Sanatçı duyarlığı ve yurtseverlik duygusu yüksek bir insandı. Başlangıçta ulusalcı çizgide yazılar yazarken daha sonra yönetimdeki yozlaşmayı görerek Denktaş’ın politikalarını eleştirmeye başlamıştı. Yazılarında “Kıbrıslılık”kimliğine vurgu yapıyor, Türkiye’nin vesayetçi tutumuna karşı çıkıyor, ülkenin bağımsızlığını savunuyordu. Bu amaçla “Bağımsız ve Federal Bir Kıbrıs İçin Temas Grubu”nun kurucuları arasında yer almıştı…
Sol görüşlü Yenidüzen gazetesinde yazdığı yazılar yüzünden aşırı milliyetçi çevrelerin hedefi olmaya başlamıştı. Sürekli tehditler alıyordu. Evi birkaç kez taşlanmış, hatta kurşunlanmıştı. 4 Temmuz tarihindeki “Sopa ve Sıpa” başlıklı yazısı kimilerine göre bardağı taşıran damla olmuştu. Çünkü o yazıda Rauf Denktaş’ın “Anavatan/ Yavruvatan” politikalarını çok sert biçimde eleştiriyor; Ada’nın kuzeyinin Türkiye’ye bağımlılıktan kurtarılmasını istiyordu…
Sonunda korkulan oldu. Kutlu Adalı, Türkiye bağlantılı karanlık odaklarca ortadan kaldırıldı…
* * *
Adalı cinayeti, genellikle Mağusa’daki St. BarnabasManastırı baskını ile ilişkilendirilir.
Bu baskın sırasında Mağusa’da Adli Şube Amiri olan ve olayı soruşturmakla görevlendirilen Tema Irkad, Kıbrıs’taki Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın soruşturmayı engellendiğini söylüyor…
Ailesinin sinema oyuncusu Muzaffer Tema’ya duyduğu hayranlıktan dolayı adını “Tema” koyduğu bu polis amiri, o gün yaşadıklarını Kuzey Kıbrıs’ta yayın yapan Kanal SİM’den Sami Özuslu’ya şöyle anlatıyor:
“Baskının yaşandığı gece kumarhane kontrolleri yapıyorduk. Polis telsizlerinden o güne kadar işitmediğimiz bir çağrı geldi. Ne olduğunu anlamadık. Durum şüphe uyandırmıştı ama bilgi verilmediği için bir şey yapamadık. Kumarhane denetlemelerini bitirdik. Ertesi gün göreve geldiğimde olayı öğrendik. Dönemin Polis Genel Müdürü Ahmet Zaim Bey beni aradı. ‘Akşam St. Barnabas’ta bazı olaylar oldu, bölgeye git’ dedi. Biz de gittik. Kazı yaptıkları yeri gördüm. Alt kısımdaki mezar bölümünü kazmışlardı. Yerde bir metrekarelik bir bölge kazılmış, toprak dışarı atılmıştı. (…) Tahkikat yaparken polis müdürü geldi, o da soruşturmaya başladı. Ancak bir telefon geldi, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı aradı, ‘Olay yerini terk edin’ dedi. Soruşturmayı tamamlayamadık”
* * *
14 Mart ’yı 15 Mart’a bağlayan gece gerçekleştirilen St. Barnabas baskınının gizemi o gün bugündür çözülemedi. Silahlı baskının, manastırdaki gömünün ve ikonların kaçırılması için yapıldığı söylendi. Kimileri ise bu baskının, PKK’nin Kuzey Kıbrıs’taki uzantılarına yönelik operasyonların bir parçası olduğunu, manastırda silah arandığını ileri sürdü. Oysa Tema Irkad, sabahleyin manastıra gittiklerinde ikonların yerinde olduğunu, ayrıca kazılan bir metre karelik alanda silah saklanamayacağını söylüyor…
Kutlu Adalı, manastır baskınının perde gerisini araştıran yazılar yazdı. Cinayetle baskın arasında ilişki kurulmasının nedeni budur.
Ancak Adalı, bu olaydan yaklaşık dört ay sonra öldürüldü. Oysa Yenidüzen’deki “Sopa ve Sıpa” yazısı cinayetten iki gün önce yayımlanmıştı…
Kutlu Adalı, Kıbrıslı Türklerle Rumların bir arada barış içinde yaşamasını savunduğu için belli çevrelerce “Rumcu” damgası yemiş ve “bileti kesilmiş” bir gazeteciydi. St. Barnabas baskınıyla ilgili yazıları olayın görünürdeki gerekçesi olabilir. Ancak ben bu cinayetin, birlik yanlısı Kıbrıslı Türklere gözdağı vermek için işlendiğini düşünenlerdenim…
Tüm Yazıları
Devletin içindeki derin yapılar, mafya ve kirli ilişkiler ile ilgili düşüncelerimi Çarşamba günü bu köşede yazdım. Genel bir çerçeve çizdim. Ben ittihatçı devlet geleneğinden kurtulmadıkça bu bataklığın bitmeyeceğine inanıyorum.
Maalesef Susurluk’tan beri hep sinekler kovalandı ama bataklığın kurutulması amaçlanmadı.
Sedat Peker’in açıklamaları belli çevreler tarafından teşvik edilip, siyaseti dizayn etmeyi amaçlıyor, bu apaçık. Hele son saldırıları ile devletin kırmızı çizgilerini çoktan aştı.
Ancak buna rağmen ileri sürdüğü somut iddialar yok sayılamaz, kendisinin de içinde olduğunu söylediği suç itirafları ile ilgili adil ve etkili bir soruşturma yürütülmesi gerekir.
Bunların başında en somut iddia olan Kutlu Adalı cinayeti var. KKTC üç gündür kaynıyor. 25 yıldır hiç kapanmayan bir yara olan cinayetin aydınlatılabileceğine dair umutlar bir kez daha tavan yaptı. KKTC meclisinde yeniden bu konu ile ilgili araştırma komisyonu kuruldu.
Hakikaten Adalı cinayeti Türkiye’deki derin devlet yapılanmasını deşifre etmek için çok önemli, herkesin yıllardır konuştuğu ama örtbas edilen çok karanlık bir cinayet…
Peker’in suçladığı Korkut Eken ve dönemin KKTC Sivil Savunma Daire Başkanı ve emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi, Peker’in iddiaları üzerine açıklamalar yaptılar.
ATİLLA PEKER'İN NE İŞİ VAR?
Saygı Öztürk’e konuşan Eken, Atilla Peker ile Kıbrıs’a gittiğini doğruladı ancak Kutlu Adalı’yı tanımadığını ileri sürdü. Sedat Peker'in suçlamalarını reddetti. Adaya kendisini dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın gönderdiğini, PKK’nın Kıbrıs’ta cirit attığı duyumunun geldiğini her ihtimale karşı yanına Atilla Peker’i aldığını söyledi.
(Buraya sözlerinin linkini koyuyorum)
Dönemin Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı ise Saygı Öztürk'e Eken'in o dönem Kıbrıs'a geldiğini, kendisiyle kısa bir görüşme yaptığını belirtip o dönem Lefke bölgesinden Terör Örgütü mensuplarından sızanlar olduğunu, onlarla mücadele ettiklerini Güvenlik Kuvvetleri Konutanlığına da gerektiğinde yardımcı olduklarını söyledi.
Korkut Eken'in Atilla Peker'i yanına aldığını söylemesi bile başlı başına o dönem yeraltı dünyası ile devletin alenen iç içe olduğunu belgeleyen çok üzücü bir itiraf. Peker devletin özel harekat polislerinin başı tarafından kullanılıyor. ‘Her ihtimal’ tabirini hafife almayalım. Bu tabir ile zaten Peker’in ‘yeri geldiğinde’ kullanıldığı afişe edilmiş.
Eken ve Mendi’nin söylediklerini muhakkak okumanızı tavsiye ederim.
Mendi de Korkut Eken’in Atilla Peker’le kendisine geldiğini kabul ediyor. "PKK ile ilgili istihbarat çalışması yapılacağını söylediler, biz de kendisine beyaz Renault marka Toros aracı tahsis ettik" diyor.
Ben Peker’in iddiaları ve bu açıklamalar üzerine Kıbrıs’taki kaynaklarımı aradım ve Ada’daki havayı soruşturdum.
TÜRKİYE BU RÖPORTAJIN FARKINDA DEĞİL
Konuyu çok yakından takip eden Kanal SİM Genel Yayın Yönetmeni Sami Özuslu ile konuştum. Özuslu "Yıllardır herkesin bildiği gerçekler somut bir şekilde gün yüzüne çıkıyor Nagehan Hanım, daha önce de mecliste iki kez bu cinayetin aydınlatılması için araştırma komisyonu kuruldu fakat o dönem bilgi, belge alınamamıştı" dedi.
Özuslu dün Adalı cinayetinin işlendiği dönem Magosa adli şube müdürü olan emekli polis müfettişi Tema Irkad ile çok önemli bir röportaj yaptı. Türkiye henüz bu röportajın farkında değil.
Ben Özuslu’ya bu röportajın ayrıntılarını sordum.
Tema Irkad cinayet günü ile ilgili çok çarpıcı iddialarda bulundu. Şimdiye kadar ileri sürülen en somut iddialar bunlar.
Cinayetin işlendiği gün olay yerinde 4 kişi vardı, dedi Irkad. "Bunlardan biri Abdullah Çatlı idi. İkincisi Çatlı ile gelen genç biriydi." Üçüncü isim olarak TMT’den (Türk Mukavemet Teşkilatı) olduğu bilinen Hüseyin Demirci’yi gösterdi emekli polis müfettişi. Dördüncü kişinin ise ismini vermedi.
Tema Irkad tetiği çeken kişinin Çatlı ile birlikte Türkiye’den gelen genç şahıs olduğunu iddia etti ve "En az 4 kişiydi, daha fazla da olabilir" dedi.
Kan dondurucu iddiaları Irkad’ın ağzından dinleyelim:
"Abdullah Çatlı’ya bu cinayeti işlemesi için görev verildi. Çatlı cinayeti Türkiye’den getirdiği genç bir oğlana işletti."
Bir aracın cinayet gecesi Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığından çıkıp Kutlu Adalı’nın evinin önüne geldiğini, aracın cinayet sonrası yeniden Sivil Savunmaya döndüğünü hatırlatan Irkad "Hüseyin Demirci’nin yanında biri daha, daha doğrusu birileri daha vardı. Bütün mahalle gördü kardeşim" dedi.
Hatırlatalım, o dönem Sivil Savunma Daire Başkanı Galip Mendi idi.
Irkad ’da emniyetten emekliye ayrılıp Yenidüzen gazetesinde Kutlu Adalı ve Galip Mendi ile ilgili yazılar yazmaya başlamış. Sami Özuslu’ya verdiği röportajda şunları anlatıyor:
"Aracılarla tehdit edildim. 'Her sabah yürüyüş yapıyorsun, dikkat et' dediler. Tehditler boş çıkmadı. Evim ve arabam yakıldı. Mahallede beni takip ettiler. Silahlı çatışmaya girdim…."
O günlerde Polis Genel Müdürü’nün kendisini aradığını ve Lefkoşa Polis Müdürlüğü’ne çağırdığını açıklayan Tema Irkad, "Beni alıp Güvenlik Kuvvetleri Komutanı Galip Mendi’ye götüreceklerini söylediler. Ne münasebet deyip gitmedim" diyor.
Kutlu Adalı cinayetinin kovan ve mermileri, Kıbrıs’ta balistik uzmanı olmasına rağmen Türkiye’ye gönderilmişti. Sonra Aralık ’da Ömer Lütfü Topal cinayeti işlendi ve Adalı cinayetindeki kurşunlar ile Topal cinayetindeki kurşunlar incelendi, her iki cinayette de aynı silah kullanıldığı tespit edildi ve silahta Abdullah Çatlı’nın parmak izi bulundu. Bu tespit Susurluk Raporuna girdi.
Sevgili okurlar buraya röportajın Kıbrıs’ın SİM televizyonunda yayınlanan kısmını da koyuyorum. Kutlu Adalı cinayeti şayet doğru dürüst soruşturulursa karanlıkta kalmış birçok olayı netleştirmek için önemli bir başlangıç olabilir. Bunun için ifadesine başvurulması gereken isimlerden biri de o dönemin tahkikat subayı, KKTC’nin şimdiki Polis Genel Müdürü Ahmet Soyalan.
EREM KANSOY
LONDRA
Türk devletinin Kıbrıs'taki faşist organizasyonları eliyle katlettiği sayısız önemli isimden biri, gazeteci yazar Kutlu Adalı. Onun adını, Türk devlet faşizmi tarafından katledilmesi kadar St. Barnabas İncili'ne dair araştırmalarıyla da duymuştuk. Peki faili meçhul ilan edilen ve 20 yıldır aydınlatılmayan bu cinayet, nasıl ve kimler tarafından işlendi? Bunu anlayabilmek için önce Kıbrıs Türk'ünün Türk devletinden çektiği zulmü, ardından ise Kutlu Adalı'nın kimliğini irleyeceğiz.
Türk devletinin müdahalesi sonucu ikiye bölünmesi üzerinden 20 Temmuz itibariyle 42 yıl geçen Kıbrıs adası, gerek stratejik konumu, gerekse de tarihi zenginliğiyle her zaman dış güçlerin ilgi odağı oldu. Ada, devletler tarafından adeta "yüzen ada" gibi kullanıldı. Yakın tarihte ise Osmanlı İmparatorluğu'yla başlayan, İngiliz sömürgeciliğiyle ve Türk müdahalesiyle devam eden uluslararası kriz, Kıbrıslıların üzerine kara bulut gibi çökmüş durumda.
Çoğu kişi Kıbrıs'ta Türk devletinin sayısız kirli oyununun 'teki işgalle birlikte başladığını düşünür; oysa Türk devletinin çıkar oyunları, 'li yıllarda başlamıştır. İngiltere, Yunanistan, Vatikan, Amerika, İsrail gibi birçok gücün müdahaleleriyle zaten ciddi yaralar alan ada, Türk müdahelesiyle birlikte ise yok oluşa sürüklenmiştir. Özellikle Kıbrıs Türkleri, 'teki işgal harekatı ardından ciddi zarar görmüş, ambargo ve izolasyon altında yaşamak zorunda kalmıştır. Bunların yanına bir de Türk devletinin katliam ve asimilasyon politikası eklenmiştir.
Bir dönemin hatıraları
Kıbrıs'ta Rumlar ve Türkler, uzun yıllar boyunca ortak bir yönetimle yaşadı. Osmanlı İmparatorluğu, adaya işgalci bir zihniyetle hükmetmişti. Daha sonra ise Kıbrıs, Osmanlı'nın borçlarından dolayı İngiltere'ye kiralanmış ve bir İngiliz kolonisi haline gelmişti. Bu dönemin bugüne kadar uzanan hatıraları, Türkler ve Rumların maden ocaklarında İngiliz sömürgeciliğine karşı birlikte örgütledikleri grev ve eylemleri, hasat zamanı köylülerin dayanışmasını, iki toplumlu yerleşimlerin folklorik özelliklerini, kültürel bütünleşmeyi, oluşan ortak dili, binlerce evliliği, taşınmaz mal ortaklıklarını bugüne dek taşıyor. Tabii yalnız hatıra olarak Adada bugün her açıdan bölünmüşlük hakim
Petrole ulaşan 'gemi ada'
'li yıllardan itibaren Kıbrıs'ın önemini arttıran temel faktörlerden biri, Ortadoğu petrolleriydi. Bunun yanında Kıbrıs, Ortadoğu'daki karışıklıklara yakın olması nedeniyle, ele geçirene müdahale olanağı sunuyordu. Özellikle Doğu Akdeniz'deki üslerini tek tek kaybeden İngiltere açısından Kıbrıs'ın önemi çok büyüktü.
Türkiye ile Yunanistan, yılında NATO'ya üye olmuştu. Türkiye bu dönemde, Kıbrıs meselesi yüzünden Yunanistan'la karşı karşıya gelerek NATO üyeliğini tehlikeye atmak istemedi, bu nedenle mevcut statükonun korunmasından yana tavır takındı. Ayrıca NATO'nun da beslediği antikomünizm dalgası da iki devlette ağır basıyor ve politikayı daha çok bu histerik antikomünizm tayin ediyordu.
Türkiye: Ada İngiltere'nindir!
Yunanistan, 'te Birleşmiş Milletler'e, İngiltere'nin Kıbrıs'ın "kendi kaderini tayin hakkını" tanıması için başvurdu. O dönemde yapılan görüşmelerde Türkiye, adanın İngiltere'ye ait olduğunu savunarak İngiltere'nin yanında saf tuttu ve nihayetinde Yunanistan'ın başvurusu reddedildi.
İngiliz hakimiyetinin son bulması için silahlı mücadele yürüten Kıbrıslı Rumların örgütü EOKA, başlarında ateşkes ilan etti. Aynı aylarda NATO da, Türkiye ile Yunanistan arasında arabuluculuk yapmak bahanesiyle adaya el attı. Bundan sonra tertiplerin ardı arkası kesilmeyecekti.
Rauf Denktaş sahnede
27 Ekim tarihinde, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu'nun başına, eski savcı yardımcısı Rauf Denktaş getirildi. 29 Kasım'da Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), ilk bildirilerini dağıtarak adını duyurdu. Bir yıl sonra EOKA da tekrar faaliyete geçerek saldırılarını arttırdı. TMT de Rumlara savaş ilan etti. TMT'nin hedef aldıkları arasında, Kıbrıs'ta barış ve bağımsızlığı savunan Türk emekçiler de bulunuyordu.
Rum ve Türk demokratlar hedefte
Bu dönemde barış savunucusu Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, bir ortak miting düzenledi. Mitingin ardından TMT, sendikalı Türk işçileri katletmeye başladı. Aynı şey, Rumlar cephesinde de yaşanıyor, solcu Rum emekçiler, şoven Rumlarca katlediliyordu. Emperyalist planların hayata geçmesi için her şeyden önce adadaki emekçi halkların barıştan, kardeşlikten, bağımsızlıktan yana tutumunun kırılması gerekiyordu.
yılında güya adada barış ve huzurun tesisini önemseyen uluslararası güçler, Zürih-Londra Garanti ve İttifak Antlaşması'nı imzaladı. Antlaşmayla Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Kıbrıs Anayası'nın garantörleri olarak ilan edildi.
'Bağlantısız' Kıbrıs korkuttu
Bu sırada dünyada gelişen sosyalist mücadele, Kıbrıs adasında da yankı buluyordu. Sovyetler Birliği yanlısı AKEL'in oy oranı giderek artıyordu. İki kutuplu dünyada "üçüncü yol" olma iddiasında olan ülkelerin oluşturduğu "Bağlantısızlar Hareketi"nin zirvesinde Kıbrıs, "kurucu üye" unvanını aldı. Bağlantısızlar Hareketi, Sovyetler Birliği'ne daha yakın duruyordu. Bu gelişmeler, hem Türkiye'yi hem de ada üzerine planları olan emperyalist ülkeleri korkuttu. Bu korku, adadaki oyunların daha da sertleşmesine neden olacaktı.
yılının Kasım ayınca Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Anayasa'da 13 maddelik bir değişiklik yapmak istedi. Değişikliklerin çoğu, mevcut Anayasa'ya göre Türklere verilen hakları kısıtlayıcı nitelikteydi. Oysa mevcut Anayasa, adanın iki toplumlu yaşamına göre düzenlenmişti.
TC'nin 'bölücü' müdahalesi
'teki Türk işgalinin öncesinde adada, iki toplumu düşmanlaştırma ve koparma çalışmaları, iki yanlı olarak geliştirildi, halklar kışkırtıldı. 'de ise Türk devleti, "Ayşe tatile çıktı" parolasıyla bir çıkartma harekatı düzenleyerek adadaki iki toplumlu yaşama son ve en büyük darbeyi vurmuş oldu. 13 Şubat 'te Türkiye tarafından Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) kurduruldu ve başına Rauf Denktaş getirildi. Aynı yıl yapılan anlaşmalarla Güney'deki Türkler Kuzey'e, Kuzey'deki Rumlar Güney'e geçti. Ada, etnik kökene göre iki ayrı bölgeye ayrılmıştı.
15 Kasım 'te ise Türkiye, bir adım daha ileri giderek "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti" (KKTC) adında bağımsız bir devlet ilan ettirdi. Böylece uluslararası alanda hiç kimsenin tanımadığı, iddiası kendinden menkul bir "cumhuriyet oyunu" sahneye konulmuş oldu. Bu öyle bir "bağımsızlık" ki, Türk askerleri 'ten bu yana adada halen işgal güçleri olarak varlıklarını sürdürüyor; Kıbrıs'ın Türk tarafı, adeta Türk devletinin arka bahçesi olarak işlev görüyor.
'teki Türk işgali ardından adada, onlarca kez birleşme görüşmeleri yapıldı, ancak bir türlü anlaşmaya varılamadı. Çünkü görüşülen şey, aslında, Kıbrıslıların barış ve huzur içinde bir arada yaşaması değil, ada üzerinde çıkarları olan güçlerin planlarıydı.
Rumlar AB'de, Türkler tanınmıyor bile!
İki toplumun da oy verdiği 'teki Avrupa Birliği referandumuyla Kıbrıs, Rum yönetimi altında Avrupa Birliği'ne girdi. Adanın kuzeyi ise halen "işgal toprakları" statüsünü sürdürüyor.
Kıbrıs'ı işgal eden Türk devleti adına dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit, yapılanın bir "barış harekatı" olduğunu söylemişti. Her konuşmasında da "adaya barış, kardeşlik, özgürlük getirmek için" yola çıktıklarını söyleyip durdu. 40 bin asker, zırhlı araçlar ve ağır silahlarla getirilen bu "barış ve kardeşlik", binlerce insanın ölmesine, on binlercesinin sakat kalmasına, bine yakın Rum'un ise topraklarından sürgün edilmesine yol açtı.
Türk asimilasyonu adada
Türk devleti, Türkiye ve Kürdistan'daki "asimilasyon" politikasının aynısını Kıbrıs'a da uyarladı elbette. Ada, hem kültürel hem siyasi hem de ekonomik olarak Türk devletine "katıldı."
Özelleştirme politikaları, üretimden koparma, kültürel asimilasyon, eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlerde bağımlılaştırma, ambargo ve izolasyon Bunların yanı sıra bağımlılaştırılmış medya organları Türk devletinin Kıbrıs adasındaki görüntüsü, bunlardan ibaretti. Özellikle Kıbrıs'ın kuzeyinde cumhuriyetin ilan edildiği yılından bu yana Türk devleti, ada insanına çektirmedik zulüm bırakmadı. Bu zulümler arasında, Türk devletinin politikalarına aykırı şeyler söyleyenlerin katledilmesi de vardı. Bu isimler arasından en fazla öne çıkan ise gazeteci, şair ve yazar Kutlu Adalı
Kutlu Adalı kimdir?
Kutlu Adalı, yılında Lefkoşa'da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Antalya'da tamamladı. yılında Kıbrıs'a geri dönen Adalı, bu yıllardan itibaren dergilerde yazmaya ve kitaplar yayımlamaya başladı. 'da Beşparmak Yayınevi'ni kurdu; Beşparmak dergisini çıkarmaya başladı. Söz, Ortam, Kıbrıs Postası ve Yeni Düzen gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Tüm bu çalışmaları sırasında her zaman şiir yazmaya da devam etti.
Adalı, yılları arasında Rauf Denktaş'ın özel kalem müdürlüğünü yaptı. Ancak daha sonra yolları ayrıldı ve Denktaş'a muhalif bir çizgi izlemeye, "Kıbrıslılık" bilincini öne çıkarmaya başladı. Kıbrıs Türk Barış Derneği ile Bağımsız ve Federal Bir Kıbrıs İçin Temas Grubu'nun kurucuları arasında yer aldı.
Adalı, 6 Temmuz tarihinde, evinin önünde vurularak katledildi. Aradan geçen 20 yıla rağmen bu cinayet aydınlığa kavuşmadı. Cinayetle ilgili dava dosyası ise, 14 Mart 'da Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın talimatıyla kapatıldı.
Şahsen tanıyordum
Kutlu Adalı, sonrasında dahi adadaki Türkler arasında barış şiarını yükselten, iki toplumun bir arada yaşamasını savunan, militarizme ve ayrılıkçılığa karşı çıkan cesur bir gazeteci ve entelektüeldi. Kendisini şahsen yakından tanıma fırsatı da bulmuştum. Öğrencilik yıllarımda yurtdışından Kıbrıs'a döndüğümde mutlaka Adalı'ya uğrardım, uzun uzun sohbet ederdik.
Bir zamanlar TMT saflarında yer alan Adalı, başka bazı TMT üyeleri gibi, sonrasında büyük bir düş kırıklığına uğramış ve Kıbrıs'ın birliği fikrine yönelmişti. Türk milliyetçiliği söylemlere karşı "Kıbrıslı" fikrini öne çıkaran Adalı, gazetelerde milliyetçiliğe muhalefet eden yazılar yazıyor, barış ve kardeşliği savunuyordu.
Demirel dönemi cinayetlerinden
Kutlu Adalı'nın da katledildiği ve gazeteci katliamlarının Kıbrıs ve Türkiye'de en yoğun yaşandığı dönem, Süleyman Demirel'in Türk devletine başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemdir. Bu dönemde adada 37 gazeteci öldürüldü. Bu cinayetlerin 22'si, Demirel'in 7 farklı hükümette başbakanlık görevini üstlendiği yılları arasında; 15'i Demirel'in cumhurbaşkanı olduğu yılları arasında gerçekleştirildi. Adem Yavuz, Abdi İpekçi, Seracettin Müftüoğlu, Hafız Akdemir, Musa Anter, Uğur Mumcu, Seyfettin Tepe, Metin Göktepe, Kutlu Adalı Birçok değerli gazeteci, bu dönemdeki cinayetlerle yaşamını yitirdi.
KTSST ve Korgeneral Mendi
Kutlu Adalı'nın katledildiği dönem, Kıbrıs Türk Sivil Savunma Teşkilatı'nın (KTSST) başkanlığını Korgeneral Galip Mendi'nin yürüttüğü dönemdir. Bu dönemde KTSST, karanlık bir teşkilattı. Adada kontrgerilla faaliyetlerini örgütlediği ve yönettiği iddia ediliyordu. Korgeneral Mendi, bu karanlık döneme rağmen (hatta belki bunun ödülü olarak!) yılında Kuzey Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanı olarak atandı. Kıbrıs halkının geniş kesimleri, bu atamaya şiddetli tepki gösterdi.
****
Kutlu Adalı da St. Barnabas Manastırı baskınıyla ilgili olarak Mendi'yi suçlamıştı. Katledilmesi, bu haberinin ardından oldu. Adalı, manastır baskınında KTSST'ye ait bir aracın kullanıldığını söylüyordu. Fakat meselenin üstü örtüldü. Korgeneral Mendi, bırakalım yargılanmayı, manastır baskınından ve sonrasındaki cinayetten dolayı hiç sorgulanmadı. Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gitti. AİHM heyetinin gelip sorguladığı Mendi, "bir teşkilat aracının PKK operasyonu için baskına katıldığını" söyleyerek, Adalı'nın haberini yıllar sonra teyit etmiş oldu.
Mendi AİHM'e itiraf etti
Bu sorgulamayı yılının Haziran ayında, Lefkoşa ara bölgesindeki Ledra Palace Oteli'nde gerçekleştiren AİHM yargıçlarına Mendi, dava tutanaklarının 23, 24 ve sayfalarına göre, şöyle söyledi: "Tabii Saint Barnabas olayı, Kutlu Adalı Bey'in vefatından yanılmıyorsam üç ya da dört ay önce basına yansıyan, size göre bir 'olay'dı, bana göre bir faaliyetti. O olay ile ilgilli sadece bildiğim bazı şeyleri söylemek istiyorum. Saint Barnabas olayı ile Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı'nı ilişkilendirme çalışmaları oldu. Hatta Kutlu Adalı Bey'in öldürülmesini ve Saint Barnabas'taki faaliyet ile ilişkilendiren kişiler oldu. Saint Barnabas, o dönem Barış Kuvvetleri Komutanlığı'mızın yaptığı huzura yönelik, teröre yönelik faaliyetlerden bir tanesiydi."
Türkiye AİHM'de mahkum oldu
Mendi, ifadesinde kontrgerilla faaliyetleri yürüttüklerini açıkça ifade ediyordu. Bu dava sonucunda Türkiye, AİHM tarafından, cinayette adı anılan Mendi'yi hiç sorgulamadığı gerekçesiyle, 95 bin Euro para cezasına çarptırıldı. Bunun 20 bin Euro'su manevi tazminat, 75 bin Euro'su ise mahkeme gideriydi. Mahkeme ayrıca, Kutlu Adalı'nın eşi İlkay Adalı'nın Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki bir toplantıya katılmasını engellediği için de oy birliğiyle Türkiye'yi suçlu buldu.
Teyitli olay örgüsü
Eldeki teyit edilmiş bilgiler, şöyle bir olay örgüsü ortaya çıkarıyordu:
KTSST mensubu 15 silahlı ve maskeli kişi, 14 Mart akşamı, bir beyaz Toros, bir kırmızı Isuzu Jeep ve bir Vitara otomobille St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi'ne geldi. ‹ç nöbetçiyi saf dışı edip bir odaya kilitledikten sonra milyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeye girdiler. Müze dışında bulunan St. Barnabas'ın mezarını da kazarak 12 basamak aşağıya indiler ve dünyaca ünlü St. Barnabas İncili'ni çaldılar. Ardından müzeyi terk ettiler. (St. Barnabas İncili, Aziz Barnabas tarafından yazılmış ve İncil'de İsa'nın ilahlığı reddedilmişti. Bu nedenle Roma Katolik Kilisesi, bu İncil'i yasakladı. MS 'e kadar İskenderiye'de saklanan İncil'in hem aslı hem de kopyaları yıllarca elden ele dolaştı. Asıl adı Joseph olan ve Kıbrıs'ın Salamis kentinde doğan Barnabas'ın ölümünden sonra ise İncil, adına yaptırılan Magosa'daki manastıra gömüldü.)
Bir iddiaya göre ise 'teki Türk işgali sırasında bir binbaşı, Rumlara ait ev, işyeri ve kuyumculardan çaldığı altın, elmas, pırlanta gibi "ganimetleri" St. Barnabas Manastırı'ndaki bir yere gömmüş, savaş ardından gelip almayı amaçlamıştı. Savaştan sonra generalliğe terfi edip emekli olan bu asker, aradan 21 yıl geçtikten sonra güvendiği bazı kişilere bu bilgiyi vermiş ve silahlı baskın bu nedenle gerçekleştirilmişti.
Mendi 'bizzat' tehdit etti
Kutlu Adalı, bir gazeteci olarak soygunun peşine düştü. Özellikle 23 Mart tarihli yazısı zehir zemberekti. Yazıda "generalin ganimetlerinden" bahsediyordu. bu yazı ardından tehditler art arda gelmeye başladı. Çok sonraları, 'te İlkay Adalı, o günlerde bizzat Galip Mendi'nin Yeni Düzen gazetesini arayarak tehdit ettiğini söyledi.
Kutlu Adalı'nın katledilmesine ilişkin Kıbrıs Türk Kesimi Meclisi'nde bir araştırma komisyonu kurulmuş; ancak bu komisyon, cinayetin üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen bir sonuca ulaşamamıştı. AİHM'deki kısmi ilerleme de İlkay Adalı'nın insan üstü gayretleri sayesinde olmuştu.
Kıbrıs'ın 'Beyaz Torosları'
Her ne kadar kanıtlanamamış olsa da, Adalı'nın Türkiye'de sayısız cinayette rolü olan tanınmış faşistlerden Abdullah Çatlı tarafından öldürülüğü, geniş kesimlerce ifade ediliyor. Bu iddia, konuya değinen Türkiye veya Kıbrıs kaynaklı birçok kitapta da dile getirildi.
Adalı'nın katledildiği dönemde Mehmet Özbay sahte kimliğiyle dolaşan ve daha sonra meşhur Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı'nın ve Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ın Kıbrıs'ta bulunması tesadüf müydü? Çatlı'nın bu dönemde Kıbrıs'ta, Ömer Lütfü Topal'a ait bir otelde İsrailli bir kadınla birlikte olması, tesadüf müydü?
Fikri Sağlar'ın sözleri
Susurluk kazası ardından kurulan TBMM Araştırma Komisyonu'nda görev yapan Fikri Sağlar'ın söyledikleri de, cinayeti Çatlı'nın işlediği şüphesini güçlendiriyor. Sağlar, şöyle söylemişti: " yılı Mart ayında St. Barnabas Manastırı İkon ve Arkeoloji Müzesi soyuldu, Barnabas İncili de çalındı. Soygunu araştıran Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, olay gecesi manastıra gelen araç plakalarından, derin çete bağlantılarına ulaştı. Sonra tehdit edilip Uzi marka bir silahla öldürüldü. Biz Susurluk Komisyonu'nda Adalı'nın öldürüldüğü 7 Temmuz günü, Abdullah Çatlı'nın da Kıbrıs'ta olduğunu ve Mehmet Özbay kimliğiyle adaya giriş yaptığını belirledik. Kutlu Adalı'nın eşiyle de görüştüm, TBMM'ye önergeler verdim. Cinayetin faili bulunamadı ve Türkiye AİHM'den 95 bin Euro tazminata mahkum oldu."
'Arşivinden ve hatıralarından da korktular'
Kutlu Adalı'nın katledilmesinin yılında, Kıbrıslı gazeteciyi, cinayeti ve soruşturma sürecini, yakın arkadaşı müzisyen ve insan hakları savunucusu Hamza Irkad ve Kıbrıs'ın bütünlüğü için çalışan önemli isimlerden Derman Saraçoğlu'na sorduk. İlkay Adalı'nın cinayetten bir süre sonra anlattıklarını da olayın aydınlatılmasına sunduğu katkı açısından hatırlatıyoruz.
Sözlerine, "Kutlu Adalı mükemmel bir insandı" diyerek başlayan İlkay Adalı, şöyle devam etti: "Çok iyi bir eş ve çok iyi bir babaydı. Çocuklarına çok düşkündü. Çok yoğun çalışıyordu. Ailesiyle birlikte dört yaşındayken Antalya'ya göç etmişlerdi. Ailesi bir süre sonra geri döndü. Kutlu da 18 yaşında tekrar Kıbrıs'a geldi. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu'nu kurdular. Nacak gazetesinde yazı işleri müdür olarak çalıştı. Cemaat Meclisi'nde basın irtibat sorumlusu oldu. Genel sekreterelik ve müsteşarlık yaptı. Rauf Denktaş'ın özel kalem müdürlüğüne kadar yükseldi."
Telefonda karşı tarafı bekliyordu
Adalı'nın "tam bir mücadele insanı" olduğunu ve bir süre sonra haksızlıklara boyun eğmeyerek yazmaya başladığını anlatan İlkay Adalı, olay gününü ise şu sözlerle anlattı: "Olay günü İstanbul'a gitmiştik. O, evde yalnızdı. Kız kardeşine yemeğe gidecekti. Telefon ettim. Telefonu açtı ve bir süre konuşmadı. Nedenini sorduğumda tehdit edildiğini ve bu yüzden telefonda önce karşı tarafın konuşmasını beklediğini anlattı. Konuşmamızdan kısa bir süre sonra da vuruldu."
'Yapmayın' dedi, 'Hak ettin bunu' dediler
Eşinin Çatlı tarafından vurulduğu iddiasını da dile getiren İlkay Adalı, bir taksi firmasının da Çatlı'nın havaalanına gittiğini doğruladığını, yani Çatlı'nın cinayet günü Kıbrıs'ta olduğunun net olduğunu belirtti. Eşinin 23 Mart tarihli yazısında değindiklerine de dikkat çeken İlkay Adalı, şöyle devam etti: "Kutlu'nun öldürüldüğü gece, emekli polis Altay Sayıl onu ziyarete gelmiş. Sürekli Kutlu'ya belge getirirdi, polisle ilgili. Kutlu da bunları yazardı. Çok samimiydiler. Arabasını da her zaman Kutlu'nun vurulduğu yere koyardı, bize geldiği belli olmasın diye. Kutlu oraya kadar yürüdü, pusu kurdular. Boğuşma olduğunu şahitler söyledi. Kutlu, 'Yapmayın' demiş, onlar 'Hak ettin bunu!' demiş."
Irkad: Sömürgeciliğin cinayeti
Kutlu Adalı'yı yakından tanıyan müzisyen ve insan hakları gazetecisi Hamza Irkad ise, gazetemize yaptığı açıklamada, şunları söyledi: "Kutlu Adalı'nın Türkiye'deki birçok politikacı, yazar, aydın ve demokratla da yakın ilişkileri vardı. Mesela Deniz Baykal, siyasi olarak aynı düşüncelerde olmasalar da, çocukluk ve sınıf arkadaşıdır. Kutlu Adalı'nın, her ne kadar St. Barnabas olayına yönelik yazılarından dolayı katledildiği düşünülse de, altında başka politik nedenlerin de bulunduğu açıktır. Zaten kendisi de St. Barnabas olaylarını irdelerken olayın sömürgecilik bağlamında geliştiğini ve sömürge ile sömürgeci arasındaki ilişkilere bağlı olduğunu ortaya koymuştur."
'Çatlı öldürdü'
Cinayetle ilgili tüm delillerin, araştırmaların kısa süre içinde "tozlu raflara kaldırıldığını" ve cinayetin "faili meçhul" olarak tanımlandığını kaydeden Irkad, şöyle devam etti: "Mevcut deliller, faili meçhul olmadığını, cinayetin içinde Özel Harp Dairesi ve Sivil Savunma'nın olduğunu göstermektedir. St. Barnabas olayıyla ilgili yazılarından dolayı o dönemde Kıbrıs'ta görevli olarak bulunan Galip Mendi tarafından resmen tehdit edildiği de biliniyor. Adalı'nın katledildiği gece bulunan tetikçilerden birinin Susurluk'ta hayatını kaybeden Abdullah Çatlı olduğu da su yüzün çıktı. Susurluk'ta ortaya çıkan deliller, suç unsuru mermilerin çıktığı Uzi marka silah başta olmak üzere başka bütün enstrümanlar, bunun kanıtlarını oluşturuyor."
'Başarılı da oldu'
Yapılanların Kıbrıs'taki sömürgeciliğe ve Türk devleti işgaline karşı oluşan halk muhalefetini susturmaya ve baskı altına almaya yönelik olduğunu belirten Irkad, ekledi: "Bu, başarılı da oldu. TC yönetimi tarafından Kıbrıs, tamamen kirli işlere yönelik kullanılan, kirli işlerden kazanılan paranın aklandığı bir merkeze dönüştürüldü. Kıbrıs, Türk şovenizminin ve faşizminin beslendiği bir merkez olarak kullanıldı. Adanın bir faşist üretim merkezine dönüştüğü ortadadır."
Ortadoğu'daki son gelişmelerle birlikte Kıbrıs'ın öneminin büyüdüğünün de altını çizen Irkad, Kıbrıs halklarının çözüm arayışlarının da bu nedenle halen kirli oyunlarla engellendiğini söyledi.
'St. Barnabas'la düşünmek yetmez'
Yıllar boyunca Kıbrıs'ın bütünlüğü için çalışmalar yapan, bu amaçla çeşitli komitelerde yönetici konumunda bulunan, Kıbrıs'ın iki yakasındaki sol partiler ve sendikalarca tanınan bir isim olan, bir dönem gazetecilik de yapmış Derman Saraçoğlu da, Kutlu Adalı'nın katledilmesinin St. Barnabas olayı yazılarıyla sınırlı düşünülemeyeceğini belirtti.
"Cinayetin sebebi çok daha derinlerde" diyen Saraçoğlu, devam etti: "Kutlu Adalı, 60'lı yıllarda, Kıbrıs'taki BEY (Bayraktarlık, Elçilik, Yönetim) faşizmi döneminde uzun yıllar Rauf Denktaş'ın özel kalem müdürlüğü görevinde bulunmuş bir kişiydi. Adalı, Kıbrıs'ta Denktaş merkezli TMT ve Türkiye kaynaklı Özel Harp Dairesi ilişkilerinin canlı tanıklarından biriydi. Aynı zamanda bütün o süreçleri kapsayan geniş bir arşive de sahipti. Kıbrıs'taki, özellikle Türk toplumu içindeki pek çok antidemokratik uygulamanın ve ayrılıkçılığın, adanın bölünmesine yönelik Ankara-Denktaş planlarının ve icraatlarının tanıklarındandı."
'Makaleleri ilgiyle takip ediliyordu'
Aynı sürecin başka tanıkları da olduğunu ama Adalı'nın özellikle hedef seçildiğini belirten Saraçoğlu, bunun gerekçesini ise şöyle açıkladı: "Kutlu Adalı, o süreçlerin diğer tanıklarından çok farklı bir tutum almıştı. Önce özel kalem müdürlüğünden, ardından da Muhacerat Dairesi müdürlüğünden ayrıldıktan sonra, gazetelere yazdığı makaleler aracılığıyla, Kıbrıs Türk toplumuyla çok önemli, can alıcı konuları paylaşmaya başladı. Gerek geçmiş tanıklıkları gerekse de Kıbrıslı Türklerin içine itildiği girdabın nedenleri üzerine makaleler yazıyor, Yeni Düzen gazetesi aracılığıyla toplumla paylaşıyordu. Aydın, demokrat, yurtsever kimliğiyle Kutlu Adalı, hiçbir siyasi partiye üyeliği de olmamasına rağmen, toplumumuzda ilgiyle takip ediliyordu. Ağırlıkla Ankara-Lefkoşa ilişkilerindeki çarpıklığı gündeme getiriyordu. Kıbrıs'a Türkiye'den nüfus taşınmasına karşı çıkıyor, sonuçlarını irdeliyor, Kıbrıslı Türklerin başına gelecekleri birer birer anlatıyordu."
Onurlu bir aydın itirazı
Adalı'nın son makalelerinden birinin "Havuç ve Sopa" başlığını taşıdığını aktaran Saraçoğlu, devam etti: "Bu makalesinde Ankara egemenlerinin Kıbrıs Türk toplumuyla olan tek taraflı, hükmedici ilişkisini mahkum ediyordu. Bu yönde onurlu bir aydın itirazı ile yazıyordu makalelerini. Kıbrıs Türk toplumunun ada üzerinde varlığını koruyabilmesinin tek yolunun Ankara ile arasındaki bu onursuz ilişkiye karşı çıkmak ve Kıbrıslılar arasında barışı savunmak olduğunu söylüyordu. Ve bu 'çok tehlikeli, milli davaya zararlı' fikirleri topluma yaymakta olan şahıs, davanın avukatı Rauf Raif Denktaş'ın eski kalem müdürüydü! Arşivi biliniyordu. Henüz ifşa etmemiş olduğu pek çok bilgiye sahip olduğunu da en iyi onu sokak ortasında, Uzi makineli silahlarla kurşunlatanlar bilmekteydi. Özel Harp Dairesi çeteleri ve yerli işbirlikçilerinin ayak izleri, Kutlu Adalı'nın katledildiği sokağın başında duruyor. Adalı'nın öldürülmesiyle birkaç kuş birlikte vurulmuştu o günlerde. Yurtsever güçlere sembolik bir hedef seçilerek gözdağı verilmek istenmiş, toplum sindirilmek istenmiş ve Adalı'nın makalelerinden, kimileri için potansiyel tehlike oluşturan arşivinden ve hatılarından kurtulunmak istenmişti."
Not: Muhabirimiz Erem Kansoy'un Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili bu çalışması daha önce gazetemizde yayınlanmıştı.
Twitter Facebook LinkedIn Whatsapp
DUVAR - “Son dakika. St. Barnabas'a silahl baskn. Maskeli ve silahl kiiler, ikona müzesindeki üç nöbetçiyi saf d edip bir odaya kilitledi. Trilyonlarca liralk ikonalarn korunduu tarihi müzeden nelerin çalnd bilinmiyor. Aziz Barnabas'n müze dnda bulunan mezar kazld. 12 basamak aaya inildi. Bu sabahn erken saatlerinde kadar hiçbir resmi makam açklama yapmad.”
Kbrs’ta yayn yapan Kbrs gazetesi bu haberi yaymladnda, takvimler 16 Mart gününü gösteriyordu. Gazetenin ‘son dakika’ gelimesi olarak yanstt haber, 14 Mart perembe günü gece saat 'dan saat 'a kadar dört saat süren bir olay anlatyordu. 10'dan fazla üpheli iki beyaz Renault Toros, bir krmz Isuzu Jeep ve bir Vitara marka araçla, Hristiyan Ortodokslar için büyük önem arz eden Aziz Barnabas Manastr’n basp, tarihi mekan koruyan bekçileri etkisiz hale getirdi. Baskn bilgisi 15 Mart sabah, yani olayn yaanmasndan saatler sonrasnda KKTC polisine bildirildi.
Manastr basknnn gündeme yansmasyla beraber Kbrs’ta kulaktan kulaa önemli bir iddia dolamaya balad. Buna göre, Sava’na katlan bir binba 'Rumlarn evinden, kilisesinden, bankasndan, kuyumcusundan ganimet olarak toplanan altn, gümü, elmas, prlanta gibi mücevherleri St. Barnabas'n mezarnn olduu maaraya gömdürmütü' sonrasnda generallik rütbesine yükselen ve emekli olan askeri yetkili, yllar sonra söz konusu olay baz üpheli ahslarla paylam, sonrasnda da bu büyük soygun gerçeklemiti.
Büyük ‘sava ganimeti'nin sakl olduu öne sürülen Aziz Barnabas Manastr sonrasnda kona Müzesi'ne dönütürülmü, Hristiyanlk için büyük önem tayan ikonalar ve eserler burada koruma altna alnmt.
Kbrs Türk basn, özellikle muhalif yerel basn, günlerce Aziz Barnabas baskn üzerinde durdu. Büyük soyguna önem atfeden ve arkasnda devlet güçlerinin parmak izini arayan basn kurulularnn banda, Kbrs Türk solunun önemli gazetesi Yeni Düzen ve bu gazetede haftann üç günü köe yazlar yaymlanan Kbrsl düünür, air, aratrmac ve gazeteci Kutlu Adal geliyordu.
Yeni Düzen, büyük baskndan üç gün sonra dört kritik soru yöneltti: Bir orduyu anmsatacak ekilde modern silahl 15 kii nasl elini kolunu sallayarak müzeye girip çkt? Baskn gerçekletirenlerin kulland beyaz Renault Toros'un Sivil Savunma Tekilat'na ait olduu doru muydu? Paha biçilmez ikonlara dokunmayan basknclar, mezara 'te gömülen mücevherleri mi aryordu? Polisin olayla ilgili soruturma balatmad doru muydu?
Kbrs Rum tarafnn büyük basknla ilgili olarak devreye Birlemi Milletler ile uluslararas kamuoyunu soktuu bir ortamda, Adal aylar boyunca, son nefesine dek yukardaki sorularn cevabn arad. Büyük basknla ilgili yazlarnda ‘derin devlet’ ile ‘silahl kuvvetlere’ dikkat çekti. Kbrsl düünürün bu vurgusu, ortalarnda Kbrs Türk Sivil Savunma Tekilat'nn (KTSST) bakanln yürüten Korgeneral Galip Mendi’nin tepkisini çekti.
Adal cinayetinin Avrupa nsan Haklar Mahkemesi'nde (AHM) ele aln srasnda ifade veren Mendi, ylnda Kuzey Kbrs Güvenlik Kuvvetleri Komutan görevine getirildi. ylndaysa Jandarma’nn bir numaral ismi konumuna yükseldi. 15 Temmuz 'daki baarsz darbe giriiminde darbeci askerlerce alkonulan Mendi, Yüksek Askerî ura kararlar ile ya haddi nedeniyle emekli edildi.
Aziz Barnabas basknndan Mendi’nin komutasndaki Kbrs’ta konulu askeri birimleri sorumlu tutan Adal, ylnda Lefkoa’da dünyaya gelmiti. Çocukluk ve ergenlik yllarn ailesiyle beraber Antalya’da geçiren Adal 'te Kbrs’a döndü. Adaya döner dönmez Kbrsl Türklerin tarihi liderlerinden Rauf Denkta’n öncülüündeki birçok kuruluta görev ald. 60’l ve 70’li yllarn balarnda Denkta’a yakn durdu ve Kbrsl Türk liderin özel kalem müdürlüünü üstlendi.
ylndan sonra Denkta’n siyasi çizgisini benimsemeyen Adal, muhalif basn yoluyla görü ve düüncelerini kamuoyuyla paylat. Ayn süreçte kendisini edebiyata, iire ve aratrma ve köe yazlarna adad. 'nn ortalarndaysa, dikkatini Aziz Barnabas basknnda Türkiye ve Kbrs’taki derin devlet ile askeri vesayet rejiminin oynad role odaklandrd. Adal, basknla ilgili olarak Mendi ile beraber dönemin KKTC hükümetini de suçlad.
Bu suçlamalar önce Yeni Düzen gazetesine yönelik tehdit mesajlar, ardndan da, 6 Temmuz 'da her ayrnts 'profesyonel' bir ekilde düzenlenmi olan suikasttakip etti. Suikast Kbrs’n genelinde ve Türkiye’de büyük tepkilere neden oldu. Ei lkay Adal suikast AHM’e tad ve Türkiye'ye kar dava açt. Türkiye, Avrupa nsan Haklar Sözlemesi'nin dokuz maddesini (2, 3, 6, 8, 10, 11, 13, 14 ve 34) ihlal etmekten suçland. Temel suçlama, Kutlu Adal'nn eletirel yazlar ve muhalif siyasi görülerinden ötürü Türkiye’nin KKTC'deki uzantlar tarafndan öldürüldüü yönündeydi.
Sekiz yl süren davann sonunda, AHM cinayetin bir 'devlet ii' olduu iddiasnn 'hiçbir kukuya yer vermeyecek biçimde' ortaya konulamad ancak altya kar bir oyla (aleyhte oy kullanan yargç Rza Türmen oldu), Türkiye'nin, Adal'nn öldürülmesinin arkasndaki nedenleri yeterince aratrmad sonucuna vard.
Adal suikast imdi, Sedat Peker’in açklamalaryla beraber yeniden gündeme tanm durumda.
Rauf Denkta’n olu, Kbrsl Türk siyasetçi Serdar Denkta, Peker’in son açklamalar hakknda “Kbrs'ta o dönem Türkiye tarafndan direkt veya Türkiye eliyle bir ey yapldnda çok fazla sorgulanmazd, bir bildii var diye. Birçok olayn içeriiyle ilgili Kbrs'ta kimsenin bilgisi ve haberi yoktur" ifadelerini kulland. Sözcü gazetesinden smail Saymaz'a konuan Denkta, "Aziz Barnabas'tan ne alnd, maarada ne vard; bütün bunlar bizim açmzdan cevapsz. Bilgimiz olmayan konular. Niye? Çünkü fiilen askerin kart olayd. Soruturma durduruldu. 'Devam ettirmeyin' dendi. Ne vard, ne alnd, kime götürüldü; Kbrs'ta hiçbir makamn bilgisinde deil” dedi. Denkta ayrca, Adal cinayetiyle ilgili olarak KKTC’de kurulmas düünülen Aratrma Komisyonu’nun elde edecei olas neticeyle ilgili olarak da karamsarln paylat.
Adal cinayeti döneminde babakan yardmcs komunda olan eski KKTC cumhurbakan Mehmet Ali Talat ise “Askeri vesayetin çok youn bir ekilde yaand ve hissedildii günlerdi. Bu olayda bizim polis tekilatmzn bamsz ekilde aratrma yapmas son derece zordu” dedi. Talat ayrca, “Kutlu Adal’nn öldürüldüü dönemde bu gibi olaylarn faili meçhul kalmasnn adeta zorunlu olduu” mesajn da verdi.
Denkta ile Talat’n son açklamalar zihinlere, Adal'nn öldürülmesinden 48 saat önce Yeni Düzen’deki köesinde dillendirdii görüleri getirdi. “Sopa ve Spa” balkl yazsnda Kbrsl düünür unlar vurguluyordu: “Anavatan-Yavruvatan politikalarndan vazgeçmeliyiz. Bu politikann ruhunda acndrma vardr, acizlik vardr, szlanma vardr, dilenme vardr, tembellik vardr, kolayclk vardr, hazrlopçuluk vardr. Ana memesinden sütü, emme basma tulumba gibi emerek sömürme vardr, bask vardr, sopa vardr, ama kiilik kimlik, gurur, onur yoktur.”