kıraç gidiyorum buralardan indir / Kıraç Gidiyorum Mp3 indir - Muzikmp3indir

Kıraç Gidiyorum Buralardan Indir

kıraç gidiyorum buralardan indir

“Beyaz Geceler”, “midsommar”, kötülük, iyilik!


Gece, çoktan yarıyı devirmiş, saat bir buçuk falandı. Evin ışıkları sönük ama içerisi ürkütücü bir aydınlık içindeydi. Balkona çıktım. “Kuzey yarımkürenin çok koyu mavi bir gecesi” hüküm sürüyordu dışarıda. Gökyüzüne baktım. Masalsıydı. Parlaktı. Ufuk, leylak kırmızısı bir hal almıştı. Diğer yerler koyu maviydi. O koyu mavi aydınlığı, o pürüzsüz parıltıyı görünce Dostoyevski’nin sorusu düştü aklıma:

“Böylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar çok kötü, öfkeli ve hırçın insan nasıl yaşayabiliyordu?”

Soru büyük yazarın ilk romanı kabul edilen, 27 yaşındayken yazdığı ve ilk defa bir dergide yayınlanan “Beyaz Geceler”in açılışında sorulmuş bir sorudur. 1848’den beri asılı duruyor havada soru ve kudretli yazarın daha sonra yazacağı anıtsal romanları “Suç ve Ceza”, “Budala” ve özellikle de “Karamazov Kardeşler”de tekrarlanarak ete kemiğe büründü. Sorunun cevabını ararken kesin yargılardan kaçındı Dostoyevski, insanın en derinindeki cehenneme odaklanmıştı o. “Beyaz Geceler”in yayınlanmasından beş sene sonra 1857’de büyük Fransız şairi, dünya şiir tarihinde depremler yaratmış olan Charles Baudelaire, Türkçeye “Kötülük Çiçekleri” adıyla çevrilmiş olan şiir kitabını çıkardı. O da mürekkep koyuluğunda bir melankolinin eşlik ettiği bir dille insanın içindeki o cehenneme bir iple sarmıştı, dedi ki:

Kötülük, bahar mevsimini yaşıyor…Ve mesud olsun, ilk çiçek açtı…”

Kabil ile Habil cenge durduğu günden beri insanın içinde açan “kötülük çiçekleri” o gün bugün hiç solmadı:

“Habil soyu, utancın açık:

Saban yenik düştü kargıya!

Kabil soyu, gökyüzüne çık

Ve fırlat tanrıyı aşağıya!”

İnsanın elinden gelse bunu seve seve yapabileceğini ilk görenlerden birisiydi Dostoyevski. “Karamazov Kardeşler”in “Büyük Engizisyoncu” bölümünde dehşet verici, tüyler ürpertici bir hikayeyle bunu anlatır. Tanrı ile Şeytan münakaşaya tutulur. Şeytan, yarattığı insana fazlasıyla değer verdiğini bir serzenişle anlatır Tanrı’ya, Tanrı kolay kolay teslim olmaz, insana güveni vardır zira. “Gir o halde onlardan birisinin kılığına ve in aralarına, kendin gör başına gelecekleri,” der Şeytan Tanrı’ya. Engizisyon döneminde Tanrı İsa kılığında iner dünyaya. Birer birer mucizeler yaratırken kendini bir anda Büyük Engizisyoncunun zindanında bulur. Sonrası daha dehşetengizdir ki, bu denemede amacım bunu anlatmak değil, biz dönelim kuzey yarımkürede bugünlerde hüküm süren beyaz gecelere…

*

Kuzey yarımkürede yaşayanların dışında “beyaz gecelerden” dünya, biraz da Dostoyevski’nin romanı sayesine haberdar oldu. Ustanın romanını okuyan yedi iklim dört bucakta meraklı seyyahlar hâlâ beyaz geceleri yaşamak için yüz yıldan beri kafileler halinde gidiyor Petersburg’a.

Ruslar, Deli Petro’nun St. Petersburg şehrini önce göklerde yaptığını, sonra da dev bir maket halinde onu yere indirdiğini söylerler. Yoksa kumun üzerine inşa edilmiş şehrin yaratılışını başka türlü izah etmek ne mümkün! Öyle bir şehirdir ki temelleri toprakta değildir. Derler ki o büyük Rus edebiyatı ve sanatının esin perisi de işte temelleri suda olan bu şehirdir. Bakın bu şehirde geçen bütün hikayelere; şehir gerçeküstüdür, fantezi ve hayaller diyarıdır, bir değerler krallığıdır. Gogol’un “Petersburg Hikayeleri”ndeki mutsuz ve yalnızlıktan geberen tipler, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”daki Raskolnikov benzeri hayalperest katiller hep bu şehrin sokaklarında gezinmiş, bu şehirde var olmuşlar. Edebiyatlarının sayfaları arasında günün birinde bu şehri sel götürecek kehaneti dolaşır durur. Deniz seviyesinden yukarıda inşa edilmiş şehir hakkında bu tür kehanetlerin çıkması kadar doğal bir şey olamaz zaten.

Tarih boyunca düşmandan gelecek tehlike, o tehlikeden dolayı hissedilen korku insanoğluna yapılamaz denileni yaptırmış, olamaz denileni oldurmuştur. 1703 yılında inşa edilen Petersburg, Deli Petro’nun İsveçlilerden duyduğu korkunun eseridir. O yılın sisli bir sabahında bir düzine atlı Neva Nehri’nin Baltık Denizi’ne dökülen kıraç ve kasvetli arazisinde, Vikinglerin torunlarından gelecek saldırıları bertaraf etmek için inşa edecekleri bir kaleye yer arıyorlardı. Nehir kıvrımları çoğaldıkça kafilenin başında at süren Çar Petro’nun morali daha da düzeliyordu. Deniz kıyısına yaklaştıklarında Çar atından indi. Süngüsüyle iki uzun çubuk kesti. Onları haç haline getirerek ucunu sivriltti ve atından indiği yere sapladı. Her taraf bataklıktı. Kafileye dönerek sesini herkese duyuracak şekilde kesin buyruğunu verdi:

“Şehir işte buraya kurulacak!”

Hemen işe koyuldular. Bir metreden su çıktı. Biraz daha yukarıya çıktılar. Yirmi bin asker, neredeyse toprağı çıplak elleriyle kazıyarak işe koyuldu. Yarısı öldü ama sadece dört ayda, kalas ve taşları sırtlayarak, toprağı ise giysilerinin kıvrımlarında taşıyarak Petrus ve Pavlus Kalesi’ni inşa ettiler. Birkaç sene içinde nehrin denizle birleştiği yer, devasa bir inşaat alanına dönüştü. Yedi sene içinde İsveç akınlarının önüne geçtiler. Kıyı kontrollerine geçmiş, şehir şekillenmeye başlamıştı. Kafkaslar ve Sibirya’dan getirtilen çeyrek milyon serf ve asker, ormanı temizlediler, kanal kazdılar, yolları döşediler, teker teker o görkemli sarayların duvarlarını yükseltmeye başladılar.

Petro’nun dediğini yaptılar. Şehri oraya kurdular. Ruslar o günden itibaren Petro’ya “Tanrının lütfu” muamelesi yaptılar. Rusya’da, okul çağında her çocuğun ezbere bildiği söylenen Puşkin’in epik şiiri “Bakır Atlı”nın açılış dizeleri Petro’nun bu mucizesini getirir dile:

“Issız dalgaların vardığı kıyıda,

Bürülü yüce düşüncelere, o ayaktaydı.

Ve bakıyordu uzaklara. Önünde geniş

Akıyordu nehir. Sularda bir kayık

Mecalsiz süzülüyordu yalnız başına.

(…)

Ve düşünüyordu o;

Buradan İsveçliyi edeceğiz tehdit,

Bir kent konuşlanacak burada

Kibirli komşunun düşmanlığına inat.”

Bir sanat eseri nasıl inşa ediliyorsa öyle inşa edilmiş olan şehrin kuruluşundan itibaren adı üç kez değişti ama sakinleri hâlâ oraya “Petro” diyorlar.

*

Dostoyevski’nin hacmi küçük derdi büyük romanı “Beyaz Geceler” işte bu şehrin sokaklarında geçer. Beyaz gecelerden dört geceyi anlatır. Beyaz geceler, aynı enlem çizgisinde yer alan bütün kuzey ülkelerinde Rusya’da, Kanada’da, İsveç’te, Norveç’te, Grönland ve Alaska’nın en kuzey bölgelerinde yaşanır. 25 Mayıs’ta başlar, Temmuz ortasına kadar devam eder. Güneş, ufuk çizgisinin altına sadece dokuz derece indiği için şafak hiç kaybolmaz. Romanında Dostoyevski, bu özel durumu şöyle anlatır:

“Belki de bilmezsiniz, Nastenka, Petersburg’un benim oturduğum semtinde oldukça garip şeyler vardır. Bütün Petersburgluları aydınlatan güneş orada bir başkadır, sanki yalnız o yerler için ısmarlanmış gibi apayrı, yeni bir görünüşe bürünür.”

Ben balkona çıktığımda da benzer bir durum vardı. Benim doğduğum coğrafya o sıra gecenin en derin zamanını yaşıyor, burada ise gökyüzü aydınlık ama yıldızlar pırıl pırıldı… Biraz sonra saat 03.00’da güneş doğacak ve saat 24.00’te batacak. Güneş batacak ama hava asla kararmayacak.

*

23 Haziran Cuma günü bayramdı burada. “Midsommar” diyorlar bu bayrama, yaz dönümüdür. Bahar aniden gelir, aniden geçerler yaza. Hatta bahara “kış baharı” diyorlar, aylar sürmez ama yaz öyle değildir, yüzünü gösterdikten hemen sonra bahar gibi gitmez. Bu yüzden bizde 21 Mart “Newroz” günü nasıl baharın gelişi, tabiatın uyanışı olarak kutlanıyorsa, onlar da 21 Haziran’ı yazın gelişi olarak kutluyorlar. Ateş festivalidir o gün. (Ama bizde olduğu gibi birbirini öldürmüyorlar o gün, siyasi slogan atmıyorlar. Ateşi, bir yerleri yakmak için kullanmıyorlar.) Toprağın cömertliğinin sonucu ilk otlar o gün biçilir. Hem ekme hem biçme ayıdır Haziran. Barış zamanıdır, ta eskiden beri Vikinglerden kalma bir alışkanlıkla küskünler o gün barışır, mümkünse evlilikler o aya denk getirilir. Çember yaz çiçekleriyle süslenir. Şenlik ateşleri yakılır, ateşin etrafında danslar edilir, aşıklar ateşin üzerinde birlikte atlar ve alevlerin üzerine çiçekler atarlar. Güneş en güçlü zamanındadır, ona selama durulur. Temsili cadılar, alev yalazlarının üstünden atlarlar. Üvez ile sedef otundan tılsımlar yapılır, o tılsımları uğur getirsin diye evlerine asar, evcil hayvanlarına takarlar. O gece çeşit çeşit bitki toplarlar. Enerji, aşk ve refahın sembolü tarçın; şifalı ve her derde karşı koruma sağlayan yüksükotu; doğurganlığın, gücün sembolü ökseotu; basiret açan, kehanete sebep, güzel rüya gördüren pelin; aşk, hafıza, arınma ve bilgelik sembolü biberiye ve evliliğe iyi gelen ciğerperçemle hemhal olurlar. O gün dere otlu ringa balığı yerler, yanında taze patatesi eksik etmezler, bol bol kremalı çilek de cabası. Dışarıda, yeşillikler içinde özel olarak süslenmiş, çiçeklerle bezeli şık bir masada hep birlikte o günün yemeğine otururlar.

O gece sihirli bir gecedir. Her yer ürkütücü bir beyazlık içindedir. Doğaüstü varlıklar dolaşır durur etrafta, buna inanıyorlar. Pınarlara koşup kaynak suyu içiyorlar. Çırılçıplak soyunup çiy tutmuş çimenlerde yuvarlanıyorlar. O gün genç kızlar, kısmetlerine çıkan ve evlenecekleri erkeği isterlerse öğrenebiliyorlar. Topladıkları yedi farklı çiçeği demet yapıp yastığının altına bırakırlarsa eğer evlenecekleri delikanlının rüyalarına geleceğine inanırlar. Bazıları da çiçek yerine yedi farklı yerden toplanmış toprak kullanıyorlar.

*

Tam da bugünlerde, yaz dönümünde, gökyüzü bütün renklerin karışımı bir hal almışken, gündüzün geceye bir nehrin denize karışması gibi karıştığı bir anda, şu anda yaşadığım yerin doğusunda ama aynı boylam üzerinde St.Petersburg’ta geçen Dostoyevski’nin “Beyaz Geceler”inin İletişim yayınları arasında çıkan baskısına bir önsöz yazmış olan Orhan Pamuk şunları söyler:

“Yirmi yaşlarında hangi yalnız ve mutsuz erkek yıldızlı bir bahar gecesi şehrin sokaklarında yürürken bir köprü başında gözyaşları döken bir genç kızı hayal etmez! Belki kızın hikayesiyle, hayalperest gencin hikayesi arasında pek çok benzerlikler vardır. Beyaz Geceler’i melodramın eşiğindeki bu duygusal konuyu abartmaların ve gözyaşlarının çekimine kapılmadan bir hafiflik ve bahar mutluluğu havasıyla ele aldığı için seviyorum.”

Zaten kitabı okuyan, kendine göre özel bir sebeple sever onu. Ben, bunu yaşamıştım duygusunu yaşattığı için seviyorum mesela. En aşık olduğumuz bir anda, gönlümüzü kaptırdığımız, bizim yerimize başkasına gönül koymuşsa, biz de rakibimizle kendimizi kıyaslayıp, onun neden beni değil de onu seçtiğine bir anlam veremiyorsak, kendimiz yeterli onu yetersiz, onu çirkin kendimiz güzel buluyorsak, onun onu bizim kadar sevemeyeceğine kendi kendimizi inandırmışsak, Beyaz Geceleri okuduğumuzda Nastenka’nın davranışına da bir anlam verebiliriz bence.

Dostoyevski’den önce de sonra da benzer binlerce hikaye yazıldı ama onun hikayesini özel kılan onun kahramanlarına hemen inanmamızdır.

Kitabın anlatıcısı kahramanın adı yok, kendine hayalperest diyor. Tam bir hüzünlü yalnız adamdır, belki de doğru deyim bir tutunamayandır… Dış dünyayla tek ilişkisi Petersburg sokaklarında akşama kadar dolaşıp evine dönmek.

O gezmeleri sırasında Nastenka’yla tanışıyor. Onu rıhtımın demirlerine tutunmuş ağlarken bulur. Konuşmaya başlıyorlar. Nastenka hayalpereste tüm benliğiyle hemen güveniyor, ona açılıyor. Birisine aşıktır kadın, tam bir yıldan beri onu bekliyor. Aşık olduğu adam söz vermiş, bir yıl sonra, burada bu rıhtımda buluşacaklar ama adam gelmiyor. O gün tanıştıkları günün yıldönümüdür, kadın bu yüzden ağlıyor. Dört beyaz gece boyunca aynı yerde buluşup dertleşmeye karar veriyorlar. Kadın, “Benim de konuşacak kimsem yok, buluşup konuşalım ama aşık olmak yok, ben başkasına aşığım,” diyor hayalpereste. O da aşık olmamaya söz veriyor ama gönül bu ferman dinler mi? Kadının aşık olduğu adam şehre dönüyor bu arada, hayalperest kadına adama mektup yazmasını tavsiye ediyor, kadın mektubu yazıyor, hayalperest mektubu götürüyor adama. Kadın mektubuna cevap alamıyor ve umudunu kesiyor. Bunun üzerine kadın da hayalpereste meyil duyuyor, tam birlikte olmaya karar verdiklerinde aniden adam çıkıp geliyor. Kadın da koşa koşa gidip adamın elini tutuyor. Giderken kadın, “Neden o, siz değil? Neden o da sizin gibi değil? O sizden daha kötü biri, ama onu sizden fazla seviyorum” diyor.

Çok kısa süreli bir mutluluk anını yaşayan kahramanımız, “Ulu Tanrım, o ne uzun, mutlu bir andı! Bir insana böyle bir an yaşam boyu yetmez mi,” diye düşünür.

Hayranı olduğu Petersburg’a pencereden bakar. Karşıdaki evin duvarları çökmüş, sütunların badanası dökülmüş, kendi evi ise yaşanmaz bir haldedir.

Nastenka onu çok büyük bir kötülük yaptığı halde ona minnet besliyor. Kin beslemek mi, söz konusu bile değil. O ana kadar yapayalnız gelen sefil hayatında onu çok kısa süren bir mutluluk anını yaşattığı için minnettardır Nastenka’ya.

*

İçinde “kötülük” geçen bir Dostoyevski sorusuyla girmiştik yazıya. Nastenka, kahramanımız hayalpereste kötülük mü yapmıştı, yoksa iyilik mi? Kahramanımıza göre o kısa mutlu anı ona yaşattığı için iyilik yapmış; yüz elli seneden beri romanı okuyan birçok kişiye göre de; onu bu kadar seven hayalperesti bırakıp bir seneden beri tek bir defa bile halini sormadan onu terk eden eski aşkına gittiği için de “kötülük” yapmıştı. O halde romanın açılış paragrafı birkaç eksik kelimeyle bu denemeye final olsun:

“Harika bir geceydi, belki de sadece gençken yaşanabilen gecelerden biriydi, sevgili okur. Gök öyle yıldızlıydı, öyle aydınlıktı ki, ona bakınca insan ister istemez kendi kendine soruyordu: ‘Böylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar çok kötü, öfkeli ve hırçın insan nasıl yaşayabiliyordu?’ Tanrı böyle soruyu eksik etmesin yüreğinizden!”

*

Harika bir geceydi. Gökyüzünün koyu maviliğine leylak kırmızısı karışmıştı. Girdim içeri, balkon kapısını kapattım, sehpanın üzerinde duran “Beyaz Geceler”i karıştırırken güneş doğmaya hazırlanıyordu.

Ping

gidiyorum (kıraç şarkısı)

  • kırac sarkısı

    ne baskası oldu nede olacak, sen calmassan kapım acılmayacak
    simdi icimde yanan bu ates, sanmaki bir son bulacak
    hic utanmam gulum divaneyim, parcalanmıs dunyam viraneyim
    seni herseyden cok cok istedim vuruldum avareyim

    ne olurdu benim olsan su yaralarımı sarsan
    bıktım artık yol almaktan onume cıkıp durdursan
    gıdıyorum buralardan tum ruzgarlar senin olsun
    benden ayrı ruyadasın dilerim birgun uyanırsın......

  • kıraç biraderimizin mütemadiyen yollarda olanlar* için yazmış olduğu parça...hoş bir klıbi vardı, adam yıllar sonra gençliğine dair bir filmi izliyordu (ordaki aletin ismi ne bilmiyorum), sevdiceğine "bak bir gün yaşlanacaksın, kimse yüzüne bakmayacak, saçlarını okşamayacak" diyor ve sonrasında "gidiyorum ben, hadi durdursana" diye hatun kişinin yoluna çıkmasını bekliyordu...

    klipten (ve şarkının sonundan kıraç'ın ısrarlı okuğu şiirden) anladığımız kadarı ile hatun kişi, onu yolundan etmiyor ve er kişi bir başına gidiyor oralardan...hatun kişinin yüzü kırışıyor, saçları ağarıyor, bizimkisi oturup geçmişi yad ediyor...e o zaman sormazlar mı o zaman "niye tutup beraberinde götürmedin" ya da "niye kalmayı tercih etmedin" diye...

  • kıraç'ın sonunda asağıdaki dizeleri sarfettiği süper sarkı.

    elimde eski bir asktan kalma tutku damlacıkları
    arkamda dizboyu balçık hatıraların cıglıgı var
    yırtmıs atmısım herseyi
    bir ben kalmısım ortada
    bir de sen içimde taa suramda
    kendimden geçiyorum
    özlemişim seni birtanem
    gel döndür beni bu yollardan
    hadi bekliyorum

  • kıraç isimli $arkıcının bir eseri olup solo kısmı tamamen alpay adlı güzel insanın eylülde gel adlı $arkısının giriş kısmının aynısıdır... bu "tesadüfe" yuh artık, kusura bakma diyor, kıraca bu hafta on üzerinden 3 vererek haftanın en rüküş bayanı seçiyoruz.* şimdi sırada..

  • ozellikle kirac'in son bolumde okudugu siir hatiralari kilitlendikleri mahsenden cikarir, yurek parcalar. *

  • kıraç'ın tek şarkısıdır. tek klibidir. kıraç'a seneler boyu tüketmeye müsait bir kredi açmıştır.

  • isyankar lise yıllarımın şarkısıdır. kıraç ile nasıl isyan ettiysem artık. bir de yıllar sonra diye bir şarkısı vardı o şarkıyla da romantik insan oluyordum. hey gidi gençlik hey.

  • kıraç'ın en güzel şarkısı. o geveze halinden olabildiğine uzak. klibindeki kayık, kıraç'ın favorilerine benziyor.

  • ilk dinleyişte kendisine aşık eden bir kıraç şarkısıdır.

  • kıraç'ın giriş melodisini direkt alpay 'ın eylülde gelparçasından arakladığı şarkıdır kendisi. bugün şans eseri bu durumu fark ettim. yani esinlenme, ufak tefek benzer melodiler vs alınır da bu öte olmuş. nasıl olmuş da telif vs davası açılmamış bilemedim.

  • nest...

    batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir