çektikten sonra daha önce be&#;enmedi&#;i bir durumu kabul etmek."Onun da burnunun sürtülmesine az kald&#;, k&#;sa zamanda dik ba&#;l&#;l&#;&#;&#; b&#;rakacak."
Burun buruna gelmek: 1. Ans&#;z&#;n kar&#;&#;la&#;mak, kar&#;&#; kar&#;&#;ya gelmek. 2. Birbirine çok yakla&#;mak, birine çok sokulmak."Kap&#;dan ç&#;kar ç&#;kmaz ö&#;retmenimle burun buruna geldim."
Burun k&#;v&#;rmak: Önem ve de&#;er vermemek, küçümsemek, be&#;enmemek."Önüne konan yemeklere burun k&#;v&#;r&#;p sofradan kalkt&#;."
Buyur etmek: Misafiri kar&#;&#;layarak içeri almak, "buyurun" diyerek sayg&#; ile yer göstermek ya da sofraya ça&#;&#;rmak."Misafirleri büyük bir &#;evkle buyur etti."
Buyurun cenaze namaz&#;na: Hiç beklemedik kötü bir durum kar&#;&#;s&#;nda &#;aka yollu üzüntü belirtmek için "ne yaz&#;k ki" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."&#;unun yapt&#;&#;&#;na bak&#;n, buyurun cenaze namaz&#;na!"
Buz kesilmek: 1. Çok ü&#;ümek, donmak. 2. Buz gibi so&#;umak, buz durumuna gelmek. 3. Endi&#;e, korku ve üzüntü veren bir durum kar&#;&#;s&#;nda donakalmak."Öldürdü&#;ünü sand&#;&#;&#; adam&#; kar&#;&#;s&#;nda görünce buz kesildi."
Buzlar çözülmek: 1. Buzlar&#;n erimeye ve k&#;r&#;lmaya, su hâline gelmeye ba&#;lamas&#;. 2. Ki&#;iler aras&#;ndaki darg&#;nl&#;&#;&#;n, so&#;uklu&#;un, k&#;rg&#;nl&#;&#;&#;n ve gerginli&#;in ortadan kalkmaya ba&#;lamas&#;."&#;ki karde&#;in aras&#;ndaki buzlar çözülmeye ba&#;lay&#;nca aileye ne&#;e geldi."
Buz tutmak: Üstünde buz meydana gelmek, buzla kaplanmak."Göl buz tuttu."
Buz üstüne yaz&#; yazmak: 1. Birine etkisi olmayan sözler söylemek. 2. Etkisi ve süresi çok k&#;sa olan bir i&#; yapmak."Evet çocuklar, beni buz üstüne yaz&#; yazan bir adam konumuna getirmeyin!"
Büyük oynamak: 1. Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir i&#;e giri&#;mek. 2. Çok fazla para koyarak kumar oynamak."Büyük oynad&#;m, ya kaybedece&#;im, ya da kazanaca&#;&#;m."
Büyük (söz) söylemek: Ba&#;kas&#;n&#;n dü&#;tü&#;ü kötü duruma dü&#;meyece&#;ini söyleyerek övünmek."Ne demi&#; atalar&#;m&#;z, büyük lokma ye, büyük söz söyleme."
Büyük sözüme tövbe!: Bir konuda kesin konu&#;uldu&#;unda ya da bir ba&#;kas&#;n&#;n dü&#;tü&#;ü kötü dur ama dü&#;meme iddias&#;nda bulunuldu&#;unda Cenab-&#; Allah`tan böyle bir duruma dü&#;ürmemesini dileme."Ne ettim de o sözü söyledim, büyük sözüme tövbe!"
Büyüklük göstermek: Elinde her imkân varken kötülük yapmamak, affetmek, iyi davranmak."&#;stese büyüklük göstermeyip onu buraya bir daha sokmazd&#;, erkek adamm&#;&#;."
Büyümü&#; de küçülmü&#;: Davran&#;&#;lar&#;, konu&#;mas&#; ya&#;&#;n&#;n üstünde olan, büyükler gibi hareketler yapan çocuk."Aman yarabbim, &#;unun söyledi&#;i sözlere bak&#;n hele, büyümü&#; de küçülmü&#; sanki!"
Cad&#; kazan&#;: Fesad&#;n ve dedikodunun çok oldu&#;u, herkesin birbirine dü&#;tü&#;ü, türlü dü&#;manl&#;klar&#;n kayna&#;t&#;&#;&#;, hile ve düzenlerin kuruldu&#;u yer."Mahalle bir anda cad&#; kazan&#; gibi kaynamaya ba&#;lad&#;."
Caka satmak: Çal&#;m satmak, gösteri&#; yapmak."Caka satmay&#; b&#;rak da i&#;ine bak."
Cambul cumbul: Pek sulu, suyu bol (yemek için)."Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmu&#;tu."
Cana can katmak: &#;nsanda ya&#;ama sevincini art&#;rmak; insana ne&#;e, heves ve iç gücü vermek."Ah o cana can katan yaylaya bir daha ç&#;kabilsem."
Can alacak yer (nokta): Bir &#;eyin en önemli yeri, en temelli noktas&#;."Meselenin can al&#;c&#; noktas&#;na bir türlü ula&#;amad&#;k."
Cana minnet (bilmek): &#;htiyac&#; oldu&#;u hâlde aray&#;p da bulamad&#;&#;&#; &#;eylerden saymak."Yaln&#;zca su mu? Can&#;ma minnet, çabuk ver."
Can atmak: Herhangi bir &#;eye sahip olmay&#;, ya da herhangi bir &#;eye eri&#;meyi çok istemek."Top oynamaya can at&#;yordu."
Can borcunu ödemek: Ölmek."Beni korkutamazs&#;n, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum."
Cana yak&#;n: Sevimli, sokulgan, insana pek s&#;cak davranan."Ne cana yak&#;n bir insanm&#;&#; me&#;er."
Can ba&#; üstüne: &#;stenilen, arzu edilen &#;eyin büyük bir memnunlukla yap&#;laca&#;&#;n&#; anlat&#;r."Can ba&#; üstüne efendim, kasabaya var&#;nca onu hemen görece&#;im."
Can çeki&#;mek: Ölmek üzere bulunmak."Yan&#;na vard&#;&#;&#;m&#;zda hayvan can çeki&#;iyordu."
Can damar&#;: Bir &#;eyin en önemli noktas&#;, en mühim unsuru; bir &#;eyin ya&#;amas&#; için en önemli araç."Babam evin can damar&#;d&#;r."
Can damar&#;na basmak: Bir i&#;in en önemli noktas&#; üzerinde durmak, ya da bir &#;eyin en duyarl&#; noktas&#;n&#; aç&#;&#;a ç&#;karmak."Adam&#;n en sonunda can damar&#;na bast&#;lar, zarar&#; da kendileri gördüler."
Can dayanmamak: Bir ac&#;, üzüntü, s&#;k&#;nt&#; ve istek kar&#;&#;s&#;nda direnme gücü kalmamak; dayan&#;kl&#;l&#;&#;&#; yitirmek."Y&#;llarca u&#;ra&#;&#;p didinip yapt&#;&#;&#; ev bir anda kül oldu, buna can m&#; dayan&#;rd&#;?"
Can dü&#;man&#;: Öldürmeyi bile dü&#;ünen, a&#;&#;r&#; kin ve dü&#;manl&#;k besleyen, dost olmayan."Can dü&#;manlar&#; etraf&#;nda cirit at&#;yorlard&#;."
Can evi: 1. Yürek. 2. En duyarl&#; bölge."Onlar&#; can evlerinden vurmaya yemin etti."
Can evinden vurmak: En etkileyici, en can al&#;c&#; yönden sald&#;rmak; bir daha ya&#;ama imkân&#; kalmayacak &#;ekilde vurmak."Onlar&#; can evinden vurmal&#;y&#;z ki bir daha bellerini do&#;rultamas&#;nlar."
Can havli ile: Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak)."Silâh sesini duyunca can havli ile yerinden f&#;rlad&#;."
Can&#; burnuna gelmek: Bir &#;ey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak."Kömürü ta&#;&#;d&#;m ama can&#;m da burnuma geldi."
Can&#; (gönlü) çekmek: Bir &#;eyi istemek, istek duymak, çok arzulamak."&#;imdi o ye&#;il eriklerden olsa da yesek, öyle de can&#;m çekti ki."
Can&#; ç&#;kmak: 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok y&#;pranmak."Onu raz&#; edinceye kadar can&#;m ç&#;kt&#;."
Can&#; gitmek: Önem ve de&#;er verdi&#;i, be&#;endi&#;i bir &#;eye zarar gelecek diye çok korkmak, kayg&#;lanmak."Araba çizilecek diye can&#; gidiyor."
Can&#;na de&#;mek: 1. Çok ho&#;lanmak, yarar&#;na yap&#;lan i&#;ten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu &#;ad olmak."Büyükannenin can&#;na de&#;sin, ikram&#;n bizi oldukça sevindirdi"
Can&#;na k&#;ymak: 1. &#;ntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Ac&#;madan öldürmek. 3. Kendini yoracak, y&#;pratacak kadar i&#; görmek."Kom&#;unun k&#;z&#; can&#;na k&#;ym&#;&#;."
Can&#;na okumak: 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. &#;yi bir &#;eyi kötü hâle getirmek, heder etmek, harcamak."Yeni ald&#;&#;&#;m oyunca&#;&#;n can&#;na okudu bir günde."
Can&#;na tak demek: Sabr&#; kalmamak, bir s&#;k&#;nt&#;ya dayanamaz duruma gelmek."Can&#;ma tak dedi art&#;k, ya yapt&#;klar&#;na son verirsin ya da buray&#; terkedersin!"
Can&#;na yand&#;&#;&#;m (yand&#;&#;&#;m&#;n): Kimi zaman sevgi ve hayranl&#;k, kimi zaman da k&#;zg&#;nl&#;k ve öfke gibi duygular&#; anlatmak için kullan&#;l&#;r."Can&#;na yand&#;&#;&#;m&#;n adam&#;, bizi saatlerce bekletti bu so&#;ukta."
Can&#;na yetmek: Bezmek, b&#;kmak, bir zorlu&#;a dayanamayacak duruma gelmek."Can&#;ma yetti art&#;k bu i&#;i yapmayaca&#;&#;m."
Can&#;ndan bezmek: Çekti&#;i s&#;k&#;nt&#;lar yüzünden içinde oldu&#;u hayat&#; art&#;k istemeyecek bir duruma gelmek."Ne yapay&#;m böyle hayat&#;, beni can&#;mdan bezdirdi!"
Can&#;n&#; almak: Öldürmek."Allah can&#;n&#; als&#;n da kurtulal&#;m senden!"
Can&#;n&#; ba&#;&#;&#;lamak: Öldürebilece&#;i bir ki&#;iyi öldürmekten vazgeçmek."Ona k&#;yamad&#; ve can&#;n&#; ba&#;&#;&#;lad&#;."
Can&#;n&#; di&#;ine takmak: Büyük s&#;k&#;nt&#;lar&#;, tehlikeleri göze alarak bir i&#;i ba&#;armaya çal&#;&#;mak."Can&#;n&#; di&#;ine tak&#;p koca kayay&#; parçalamaya devam etti."
Can&#;n&#; sokakta bulmak: Sa&#;l&#;&#;&#;n&#; korumas&#;, kendini y&#;pratmamas&#; ve tedbir almas&#; gerekti&#;ini anlatmak için kullan&#;l&#;r."Biraz soluk almama izin ver. Ben can&#;m&#; sokakta bulmad&#;m."
Can&#;n&#;n içine sokaca&#;&#; gelmek: Birine kar&#;&#; büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok ho&#;lanmak."Öyle ki o yavruca&#;&#; can&#;m&#;n içine sokaca&#;&#;m geliyor!"
Can&#;n&#; vermek: 1. Hiçbir &#;ey esirgememek. 2. Bir &#;ey u&#;runda en de&#;erli varl&#;&#;&#;n&#; feda etmeye, hatta ölmeye haz&#;r olmak. 3. Bir &#;eye a&#;&#;r&#; ölçüde dü&#;kün olmak."Vatan u&#;runa kim can vermez ki?"
Can&#;n&#; yakmak: 1. Fizikî ac&#; vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da s&#;k&#;nt&#;ya sokmak; üzmek, kayg&#;land&#;rmak."Lütfen can&#;n&#; yakma çocu&#;un."
Can&#; tatl&#;: Ac&#;ya, üzüntüye ve s&#;k&#;nt&#;ya katlanmayan."Öyle de can&#; tatl&#; ki ne zaman bir &#;ey ta&#;&#;nacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor."
Can&#; tez: Sab&#;rs&#;z, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen."Bekle de gör, ne can&#; tez adams&#;n sen öyle!"
Can&#; yanmak: 1. Fizikî bir ac&#; duymak. 2. Bir i&#;te zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak."Can&#;n&#; yakmadan ver o elindekini bana!"
Can kalmamak: Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma dü&#;mek."Daha fazla yürüyemeyece&#;im, can kalmad&#; bende, siz gidedurun."
Can kayg&#;s&#;na dü&#;mek: Her &#;eyi b&#;rak&#;p, içine dü&#;tü&#;ü tehlikeden varl&#;&#;&#;n&#; kurtarma ve koruma çabas&#;nda olmak."Ortal&#;k birbirine girip silâhlar patlamaya ba&#;lay&#;nca can kayg&#;s&#;na dü&#;tü zavall&#; kad&#;n."
Can kula&#;&#;yla dinlemek: Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek."Babas&#;n&#;n söylediklerini can kula&#;&#;yla dinlemeye ba&#;lad&#;."
Canla ba&#;la: Seve seve, her türlü zorlu&#;a gö&#;üs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârl&#;ktan kaç&#;nmayarak."Hepsi canla ba&#;la çal&#;&#;t&#;."
Canl&#; cenaze: Çok zay&#;f, güçsüz, zay&#;fl&#;ktan kemikleri ç&#;km&#;&#; kimse."Adam canl&#; cenaze gibiydi."
Canl&#; yay&#;n: Ki&#;ilerin ses ve davran&#;&#;lar&#;n&#; o anda ve do&#;rudan do&#;ruya veren radyo ve televizyon yay&#;n&#;."Parti temsilcileri bu ak&#;am televizyonda canl&#; yay&#;nda tart&#;&#;acaklar."
Can pazar&#;: Herkesin kendi can&#;n&#;n kayg&#;s&#;na dü&#;tü&#;ü ve kendi can&#;n&#; kurtarmaya çal&#;&#;t&#;&#;&#; tehlikeli bir durum, yer."Ortal&#;k toz dumand&#;; hayk&#;r&#;&#;lar, inlemeler ortal&#;&#;&#; ç&#;nlat&#;yordu; insanlar can pazar&#;n&#;n tam ortas&#;ndayd&#;lar."
Can sa&#;l&#;&#;&#;: Esenlik, ki&#;inin sa&#;l&#;kl&#; olmas&#;."Ne demeli can&#;m karde&#;im, inan bundan ötesi can sa&#;l&#;&#;&#;."
Can s&#;k&#;nt&#;s&#;: Yap&#;lacak i&#; ve bir &#;eyle oyalanma imkân&#; bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine dü&#;ülen bunal&#;m."Bütün gün evde oturuyor, can s&#;k&#;nt&#;s&#;ndan ne yapaca&#;&#;m&#; bilemiyordum."
Can vermek: 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, ya&#;ar duruma getirmek. 3. Bir &#;eyi çok ister olmak."Adam bir kur&#;unda can verdi."
Can yakmak: 1. Üzmek, ac&#; vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak."&#;u hareketlerinle can&#;m&#; yak&#;yorsun."
Can yolda&#;&#;: Yaln&#;zl&#;ktan kurtulmak için birlikte ya&#;an&#;lan kimse."Her insan&#;n bir can yolda&#;&#;na ihtiyac&#; vard&#;r."
Cart curt etmek: Göz da&#;&#; vermek ya da övünmek amac&#;yla abart&#;l&#; konu&#;mak."Kar&#;&#;mda cart curt edip durma."
Cart kaba kâ&#;&#;t: Yüksekten atan, yapamayaca&#;&#; &#;eyleri yapar gibi konu&#;an, çal&#;m satan kimselere kar&#;&#; söylenen küçümseme ünlemi.
Cebi delik: Paras&#;z, cebinde para tutmas&#;n&#; bilmeyen."Daha ne kadar cebi delik dola&#;acaks&#;n."
Cebini doldurmak: Kar&#;&#;la&#;t&#;&#;&#; f&#;rsatlar&#; de&#;erlendirerek bol para kazanmak."Cebini doldurmaktan ba&#;ka bir dü&#;üncesi yok adam&#;n."
Cehennem azab&#;: 1. Çok büyük s&#;k&#;nt&#;, eziyet. 2. &#;man etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârlar&#;n cehennemde çekecekleri ceza."Allah bizi cehennem azab&#;ndan korusun."
Cehennem olmak: Defolup gitmek."Çabuk cehennem ol yan&#;mdan."
Cemaziyülevvelini bilmek: Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmi&#;teki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek."Sak&#;n güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim."
Cendereye sokmak: Çok s&#;k&#;&#;t&#;rmak, manevî bask&#; alt&#;na almak."Adam&#; cendereye almay&#; iyi beceriyorsun."
Cevab&#; yap&#;&#;t&#;rmak: Kar&#;&#;s&#;ndakinin, beklemedi&#;i, ters, güç duruma dü&#;ürücü bir cevap vermek."Öyle bir cevap yap&#;&#;t&#;rd&#; ki hasm&#; donakald&#;."
Ci&#;eri be&#; para etmemek: De&#;ersiz, kendisine güvenilmez, korkak, a&#;a&#;&#;l&#;k (bir kimse olmak)."B&#;rak, ondan söz etme bana, ci&#;eri be&#; para etmez adamlarla i&#;im yok."
Ci&#;erimin kö&#;esi: 1. Çok sevdi&#;im. 2. Sevgili evlâd&#;m."O, hâlâ benim ci&#;erimin kö&#;esidir."
Ci&#;erini okumak: Kar&#;&#;s&#;ndakinin gizli dü&#;üncelerini bilmek, akl&#;ndan geçenleri anlamak."Bizimi dü&#;ünüyormu&#;? Ben onun ci&#;erini okurum; o kendinden ba&#;kas&#;n&#; dü&#;ünmez."
Ci&#;erini sökmek: Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana u&#;ratmak."Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ci&#;erini sökerim onun."
Cin çarpm&#;&#;a dönmek: Neye u&#;rad&#;&#;&#;n&#; anlayamayacak kadar kötü duruma dü&#;mek."Bir tokatta cin çarpm&#;&#;a döndürdü adam&#;."
Cin fikirli: Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi ç&#;kar&#;n&#; kollayan, çok anlay&#;&#;l&#;."Endi&#;elenmeyin; o cin fikirli, o i&#;in de üstesinden gelecektir."
Cinler cirit (top) oynamak: Bir yerin &#;ss&#;z, ürküntü verir oldu&#;unu anlatmak için kullan&#;l&#;r.
Cinleri ba&#;&#;na toplamak: Öfkelenmek, k&#;zmak, çok sinirlenmek."Zorla cinleri ba&#;&#;ma toplad&#;n&#;z."
Curcunaya çevirmek (veya döndürmek): Bir yeri karga&#;a, &#;amata, gürültü pat&#;rt&#; ile doldurup kimsenin ne dedi&#;ini anlamayacak hâle getirmek."Çocuklar bir dakikada ortal&#;&#;&#; curcunaya çevirdiler."
Cümbür cemaat: Topluca, hep birden."Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik."
Cümle kap&#;s&#;: Konak, saray gibi büyük binalar&#;n ana giri&#; kap&#;s&#;."Devletin ileri gelenleri kona&#;&#;n cümle kap&#;s&#; önünde topland&#;lar."
Cüret etmek: Atakl&#;k etmek, yüreklilikle davranmak."O, hemen herkesin yan&#;nda söz söylemeye cüret eden bir yap&#;ya sahipti."
Cürmü me&#;hut hâlinde yakalamak: Bir kimseyi suçu i&#;lerken &#;ahitlerle birlikte yakalamak. Çaba göstermek: Bir i&#;i ba&#;armak için u&#;ra&#;mak, kuvvet harcamak."Çaba göstermeden amac&#;na ula&#;amazs&#;n."
Çabalama kaptan ben gidemem: "Zorlaman&#;n hiç faydas&#; yok, ben bu i&#;i yapacak güçte de&#;ilim; bo&#;una u&#;ra&#;&#;yorsun, yapamam, gitmem," anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Ça&#; açmak: Yeni bir gidi&#;in, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidi&#;e yol açmak."&#;stanbul` un fethiyle yeni bir ça&#; aç&#;ld&#;."
Çakar almaz: &#;&#;e yarar gibi görünse de asl&#;nda yarars&#;z, bozuk olan."Çakar almaz bir tabancayla bizi korkutaca&#;&#;n&#; sanm&#;&#;t&#;."
Çak&#; gibi: Canl&#; ve atik, çevik."Çak&#; gibi delikanl&#; olmu&#;."
Çal&#;m&#;ndan geçilmemek: Çok kibirli, kurumlu olmak; büyüklük taslamak, gösteri&#; yapmak."Adam&#;n çal&#;m&#;ndan geçilmiyor, ona laf anlatmak çok zor."
Çal&#;m satmak (caka satmak): Büyüklük taslamak, kurularak davranmak.
Çal&#;p ç&#;rpmak: Eline ne geçerse (az ve çok) çalmak, bu yolla kazanç sa&#;lamak."Yoksul kal&#;nca çal&#;p ç&#;rpmaya ba&#;lad&#;."
Çam devirmek: Fark&#;nda olmadan kar&#;&#;s&#;ndakini k&#;racak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davran&#;&#;ta bulunmak."Onun da çam devirmede üstüne yok hani."
Çam yarmas&#;: &#;ri gövdeli insan.
Çanak tutmak (açmak): 1. Söz ve davran&#;&#;lar&#;yla kavgaya, karga&#;aya yol açmak. 2. Dilenmek."Onun bu i&#;e çanak tutmas&#;na f&#;rsat vermeyece&#;im."
Çanak yalay&#;c&#;: Dalkavuk, ç&#;kar&#; için dalkavukluk eden."Çanak yalay&#;c&#;lar gün geçtikçe art&#;yor."
Çan çan etmek: Gerekli gereksiz sürekli konu&#;mak, yüksek sesle devaml&#; gevezelik etmek."Ba&#;&#;mda ne çan çan edip duruyorsun, kes art&#;k &#;u sesini."
Çan&#;na ot t&#;kamak: Bir daha sesini ç&#;karamayacak, kötülük edemeyecek bir duruma sokmak."Elbet sizin de çan&#;n&#;za ot t&#;kayaca&#;&#;m gün gelecek."
Çantada (torbada) keklik: "Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmi&#; say&#;l&#;r" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Beni çantada keklik san&#;yor ama yan&#;l&#;yor."
Çaptan dü&#;mek: Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmu&#; olmak; çal&#;&#;ma gücü, verimi tükenmi&#; olmak."Adam&#;n bir ayda çaptan dü&#;ece&#;ini sand&#;lar."
Çar çur etmek: Gereksiz, lüzumsuz yere harcay&#;p tüketmek."Paran&#; sak&#;n çarçur edeyim deme."
Çar&#;kl&#; erkân&#;harp: Daha ziyade ö&#;renimi olmayan ama kafas&#; çal&#;&#;an, kurnaz ve uyan&#;k köylüler için &#;aka yollu kullan&#;l&#;r.
Çark etmek: Dönmek, geri dönmek."Birkaç ad&#;m sonra çark ediniz."
Çark&#;na okumak: Bozmak, çal&#;&#;amaz hâle getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük yapmak."Eline al&#;r almaz saatin çark&#;na okudu."
Çar&#;amba pazar&#;: Her &#;eyi aç&#;kta olan, karmakar&#;&#;&#;k yer."Etraf&#; çar&#;amba pazar&#; gibi yapm&#;&#; çocuklar."
Çar&#;af gibi: Dalgas&#;z, dümdüz ve durgun."Deniz çar&#;af gibiydi."
Çat kap&#;: Aniden, beklenmedik bir anda."Oturuyorduk, çat kap&#; ç&#;kageldiler."
Çat pat: 1. Ara s&#;ra. 2. Yar&#;m yamalak, biraz. 3. Vakitli vakitsiz, uygunsuz zamanlarda."Çat pat okumas&#; var diye mektubu ona uzatt&#;lar."
Çay&#; görmeden paçalar&#; s&#;vamak: Ham hayaller kurmak; henüz zaman&#; gelmedi&#;i hâlde yap&#;lacak bir i&#;, meydana gelebilecek bir olay için haz&#;rl&#;klara giri&#;mek."Durun bakal&#;m hele, çay&#; görmeden paçalar&#; s&#;vamay&#;n, bir haber ula&#;s&#;n önce."
Çehre zü&#;ürdü: Çirkin, surats&#;z, yüzü yak&#;&#;&#;ks&#;z."O&#;lan&#; çehre zü&#;ürdü bir k&#;zla evlenmek zorunda b&#;rakt&#;lar."
Çekece&#;i olmak: Çok ac&#; çekece&#;i, s&#;k&#;nt&#;ya girece&#;i bir i&#; ya da durumla kar&#;&#;la&#;aca&#;&#; sezilir olmak."Öyle anla&#;&#;l&#;yor ki bu çavu&#;tan çekece&#;imiz var."
Çekidüzen vermek: Kar&#;&#;&#;kl&#;&#;&#;, da&#;&#;n&#;kl&#;&#;&#;, ba&#;&#;bozuklu&#;u gidermek."Kendine bir çeki düzen vermelisin art&#;k."
Çekip çevirmek: Yönetmek, düzene sokmak, hâle yola koymak, çal&#;&#;mas&#;n&#; sa&#;lamak."Tek ba&#;&#;ma bu i&#;i çekip çeviremem ki!"
Çekip gitmek: Savu&#;mak, b&#;rak&#;p gitmek, kimseye dan&#;&#;madan ayr&#;lmak."Arad&#;&#;&#;n&#; bulamay&#;nca çekip gitti."
Çekirdekten yeti&#;me: Bir i&#;i küçük ya&#;tan, ç&#;rakl&#;ktan ba&#;layarak ö&#;renme ve o i&#;te ustala&#;ma."Ali, çekirdekten yeti&#;mi&#; bir marangozdu."
Çeki&#;e çeki&#;e pazarl&#;k (etmek): Bir mal&#; ucuza almak, ya da pahal&#;ya satmak için titizce uzun süre yap&#;lan pazarl&#;k."Babam çok istedi&#;i at&#; alabilmek için, at&#;n sahibiyle çeki&#;e çeki&#;e pazarl&#;k etmeye ba&#;lad&#;."
Çelme takmak: 1. Aya&#;&#;n&#; baca&#;&#;na geçirerek y&#;kmaya çal&#;&#;mak. 2. Bir i&#;in geli&#;mesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen i&#;ini bozmak."Sakin sakin giden arkada&#;&#;n&#; çelmek takarak yere dü&#;ürdü."
Çene çalmak: Gevezelik ederek, çok konu&#;arak vakit geçirmek."Kom&#;u kad&#;nlar&#; çene çalmaya bay&#;l&#;rlar."
Çenesi dü&#;ük: Geveze, çok konu&#;an, gereksiz &#;eyler söyleyen."Senin kadar çenesi dü&#;ük bir adam daha görmedim."
Çenesi kuvvetli: Söylemekten yorulmayan, söyledi&#;i sözlerle kendisini dinletmesini bilen."&#;yi hatip, acaba çenesi kuvvetli hatip midir?"
Çene yar&#;&#;t&#;rmak: Kar&#;&#;l&#;kl&#; gevezelik etmek, bo&#; konu&#;mak."Sizinle çene yar&#;&#;t&#;r&#;lmaz do&#;rusu."
Çetele tutmak: Hesaptutmak amac&#; ile bir yere çizgiler çekmek."Ahmet amca, veresiye verdi&#;i mallar için çetele tutmaktan usanm&#;&#;t&#;."
Çetin ceviz: 1. K&#;r&#;lmas&#; zor, kabu&#;u sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip; ba&#;ar&#;lmas&#; güç i&#;."&#;imdi anl&#;yordu rakibinin ne deneli çetin ceviz oldu&#;unu."
Çevir kaz (&#;) yanmas&#;n: Kar&#;&#;s&#;ndakini k&#;racak bir söz söyledi&#;ini fark edip de çevirmeye kalk&#;&#;anlara &#;aka yollu söylenir.
Ç&#;ban ba&#;&#;: 1. Ç&#;ban&#;n patlamak üzere olan tepe noktas&#;. 2. Kötü sonuçlar&#;n, uygunsuzluklar&#;n ana sebebi."Bu i&#;te ç&#;ban ba&#;&#; m&#; olmak istersin?"
Ç&#;f&#;t çar&#;&#;s&#;: Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakar&#;&#;&#;k bir durumda bulundu&#;u yer."Daireyi ç&#;f&#;t çar&#;&#;s&#;na çevirenler tek tek bulunmal&#;d&#;r."
Ç&#;&#;&#;r açmak: Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum, izlenecek yöntem bulmak."Bilim adamlar&#; kanserle mücadelede ç&#;&#;&#;r açmak için kollar&#; s&#;vad&#;lar."
Ç&#;&#;&#;r&#;ndan ç&#;kmak: Yoldan sapmak, do&#;ru ve uygun gidi&#;ten ayr&#;lmak, art&#;k düzelemez hâle gelmek."&#;&#;ler ç&#;&#;&#;r&#;ndan ç&#;kmadan önlem almal&#;y&#;z."
Ç&#;kar yol: Çare, en tutarl&#; çözüm yolu."S&#;n&#;f geçebilmek için tek ç&#;kar yol ders çal&#;&#;makt&#;r."
Ç&#;k&#;&#; yapmak: Bir tart&#;&#;ma esnas&#;nda etkili söz ve sert davran&#;&#;larla dü&#;üncelerini belirtmek."Ani bir ç&#;k&#;&#; yaparak herkesi &#;a&#;&#;rtt&#;."
Ç&#;kmaza girmek: Çözümlenemeyecek, içinden ç&#;k&#;lamayacak bir duruma dü&#;mek."&#;&#;ler, hiç ummad&#;klar&#; bir anda ç&#;kmaza girdi."
Ç&#;ngar ç&#;karmak: Gürültü pat&#;rt&#;, kar&#;&#;&#;kl&#;k ve kavga ç&#;karmak."Ç&#;ngar ç&#;karmadan oturtun &#;u kad&#;n&#;."
Ç&#;t ç&#;karmamak: Çok sessiz olmak, hiç ses ç&#;karmamak, gürültü yapmamak."Çocuklar korkudan ç&#;t ç&#;karm&#;yorlard&#;."
Çiçe&#;i burnunda: Çok taze, yeni kopar&#;lm&#;&#;."Çiçe&#;i burnunda bir haber getirmek için yar&#;&#;a girdi muhabirler."
Çifte kumrular: Birbirini çok seven ve birbirinden ayr&#;lmayan kimseler."&#;&#;te çifte kumrular geliyorlar."
Çi&#;lik etmek: &#;nsana yak&#;&#;mayan; olgunlu&#;a, ya&#;a uygun dü&#;meyen yersiz ve kaba davran&#;&#;larda bulunmak."Bir çi&#;lik edip de toplant&#;y&#; berbat edecek diye ödüm kopuyor."
Çi&#; süt etmi&#; olmak: Soysuz ve namussuz olmak."Bu yürek yak&#;c&#; i&#;i yapmak için çi&#; süt emmi&#; olmak gerek."
Çi&#; yemedim ki karn&#;m a&#;r&#;s&#;n: "Herhangi bir suç i&#;lemedim ki korku duyay&#;m, i&#;i eksik yapmad&#;m ki olumsuz sonuçtan kayg&#;lanay&#;m" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Çile çekmek: Üzüntü, eziyet, ac&#; ve s&#;k&#;nt&#; içinde ya&#;amak."Annen seni büyütünceye kadar ne çileler çekti biliyor musun?"
Çile ç&#;karmak: 1. S&#;k&#;nt&#;l&#; bir i&#;in veya durumun sona ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir e&#;itim safhas&#;ndan geçmesi."Çile ç&#;karmayan mürit olgunla&#;amaz."
Çileden ç&#;kmak: 1. Çok öfkelenmek, olan bitenler kar&#;&#;s&#;nda dayan&#;kl&#;l&#;&#;&#; kalmay&#;p ta&#;k&#;nl&#;k göstermek. 2. Çile süresini bitirmek."Ben çileden ç&#;kmadan çabuk terk edin buray&#;."
Çil yavrusu gibi da&#;&#;lmak: Toplu hâlde bulunan insanlar&#;n her biri, herhangi bir sebeple bir yana da&#;&#;lmak."Silâh sesini duyunca çil yavrusu gibi da&#;&#;lmaya ba&#;lad&#;lar."
Çirkefe ta&#; atmak: Edepsiz, geçimsiz, kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davran&#;&#;larda bulunmak."&#;u çirkefe ta&#; at&#;p da ba&#;&#;n&#; belâya sokmadan gir içeri!"
Çivi kesmek: Çok ü&#;ümek, donmak."Çocuklar so&#;uktan çivi kesmi&#;lerdi."
Çizmeden yukar&#; ç&#;kmak: Bilmedi&#;i, akl&#;n&#;n kesmedi&#;i, yetkisinin d&#;&#;&#;nda bir i&#;e kalk&#;&#;mak; haddini bilmemek."Kes art&#;k, çizmeden yukar&#; ç&#;kmaya ba&#;lad&#;n."
Çocuk oyunca&#;&#;: Önem verilecek de&#;erde olmayan, kolay i&#;."Dereyi geçmek mi? Çocuk oyunca&#;&#; benim için."
Çocuk oyunca&#;&#; hâline getirmek: Bir i&#;i s&#;k s&#;k de&#;i&#;tirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip de&#;erinden dü&#;ürmek."Ne biçim adamlars&#;n&#;z siz, bu güzel i&#;i çocuk oyunca&#;&#; hâline getirdiniz!"
Ço&#;u gitti az&#; kald&#;: &#;&#;in en güç, en önemli, en büyük k&#;sm&#; bitti, kalan&#; önemsizdir."Ha gayret çocuklar, ço&#;u gitti az&#; kald&#;."
Çok görmek: 1. Esirgemek, bir kimseyi o &#;eye de&#;er bulmamak. 2. Bir kimsenin yapt&#;&#;&#;n&#;, davran&#;&#;&#;n&#; yad&#;rgamak."Gel, çok görme bana bu i&#;i."
Çoluk çocuk elinde kalmak: Genç, tecrübesiz, çocuk denecek ki&#;ilerin yönetimi alt&#;nda ya&#;ar durumda olmak."Ülke çoluk çocuk elinde mi kalacak? Allah korusun!"
Çoluk çocu&#;a kar&#;&#;mak: Evlenip, çocuklar&#; dünyaya gelip, onlarla u&#;ra&#;&#;r olmak."Vay can&#;na! Daha dünkü çocuktu, bugün çoluk çocu&#;a kar&#;&#;m&#;&#;! Zaman ne çabuk da geçiyor."
Çorap sökü&#;ü gibi gitmek: Ba&#;layan bir i&#;in birbirine ba&#;l&#; di&#;er bölümlerinin kolayl&#;kla halledilmesi."Hele bir ba&#;la sen, bak nas&#;l çorap sökü&#;ü gibi gidecek i&#;."
Çorbada tuzu bulunmak: Yap&#;lan bir i&#; ya da hizmette az da olsa çabas&#;, eme&#;i bulunmak."Haydi durmay&#;n, çorbada sizin de tuzunuz bulunsun!"
Çömlek hesab&#;: Güvenilmez, yanl&#;&#; hesap."Senin yapt&#;&#;&#;n çömlek hesab&#;, bir muhasebeciye havale et i&#;i."
Çuval gibi: Kaba ve seyrek, bol ve ütüsüz."Pantolonun çuval gibi olmu&#;."
Çürü&#;e ç&#;kmak: 1. &#;&#;e yaramaz oldu&#;u, sa&#;lam olmad&#;&#;&#; anla&#;&#;larak bir yana at&#;lmak. 2. Sa&#;l&#;&#;&#; el vermedi&#;i için askerlik görevine al&#;nmamak."Çürü&#;e ç&#;kmak için can atanlar da yok de&#;il bugün."
Çürük tahtaya basmak: Tedbirsiz hareket edip, kötü sonuçlanacak bir i&#;e giri&#;mek."Allah kimseyi çürük tahtaya bast&#;rmas&#;n."
Da&#;a ç&#;kmak: Hükümete, kanunlara kar&#;&#; gelerek da&#;lara çekilmek, buralarda e&#;k&#;yal&#;k etmek."Dü&#;ünü basanlar da&#;a ç&#;km&#;&#;lar."
Da&#;a kald&#;rmak: Herhangi bir sebepten ötürü birini zorla da&#;a veya &#;ss&#;z bir yere götürüp orada al&#;koymak."E&#;k&#;yalar, karakol komutan&#;n&#;n o&#;lunu da&#;a kald&#;rm&#;&#;lar; ne istedikleri henüz belli de&#;il."
Da&#;arc&#;&#;&#;na atmak: Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine yerle&#;tirmek."Ö&#;rendi&#;i her yeni bilgiyi da&#;arc&#;&#;&#;na atmay&#; ihmal etmedi."
Da&#;dan gelip ba&#;dakini kovmak: Daha sonradan geldi&#;i bir yere ya da kar&#;&#;t&#;&#;&#; bir i&#;te eskiden beri bulunan bir ki&#;inin yerini almaya çal&#;&#;mak."&#;u densize bak hele, da&#;dan gelip ba&#;dakini kovuyor!"
Da&#; do&#;ura do&#;ura fare do&#;urdu: Önemli gibi görünen &#;eylerden önemsiz bir sonuç ç&#;kmas&#; durumunda söylenir.
Da&#;lara dü&#;mek: S&#;k&#;nt&#;, üzüntü sebebiyle insanlardan kaç&#;p &#;ss&#;z yerlerde ya&#;ar olmak."Annesinin ölümünden sonra da&#;lara dü&#;tü."
Da&#;lar&#; devirmek: Çok büyük güçlüklerin alt&#;ndan kalkmak, a&#;&#;r i&#;leri ba&#;armak."O, da&#;lar&#; devirir bir adamd&#;r."
Dalavere çevirmek: Yalan, dolan ve hile ile kötü bir i&#; yapmak; düzen kurarak gizlice ba&#;kas&#;n&#; aldatmak."Yine bir dalavere çevirmesin bu adam!"
Dal budak salmak: 1. Karma&#;&#;k biçimde yay&#;l&#;p geni&#;lemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden geni&#;leyip yay&#;lmak."Bu mesele daha fazla dal budak salmadan hemen halledilmeli."
Daldan dala konmak: Çok s&#;k, dü&#;ünce ya da konu de&#;i&#;tirmek."Daldan dala konmay&#; b&#;rak da bir i&#;e sar&#;l art&#;k."
Dal&#;na basmak: Hiç ho&#;lanmad&#;&#;&#; &#;eyleri yaparak birisini öfkelendirmek."Dal&#;ma bas&#;p da beni çileden ç&#;karma lütfen!"
Dallan&#;p budaklanmak: Geni&#;leyip yay&#;lmak, gittikçe büyüyerek kar&#;&#;&#;k bir durum almak."&#;&#;i dalland&#;r&#;p budakland&#;rmada üstüne yok hani!"
Damdan dü&#;er gibi: Aniden, yersiz olarak (söz söylemek)."Damdan dü&#;er gibi söz söyleyince ortal&#;k birbirine girdi."
Damgas&#;n&#; vurmak: Biri hakk&#;nda kötü bir yarg&#;ya varmak."Allah`tan korkmazsan ona h&#;rs&#;zl&#;k damgas&#;n&#; vur da rezil olsun."
Damokles`in k&#;l&#;c&#;: Ki&#;iyi korku ve bask&#; alt&#;nda tutan büyük ceza tehdidi."Damokles`in k&#;l&#;c&#; gibi ba&#;&#;mda dikilip durma öyle!"
Danan&#;n kuyru&#;u kopmak: Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun gerçekle&#;mesi."Danan&#;n kuyru&#;u bu gece kopacak, in&#;allah hay&#;r demezler."
Dan&#;&#;&#;kl&#; dövü&#;: &#;ike; önceden aralar&#;nda bir anla&#;ma oldu&#;u hâlde, sanki böyle bir anla&#;ma yokmu&#; gibi davranarak ba&#;kalar&#;n&#; aldatmak."Dan&#;&#;&#;kl&#; dövü&#; insanlar&#;n mertlik anlay&#;&#;&#;n&#; tamamen öldürdü."
Dara dü&#;mek: 1. Paraca s&#;k&#;nt&#;ya u&#;ramak. 2. S&#;k&#;nt&#;l&#;, tehlikeli bir durumla kar&#;&#;la&#;mak."&#;yice dara dü&#;tük, geçinmekte güçlük çekiyoruz."
Dara getirmek: Aceleye getirmek, gerekti&#;i gibi zaman ay&#;ramamak."Biraz erken kalkal&#;m da dara getirmeden yapal&#;m i&#;i, güzel olsun."
Dar bo&#;az: S&#;k&#;nt&#;lar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahl&#;k umulan durum."Evel Allah bu dar bo&#;az&#; da a&#;aca&#;&#;z."
Dar hayat: S&#;k&#;nt&#;lar, güçlükler, zorluklar içinde sürdürülen hayat.
Darda kalmak: 1. Zor duruma dü&#;mek. 2. Paraca s&#;k&#;nt&#; çekmek."Ö&#;retmeninin kar&#;&#;s&#;nda darda kalmak istemeyen Ahmet, ödevini yapmay&#; hiç ihmal etmezdi."
Dar gelirli: Geçim s&#;k&#;nt&#;s&#; çeken, kazanc&#; normal olarak geçimini sa&#;lamaya yetmeyen."Dar gelirli ailelerin çocuklar&#;n&#;n ço&#;u okulu yar&#;da b&#;rakmak zorunda kal&#;yorlar."
Dar&#;s&#; (dostlar) ba&#;&#;na: "Kavu&#;tu&#;um ba&#;ar&#; ve mutlulu&#;a tüm dostlar&#;m&#;n da kavu&#;mas&#;n&#; isterim" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r.
Dar kafal&#;: Anlay&#;&#;&#;, kavray&#;&#;&#; az; yeniliklere aç&#;k olmayan."Dar kafal&#; insanlarla anla&#;mak oldukça zordur."
Davul çalmak: Bir &#;eyi herkesin duyabilece&#;i biçimde ortal&#;&#;a yaymak."Davul çal&#;p bizi elâleme rezil etti."
Defe (tefe) koymak: Dedikodusunu yapmak, k&#;nayan bir dille ba&#;kalar&#;na anlatmak, alaya almak."Sak&#;n söyleme, yoksa bizi defe koyarlar."
Defterden silmek: &#;li&#;kisini kesmek, yok saymak, ad&#;n&#; anmaz olmak, unutmak."Ali`yi defterden iyice sildim."
Defteri dürülmek: 1. &#;&#;ine son verilerek bir yerden uzakla&#;t&#;r&#;lmak. 2. Ölmek ya da öldürülmek."Onun da defterini dürecekler yak&#;nda.
Defteri kapamak: &#;lgiyi kesmek, u&#;ra&#;maz olmak, söz konusu i&#;i yapmaz olmak. "O defteri kapad&#;k biz, art&#;k soru sormay&#;n.
Deli divane olmak: Bir &#;eyi, bir kimseyi a&#;&#;r&#; derecede sevmek, ona tutkun olmak."Delikanl&#; o k&#;z için deli divane oluyordu."
Deli fi&#;ek: Atak, deli&#;men, delice i&#;ler yapan, &#;&#;mar&#;k."B&#;rak art&#;k &#;u deli fi&#;ek adamla arkada&#;l&#;k etmeyi."
Deliksiz uyku: Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan uyku."Bu gece deliksiz bir uyku çekip yorgunlu&#;umu atmak istiyorum."
Demir atmak: 1. Çapas&#;n&#; denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre kalmak."Gemiler f&#;rt&#;na ba&#;lay&#;nca koya girip demir att&#;lar."
Dem tutmak: Bir çalg&#;ya, bir ba&#;ka çalg&#; veya sesle e&#;lik etmek.
Denizden ç&#;km&#;&#; bal&#;&#;a dönmek: Yeni bir i&#;e, ortama, duruma al&#;&#;makta zorluk çekmek."Eski i&#;inden ayr&#;l&#;p, yeni i&#;ine ba&#;lay&#;nca denizden ç&#;km&#;&#; bal&#;&#;a dönmü&#;tü."
Derdine dü&#;mek: Yap&#;lmas&#; gereken bir &#;eyi gerçekle&#;tirmenin yollar&#;n&#; aramak."Sana ne ki o i&#;in derdine dü&#;tün?"
Dert orta&#;&#;: 1. Ayn&#; derdin, s&#;k&#;nt&#;n&#;n içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini payla&#;t&#;&#;&#;, anlatt&#;&#;&#; yak&#;n dostu."Onlar y&#;llar y&#;l&#; birbirlerinin dert orta&#;&#; olarak ya&#;am&#;&#;lard&#;."
Destan olmak: Yapt&#;&#;&#; (kötü) bir i&#;ten dolay&#; &#;öhreti yay&#;lmak."Kar&#;s&#;na ba&#;&#;rd&#; diye annesini kap&#;ya att&#;, bütün civar köylere destan oldu."
Devede kulak: Bütüne göre çok ufak bir parça."Onun yapt&#;&#;&#; i&#; devede kulak kal&#;r."
Deve kini: Bitmeyen, geçmeyen, unutulmayan büyük kin."Tam anlam&#;yla bir deve kini besliyordu kom&#;usuna kar&#;&#;."
Deveye hendek atlatmak: Birisine yap&#;lmas&#; çok zor, hemen hemen yapamayaca&#;&#; bir i&#;i yapt&#;rmaya çal&#;&#;mak."Senin yapt&#;&#;&#;n deveye hendek atlatmak, b&#;rak &#;u garibin yakas&#;n&#;."
Devlet ku&#;u: Umulmad&#;k, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren talih.
D&#;&#;&#; eli (seni) yakar, içi beni: "D&#;&#;tan görünü&#;ü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elveri&#;siz, kötü, sahibini üzücü" anlam&#;nda kullan&#;l&#;r."Ah bir bilseler i&#;in iç yüzünü, d&#;&#;&#; eli yakar, içi beni."
Diken üstünde oturmak: Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz olmak."&#;nan, diken üstünde oturuyorum &#;urada."
Dikine gitmek: &#;natç&#;l&#;k etmek, bildi&#;ini yapmaya çal&#;&#;mak, kimsenin uyar&#;s&#;na kulak asmamak."Biraz daha dikine giderse ba&#;&#;na büyük bir belâ gelecek bu çocu&#;un."
Diki&#; tutturamamak: Bir yerde, bir i&#;te bir sebepten ötürü ba&#;ar&#; sa&#;layamay&#;p uzun süre kalmamak."Bir &#;eyde diki&#; tutturamad&#;, &#;imdi bo&#;ta gezip duruyor."
Dikiz etmek: Bir yeri, olay&#;, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ay&#;rmadan dikkatlice izlemek.
Dilden dile dola&#;mak: Her yerde, pek çok kimse taraf&#;ndan bahis konusu olmak."Ata sözleri dilden dile dola&#;arak günümüze kadar geldi."
Dil dökmek: Kand&#;rmak, inand&#;rmak ya da yararlanmak için tatl&#; sözler söylemek."Pe&#;ine dü&#;en çocu&#;u ne kadar dil döktüyse de evde kalmaya raz&#; edemedi."
Dil ebesi: Çok fazla ve esprili konu&#;an."Dil ebesi bir adam o, sen onunla ba&#;a ç&#;kamazs&#;n."
Dile (dillere) dü&#;mek: Hakk&#;nda dedikodu yap&#;lmak."Allah kimseyi dile dü&#;ürmesin, kad&#;nca&#;&#;z soka&#;a ç&#;kamaz oldu."
Dile gelmek: 1. Konu&#;ma yetene&#;i yokken konu&#;mak, dillenmek. 2. Dile dü&#;mek."Dile geldi da&#;lar, avuttu onu!"
Dile getirmek: 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, aç&#;klamak. 2. Birini konu&#;turmak."Hiç umulmad&#;k bir anda konuyu dile getirdi, hepimizin anlamas&#;n&#; sa&#;lad&#;."
Dile kolay: Söylenmesi kolay ama yap&#;lmas&#; ortaya konmas&#; ya da katlan&#;lmas&#; çok güç."Evet, dile kolay, haydi yap da görelim."
Dili aç&#;lmak:
Herhangi bir sebepten dolay&#; konu&#;amayan kimse, birden konu&#;maya ba&#;lam&#;&#; olmak."Dili aç&#;ld&#; çok &#;ükür!"
Dili dola&#;mak:

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir