kolsuz agop ne zaman öldü / Efsane doktor 'Kolsuz Agop' hayatını kaybetti

Kolsuz Agop Ne Zaman Öldü

kolsuz agop ne zaman öldü

İşte Prof. Agop Kotoğyan'ın yaşam öyküsü: Sefaletin dibinde yaşadım, dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim; yolumu kaybetmedim

Türkiye'de yetişen en önemli cilt uzmanlarından Prof. Agop Kotoğyan, 79 yaşında hayatını kaybetti. "Kolsuz Agop" olarak da bilinen Prof. Kotoğyan, ilkokuldan mezun olduktan sonra gümüş atölyesinde çalışırken kolunu pres makinesine kaptırıp kaybetmişti.

İşte Kotoğyan'ın yaşam öyküsü

Yozgat’ın Akdağ Madeni İlçesinin Terzili Köyünde yılında dünyaya gelen Agop’un babası Kirkor Kotoğyan yılında, yani Anadolu’daki o büyük kaos döneminde henüz dört yaşındayken babasını kaybeder. Köyünü basan çeteler köydeki tüm erkekleri öldürünce küçük Kirkor’u annesi, madendeki mağaralara saklayarak kurtarabilir. Sonra da bir yakınlarının yanına sığınırlar. Olaylar yatışıp saldırılar durunca yanmış, yıkılmış köylerine dönerler.

Kirkor Bey, 25 yaşındayken Yozgatlı Makruhi Hanım’la evlenir. Aile ’de İstanbul’a gelir ve Samatya’ya yerleşir. Bir yıl sonra da ilk çocukları Agop, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Cerrahpaşa’daki hastanesinde dünyaya gelir. Küçük Agop’un dünyaya gözlerini açtığı, ilk görüntüleri, ilk sesleri duyduğu bu hastane ile ömür boyu sürecek kader birliği de böylece başlar. Babası Kirkor Bey, inşaatlarda kalfa olarak çalışır, annesi de Samatya yakınlarında bir fabrikada işçilik yapar.

Küçük Agop, daha ilkokuldayken işe başlar. Okuldan mezun olduğu yıl çalıştığı gümüş atölyesinde, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri iş önlüğünün kolunu kapar. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında un ufak olur. Hastaneye götürüldüğünde doktorlar, ‘Bu çocuk yaşamaz’ derler. Ameliyat olur, günlerce komada kalır ve bir gün gözlerini açıp hayata yeniden merhaba der. Kaderin cilvesi, hayata yeniden tutunduğu yer yine Cerrahpaşa Hastanesi’dir.

O yaz sonunda kendini tamamen toparlar ama çevresindekilerin ona acıyarak bakması kalbini çok kırar. Bu yüzden kayıt yaptırdığı halde okula gitmeyeceğini söyler babasına. Okula gitmez ama aldığı ders kitaplarını her gün muntazaman okuyarak kendince bir eğitim yapar. Okulsuz geçen bu yıl boyunca hep düşünür, o küçük ve artık tek kollu bedeniyle bir meslek sahibi olamayacağına karar verir. ‘Okumalıyım, her ne pahasına olursa olsun okumalıyım’ der ve dönem başlayınca Kumkapı Bezciyan Ortaokulunda eğitime geri döner.

Bütün okul hayatı boyunca, yazları ve hafta sonları çalışmaya devam eder. Tahtakale’de işportacılık yapar, konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde çalışır. Eve katkı olsun diye çalışırken çok sevdiği kız kardeşleri Hripsima ve Maryam’a da küçük hediyeler almayı ihmal etmez. Ortaokulda başarılı olur ama esas başarıyı lise yıllarında gösterir. Her yıl okul birincisi olarak takdirlerle döner evine. Genç Agop basketbolu çok sever ama tek kollu olduğu için oynayamaz. ‘Ben de sahada top koştururum’ diyerek lisede futbola başlar. ‘Oynayamazsın’ diyenlere aldırmaz ve o devrin ünlü takımı Samatya Gençler Kulübü’nün kadrosuna girmeyi başarır.

’de Tıp Fakültesi’ni kazanınca doğduğu, yeniden hayata döndüğü Cerrahpaşa Hastanesinde bulur kendini. Kapısından içeri girdiği ilk gün ‘Bir zamanlar bu hastane beni kurtardı, şimdi nöbet sırası bende’ diye düşünür. Bu dönemde lise öğrencilerine özel dersler vererek okul parasını kazanmaya devam eder. Ayrıca, Cerrahpaşa’nın futbol takımında oynamayı da ihmal etmez. ’te okul birincisi olarak doktorluk diplomasını alır.

Bir yıl Çapa’nın Deri ve Frengi Hastalıkları Kliniği’nde çalışır. ’te Cerrahpaşa’daki Dermatoloji Kürsüsünde asistan olarak göreve başlar ve ’de uzman olur. Başasistan olarak çalışırken üniversite tarafından Ekim ’da Almanya’ya gönderilir ve dört ayda Almancayı öğrenir. Hamburg Saar Üniversitesinde alanıyla ilgili çeşitli araştırmalar yaparak çalışır.

’de geçirdiği kazadan önce çoğu kişi gibi sağ elini kullanan Doktor Kotoğyan kolunu kaybedince sol eliyle iş görebilmek için çok çalışır. En büyük zorluğu da üniversitedeyken çeker. Tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalır, evde portakallara su şırınga eder. Dikiş atmayı öğrenmek içinse, evde ne kadar sökük ve yırtık varsa diker. İki yıl içinde tüm bu işleri kimseden yardım almadan tek başına yapıyor hale gelir.

’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geri döndükten bir yıl sonra doçentlik sınavını başarıyla verir. ’da ise, ‘Akne Vulgaris Vakalarında İmmunolojik Araştırmalar’ başlıklı teziyle profesör kadrosuna atanır. Almancadan sonra yine kendi çabasıyla, Fransızca ve İngilizce öğrenir. Dünyanın birçok ülkesinde dersler, konferanslar vererek ün kazanır. Uluslararası tıp dergilerinde ’ü aşkın makalesi yayınlanır, cilt hastalıkları üzerine iki kitap yazar. ’te Suzan Hanım’la evlenir. Üniversiteden emekli olduğu 21 Kasım günü yaptığı konuşmada ‘İki kişiye teşekkür etmiyorum: Biri beni bu yolun başına kadar getiren anam, diğeri beni şu kürsüye kadar çıkaran eşim Suzan. Teşekkür etmiyorum değil, aslında edemiyorum. Çünkü onlara her şeyimi borçluyum’ diyerek minnet duygularını ifade eder.

Almanya, Fransa, Kanada, Amerika gibi birçok ülkenin üniversitesinden teklif alır Dr. Agop : ‘Burada kal, kürsünün başına geç’ derler ona. O ise bunların hepsini elinin tersiyle geri çevirir. ‘Ermeni olduğun için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var’ derler, gülüp geçer bunlara ve şöyle düşünür: ‘Evet doğrudur, ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım. Doğrudur, dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt sevgisi. Boş başak dik, dolu başak ise eğiktir, derler. Ben hep eğik gezdim şu dünyada. Kibirden nefret ettim. Boş başaklar gibi diklenmedim, caka satmadım, her şeyi biliyorum demedim. Burnumun dikine gitmedim, bilginin ve bilimin ipine sarıldım. İşimi şansa bırakmadım. Çünkü, çok çalıştım ve boşluk bırakmadım.’

Prof. Dr. Kotoğyan’ın emekli olduğu gün annesi Makruhi Hanım (87) rahatsız olduğu için törene katılamaz. Kız kardeşi ünlü matematik hocası Hripsime Kotoğyan, kürsüye çıkar ve annelerinin gönderdiği mektubu okur: ‘Ciğerim Agop. Baban da okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun. Sen hep okudun ve çok çalıştın can parçam. Biz fukaraydık, senin yaptığın şu çok zor yolculukta yanına yetecek kadar azık koyamadık. Bak, burada da açıklıyorum, herkes duysun: Oğlum, sana yeterince yardım edemedik ve ben hep üzüldüm buna. Pek belli etmezdi ama baban da buna çok üzülmüştü. Ama, sen bizim yüzümüzü hiç kara çıkarmadım. Her zorluğun üstesinden geldin. Garip kuşun yuvasını yapan Allah, uçmak istediğini anlayınca sana kanat taktı. Ciğerim Agop, çok çalıştın, çok yoruldun. Sana biraz istirahat et diyeceğim ama biliyorum ki beni dinlemeyeceksin. Şimdi, biraz hastayım ama sen biliyorsun ki yanındayım. Bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyor. Baban da şimdi yukarıdan sana bakıyor ve gülüyordur. Ciğerim benim, senin o kara gözlerinden öpüyorum.’

Doktor Agop Kotoğyan 32 yılını öğretim üyesi olarak geçirdiği, 41 yıl üç ay süren üniversitedeki görevinden yılının Kasım ayında emekli olur. Emekli olurkenki duygularını da şöyle dile getirir: “İnsanın hissettiklerini anlatabilmesi oldukça güç. Ayrılık günü gelip çattığında hiç tanımadığınız bir boşluk hissine kapılıyorsunuz. İlk olarak geçmişin yoğunluğu içerisinde hiç gerçekleşmemiş olan bir şey gerçekleşiyor: Annesinin kuzusu Agop, gümüşçüde çalışan Agop, futbolcu, asistan, Almanya’da görev yapan, doçentlik sınavındaki Agop, ilk dersini veren, profesör olan Agop kafa kafaya verip ‘Şimdi ne olacak’ diyorlar. Neden sonra aynı toplantıya emekli Agop gelip de ‘Hey geçmişin kimlikleri; utanmasanız Agop öldü diyeceksiniz. Şimdi, en büyüğünüz olarak ben, işte buradayım’ diyene kadar” 

Efsane doktor ‘Kolsuz Agop’ kansere yenik düştü

Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli dermatologlardan Prof. Dr. Agop Kotoğyan(79) kanser nedeniyle hayata veda etti. Çocukken iş kazasında sağ kolunu kaybeden ve o günden sonra "Kolsuz Agop" olarak anılan Kotoğyan'dan geriye başarılarla dolu hayat hikayesi kaldı.

BİRİNCİLİKLE BİTİRDİ
Kotoğyan, İstanbul Üniversitesi(İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde dünyaya geldi. Daha ilkokul öğrencisiyken iş hayatına girdi. Mezun olduğu yıl, bir gümüş atölyesinde çalışırken, presin silindirine önlüğünü kaptırıp, sağ kolunu kaybetti. Daha 13 yaşındaydı. Doktorlar "Bu çocuk yaşamaz" dedi. Günlerce komada kaldı ama hayata tutundu. Artık tek derdi, her şeyi sol eliyle halledebilmekti. Çok çabaladı, çok çalıştı. Ortaöğrenimini Galata Getronogan Lisesi'nde okul birincisi olarak tamamladı. Basketbola çok meraklıydı ama tek eli olduğu için Samatya Gençler Kulübü'nde futbol oynadı. Hasta Fenerbahçeliydi. Çalışkanlığı sayesinde İÜ Tıp Fakültesi'ni kazandı. Teorik eğitimde hiç zorlanmadı. Pratik eğitim ise onun için büyük bir sınav oldu. Tek elle dikiş ve şırınga kullanabilmek için çok pratik yaptı ve başardı. Üniversiteyi de birincilikle bitirdi.

VERGİ REKORTMENİ
Yüksek öğrenim sonrası Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde baş asistandı. İÜ onu 'da Almanya'ya gönderdi. Dört ayda Almanca öğrendi. Hamburg Saar Üniversitesi Dermatoloji Kliniği'nde çalıştı. 3 yıl sonra geri döndü. 'da ise profesör oldu. Fransızca ve İngilizce de öğrenerek uluslararası tıp dergilerine makaleler yazdı. Cilt hastalıkları üzerine iki kitap, 'ü aşkın da makale kaleme aldı.

TÜRKİYE SEVDALISIYDI
ABD, Almanya, Fransa ve Kanada gibi birçok ülkedeki üniversitelerin "Kürsü başkanlığı" teklif ettiği Kotoğyan, Türkiye'den asla vazgeçmedi. Teklifleri geri çevirince Kotoğyan'a "Ermeni olduğun için dedeni, fukara olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var?" dediler. O ise "Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. Yurt sevgisi, iyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir" diye yanıt verdi. Türkiye'nin en çok kazanan 20 doktorundan biri olan Kotoğyan, vergi rekortmeniydi. Evli ve iki çocuğu olan Kotoğyan, cumartesi günü Kumkapı Meryem Ana Kilisesi'ndeki törenle son yolculuğuna uğurlanacak.

Kolsuz Agop kimdir? Agop Kotoğyan hayatını kaybetti

Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli cilt uzmanlarından Profesör Agop Kotoğyan hayatını kaybetti. Prof. Doktor Agop Kotoğyan; ilkokuldan mezun olduktan sonra gümüş atölyesinde çalışırken kolunu pres makinesine kaptırdı, doktorlar yaşamaz dedi, günlerce komada kaldı. Bu kazada bir kolunu kaybettiği için 'Kolsuz Agop' olarak bilindi. İşte Kolsuz Agop'un bilinmeyenleri ve detaylar

Kolsuz Agop kimdir?

Gerçek adı Agop Kotoğyan Meşhur cildiyeci Kolsuz Agop olarak biliniyor. Öyle bir hayat hikayesi var ki, filmlere taş çıkaracak türden Gelin hep birlikte şanssızlıkların ve acıların peşini bırakmadığı ancak o tüm bunlara rağmen mutlu olmayı başaran adamı tanıyalım

Yozgat’ın Akdağ Madeni İlçesi’nin Terzili Köyü’nde yoksul bir ailenin Kirkor adında bir çocuk var. Kirkor Kotoğyan, doğumlu. yılında, yani Anadolu’daki o büyük kaos döneminde henüz dört yaşındayken babasını kaybeder. Çeteler köydeki tüm erkekleri öldürür. Küçük Kirkor’u annesi, onu madendeki mağaralara kaçırarak kurtarır. Olaylar yatışıp saldırılar durunca köylerine dönerler. Kirkor, 25 yaşındayken Yozgat’ın İğdere Köyü’nde yaşayan Makruhi Hanım’la evlenir.

Aile ’de İstanbul’a gelir ve Samatya’ya yerleşir. Bir yıl sonra ilk çocukları Agop, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahpaşa hastanesinde doğar.

Baba Kirkor, inşaatlarda kalfa olarak çalışır, annesi de Samatya yakınlarında bir fabrikada işçilik yapar. Çok yoksullardır. Küçük Agop, Samatya Sahakyan Ermeni İlkokulu’na başladığı yıl, babası ona bir ceket alır. Ancak o ceket Samatya sahilinde denize girdiği bir gün çalınır. Anasından bir ton dayak yer ve tam üç yıl boyunca da ceketsiz kalır. Çünkü yenisini almaları mümkün değildir. O dönem ekmek karneyle alınır, aylarca et ve şeker yüzü görülmez.

Küçük Agop ilkokuldayken işe başlar. Gümüş atölyesinde çalışır. Sıcak, çok sıcak bir yaz günü, gümüş kalıpları plaka haline getirmek için kullanılan presin silindiri iş önlüğünün kolunu kapar. Sonra da elinin tamamı omuzuna kadar presin altında kalır. Hastaneye götürülür “Bu çocuk yaşamaz” denilir. Günlerce komada kalır. Ve yine doğduğu Cerrahpaşa Hastanesi’ndedir.

Bir kolunun olmaması nedeniyle kendisine acınarak bakıldığını görür ve 1 yıl okula gitmez. Ancak ders kitapları alır ve kendi kendine okur. Ve tek koluyla çalışamayacağını bir meslek edinemeyeceğini düşünür ve okumaya karar verir. Eğitimine geri döner. Tahtakale’de işportacılık yapar. Konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde çalışır. Küçük kardeşlerine de arada hediyeler alır.

Okul yılları çok başarılı geçer. Lisede okul birincisi olur, takdir görür. İyi bir Fenerbahçelidir ve basketbolu çok sever. Tek kolu olduğu için oynayamaz. Futbola ilgi duyar ve oynar. ’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanır. Doğduğu, yaralandığında tedavi gördüğü hastanededir. Kapısından içeri girdiği ilk gün ‘Bir zamanlar beni kurtardı bu hastane, şimdi nöbet sırası bende’ diye düşünmüş.

Üniversitede okurken lise öğrencilerine özel dersler verip para kazanlaya devam eder. ’te okul birincisi olarak doktorluk diplomasını alır. Bir yıl Çapa’nın Deri ve Frengi Hastalıkları Kliniği’nde çalışır. ’te Cerrahpaşa’daki Dermatoloji Kürsüsü’nde asistan olarak göreve başmar.

’de uzman olur. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde başasistan olarak çalışırken üniversite tarafından Ekim ’da Almanya’ya gönderilir. Dört ayda Almanca’yı öğrenir. Kliniklerde gösterdiği başarıdan dolayı, Alman Üniversite Kurulu’nun talebiyle okulda kalma süresi bir yıl daha uzatılır.

Sağ kolunu kaybetmesinin ardından sol koluyla iş görebilmek için çok çalışır. Ki üniversitede okurken tek eliyle tüplerden şırıngaya ilaç çekmeyi, bu ilacı hastaya enjekte etmeyi öğrenmek için geceleri hastanede nöbete kalır, evde portakallara su şırınga eder. Dikiş atmayı öğrenmek için ise, evde ne kadar sökük ve yırtık varsa diker. İki yıl içinde tüm bu işleri kimseden yardım almadan tek başına yapar hale gelir.
’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geri döndükten bir yıl sonra doçentlik sınavını başarıyla verir. ’da ise, ‘Akne Vulgaris Vak’alarında İmmunolojik Araştırmalar’ başlıklı teziyle profesör kadrosuna atanır.

Almanca’dan sonra yine kendi çabasıyla, Fransızca ve İngilizce öğrenir. Dünyanın birçok ülkesinde dersler, konferanslar vermiş, nam salmış. Uluslararası tıp dergilerinde makaleleri yayınlanır.

Suzan Hanım’la ’te evlenir. Üniversiteden emekli olduğu 21 Kasım günü yaptığı konuşmada ‘İki kişiye teşekkür etmiyorum: Biri beni bu yolun başına kadar getiren anam, diğeri beni şu kürsüye kadar çıkaran eşim Suzan. Teşekkür etmiyorum değil, aslında edemiyorum. Çünkü onlara her şeyimi borçluyum’ der.

Bu efsane doktor üniversiteye vedasında “32 yılını öğretim üyesi olarak geçirdiğim, 41 yıl üç ay süren üniversitedeki görevim fiilen sona ermiş bulunuyor. İnsanın hissetttiklerini anlatabilmesi oldukça güç. Ayrılık günü gelip çattığında hiç tanımadığınız bir boşluk hissine kapılıyorsunuz. İlk olarak geçmişin yoğunluğu içerisinde hiç gerçekleşmemiş olan bir şey gerçekleşiyor: Annesinin kuzusu Agop, gümüşçüde çalışan Agop, futbolcu, asistan, Almanya’da görev yapan, doçentlik sınavındaki Agop, ilk dersini veren, profesör olan Agop kafa kafaya verip ‘Şimdi ne olacak’ diyorlar. Neden sonra aynı toplantıya emekli Agop gelip de, ‘Hey geçmişin kimlikleri; utanmasanız Agop öldü diyeceksiniz. Şimdi, en büyüğünüz olarak ben, işte buradayım’ diyene kadar” der.
Agop şifa dağıtmaya devam eder ve Osmanbey’deki mimar oğlunun tasarladığı yeni kliniğinde, yine içten, yine mütevazı, çalışmasını sürdürür.

Ve annesi Agop’un emekli olduğu gün törene katılamaz ama kızı mektubunu okur. İşte o mektup:
“Ciğerim Agop. Baban da okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun. Sen hep okudun ve çok çalıştın can parçam. Biz fukaraydık, senin yaptığın şu çok zor yolculukta yanına yetecek kadar azık koyamadık. Bak, burada da açıklıyorum, herkes duysun: Oğlum, sana yeterince yardım edemedik ve ben hep üzüldüm buna. Pek belli etmezdi ama baban da buna çok üzülmüştü. Ama, sen bizim yüzümüzü hiç kara çıkarmadım. Her zorluğun üstesinden geldin. Garip kuşun yuvasını yapan Allah, uçmak istediğini anlayınca sana kanat taktı. Ciğerim Agop, çok çalıştın, çok yoruldun. Sana biraz istirahat et diyeceğim ama biliyorum ki beni dinlemeyeceksin. Şimdi, biraz hastayım ama sen biliyorsun ki yanındayım. Bilesin ki anacığın seninle iftihar ediyor. Baban da şimdi yukarıdan sana bakıyor ve gülüyordur. Ciğerim benim, senin o kara gözlerinden öpüyorum.”

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir