ANLAMINI ÖĞRENMEK İSTEDİĞİNİZ DEYİMİNİN İLK HARFİNİ AŞAĞIDAKİ LİSTEDEN SEÇİNİZ!
A · B · C · Ç · D · E · F · G · H · I · İ · J ·K· L · M · N · O · Ö · P · R · S · Ş · T · U · Ü · V · Y · Z
Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği halde, bir işin zararlı sonucuna katlanmak.
Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak. Senin bu şakaların da artık kabak tadı vermeye başladı.
Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak.
Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak, eziyet çekmek. Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz?
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi.
Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konuşmak. Derse hiç çalışmadığın belli, öyle kafadan atıyorsun ki
Kafadan kontak (sakat): Düşüncesiz, delice işler yapan, aklı kıt. Bırak şu elindeki baltayı, kafadan kontak mısın nesin?
Kafa dengi: Davranışları, anlayışları, dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri. Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki.
Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düşünmek, zihin yormak. Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın, öyle karışık ki.
Kafa tutmak: Karşı gelmek, direnmek, boyun eğmemek. Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?
Kafası almamak:1. Anlayıp kavrayamamak. 2. Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak. 3. Olabileceğine inanmamak. Boşuna nefes tüketme, kafası almaz onun.
Kafası işlemek (çalışmak): Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi olmak.
Kafası kazan (gibi) olmak, (veya kafası şişmek):1. Zihni yorulmak. 2. Gürültülü, patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak, yorgunluk duymak. Kesin artık şu makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu.
Kafası kızmak: Çok öfkelenip sinirlenmek. Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan.
Kafasına dank etmek (demek): Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, doğruyu yakalamak.
Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek. Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum.
Kafası yerinde olmamak: 1. O anda kafası çok yorgun olmak. 2. Başka şeyler düşündüğünden, o anda konuşulana hemen intibak edememek. Kusura bakmayın, ne söylediğinizi anlayamadım, kafam yerinde değildi de.
Kafese girmek: 1. Hapse girmek. 2. Aldatılmak, hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak, oyuna gelmek. Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı.
Kafese koymak: Tuzağa düşürüp çıkar sağlamak.
Kağıda dökmek: Düşüncelerini, duygularını yazıya geçirmek.
Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kağıt üzerinde kaldı.
Kalbini kırmak: İncitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kırmak, gücendirmek. Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış.
Kalburla su taşımak: Verimsiz, verim alınamayacak, olmayacak bir işle uğraşmak.
Kalbur üstü: Benzerleri arasında üstün, seçkin, görünür.
Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, sokaklarda dolaşan kimse.
Kale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer bulmamak. O, kale alınacak bir insan değil.
Kalem efendisi: Kalemde çalışan görevli, yazman.
Kalem oynatmak: 1. Yazı yazmak. 2. Bir yazıyı düzeltmek. 3. Bir yazıda değişiklik yapmak.Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum.
Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını kazanmak.
Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek, bir şeyi doğrulamak. Kalıbımı basarım ki o, bu işi yapmamıştır.
Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak, umulanı ortaya koymamak.
Kalıptan kalıba girmek: 1. Sık sık iş değiştirmek. 2. Çıkar sağlamak için değişik kılıklara girmek.
Kalp kazanmak: Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek. Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz.
Kambersiz düğün olmaz (olur mu?): Bir toplantı, eğlence veya iş, en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz anlamında alay yollu kullanılır.
Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): Sıkıntı üstüne sıkıntı, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovalıyor anlamında kullanılır.
Kanadı altına almak: Korumak, gözetmek, himayesi altına almak. Yeğenini kanadının altına aldı.
Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak. Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum.
Kana susamak: Birini öldürme hırsı içinde olmak. Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim, kana susamış gibiydi.
Kanat germek: Birini korumak, gözetimi altına almak.
Kan başına sıçramak (beynine çıkmak): Çok sinirlenmek, öfkelenmek. Kan başına sıçramıştı, sağa sola bağırıp duruyordu.
Kancayı takmak: Bir kimsenin zararı, kötülüğü için uğraşmak.
Kan çıkmak: Cinayet işlenmek, kan dökülmek. Şu adamı götürün gözümün önünden, yoksa kan çıkacak.
Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapılan selâmlama.
Kan dökmek: Ölüme yol açmak, yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp öldürmek.
Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akıtılmış olmak, çok insan öldürülmek. Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti.
Kan gütmek: Kan dökerek öç almayı istemek.
Kanı ağır: Davranışları yavaş, sevimsiz, konuşması insana sıkıntı veren, hoşa gitmeyen kimse.
Kanı bozuk: Soysuz, iğrenç işler yapmaktan geri durmayan. Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir.
Kanı kaynamak: 1. Hareketli, coşkun olmak. 2. Birine içten bir sevgi beslemek, yakınlık duymak. Çocuğa, ilk rastladığımda kanım kaynamıştı.
Kanına girmek: 1. Birini öldürtmek veya öldürmek. 2. Bir şeyi harcamak, ziyan etmek.
Kanına susamak: Belasını aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak. Kanına mı susadın sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!
Kanını emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek, varını yoğunu elinden almak.Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!
Kanı pahasına: Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak. Kanım pahasına da olsa, o adamlara, buradan adımlarını attırmayacağım.
Kanı sıcak: Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, sıcakkanlı.
Kanıyla ödemek: Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek. Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya.
Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek.
Kan kusturmak: Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek. Bana kan kusturmaya yemin etmişler, haydi görelim.
Kanlı bıçaklı olmak: Birbirlerinin kanını dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak. Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk.
Kanlı canlı: Sağlıklı, sapasağlam, dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan. Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum.
Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun, terli, bitkin ve perişan durumda olmak. Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi, kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı.
Kan tutmak: 1. Kan görünce bayılmak. 2. (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) şok geçirmek, kaçamamak, olduğu yere yığılıp kalmak.
Kapağı atmak: Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek, işe girmek. Evimize kapağı attık mı tamam, gel keyfim gel o zaman.
Kapalı kutu: İçinde ne sakladığını belli etmeyen, niteliği gizli kalan.
Kapı dışarı etmek: Kovmak, dışarı atmak. Ben de bu evin insanıyım, beni kapı dışarı edemezsiniz!
Kapı kapı dolaşmak: 1. Ev ev gezmek, her eve uğramak. 2. Hemen her devlet dairesine başvurmak. Kapı kapı dolaştı, ne var ki bir iş bulamadı.
Kapısında büyümek: Birinin evinde eğitim görüp yetişmek. Onun kapısında büyümüştü, ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu.
Kapısını aşındırmak: İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip gelmek.
Kapıyı açmak: 1. Başlama. 2. Bir işte birilerine örnek olmak. Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı.
Kara çalı: İki kişi, iki dost arasına girerek arayı bozan kimse.
Kara çalmak: Birine iftira etmek, leke sürmek, haksız yere suçlamak. Kadıncağıza yok yere kara çaldılar.
Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü, düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan, dostunu yalnız bırakmayan kimse.
Karalar bağlamak (giymek): Bir felaket dolayısıyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü bağlamak.
Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu: Dış görünüşe aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz, o sonra görünür. anlamında kullanılır.
Karar kılmak: Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok şeyi deneyip onu seçmek. Ben bu elbisede karar kıldım.
Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek, uygunsuz işler yapmak. Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir.
Kargacık burgacık: Eğri büğrü, kötü, okunması güç, çarpık, düzensiz (yazı).
Kardeş payı yapmak: Eşit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylaştırmak. Çok açtılar, buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar.
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak. Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler.
Karınca duası gibi: Çok küçük, sık ve okunaksız, birbirine girmiş (yazı).
Karınca yuvası gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli olmak (bir yer). Pasajın girişi adeta karınca yuvası gibi kaynıyordu.
Karınca kararınca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettiği kadar, elinden geldiğince. Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi.
Karman çorman: Karmakarışık, çok karışık, düzensiz, alt üst olup birbirine girmiş. Ortalık karman çormandı, nereden işe başlayacağını bilemiyordu.
Karnı geniş: Hiçbir şeyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsız, umarsız.
Karnı karnına geçmek: Çok acıkmak, çok zayıflamış olmak. Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı, karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü.
Karnı tok (olmak): O sözlerine kanmıyorum, önem vermiyorum anlamında kullanılır. Geç babam, geç bu sözleri, karnımız tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?
Karnı tok sırtı pek: Geçimi iyi, hali vakti yerinde, para sıkıntısı olmayan, birinin yardımına ihtiyaç duymayan (kimse). Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır, bize güvenin!
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak. Bugün hiçbir şey yiyemedim, karnım zil çalıyor!
Karşı çıkmak: 1. Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak. 2. İleri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek. Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?
Karşı durmak: Bir güce boyun eğmemek, direnmek. Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur.
Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun eğmemek. Hırsızlar polise silahla karşı koymaya çalıştılar.
Kasıp kavurmak: 1. Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek. 2. Baskı yaparak, kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek, ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak. Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!
Kaş göz etmek: Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye, istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak. Kalabalıkta kaş göz ederek Hasanı çağırmayı düşündü.
Kaşıkla yedirip, sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra, bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük yapmak.
Kaşla göz arasında: Çok çabuk, kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde. Kaşla göz arasında kapıverdi mendili.
Kaşlarını çatmak: Kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak. Bana öyle kaşlarını çatıp durma!
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim, bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek.
Katı yürekli: Acımasız, merhametsiz, acı veren şeylere aldırmayan. Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir.
Kayıtsız kalmak: Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek. Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?
Kazan kaldırmak: Yönetime karşı topluca karşı gelmek, baş kaldırmak. Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar.
Kazık yutmuş gibi: Dimdik (duran, oturan, yürüyen).
Kazın ayağı öyle değil: Durum, mesele senin sandığın gibi değil anlamında kullanılır.
Keçileri kaçırmak: Düşünme yeteneğini kaybetmek, aklını oynatmak, delirmek, bunalım içinde olmak. Doktor, keçileri kaçırmış diyorlar!
Kedi ciğere bakar gibi (bakmak): İmrenerek, iştahla, ele geçirme isteği ile bakmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak.
Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi. Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı.
Kefeni yırtmak: Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak. Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz.
Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır.
Keli görünmek: Bir kabahati, kusuru ortaya çıkmak.
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.
Kelleyi koltuğuna almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak. Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil.
Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak. Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar.
Kem küm etmek: Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek. Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!
Kendi halinde (olmak): Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin (kimse). Yazık olmuş, kendi halinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı.
Kendi göbeğini kendi kesmek: İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak. O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir.
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek. Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe.
Kendi kendini yemek: İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak. Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden.
Kendinden geçmek: 1. Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak. 2. Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak. Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik.
Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek.
Kendine gelmek: 1. Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak. 2. Aklı başına gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek. Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!
Kendine yedirememek: Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yapmamak.
Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek. Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!
Kendini ağır satmak: Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek. Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?
Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak. O pastayı yemekten kendimi alamadım işte!
Kendini ateşe atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek. Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?
Kendini bulmak: 1. İyi bir duruma kavuşmak. 2. Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek. 3. Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak. Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim.
Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek. Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vazgeçeceksin?
Kendini dinlemek: 1. Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak. 2. Yalnız, sakin kalmak. Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim.
Kendini göstermek: 1. Ortaya çıkmak, belirmek. 2. Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek. Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi.
Kendini kaptırmak: Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak. Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu.
Kendini kaybetmek: 1. Düşüp bayılmak. 2. Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hale gelmek. Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yığılıverdi.
Kendini toplamak: 1. Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek. 2. Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak. 3. Şişmanlamak. Bizim oğlan kendini iyice toparladı, şimdi ev almayı düşünüyor.
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak, kendine hakim olamamak. Kendimi tutamadım, ben de ağlamaya başladım.
Kendini vermek: Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek, bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak. İşe henüz kendini vermiş sayılmaz.
Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek. Nasıl olalım, kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte
Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu.
Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak. Babam kesenin ağzını açtı nihayet.
Keyfinin kahyası (olmamak): Birisine karışmaya hakkı olmamak, istediği gibi yaşamasına engel olmamak. O benim keyfimin kahyası olamaz, ben dilediğim gibi yaşarım, karışamaz bana!
Keyif çatmak: Neşeli olmak, hoş ve eğlenceli zaman geçirmek. İşi nihayet bitirmiştik, sıra keyif çatmaya gelmişti.
Keyif ehli: Rahatına düşkün kimse, zevkinden bol bol yararlanan. Oldukça rahat, keyif ehli bir insandı.
Kılı kırk yarmak: Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde durmak. Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı.
Kılına dokunmamak: Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak. İnan anne, kılına bile dokunmadım kardeşimin!
Kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak): Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek. Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı.
Kıl payı (kalmak): Çok az, az bir fark (kalmak). Araba o hızla virajı alamadı, uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı.
Kıran girmek: 1. Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak. 2. Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak. Kıran girdi, bütün koyunlar telef oldu.
Kırık dökük: 1. Eski çürük, sağlam olmayan, değersiz (şey). 2. Düzgün olmayan, parça parça, dağınık (söz). Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!
Kırıp geçirmek: 1. Yakıp yıkarak, baskı yaparak, öldürerek büyük zarar vermek. 2. Çok sert davranarak darıltmak. 3. Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten katıltmak.
Kırk dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok uğraşmak. Ne inatçı adammış, bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana.
Kırklara kırışmak: Bir kimse artık ortalıkta görünmez olmak.
Kırk tarakta bezi bulunmak: Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak, birçok ilişkisi bulunmak, gizli ilişkileri olmak. Ne iş yaptığı belli değil, kırk tarakta bezi var adamın.
Kısmeti açılmak: 1. Kazancı artıp bolluğa erişmek. 2. Bir kızı isteyenlerin çoğalması. Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!
Kısmetini (nimetini) ayağıyla tepmek: Kavuşacağı iyi bir durumu, kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, değerlendirememek.
Kıssadan hisse almak: Bir olaydan, anlatılan bir hikâyeden ders almak.
Kıt kanaat (geçinmek): Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle (geçinmek). Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk.
Kıvamına gelmek (bulmak): En uygun zamanında olmak, gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, istenilen duruma gelmek.
Kıyamet kopmak: 1. Kıyamet günü gelmek. 2. Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga, telaş olmak. Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler.
Kızarıp bozarmak: Utanarak renkten renge girmek, kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek. Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı, kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı.
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak. Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu.
Kilit noktası: Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur, üzerinde durulması gereken en önemli nokta, makam veya yer.
Kimseye eyvallah etmemek: Kimseden yardım ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altına girmemek. Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek değilim.
Kim vurduya gitmek: Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli olmamak.
Kirişi kırmak: Kaçıp gitmek, bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak. Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü.
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Ayıp, suç ve kusurlarını, gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak, söylemek. Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı.
Kitaba el basmak: Elini kutsal kitap olan Kurân-ı Kerim üzerine koyarak yemin etmek.
Kitabına uydurmak: Yasal olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak yasalmış gibi göstermek. İşi kitabına uydurmuşlar, çok zengin olmuşlardı.
Kof çıkmak: İşe yaramadığı, sanıldığı gibi olmadığı, boş ve değersiz bir kişi olduğu anlaşılmak.
Kokusu çıkmak: Gizli yapılmış bir iş, daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak. Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum.
Kolaçan etmek: Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak. Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin.
Kol kanat olmak: Yardım etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculuğu altına almak.
Koltukları kabarmak: Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek. Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu.
Kolu kanadı kırılmak: Çaresiz duruma düşmek, bir şey yapamaz hale gelmek. Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu.
Korktuğu başına gelmek: Endişe duyduğu, kaygılandığı, olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek. Korktuğum başıma geldi, ne yapacağım şimdi ben!
Koyun kaval dinler gibi: Düşünmeden, hiçbir şeyi anlamadan, ne denildiğini kavramadan dinlemek. Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler.
Kozunu paylaşmak: Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün olan güce dayandırarak çözümlemek, sona erdirmek. Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu.
Kök salmak: 1. Bir yere iyice, ayrılmamacasına yerleşmek. 2. İyice tutunmak, köklenmek, sağlamlaşmak, yayılmak. Onun sevgisi, içine iyice kök salmıştı.
Kök söktürmek: Uğraştırmak, güçlük çıkarmak, engel olmak. O takıma kök söktürmeye yemin ettik.
Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek, ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldırmak.
Köprüleri atmak: Girişilen, başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkânı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak.
Kör değneğini beller gibi: Bir değişiklik, yenilik düşünmeden, hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için kullanılır.
Kör dövüşü: Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama.
Kör kadı: Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karşı söyleyen.
Köstek olmak: Engel olmak.
Körü körüne: Düşünüp taşınmadan, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan, dikkat etmeden. Bu işe öyle körü körüne giremem, anladın mı?
Kötüye kullanmak: Suistimal etmek, yetkisini yanlış bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak. Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı.
Kraldan çok kralcı olmak: Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak.
Kucak açmak: İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek, onu korumak. Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir.
Kukumav kuşu gibi: Yapayalnız, tek başına.
Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her şeyden haberi olan. Ne kulağı delik adamdır o, ne öğreneceksen ona sor.
Kulağı kirişte (olmak): Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice (beklemek). Kulağınız kirişte olsun, ne duyarsanız iletin hemen.
Kulağına çalınmak: Bir söz, bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak. Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı, ne diyorsun?
Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını bozan bir haber işitmek, sıkışık bir duruma düşmek.
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten, gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak. Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin.
Kulağını açmak: Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek. Kulağını aç da beni iyi dinle!
Kulağını bükmek: Dikkatli olması için uyarıda bulanmak.
Kulağını çekmek: 1. Uyarmak için hafif bir ceza vermek. 2. Ceza olarak kulağını büküp çekmek. Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!
Kulak asmamak: Aldırıp önemsememek, dinlememek. Kulak asma sen onun söylediklerine.
Kulak dolgunluğu: Duya duya elde edinilen yarı buçuk bilgi.
Kulak kabartmak: Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak dinlemek. Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı.
Kulak kesilmek: Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak. Ne konuştuklarını merak ediyordum, yanlarına yaklaşarak kulak kesildim.
Kulaklarını çınlatmak: Birini iyi duygularla anmak.
Kul köle (veya kurban) olmak: Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak, bağlılığın gerektirdiği fedakarlığı yapmaya hazır olmak.
Kulp takmak: Bir kusur, bir bahane bulmak.
Kumpas kurmak: Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş düzenlemek.
Kundak sokmak: 1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak. 2. Ara bozacak bir söz ya da davranışta bulunmak.
Kurban olayım: 1. Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır. 2. Yalvarmak için söylenir. Kurban olayım yavruma dokunmayın!
Kurşuna dizmek: Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek, sıkılan kurşunlarla öldürmek.Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!
Kurtlarını dökmek: Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak. Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim, ne dersin?
Kurt masalı okumak: İnandırıcı, gereksiz, asılsız sözler (söylemek).
Kuru iftira: Hiçbir kanıtı olmayan suçlama. Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!
Kuru kalabalık: 1. Yararsız kırık dökük eşya. 2. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu. Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma.
Kuru kuruya: Boşuna, boş yere.
Kuru sıkı: 1. Korkutmak amacıyla söylenen sözler, blöf. 2. Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek dolgusu.
Kuş beyinli: Akılsız, aptal, ahmak.
Kuş kadar canı olmak: Küçük, cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak.
Kuş sütüyle beslemek: En pahalı, değerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez: Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yer. Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti.
Kuş uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin vermemek; imkân tanımamak, bunun için çok dikkatli davranmak. Sıkı gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!
Kuvvetten düşmek (kesilmek): Gücü iyice azalmak.
Kuyruğuna basmak: Birini tahrik etmek, incitip saldırmasına yol açmak.
Kuyruklu yalan: İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan. İnanmayın ona, söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!
Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak. Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu.
Kuyusunu kazmak: Birinin kötü duruma düşmesi, felakete uğraması, zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak, tuzak kurmak. Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek.
Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak, hayrete düşmek, donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hale gelmek. Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?
Küçük düşürmek: Onurunu kırmak, birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek. Dikkatli ol, bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın.
Küçük görmek: Önemsememek, değer vermemek. Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!
Külahıma anlat: Söylediklerin hiç de inandırıcı değil, sana inanmıyorum anlamında kullanılır.
Külahını ters giydirmek: Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman etmek.
Külahları değişmek: Araları bozulmak, bozuşmak anlamında tehdit olarak kullanılır. Hareketlerini düzeltmezsen külahları değişiriz, ona göre!
Kül kedisi: 1. Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse). 2. Uyuşuk, miskin, rahatına düşkün, tembel.
Kül kesilmek: Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak. Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi.
Kül olmak: 1. Bir şey bütünüyle yanmak. 2. Varını yoğunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak. 3. Büyük bir felakete uğrayıp çok üzülmek.
Külünü (göğe) savurmak: Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayıp tüketmek, telef edip bir şey bırakmamak.
Kül yutmamak: Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak. Bana kül yutturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim.
Künyesi bozuk: Eskiden kötü durumları görülmüş olan, kötü işlere girmiş bulunan. Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?
Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme, kızmak, sağa sola ateş saçmak. Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi.
Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek. Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç.
Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak: Hemen her söze cevap yetiştirmek, büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir olmak.
Kalp kazanmak deyiminin anlamı
* Bir kişinin sevgisini kazanmak.
* Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek.
Örnek: Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz.
Kalbini kırmak deyiminin anlamı
* Birisini küstürmek, üzmek, duygusal yönden incitmek. Gönlünü kırmak, gücendirmek.
* Çok üzmek, kırmak. Kaba söz ve davranışlarla üzmek.
Örnek: Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış.
Kalbini okumak deyiminin anlamı
Birinin duygu ve düşüncelerini, niyetini anlamak.
Örnek: Ne istediğini nereden bileyim, kalbini mi okuyorum senin.
Örnek 2: Sen yine bir şeylere kızmışsın, kalbini okurum senin.
Kalbini çalmak deyiminin anlamı
Sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek.
Örnek: En büyük amacım onun kalbini çalmaktı.
Örnek 2: İnsanların kalbini çalıp öylece gitmeyin.
Örnek 3: zamanında senin kalbinin çalabilmek için az uğraşmadım.
Kalbi temiz deyiminin anlamı
Kötü düşüncesi olmayan kimseleri nitelemek için kullanılır.
Örnek: Kalbi temiz insanların yaşadığı bir yerdi burası.
Kalbine doğmak deyiminin anlamı
Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek.
Örnek: Onun bize geleceği sanki kalbime doğmuştu.
Örnek 2: Beni arayacağın inan kalbime doğdu.
Kalbi boş olmak deyiminin anlamı
Sevgilisi bulunmamak.
Örnek: Yakın arkadaşım olur, kalbinin boş olduğunu biliyorum.
Örnek 2: Kalbinin boş olmasına sevindim, çünkü kendisini çok beğeniyorum.
Örnek 3: Kalbi boş olanın, gönlünü hoş etmek daha kolay olur.
Kalbi dayanmamak deyiminin anlamı
* Aşırı heyecan, üzüntü, yorgunluk veya herhangi bir hastalık yüzünden kalbi durmak, ölmek.
* Çok acı duymak, acısına katlanamamak.
Örnek: Yaşlı kalbi daha fazla dayanamadı.
Örnek 2: İki kez kalp krizi geçirdi, üçüncüye kalbi dayanamaz.
Örnek 3: Ailesinin son ferdini de kaybedince kalbi dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü.
Örnek 4: Çocuğunun ölümüne kalbi dayanmıyordu.
Kalbi ferahlamak deyiminin anlamı
İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak.
Örnek: Seninle konuştuktan sonra kalbim ferahladı, Allah razı olsun.
Örnek 2: Kalbi ferahlasın diye nasihatlerde bulundum.
Örnek 3: Uzun bekleyişten sonra çocuklarını karşısında görünce kalbi ferahladı.
Kalbi parçalanmak deyiminin anlamı
Bir kişinin acınacak ve üzücü durumunu görüp üzülmek. Yüreği parçalanmak.
Örnek: Sokakta yatan çocukları gördükçe kalbim parçalanıyor.
Kalbi sızlamak deyiminin anlamı
Acıma duygusuyla üzülmek. Yüreği sızlamak.
Örnek: Köpeği yaralanmıştı, kalbi sızlıyordu.
Örnek 2: Şehitlerin hayat hikayesini dinledikçe, kalbi sızlıyor insanın.
Kalbi yerinden fırlamak deyiminin anlamı
Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
Örnek: Balon patlayınca, kızcağızın kalbi yerinden fırladı.
Örnek 2: Görmeyince aklına bile gelmiyor, ama görünce kalbi yerinden fırlıyor.
Kalbi yırtılmak deyiminin anlamı
Acı duymak.
Örnek: İmdat çığlıklarını işittikçe adeta kalbim yırtıldı.
Kalbini burmak deyiminin anlamı
Üzmek, sıkıntı vermek.
Örnek: Sizin yaşadıklarınız hepimizin kalbini burdu.
Kalbini fethetmek deyiminin anlamı
Birinin sevgisini, güvenini kazanmak.
Örnek: Ne yaptı etti, sonunda o kızın kalbini fethetmeyi başardı.
Örnek 2: Bir demet çiçekle annemizin kalbini fethedebiliriz.
Kalbi olmamak deyiminin anlamı
Acıma duygusundan yoksun, acımasız olmak.
Örnek: Bu çocuğa eziyet ediyorsunuz. Kalbiniz yok mu sizin?
Kalbini doldurmak deyiminin anlamı
Yüreğini sevgiyle ısıtmak.
Örnek: Şu sözlerin insanın kalbini dolduruyor.
Kalbi ağzına gelmek deyiminin anlamı
Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak.
Örnek: Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, kalbi ağzına geldi o an.
Örnek 2: Birden karşısında beni görünce kalbi ağzına gelmişti.
Kalbi çarpmak deyiminin anlamı
* Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak, huzursuz olmak.
* Adrenalin artışı nedeniyle yüreği hızlı vurmak.
* Kalbi çarpmak veya çalışmak.
Örnek: Sen miydin baba ya! Korkuttun beni, kalbim çarpıyor hala.
Örnek 2: Paraşütle atlayış yaptığımda kalbimin çarpması uzun süre geçmedi.
Örnek 3: Kazadan sonra baktığımızda kalbi çarpmaya devam ediyordu.
Kalbi dolu olmak deyiminin anlamı
Sevgilisi olmak.
Örnek: Kalbi dolu olduğundan, tüm teklifleri düşünmeden reddediyordu.
Örnek 2: Her güne mutlulukla uyanıyordu, çünkü kalbi artık doluydu.
Kalbi kararmak deyiminin anlamı
* İnancını kaybetmek.
* İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak.Yüreği kararmak.
Örnek: Senin kalbin temelli kararmış, ne diyeyim ki.
Örnek 2: Kalbin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol.
Kalbi sıkışmak deyiminin anlamı
* Kalp atışları düzensiz olmak, sıkıntı duymak.
* Bir meseleden dolayı aşırı üzülmek.
Örnek: Fazla yemek nedeniyle kalbi sıkışmış, hastaneye gittiler.
Örnek 2: Şöyle anlatma Perihan, kalbim sıkışıyor.
Kalbi yerinden oynamak deyiminin anlamı
Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
Örnek: Balon patlayınca, kızcağızın kalbi yerinden oynadı.
Örnek 2: Görmeyince aklına bile gelmiyor, ama görünce kalbi yerinden oynuyor.
Kalbi yerinden çıkmak deyiminin anlamı
Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
Örnek: Balon patlayınca, kızcağızın kalbi yerinden çıktı.
Örnek 2: Görmeyince aklına bile gelmiyor, ama görünce kalbi yerinden çıkıyor.
Kalbine saplanmak deyiminin anlamı
Aşırı derecede acı duymak, içine oturmak.
Örnek: Şu elime bir diken battı, acısı kalbime saplandı sanki.
Kalbini eritmek deyiminin anlamı
Acımasını sağlamak, yumuşatmak.
Örnek: Ailenin kalbini eritmen lazım ki seni affetsinler.
Kalbiyle konuşmak deyiminin anlamı
Düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak.
Örnek: Başından geçen olayları anlatırken genellikle kalbiyle konuştu.
Kalp ağrısı deyiminin anlamı
Aşk acısı.
Örnek: Bu yaşlarda kalp ağrısı çekmek normaldir.
Kalp kırmak deyiminin anlamı
Davranışıyla birini incitip üzmek, kırmak, gücendirmek.
Örnek: Kalp kırmaktan çok gönül yapmaya çalışın.
Örnek 2: İnsanlara değer ver, kalp kırmakla eline bir şey geçmez.
Kalp fethetmek deyiminin anlamı
Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek.
Örnek: Bir demet çiçekle annemizin kalbini fethedebiliriz.
Örnek 2: Ne yaptı etti, sonunda o kızın kalbini fethetmeyi başardı.
Kalp çalmak deyiminin anlamı
Sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek, kalbini çalmak.
Örnek: Kalp çalmayı iyi bilirsin, ama sana değer verenlere değer vermiyorsun.
Kalp etmek deyiminin anlamı
Bir durumdan başka bir duruma çevirmek, dönüştürmek.
Örnek: Zararımıza olan işi kalp edip kârlı bir duruma çevirdik.
Kalp olmamak deyiminin anlamı
Acıma duygusu olmamak.
Örnek: Sende kalp olsa, bu kadar zalimlik yapmazdın.
Kalp ağrısı çekmek deyiminin anlamı
* Aşktan doğan üzüntü, yürek ağrısı çekmek.
* Sıkıntı, keder, yürek ağrısı çekmek.
Örnek: Şu kıza kendini kaptırma, sonra çok kalp ağrısı çekersin.
Örnek 2: Kalp ağrısı çekmek bizim kaderimizde var.
Kalbe dokunmak deyiminin anlamı
Acı veya üzüntü vermek.
Örnek: Ünlü şarkıcı, kalbe dokunan şarkılarla geri döndü.
Örnek 2: Kalbe dokunan haberleri izlemeyi hiç sevmiyorum.
Kalbe doğmak deyiminin anlamı
Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek.
Örnek: Onun bize geleceği sanki kalbe doğmuştu.
Örnek 2: Beni arayacağın inan kalbe doğdu.
Kalbe işlemek deyiminin anlamı
Derin üzüntü uyandırmak.
Örnek: Bu olaylar benim kalbime işliyor.
Kalp kırmak deyiminin anlamı ve açıklaması nedir, kalp kırmak deyiminin anlamı ile ilgili örnek cümleleri yazımızın devamından okuyabilirsiniz.
Davranışıyla birini incitip üzmek, kırmak, gücendirmek.
👏
👎
😍
▼ SIRADAKİ HABER ▼