katartik yöntem / Online Terapi Merkezi - seafoodplus.info

Katartik Yöntem

katartik yöntem

Psikanalizin başlangıcından bu yana, bilinçdışına ulaşmak, bilinmeyeni bilinir kılmak adına, analistin kendini analitik bir araç olarak sunma yöntemi, giderek evrilmiş ve daha derinlikli bir hale gelmiştir.

Psikanalizin ilk zamanlarında, Freud hastalarına hipnoz (katartik yöntem) uyguluyor, hipnotize olamayanların ise alınlarına eliyle baskı yaparak veya başlarını iki elinin arasına alarak gözlerini kapamalarını söylüyor, böylece onları rahatsız eden, hatırlamak istemedikleri düşüncelerin, anıların, dürtülerin akıllarına gelmesini bekliyordu. Belirtilerin (semptom) ilk kez görüldüğü ruhsal duruma dönülmesi amaçlanıyordu. Bu uygulamada hasta, şimdi olduğu gibi, bir divana uzanıyor, Freud yanıbaşında bulunuyor, hatta fiziksel muayene yapıyordu.[1]

Tahmin ediliyor ki, Freud, tarihinden sonra, hiç hastalarına dokunmadı, gözlerini kapamalarını söylemedi. Hasta divanda uzanmaya devam etti ama kendisi divanın arkasına, onların görüş alanları dışına oturdu. Hipnozu hatırlatan hiç bir şey yapmadı ve yerine serbest çağrışımı koydu.[2] Böylece iki tarafın da kendilerini rahatça düşüncelere ve düşlemlere bırakabilecekleri kişisel alanlar yaratılmış oldu. Strathcey’in yazdığına göre “seans eşit derecede uyanık iki insan arasında konuşma olarak başlıyor ve devam ediyordu, ama bu kişilerden biri yani analist, kendini zihinsel faaliyetlerinden uzaklaştıracak, dikkatini dağıtıcı her çeşit kas etkinliğinden ve duyumsal izlenimlerden kurtarmaya çalışan biri olarak oradaydı”.[3] Freud, daha sonraları yazacağı gibi, dalgalı dikkatle (free floating attention) dinlemek yolu ile, kendi bilinçdışını tamamen hastanın bilinçdışının hizmetine sunuyordu.[4]

Freud’un hastaları, “nevroz” tanımı gereği ruhsal yapıları iyi örgütlenmiş kişilerdi. Öyle ki dürtüsel davranışların, ani eylemlerin yerine “düşünme eylemi” öncelikliydi, ruhsal olan sözel olarak tasarımlanabiliyordu  yani simgeleştirme mevcuttu ve anlamlı bağlantılar kurabiliyorlardı. Freud’un dürtü kuramını izleyen ve çocuklarla çalışan Melanie Klein ise,  zihnin en ilkel hallerini düşünebilmemizi sağladı. Bilinçdışında simgesel olarak temsil edilemeyen duygu ve düşüncelerin olduğunu ve psikopatolojiye neden olduklarını gösterdi. Bir bakıma Freud yetişkindeki çocuğu keşfettiyse, Klein çocuktaki bebeği keşfetti, denir. Kuramsal olarak Freud’dan ayrılıklarına rağmen, karşı aktarım konusunda onunla fikir birliği içindeydi. Gerek Freud[5] gerek Klein[6] analistin duygu ve düşüncelerinin analitik ortamı bozacağını, analizanın aktarımı ile ilgisi olmadığını, analistin çözümlenmemiş çatışmalarını yansıttığını, hatta analistin tekrar analiz edilmesi gerektiğini savunuyorlardı. Önemli olan aktarımın anlaşılması ve yorumlanmasıydı.

Klein’ın analizanı ve takipçisi olan Paula Heimann, yılında yazdığı makale ile karşı aktarımı önemli bir psikanalitik araç olarak işaret etti.[7] Yine Klein’ın analizanları ve takipçileri olan Hanna Segal, Herbert Rosenfeld, Wilfred R. Bion, Klein’ın psikanalize kazandırdığı “yansıtmalı özdeşleşme” (projective identification) kavramını, aktarım karşı aktarım ikiliği içinde ele aldılar ve pregenital dönem patolojilerine ilişkin önemli çalışmalarda bulundular. Sözel olarak temsil edilemeyen ruhsallığın, karşı aktarımın analiz edilmesi ile anlaşılabileceğini gösterdiler. Böylece, sadece hastanın ruhsallığı söz konusu iken, karşı aktarım kavramı ile birlikte analistin bilinçli veya bilinçdışı ruhsallığı analitik bir araç olarak yerini buldu.

Bion ise analist-analizan ilişkisini, analistin düşlemesi (rêverie) üzerinden, hem ruhsallıklar arası (öznellikler arası) bir boyuta taşıdı, hem de duygusal/duyusal (emotional) bir nitelik kattı. Analist, analizanın sadece ifade edemediği değil, aynı zamanda hissedemediği ya da olduğunu bilmediği duyguları da kendi içinde hissetmeli, onunla aynı tınıda (resonance) olmalı, düşünmekten vazgeçip, hastasının bilinçdışından kendi bilinçdışına onun korkularının, çaresizlik, yalnızlık, kayıp duygularının yansıtılmasına izin vermeliydi.

Diyebiliriz ki, önceleri analistin ikincil düşünce süreçlerine dair yorum yapması yeterliyken, karşı aktarım ve analistin düşlemesi analitik çalışmaya dahil olduğunda, analistin birincil düşünce süreçlerine dair de yorum yapabilmesi ve yorum yapma kapasitesini genişletmesi gerekti. Sadece analizanı değil, kendi zihnini, bedenini, algılarını da dinlemek ve anlamak durumuna geçti.

Analistin öznelliğini kullanmasının nedeni, sadece hasta ve analitik durum konusunda bilgi edinmek değil, onlara kendi bilinçdışında olanları anlamaları için yardım etmektir. Analist bunu yaparken kendini açmaktan (self-disclosure) kaçınmalı, psikanalitik çalışmanın temel kuralları olan yansızlık (neutrality) ve yoksunluğu (abstinence) korumalıdır.

AYTEN DURSUN SÖKÜCÜ

İçindekiler

  • sunuş –Talat Parman
  • önsöz –Ayten Dursun Sökücü
  • iç’ten konuşmalar – Nesrin Koçal
  • analitik çalışmada rêverie kavramının önemi – Elda Abrevaya
  • simgeleştirilemeyenin düşlemesi – Ayten Dursun Sökücü
  • gerilemenin peşinden düşlemeden biçimleyiciliğe – Talat Parman
  • adlandırılamayan dehşet – Ayşe Kurtul
  • seansta sözün ötesi/sözün öncesi – Feramerz Ayadi
  • olma ve yapma üzerine – İshak Sayğılı
  • ayrı bedenler – Gökçen Yıldız
  • dil öncesini inşa etmek – Alper Şahin

dosya ötesi

  • haset ve psikanaliz kurumlarındaki akıbetleri H. Shmuel Erlich/ ÇEVIREN: Pınar Padar
  • freud ve ferenczi arasındaki tarihi ihtilafın temelindeki tekinsiz boyut- Thierry Bokanowski / ÇEVIREN/ Sevil Uzunoğlu
  • uluslararası psikanaliz birliği toplum içinde ipa ödülleri
  • ingilizce özetler
  • etkinlik duyuruları

Anna O. Vakası Üzerine İnceleme

Histeri, hipnoz, serbest çağrışım, konuşma terapisi gibi psikolojiyle yakından ilgili olanların bildiği birçok kavramın tek bir vakada tek bir hikâyede gizli olduğunu göreceğimiz Anna O. Vakası yıllarca konuşulmuş, üzerine makaleler eleştiriler yazılmış önemli bir vakadır. Psikanalizin babası olarak bilinen Freud ve hocası Bruer’in çalışmalarıyla bu konuda bilgi birikimi artmış psikoloji şu anda bulunduğumuz konum için pek çok yeniliğe gebe kalmıştır.

Peki Anna O.  Vakası Nedir?

Anna O. Bruer’in Bertha Pappenheim için kullandığı takma addı. Babasının kaybından sonra yaşadığı yemek yiyememe, su içme korkusu, kısmi bölgelerde felç, uyku bozuklukları, konuşmada problemler, halüsinasyon, görme bozuklukları gibi şikayetleri ortaya çıkmaya başlayınca Anna O ve Bruer’in yolları kesişir. Bruer bu şikâyetler sonrasında durumun organik bir hastalık olmadığını anlar ve Bertha’ya histeri tanısı koyar.

Tanıyı koyduktan sonra hipnoz yolunu denemeyi isteyen Bruer ilk denemesinde sonuç alamaz, Anna O. hipnoz esnasında hiçbir anlama gelmeyen karışık cümleler kurmuştur. İkinci denemesinde de beş farklı dilin bir araya geldiği anlamsız bir cümle kurunca Bruer hipnoz yönteminden vazgeçer ve yalnızca Anna O’yu konuşturarak aklına gelenleri söylemesini ister, dinleme yolunu seçer ve şu an ‘serbest çağrışım’ olarak bilinen yöntemin temelleri atılır. Bu yönteme Anna’nın kendisi ‘bacayı temizleme’ demeye başlamıştır. Bruer ise yıllar sonra bu yönteme  ‘katartik yöntem’ ismini verecektir.

Bu yöntemlerle yaklaşık 18 ay süren bu terapinin sonu Anna O.’nun Bruer’e ilanı aşk etmesi ve onu doğacak çocuğunun babası olarak istemesi şeklinde gelmiştir. Bruer bu isteğin bir skandal haline gelmesinden korkmuştur.

Farklı kaynaklarda Anna O’nun sağlığı ile ilgili farklı bilgilere ulaşılmaktadır. Kimi kaynakta sağlığına kavuştuğu ve hayatının geri kalanını normal denilecek bir şekilde yaşadığı söylenirken kimisinde terapi bittikten sonra semptomların geri geldiği ve hiçbir zaman tam olarak kurtulamadığı yazılır.

Freud ve Bruer’in Fikir Ayrılıkları

Bruer Anna O. Vakasını, yakın arkadaşı ve öğrencisi olan Freud ile paylaşmıştır. Bir süre bu konu üzerinde çalışmışlar. Hatta ortak çalışmaları olan Histeri Çalışmaları adında bir kitap yayınlamışlardır. Fakat tüm bu durumun yanında Freud ve Bruer bir noktadan sonra fikir ayrılığına düşmüş. Konuşmamaya başlamışlardır.

Bruer bu süreci Anna O’nun bir kişilik yarılması yaşamış olmasıyla ve bu kişiliğin bir kısmının babasıyla beraber ölmüş. Diğer yarısının ise yaşamaya devam ediyor olmasıyla açıklamıştır. O’nun yaşadığı tüm bu karmaşanın sebebini ise ölen yarısının yaşayan yarısına yaptığı suçlamalardı. aynı zamanda uyguladığı cezalar olduğu şeklinde açıklamıştır.

Freud ise olaya bambaşka bir tarafından bakmış ve Anna’nın bastırılmış cinsellik güdüsünün olduğunu ve babasına karşı duyduğu şehvet ile ilişkili olduğunu savunmuştur.

Peki Bertha Pappenheim Kimdir?

Anna O.’nun tüm bu terapi odalarından ayrı olan kişiliği BerthaPappenheim’i de unutmamak gerekir. Tüm bu vakalardan ayrı olarak feminist, yardımsever, sosyal konularla ilgili ve yazar bir kişiliği vardı. Yahudi feminist hareketinin kurucularından olarak adı geçmektedir. Yahudilik ve feminizmle ilgili hayatı boyunca yazmaya devam etti.

 

Kaynakça

Prof. Dr. M. Kerem Doksat, Y. D. (, Ekim ). Sigmund Freud’un Vakalarının Gerçek Yüzü . İstanbul.

Saner, S. (, Şubat 27). Çatlak Zemin: seafoodplus.info adresinden alınmıştır

 

Diğer psikoloji yazılarımız; seafoodplus.info

 

Benzer içerikler için İnstagram sayfamızı ziyaret etmeyi unutmayın!

 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir