kuran allah kelamı mıdır / Kur’ân’ın Allah Kelâmı Olduğunu Gösteren Deliller | İslam ve İhsan

Kuran Allah Kelamı Mıdır

kuran allah kelamı mıdır

Kur&#;an "Allah&#;ın kelâmı" olarak ne ifade etmektedir?

Değerli kardeşimiz,

Konu ile ilgili âlimlerin görüşlerini belirtecek ve netice itibariyle kendi tercihimizi de ortaya koyacağız.

Kur'an'ın vahyi konusunda Allah, Cebrâil ve Hz. Muhammed (asm)in tebliğ ve tebellüğu söz konusudur. Vahyin asıl sahibi olan yüce Allah, Kur'an'ı Hz. Cebrâil vasıtasıyla Hz. Muhammed (asm)'e indirmiştir. Bu hususta müslümanlar arasında en küçük bir ihtilaf yoktur. Ancak âlimler bu vahyin nasıl geldiği ve bu iletişimin nasıl kurulduğu hususunda farklı görüşler bildirmişlerdir:

a) Hz. Cebrâil, Kur'an'ı doğrudan doğruya Allah'tan almış ve Hz. Muhammed (asm)'e aynı lafızlarla aktarmıştır.

b) Hz. Cebrâil, Kur'an'ı Levh-i Mahfûzdan ezberlemiş ve olduğu gibi Hz. Muhammed (asm)'e aktarmıştır.

c) Hz. Cebrâil, Kur'an'ı lafız olarak değil, sadece mânâ olarak almıştır. (bk. Mennâ', el-Kattân, Mebahis, fi ulûmi'l-Kur'an, 35)

İlk iki görüşe göre elimizdeki Kur'an, lafzı ve mânâsı ile birlikte vahiy edilmiş Allah'ın kelâmıdır. Ne Hz. Cebrâil'in ve ne de Hz. Muhammed (asm)'in, tebliğ ve tebellüğden başka hiçbir müdaheleleri sözkonusu değildir. Bu iki görüş arasındaki tek fark, Hz. Cebrâil'in Kur'an'ı doğrudan Allah'tan mı, yoksa Levh-i Mahfûzdan mı aldığı hususudur.

Alimler, vahyin Levh-i Mahfûzdan alındığına dâir görüşe itibar etmemektedir. Bunun müşahhas bir delili olmadığı gibi, Kur'an'ın diğer gaybî şeyler gibi Levh-i Mahfûzda yer alması da vahyin oradan alındığını göstermez. (bk. ez-Zerkânî, Menâhilu'l-İrfân, I/49; el-Kattân, 36)

Son görüşe göre ise Kur'an, Allah tarafından Hz. Cebrâil'e mânâ olarak telkin edilmiş; lafzı ise, ya melek tarafından, ya da Hz. Peygamber(asm) tarafından vaz'edilmiştir.

Özetlersek: Kur'an'ın bir vahiy mahsulu olarak anatomisini teşkil eden unsurları belirlemeye çalışan iki görüş vardır: Birinci görüşe göre Kur'an, yalnız mânâdan ibarettir. İkinci görüşe göre ise, Kur'an hem lafız, hem de mânâdır.

Önce birinci görüşün dayanağını teşkil eden delillere bakalım:

a) Diyorlar ki: "Şüphesiz o (Kur'an), değerli, güçlü ve Arş'ın Sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrâil'in) getirdiği sözdür." (Tekvîr, 81/) "Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, hiç şüphesiz o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin (Peygamber'in) sözüdür. Ve o, bir şâir sözü değildir." (Hâkka, 69/) âyetlerinde geçen ve elçilere (Hz. Cebrâil ve Hz. Peygamber (a.s)'e atfen "Kur'an şerefli bir elçinin sözüdür." ifadesinde yer alan "Söz" (kavil)sözcüğü, Kur'an lafzının bu elçilere ait olduğunu gösteriyor.

b) Diyorlar ki: "O (Kur'an), şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır."(Şuarâ, 26/) âyetine göre, Kur'an daha öncekilerin kitaplarında da mevcuttur. Kur'an'ın o kitaplarda lafzı ile bulunması mümkün olmadığına göre, mânâsıyla bulunmuş olması gerekir. Buna göre Kur'an, vahiy itibariyle yalnız mânâdan ibarettir. Çünkü âyette "mana" ya Kur'an adı verilmiştir.

1) Birinci Görüşe Ait Deliller ve Değerlendirilmesi

(a) Birinci şıkta ifade edilen ve âyetlerde geçen "Söz" (Kavil) tâbiri, Kur'an lafzının Allah'tan gelen bir vahiy olmadığını yahut elçilerin sözü olduğunu göstermez. Aksine, "elçinin sözü, onu gönderenin sözüdür" gerçeğini, yani elçinin tebliğden başka hiçbir müdahelesinin olmadığını ifade etmektedir. (krş. Yazır, Hak Dini, VIII/) Türkçemizdeki "elçiye zevâl olmaz" deyimi de bu gerçeğin bir ifadesidir.

Söz konusu iki âyette geçen "Saygıdeğer elçi" tâbiri, Tekvir Sûresinin âyetinde Hz. Cebrâil'e; Hâkka Sûresinin âyetinde ise Hz. Peygamber (a.s)'e âittir. Ayetlerin siyak ve sibakından bunu anlamak mümkündür. (bk. el-Kurtubî, XVII /; Yazır, a.g.y) Hakkâ Sûresindeki âyetin Hz. Muhammed (asm)'e delâlet ettiğini söyleyenler de olmuşsa da, (bk. el-Beydâvî, VII/; el-Kurtubî, XVIII/ ) ayetin bulunduğu yerdeki ipuçları, "Saygıdeğer elçi" den maksadın Hz. Muhammed (asm) olduğunu göstermektedir. Nitekim, Tekvir Sûresinde "Kuşkusuz, o saygıdeğer bir elçinin sözüdür" ifadesinden sonra, "Ve Kur'an, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir." ifadesine yer verilmiştir. Bu ifade ise, sözkonusu "Elçi"den maksadın Cebrâil olduğunu göstermektedir. Böylece Melek ile Şeytanın karşılaştırılması yapılmıştır. Hâkkâ Sûresinde ise, "saygıdeğer elçi" tâbirinden sonra, "O ne bir şâir, ne de bir kâhin sözü değildir" ifadesine yer verilmesi, âyetin Hz. Muhammed (asm)'den bahsettiğinin bir delilidir. Çünkü burada Hz. Cebrâil kast edilirse, onun bir şâir veya kâhin olabilme ihtimalini akla getirir ki yanlış olur. Çünkü hiç kimse böyle bir ihtimali düşünmez. "Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da." (Yasin, 36/69) âyeti nazara alındığında, buradaki "saygıdeğer elçi" nin Hz. Muhammed (asm) olduğu anlaşılır. (bk. ez-Zemahşerî, IV/,; Yazır, VII/; Taberî, Cebrâil ihtimalini hiç kale bile almamış. bk. Et-Taberî, XIV/)

Bu âyetlerden yola çıkarak, Kur'an lafzının vahiy meleği veya Hz. Peygamber (a.s)'e ait olduğunu söylemek büyük bir çelişkiyi beraberinde getirir. Çünkü vahiy, bir âyette Cebrâil'in, diğer bir âyette ise Hz. Peygamber (asm)'in sözü olarak geçer. Eğer "a" şıkkında ifade edildiği şekilde anlaşılmazsa, bu takdirde Kur'an lafzının her iki elçiye âit olması gerekir ki, bu açık bir tezattır.

Ayrıca, başka âyetlerde "Söz" tâbiri, Allah'a da izâfe edilmiştir. Nisâ Sûresinin âyetinde: "Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vaad etti. Sözünü tutmada Allah'tan daha doğru kim olabilir?" ifadesine yer verilmiştir. Ayette "Söz" kavramı, Kur'an'ın söylediği gerçeklerin doğruluğunu isbat sadedinde söylendiği için, Kur'anla ilgili olmakla beraber, genel olarak bütün sözlerinin doğru olduğunun bir ifadesi olarak Allah'a da izâfe edilmiştir.

"Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz."(Müzzemmil, 73/5) âyetinde Kur'an'ın, doğrudan Allah, vahyi olarak ifade edilmiş ve aynı zamanda "ağır bir söz" olarak nitelendirilmiştir.

Bu durumda Kur'an'ın lafzına işaret eden "Söz"(kavil) sözcüğü, hem Allah'a, hem Cebrâil (a.s)'e, hem de Hz. Muhammed (asm)'e izâfe edilmiş olduğu görülmektedir.

Kur'an'ın ifadesi doğru olduğuna göre, "Söz" kavramının Allah'a izâfesini hakikat, diğerlerine ise mecâz mânâda almaktan başka hiçbir çıkış yolu sözkonusu değildir.

Lafzın Allah'a âidiyetini engelleyen dinî veya aklî hiçbir mâni yok iken, nassın zâhirinden yüz çevirmenin de hiçbir anlamı yoktur. Kur'an'ın mânâsını bilmediğimiz bir keyfiyetle vahyeden Allah, lafzını da bilmediğimiz bir şekilde vahyetmiştir.

(b) İkinci görüşün de tutarlı olmadığı şöyle açıklanabilir: Evvelâ âyette "O (Kur'an), şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır." ifadesinden, onun bizzat orada var olduğunu düşünmek ve " Kur'an'ın yalnız mânâdan ibaret olduğu tezini ona bina etmek yanlıştır. Çünkü her şeyden önce birinci hüküm/önerme yanlıştır. Eskilerin eskimez deyimiyle "Bâtıl, makîsün aleyh olamaz". Yanlışlar, ölçü değildir.

Önceki kitaplarda yer aldığı ifade edilen Kur'an'dan maksat, Onun Hz. Muhammed (asm)'e indirileceği haberi; ya da onun özü ve ana prensipleri demektir; yoksa Kur'an'ın kendisi değildir. Çünkü Kur'an, daha öncekilere vahyedilmemiştir. (krş. İbn Teymiyye, el-Fetâvâ'l-Kubrâ, V/)

Kur'an'da yer alan, " (kitap ehli), O'nu (Muhammed'i) yanlarındaki Tevrat ve İncilde bulurlar" (A'raf, 7/) ifadesinde, Hz. Muhammed (asm)'in bizzat kendisinin kastedilmiş olması mümkün olmadığı gibi, Kur'an'ın da bizzat kendisinin o kitaplarda bulunması imkânsızdır.

Müfessirlerden Alûsî de böyle bir düşüncenin doğru olmadığına dikkat çekmekte ve bunun, Kur'an'ın mânâsının namazlarda okunmasının cevâzına dâir delil getirilmesinin yanlış olduğunu, bu düşüncenin çürüklüğünden dolayı, İmam A'zam'ın konu ile ilgili verdiği fetvasından geri döndüğünü ve bu geri dönüş konusuna dâir bir çok tahkik ehli âlimlerin görüş bildirdiğini ifade etmektedir. (bk. el-Alûsî, XIX/ )

Sözün özü: Rûhaniyeti ile vahye mazhar olan Hz. Muhammed (asm) için, "O cesedi ile değil de sadece rûhu ile peygamberdir" demek ne kadar yanlış ise, Kur'an'ın sadece mânâsıyla Kur'an olduğunu iddia etmek de o kadar anlamsızdır. (bk. İbn Teymiyye, V/)

2) İkinci Görüşe Ait Deliller ve Değerlendirmesi:

(a) İslâm âlimlerinin ezici çoğunluğuna göre, Kur'an hem lafız hem de mânâ cihetiyle Allah'ın kelâmıdır. (bk. İbn Teymiyye, V/)

"Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez." (İbn Mâce, Fiten, 8; Dârımî, Mukaddime, 8) hadisine göre, islâm âlimlerinin ittifakı doğruluğun bir işaretidir.

(b) Ayette yer alan "(Rahman) Kur'an'ı öğretti"(Rahman, 55/2) ifadesi, Kur'an'ın Allah tarafından ta'lim edildiğini göstermektedir. Buna göre "Kur'an"ın tarifi yapılırsa, vahyin de bu açıdan geliş şekli anlaşılır. Dilcilere göre, "Kur'an" kelimesi, "KRE" kökünden, gufrân ve şükrân gibi "Fu'lân" vezninde bir masdardır. Bu kelime hem toplama hem de kıraat (okuma) anlamındadır. (bk. el-Alûsî,I/8)

"Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak bize düşer. Sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu takip et."(Kıyâme, 75/)

âyetlerinde geçen "Kur'an" kelimesi, kıraat anlamında kullanılmıştır.

Bir masdar olan "Kur'an" kelimesi, Kur'an'ın özel ismi olduğu zaman, ism-i mef'ul anlamında "okunan kitap", ya da ism-i fâil mânâsında "Sûre ve âyetleri içinde toplayan" veyahut "Daha önceki kitapları ihtiva eden" anlamında olur. (bk. er-Râğıb, (KRE) maddesi; el-Alûsî, I/8) Kur'an'a "Kur'an" adının verilmesi, onun "lisanlarda okunması", "Kitap" adının verilmesi ise, "kalemle yazılması" özelliğinden dolayıdır. (bk. Dıraz, Nebeu'l-Azîm 3)

İsrâ Sûresinin âyetinde "Sabah namazı" için kullanılan "Kur'ane'l-Fecr" tâbiri de, "Kur'an"ın kıraat anlamına işaret etmektedir.

Yine vahyin ilk kelimesinin "İkra" (Oku) olması, Kur'an'ın okunan bir kitap olduğuna delâlet ettiği gibi, vahyin de kıraat olunan bir söz, bir kelâm olduğunu gösterir. Bilindiği gibi "kıraat", talaffuzda bazı kelimeleri bazısına eklemek demektir. Demek ki, "Okunan kitap" anlamında olan "Kur'an", lafız ve mânânın mecmuundan ibarettir.

(c)"Vahyi çarçabuk bellemek için, dilini kımıldatma. Onu toplamak ve onu okutmak bize âittir. O halde biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et." (Kıyâme) âyeti açıkça şunu gösteriyor: Hz. Muhammed (asm), gelen vahyi unutmamak için, henüz kendisine okunup bitirilmeden onu acele olarak tekrarlamaya çalışıyordu. Ayet, onun bu telaşını gidermeyi amaçlamaktadır.

Ayette geçen "dilini kımıldatma" ifadesi, açıkça vahyin bir söz olduğunu göstermektedir. Çünkü mânâlar dil ile okunmaz. "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et." tâbiri de aynı şekilde Kur'an'ın hem lafız hem de mânâ yönünden Allah'ın kelâmı olduğunu göstermektedir. Çünkü okuma işi, "söz"e âit bir tâbirdir. "Kâinat kitabını okumak", "Kalbini okumak", "(adamın) yüzünden okumak" gibi tâbirler, mecâz ifadelerdir. Kavram olarak "okuma" nın gerçek anlamı, sadece yazı ve söz için geçerlidir.

Ayette Allah'ın, kıraatı kendine izâfe etmesi, "Biz sana Kur'an'ı okuyunca, sen onun okunuşunu tâkip et" şeklinde buyurması, Kur'an'ın tebliğinde Hz. Cebrâil'in (a.s) de Hz. Peygamber (a.s) gibi sadece bir elçi olduğunu ve hiçbir müdahalesinin sözkonusu olmadığının bir diğer delilini teşkil etmektedir.

(d) Kur'an'ın tarifi şöyledir: "Hz. Muhammed (asm)'e vahyedilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen ve tilâvetiyle taabbüd olunan mu'ciz, Allah'ın kelâmıdır." (krş. ez-Zerkânî, I/22; Muhammed Dıraz, 5; Cerrahoğlu, Tefsir usulü, 34)

Burada üzerinde duracağımız hususlardan biri, Kur'an'ın "tilavetiyle taabbüd olunması" yani manası anlaşılmasa da sadece asıl metni olan arapça lafızlarıyla okunmasının bile ibadet olması keyfiyetidir. Hz. Muhammed (asm)'in hadislerinin sırf lafızları ile taabbüd edilmediğine göre, Kur'an'ın lafızları da Allah'a âittir.

Tarifte geçen önemli bir nokta da "Allah'ın kelâmı" tâbiridir. Bu tâbir, Kur'an'da üç defa tekrarlanmıştır. (bk. el-Bakara, 2/75; et-Tevbe, 9/6; el-Fetih, 48/15)

"Ve Allah, Mûsa ile gerçekten konuştu."(Nisâ, 4/) âyeti gibi daha pek çok âyette, kelâm sıfatı açıkça Allah'a izâfe edilmiştir. İbn Hacer'in de ifde ettiği gibi, konuşanın (mütekellimin) sözü (kelâmı), yalnız ona nisbet edilir. Birinin sözü bir başkasına izâfe edilemez. Her konuşanının sözü kendi sözüdür. Bu sebeple, yüce Allah, İbn Müğire'nin Kur'an için "O bir insan sözüdür" (el-Müddessir,74/25) ifadesini reddetmiş ve onun büyük bir azaba uğrayacağını haber vermiştir. (krş. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XIII/)

"Kelâm" kavramı, bir anlam ifade eden söz dizimi demektir. (bk. er-Râğıb, (KLM) maddesi) Ne Allah'ın kelâmı, ne de insanların kelâmı, sözden mucerret bir mânâdan ibaret değildir. Bunun içindir ki İslâm ümmeti; Kur'an'ın hem lafız hem de mânâ açısından Allah'ın kelâmı olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. (krş. İbn Teymiyye, IV/)

(e) Kur'an'da Hz. Peygamber (asm)'e hitaben "De ki:" anlamına gelen "kul" kelimesinin üçyüzden fazla kullanılması, iki yönden konumuza ışık tutmaktadır.

Birincisi, bu ifadede dışarıdan bir emir sözkonusudur. Halbuki elçiler, kendilerini gönderenlerin söylediklerini farklı bir tarzda ifade ederler. Mesela biri diğerine "Git filan adama de ki: Allah birdir.", dese, elçi olan kimse, vardığı yerde herhalde aynı cümleyi tekrarlamaz. Aksine, eğer gönderen kimseyi de işe katarsa, "Beni gönderen kimse, Allah'ın bir olduğunu size söylememi istedi" der. Şimdi bu küçük misâli gözönünde bulunduralım ve Kur'an'ın üslubuna dikkat edelim!

"De ki: eğer duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var"(Furkân, 25/77),

"De ki: Ben kendime bile, Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." (Yunus, 10/49)

İkincisi: "kul" tâbiri, "söz" anlamını çağrıştırdığından, Kur'an'da çokça kullanılmasının bir hikmeti de, Kur'an'ın hem mânâ hem de lafız olarak Allah'tan gelen bir vahiy olduğuna delâlet etmek içindir.

(f) "Nasihat ve her şeyin açıklamasına dâir ne varsa, hepsini Musa için levhalarda yazdık."(A'râf, 7/) âyetinde, açıkça Hz. Musa'ya (a.s), levhalarda yazılı olan ve dolayısıyla sözlerden ibaret olan vahiy verildiği ifade edilmiştir. Şüphesiz ne Hz. Muhammed (asm)'e, ne de Hz. Musa'ya (a.s) veya diğer peygamberlere gelen vahyin iletişim şeklini idrâk edemeyiz. Ancak bu vahiylerin hem mânâ hem de lafız olarak geldiğini âyetlerden anlamak mümkündür.

(g) Zerkânî'nin belirttiği gibi, Kur'an'ın sadece mânâsı Allah'tan olduğu iddiası, hem kitap hem de sünnete ters düşmektedir. Lafzı, melek Cibril veya Hz. Muhammed (asm)'e ait olduğu kabul edilirse, Kur'an'ın üslubu nasıl mu'cize olabilir? Ve Kur'an'a nasıl Allah kelâmı denilebilir? (bk. ez-Zerkânî, I/)

(h) Kudsî hadisin en meşhûr tariflerinden biri: "Mânâsı Allah'a lafzı ise, Hz. Muhammed (asm)'e âit olan vahiy" şeklindedir. Buna göre, eğer Kur'an için de aynı şey düşünülürse, ikisi arasında ne gibi bir fark kalır? Bu takdirde Hz . Peygamber (asm)'in, Kur'an'ın yazı ile tesbiti için gösterdiği titizliği, kudsî hadis için de göstermemesi ne ile izah edileblir? (bk. el-Cürcânî, et-Ta'rîfât, ; Aliyyü'l-Kârî, el-Ahadisü'l-kudsiyye, 2; ebu'l-Bekâ, el-külliyât, ; Accâc Muhammed, es-Sünne kable't-tedvîn, 22 ; el-kasımî, Kavaidu't-tahdis, ; Varol, Ahmed, Kudsî Hadisler, I/)

(ı) "Kur'an'ın yalnız mânâdan ibaret olduğu kabul edilirse, bu takdirde Kur'an'ın lafzı, insan aklının ürünü olması gerekir ki, bunun yanlışlığı ortadadır. Bu sebepledir ki, ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve cemaat, Kur'an'ın lafız ve mânâ toplamından ibaret olduğunda birleşmişlerdir. (krş. el-Alûsî, I/13)

(i)"(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye, her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik." (İbrâhim, 14/4) âyetinde; risâlet dilinin, peygamberin gönderildiği kavmin dili olduğu ifade edilmektedir. Buna göre âyet, Kur'an'ın arapça olarak vahyedildiğini göstermektedir. Çünkü mukarrer bir kâidedir ki, "Hüküm muştak üzerine yapılırsa, iştikakın me'hazi o hükmün illetini gösterir."(bk. Nursi, Asâr-ı Bediiyye, ) Bu kâideye göre, âyette geçen "her peygamberi (Resûlü) yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik" ifadesinde yer alan "Resûl"'den maksat "Risalet" tir. Aksi takdirde bir insan olarak her peygamberin, içinde bulunduğu topluluğun dilini konuşması tabiîdir. Bunun risaletle bir ilişkisi yoktur. O halde vurgulanmak istenen husus, peygamber değil peygamberliktir. Peygamberliğin özü ise, vahiydir. Konumuzla ilgili olan vahiy ise, Kur'an'dır. Buna göre âyetten, "Kur'an dili Arapçadır" neticesini çıkarmak gerekir. Ayette "kavmin dili", " lisan" kelimesiyle ifade edilmiştir ve "Lisan"ın bir söz manzumesi olduğunda da dilciler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur.

(j)"Allah'a ve ümmî peygamber olan Resûlüne - ki O, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız."(A'râf, 7/) âyetinde geçen " ki o (peygamber), Allah'a ve onun sözlerine inanır" ifadesi, Kur'an'ın hem lâfız hem de mânâ bakımından Allah'ın sözü olduğunu göstermektedir. Adetâ yalnız bu hususa işaret etmek için, burada bu ifadeye yer verilmiştir.

"Yoksa onlar, (senin için) Allah'a karşı yalan uydurdu mu derler? Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz o, kalplerde olanları bilendir."(Şûrâ, 42/24)

âyetinde işlenen temâlar çerçevesinde, "Allah sözleriyle hakkı ortaya koyar" ifadesine dikkat edilirse, Kur'an'ın lafızlarının da Allah'a âit olduğu gerçeği görülür. "Allah dilerse senin kalbini de mühürler" ifadesi ile "sözler"in Allah'a izâfe edilmesi arasında çarpıcı bir ilişki sözkonusudur. Buna göre, Hz. Muhammed (asm)'in kalbi, sadece gelen vahiylere karşı alıcı konumundadır. Başka hiçbir müdahelesi sözkonusu değildir. Bu sebeple eğer kalbi mühürlenirse, gelen vahyin ne mânâsını ve ne de lafızlarını anlayıp ezberinde tutabilir.

(k) İbn Müğire'nin "Bu Kur'an, insan sözünden başka bir şey değil" şeklindeki sözünü hatırlatan yüce Allah, böyle söylemenin büyük bir suç unsuru teşkil ettiğini ve büyük bir iftira olduğunu, bu sebeple de dehşet verici bir cezayı hakkettiğini ifade etmek üzere: "Ben onu sakar'a (Cehenneme) sokacağım" (Müddessir, 74/) buyurmuştur. Bu da Kur'an'ın, Hz. Muhammed (asm) dahil hiçbir bir insanın sözü olmadığını ortaya koymaktadır.

Bütün bu deliller gösteriyor ki Kur'an,

"Kur'an'ı Rahman olan Allah öğretti",

"Muhakkak ki o (Kur'an), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu Rûhu'l-emin (Cebrâil) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir." (Şuarâ, 26/),

"(Resûlüm!) Şüphesiz ki bu Kur'an, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından sana verilmektedir."(Neml, 27/6)

âyetlerinin delâlet ettikleri gibi, Kur'an sonsuz ilâhî ilimden gelen, sonsuz mânâları bulunan ve eşsiz söz dizimine sahip mu'ciz bir kitaptır.

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

KUR&#;AN ALLAH KELAMI MI?

Yazan: Serdar Kaangil



KUR&#;AN ALLAH KELAMI MI?


Bildiğiniz gibi İslam&#;a göre Kur&#;an, İncil, Tevrat ve Zebur Allah tarafından gönderilmiştir. Bunlardan Kur&#;an dışındaki kitapların yazımı, geçmiş zaman anlatımı şeklindedir. Kur&#;an ise Allah&#;ın hitabı biçiminde yazılmıştır. Allah&#;ın sözlerinin, emir ve öğütlerinin Cebrail adlı melek vasıtasıyla ve vahiy yoluyla peygambere iletildiğine inanılır. O yüzden &#;Kur&#;an Allah kelamıdır&#; denir. Allah&#;a ait olmayan sözler ise &#;kul&#; veya &#;kâle&#; yani &#;de ki&#; veya &#;dedi ki&#; sözcükleriyle belirtilmiştir. Bundan dolayı birçok ayet &#;de ki&#; anlamına gelen &#;kul&#; kelimesiyle başlar. Örneğin: &#;De ki; &#;Ben içinizden hiçbir erkeğin babası değilim&#; cümlesinden anlarız ki &#;de ki&#; diyen Allah, &#;Ben içinizden hiçbir erkeğin babası değilim&#; dedirtilen peygamberdir. Ne var ki bunun gibi bazı ayetlerin Allah&#;a ait olmadığı açıkça belli iken &#;de ki&#; sözcüğünün kullanılmadığını görürüz. Bu tür ayetlerin bazı meallerinde &#;de ki&#;sözcüğü parantez içinde verilmiştir. Bazı mealciler ise sanki Arapçasında gerçekten yazılıymış gibi paranteze dahi gerek duymadan &#;de ki&#; sözcüğünü eklemişlerdir. Bu müdahaleler, ayetlerdeki eksikliği kamufle etme amaçlıdır. Şimdi bu hataları görelim:

Fatiha suresi Allah&#;a yapılan bir duadır. Dolayısıyla &#;deyin ki&#; kelimesiyle başlamalıydı. Kur&#;an&#;ın son iki suresi olan Nas ve Felak sureleri de duadır ve &#;de ki&#; ile başlar. Fatiha suresinin başında olmasa bile 5. ayetinde &#;kûlû&#; yani &#;Deyin ki&#; sözcüğü muhakkak kullanılmalıydı.

Fatiha/ (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.

Görüldüğü gibi ayette Allah&#;a sesleniş, Allah&#;a yakarış vardır. Dolayısıyla ayette seslenen Allah değil, insandır. Ama &#;Deyin ki&#; sözcüğü olmadığından Allah kendisine dua etmiş gibidir. Hadi diyelim ki Fatiha Kur&#;an&#;ın açılış suresidir, bir önsöz gibidir, o nedenle &#;deyin ki&#; denmesine gerek duyulmamıştır. Peki ya diğer ayetlerdeki eksikler? Şimdi de aşağıdaki ayetlerde hitap edenin kim olduğunu görelim:

Hud Allah&#;dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O&#;nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.

Zariyat Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O&#;nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

Bu ayetlerde anlaşılacağa üzere konuşan Muhammed hazretleridir. İnsanlara kendisinin peygamber olduğunu iddia etmektedir.

Şura Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah&#;a aittir. (De ki) İşte bu, Rabbim Allah&#;tır. Yalnız O&#;na tevekkül ettim ve ancak O&#;na yöneliyorum.

En&#;am Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir. Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir. (De ki) &#;Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.&#;

Bu iki ayette de konuşan Muhammed hazretleridir. Görüldüğü gibi &#;de ki&#; sözcükleri kullanılmadığından mealciler parantez içerisinde göstermek zorunda kalmışlardır.

Tevbe Yahudiler, &#;Uzeyir Allah&#;ın oğlu&#; dediler, Hıristiyanlar da &#;Mesih Allah&#;ın oğlu&#;, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

Bu ayette geçen &#;kâtelehumullâh&#; ın asıl anlamı &#;Allah onları öldürsün, katletsin&#; dir. Bunu Allah&#;tan isteyenin Allah olamayacağı açıktır.

Bir başka örnek:

Nahl Allah&#;a yemin olsun ki, biz senden önce bir çok ümmetlere peygamberler gönderdik. Ne var ki şeytan, onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. Bugün de o şeytan, kâfirlerin dostudur. Onlar için acı bir azab vardır.

Bu örneklerden şu sonuçlar çıkarılabilir:

1- Kur&#;an, Tanrı sözü değildir. Hz. Muhammed kurgulayıp yazmış, fakat birkaç ayette gaf yapmış &#;de ki&#; ekini kullanmayı unutmuştur.

2- Kur&#;an, derlenip toplanırken hata yapılmış, bazı ayetler eksik yazılmıştır.

3- Kur&#;an&#;a Hz. Muhammed&#;den sonra Halife Osman ve Emeviler döneminde müdahale edilmiş, ayetler tahrif edilmiştir.

Tabi bunlara &#;Allah, anlaşılacağını düşünerek &#;de ki&#; demeye gerek duymamış olabilir&#; veya &#;Allah bu tür eksiklerle insanları sınamış olabilir&#; türünden yanıtlar da verilebilir. Bu tür yanıtlar, eksikliği, hatayı tanrıya havale etmek olur ki buna katılmak mümkün değildir. 2 ve 3 şıkları ise Hicr-9 ayetinde belirtilen &#;Hiç şüphe yok ki, Kur&#;ân&#;ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.&#; ayetine ters düşer. Bu durumda 1 şıkkının doğru olduğu, Kur&#;an&#;ın Allah sözü değil, Hz. Muhammed&#;in kurgusu olduğu ortaya çıkar.

Şimdi de Kur&#;an&#;ın Allah hitabı olmadığına dair farklı bir örnek verelim:
Bu örnekle göreceğiz ki Muhammed hazretleri, kimi zaman Allah&#;ı, kimi zaman melekler adına Cebrail&#;i, kimi zaman da peygamberleri konuşturan bir kurguyla Kur&#;an&#;ı yazmıştır. Onları konuştururken Kur&#;an&#;da &#;e yakın &#;de ki&#; öneki kullanmıştır ki kendisinin yazdığı anlaşılmasın, Allah sözü olduğuna inanılsın. Ama bazı ayetlerin kurgusunda hata yapmış, &#;de ki&#; kullanmayı unutmuş ya da hatalı kullanmıştır veya kullanmayı becerememiştir.

En&#;am Allah&#;tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir? Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.

Meryem Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey, O&#;nundur. Ve Rabbın unutkan değildir.

Enam ve Meryem ayetten önceki ve sonraki ayetlere bakıldığında bu cümlelerin kime ait olduğuna dair bir belirteç yoktur.

Enam&#;te &#;Size Allah&#;tan başka bir hakem mi arayayım&#; sözünden sonra &#;Senin Rabbin tarafından indirilmiş&#; sözü ile konuşturulanın melek Cebrail olduğu ve Muhammed hazretlerine hitap ettiği açıkça bellidir.

Meryem&#;te ise &#;Biz ancak rabbinin emriyle ineriz&#; sözü melekler ya da melekler adına konuşan Cebrail&#;e söyletiliyormuş gibi yazılmıştır. Ama Allah&#;ın kelamı dediği kitapta Muhammed hazretleri bunu belirtmeyi becerememiş ya da hata dikkatinden kaçmıştır.

Zümer De ki: &#;Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah&#;ın arz&#;ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.&#; (de ki fazla)

Bakara De ki: &#;Her kim Cebrail&#;e düşman ise, bilsin ki o, Allah&#;ın izni ile Kur&#;an&#;ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü&#;minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.&#; (de ki fazla)

Zümer ve Bakara ayetlerinde dikkat edilirse &#;de ki&#; sözcüğüne gerek yoktur ama kullanılmıştır. Zümer&#;da &#;de ki&#; sözcüğü olduğunda Muhammed hazretlerinin Müslümanlara &#;kullarım&#; diye seslendiği anlaşılmaktadır. Halbuki &#;de ki&#; olmasaydı hitap eden Allah olacak ve bir anormallik görünmeyecekti.

Bu gaflara karşı, verilen yanıtlardan biri &#;Kur&#;an&#;da kimi ayetlerin Cebrail&#;in sözü olduğu&#; hatta &#;Kur&#;an&#;ın Allah&#;ın, Cebrail&#;in ve peygamberin ortak ürünü&#; olduğudur. Bakara ayeti bu iddiaları çürütür. Ayetten Cebrail&#;in, Kur&#;an&#;ı peygamberin kalbine indirdiğini, dolayısıyla 23 sene boyunca zırt pırt yıllık yolu katetmediğini, olaylara-durumlara göre sırası geldiğinde peygamberin ayetleri kalbinden (beyninden) ortaya döktüğünü anlıyoruz.

Bakara ayetinde &#;de ki&#; ön eki kullanıldığında ayet şöyle olmalıydı:

De ki: &#;Her kim Cebrail&#;e düşman ise, bilsin ki o, Allah&#;ın izni ile Kur&#;an&#;ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü&#;minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak benim kalbime indirmiştir.

Ama Kur&#;an&#;da &#;senin kalbine indirmiştir&#; yazılarak hata yapılmıştır.

Muhammed hazretleri, Tevrat ve İncil&#;in 3. şahıs ağzıyla yazılmasına nispeten çok daha inandırıcı bir kurgu ile Kur&#;an&#;ı yazmış ama yaptığı bu gaflarla açık vermiştir.

Örneğin Zuhruf&#;te;
&#;O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz&#; ayetini ele alalım:
Burada &#;O&#; Allah ise, &#;Biz&#; kimdir?
&#;Biz&#;, melekler adına konuşan Cebrail&#;den başkası olamaz. Ama görüldüğü gibi meleğin konuştuğuna dair bir belirteç yoktur.

Muhammed hazretleri, Kur&#;an&#;ı &#;Allah kelamıdır&#; diye yazmıştır. Allah&#;ı konuşturma sanatı ile düzenlemeye çalışmıştır. Fakat özellikle &#;Biz&#; diyen ayetlerde ya &#;Allah ve ekibi&#; olarak konuşulmaktadır ya da melekler olarak.
Süleyman Ateş&#;in bu konuda görüşü &#;Kur&#;an Allah vahyi, melek sözüdür&#; şeklindedir.
Ama görüyoruz ki Allah da konuşuyor, Cebrail de, Muhammed de..
Kur&#;an&#;da sıkça kullanılan &#;kale&#; sözcüğü &#;dedi ki&#; anlamındadır. Şimdi &#;dedi ki&#; sözcüğünün kullanıldığı bir ayetteki hatayı görelim.

Enbiya Kâle rabbıhkum bil hakk, ve rabbuner rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn.
Dedi ki; &#;Rabbim hak ile hükmet. Sizin nitelendirmelerinize karşı sığınılacak olan rabbimiz rahmandır.

Cümle kurumunun yanlış olduğu açıkça görülmektedir. Edip Yüksel, bu ayetin yanlış yazıldığını, &#;kale&#; değil, &#;kul&#; olması gerektiğini söyler ve o şekilde çevirir. Muhammed Esed ise hem &#;kale&#; değil &#;kul&#; muş gibi çevirir, hem de 2. cümlede tekrar parantez içinde &#;de ki&#; kullanır. Sebebi, ayette Hz. Muhammed&#;in hem Allah&#;a hem de inanmayanlara seslenmiş olmasıdır. Böyle bir cümle yapısında &#;kale&#; yerine &#;kul&#; da kullanılsa cümle bozuk kalır. Bu ayette de cümle kurumunun çok zor olması nedeniyle becerilemediğini görüyoruz.

Sonuç:
Birisi çıkıp &#;Allah&#;tan bana mektup geldi&#; demiş olsa önce ona deli gözüyle bakmak ve kesinlikle inanmamak en doğru davranıştır. Fakat ısrarlı davranıyorsa ve insanların bir kısmı ona inanıyorsa &#;Acaba&#; diyerek doğru söyleyip söylemediği incelenebilir. Bilhassa tanrıya inanan insanlarda böyle bir eğilim doğaldır. Doğal olmayan, içinde yazılanların bir kısmı doğru diye inanılmasıdır. Ya da mektubu irdeleyip sorgulamadan mektup sahibinin kişiliğine güvenerek veya çevresinde duyduklarından etkilenerek inanmaktır. Mektup incelendiğinde içeriğindeki tek bir &#;insana mahsus&#; hata dahi, mektubun tanrıdan gelmediğinin kanıtıdır. Çünkü madem ki inanılan tanrı mükemmel ve her şeyi bilen bir varlıktır, öyleyse tanrı hata yapmaz. Hele çok sayıda cümle hatası, gramer hatası varsa mektubun tanrıdan olduğunu iddia etmek normal karşılanamaz. Bu tavır zayıflıktır. Zaaflarına, çevresine, çıkarlarına mahkum kalmaktır. Kutsal olduğu, tanrıdan geldiği iddia edilen kitaplar için de bu geçerlidir. Farklı dinlerin, farklı kitapların, farklı kutsalların dünya halklarına olumsuz etkisi ortadadır. Kutsal savaşlar, dünya barışını engellemekte, insanlığı yaralamaktadır. Bu büyük, aşılmaz engelin temelinde ise mektup örneğindeki o küçük zaaf vardır. Barışın tesisi ise tüm bireylerde bu küçük zaafların tedavisiyle mümkündür. Kadim dinlerin haricinde zamanımızda da çeşitli ülkelerde ortaya çıkan meczuplar, bu tür zaafları olan kişileri aldatabilmekte, peşlerinden sürükleyebilmektedir. Sonuç ise ya toplu intihar, ya canlı bomba katliamları ya da soyulmak, sömürülmek olmaktadır.

  • Fatiha suresi ayetler
  • Nas suresi seafoodplus.info
  • Felak suresi seafoodplus.info
  • Hud suresi seafoodplus.info
  • Zariyat suresi ayet
  • Şura suresi ayet
  • En'am suresi ayet
  • Tevbe suresi ayet
  • Nahl suresi ayet
  • En'am suresi ayet
  • Meryem suresi ayet
  • Zümer suresi ayet
  • Bakara suresi ayet
  • Zuhruf suresi ayet
  • Enbiya suresi ayet

'Kur'an-ı Kerim, lafız ve manasıyla Allah'ın kelamıdır'

ANKARA

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığından, Kur'an-ı Kerim'in lafız ve manasıyla Allah'ın kelamı olduğu vurgulanarak, aksi yöndeki "şaz (ayrık ve kural dışı) görüşlerin", hiçbir İslam mezhebi tarafından kabul edilmediği bildirildi.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunca yapılan açıklamada, son günlerde Kur'an-ı Kerim'in mahiyeti ve burada yer alan kıssaların gerçekliği konusunda kamuoyunda tartışmalara yol açan birtakım iddiaların gündeme geldiği belirtildi.

Kur'an'ın, sadece manasının bir öz olarak Hz. Peygamber'e indirildiği, onun da bunu kendi kültürünün kelimeleriyle söze dönüştürdüğü ve Kur'an kıssalarının tarihsel gerçekliğinin bulunmadığı, sadece bazı mesajların verilmesi için kurgulanmış anlatımlar olduğu iddiasının gündeme getirildiği hatırlatılan açıklamada "Bu iddialar hem bizzat Kur'an-ı Kerim'in kendi ifadelerine hem onu insanlığa duyuran Hz. Peygamber'in açıklamalarına hem de tarih boyunca benimsenen İslam ilim geleneğindeki temel kabullere açık bir aykırılık taşımaktadır." ifadesine yer verildi.

Birçok ayetin onun hem manası hem de lafzıyla Allah'a ait olduğunu açıkça gösterdiği vurgulanan açıklamada, Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından indirildiğine ve sözlerin Arapça olarak belirlendiğine yönelik ayetler hatırlatıldı.

Kur'an-ın gerek indiriliş keyfiyeti gerekse indirildiği lafız örgüsüyle ilgili bu doğrultuda pek çok ayet ve hadis bulunduğu anımsatılarak, İslam ilim geleneğinin temel kabulleri doğrultusunda Müslümanların da tarih boyunca böyle inandığı vurgulandı.

"Kur'an hem lafız hem de mana olarak Allah tarafından indirildi"

Açıklamada, "Kur'an'ın sadece mana olarak nazil olduğu, lafzının ise Hz. Muhammed'e ait olduğu şeklindeki bu şaz (ayrık, kural dışı, müstesna) görüş, hiçbir İslam mezhebi tarafından kabul edilmemiştir. Bu görüşlerin bazı kitaplarda yer alması bunların benimsendiği anlamına gelmez. Nitekim İmam Maturidi, bu şaz görüşü 'Te'vilatü'l Kur'an' adlı tefsirinde eleştirmiş, reddetmiş ve Kur'an'ın hem lafız hem de mana olarak Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed'e indirildiğini net bir şekilde ifade etmiştir." değerlendirmesinde bulunuldu.

"Tereddüt uyandırabilecek söylemlerden uzak durmak ortak sorumluluk"

Kur'an kıssalarının gerçekliği olmayan kurgusal anlatılardan ibaret olduğu iddiasının ise bizzat Kur'an'ın kendi ifadelerine ters düştüğüne işaret edilerek, Kur'an-ı Kerim'de yer alan kıssalar için 'öncekilerin masalları/uydurmaları' nitelendirmesinin, birçok ayette reddedildiği, anlatılanların "gerçek ve yaşanmış olduğu" vurgusunun yapıldığı ifade edildi.

Din İşleri Yüksek Kurulunun açıklamasında, şunlar kaydedildi:

"Kur'an'ın bu apaçık beyanları da gösteriyor ki Kur'an-ı Kerim hem lafzıyla hem de manasıyla Yüce Allah'ın katındandır ve her şeyiyle ona aittir. Anlatılan kıssalar da gerçekten yaşanmış olaylara aittir ve gayb haberleri olarak vahyedilmiştir. Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim, lafız ve manasıyla Allah'ın kelamıdır. Allah'ın koruması ile tek harfi bile değişmeden günümüze kadar gelmiştir ve kıyamete kadar da baki kalacaktır. Nitekim geçmişten günümüze dünyanın her tarafındaki mushafların hiçbirinde herhangi bir farklılığın olmaması da bu hakikatin ve mucizenin en somut göstergesidir. Hz. Peygamber'den bu tarafa mucizevi bir şekilde Müslümanların zihninde yer etmiş olan Kur'an'ı Kerim'in lafız ve manasıyla Allah'ın kelamı olduğu hususunda tereddüt uyandırabilecek söylemlerden uzak durmak bütün Müslümanların ortak sorumluluğudur." 

Muhabir: Sefa Şahin

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir