kızına yazdığı mektup / ACILI BABADAN KIZINA MEKTUP: “RABBİM BİZE BİR GÜL EMANET EDİP 6 SENE KOKLATTI” - İnanış Gazetesi

Kızına Yazdığı Mektup

kızına yazdığı mektup

Memduh Şevket Esendal çağdaş Türkçe öykünün ilk büyük ustalarından. Yazdıklarının değeri yıllar sonra anlaşıldı. Ayaşlı ve Kiracıları romanı da en bilinen eserlerinden.[caption id="attachment_" align="alignright" width=""]Memduh Şevket ve Emine EsendalMemduh Şevket ve Emine Esendal[/caption] Memduh Şevket Esendal’ın hayatından büyük izler taşıyan mektupları da içerdiği zenginlik ve samimiyet açısından oldukça değerli. Bakü, Tahran ve Kabil büyükelçilikleri yapan Esendal, görevi nedeniyle çocuklarından, ailesinden bir dönem uzak kalmıştı. Uzaklığın araya soktuğu soğukluğu yazdığı mektuplarla dağıtmaya çalışmış. Büyük oğlu Mehmet Suat ve ikinci oğlu Ahmet Esendal’a yazdığı mektuplar dışında kızı Emine Hanım’a gönderdiği mektuplar büyük yazarın samimiyetinin, sevgisinin izlerini taşıyor. Kızına öyküler yazıp, çeviriler yapmasını, Fransızca öğrenmesini öğütlüyor. Hayatının son günlerine kadar düzenli olarak yazdığı mektuplar Kızıma Mektuplar adlı kitapta toplanmıştı. Yeterince fark edildi mi, bilmiyoruz. Bu harika mektupları hatırlatmak istedik. Memduh Şevket Esendal’ın kızına yazdığı mektuplardan bazıları:
Hanım can, burada bir bebek mağazanın camekânında duruyor, beni gördükçe de, “Ben Emine Hanımı isterim!” diye ağlıyordu. “Emine Hanım buraya gelecek, bekle,” dedim, “sabret,” dedim, olmadı! “Beklemem,” dedi. “Ben Emine Hanımı isterim,” diye ağladı. Ben de aldım, sana gönderiyorum kızım. Bu senin kızın imiş. Nasılsa buralara düşmüş. Nasıl oldu da kızını kaybettin! Bir daha bu çocuğu böyle yalnız bırakma. Ben görmese idim belki kaybolurdu. Ne ise dükkâncı, Allah razı olsun almış, camekânın içinde saklamış. Bu bebek daha çok ufak; adını sordum, bilmiyor. Sen bunun adını ne koymuş idin? Annesinin adını soruyorum, söylüyor; benim annem Emine Hanım, diyor. Galiba bunun adı “Şehirbânu” yahut “Şehirzâd” olacak. Yahut da İran’da böyle isim koymuşlar. Yoksa “Rübabe” mi? Yahut “Sekine” mi? Hülasa bilmiyorum. Bunlar hep İranlı isimleri. Sen buna böyle bir isim koydu isen, taaccüb ederim. Her halde gözlerinden öperim benim güzel kızım, şeker kızım. Bana mektup yazarsan bu hanımın adını da yazarsın. (2 Mart )

[divider layout="3" color=""][/divider]

Memduh-Sevket-Esendal__

Kabul, Emine Esendal’a

Kızım Canım, Ben eyi bilmiyorum ama öyle sezinliyorum ki sen iki meslekte başarı gösterebilirsin. Bunun biri Ahmet gibi hekimlik, öteki de edebiyat. Sanıyorum ki ikincisinde daha çok başarı gösterirsin. Bir kadına da eyi bir yazıcı olmak yakışır. Orijinal piyesler, komediler, sinema romanları yazmak, hikâyeler, çocuklara kitaplar yazmak hoş bir şeydir. Bu da biraz okumak, usanmamak ve biraz da yaş yaşamakla olur. Kendine yazıcılıkta bir tip bulmalı. Bunun kadınlara faydası, bütün ömür boyunca vardır. Hiçbir işi kendisine mal etmemiş bir adam derin bir boşluk ve sonsuz üzüntüler içinde kalır. Hiçbir şeyle de kendini avutamaz. Gençlik, güzellik, sevgi bunlar geçer. Bunlar geçtikten sonra da insan gene yaşar. Böyle günde yazılar, adamı yaşatır, sevindirir. Yapacak bir işi olan adam çok yaşar, kolay hasta olmaz. Yaşamanın sonu nasıl geleceğini kimse bilmez. Ben kendimi burada elçi olmuş görünce şaşırıp kalıyorum. Nereden nereye! Şimdi gidip babama söylesem: “Ben elçi oldum!” desem, inanmaz. O bize bir çiftlik bırakmayı düşünüyordu. Onunla geçinecektik. Huuu Afganistan nere çiftlik nere! Düşün: Dün gece Fransa Elçiliğinde akşam yemeğinde idim. Kır saçlı, kır bıyıklı bir adam! Fraklı. Elçilerin ihtiyarı, eskisi olmak dolayısı ile en yüksek yerde oturuyorum. Bu son yılda saçlarım da epeyce döküldü. Başım çıplak değilse de eh! Çıplaksı. Babam beni görse tanır mı? Anneni sokak kılığında görse tanır mı ? Babam değil, annem bile görse tanımaz.! İş nerede idi nereye geldi. Yarın da kim bilir neler olacak. Bugün yapılan hesap nakadar geride kalacak. Geleceği kimse bilip kestiremez ama gene de hesaplar yapılır. Ben çocuklukta kendi kendime düşünür, bir gün yalnız kalmaktan, geçinmekten korkardım. Belki herkes böyledir. Nakadar boş korkular, nakadar çocukluk! Yaşayış ve ölüm korkacak şeyler değildir. İnsan yaşar gider, haberi olmaz. Yalnız bu yeryüzünde bir eser bırakmadan geçip gitmiş olmak bana hoş gelmez. Ben, bugüne kadar istediğim gibi, büyük bir şey yapamadım. Yazdıklarım da çok azdı. Çalışıyorum. Belki eyi bir şey yazarım. İsterim ki sen daha eyisini yazasın.

[divider layout="3" color=""][/divider]

Kabil, Emine Esendal'a

Kızım Canım, Geçen hafta Tahsin Baç, Bayan Faide’nin ve senin mektuplarınızı getirmişti; bu hafta da posta senin ve Doktor’un mektuplarınızı getirdi. Bu mektuplarda beni en çok sevindiren haber senin, İngilizce ilk yazılarını yazmağa başladığın haberi oldu. Mister Mac’ı mı alkışlamalı, seni mi bilmem! O okulu bırakıp İngilizce çalışmağa başlaman ne doğru bir iş oldu. Bir dil bir kafa demektir. Üç dil bileceksin, üç kafalı bir adam olacaksın! Okula gitseydin ne olacaktı? Bir diploma! Eğer yüksek tahsil okullarına gitmeğe kalksa idin, birçok yılların boşuna geçecek idi. Şimdi bu tuttuğun yol seni yazıcılığa hazırlar. Tercümelerden başlayarak yazıcılık yaşayışına girmiş olursun! Yurdumuzda bu iş bomboştur. Ne bir tek tiyatro yazılmıştı ne de bir roman var. Çocuklara yazılmış bir tek okuma kitabı yoktur. Senin yazılarında tutturacağın felsefe yolu bence şu olmalıdır: İnsan yalnız yaşayamaz! Birçok insanlar içinde yaşayan adamı, yalnız yaşıyormuş gibi düşünüp yaşatmağa çalışmak olmaz. Adamın eyiliği ve rahatlığı, içinde yaşadığı insanların eyiliği ve rahatlığı iledir. Bir adamın eyiliği kendine yapacağı eyilik değil, cemiyete yapacağı eyiliktir. Adamoğluna düşen başlıca ödev, cemiyetin eyiliğine çalışmaktır. Saadet, zevk etmeğe uğraşmakla, para ile olmaz; saadet, kendi kendini sevmek beğenmek demektir. Eyi bir kitabı yazmış bitirmiş olan bir adamın o saatte dişi ağrırsa, gene saadet içindedir. Her yazıda kök, bu düşünce olmalıdır. Hele çocuklara yazılacak şeylerde, küçük şeyler yazmağa çalışmalı. Tolstoy’un çocuklara yazdığı dört ciltlik okuma kitabında en büyük hikâye, iri harflerle, bir sayfalıktır. Üç-dört satırlık hikâyelerde vardır. Yazma isteği daha sende olgunlaşmadı. Bir gün gelecek ki yazmak isteyeceksin. Sonra bırakacak, yeniden yazacaksın. Yazmağa başlamak, kendine göre, yazacak nesneyi ve yolu bulmakla olur. Ufacık şeyler tercüme edip basmakla işe başlamak eyidir. Bir devrim böyle geçer. Yazılmış bir yazıyı, bizim yaşayışımıza döndürüp tercüme etmek, kötü bir şeydir. İngilizce, sende yazıcılık isteğini arttıracaktır. Tercüme edeceğin küçük birkaç şeyi bana yolla. Eyi birkaç küçük çocuk hikâyesi tercüme eder isen, hemen bastırırız. Bizimkilere de haber vermeyiz. Bir gün, bu kitaplardan birini Doktor’un, birini de Kaptan’ın eline tutuşturursun. Hoş olur. Kızım canım, benim meşe için Fatma’ya tembih ettiğini yazıyorsun. O unutkandır, karşıki komşuların derdine düşer, unutur. Sen, “Ah Fatmacığım, bizim meşeyi unutma!” deye bir boynuna sarılıp asılsan, aklına gelir unutmaz. Beni sorsunlar, sormasınlar, her eve gelene benden selam söyle! Güzel kızım, yanaklarından çok çok öperim. Mektuplarını da beklerim.

Kaynak: Memduh Şevket Esendal, Kızıma Mektuplar, Bilgi Yayınevi,

Ölümünden sonra ortaya çıktı. Cüneyt Arkın'dan kızına mektup

Evinde kalbinin durması sonucu hayatını kaybeden, Türk sinemasının efsane aktörü Cüneyt Arkın''ın  ilk evliliğinden olan kızına yazdığı mektup 50 sene sonra ortaya çıktı

Sanatçı yılları arasında süren evliliğinden olan kızını yılında kucağına aldı .Ancak Güler Mocan''dan yılında ayrılan sanatçı,bu sırada kızı Filiz''e duygu dolu bir mektup bıraktı Mart tarihli mektuba göre; Cüneyt Arkın, göremediği kızına hasretle sesleniyor.

"ANNEN YİNE SENİ BANA GÖSTERMEDİ"

"Canım yavrum Filiz''im. Sana bunları yazmamın bir sebebi var. Bugün 10 Mart , Kurban Bayramı''nın birinci günü. Bugün yine annen seni bana göstermedi. Telefonları yüzüme kapatıyor, mektuplarımı okumuyor. Senden ayrıları iki ay oldu. Seni bin yıl görmemiş gibi özledim. Artık tatlı yüzün, yavaş yavaş hafızamdan siliniyor. Göğsüme dokunan o küçücük elinin sıcaklığı azaldı. Günlerdir cehennemin dibindeymiş gibi acılar içindeyim. Bin kere adını fısıldadım. Bin kere Allah''a dua ettim seni bana göstersin diye. Korkular içinde sana geldim. Bana kapıyı açmayacaklarını bile bile.

''''Eve karı-koca iki dostumu gönderdim. Ben de köşede bekledim. Kadın hamileydi, yüzü çilli, şefkatli bir çocuk beklemenin mutluluğu içindeydi. Ama benim kadar korku içindeydiler. Teyzelerin onları kovmuş. Annen seni pencereden olsun görmeme razı olmamış. Sen teyzenin kucağındaymışsın, mavi dantelli bir elbisen varmış. Tatlı tatlı gülüyormuşsun. Yaramazlık yapıp utanıyor sonra başını saklıyormuşsun. Bir babadan çocuğunu hangi kuvvet ayırır.''''

"ACI ÇEKİYORDUM VE YALNIZDIM"

Buna hangi yürek razı olur? Hangi kötülük böyle bir sevgiyi yener? Bütün duygularım ölmüş gibiydi dönerken. Dünyanın bütün kurşunları yüreğime sıkılmış gibiydi. Bir annenin katılığını, duygusuzluğunu, gaddarlığını neyle izah edecektim. Annenin son iki yıldır bana gösterdiği korkunç sahnelerde kendisinden çok teyzem Gül''ün ve çevresinin payı vardı. Mahkeme haberlerinde çıkan resimlerinde şaşkın, biraz öç almışlığın rahat tebessümündeki acıyı yine ancak ben çözebilirim. Çocuğum bunlar bizim yazımız, kaderimiz. Ama anne bir elini uzatsa kurtulacaktım. Evet, yavrum acı çekiyordum ve yalnızdım. Annenin bende güç bildiği, kıskandığı her şey, şöhretim ve param beni dünyada yalnız bırakmıştı. Çünkü suçlarımda, zaaflarımda samimi idim. Suçluydum ama sahte değil, içten pazarlıklı değil, cimri değil.

"ÖLÜMÜME RAZI OLACAK KADAR TÜKENMİŞTİM"

Annenle aramızda büyük bir ayrılık da Türk sinemasını asla önemsememesinden ileri geliyordu. Ona göre yaptığım bütün iş basit ve aşağılayıcı bir şeydi. Teyzelerin de aynı şeyi düşünüyorlardı. İşimi kazanmak anneni kaybettiriyordu bana. Görüyorsun yavrum, anneni kazanmak, işimi kazanmak anneni kaybettiriyordu bana. Yapayalnızdım, yine de anneni delice seviyor ve dayanıyordum. Annen dışarıda görev almak istiyordu. Kırklareli''ne tayini çıktı. ''Kendime güvenim gelir, oyalanırım'' diyordu. Doğru söylemediğini biliyordum. Gitmek istemiyordu ama ''Gitmem gerekiyor'' diye dayatıyordu. Neden gittiğini ve neden gittiğini kesin olarak bilmiyordu. Ama o günler ölümüme bile razı olacak kadar bezgindim, tükenmiştim.

"ANNENİ ASLA AFFETMEYECEKSİN"

Yokluğunun acısını iki gün sonra duydum ama artık çok geçti. ''Bana dön'' diye yalvarmam lazımdı ama yapamadım. Elimin kolumun neden zincirlendiğini, utanç ve azap içinde ona yazdığım mektupları neden yırttığımı, Kırklareli''ne gitmeyip neden bin kere yoldan döndüğümü yalnız annen ve teyzen biliyor. İleride sen de bileceksin ve anneni asla affetmeyeceksin. Annen aşkımızın eserlerini yıkmayı, benimle savaşıp beni rezil etmeyi artık görev bilmişti. Bense hala birleşmeyi ve kötü bahtımıza karşı gelmeyi teklif ediyordum. Çünkü annenin nasıl büyük aşk, bağışlama, verme, toprak kadar sabır, tevekkül ve inanç olduğunu yalnız ben biliyorum. Sanki o benimle doğdu, benimle ölecek. Ah çocuğum! Nedir bu iğrençlikler, sessizce sevmek ve bağışlamak varken. Ben suçlarımı ve onun suçlarını bilerek geleceğe güvenle, erkekçe, dostça, arkadaşça, insanca, yiğitçe bakarak yalnız onu seviyorum. Yalnız onun yarattığı ve yapayalnız bırakmak istediği sevgiyi kurtarmaya çalışıyorum. O ise sevgiyi bağlı kalmayı küçük gördü ve şimdi benden daha yalnız. Artık ona ''Allahaısmarladık'' diyebilirim. Baban Cüneyt Arkın.

İlgili Haberler

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir